Alternatifim Cafe

Wolfgang Amedeus MOZART

Discussion started on Yabancı Sanatçılar -Gruplar

 
Mozart çocukken

Mozart'ın doğduğu evMozart, Leopold Mozart ve Anna Maria Pertl Mazart'ın oğlu olarak Salzburg'da Getreidegasse 9'un ön odasında doğmuştur. Burası Salzburg Başpiskoposunun başkentidir. Günümüzde Avusturya'da bulunup, o dönemde Roma İmparatorluğu'nun bir parçasıdır. Kardeşleri arasında doğumdan sonra yaşayan sadece kız kardeşi, lakabı Nannerl olan, Maria Anna Mozart idi. Mozart doğumundan bir gün sonra St. Rupert Katedrali'nde baptiz oldu. Baptiz olduktan sonra ismi; Latince Joannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart oldu. Bu isimlerden ilk ikisi John Chrysostom, kilisenin rahiplerinden biriydi, ve bu isimleri günlük hayatında kullanmıyordu. İsmindeki dördüncü kelime Theophilus "Tanrı'nın sevdiği" manasındaydı, Mozart'ın hayatı süresince de bir çok kez Amadeus (Latince), Gottlieb (Almanca), Amadé (Fransızca) tercüme edildi. Mozart'ın babası Leopold oğlunun doğumunu yayımcı Johann Jakob Lotter'e "..çocuğun ismi Joannes Chrysostomus, Wolfgang, Gottlieb'dir" diye haber verir. Mozart en çok üçüncü ismini tercih etti, ve süslü "Amadeus" ismini takip eden yıllarda kullandı.

Mozart'ın babası Leopold Mozart (d. 1719 - ö. 1787) Avrupa'nın başlıca müzik hocalarından biriydi. İlgi çeken Versuch einer gründlichen Violinschule ders kitabı 1756'da; Mozart'ın doğduğu yıl yayımlandı. (Türkçesi, Keman Çalmanın Temel Prensiplerinin Bilimsel İncelenmesi) Kendisi Salzburg Başpiskoposunun orkestrasının şefiydi, ve oldukça başarılı bir enstrüman müziği bestekarıydı. Leopold bestekarlığı oğlunun olağanüstü müzik becerilerini gördükten sonra bıraktı. Bu ilk olarak Wolfgang 3 yaşındayken oldu, ve Leopold, Wolfgang'in başarılarından gurur duyararak, oğluna çok ağır bir şekilde müzik eğitimi verdi. Bu eğitiminde, klavye, keman ve organ gibi enstrümanları öğretti. Leopold sadece ilk yıllarında bu eğitimi verdi. Lopold'un Nannerl'in müzik kitabında, Wolfgang'in bir çok besteyi 4 yaşında öğrendiğini ve ilk bestesini, küçük bir Adante (K. 1a) ve Allegro (K. 1b)'yi 1761'de henüz beş yaşındayken yazdığını söylemektedir.


 Gezi yılları  [değiştir]
1771'de Mozartİlk yıllarında, Mozart bir çok Avrupa gezisine çıktı. Bunlardan ilki 1762 yılında, Münih'in Bavarya'sında Elector meydanında, aynı yıl da Prag ve Viyana'da imparatorluk meydanında gösteri yapmıştır. Uzun bir konser turu, 3 buçuk yıl sürer, ve Wolfgang'i babası ile beraber Münih, Mannheim, Paris, Londra (burada ünlü İtalyan çellocu Giovanni Battista Cirri ile çalmıştır), Lahey, tekrar Paris, Zürih, Donaueschingen ve Münih'de konserler vermiştir. Bu gezisi sırasında, Mozart bir çok ünlü müzisyenle tanışır ve kendisi de bu müzisyenlerin eserlerine aşina olur. En önemli esin kaynaklarından biri Johann Christian Bach'dır, O'nunla da 1764-1765 yıllarında Londra'da arkadaş olmuşlardır. Bach'ın eserleri bir çok kez Mozart'ın esinlendiği eserler olarak gösterilmiştir. Tekrar Viyana'ya 1767'de giderler ve burada 1768 yılının Kasım ayına kadar kalırlar. Bu gezi sırasında Mozart çiçek hastası olur, ve iyileşmesi babası Leopold tarafından Tanrı'nın oğlu için sevgisini temsil etmektedir.

Salzburg'da geçen bir yıl sonunda; üç kez İtalya'ya yolculuğa çıkmıştır. 1769 Kasım'ından, 1771 Mart'ına kadar, 1771'in Ağustos'undan Kasım ayına kadar, ve 1772 Ekim'inden 1773 Mart'ına kadar. Mozart bu dönemde üç opera besteler: "Mitridate Rè di Ponto" (1770), "Ascanio in Alba" (1771), ve "Lucio Silla" (1772). Üç opera da Milan'da oynanmıştır. Bu gezilerin ilkinde, Mozart Venedikte Andrea Luchesi ile ve G.B. Martini ile Bologna'da buluşur, ve Accademia Filarmonica'nın bir üyesi olarak kabul edilir. İtalya'daki yolculuğunun şu an efsanevi olan bir hikayesi de, Gregorio Allegri'nin Miserere'sini Sistine Chapel'de duyar ve tamamını hafızasından yazar, yalnız bunu yaparken parçadaki küçük hataları düzeltir, ve böylece Vatikan malının ilk illegal kopyasını üretir.

23 Eylül 1777'de annesi ile beraber Mozart; Münih, Mannheim ve Paris'i kapsayan bir Avrupa turuna gider. Mannheim'da, o dönemin en iyisi Mannheim orkestrası ile çalar. Aloysia Weber'e aşık olur, ancak O da daha sonra Wolfgang'den ayrılır. 4 yıl sonra da; Aloysia'nın kız kardeşi Constanze ile evlenir. Paris'e başarısız ziyareti sırasında da; annesi 1778 yılında ölür.


       VİYANA'DA MOZART

Mozart'ın Viyana'daki evi1780 yılında, Mozart'ın ilk büyük operası Idomeneo Münih'de oynanır. Ertesi yıl, Viyana'yı patronu, Prens Başpiskopos Colloredo ile ziyaret eder. Salzburg'a geri döndüklerinde, opera şefi olan Mozart, isyanını arttırır ve başpiskopos'un müzik işleriyle ilgilenmek istemez. Bu düşüncelerini söylemesiyle de başpiskopos desteğini çeker. Mozart'ın açıklamasına göre, atılması; -resmen- "kıçına bir tekme yiyerek" olmuştur. Mozart bundan sonra, aristokrasinin ilgisiyle özgür olarak Viyana'da müziğini geliştirmek için yerleşir.

Bu bir nebzede Türk tarihi için önem taşır. Türklerin Avrupa'da moda olduğu o yıllarda, Mehter marşı'ndaki ritimden esinlenen Mozart, 11 numaralı la majör piyano sanatı'nın (K. 311) 3'üncü bölümünde "Ronda alla Turca" (Türk Marşı)'nı besteler. Bu beste halen, Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm özel davetlerinin yanı sıra, ülke tanıtımında kullanılmaktadır ve belki de Türklere yazılmış Dünya'da en fazla tanınmış bestedir.

4 Ağustos 1782'de, babasının isteğiyle Constanze Weber (d. 1763 - ö. 1842) (ismi ayrıca Costanze diye de yazılır) ile evlenir. Constanze'nin babası Fridolin Weber, Carl Maris von Weber'in Franz Anton Weber'den üvey kardeşidir. 6 çocukları olmasına rağmen, sadece 2 tanesi çocukluktan sonra yaşar: Carl Thomas Mozart (d. 1784 - ö. 1858) ve Franz Xaver Wolfgang Mozart (d. 1791 - ö. 1844) (daha sonra küçük bir bestekar olmuştur). İki çocuğu da evlenmemiş ve ya da yetişkin olabilmiş çocuğu olmamıştır. Carl'ın Constanza isminde bir kızı olur, o da 1833'de çocukken ölür.

1782 yılı Mozart'ın kariyeri için hayırlı bir yıldır: operası "Die Entführung aus dem Serail" (Saraydan Kız Kaçırma) müthiş bir başarıya ulaşır. Bu operasında bahsedilen saray, Topkapı Sarayı'dır ve opera Türkiye'de geçmektedir. Selim Paşa'nın ve harem ağası Osman'ın tutsağı olan Konstanze ve hizmetçisini, Constanze'nin nişanlısı Belmonto kaçırmaya çalışır. En sonunda da Selim Paşa razı olur. Ardından konserlere çıkan Mozart, kendi piyano konçertolarının yönetmenliğinin yanı sıra, solo olarak da enstrümanlar çalar.

1782 ve 1783 yılları arasında, Mozart J.S. Bach ve G.F. Handel'in eserlerine sahip olan Baron Gottfried van Swieten sayesinde aşina olur. Mozart'ın bu eserleri çalışması üzerine, Barok tarzında yeni bir müzik tarzı ve dili yaratmasını sağlar. Die Zauberflöte (Sihirli Flüt) bu örneklerden biridir ve finali de 41. Senfoni'dir.

1783 yılında, Wolfgang ve Constanze; babası Leopold'u Salzburg'da ziyaret ederler ancak babası Constanze'yi iyi karşılamaz. Ancak bu ilham, Mozart'ın duasal eserlerinden biri, Große Messe (Do Minör yığını) henüz bitmemiş olsa da Salzburg'da gösterime girer ve hala en tanınmış eserlerindendir. Wolfgang eşi Constanze'nin Leopold'ün sevgisini almak için başrolde solo şarkı söylemesini sağlar.

 
1780'lerin ortalarında MozartViyana'daki ilk yıllarında, Mozart Beethoven'ın da hocası olan 100'ün üzerinde senfoni bestelemiş Franz Joseph Haydn ile tanışır ve arkadaş olurlar. Haydn ne zaman Viyana'yı ziyaret etse beraber yaylı kuartet çalarlar. Mozart'ın Haydn'a çaldığı 6 kuartet (K. 387, K. 421, K. 428, K. 458, K. 464, and K. 465) 1782 ile 1785 yılları arasında yazılmıştır. Bunlar Haydn'ın Opus 33 setine karşı bir yanıttır. Haydn'a yazdığı bir mektupta Mozart şu sözleri yazar:

"Çocuklarını büyük bir dünyaya göndermeye karar veren bir baba, düşünmüştü ki onlara o dönemde meşhur bir insanın koruması ve öncülük etmesi gerektiğini, ve ortaya çıkan şuydu ki en iyi dostu olmuştu. Ben de aynı yolla, size 6 çocuğumu gönderiyorum... Lütfen onları nezaketle bir baba, bir yol gösterici ve bir arkadaş olarak alınız!... Ancak, size yalvarıyorum; lütfen babalarının gözlerinden kaçan hatalar için anlayış gösteriniz, ve bunlara rağmen, cömert dostluğunuzu buna oldukça saygı duyan kişiye."
Haydn bunun üzerine Mozart'a büyük bir hayranlık duydu, ve Mozart'ın son 3 serisini dinledikten sonra babası Leopold'a "Tanrı üzerine ve dürüst insanlığım üzerine size derim ki, çocuğunuz yüzyüze veyahutta ismiyle tanıdığım en büyük bestekardır: Zevki var, ve, daha önemlisi, bestekarlığın en derin bilgisine sahip."

1782 ila 1785 yılları arasında, Mozart piyano konçertolarında solo olarak çıktı bir seri konserler verir, ve en güzel çalışmaları olarak kabul edilir. Bu konserler finansal olarak da başarılı olmuştur. 1785'den sonra ise, Mozart daha az sahneye çıkar ve sadece bir kaç konçerto yazar. Maynard Solomon bunu Mozart'ın elindeki yaralardan dolayı olduğunu söylemektedir, başka bir bakış açısı da halkın artık aynı ilgiyi göstermemesidir.

Mozart 18'inci yüzyıldaki Avrupa'daki Aydınlanma Dönemi'nden de esinlenir, ve 1784 yılında Mason olur. Locası spesifik olarak deist yerine katoliktir, ve babası 1787'de ölmden önce de babasını kendi inanışına çekmeye çalışır. Die Zauberflöte (Sihirli flüt), sondan ikinci operası, da masonik alegoriler içermektedir. Mozart ayrıca Haydn ile aynı mason locasındadır.

Mozart'ın hayatı nadiren finansal zorluklarla dolu geçmiştir. Ancak, bu yaşadığı zorluklar bir çok kez abartılmış ve romantikleştirilmiştir. Ancak, arkadaşlarından bir çok kez borç almıştır, ve bir çok borcu ödenmemiş şekilde ölmüştür. 1784 ile 1787 arasında bugün de ziyaret edilen Domgasse 5'de St. Stephen Katedrali arkasında, yedi odalı bir apartmanda yaşamıştır. Burada 1786'da "La nozze di Figaro" (Figaro'nun Düğünü")'nü bestelemiştir.

 
Figaro'nun Düğünü'nün 1786 yılındaki ilanı(Prag)
 Mozart ve Prag  [değiştir]Mozart'ın Prag ve halkıyla özel bir ilişkisi vardır. Buradaki seyircisi, Figaro'yu Viyana'dakilerden daha fazla kutlamıştır. "Meine Prager verstehen mich" (Praglılarım beni anlıyor) sözü de Bohemya'da oldukça ünlü olmuştur. Bir çok turist, Prag'daki izlerini takip eder ve Mozart Müzesi, yaşadığı Bertramka Villası'nda oda orkestralarını dinlerler. Hayatının geri kalanında, Prag Mozart'a finansal olarak komisyonlarca destek sağlamıştır. Don Giovanni 29 Ekim 1787'de Estates Tiyatro'sunda gösterime girmiştir. Mozart son operası La Celemenza di Tito (Tito'nun merhameti) 6 Eylül 1791'de, yine bu şehirde Leopold II'nın Bohemya Krallığı taş giyme göreninde gerçekleşmiştir. Mozart bu görevi; Antonio Salieri'nin açıkca reddetmesi üzerine yapmıştır.


 Son hastalığı ve ölümü  [değiştir]Mozart'ın son hastalığı ve ölümü incelenmesi oldukça zor bir konudur. Romantik efsaneler ve birbiriyle uyuşmayan teoriler mevcuttur. Bir çok araştırmacı, Mozart'ın hastalığının yükselme durumunda anlaşamaz - özellikle hangi noktada Mozart hastalığı hakkında haberdardı ve bu eserlerini etkiledi. Romantik bakış açısı, hastalığının giderek kötüye gittiğine ve bunun da eserlerine paralel bir şekilde yansıdığını savunur. Bunun karşısında ise, günümüzdeki bazı araştırmacılar da; durumunun iyi olduğunu ve ölümünün ailesi ve arkadaşlarına ani bir şok etkisi yarattığıydı. Mozart'ın son sözleri: "Ölümün tadı dudaklarımda... Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum" dur. Hastalığının asıl sebebi de bir varsayımdır. Ölüm kayıtları "hitziges Frieselfieber" (mühim darı tanesi ateşi) der, ve bu sebebi modern tıpta açıklayıcı bir tanım değildir. Bir çok teori önerilmiştir, bunların arasında, trişinoz, cıva zehirlenmesi, ve ateşli romatizma da vardır. Hastaların kanatılması o dönemde genelde uygulanan bir anlayıştı, bu da sebepler arasında gösterilir.

