İKİ EMANET ve Ümmetin GamsızlığıPeygamberimizin (s.a.a) bıraktığı iki emanet nelerdir?
Sekaleyn (iki ağır emanet) diye bilinen meşhur hadis-i şerif şöyledir:
"Ben size paha biçilmez iki ağır emanet bırakıyorum: Biri, Allah’ın kitabı; diğeri ise itretim ve ‘Ehl-i Beyt’imdir. Bunlara (Kur'an ve Ehl-i Beyt'e) sarıldığınız müddetçe asla dalalete düşmeyeceksiniz! Ve bunlar biribirinden büyüktür (azamdır)! Bunlar, kıyamet kopuncaya (havuz başında bana kavuşuncaya) kadar, asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır! Bunlar hakkında bana nasıl halef olacağınıza (onlara karşı nasıl muamele yapacağınıza) dikkat ediniz!" [1]
Bu meşhur hadis-i şerif her şeyi açıklamaktadır. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) iki mübarek emaneti; Kur'an-ı Kerim ve mutahhar Ehl-i Beyt'tir. Ve Ehl-i Beyt, Kur'an-ı Kerim'in birer mücessem timsali olduğu için onunla eşdeğerdir. Ve her kim ilahi kelâm olan Kur'an-ı Kerim'e ve yaşayan-yürüyen-canlı Kur'an-ı Kerim mesabesinde olan Ehl-i Beyt'e sarılırsa kurtulacaktır. Kur'an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt'ten uzaklaşan ise helak olacaktır.
Burada akla şöyle bir soru gelmektedir: Sekaleyn hadisi ile bu iki ağır emanetin "Kur'an ve Ehl-i Beyt" olduğu kesin olarak anlaşılmasına rağmen, bazıları neden "Kur'ân ve Sünnet" diye tutturmaktadır? Bu mezkûr hadis ile çelişmiyor mu?
Aslında hayır. Her ne kadar, sadece bir yerde nakledilen "Kur'an ve Sünnet" rivayeti, Sekaleyn hadisi ile çelişmiyor. Çünkü, Peygamberin Ehl-i Beyti sünnetten ayrı bir şey değildir.
"Size iki ağır emanet bırakıyorum, Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytim!" (Meşhur Sekaleyn Hadisi)
"Size iki ağır emanet bırakıyorum, Allah'ın kitabı ve sünnetim!" (Diğer bir rivayet)
Acaba, Peygamberimizin (s.a.a) farklı vesile ve fırsatlarda bize İKİ EMANET bıraktığını belirtmesi; birinde ikinci emanetin Ehl-i Beyt olduğu, diğerinde de bu ikinci emanetin sünneti olduğunu belirtmesi tesadüf müdür? Elbette ki hayır!
Her işinde ve sözünde bir hikmet olan Yüce Resul (s.a.a) bununla bize şunu anlatmaktadır: Ehl-i Beyt sünnetten farklı değildir. Çünkü, İmam Ali, Hz Fatıma ve çocuklarından oluşan Ehl-i Beyt doğumlarından itibaren Peygamber dizinde yetişmişler ve bir an dahi ondan ayrılmamışlardır. Bu yüzden, Resulullah'ı en iyi tanıyan, gece ve gündüz yanında olup, onu gözlemleyen ve dinleyen, ve yaptığı her işin farkında olan Ehl-i Beytdir. Yani, sünneti en iyi bilen ve yaşayan, ve sünneti vasıtalarıyla öğrenmemiz gereken tek kaynak yine Ehl-i Beyttir.
Evet, Ehl-i Beytin yaşamı ve sözleri Peygamberin sünnetinden farklı değildir. Eğer öyle olsaydı, İKİ EMANET yerine, ÜÇ EMANET denirdi, değil mi?
Üstad Said Nursi (r.a) de, bu gerçeğe binaen, sekaleyn hadisini nakledip şöyle der:
"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.[2]
Evet, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) sünnetini yaşam ve rivayetleri ile muhafaza edip aktaran Ehl-i Beyttir. Ve sünnetin öğrenilmesi gereken pınar Ehl-i Beyt kevseridir. Ancak ne yazık ki, (özellikle ehl-i sünnet adını kullanan) bazı hadis kitaplarında, dönemin bağilerinden dahi rivayetler alındığı halde, Ehl-i Beyt İmamlarından rivayetler alınmamıştır. Bu da ümmeti asıl sünnetten kısmen uzaklaştırmıştır. Peki sünnetin ihyası ve diriltilmesi için çare nedir?
