Susurluk Kazası
3 Kasım 1996 günü saat 19.15 sularında bir Mercedes otomobil, Susurluk yakınlarında, bir kamyona arkadan çarptı. Medyanın anında duyurduğu olay yerinde 3 ölü ve 1 yaralı vardı. Kimliklerinden ölülerin, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay, Gonca Us; yaralının da DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Edip Bucak olduğu anlaşıldı. Sonraki saatlerde, Mehmet Özbay kimliğinin sahte olduğu, ölenin asıl adının 1978 Bahçelievler katliamı sanığı ülkücü mafya lideri Abdullah Çatlı olduğu, Sedat Bucak’ın ise güneydoğuda “korucu” Bucak aşiretinin reisi olduğu öğrenildi.
Soruşturma başlayınca mesele iyice dallandı. Otomobilin bagajından çıkan ve suikast aleti olarak bilinen yabancı marka silahların emniyet envanterinde kayıtlı olmadığı, kaçak oldukları anlaşıldı. Bucak’ın resmi korumalığını yapan eski özel timci polis memurlarının, kumarhaneci Ömer Lütfü Topal’ın kazadan 4 ay önce öldürülmesiyle ilgili olarak gözaltına alındıkları ama dönemin içişleri bakanı Mehmet Ağar’ın talimatıyla serbest bırakıldıkları ve daha sonra da Sedat Bucak’a koruma yapıldıkları ortaya çıktı. İçlerinden biri de Tansu Çiller’in koruması olmuştu. Bu arada Ağar, Necdet Menzir ve Hayri Kozakçıoğlu tarafından imzalı, silah taşıma ruhsatı sahibi Çatlı’nın, İnterpol tarafından kırmızı bültenle arandığı ve taşıdığı Ağar imzalı yeşil pasaportu 3 kez emniyet yazışması olmadan aldığı belirlendi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, kumarhaneci Topal’ı öldüren silahtaki parmak izinin Çatlı’ya ait olduğunu 13 Aralık’ta açıkladı.
Olaylar böyle arka arkaya gelince, politikacıla bir yandan Susurluk sanıklarını savunmaya, diğer yandan birbirlerini tehdit etmeye başladılar. Çatlı’nın ASALA’ya karşı kullanıldığı iddiaları duyulunca, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller 26 Kasım’da “Bu ülke için kurşun atan da yiyen de bizim için her zaman saygıyla anılır. Onlar şereflidirler.” dedi. Bucak 24 Aralık’ta “Dokunulmazlığım kalkarsa 15 gün sonra Mest Yımaz’ınki de kalkar.” diye konuştu. Göstericiler mahkemeye getirilen sanıklara “Türkiye sizinle gurur duyuyor.” diye tezahürata başladı. Buna karşın Sivil Toplum Örgütleri “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” kampanyasını Şubat 97’de başlattılar ve bir ay boyunca saat 21.00’de ışıkları söndürerek pencerelerden ıslık çaldılar. Bu eylemi dönemin başbakanı Erbakan, “Gulu gulu dansı” olarak niteledi.
Sonunda davanın 5. yılında polis-mafya-politikacı ilişkisindeki çeteleşme, Devlet Güvenlik Mahkemesinin 12 Şubat 2001’deverdiği kararla tescil edildi. Aralarında Bahçelievler katliamı sanıklarından Haluk Kırcı, özel timci polis memurları, bir eski MİT görevlisi ve bir uluslararası uyuşturucu kaçakçısının da bulunduğu 12 sanık “çete oluşturmak” tan 4-6 yıl hapis cezası aldılar. Bucak ile Ağar, dokunulmazlıkları nedeniyle yargılanamadılar.
Otomobilden çıkan “kayıp silahlar” davasının zamanaşımına uğradığı bir sırada, Yargıtay 8. Ceza Dairesi, DGM kararını oybirliğiyle onaylayarak kararın şu gerekçesini de tesvil etmiş oldu: “Suç işlemek amacıyla kurulan çetelerin içinde en tehlikelisi (…) resmi sıfat taşıyan kişilerin iştirak ettikleri çetelerdir.”
alıntıdır