Mozart; 5 Kasım 1791 tarihinde gece 1 sularında Viyana'da ölür. Hastalığının yükselmesi ile, son çalışması olan Requiem'e bir kaç gün önce başlamıştır. Popüler efsaneye göre, Mozart kendi ölümünü düşünerek bu besteyi yapmıştır, ve bu dünyadan sonrasından bir haberci bunu madii olarak desteklemiştir. Belgeselerdeki bulgular, bu anonim desteğin Schloss Stuppach Kontu Franz Walsegg tarafından geldiğini ispatlamıştır. Eserin büyük bir çoğunluğu da, Mozart'ın sağlığı yerindeyken yazılmıştır. Genç bir bestekar, ve Mozart'ın öğrencisi Franz Xaver Süssmayr; Constanze tarafından Requiem'i bitirmesi için görevlendirir. İlk görevlendirilen Süssmayr değildir, Constanze öncelikle Joseph Eybler'e başvurur, ancak Eybler beceremez ve görevi reddeder.

 
Ölmeden 1 yıl önce Mozartİsmi yazılmayan bir mezar taşıyla öldüğü için, genelde Mozart'ın parasız ve unutulmuş olarak öldüğü söylenir. Ancak, Viyana'da eskisi kadar yüksek yaşam standartlarında yaşamasa da, komisyonlardan iyi bir gelir elde ediyordu. Yılda yaklaşık olarak 10,000 florin kazanıyordu, bu da 2006'ya göre 42,000 Dolar (ya da 63,000 YTL) etmektedir. Bu da O'nu 18'inci yüzyılda Dünya'da en fazla para kazanan %5'in içerisine sokar. Ancak, servetini kontrol edemiyordu. Annesi, "Wolfgang ne zaman yeni bir şeyler kazanırsa, kendisini ve malını etrafına veriyordu" Oldukça masraflı yaşamı da, o'nu bir çok kez kredi almaya yöneltmiştir. Bir çok yalvarış mektupları hala günümüzde vardır, ama fakirliğine değin harcamalarına olduğu kadar fazla bir delil yoktur. Toplu bir mezarda değil, 1785 Avusturya kanunlarına göre halka ait bir mezara gömülmüştür.

St. Marx mezarlığındaki orjinal mezarı kaybolsa da; anıtsal mezartaşları buraya ve Zentralfriedhof'a yerleştirilmiştir. 2005'de Avusturya'nın Inssbruk Üniversitesi ve Rockville, Maryland'deki DNA labaratorlularında; Avusturya Müzesi'ndeki Mozart'ın kafatasının o'na ait olup olmadığı araştırılmış ve bu ananesinin ve yeğeninin DNA'leriyle karşılaştırılmıştır. Test sonuçları yetersiz kalmıştır, ve DNA örneklerinin birbiriyle bir alakasını bulamamışardır.

1809'da Constanze Danimarkalı diplomat Georg Nikolaus von Nissen (d. 1761 – ö. 1826) ile evlenir. Yeni eşi de Mozart'ın büyük bir hayranıdır ve Mozart üzerine bir biyografi yazar. Ömrü süresince bunu bitiremese de, öldükten sonra, Constanze bitirmiş ve yayınlamıştır.

Dünya tarihinin belki de gelmiş geçmiş en büyük müzik dehasının sadece 35 yıllık bir ömür yaşaması ve bu ömüre 626 ölümsüz eser bırakması, kendisi belki de müzik dünyasının en büyük kazançlarından biri olsa da; kısa ömrü de müzik dünyasının en büyük kayıbıdır.

ESERLERİ, MÜZ,K TARZI YE YENİLİKLERİ

Requiem'in son sayfasıMozart'ın müziği, Haydn'ın ki gibi, klasik müziğin ilk örneklerindendir. Çalışmaları, o dönemin tarzını değiştirmiş ve barok tarzı ile de karışımını sağlamıştır. Mozart'ın kendine ait tarzı klasik müziğin tamamının gelişimine paraleldir. Çok yönlü bir bestekardı ve hemen hemen her türde müzik yazdı. Bunların arasında senfoni, opera, solo konçerto, oda orkestrası, yaylı kuartet ve yaylı kintet, ve piyano sonataları da vardı. Bu türlerin hiçbiri yeni değildi, ama piyano konçertosu Mozart'ın tek başına geliştirdiği ve popüler ettiği bir türdü. Ayrıca önemli sayıda dini müzik de yayımladı, bunların arasında ayin müzikleri de vardı, ve bir çok dans müziği de besteledi; divertimenti, serenadlar ve diğer hafif eğlencele türlerini.

Mozart ilk yıllarından beri müthiş bir kulağa sahipti. Duyduğu her müziği hafızasına bir daha çıkmayacak üzere yazabiliyordu. Gezilerinin de oldukça fazla olmasından dolayı, nadir bir tecrübe koleksiyonu edindi. Londra'da bir çocuk olarak J.C: Bach ile karşılaştı ve müziğini dinledi. Paris, Mannheim, ve Vİyana'da da buradaki bestekarlarla karşılaştı. Muhteşem Mannheim orkestrasıyla beraber çalıştı. İtalyan açılışlarını ve opera buffalarıyla karşılaştı. Bunların hepsi, gelişiminde önemli bir rol oynadı. Londra'da ve İtalya'da galant tarzı o dönemde oldukça popülerdi. Basit, hafif müzik, sesin yavaşlamasına bir tutku, vurgulara önem veren, hakim, ve ana notanın üstündeki dördüncü ve altındaki notayı çıkartarak, simetrik cümlelerle, ve açık bir mimari sundu. Bu tarzın etrafında gelişen klasik müzik, Barok'un komplike tarzına bir tepkiydi. Mozart'ın ilk çalışmaları, İtalyan açılışlarıydı. 3 hareketbirbiriyle buluşurdu. Diğerleri J.C. Bach'ın eserlerine oldukça benzerdi, ve başkaları da Viyana'daki eserlerin değişik bir şekilde vurgulanmasıydı. Mozart'ın en tanınan özelliklerinden biri de; belli bir düzenin uyuymuydu; ve sesin yavaşlamasına ana nota etrafında yöneliyordu. Ama Mozart, bunu değiştirerek, uyumu ses yavaşlamasının daha güçlü yarıya geçmesini sağlamıştı. Mozart'ın Phrygian anlayışı da bunu gösterir.

Mozart olgunlaştıkça, Barok müziğinden birtakım yeni özellikler daha adapte etmiştir. Örnek olarak; 29. Senfoni'nin La Majör (K. 201) 'ünde kontrpuana ait iki veya daha çok sayıda melodinin bir arada çalınmasından meydana gelmiş tema kullanıyordu ilk hareketinde, ve düzensiz ifade uzunluklarını denemiştir. 1773'deki bazı kuartetleri fugal finalleri vardır, ve büyük ihtimal Haydn'dan esinlenmiştir. O da bunu opus 20 setinde kullanmıştır. Fırtına ve stresin Alman literatüründeki etkisi, Romantizme doğru yönelirken; müzikde de bestekarları da etkilemiştir.

Mozart'ın çalışma hayatında odağı enstrümental müzikten operalar gitmiş gelmiştir. Avrupa'da o anda bulunan iki tarzda da operalar yazmıştır. Figaro'nun Düğünü, Don Giovanni, ya da Cosi fan tutte (Bütün kadınlar böyle yapar) opera buffa tarzında iken; Idomeneo, Singspiel ve Sihirli Flüt de opera seria tarzındadır. Daha sonraki operalarında da, enstrümanların, orkestranın, ton renginin psikolojik ve duygusal hisleri ve dramatik geçişleri ifade edebilmek için yeni yöntemler geliştirmiştir. Senfonilerinde çözülemeyecek seviyede komplike bir şekilde orkestrasını kullanması, orkestranın psikolojik etkilerini geliştirmiş ve daha sonra da opera olmayan eserlerinde de görülmüştür.


        ETKİSİ

Mozart'ın el yazısı ve imzasıMozart'ın jenerasyonlar boyunca, tüm müzik türlerinin bestekarlar üzerindeki etkisi oldukça büyüktür. Lakin, Mozart'dan sonraki tüm önemli bestekarlar Mozart'ın büyüklüğünden bahsetmiştir. Rossini hakkında "O bir dahi kadar bilgili, ve bilgi kadar dahi olan tek müzisyendi" demiştir. Ludwig van Beethoven'in Mozart hayranlığı da açıktır. Beethoven Mozart'ı bir çok kez kendisine örnek olarak almıştır. Örnek olarak; Beethoven'in Sol majör 4. Piyano Konçertosu Mozart'ın Do Majör Piyano Konçerto'suna (K.503) bir göstergedir. Beethoven'in apartmanında öğrencilerinden birine, Mozart'ın Do majör kuartet'ini (K.464) gösterip "Ah, ne eser. Bu Mozart'ın "işte benim yapabileceğim bu, dinleyebilecek kulakların olsaydı!" demesidir" demiştir. Beethoven'in daha bir çok eseri Mozart'ın eserlerine benzemekte ve çağrıştırmaktadır. Bunlara Beethoven'in Do minör 3. Piyano Konçertosu ile Mozart'ın Do mnör 24. Piyano Konçerto'su da dahildir. İkisi de Haydn öğrencisi olup, buluştuğuna inanılır ve Mozart da Beethoven hakkında "Dünya'ya hakkında bahsedilecek bir şey bırakacak" dediği söylenmektedir. Tchaikovsky Mozartiana'yı Mozart'ı övmek için yazmıştır. Max Reger'in 1914'de yazdığı Mozart Tema'sı da en tanınmış eserlerinden biridir.

Buna ek olarak Mozart; Frédéric Chopin, Franz Schubert, Peter Ilich Tchaikovsky, Robert Schumann, ve bir çok bestekar tarafından en iyi olarak gösterilmiştir.

Mozart popüler müzik için de bir ilham kaynağı olarak kalmıştır. Jazz'dan, Rock'a, hatta Heavy Metal'e kadar. Jazz piyanisti Chick Corea, Mozart'ın piyano konçertolarını çalarken kendisini konçertolar yazmaya esinlenmiştir.


       Köchel Dizini

Viyana'daki Mozart AnıtıMozart öldükten sonra, bir çok defa eserlerinin dizilimini için bir çok defa uğraşılmıştır. Ancak, bunu 12 yıllık bir uğraşı sonunda; 1862'de Ludwig von Köchel başarır. Mozart'ın halen eserleri Köchel'in katalog numaralarına göre sıralandırılmıştır. Bu sebeple; örnek olarak La majör 23. Piyano Konçertosu demek yerine, basitçe "K. 488" ya da "KV. 488" diye yazılır. Buradaki KV'nin açılımı Köchel Verzeichnis (Köchel Dizini)'dir. Bu katalog 6 kez revizyona gitmiş, Mozart'ın eserleri de K.1 den K.626'ya kadar numaralandırılmıştır.


 Söylenceler ve uyuşmazlıklar  [değiştir]Mozart bestekarlar arasında doğal olmayan bir efsane yumağıyla karşılaştı. Bir bakıma çünkü ilk biyografisini yazanlar O'nu şahsen tanıyorlardı. Bir ürün sunabilmek için hayali öğeler eklemek zorunda kalıyorlardı. Bu söylenceler, Mozart öldükten sonra başladı, ama pek azı belli kanıtlar etrafındaydı. Bunlardan biri de Mozart'ın Requiem'ini kendi ölümünü düşünerek yazması üzerineydi. Hayali sözleri, gerçek olaylardan ayırmak Mozart araştırmacılarının devam eden bir görevi haline gelmiştir, lakin efsaneleri gerçek olaylardan ayırmak gerekir. Dramatistler ve senaristler, araştırmacıların sorumluluklarından özgür olarak; bu efsaeneleri oldukça iyi birer öğe olarak kullandılar.

Oldukça popüler olan bir nokta da; Mozart ve Antonio Salieri arasındaki rekabetdi. Bazı versiyonlarda, Salieri'nin verdiği bir zehir sayesinde ölen Mozart; Aleksandr Puskin'in Mozart ve Salieri isimli oyununa, Nicolai Rimsky-Korsakov'un Mozart ve Salieri isimli operasına, ve Peter Shaffer'in Amadeus isimli oyununa konu olmuştur. Amadeus ayrıca bir film olarak da çekilmiştir. Shaffer'in oyunundaki Mozart görüntüsü oldukça tepki almıştır, ve bir çok kişi haksız bir şekilde Mozart'ın kişliliğinin abartıldığını hissetmiştir ama elbette Mozart'ın deli dolu bir kişiliği olduğu doğrudur. Örnek olarak; Mozart kanonlarını "Leck mich im Arsch" (Kıçımı yala) ve "Leck mich im Arsch recht fein schön sauber" (Kıçımı iyi ve temizce yala) parti müziği olarak dostlarına bestelemiştir. Bu eserlerinin Köchel numaraları 231 ve 233'dür.

Başka bir tartışma konusu da; Mozart'ın çocukluktan ölümüne kadar insan üstü dehasıdır. Bazıları ilk eserlerini basit ve unutulabilir bulurken, diğerleri Mozart'ın 5 yaşında yazdığı esere bile hayranlık duyarlar. Her halukarda, ilk bestelerinin bir bölümü hala oldukça popülerdir. K. 165 örnek olarak, Mozart tarafından 17 yaşındayken bestelenmiştir ve en tanınan eserlerden biridir. Başka bir söyleyiş de, henüz 5 ya da 6 yaşındayken, gözleri kapalı olarak ellerini çapraz bir şekilde tutup piyanoyu çalabildiğidir.

 
Mozart'ın mezarıBenjamin Simkin, Mozart üzerine yazdığı bir kitapta Mozart'ın Tourette sendromu yaşadığını öngörmüştür. Ancak, hiç bir Tourette sendrom uzmanı, organizasyonu, veyahutta psikiatrin Mozart'ın böle bir sendroma sahip olduğunu söylememiştir, ve bir çoğu da yeteri kadar delilin olmadığını vurgular.


 Amadeus (1984)  [değiştir]Milos Forman'ın 1984 yılında yönettiği Amadeus, Peter Shaffer'in oyunu üzerinedir. 8 Oskar kazanan bu film, bu yılın da en popüler filmlerinden biri olmuştur. Film Mozart'ın eserlerini halkın tanıması için oldukça faydalı olmuştur, ancak tarihsel eşitsizlikler yüzünden eleştirilmiştir. Özellikle Antonio Salieri'nin Mozart ile olan rekabeti üzerine pek az tarihsel kanıt vardır. Aksine, büyük bir ihtimalle Mozart ve Salieri birbirlerine arkadaş ve ortak gözüyle bakmaktadırlar. Salieri'nin halk kütüphanesinden; Mozart'a partisyonlar verdiğinin belgelerle kanıtları vardır. Bunun yanı sıra, bir çok kez Mozart'ın eserlerini sahnede sunmuştur. Bunun da üstüne, Mozart'ın oğlu Franz Xaver'in müzik öğretmeni olmuştur.

Eserlerini hiç bir zaman göstermemesi, filmde fazla dramatize edilmiştir. Ayrıca, Mozart'ın eserleri incelendiğinde, bir çok revizyonlar yaptığı da gözükmektedir. Mozart oldukça ağır çalışırdı, ve kendi izniyle üstün bilgisini ve becerilerini Avrupa'nın müzik geleneklerine göre geliştirmişti. Schaffer ve Forman Amadeus'un hiç bir zaman Mzoart'ın gerçek biyografisi olarak sunmak istemediklerini anlamış, filmin DVD sunumunda da, dramatik anlatımın İncil'deki Habil ile Kabil hikayesinden esinlendiğini anlatmıştır - bir kardeş Tanrı tarafından sevilir, diğeri hor görülür.