Sekaleyn hadisinde belirtildiği gibi, Ehl-i Beyte temessük edip sarılmakla sünnet-i seniyye diriltilebilir. Bunu yapmak için de, tarihi ve siyasi bazı kişiliklerin dışladığı ve maalesef cahilce takip ettiğimiz bazı yanlışlara son vermek, ve Ehl-i Beytten rivayetlerle dolu olan şii hadis kitaplarından DA faydalanmak gerekir.[3]
Sünni bir alim olan Üstad Said Nursi bunun farkına varmıştır. Yani; Ehl-i Beyt hakkında aşırıcılığa kaçmama ve itidale sahip olma bahanesinin, aslında Ehl-i Beyt'e sarılmama ve rivayetlerinden hiç faydalanmamaya ve dolayısıyla SEKALEYN'den uzaklaşıp helâke sebebiyet vereceğini fark etmiş, ettirmiştir. Ve Üstad Said Nursi, tarihi-siyasi kişilerin yanlışlarını tekrar etmemiş, aksine mensubu ve zamanındaki öncüsü olduğu Ehl-i Sünnet dünyasını SEKALEYN'in ikincisi olan Ehl-i Beyt'in rivayetleri ile (ki sünnetin aslı bunlardır) buluşturmaya çalışmıştır. Bunun için, bir başlangıç olarak, şii hadis kitaplarında nakledilen dualardan bazılarını ehl-i sünnet dünyasına tanıştırmıştır. Mücir Duası, Münciye Duası, Cevşen-i Kebir, Celcelutiye ve Ercüze duaları gibi, Sünnilerin (özelde Nur Talebelerinin) de vird-ü zebanı olmuş bu terennümler şii hadis kitaplarından alınmıştır.
Ümidimiz odur ki, farkında olan ulema ve geleceğin ulema adayları gençler, Said Nursi'nin açtığı bu yolu devam ettirirler. Hem SEKALEYN'in ikincisi olan EHL-İ BEYT'e (ki sünnetin asıl menbaı-kaynağı ve muhafızı onlardır) temessük edip sarılabilmemizde bize öncülük ederler; hem de İslam dünyasını şii-sünni birbirlerinin kaynaklarından faydalanarak, SEKALEYN'de buluşturur vahdet-ittihad ederler.
Evet, zaman vahdet zamanıdır. Ve vahdet için, SEKALEYN pınarından kısmen içmiş bu iki büyük mezhep (sünni-şii) ve ehl-i tasavvuf mensupları, birbirlerinden faydalanmalıdır.
Ey Türkiyeli şii kardeşler! Hata bulmak amacıyla değil; faydalanmak amacı ile bir sünni alimin (özelde son asır müceddidlerinin) kitabını okudunuz mu? Said Nursi'nin
Risalesini? Seyyid Kutub'un Fi Zilal'ini? Değil mi ki, İran İslam İnkılabı lideri,
İmam Ali Hamaney'in kendisi Fi Zilal'i ve Seyyid Kutub'un diğer eserlerini Arapçadan Farsçaya tercüme etmiştir ki İslami İran ve Afgan halkı bu sünni alimin tefsiri ve diğer kitaplarından da faydalansın? İmam Seyyid Ali Hamaney'i örnek alma zamanı gelmedi mi?
Ve ey Türkiyeli sünni kardeşler! Hata bulmak amacıyla değil; faydalanmak amacı ile bir şii alimin (özelde son asır müceddidlerinin) kitabını okudunuz mu? İmam Humeyni'nin
Kırk Hadis Şerhini, Ali Şeriati'nin
Hacc'ını, ve geçen asrın Gazalisi olan
Murtaza Mutahhari'nin kitaplarını okudunuz mu? Şia kaynaklı dualardan faydalanan Said Nursi'yi örnek alma zamanı gelmedi mi?
Ey sünni ve ey şii kardeş! Bu kitapları okumadıysak, SEKALEYN'den eksiksiz olarak faydalanmış olur muyuz? Mezhepçi ve taifeci olduğumuz ve İslam'ı bir ekole sınırladığımız halde; Havz-ı Kevser'de Resul-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'i (a.s) ile buluşmayı arzulayabilir miyiz? HEYHAT!
---
[1] Müslim (Arapça) 7/122, (Tercüme) 10/252; Hakim 3/109, 149, 533; Müsned-i Ahmed 3/14; Tirmizi (Arapça) 5/620, (Tercüme) 6/313-316; İbn-i Kesir 13/7099-7101. (Konu hakkında ilmi bir araştırma için
AŞURA KÜLTÜRÜ adlı kitabın mukaddimesine bakabilirsiniz.)
[2] Risale-i Nur, Lem'alar, Dördüncü Lem'a.
[3] Ancak, şii hadis kitaplarındaki (mesela; Tuhef'ul Ukul, Nehc'ül Fesahe, Bihar vs.) ehl-i beytin hadis rivayetlerinden faydalanırken, o hadisleri derleyip kitaplaştıran ravilerin masum olmadığını göz önünde bulundurmak gerekir. Tıpkı sünni hadis kitaplarının derleyen kişiler gibi, rivayetler sahih mi, değil mi şeklinde değerlendirirken onlar da hatâ etmiş olabilirler. Biz sünni ve şii hadis kitaplarındaki hadisleri Kur'an-ı Kerim ve akıl terazisinde tartmalıyız, ayrıca o zamanın ve zeminin ve her bir hadisin muhataplarının kimler olduğunun farkında olarak hadisleri incelemeliyiz. Eğer, bunları göz önünde bulundurmazsak, Sünniliğin sapık kolu olan Vahabi ve Selefilikten ve Şiiliğin sapık kolu olan Ahbarilikten (özetle akılsızlığın sonucundan) kendimizi kurtaramayız.