Alternatifim Cafe

Giuseppe Verdi

Discussion started on Yabancı Sanatçılar -Gruplar

(10 Ekim 1813, İtalya – 27 Ocak 1901, İtalya ) 19. yy. İtalyan Operası Ekolünden gelen en ünlü İtalyan besteci. Tüm dünyada eserleri en çok sahnelenen opera bestecilerinden birisidir.

Hancılık yapan yoksul bir ailenin ikinci çocuğu olarak 10 Ekim 1813'te, Kuzey İtalya’daki La Roncole Köyü’nde, günümüzde müze olarak kullanılan evde doğdu. Kilise orgcusundan ilk müzik derslerini aldı. Geçmişinde hiç müzisyen olmayan ailesi, oğullarının müzik eğitimi için büyük çaba harcadı, ona eski bir piyano aldıkları gibi yakındaki Busetto kasabasına göndererek oradaki sanatsal ortamdan yararlanmasını da sağladılar. Busetto’da aile dostu bir tüccar olan Antonio Barezzi’nin evinde kalarak Latince ve müzik dersleri alan Verdi, İtalya’da Busetto’lu Kuğu olarak da bilinir. Milano Konservatuvarı’na girmek isteyen Verdi, piyano tekniği zayıf olduğu için konservatuvar sınavlarını kazanamadı; ancak La Scala Tiyatrosu’nun şefi Vincente Lavigna’dan 2 yıl boyunca özel ders alma fırsatı buldu. Masraflarını Barezzi’nin karşıladığı bu özel dersler sayesinde opera müziği hakkında bilgisini arttırdı.

Verdi, Busetto’ya döndüğünde şehir orkestrasının şefliğini yürütmeye başladı; Barezzi’nin kızı ile evlendi, ard arda bir kızı, bir oğlu oldu. 1838’de ilk bestesi yayınlandı, orkestra şefliği görevinden ayrılarak Milano’ya yerleşti; Avrupa’nın önde gelen müzik editörlerinden Giovanni Ricordi, eserlerinin telif haklarını satın aldı ve bu iş ilişkisi ölümüne kadar sürdü. 1838’de yazdığı Oberto adlı ilk operası Milano'da dönemin ünlü sanatçıları tarafından başarıyla sergilendi. Aynı yıl iki çocuğunu ve karısını 2 ay gibi kısa bir sürede hastalıklar nedeniyle ardı ardına yitiren Verdi; yaptığı bir sözleşme gereği bir komik opera bestelemek zorunda olduğundan ilk komik operası Bir günlük Kral’ı yazdı. Bu eser, La Scala’da başarısız olunca yaşadığı ruhsal bunalım üzerine Busetto’dan ayrılarak Milano’ya yerleşti ve artık beste yapmamaya karar verdi. İtalyan besteci ve liberetto yazarı Temistocle Solera’nın yazdığı liberetto’yu okuyunca fikrini değiştirdi. Yahudiler’in Babil’den sürgün edilmelerini konu alan Nabucco adlı eseri bestelemeyi 1841’de tamamladı. Nabucco, Verdi’ye ilk büyük başarısını getirdi.

Nabucco operasının La Scala’da sahnelendiği 1842 yılında Abigaille rolündeki soprano Giuseppina Strepponi ile tanışan Verdi, 55 yıl süren yeni bir birlikteliğe başladı. Ancak 1859’da evlenebildiği Giuseppina ile geçirdiği yılları onun en verimli dönemi oldu. Evlilikleri, eşinin 1897’de ölümüne kadar sürdü.

Nabucco’dan sonra peşpeşe Lombardi(Lombardlar), Ernani, I due Foscari operalarını yazan Verdi büyük üne kavuştu. Nabucco ve I Lombardi’nin koro bölümleri sokaktaki halkın ve İtalyan vatanseverlerin dilinden düşmüyordu. Ernani operası, ise ona İtalya dışında da ün kazandırdı. Ernani, Victor Hugo’nun Hernani oyunundan operaya aktarılmştı. Opera eserlerinin müzikal yönüne ağırlık veren, dramatik yönünü pek önemsemeyen İtalyan opera geleneğine bir yenilik getirerek, oyunun dramatik yönüne ağırlık verdiği bu eserin başarısı üzerine ardı ardına opera siparişleri almaya başladı. I due Foscari eserinde ise ilk defa karakterleri temsil eden ve duyulduklarında onları hatırlatan temalar kullanmaya başladı.

Bir anlaşmazlık nedeniyle artık operalarını Milano’da sahnelemekten vazgeçince Alzira, Atilla, Macbeth diğer İtalyan şehirlerinde; I Masnadieri Londra’da sahnelendi. Konusu Voltaire’in aynı adlı eserinden alınan Alzira operası, Verdi’nin bile hiç sevmediği “gerçekten korkunç” olarak nitelediği tek operası olarak ün yapmıştır. Atilla Operası, Verdi’nin Solera ile yaptığı işbirliğinin son ürünüdür ve çok başarılı bir operadır. Macbeth operasının liberettosunu Shakespeare hayranı olan Verdi düzyazı olarak kendisi yazmış ve şiire dönüştürülmesini Piave’den istemişti. Başrolü bir tenora değil, baritona vermek; kötü karakterli kişileri eserin kahramanı yapmak; eserde tek bir aşk öyküsünü değil, yükselme hırsı, vicdan huzursuzluğu gibi konuları işlemek bu eserde getirdiği yeniliklerdir.