 Medya, Orkestra K550
40'ıncı senfoni - 1'inci hareket
K550 (dosya bilgisi)
40'ıncı senfoni - 2'inci hareket
K550 (dosya bilgisi)
40'ıncı senfoni - 3'üncü hareket
K550 (dosya bilgisi)
40'ıncı senfoni - 4'üncü hareket
K527 (dosya bilgisi)
Don Giovanni Açılışı
K525 (dosya bilgisi)
Eine kleine Nachtmusik, 4'üncü hareket
K364 (dosya bilgisi)
Sinfonia Concertante, 3'üncü hareket (Presto)
K314 (dosya bilgisi)
Flüt Konçertosu
K622 (dosya bilgisi)
Klarnet Konçertosu, 1'inci hareket
K622 (dosya bilgisi)
Klarnet Konçertosu, 2'inci hareket
K622 (dosya bilgisi)
Klarnet Konçertosu, 3'üncü hareket
 
Mozart'ın Requiem notaları Vokal  [değiştir]Der Hölle Rache (dosya bilgisi)
Der Hölle Rache
K321, 1st movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - dixit dominus
K321, 2nd movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - confitebor
K321, 3rd movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - beatus vir
K321, 4th movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - laudate pueri
K321, 5th movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - laudate dominum
K321, 6th movement (dosya bilgisi)
Vesperae de dominica - magnificat
 Piyano  [değiştir]
Türk Marşı'nın notalarıRondo Alla Turca - K331 (Türk Marşı) (dosya bilgisi)
La Majör Piyano Sonata No. 11, 3'üncü hareket
K545 (dosya bilgisi)
Do Majör Piyano Sonata, 1'inci hareket
K378/K317d (dosya bilgisi)
10'uncu Piyano/Keman sonata
K466 (dosya bilgisi)
Piano Re minör 20. Konçerto, 1'inci hareket

#1 - Aralık 25 2006, 20:30:52
Enjoy the silence.

6 yaşında senfoni bestelemek demek Mozart. Aynı zamanda 35 yaşında sefalet içinde ölmek. Dünyanın en zeki insanı kanımca. Operaları eşliğinde kurban olmak bana koymaz. :D
#2 - Aralık 26 2006, 20:42:49

     Onsekizinci yüzyılın ortalarından beri müzik alanındaki harikalardan söz ederken "Yeni bir Mozart" deyimini kullanmak adet olmuştur. Yeni bir Mozart deyimi, hem doğuştan üstün bir yeteneği, hem de verimli bir yaratıcılık gücünü ifade etmektedir. Ne var ki, şimdiye kadar gerçekten ikinci bir Mozart yetişmiş değildir. Mozart kısacık bir ömür için inanılmayacak kadar çok eser yarattı. Ludwig von Köchel'in kataloğundan sayısının 626'yı bulduğu görülen bu eserlerin çoğunluğunu klasik müziğin hemen her çeşidindeki anıtsal örnekler oluşturmaktadır. 41 senfonisi, 20 kadar opera ve 28 kadar da piyano konçertosu vardır. Bu büyük ustanın günümüze kadar yansıyan müzik anlayışı ve müziğinin niteliği, on sekizinci yüzyıla "Mozart Mucizesi" damgasını vurdu. Mozart mucizesi, derin görüşlü sayısız uzmanın araştırmalarına rağmen büyük bir olasılıkla hiç bir zaman tam bir aydınlığa kavuşturulamayacak, sihir gücünün esrarı sürüp gidecektir. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, dehasının sentetik ve evrensel olduğu, müzik dilinin de uluslararasi bir değer taşıdığıdır.
    Mozart, en çeşitli, hatta birbirini tutmayan etkileri şaşılacak bir kolaylıkla, ahenk içinde birleştirmiştir. Eserlerinde antik çağların polifonisini, Orta ye Kuzey Almanya'nın barok müziğini, İtalyan operasının yeni katkılarını, Viyana Mannheim okullarının çalgı müziği tekniğini ve o zamanki Fransız müziğinin özelliklerini bağdaştırmayı bilmiştir. Romantizmin ilk belirtilerini taşlmakla beraber Mozart her şeyden once İltalyan operasından türeyen melodi anlayışına bağlı bir sanatçıdır. Hiç bir müzikçi onun kadar, eserlerinde inişli çıkışlı, sevinçli ve hüzünlü bir yaşamın kararsızlıklarını yansıtmamıştır. Ortaya çıkardığı her yeni eserini dinlerken tabiatin bu harika çocuğuna hayranlığı daha da büyüyen ünlü düşünür Goethe, O'nun yeteneği ve müziği hakkında, "Tanrı ve doğanın yüzüyle karşımıza çıkan, dolayısıyla kalıcı ve sürekli olan eylemleri doğuran üretici gücün dışında nedir üstün yetenek? Mozart'ın bütün besteleri işte bu nitelikleri taşır; onlar da, kuşaktan kuşağa etkili olan ve yakın bir zamanda tükenecek gibi gözükmeyen yaratıcı bir güç var" demiştir.
   Peki, Mozart Tanrı'nın kendisine armağan ettiği bu yaratıcı gücü nasıl etti de, etkisi çağları aşan şaheserlerini ürettiği o erişilmez doruğa çıkardı?
Onsekizinci yüzyılda müzik sanatında büyük değişiklikler oldu. Önceki yüzyılın özenilmiş şekiller ve desenler içinde gelişen, süslü ayrıntılardan ibaret ve ifade ağırlığından yoksun eski "Barok" geleneğinden sıyrılan müzik, yeni anlayışla, insanın gerçek mücadele dünyasını yansıtan bir araç olarak gelişti. Kuşkusuz bu gelişmede Büyük Fransiz Devrimi' ni doğuran düşüncelerin etkisi büyük olmuştur.
Bu yeni müziğin, armonik hareket, dinamik ritimsel kontrastlar üzerine kurulu bir biçimi vardı. Bu yeni biçimler senfoni, uvertür, konçerto, sonat ve yaylı çalgılar dörtlüsüdür. (İki kemanla bir viyola ve bir çellodan oluşan)
Melodi bu müziğin biçiminde birincil durumda idi ve müziğe duygusal renkler katan değişik armonilerle destekleniyordu, halk şarkısı ve halk dansı da zengin biçimde kullanılıyordu.
Gerçekte bu yeniliklerin kökleri, daha önceki ve daha az tanınmış bestecilerdir. Fakat J. Haydn ve L.V. Beethoven'ın yanı sıra Mozart, bu yeniliklerin müzik dünyasına egemen olmasını sağlamıştır.
Genç Mozart, hocası J.Haydn'ın da katkısıyla, gerçek bir dünyada gerçek insanların hareket ve duygusal dramlarını yansıtmayı gaye edinen yeni müzik anlayışının zengin olanaklarını çok iyi görüp değerlendirdi; zengin armonileme ve orkestra egemenliği gibi getirdiği yenilikler yanında, çok daha geniş bir yapı dizesi içinde ifade ağırlığını ve değerliliğini belirginleştirme tekniğini ustalıkla kullanmak suretiyle, bu yeni akımın günümüze kadar gelen ölümsüz eserlerini yarattı. Müziğinde dehası, nükteciliği, hüznü ve hırsı anlam buldu.
Mozart'ın tanrısal seslerle ördüğü ölümsüz eserleri, yoğun olarak SEVGİ, NEŞE, COŞKU ögelerini taşımakta, insanları birbirine yaklaştıran DOSTLUK ve KARDEŞLİK duygusunu coşturmaktadır.
Mozart'ın müziği, içinde taşıdığı anlamları kendi sihirli notaları ile kalplerde duyurur. Mozart hayranlarının, "Fakat Mozart başkadır, onun işi kalplerledir. En küçük bir melodisi bile hemen kalbin yolunu bulur" demeleri de bu yüzdendir.
Mozart'ın yaşamı ve müziği üzerinde çalışmalar yapan Çek asıllı Amerikalı müzik bilgini Paul NETTL'in dediği gibi, "Mozart insanlığa firtınalı ruhları sakinleştiren, acılan gideren, monoton ve melankoli dolu zamanı güzelleştiren, insanlara sevinç veren, onlara güzel duyguları aşılayan müziği ile hizmet etmiştir."
Mozart insanları ölçüsüz derecede seviyordu ve bu sevgisini onlara bıraktığı ses anıtlarıyla kanıtladı. Bu ses anıtlarında üzerinde yaşadığımız dünyanın gerçek anlamını yani İNSAN SEVGİSİ'ni göstermeye çalıştı. "Sevgi, dostluk ve müzikle oluşur. O da, bilgi sahibi, duygu sahibi olmayı gerektirir, yaşamın üstün düzeyine ancak böylelikle varılabilir" diyordu.
Mozart, bütün eserlerinde GÜZELLİK ve SEVGİ'yi daima ön plana çıkarmıştır. Bir çok bestesini çocukluğunda oynayamadığı oyunların özlemini gidermek, tadına varabilmek için adeta onları birer çocuk oyunu yerine koyarak yapmıştır.
   Eserlerinin hepsinde yalınlık ve dinginlik egemendir. Bu özellik, eserlerindeki şekil mükemmelliği ile öz derinliği arasındaki harikulade ahenkten ileri gelir. Mozart müziksel ifadede durmadan daha zengin, daha derin ve daha yeni olmaya çalışmıştır. İşte Mozart müziğinin bu dokusu, insan ruhunda Nettl'in de belirttigi etkileri yaratan sihirli gücü ortaya çıkarmaktadır. Piyano için yazdığı eserlerde, melodi zenginliği, olağanüstü aydınlık ve ince bir yapı göze çarpar. Armoni ve melodi yalınlğı içinde soylu, ama çeşitlilik kapsayan bir ruh zenginliğine erişilmiş olduğu görülür. Mozart, "melodi müziğin özüdür" diyordu. Bu yüzden eserlerinin hepsini, dinleyen kalpleri ışıltılarıyla aydınlatacak olan tarifsiz güzellikteki melodilerle bezendirmiştir.
Mozart'ın doyulmaz güzellikte ses dantelleriyle dokuduğu anıtsal eseri "Don Giovanni"yi büyük Alman ozan ve bestecisi Hoffmann, "Operaların operası" diye över ve pek çok müzik eleştirmeni, tarihçisi ve uzmanı da hak verir bu yargıya. Gerçekten de, bu esere türleri arasında belirli bir yer bulmak güçtür. Mozart'ın dram anlayışı ve estetik görüşü yanında, derin anlam ve simgeler taşımaktadır. Eserde Mozart'ın kendi insancıl inancından esinlenmiş bir çabaya yöneldigi ileri sürülür. İşte bu özelliği, "Don Giovanni"yi yüzyılların ötesine itecek, Goethe gibi güç beğenen bir dehaya "müziğin karakteri Don Giovanni gibi olmalı. Faust'u yalnızca bir Mozart besteleyebilir" dedirtecektir.
Eserin uvertürünü, Mozart son anda, ilk temsilden bir önceki gece sabahlayarak yazmış uykuya dalmamak için eşi Constanze'dan yanında durmasını ve dans etmesini istemis. Neden böyle olmuştur? Çünkü, kafasındakileri daha kağıda dökmeden önce bestenin bitmiş olması, Mozart'ın belli başlı bestecilik özelliğidir. Müziğini notaya geçirmesi Q'nun için yalnızca mekanik bir iştir. Dolayısıyla bu işi daima son ana bırakmayı tercih etmiştir. Eserlerinin çoğu, uzun süreli tasarım ve değerlendirmelerin ürünüdür. Bunları, çok sevdiği bilardoyu oynadığı sırada bile, aceleyle kaleme aldığı olmuştur. Bu tutumunu, O'nun sanata karşı gevşek davrandığı biçiminde değerlendirmek yanlış olur. Zira, en hızlı yazdığı zamanlarda bile, el yazısı o kadar açık, seçik ve düzgündü ki, daha sonra temize çekme gereğini hissetmemiştir.
Türk Müziği ve Mozart
   Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart'ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir. Osmanlıların Viyana'yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, daha önce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştı. Osmanlı giysileri hem erkekler, hem de kadınlar arasında moda olmuş, Mozart'ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalıların yaşamına bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarını etkilemiş, mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır.
Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa'da "Türk Operası" akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçırma" adlı eseri olmuştur. Korsanlar tarafindan kaçırılarak Osmanlı sarayına ya da paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızın vatanındaki sevgilisi tarafindan bin turlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen "Saraydan Kız Kaçırma" operası, Mozart'ın Türk müziği motiflerine ve harem hikayelerine olan ilgisinin bir ürünüdür. Bu ünlü eser, Mozart'ın yeni yerleşletiği Viyana'da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorun gözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmştır.
Mozart'ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duydugu ilgi sadece operalarla sınırlı kalmadı. Dünyanın 'Türk Marşı diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart'ın en sevilen eserleri arasındaki yerini bu yüzyılımızda da korumaktadır. "Türk Marşı" aslında K.V. 331 La major piyano sonatının "Alla Turca" başlıklı son rondo bölümüdür. Benim de çok sevdiğim bu eserle ilginç bir anım vardır: Memuriyetim nedeniyle Almanya'da bulunduğum sırada, sürekli olarak klasik müzik yayını yapan bir radyonun dinleyici istekleri programını izlerken, orada taksi şoförlüğü yaparak hayatı kazanmakta olan bir vatandaşımızın taksisinden radyoyu arayıp bu eserin çalınmasını istemesi ve spikerin bunu büyük bir heyecanla, "İşte çok önemli bir istek! Şimdi dinleyeceğiniz güzel meledilerin kaynağından anlamlı bir dilek!" diye anons etmesi beni derinden etkilemiştir. Görüldüğü gibi, farklı iki ulusun ve kültürün çocuklarına bu ortak heyecanı duyurtan şey gerçekte, "Mozart müziği her kuşakta türlü parıltılala ışıldayan saf altına dönüştü. Onun evrensel düzenle tınlayan müziği, er geç yeryüzü ruhuna katılarak, ruhtan ruha geçerek dünya karmaşasının bitimine yardım edecektir." diyen Alman müzik bilgini Alfred Einstein'ı da haklı çıkartan, bu müziğin etkileri asırları aşan ve tükenecek gibi görünmeyen evrensel anlatım gücünden ve uluslararası niteliğinden başkaca nedir ki?
Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzellikler bulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart'ın insanlığa yardımı daha da önem kazanacaktır.
 
M. ERTONG
#3 - Ocak 19 2007, 10:53:32
I Łove you baby, aηd if it's quite aŁяight
I ηeed you baby to waяm the ŁoneŁy ηight
I Łove you baby
Tяust iη me wheη I say

t-mac

Dünya tarihinin belki de gelmiş geçmiş en büyük müzik dehasının sadece 35 yıllık bir ömür yaşaması ve bu ömüre 626 ölümsüz eser bırakması, kendisi belki de müzik dünyasının en büyük kazançlarından biri olsa da; kısa ömrü de müzik dünyasının en büyük kayıbıdır.
#4 - Ocak 20 2007, 11:53:31

"Summer Overture" eserini  hiçbirşeye degismem
Müzigin dehasından baska Mozart hakkında ne denilebilir ki
#5 - Haziran 25 2008, 13:39:57
dans cette classe il y a des imbeciles,
ce sont des imbeciles heureux,
ils sont heureux d'etre imbeciles...

Bizi yanlış yola yönlendiren soysuzlar, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… görürsünüz ki milleti mahveden, tutsak eden, perişan eden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk...

Her zaman Requiem eserini tek geçerim.Hele o Lacrymosa bölümü yok mu....İnsanın sanki ruhu çıkıyor.
#6 - Ekim 02 2008, 14:54:48

serzenişte

Hayatını anlatan  "amadeus " filmini izlediğimde etkilenmiştim.. Başka türlü bir şey bu adam :D
#7 - Ekim 02 2008, 15:07:50

MOZART’LA İLGİLİ KÜÇÜK ANILAR ve BİLGİLER

EVLENME TEKLİFİ

Küçük Wolfgang, İmparatoriçe Maria-Theresia’nın huzuruna çıkarken kendisine iki prenses eşlik ediyordu. Bunlardan biri, ilerde Fransa Kralı ile evlenecek olan Marie-Antoniette idi. Yeni cilalanmış parkenin parlaklığı Wolfgang’ın çok hoşuna gitmişti. Yavaşça yürüdükleri halıdan ayrılarak, ayna gibi parlayan döşemenin üzerine bastı. Ama aniden dengesini kaybederek yere yuvarlandı. Marie-Antoniette hemen küçük yaramazı kucağına alarak, canının acıyıp acımadığını sordu. Genç kızın boynuna sarılan Wolfgang, büyük bir ciddiyetle şunları söyleyecekti: “Bana karşı çok kibar davrandınız sizinle evlenmek istiyorum”…

  İLK SENFONİSİ

Ağustos ayında Londra yakınlarında Chelsea de bir ev kiralamıştık. Babam çok hastaydı. Onu rahatsız etmemek için piyano çalmamız yasaktı. Vaktini boş geçirmemek için kardeşim Wolfgang, ik senfonisini besteledi. Bazen yanına oturup, yazdıklarını kağıda geçirmekte kendisine yardım ederdim. “Korno için güzel bir melodi yazmayı bana unutturma” diye tembih ett. İki ay sonra babamız yeniden eski sağlığına kavuşunca Londra’ya geri döndük.

(Nannerl’in Not defterinden, 1764)   

ESERLERİ NASIL SIRALANDI

Mozart’ın eserleri söz konusu olduğunda daima karşılaşacağımız iki harfi açıklamakta yarar var. bestecinin oldukça dağınık olan eserleri, 19. yy.da müzik tarihçisi Ludwig Köchel (1800-1877) tarafından kronolojik olarak sıralanmış ve Almanca “Köchel KATALOĞU” anlamına gelen KÖCHEL VERZEİCHNİS kelimelerinin baş harfleri olan KV ile gösterilmiştir.

Bestecinin son eseri olan REQUIEM’in numarası KV 626’dır.

BABASINDAN MOZART’A:

HEMEN PARİS’E DOĞRU YOLA ÇIK!


“4 Şubat tarihli mektubunu büyük hayret ve korku içinde okudum. Yazdıklarının etkisiyle uykusuz geçen bir geceden sonra bu satırları kaleme alacak gücü kendimde buldum. Çevrendeki insanları tam olarak tanımadan, onların her söylediklerine kanmak belki de senin en büyük kusurun. Tüm aileni ve Paris’te seni bekleyen parlak geleceği bir yana itip, nasıl hiç tanımadığın insanlarla konserler yapmayı hayal edebiliyorsun? Bay Weber ve Alaysia ile yapmayı planladığın geziyi, sanki bir roman okur gibi okudum. Böylesine gerçekten uzak bir düşünceyi nasıl aklından geçirebiliyorsun? (…) hemen Paris’e doğru yola çık! Aklında yalnızca orada elde edeceğin başarılar olsun. Ancak Paris’te elde edeceğin bir başarı, senin tüm dünyada ün kazanmanı sağlayabilir.”

12 Şubat 1778

 

MİLANO’DAN NANNERL’A MEKTUP

“Sevgili kardeşim, operam bütün vaktimi aldığı için sana uzun zamandır yazamadım. Ama şimdi kendimi affettirmek istiyorum. Operam burada çok beğenildi ve salon her gece tümüyle doluyor. Herkes uzjn zamandır Milano’da böylesine güzel bir eser oynanmadığını söylüyor. Babam ve ben Paskalya’da yeniden seni ve annemi görebilmeyi ve tüm yaşadıklarımızı keyifle anlatabilmeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.

Addio…

Not: Dün, operamı kopya eden kopist bizi görmeye geldiğinde eserlerimi Lizbon için de yazdığını söyledi. İşte böyle sevgili Mademoiselle Ablam. Senin kardeşin olma şerefini daima korumak isteyen…

Wolfang / Milano, 12 Ocak 1771

 LİBRETTİSTİNİN KALEMİNDEN MOZART

“O zamanlar Viyana’da bence adı anılmaya değer iki besteci vardı. Biri İmparator II. Joseph’in çok sevdiği Martini, diğeri ise Wolfgang Mozart’tı. Onu dostu ve koruyucusu Baron von Wetzlar’ın evinde tanıdım. Doğuştan sahip olduğu dehası, Mozart’I gelmiş geçmiş bestecilerin hepsinden üstün kılıyordu. Ama onu çekemeyenlerin engellemeleri yüzünden, henüz kendini tam olarak gösterememiş ve tıpkı toprak altında kalmış bir cevher gibi farkedilmemişti. Bu eşsiz dehanın unutulmaz eserlerini yaratmasında, benim sürekli ısrarımın ve enerjimin de önemli bir yer tuttuğunu her zaman gururla hatırlarım. Beni çekemeyenler, bazı gazeteciler ve Mozart biyografları, böyle bir şerefi benim gibi bir İtalyan’a vermek istemeyebilirler. Ama tüm Viyana, Mozart’I ve beni tanıyanlar, onun ailesi ve en önemlisi bu birlikteliğin ilk kıvılcımı evinde parlayan Baron von Wetzlar söylediklerimi doğrulayacaktır.”

(Lorenzo Da Ponte’nin 1820’lerde yayınladığı ANILAR’ından)

 SENİ 1.060.437.082 KEZ ÖPERİM

“Sevgili karıcığım, senden bazı ricalarım var. sakın üzüntülü durma, sağlığına dikkat et ve bahar havasına güvenme. Mektuplarında ikimizi ilgilendiren konulara daha çok yer ayır. Her gece yatmadan önce saatlerce resminle konuştuğumu unutma.

Seni 1.060.437.082 kez öperim. Bu sayıyı konuşma çalışması yapman için yazdım.

Her zaman sana sadık kocan ve arkadaşın… Wolfgang..”

#8 - Ocak 28 2009, 02:28:41

REQUIEM

1971 Temmuz’unda Mozart’ın evine bir yabancı geldi. Griler içindeki bu ziyaretçi, bir soylunun elçisi olarak geldiğini ve besteciye efendisi adına bir REQUIEM siparişi vermek istediğini bildirdi. Sipariş verenin, kimliğini gizlemek istediğini ve eserin efendisi için çok değerli olan birisi için sipariş verildiğini söyledi. Ücret olarak besteciye yarısı hemen ödenmek üzere 450 Gulden verilecekti.  Hızla çalışmaya başlayan Mozart aynı zamanda yeni operası Sihirli Flüt içinde çalışıyordu. Mozart, Requiem üzerindeki çalışması ilerledikçe korkunç bir fikre saplandı. Uzun sürede etkisini gösteren bir ilaçla zehirlendiğini ve eseri ısmarlayanların ölüm tarihini hesapladıklarına inanıyordu. Böylece her geçen gün, bestelediği eserin kendi Requiem’i olduğuna inanmaya başladı.

Mozart’ın ölümünden sonra karısı Constanze’nin anlattıkları esas alınarak yazılan ilk Mozart biyografisinde, Requiem’in ısmarlanış öyküsü böyle anlatılır. Oysa bu satırlar tümü ile yanlış olmamakla birlikte, öykünün zehirlenme ile ilgili bölümleri, büyük oranda Constanze’nin hayal gücünün ürünü olmalı. Requiem’in besteleniş öyküsü ve bestecinin ölümünden sonra eserin başına gelenler, işin içinde zehirlenme olayı olmadan da, kolaylıkla bir film senaryosu, ya da roman konusu olabilecek kadar ilgi çekici. Öyküyü en başından anlatmaya başlayalım.

 

Viyana yakınlarındaki şatosunda yaşayan Kont Franz von Walsegg (1763 – 1827), amatör olarak flüt ve çello çalan, aynı zamanda besteci olmaya heveslenen bir soyluydu. Şatosunda düzenlediği konserlerde, önceden devrin tanınmış bestecilerine sipariş ettiği eserleri, kendi besteleriymiş gibi sunmaktan büyük zevk duyardı. Çevresindekilerin çoğu, işin aslını bilmekle birlikte, Kont’un oyununa katılıyordu. Kont’un yakın arkadaşı olan Anton Herzog, onunla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “Bir akşam Kont’un yeni bestem diye bize tanıttığı flütlü kuartetleri çalıyorduk. Eser Hoffmeister’e aitti ve flüt partisi özellikle çok kolay bestelenmişti. Hepimiz önümüzdeki zor notalarla uğraşırken, Kont halimize bakıp çok eğleniyordu”.

14 Şubat 1791 günü, Kont’un genç eşi Anna von Walsegg (1770 – 1791), 21 yaşında yaşamını yitirdi. Bu olaya çok üzülen Kont, karısının birinci ölüm yıldönümünde çalınmak üzere bir REQUIEM ısmarlamak istedi. Besteci olarak da Mozart’I seçti ve adamlarından birini ona gönderdi. Neredeyse efsane haline gelen “grili adam”, yani kimliğini gizleyen elçi, besteciye ücret olarak çok iyi bir tutar, 450 Gulden öneriyordu. O zamanlar, lüks olmayan bir yaşam için yıllık 500 Gulden yetiyordu.

Burada bir parantez açmak yerinde olur. Daha sonra bazı müzik tarihçileri Mozart’ın Kont’u tanıdığı yolunda fikirler ileri sürdüler. Çünkü Kont’a eser besteleyenlerden biri olan Hoffmeister, Mozart’ın da arkadaşıydı ve aynı zamanda yayıncılık yaptığı için onun bazı eserlerini basmıştı. Bol para vererek eserler ısmarlayan bir soylu, müzik çevrelerinde konuşulan bir konu olsa gerek. Kont’un ve Mozart’ın bir diğer ortak dostu da Michael Puchberg idi. Besteciyi son yıllarında parasal olarak daima destekleyen ve mason locasından da arkadaşı olan Puchberg, bir tekstil fabrikasının sahibiydi. Viyana’da oturduğu evin sahibi ise Kont Walsegg’di. Mozart gerek karısı ile birlikte, gerekse onun Viyana dışında bulunduğu zamanlarda, sık sık arkadaşının evine gidiyordu. Bu yolla da, Kont’un ve Mozart’ın karşılaşmış olmaları gerek. Büyük bir olasılıkla siparişi Mozart’a, Kont kendi vermişti.

Mozart her zaman olduğu gibi, siparişi alır almaz hemen çalışmaya başlamış, ilk iki bölümünü tamamlamıştı. Daha sonra Sihirli Flüt operası üzerindeki yoğun çalışmaları ve gittikçe bozulan sa??lığı, bestecinin istediği hızda Requiem’i bestelemesini engelliyordu. 5 Aralık 191 gecesi öldüğünde, eserin ancak “LACRİMOSA” bölümüne dek tamamlayabilmişti. Diğer bölümler için ancak bazı taslakları vardı.

Mozart’ın ölümünden sonra karısı Constanze, eseri tamamlamış olarak geri verme telaşına düştü. Eşinin ölümü, zaten kötü olan maddi durumlarını iyice bozmuştu ve buradan alacağı paraya çok ihtiyacı vardı. Genç kadının aklına, kocasına son yıllarda eserlerini kopya etmekte yardım eden ve aynı zamanda öğrencisi de olan Franz Xaver Süssmayr geldi. Üstelik Mozart’ın stilini en iyi Süssmayr taklit edebilirdi. Böylece eser üzerine çalışmalara başlayan Süssmayr, bir süre sonra REQUİEM’i tamamladı ve eser sipariş sahibine ulaştırıldı.

Gerçekten de bugün pek çok uzman, eserin hangi bölümlerinin Mozart’a ait olduğunu tam olarak saptayamıyor.

Gerek müziğindeki olağanüstü yoğunluk, gerekse bestelenişindeki esrar, REQUIEM’i 200 yıldır Mozart’ın en tanınan eseri konumuna getirmiştir.

#9 - Ocak 28 2009, 15:22:10

Mozart'ın Müziği

Mozart'ın Müzik Anlayışı

ve

Müziğinin Özellikleri


 Onsekizinci yüzyılın ortalarından beri müzik alanındaki harikalardan söz ederken "Yeni bir Mozart" deyimini kullanmak adet olmuştur. Yeni bir Mozart deyimi, hem doğuştan üstün bir yeteneği, hem de verimli bir yaratıcılık gücünü ifade etmektedir. Ne var ki, şimdiye kadar gerçekten ikinci bir Mozart yetişmiş değildir. Mozart kısacık bir ömür için inanılmayacak kadar çok eser yarattı. Ludwig von Köchel'in kataloğundan sayısının 626'yı bulduğu görülen bu eserlerin çoğunluğunu klasik müziğin hemen her çeşidindeki anıtsal örnekler oluşturmaktadır. 41 senfonisi, 20 kadar opera ve 28 kadar da piyano konçertosu vardır. Bu büyük ustanın günümüze kadar yansıyan müzik anlayışı ve müziğinin niteliği, on sekizinci yüzyıla "Mozart Mucizesi" damgasını vurdu. Mozart mucizesi, derin görüşlü sayısız uzmanın araştırmalarına rağmen büyük bir olasılıkla hiç bir zaman tam bir aydınlığa kavuşturulamayacak, sihir gücünün esrarı sürüp gidecektir. Kesin olarak söylenebilecek tek şey, dehasının sentetik ve evrensel olduğu, müzik dilinin de uluslararasi bir değer taşıdığıdır.
Mozart, en çeşitli, hatta birbirini tutmayan etkileri şaşılacak bir kolaylıkla, ahenk içinde birleştirmiştir. Eserlerinde antik çağların polifonisini, Orta ye Kuzey Almanya'nın barok müziğini, İtalyan operasının yeni katkılarını, Viyana Mannheim okullarının çalgı müziği tekniğini ve o zamanki Fransız müziğinin özelliklerini bağdaştırmayı bilmiştir. Romantizmin ilk belirtilerini taşlmakla beraber Mozart her şeyden once İltalyan operasından türeyen melodi anlayışına bağlı bir sanatçıdır. Hiç bir müzikçi onun kadar, eserlerinde inişli çıkışlı, sevinçli ve hüzünlü bir yaşamın kararsızlıklarını yansıtmamıştır. Ortaya çıkardığı her yeni eserini dinlerken tabiatin bu harika çocuğuna hayranlığı daha da büyüyen ünlü düşünür Goethe, O'nun yeteneği ve müziği hakkında, "Tanrı ve doğanın yüzüyle karşımıza çıkan, dolayısıyla kalıcı ve sürekli olan eylemleri doğuran üretici gücün dışında nedir üstün yetenek? Mozart'ın bütün besteleri işte bu nitelikleri taşır; onlar da, kuşaktan kuşağa etkili olan ve yakın bir zamanda tükenecek gibi gözükmeyen yaratıcı bir güç var" demiştir.
Peki, Mozart Tanrı'nın kendisine armağan ettiği bu yaratıcı gücü nasıl etti de, etkisi çağları aşan şaheserlerini ürettiği o erişilmez doruğa çıkardı?
Onsekizinci yüzyılda müzik sanatında büyük değişiklikler oldu. Önceki yüzyılın özenilmiş şekiller ve desenler içinde gelişen, süslü ayrıntılardan ibaret ve ifade ağırlığından yoksun eski "Barok" geleneğinden sıyrılan müzik, yeni anlayışla, insanın gerçek mücadele dünyasını yansıtan bir araç olarak gelişti. Kuşkusuz bu gelişmede Büyük Fransiz Devrimi' ni doğuran düşüncelerin etkisi büyük olmuştur.
Bu yeni müziğin, armonik hareket, dinamik ritimsel kontrastlar üzerine kurulu bir biçimi vardı. Bu yeni biçimler senfoni, uvertür, konçerto, sonat ve yaylı çalgılar dörtlüsüdür. (İki kemanla bir viyola ve bir çellodan oluşan)
Melodi bu müziğin biçiminde birincil durumda idi ve müziğe duygusal renkler katan değişik armonilerle destekleniyordu, halk şarkısı ve halk dansı da zengin biçimde kullanılıyordu.
Gerçekte bu yeniliklerin kökleri, daha önceki ve daha az tanınmış bestecilerdir. Fakat J. Haydn ve L.V. Beethoven'ın yanı sıra Mozart, bu yeniliklerin müzik dünyasına egemen olmasını sağlamıştır.
Genç Mozart, hocası J.Haydn'ın da katkısıyla, gerçek bir dünyada gerçek insanların hareket ve duygusal dramlarını yansıtmayı gaye edinen yeni müzik anlayışının zengin olanaklarını çok iyi görüp değerlendirdi; zengin armonileme ve orkestra egemenliği gibi getirdiği yenilikler yanında, çok daha geniş bir yapı dizesi içinde ifade ağırlığını ve değerliliğini belirginleştirme tekniğini ustalıkla kullanmak suretiyle, bu yeni akımın günümüze kadar gelen ölümsüz eserlerini yarattı. Müziğinde dehası, nükteciliği, hüznü ve hırsı anlam buldu.
Mozart'ın tanrısal seslerle ördüğü ölümsüz eserleri, yoğun olarak SEVGİ, NEŞE, COŞKU ögelerini taşımakta, insanları birbirine yaklaştıran DOSTLUK ve KARDEŞLİK duygusunu coşturmaktadır.
Mozart'ın müziği, içinde taşıdığı anlamları kendi sihirli notaları ile kalplerde duyurur. Mozart hayranlarının, "Fakat Mozart başkadır, onun işi kalplerledir. En küçük bir melodisi bile hemen kalbin yolunu bulur" demeleri de bu yüzdendir.
Mozart'ın yaşamı ve müziği üzerinde çalışmalar yapan Çek asıllı Amerikalı müzik bilgini Paul NETTL'in dediği gibi, "Mozart insanlığa firtınalı ruhları sakinleştiren, acılan gideren, monoton ve melankoli dolu zamanı güzelleştiren, insanlara sevinç veren, onlara güzel duyguları aşılayan müziği ile hizmet etmiştir."
Mozart insanları ölçüsüz derecede seviyordu ve bu sevgisini onlara bıraktığı ses anıtlarıyla kanıtladı. Bu ses anıtlarında üzerinde yaşadığımız dünyanın gerçek anlamını yani İNSAN SEVGİSİ'ni göstermeye çalıştı. "Sevgi, dostluk ve müzikle oluşur. O da, bilgi sahibi, duygu sahibi olmayı gerektirir, yaşamın üstün düzeyine ancak böylelikle varılabilir" diyordu.
Mozart, bütün eserlerinde GÜZELLİK ve SEVGİ'yi daima ön plana çıkarmıştır. Bir çok bestesini çocukluğunda oynayamadığı oyunların özlemini gidermek, tadına varabilmek için adeta onları birer çocuk oyunu yerine koyarak yapmıştır.
Eserlerinin hepsinde yalınlık ve dinginlik egemendir. Bu özellik, eserlerindeki şekil mükemmelliği ile öz derinliği arasındaki harikulade ahenkten ileri gelir. Mozart müziksel ifadede durmadan daha zengin, daha derin ve daha yeni olmaya çalışmıştır. İşte Mozart müziğinin bu dokusu, insan ruhunda Nettl'in de belirttigi etkileri yaratan sihirli gücü ortaya çıkarmaktadır. Piyano için yazdığı eserlerde, melodi zenginliği, olağanüstü aydınlık ve ince bir yapı göze çarpar. Armoni ve melodi yalınlğı içinde soylu, ama çeşitlilik kapsayan bir ruh zenginliğine erişilmiş olduğu görülür. Mozart, "melodi müziğin özüdür" diyordu. Bu yüzden eserlerinin hepsini, dinleyen kalpleri ışıltılarıyla aydınlatacak olan tarifsiz güzellikteki melodilerle bezendirmiştir.
Mozart'ın doyulmaz güzellikte ses dantelleriyle dokuduğu anıtsal eseri "Don Giovanni"yi büyük Alman ozan ve bestecisi Hoffmann, "Operaların operası" diye över ve pek çok müzik eleştirmeni, tarihçisi ve uzmanı da hak verir bu yargıya. Gerçekten de, bu esere türleri arasında belirli bir yer bulmak güçtür. Mozart'ın dram anlayışı ve estetik görüşü yanında, derin anlam ve simgeler taşımaktadır. Eserde Mozart'ın kendi insancıl inancından esinlenmiş bir çabaya yöneldigi ileri sürülür. İşte bu özelliği, "Don Giovanni"yi yüzyılların ötesine itecek, Goethe gibi güç beğenen bir dehaya "müziğin karakteri Don Giovanni gibi olmalı. Faust'u yalnızca bir Mozart besteleyebilir" dedirtecektir.
Eserin uvertürünü, Mozart son anda, ilk temsilden bir önceki gece sabahlayarak yazmış uykuya dalmamak için eşi Constanze'dan yanında durmasını ve dans etmesini istemis. Neden böyle olmuştur? Çünkü, kafasındakileri daha kağıda dökmeden önce bestenin bitmiş olması, Mozart'ın belli başlı bestecilik özelliğidir. Müziğini notaya geçirmesi Q'nun için yalnızca mekanik bir iştir. Dolayısıyla bu işi daima son ana bırakmayı tercih etmiştir. Eserlerinin çoğu, uzun süreli tasarım ve değerlendirmelerin ürünüdür. Bunları, çok sevdiği bilardoyu oynadığı sırada bile, aceleyle kaleme aldığı olmuştur. Bu tutumunu, O'nun sanata karşı gevşek davrandığı biçiminde değerlendirmek yanlış olur. Zira, en hızlı yazdığı zamanlarda bile, el yazısı o kadar açık, seçik ve düzgündü ki, daha sonra temize çekme gereğini hissetmemiştir.
Türk Müziği ve Mozart
Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart'ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir. Osmanlıların Viyana'yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, daha önce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştı. Osmanlı giysileri hem erkekler, hem de kadınlar arasında moda olmuş, Mozart'ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalıların yaşamına bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarını etkilemiş, mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır.
Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa'da "Türk Operası" akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçırma" adlı eseri olmuştur. Korsanlar tarafindan kaçırılarak Osmanlı sarayına ya da paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızın vatanındaki sevgilisi tarafindan bin turlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen "Saraydan Kız Kaçırma" operası, Mozart'ın Türk müziği motiflerine ve harem hikayelerine olan ilgisinin bir ürünüdür. Bu ünlü eser, Mozart'ın yeni yerleşletiği Viyana'da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorun gözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmştır.
Mozart'ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duydugu ilgi sadece operalarla sınırlı kalmadı. Dünyanın 'Türk Marşı diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart'ın en sevilen eserleri arasındaki yerini bu yüzyılımızda da korumaktadır. "Türk Marşı" aslında K.V. 331 La major piyano sonatının "Alla Turca" başlıklı son rondo bölümüdür. Benim de çok sevdiğim bu eserle ilginç bir anım vardır: Memuriyetim nedeniyle Almanya'da bulunduğum sırada, sürekli olarak klasik müzik yayını yapan bir radyonun dinleyici istekleri programını izlerken, orada taksi şoförlüğü yaparak hayatı kazanmakta olan bir vatandaşımızın taksisinden radyoyu arayıp bu eserin çalınmasını istemesi ve spikerin bunu büyük bir heyecanla, "İşte çok önemli bir istek! Şimdi dinleyeceğiniz güzel meledilerin kaynağından anlamlı bir dilek!" diye anons etmesi beni derinden etkilemiştir. Görüldüğü gibi, farklı iki ulusun ve kültürün çocuklarına bu ortak heyecanı duyurtan şey gerçekte, "Mozart müziği her kuşakta türlü parıltılala ışıldayan saf altına dönüştü. Onun evrensel düzenle tınlayan müziği, er geç yeryüzü ruhuna katılarak, ruhtan ruha geçerek dünya karmaşasının bitimine yardım edecektir." diyen Alman müzik bilgini Alfred Einstein'ı da haklı çıkartan, bu müziğin etkileri asırları aşan ve tükenecek gibi görünmeyen evrensel anlatım gücünden ve uluslararası niteliğinden başkaca nedir ki?
Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzellikler bulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart'ın insanlığa yardımı daha da önem kazanacaktır.

#10 - Şubat 05 2009, 15:38:06

Mozart Hızlı Öğrenmeyİ Sağlıyor

Müziğin öğrenme potansiyeline katkısının olduğunu ortaya koyan "telkin yöntemi" (suggestopedia) psikiyatr ve eğitimci olan Bulgar Georgi Lozanov tarafından bulunmuştur.
Özellikle stressiz bir öğrenme, beden ve zihin faaliyetlerinin bir ahenk içinde çalışmasını sağlamaktadır. Bu şartlarda öğrenilen bilgiler daha kalıcı olmaktadır. Lozanov yaptığı araştırmalarda çok özel bir müziğin, yine çok özel bir ritimde olması kaydıyla, insanin beden fonksiyonlarını stressiz bir ortama sokarak öğrenme konsantrasyonunu artırdığını keşfetmiştir.

Özellikle kolay ve kalıcı öğrenme beyin alfa dalgası ortamındayken gerçekleşmektedir. Lazanov'un test ettiği belli ritimdeki bazı klasik müzik parçalarının beyin dalgalarını 8 ile 12 Hz. aralığına düşürerek beynin alfa dalgaları yaymaya başlamasını sağladığı gözlenmiştir. Lozanov yaptığı deneylerde her klasik müzik parçasının dinleyenleri alfa beyin dalgaları ortamına sokmadığını ve en etkili parçaların 60 vuruşlu "largo" tempolu ve 4/4 veya 3/4 ölçülü olan "barok müzik" eserlerinden oluştuğunu tespit etmiştir.

Iowa Eyalet Üniversitesinde yapılan testler, öğrenme faaliyeti sırasında barok müziğin kullanılmasının öğrenme ve hafıza gücünü yaklaşık yüzde 24 artırdığını göstermiştir.

Largo Barok müziğe binaural frekanslar tekniğinin de ilave edilmesiyle hazırlanan çift etkili tekniğe "Bio-Ritmik Largo Tekniği" denmektedir. Mega hafıza tarafından hazırlanmış olan "Bio-Ritmik Largo" set kasetlerindeki fon müzikler tamamen 60 vuruşlu largo hızda çalınmış olan özel barok müzik parçalarından oluşmaktadır.

"Bio-Ritmik Largo" bir kaset, ders çalışırken veya hızlı okuma sırasında kulaklıksız olarak fon müzik olarak dinlendiğinde "Largo Barok" müziğin stressiz öğrenme avantajı zaten elde edilmektedir. Ancak böyle bir kaset kulaklıkla fon müzik olarak dinlendiğinde, her iki kulaktan ayrı ayrı gelen binaural seslerin ilave etkisi de kendisini göstererek kişinin konsantrasyon gücü de artırılmaktadır.

Özet olarak "Bio-Ritmik Largo Tekniği", konsantrasyonu artırmak için "Largo Barok Müzik" etkisi ile "Binaural Frekanslar" tekniğinin birleştirilerek kullanılmasıdır.

Konsantrasyon gücü beyin hücrelerindeki enerji seviyesi ile direkt olarak ilişkilidir. Bilimsel araştırmalar belli frekans aralığında sesler ihtiva eden müziklerin beyin hücrelerindeki enerji seviyesini artırarak, beynin istenilen konuya kolayca odaklanabildiğini göstermiştir. Mozart'ın bazı müzik parçalarında bu frekans aralığı yoğun olarak mevcuttur. "Bio-Ritmik Largo ve Konsantrasyon" setinde Mozart etkisi de isin içine katılmıştır.

MOZART ZEKAYI ARTIRIYOR

14 Ekim 1993 'de , A.B.D.'de "USA Today"de çıkan "Mozart 'in Müzikleri Zekayı Geliştiriyor" baslıklı haber tüm Dünyada sansasyon yaratmıştır. Bu habere göre, California Üniversitesi'nin Irvine'deki öğrenme ve hafıza Nörobiyoloji Merkezi bilim adamlarının yaptıkları bir araştırma, bazı müziklerle IQ arasında bir ilişki olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu araştırmada otuzaltı üniversite öğrencisi, önce I.Q. testinin sağ beyin yeteneklerini ölçen sorularıyla test edilmiştir. Testten sonra öğrencilere Mozart'ın "Re Majör, K 448 iki Piyanoluk Sonat' ı 10 dakika boyunca dinlettirilmiştir. Daha sonra öğrenciler hemen tekrar test edildiklerinde, I.Q. skorlarının önceki değerlere göre 8 veya 9 puan daha yükselmiş olduğu gözlenmiştir.

Mozart-Beyin İlişkisi

Fransız Tip ve Bilim Akademileri üyesi Dr. Alfred Tomatis'e göre beynin elektriksel olarak şarj olmasında kulaklar anahtar bir rol oynamaktadır. Tomatis'e göre, beyin hücrelerindeki elektriksel enerjinin azalması konsantrasyonun bozulmasına ve yorgunluğa sebep olmaktadır. Bu durumda beynin de, piller gibi şarj edilmesi gerekiyor.

Tomatis beyin hücrelerinin enerjiyle şarj edilmesi yollarından biri olarak, 5000 ile 8000 Hz. arasında yüksek frekanslar ihtiva eden müziklerin dinlenmesini keşfetmiştir. Yıllar süren analizlerden sonra Tomatis, bu frekans aralığındaki seslerin Mozart'ın müziklerinde çok sayıda mevcut olduğunu tespit etmiştir. Tomatis'e göre, kulak salyangozunu dolduran, "corti" hücrelerinin titreşmesi jeneratör vasıtası görerek beynin yeniden şarj edilmesini sağlamaktadır.
Tomatis de ayrıca beynin şarj edilmesi için etkili olan diğer bir yakın müzik çeşidi olarak "largo barok (baroque) müzik" parçalarına dikkat çekmiştir

#11 - Şubat 05 2009, 15:38:56

Mozart'ın "DON GIOVANNI" Operası İçin Ayrıntılı Yazı

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Alman ozan ve bestecisi Hoffmann’ın, "operaların operası" diye övdüğü, Mozart'ın doyulmaz güzellikte ses dantelleriyle dokunmuş anıtsal eseri “Don Giovanni"yi sahneliyor. Gerçekten, bu esere opera uzmanlarının ve eleştirmenlerinin de dediği gibi, türleri arasında belirli bir yer bulmak hayli güç. “Don Giovanni, Mozart'ın dram anlayışı ve estetik görüşü yanında, derin anlam ve simgeler de taşımakta. Hatta kimi uzmanlar, eserde Mozart'ın kendi insancıl inancından esinlenmiş bir çabaya yöneldiğini dahi ileri sürmekteler. Kabul görmüş işte bu özelliktir ki, “Don Giovanni”yi yüzyılların ötesine taşımış, Goethe gibi çok güç beğenen bir dehaya: "Müziğin karakteri “Don Giovanni” gibi olmalı. Faust'u yalnızca bir Mozart besteleyebilir" dedirtmiş.

"Don Giovanni" gibi bir opera yazmak sihirli bir iş midir? Belki de...
İtalyan besteci Antonio Salieri’nin, tanrının sesini duyurmak için Mozart'ı seçtiğini söylemesi, bu savı güçlendiriyor. Malűm, Salieri, Mozart'ı hep çılgınca kıskanmış bir besteci. Ona göre, "Don Giovanni" yazılmış en muhteşem müziktir ve Mozart'ın notaları doğrudan tanrının sesidir. Dahası, tanrı bu küçük adam aracılığıyla kullarına ulaşmaktadır. Salieri, böyle bir eseri kendisi yazamadığı için acı çekmiş, bu yüzden de Mozart'a düşman olmuş. Gerçi o da bir besteci, ama kendini tanrının sesi olarak görememiş. O sıralar Avusturya İmparatoru II. Joseph'in sarayında müzik danışmanlığı yapmakta olan Salieri, yetkilerini kötüye kullanmış ve "Don Giovanni"nin sadece beş kez sahnelenip, sonra perde kapatması için elinden geleni yapmış. Gel gelelim, bir de gerçek var: Her temsili gizlice ve sanki tapınırcasına izlemekten de geri durmamış. Salieri, yıllar sonra: "Onun en büyük düşmanıydım ve kişiliğim adeta ikiye bölünmüştü. Bir yanım hayranlık duyuyor, bir yanım nefret ediyordu. 'Don Giovanni'nin kaldırılmasını sağladım, oysa yazılmış en büyük mü***, ‘Don Giovanni’ muhteşemdi" diyerek göz yaşları dökmüş. Eserin sahneden kaldırılışını yukarıdaki biçimde değil de, Mozart’ın oyunda Tanrıyı kendisine rakip gören bir kişiliğe bürünmüşlüğünün, toplumun yoğun tepkisini çekmesine bağlayanlar da hiç az değil. Hangisi doğru, nereden bilebilirim ki!

Evet, aşk kahramanı Don Juan’ın yaşamı, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde sahneleniyor. Esasında, Don Juan temasının işlenişi bildiğim kadarıyla milattan önceki yıllara dayanmakta. Konunun M.Ö 195 yılında, komedi yazarı Terentius tarafından ele alındığı sanılıyor. Geçmişinin, İspanya'nın ünlü Endülüs kenti Sevilla'da yaşayan bir kişiye kadar uzandığı da ayrıca öne sürülmekte. Bu arada, Don Juan tiplemesi değişik kaynaklarca “hastalıklı”, “doyumsuz”, “şeytansı”, “zeki”, “yakışıklı” ve “çekici” diye tanımlanırken, kimileri de: “İyi de, benzer üne sahip olan Casanova ile ne farkı var” diye sormaktan kendini alamıyor. İddiaya göre, yanıt Casanova’nın sadece bir “skorer” olmasından ibaret. Don Juan’ın varoluşçu bir kişiliği varmış. Yaşamın anlamını araştırması ve yaşamının merkezine kadınları koyup, bunalımlarından çıkışı böyle araması, Don Juan’ı (yada Don Giovanni’yi) egzistansiyalist olarak tanımlayanların yanına çekiyor. Casonava, sadece kaç kadın ile yattığını hesaplayan ve daha derin felsefeleri olmayan bir kişilik olarak tanımlandığına göre... Neyse!.. Mozart’ın, “Don Giovanni”yi Lorenzo Da Ponte’nin librettosundan notalara döktüğünü ve ilk kez 29 Ekim 1787’de Prag’da ve Türkiye’de ise ilk kez 1956 yılında Ankara’da sahnelendiğini bilgi dağarcığınız için anımsattıktan sonra oyuna, oynanışa geçelim.

Yapıtın konusu, İspanya'da 1780'li yıllarda geçiyor. Yüzündeki maskesiyle maceradan maceraya koşan Don Giovanni, bu uğurda Commendatore'nin katili olur. Ölen adamın kızı Donna Anna, babasının cesediyle karşılaşınca sözlüsü Don Ottavio’ya intikam için ant içirir. Gerçek kimliğini sürekli saklayan Don Giovanni, yeni maceralar, yeni kurguladığı oyunlar içinde kadınlarla ilişkisini sürdürmektedir. Kendisine yardımcı olan uşağı ise, yaşananları içine sindiremese de, efendisinin verdiği altınlarla onun maceralarına ortak olur. Ve Don Giovanni, beklenen sona bilerek isteyerek, bir serüvenden diğerine atlayarak küstahça koşar.

Orkestrayı (Nezih Seçkin ile dönüşümlü olarak) yöneten Antonio Pirolli’nin, gizemli akorlarla başlayan ilk temalardan itibaren, dinleyeni yorumuyla etkisi altına aldığını söyleyerek yazıya devam edeyim. Uvertürdeki minör gamların hüzünlü havası orkestra tarafından pek güzel verildiği gibi, artarda sıralanan gel-gitlerde salınan majör gamların yorumlanışı, “yaşam-ölüm” ikileminin dramatik bir gerilim içinde güçlü bir etkileşimle çizilmesini sağlıyor. Figen Koyunoğlu’nun özenli kostümleri içinde oynayan tüm kadro başarılı. Soprano Gülgez Altındağ’a takılacağım, ama üzmekten korkuyorum. Yok, sesine bir diyeceğim yok canııım... Hele II. Perdediki “Non mi dir, bell’idol mio”daki ses ıpıllığını kim yadsıyabilir! Leporello’da Bas Kenan Dağaşan da özellikle “Madamina, il catalogo é questo / delle belle che amo il padron mio” dizeleriyle başlayan aryada çok iyi. Gene de, aynı aryanın: “... é la grande maestosa, la piccina e ognor vezzosa, / delle vecchie fa conquista / pel piacer di porle in lista; ...” bölümündeki telaffuzunu bir daha gözden geçirmesini önereceğim. Tenor Hüseyin Likos’u dinlerken, tenor sesinin yetişmesindeki zorluğu bildiğimden olsa gerek, her keresinde dualar ediyorum. Likos, “Il mio tesoro intanto”da kutlanacak ölçekte mükemmel. Bas Sevan Şencan (Masetto), Bas Gökhan Ürben (Don Pedro) da iyiler. Soprano Özlem Soydan (Zerlina), benim cast’da adını görünce keyiflendiğim seslerden. Oyun gücü de var. Bu oyunda, kendisini cilveli aşk şarkısı “Batti, batti, o bel Masetto” da mutlaka dinlemenizi öneriyorum. Benim ilk kez dinlediğim ve seyrettiğim Burçin Çilingir de, hani kulaklardaki pası silenlerden... İyi bir Donna Elvira çiziyor, hele hele “In quali eccessi, o Numi” aryasında pek iyi. Suat Arıkan ise, Suat Arıkan... Suat Arıkan, hiç kuşkusuz sesinin titreşimlerini çok iyi duyumsayan, çok iyi bilen bir bariton. Göğüs sesine ya da kafa sesine geçerken sesindeki renk değişikliği var ya, bence her türlü övgüye değiyor. Zerlina’ya yaptığı serenatta (Deh vieni alla finestra) ve gizli duygusallıkla okuduğu “ La ci darem la mano”da müthiş.

Prof. Günter Roth ise, “Don Giovanni”nin türüne bir türlü karar verememiş. “Opera Seria” mı, “Dramma Giocoso” mu, yoksa “Opera Buffa” mı... O zaman da mizansen dağılmış, karışmış, oyun süresi neredeyse üç buçuk saate çıkmış. Sahne üstü trafiği falan hak getire... Kalabalıkların köşelerde aksiyonsuz toplanması “sadık bir sahneleme” anlamına gelmez ki! Yücel Tanyeri’nin dekoru da, olamazcasına kötü. Uydurma serviler, kontrplaktan drapeli perdeler, sakil heykel... Dekorun kötülüğü dilerim Bakanlığın tahsisatının yetmemesinden kaynaklanmış olsun ve sonuç için Yücel Tanyeri değil, Bakanlık koltuğunda oturmuş olanlar utansın...

#12 - Şubat 05 2009, 15:39:46

Mozart "Dehanın Gölgesinde"

Joannes Chrisostomus Wolfgang Gottlieb ya da bütün dünyada tanınan adıyla Wolfgang Amadeus Mozart.... (Ki kendisi asla Amadeus adını kullanmayıp Amadeo ya da Amade'yi tercih etmiştir) dünyamüzik tarihine damgasını vurmuş dahi müzisyenlerden biri....

Müzik bilimci Maria Publig, onun, iniş- çıkışlarla dolu yaşam öyküsünü farklı bir bakış açısıyla anlatıyor Mozart "Dehanın Gölgesinde" adlı kitabında.

"Burada Mozart, karşımıza zamanının, içinden gelen zorlamaların altında pek çoklarına oranla daha az ezilen, değimlenlerle savaşmaya hazır olan ancak bu savaşın sonucu fiziksel açıdan yıkılan bir çocuk olarak karşımıza çıktıyor" diyor Publig kitabının önsözünde. Ve kaleme aldığı biyografinin "çok kişisel bir görüş" olduğunu da sözlerine ekliyor.

Publig,1756 yılında doğup 1791 yılında yaşama veda eden, aradan geçen kısacık süre içinde gün geçtikte değerlenen bir çok yapıt üreten Mozart'ın yaşamını anlatırken babası Leopold Mozart başta olmak üzere ailesinin yaşam felsefesini de gözardı etmiyor. Bir dehanın hangi koşullarda şekillendiğini gözler önüne seriyor.

Publig bestecinin yapıtlarından çok, onun iç dünyasını, zaaflarını, erdemlerini, toplumla olan uyumunu ve uyumsuzluklarını, hayal kırıklıklarını kısacası "insan Mozart" ı anlatıyor.

Mozart'ın döneminden günümüze ulaşan çeşitli tablo, gravür ve belgeler de kitaba renk katıyor

Bu arada kitabın yazarı Maria Publig'i de biraz daha yakından tanıyalım.1962 Viyana doğumlu olan Publig, sekiz yaşındayken piyano çalmaya başladı. Lise diplomasını müzik okulundan piyano için yaptığı bir besteyle alan Publig, müzik bilimi,  etnoloji ve felsefe alanlarında Viyana Üniversitesi'nde eğitim grödü. Buradaki öğrenimini Mozart operalarının dekorunu konu alan bir doktora teziyle tamamladı.

Avusturya Müzik Derneği'nde görev yapan Publig, Standart Dergisi'nde müzik eleştirmenliği yaptı. Viyana Konser Evi'nin program dergisini yönetti. Publig halen Avusturya Radyo ve Televizyonu'nda görev yapıyor, çeşitli kültür yayınlarında yöneticiliğini sürdürüyor.

#13 - Şubat 05 2009, 15:53:53

Fazıl Say'ın Mozart Yorumu

Mozart 35 yıllık kısacık ömrüne tam 623 eser sığdırmayı başarmış.

Mozart'la ilgili yazılacak o kadar çok anektod var ki... Değerli piyanistimiz Fazıl Say'ın "Uçak Notları" adlı kitabının, Mozart'la ilgili bir bölümünü aktarmak istiyorum, bu hafta...

Bilindiği gibi "alla turca" denen stil, 18. yüzyıl Avrupa'sında pek modaydı. 1683'teki bizim 2. Viyana Kuşatması öyle izler bırakmıştı ki, Viyanalısı, Avusturyalısı ve giderek Avrupalısı, mehter müziğinin heybetini, gümbürtüsünü unutamamıştı. Müzikle "yüreklere korku salmak" işte bu kadar olur! Viyana'da bugün bile çocuklara "yaramazlık etme, Türkler geliyor" denir.
18. yüzyılın başlarından beri, Avusturyalı, Alman, Fransız ve çoğu İtalyanların olmak üzere, "Türkler"i konu alan 150 dolayında opera ve bale eseri yazılmıştır. Bu eserlerin hep "ürkütücü" temalara yöneldiği sanılmasın. Olaylar soğuyup Avrupalı bu işe olgunlukla bakınca "Türk" figürü, merhametli, sevecen, bağışlayıcı, şefkatli bir karaktere dönüşmüştür. Özellikle Mozart'ın operalarında Asyalı ve Avrupalı, Doğulu ve Batılı, Müslüman ve Hıristiyan, kadın ve erkek, herkes, sadece kanlı canlı değil, duygulu ve duyarlı birer "insan"dır. Hatta Mozart, bu insanlar arasındaki eşitliği vurgulayabilmek için "Doğu insanı"nı yüceltmiştir. Bu anlayışın kaynağı, Lessing, Rousseau ve Montesquieu'ya kadar uzanır.
Çalgı müziğinde ise "alla turca" modasının rüzgarında Mozart'ın yaklaşımı, Avrupalıya çarpıcı gelen ritimleri ve Asya tınılarını kendi yaratıcılığına göre incelikle değerlendirmek olmuştur. Bir keman konçertosunda davullar ve ziller düşünebiliyor musunuz? Mozart bunu bile yapmıştır.
Ünlü piyano sonatının "Rondo Alla Turca" (Türk Marşı) bölümünde, mehter müziğini öznel, ama bence çok doğru bir esintiyle yansıtmıştır. Benim "Mozart" diskimde yer alan bu sonatı yorumlarken davul vuruşlarını özellikle duyurmak istedim. Bu ritim, sol elde sürekli aynı vurguları yineler. "Kuşatma"nın tantanasını birazcık yaşatmak iyi olur gibime geldi. Viyana kapılarındaki bunca mehter takımı, gece gündüz boşuna mı gümbürdedi? Burada bir ayrıntıya değineyim: Mozart'ın "Türk müziği"nden anladığı ile bizim halk müziğimizin ya da saray müziğimizin hiç ilgisi yoktur. Mozart için "Türk Müziği", mehter müziğinin yeri göğü inleten kasırgasıdır.
Birkaç yıl önce, Salzburg Festivali'nde "Saraydan Kız Kaçırma" operasının ilginç bir temsili yapılmıştır. Sanıyorum yönetmen Filistinliydi. Orkestrada bizim geleneksel çalgılarımız kullanılmış, bu değişik orkestranın yarattığı ses renkleri çok beğenilmişti. Opera dünyasında yankılar uyandırmıştı temsil. Ben de aynı görüşteyim: Gerçekten özgün bir yapımdı, başarılı bir deneyimdi. Çünkü eserin atmosferine uygun düşmüştü bu ses renkleri...
35 yıllık ömrüne, kısacık ömrüne tam 623 eser sığdırmıştır Mozart. Yaratıcılığı otuz yılı kapsar. Çünkü doğduğu günden beri değil, beş yaşında başlamıştır yaratmaya. On üç yaşına kadar yazdığı eserler (ilk 80 eser), "çocukluk dönemi" parçalarıdır. Demek oluyor ki asıl yaratıcı dönemi, yirmi iki yıllık bir zaman dilimini kapsıyor.
İnanılır gibi değil! 22 opera, 41 senfoni, missalar, konçertolar, serenatlar, oda müziği eserleri, sonatlar, lied'ler... Piyano için 26, keman için 5, flüt, klarnet, fagot, korno için 10 konçerto... dile kolay! Çeşitli çalgılar için 100'e yakın sonat ve "sonatin", tonlarca oda müziği eseri (duolar, triolar, kuartetler, kentetler, sekstetler), korolu parçalar, divertimentolar, çeşitlemeler, danslar, menuettolar, konser aryaları, dinsel eserler ve dev gibi bir "Requiem"! Saymakla bitecek gibi değil. Bütün bunlar yirmi küsür yılın işi!
Bir yerde okumuştum: Eğer bir nota yazımcı, haftanın beş günü ve günde sekiz saat Mozart'ın eserlerini yazmaya kalkacak olsa 25 yıl gerekirmiş!

Albert Schweitzer, onun için şöyle demişti:
"Bütün dahiler göklere uzanır. Mozart ise gökten inmiştir."
#14 - Şubat 05 2009, 15:57:12

5 yaşında ilk bestesini yaptı.
35 yaşında ise öldü.


Babasına yazdığı mektuplardan birinde Mozart, “Şiir yazamam, çünkü şair değilim. Sözcük türlerine ışık-gölge etkisi yaratacak bir sanatla düzen veremem, çünkü ressam değilim. Ama tüm bunları sesler aracılığıyla gerçekleştirebilirim, çünkü müzikçiyim” diyerek kendini tanımlıyordu. Aslında o, doğuştan bir müzisyendi.

27 Ocak 1756 tarihinde dünyaya geldiğinde, babası Salzburg sarayının orkestra yönetmen yardımcısıydı. Aynı zamanda kemancı ve besteciydi. Babası arkadaşlarıyla birlikte müzik yaptığında onların en dikkatli dinleyicileri küçük Wolfgang oluyordu. Henüz üç yaşına bile gelmemesine karşın   seslere aşırı duyarlıydı ve inanılmaz bir belleği vardı. O henüz okuma yazmayı öğrenmeden notaların seslerini ayırt edebilmeyi öğrenmişti. Babaları, kızları Nannerl ile birlikte Wolfgang’ı müzik konusunda eğitmeye başladı. Keman ve tuşlu çalgıları çalabilen Wolfgang, beş yaşında piyano için küçük bir menuetto bestelemişti. İlk bestesi olan bu yapıt, kompozisyon kuralları yönünden     kusursuzdu.

Leopold Mozart, çocuklarının yeteneklerini tüm Avrupa’ya göstermek istiyordu. Bunun için bir gezi programı hazırladı. 1762-1767 yılları arasında tüm aile birlikte turneye çıktılar. İlk olarak Münih ve Viyana’ya gittiler. Sonra Fransa, İngiltere, Hollanda ve İtalya’ya yaptıkları gezilerle ünleri giderek arttı. Gezilerde iki kardeşin dört el klavye çalması ve Wolfgang’ın doğaçlamaları herkesi büyülüyordu. Londra’da bugün bir çoğu kaybolmuş olan ilk senfonilerini yazdı.

Johann Sebastian Bach’ın oğlu, Johann Christian Bach Küçük Mozart ile çok ilgilendi. Paris’te ilk yapıtları yayımlandı.

Salzburg’a döndüklerinde gezilerinin yankılarını görebiliyorlardı.

Farklı ülkeler, kültürler, besteciler ve onların müziklerini tanımak, Wolfgang’ın ufkunu genişletiyordu. Çok iyi bir gözlemci olmasının yanısıra, tanıdığı kişileri unutmayıp belleğine kaydediyordu. Bu tipler sonradan operalarında kahramanlaşacaktı.

Viyana’ya ikinci gidişlerinde imparator ona bir opera siparişi verdiğinde henüz 11 yaşındaydı. Büyük bir hızla besteledi. Ama opera sanatçıları bir çocuğun bestelediği bu operada rol almadıkları için oyun sahnelenemedi. Ancak bir yıl sonra Salzburg’da sahnelendi.

Ondört yaşında Salzburg kilisesi orkestra yöneticiliğine getirildi. Mozart orkestrayı geliştirmek istiyordu. Ne yazık ki başpiskopos Mozart’ı hiç sevmiyor onun için “kendini beğenmiş biri” diyordu. Büyük bestelere imza atmak isteyen Mozart için bu kısır bir ortamdı. İlk İtalya gezisine en büyük destekçisi babasıyla birlikte çıktı. Gittiği kentlerde başarılı konserler verdi. Yeni opera siparişleri aldı. Roma’ya geldiklerinde herkesi şaşkınlığa düşüren bir olay yaşadılar. Yalnızca Sistin Kilisesi’nde çalınmak için bestelenmiş bir dua vardı. Bu yapıtın kopya edilmesi ve kağıda geçirilmesi yasaktı. Cezası ise aforoz edilmekti. Kilisedeki ayini izleyen Mozart, dışarıya çıktıklarında son derece uzun ve güç olan bu yapıtı, yanlışsız olarak kağıda geçirdi. Papa bu durum karşısında şaşkına döndü. Onu aforoz etmek yerine, “Altın Mahmuz Şövalyesi” unvanı ile ödüllendirdi.

Ne yazık ki yaşam koşulları tüm konserlere, bestelere, Salzburg’taki görevine karşın bir türlü düzene girmeyen Mozart, herşeye göğüs gererek çalışmaya devam etti. Yeni operalarını seslendirmek için, İtalya’ya üç kez gezi yaptı. İtalyan müziğini ve opera geleneğini inceledi. Viyana, Salzburg ve Münih’te konserler verdi. Haydn’ın müziğini tanıma olanağı buldu.

Esin tohumlarının Salzburg’da yeşeremeyeceğini anlayan babası, Mozart’ı müzik için çok canlı bir ortam olan Paris’e göndermeye karar verdi. Bu kez annesini yanına alan Mozart, Almanya ve Fransa’ya gitti. İlk durakları Mannheim’dı. Burası ona tatlı bir sürpriz hazırlamıştı. Mozart ilk kez âşık oldu. Bu kız, Mannheim orkestrası üyelerinden birinin kızı olan, onbeş yaşındaki Aloysia Weber’di. Bu nedenle Mannheim’dan bir türlü ayrılmak istemeyen Mozart’a, babası mektup üstüne mektup yazarak Paris’e gitmesi gerektiğini yazıyordu. Çevresindeki entrikaları anlayamayacak denli saf ve temiz çocuksu bir yüreği olan Mozart’ı uyarıyor ve mektubunda şun ları söylüyordu:

“Çevrendeki insanları tam olarak tanımadan, onların her söylediklerine kanmak senin en büyük kusurun. Hemen Paris’e doğru yola çık! Aklında yalnızca orada elde edeceğin başarılar olsun. Ancak Paris’te elde edeceğin başarı, senin tüm dünyada ün kazanmanı sağlayabilir.”

Yüreğinde Aloysia’sı yanında annesiyle Paris’e gitti. Ancak Paris’in hazırladığı sürpriz acıydı. Beklemediği bir anda annesini kaybetti. Acısı ve yalnızlığıyla birlikte üretmeye devam etti. “Paris Senfonisi”, keman, klavye sonatları, flüt ve arp konçertoları ortaya çıktı. Dersler verdi, yayımcılarla tanıştı, yapıtlarını yorumlatmayı başardı. Ancak tüm bunlar yeterli değildi. Umduğu ilgiyi bulamamıştı. Önce Mannheim’a gitti. Fakat Aloysia onu çoktan unutmuş, Münih operasında şarkı söylemeye başlamıştı. Mektuplarından birinde duyduğu acıyı dile getirirken şunları söylüyordu:

“Tüm yaşantım boyunca böylesine üzüldüğümü anımsamıyorum. İçimden yalnızca ağlamak geliyor.”

Salzburg’a döndüğünde kilisenin orgcusu oldu. Münih’ten gelen bir opera siparişi o dönemdeki üzüntülerini hafifletti. İlk büyük operası olan “Idomeno”yu besteledi. Münih’te sahnelendiğinde büyük ilgiyle karşılandı.

Salzburg’daki yeni piskopos ile arası açılan Mozart, Viyana’ya yerleşti. Öğretmenlik ve bestecilik yaparak geçiniyordu. Aloysia’nın Viyana’ya taşınan ailesiyle birlikte yaşamaya başladı.

Aloysia bir tiyatrocuyla evlenmişti.

Bu arada Mozart, İmparator II. Joseph’ten Almanca bir sipariş aldığı “Saraydan Kız Kaçırma” operasını besteledi. Büyük başarı kazandığı operanın konusu İstanbul’da geçiyordu. O devirde görülen “Alla Turca”nın (Türk Tarzı) en güzel örneklerinden biriydi. Mozart operanın uvertüründe ve koro bölümlerinde, özellikle vurma sazları zenginleştirerek mehter müziği etkisi yarattı.

Operanın ilk sahnelendiği günlerde babasının çok karşı çıkmasına karşın Aloysia’nın kız kardeşi Constanze Weber ile evlendi. Babası bu evlilik yüzünden Mozart’ı hiç bağışlamayacaktı. Ünü daha da artan Mozart, usta kemancılığının yanısıra, önemli bir piyanist olarak da tanınmaya başlamıştı. Yazdığı konçertolarından pek çoğunu dostu Haydn’a adadı. Viyana’ya yerleştiğinden buyana bir İtalyan operası yapmak istiyordu. Dilden dile dolaşacak olan “Figaro’nun Düğünü”nü yazdı. Halk sokakta bu melodilerle dans ediyordu. Başarısından dolayı kendisini kutlamaya gelen bir arkadaşı Mozart’ın kendi kendine mırıldanarak dans ettiğini görünce, “Ne yapıyorsun?” diye sormuş, Mozart da “Üşümemek için ekonomik bir yol buldum. Hava çok soğuk, evde yakacak odun, kömür yok. Ben de dans ederek ısınıyorum” demişti.

Yaşamı yoksullukla geçen Mozart, bir yandan da rakipleriyle uğraşmak zorundaydı.

Başarısını kıskananların engelleri yaşamı boyunca peşini bırakmıyordu. Tüm kötü koşullara karşın, yaşama hep iyimser bakıyordu ve bunun gizini şöyle açıklıyordu:

“Ne yüksek derecede bir zekâ, ne de büyük bir hayal gücü, hatta her ikisi beraber olsa bile bir insan dahi olamaz. Dehanın ruhu sevgi, sevgi, yine sevgidir.”

 

Mozart, 1787’de “Figaro’nun Düğünü”nü yönetmek üzere Prag’a gittiğinde, “Don Giovanni” operasının siparişiyle döndü. Oldukça üzüntülü geçen günlerde “Don Giovanni”yi yazdı. Kimilerine göre Mozart’ın yaşadığı olayların, düş kırıklık-      larının yansımasıydı. Yapıtların- da Alman, Fransız ve İtalyan      müzik ekolleriyle halk müziğini bütünleştirmişti. “Saraydan Kız  Kaçırma” özgürlüğü, “Don Giovanni” eşitliği, “Sihirli Flüt” kardeşliği işliyordu.

Mozart’ın işsiz ve maddi olanaksızlıklar içinde olduğu ve herşeyden umudunu kestiği günlerin birinde dostu Schikaner ondan “Sihirli Flüt” operasını bestelemesini istedi. Operayı bestelediği sıralar da, hiç tanımadığı kara giysili bir adam geldi. Adam kendisinden bir “Requiem” (ölüm duası) bestelemesini ve başka bir şey sormamasını istiyordu. “Sihirli Flüt”ü bitirdikten sonra “Requiem”i bestelemeye başladı. Sağlığı gittikçe bozulan Mozart “Requiem”i kendisi için besteliyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı. Teklifi getiren kara giysili adamı da azrail gibi düşünüyordu. Bu arada Mozart’ın bünyesi çok güçsüzleşmişti. “Requiem”i ateşler içinde büyük bir gayretle yazdı. Ancak tamamlayamadan 5 Aralık 1791 tarihinde yaşama gözlerini kapadı.

Öldüğünde 35 yaşındaydı. Cebinde parası yoktu.Yağmurlu ve fırtınalı bir günde kimsesizler mezarlığına gömüldü. Hasta olduğu için cenazeye katılamayan eşi iki gün sonra geldi. Bekçiye Mozart’ı aradığını söyledi. Bekçi, “Ben böyle birini tanımıyorum” dedi.

#15 - Şubat 06 2009, 17:30:01

Mozart IQ Yükseltiyor

Hacettepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Odyoloji Profesörü Erol Belgin, klasik müzik dinleyen çocukların zeka düzeyinin daha yüksek olduğunu bildirdi. Prof. Dr. Erol Belgin, müziğin estetik uyarıları beyne gönderdiğini, müziksiz beynin gelişemeyeceğini belirtti.
 

Müzik ruhun gıdası" sözünün çok doğru ve bilimsel bir ifade olduğunu söyleyen Belgin, "Kulaktan beyne giden sesler, beyinde olağanüstü elektriksel ve metabolik hareketlilik sağlar. Beyin birtakım hormonlar salgılar. Damarlar genişler, tansiyon düşer, tüm vücuda canlılık ve zindelik gelir" dedi.

KLASİK TÜRK VE BATI MÜZİĞİ UYGUN SEÇİM

Bebeklere doğar doğmaz ölçülü ve kaliteli müzik dinletilmesi gerektiğini kaydeden Belgin, klasik müzik dinleyen çocukların zeka düzeyinin yüksek olduğunun araştırmalarla tespit edildiğini söyledi. Belgin, "Bebeklerde yedinci ayda kulak embriyoda tamamlanmış oluyor. Hamile kadınlar, ölçülü, kaliteli müzik dinlesinler. Klasik Türk ve Batı müziğe bu konu için ideal bir seçimdir. Bebeğin işitme ve lisanla ilgili kabiliyetleri 0-4 yaş arasında tamamlanıyor. Lisan konuşma gelişmeyince, zeka da donuk kalır. Mozart dinleyerek büyümüş bir çocuğun IQ’su 5 puan fazla oluyor" dedi. Belgin, müzik dinlemeyen kişinin gelişmesinin zor olduğunu vurgulayarak, bir enstrüman çalan insanla çalmayan arasında fark olduğunu söyledi.

TÜRK MÜZİĞİ BEYNİ UYARIYOR

Belgin, Türk müziğinin çok "itilip kakıldığını", ancak çok zengin ve içerikli bir yapıya sahip olduğunu ifade ederek, "Bizim müziğimizin ses yapısı diğer müziklerin ses yapısından çok farklı ve daha zengin. Daha aralıklı ve beyni daha fazla uyarıyor. Bu özelliğinden dolayı insanı çok rahatlatan bir yapıya sahip" dedi.

Belgin, birtakım yarışmalara katılıp da kısa yoldan köşeyi dönmek için şarkı söyleyenleri ahlaki bulmadığını da ifade ederken, "Müziğin rant veya geçim kaynağı olarak görüldüğü veya gösterildiği kimi yarışmaların toplumumuza hiçbir yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Sanat öncelikle sanat için yapılmalıdır" dedi.

#16 - Şubat 06 2009, 17:34:40

İyimserliği ve Toleransı Engin İnsan Mozart

Mozart yaşamı boyunca, bencil saray entrikacılarının ve kendini beğenmiş soyluların, nihayet parlak kariyerini kıskanan rakiplerinin zalimane, aşağılayıcı davranışlarıyla çok sık olarak karşılaştı. Çağının müzik eleştirmenleri de onlardan geri kalmadı.

Gösterişe ve bohem hayatın gündeminde bir numara olmaya düşkün aristokratlar Mozart gibi eşsiz bir hazineye sahip olmak ve bu sayede muhitlerinde üstünlük sağlayabilmek için ondan sadece kendilerine hizmet etmesini istediler. Ne var ki, özgür bir ruha sahip alan Mozart'ın direnişleri karşısında olmadık zalimliklere başvurdular.

Opera evlerinin perde arkasındaki siyasetini belirleyen saray entrikacılarının uşağı olan müzik eleştirmenleri ise onun müziğini melodi ve armoni süsleri bakımından gereğinden fazla zengin buluyorlar ve bunun soyluların salon gevezeliklerine iyi bir fon müziği olamadığını söyleyerek onu sanatının yolunda yıldırmaya çalışıyorlardı.

Gerçekten de Mozart'ın müziği, o çağın müzik dinleyicilerinin, hele aristokratların, anlayış düzeyini aşan özel anlatımlar taşıyordu. Ancak, Mozart uğradığı zalimce saldırılar karşısında hiç bir zaman yılgınlığa düşmedi. Acısını her zaman alçak gönüllü davranışlar ve daima gülen yüzü ile maskeledi. Ayrıca, babasının sanat yolundaki yönlendirmelerine karşı masum ayaklanmaları, hüsranla neticelenen ilk aşkı ve evliliği de sorunlar çıkardığı halde ümitsizliğe kapılmadı. Çoğu zaman dostluktan uzak, soğuk bulduğu çevrelerde uğradığı hayal kırıklıklarına ve çektiği yalnızlık acısına rağmen, iyimserliğini yitirmedi ve insanlara olan sevgisini eksiltmedi.

Kısaca, Mozart kısa süren ömründe mutluluğu, şöhreti, acıyı, sevilmeyi ve nefret edilmeyi olabildiğince yaşadı. Fakat o, bütün bu olayların kendi iç dünyasında yarattığı sevinci, acıyı, öfke ve isyanı, bilinci salt müzikten ibaret olduğu için, sürekli besteler üretmeye yönelterek bu şekilde kişiliğini olgunlaştırmak ve insanlığa güzel sesler sunmak yolunda bir imkan olarak kullandı. Başka bir deyişle, tanrı ve doğa ona sadece şan ve müzikten ibaret olan bir bilinç armağan etmiş, o da yaşadığı olaylar içinde bir fani için mukadder olan zafiyetlere düşerek bu bilinci kirletmemiş, onu tüm insanlığın yararına en güzel şekilde kullanabilmeyi başarmıştır.

Özgür Ruhlu Mozart

Bir saray müzisyeninin oğlu olarak aristokrat ve saraylılar çevresi içinde dünyaya gelen Mozart, içinde feodal düzene karşı gerçekte nefret besliyordu. Feodal düzene karşı içinde duyduğu ayaklanmalar müziğine de yansımış, bu nedenle ona "müziğin Voltaire'i" denmiş, 18. yüzyılın zarif eleştirici zekası olarak kabul edilmiştir. 18. yüzyılda, kelimenin en doğru anlamıyla büyük ve derin düşünürler olan müzisyenler uşak giysisi içinde soyluların bir hizmetkarı olarak çalışırlardı ve hizmetinde oldukları feodal aristokrasiden, statüsü bir ahçınınkinden pek de yüksek olmayan bir zanaatkar ve hizmetkar muamelesi görürlerdi. Böyle bir dönemde Mozart'ın yirmi beş yaşında Salzburg Başpiskoposu Kont Colleredo'nun hizmetinden çekilmesi, "sanat tarihinin başarısızlık bildirisi" olarak yorumlanır.

Kutsal Roma İmparatorluğu'nun güçlü prenslerinden biri olan Başpiskoposa göre müzik hala feodal idi, müzisyen ise üniformalı bir uşak yada masa hizmetçisi düzeyinde birisiydi. Buna karşılık Mozart, kendini bir sanatçı, bir düşünür. insan haklarına sahip bir beşeri varlık olarak görmekteydi. Özgürlüğüne düşkün Mozart, hizmetinden ayrılmak kararını bildirmek için Kont Colleredo'nun yanına gittiğinde ondan beklemediği bir hakaretle karşılaşmış, babasına yazdığı mektupta çok üzüldüğü bu olayla ilgili olarak şöyle demiştir: 'Artık Salzburg Sarayının hizmetinde değilim ve hayatımın en mutlu gününü yaşıyorum. İnsanları onurlu ve soylu yapan kalbidir. Kont değilsem de içimde bir sürü konttan daha çok soyluluk var."

Ünlü "Figaronun Düğünü" adlı oyunu bestelemesi için kapısını çaldıkları zaman sıcak bir ilgi göstermesinde ve büyük opera anıtını bestelerken coşkun bir ilhama kapılmasında eserin konusunun etkisi vardır. Çünkü "Figaronun Düğünü" o çağ için devrimci bir eserdir; Louis XVI'e soyluluğun çöküşünü haber vermiştir. Baş kahramanı Figaro bir soylu değil, bir soylunun hizmetçisidir. Daha önce oyunu Fransa kralı XVI.Louis gibi yasaklayan II.Joseph operasına ses çıkarmamıştır; kuşkusuz, eserin bestecisi Mozart olduğu için.

Ölüm ve Mozart

Ölümü daima "yaşamın son amacı", "insanın en yakın arkadaşı" olarak yorumluyordu. Sanatçı olarak Mozart, bu dünyanın insanı değilmiş gibi görünür. Ailesine yazdığı kimi mektuplarda kendisini yeryüzünde hep bir konuk gibi duyduğunu belirtmiştir. Ölümünden önceki son beş yıl içinde Mozart'ın hummalı bir biçimde birbirinden ünlü şaheserlerini peş peşe yarattığı görülür. Sanki ömrünün uzun olmayacağını farketmişcesine yoğun bir çalışmadır bu. "Figaronun Düğünü", "Don Giovanni"; "Cosi Fom Tutte" ve "Sihirli Flüt" operalarını, "Prag" ve "Jupiter" gibi büyük senfonilerini, son piyano konçertolarını ve nihayet yaşamının en dokunaklı ve en anlamlı eseri olan "Requiem "i bu dönemde bestelemiştir.

Requiem'in ilginç bir öyküsü vardır. Öykü şöyledir:

1791 yılı, Mozart "Sihirli Flüt" operası üzerinde çalışmaktadır. Temmuz ayında bir gün, koyu gri elbiseli genç bir adam Mozart'ın evine gelir ve ona imzasız bir mektup verir. Mektupta bir Requiem (Ölüler Duası veya Ölüm İlahisi) bestelemesi istenmektedir. Karşılığında dolgun bir ücret teklif edilmiş, fakat bir şart öne sürülmüştür; Mozart Requiem'i ısmarlayanın kim olduğunu araştırmayacaktır. Requiem'i ısmarlayan esrarengiz kişi, ileride kendisinin olduğunu iddia edeceği eserleri besteletmek adetinde olan bir konttu. Fakat bu esrarlı sipariş o sırada hastalık ve ölüm düşünceleri içinde bulunan Mozart'ı derinden etkilemiş siparişi veren esrarengiz adamın, kendi ölüm duasını yazarak ölüme hazırlanmasını bildirmek için ahretten gelen bir haberci olduğu inancına saplanmıştı. Bir gün eşine "Yakında öleceğim, bundan eminim" demiştir. Bir yıl önce de dostu J. Haydn'ı Londra yolculuğuna uğurlarken gözyaşı dökmüş ve bir daha göremeyeceğini söylemiştir.

Sihirli Flüt'ü tamamladıktan sonra, kendi ölümüyle günden güne daha fazla yakınlık duyduğu Requiem üzerinde ölümle randevusuna yetişme aceleciliği içinde ölesiye çalıştı. Fakat gücünün de günden güne eksildiğini fark ediyordu. Mozart o çağda Avrupa'nın sanat çevrelerinde yaygın "Sifilis" hastalığına tutulmuş, yaşamı boyunca türlü hastalıklar geçirmiş olması ve son yıllarda ölüm duygusuna kapılması nedeniyle direnci zayıflamıştı. Requiem üzerinde daha fazla çalışamayacağını anladığı gün, öğrencisi Süssmayer'e eseri nasıl tamamlamayı tasarladığını açıklar ve artık onunla birlikte çalışmaya başlar. Ömrünün son üç haftası içinde giderek şiddetlenen ateşi onu nihayet ölümle buluşturdu.1791 yılının 4 -5 Aralık günü gece yarısından sonra son nefesini verdiğinde Requiem'in "Lacrimosa" bölümünün dokuzuncu mezüründe kalmıştı. Mozart, ölüm ve ölümsüzlüğün yaşamın ta kendisi olduğuna inandı. Hep ölüm anını düşündü ve ömrünü boşa harcamadı. Ölümü alın yazısı idi fakat, ölümsüzlüğünü kendisi yazdı; kendisini en büyük tabiat kanunu olan çalışmaya adadı. Doğanın kendisine armağan ettiği üstün yeteneği,  üretici gücü insanlığın hizmetinde kullandı. Kalbi insan sevgisi ve hakikat ışığı ile doluydu ve onu insanlara sundu. Ölümün gölgesi altında bile, asırların ötesine seslenecek eserler üretti. İnsanların kalplerini ısıtan, gönüllerini rahatlatan bu eserleriyle ölümsüzlüğe erişti sonsuza uzanan ışık oldu.

Türk Müziği ve Mozart

Mozart için Türklerin ayrı bir önemi vardır, Türkler için de Mozart'ın. Mozart Türklerle, müzik ve töreleriyle gençlik çağlarından başlayarak ilgilenmiştir. Osmanlıların Viyana'yı kuşatmaları sırasında ve sonrasında, Avrupalılar, özellikle de Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun yurttaşları Türklerle yakın ilişkilere girmiştir. Kuşatma dağılıp Viyana kurtulunca, daha önce korkulan düşman artık merak konusu olmaya başlamıştı. Osmanlı giysileri hem erkekler, hem de kadınlar arasında moda olmuş, Mozart'ın da tiryakisi olduğu Türk kahvesi Viyanalıların yaşamına bir daha çıkmamak üzere girmiştir. Mehter takımının vurmalı ve üflemeli çalgıları da Avrupa askeri bandolarını etkilemiş, mehter müziğinden Mozart başta olmak üzere çok sayıda besteci yararlanmıştır. Türklerle ilgili konular müzikli sahne oyunlarının en gözde malzemesi durumuna gelmiş ve bu gelişme 18. yüzyılda Avrupa'da "Türk Operası" akımını yaratmıştır. Bu akımın sayısı yüzü aşan örnekleri arasında en ölümsüz olanı ise Mozart'ın 'Saraydan Kız Kaçırma" adlı eseri olmuştur.

Korsanlar tarafından kaçırılarak Osmanlı sarayına yada paşa konağına satılan bir Avrupalı genç kızın vatanındaki sevgilisi tarafından bin türlü hile ve desiseye başvurularak kaçırılması temasını işleyen "Saraydan Kız Kaçırma" operası, Mozart'ın Türk müziği motiflerine ve harem hikayelerine olan ilgisinin bir ürünüdür. Bu ünlü eser, Mozart'ın yeni yerleştiği Viyana'da kendisine duyulan hayranlığın artmasına, imparatorun gözüne girmesine ve Alman operasının İtalyan stilinin egemenliğinden bir ölçüde kurtulmasına yol açmıştır.

Mozart'ın Türk müziğinin ritmik, ezgisel ve tınısal özelliklerine duyduğu ilgi sadece operalarla sınırlı kalmadı. Dünyanın 'Türk Marşı diye adlandırdığı ünlü eser, Mozart'ın en sevilen eserleri arasındaki yerini bu yüzyılımızda da korumaktadır. "Türk Marşı" aslında K.V. 331 La majör piyano sonatının "Alla Turca" başlıklı son rondo bölümüdür. Benim de çok sevdiğim bu eserle ilginç bir anım vardır: Memuriyetim nedeniyle Almanya'da bulunduğum sırada, sürekli olarak klasik müzik yayını yapan bir radyonun dinleyici istekleri programını izlerken, orada taksi şoförlüğü yaparak hayatı kazanmakta olan bir vatandaşımızın taksisinden radyoyu arayıp bu eserin çalınmasını istemesi ve spikerin bunu büyük bir heyecanla, "İşte çok önemli bir istek! Şimdi dinleyeceğiniz güzel melodilerin kaynağından anlamlı bir dilek!" diye anons etmesi beni derinden etkilemiştir. Görüldüğü gibi, farklı iki ulusun ve kültürün çocuklarına bu ortak heyecanı duyurtan şey gerçekte, "Mozart müziği her kuşakta türlü parıltılarla ışıldayan saf altına dönüştü. Onun evrensel düzenle tınlayan müziği, er geç yeryüzü ruhuna katılarak, ruhtan ruha geçerek dünya karmaşasının bitimine yardım edecektir." diyen Alman müzik bilgini Alfred Einstein'ı da haklı çıkartan, bu müziğin etkileri asırları aşan ve tükenecek gibi görünmeyen evrensel anlatım gücünden ve uluslararası niteliğinden başkaca nedir ki? Ölümünden bu yana geçen iki asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve güzellikler bulmuştur. Eserlerindeki derin anlam ruhlara işledikçe Mozart'ın insanlığa yardımı daha da önem kazanacaktır.

#17 - Şubat 07 2009, 02:47:02

yapılan bi arastırmaya göre de, Mozart'ın besteleri klasik müzigi ilk defa dinleyenlere göre oldukca basit; uzun zamandır klasik müzik dinleyenlere ise anlasılması oldukca zor, karmasık ve agır gelirmiş.
#18 - Şubat 26 2009, 23:47:28
dans cette classe il y a des imbeciles,
ce sont des imbeciles heureux,
ils sont heureux d'etre imbeciles...

Bizi yanlış yola yönlendiren soysuzlar, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… görürsünüz ki milleti mahveden, tutsak eden, perişan eden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Mustafa Kemal Atatürk...

Zeitgeist

Antonio Salieri'nin hakkını yediği söyledir. Hatta Antonio buna daha fazla dayanamaz ve Mozart'ı zehirler. Ne kadar doğrudur bilemem tabii.
#19 - Eylül 29 2009, 21:41:07

Eserlerini çalabilmek gerçekten zor bu adamın. Elimde bi parçası var ancak bi kısmın çalabiliyorum. Biraz daha kendimi geliştirezeem ve onu Ceri'ye çalıcam. :www
#20 - Şubat 13 2010, 16:07:56
Eskiden buralar hep hayat, yaşamdı.

Zeitgeist

Eserlerini çalabilmek gerçekten zor bu adamın. Elimde bi parçası var ancak bi kısmın çalabiliyorum. Biraz daha kendimi geliştirezeem ve onu Ceri'ye çalıcam. :www

Çal ulan köpek ! Kalbime giden yok klasik müzikten geçer.
#21 - Şubat 13 2010, 17:45:17

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.