1848’de, Milano’un Avusturyalılar tarafından fethedilmesi üzerine Verdi Il Corsaro(Korsan), La Battaglia di Legnano(Legnano Savaşı), ve Luisa Miller operalarını yazdı. Il Corsaro, bir borcunu ödemek üzere alelacele yazdığı kötü bir eserdi. La Battaglia di Legnano, milliyetçi cümleler ve sahnelerle dolu bir eserdir. Luisa Miller’in konusu Friedrich Schillerin Hile ve Aşk adlı eserinden alınmıştır. İlk defa soyluları değil, halktan insanların canlandırıldığı bu opera eserde orkestra yalnızca esere eşlik eden bir araç olmaktan çıkmış, güçlü bir anlatım aracı haline gelmişti. Bu eser, birkaç yıl sonra bestelenecek La Travaiata ile birlikte Gerçekçilik akımının öncüsü oldu.

1851’de Verdi’nin “en iyi eserim” dediği Rigoletto Venedikl’te, 1853’de, Il Trovatore Roma’da büyük başarı kazandı. Rigoletto, konusunu Victor Hugo’nun Kral Eğleniyor adlı eserinden almıştı. Il Trovatore, konusu karışık ve anlaşılması güç bir operadır. Şarkıcıların doğal ses olanaklarına göre beste yaratmak yerine, onları seslerini geliştirmeye yöneltecek nitelikte bir eserdir. Aynı yıl (1853) en popüler eseri olan La Traviata Venedik’te sahnelendi. İlk sahnelenişi fiyasko ile sonuçlansa da zamanla en sevilen operalardan birisi oldu. Verdi’nin Alexandre Dumas’nın Kamelyalı Kadın romanından esinlenerek yazdığı La Traviata, edebiyata dayalı operanın en tanınmış örneklerindendir; Carmen ile birlikte gerçekçilik okulunun öncülerinden birisidir.

Bu dönemde bestelediği diğer ünlü operaları şunlardır: Les Vêpres siciliennes (I Vespri siciliani, Sicilya’nın Akşam Ayinleri), Aroldo, Simon Boccanegra, ve Un Ballo in Maschera (Maskeli Balo).

Verdi, 1859’da Parma Meclisi’ne Busetto temsilcisi olarak girdi. 1861’de ise İtalyan Parlamentosu’na seçildi. Parlementer olarak yaptığı ilk katkı, İtalya’nın müzikal kurumlarının koordine edilmesi ve devletle olan ilişkilerinin saptanması konusunda önerilerdi. 1865’de parlamentodan çekildi.

1862’de La Forza del Destino (Talihin Kudreti) operasını St. Petersburg’da sahneledi. 5 yıl opera yazmaya ara verdikten sonra, 1867’de Don Carlos operasını yazdı.

Mısır Hidiv’inin siparişi üzerine bestelediği Aida operası Kahire’deki İtalyan Opera binasının açılışında sahnelendi. Aida, Mısır ile Habeşistan arasında yüzyıllar boyunca sürüp giden çatışmalardan İ.Ö. 10.yüzyılda yer alanı sırasında geçen olaylar üzerine kurulmuş bir aşk, baba sevgisi ve vatan sevgisi arasındaki bocalamayı işliyordu. Avrupa premiyeri 1872’de La Scala’da gerçekleşti. O kadar beğenildi ki besteci tam 32 kez sahneye çağrıldı. Eser, Verdi’nin en güzel operası olarak kabul edildi.

15 yıl opera yazmayan Verdi, herkesin besteciliğe veda ettiğini düşündüğü sırada, 1887’de Otello operası ile müzikseverlerin karşısına çıktı. Otello, Verdi’nin ses ve orkestra arasındaki dengeyi bulduğu en olgun eseridir. İtalyan operasınının bir "aryalar dizisi" olmaktan kurtulmasını sağlayan eserdir.

6 yıl sonra, 77 yaşındayken 1893’te ikinci komik operası ve son eseri olan Falsaff’ı besteledi ve büyük başarı kazandı. Eserin ilk gösterimi Roma’da gerçekleşti; Verdi’ye Roma şehrinin onur hemşehrisi unvanı verildi.

Falsaff’ı besteledikten sonra yalnızlığa çekilerek 11 yılını herkesten uzakta geçirdi. 1895’de yaşlı müzisyenler için bir barınak olarak tasarladığı Casa di Riposo’yu inşa ettirmeye başladı; yapı 1899’da tamamlandı. 21 Ocak 1901’da Milano’da hayatını kaybetti. Verdi, vasiyetinde sadece 20 kişinin ve küçük bir askeri birliğin katıldığı sessiz ve müziksiz bir cenaze töreni istemişti. İsteğine uygun bir cenaze töreni yapıldı ancak; bir ay sonra eşi Giuseppina’nın ve kendisinin tabutları Milan’daki bir mezarlıkta bulunan geçici mekanlarından alınarak Casa di Riposo’ya büyük bir törenle nakledildi. İtalyan Kraliyet ailesi üyelerinin, milletvekillerinin, diplomatların da katıldığı bu törende binlerce kişi Nabuco operasındaki ünlü ilahiyi görülmemiş bir koro halinde söyledi.

Eserleri hakkında

Verdi, eserleriyle tiyatroyu geniş halk kitlelerine tanıtmış bir sanatçıydı. Bu başarısının arkasında tiyatronun olanaklarını çok iyi bilmesi ve onun gereksinimlerini karşılayacak tarzda eserler vermesi yatar. Operalarına konu bulmada çok titiz davranmış ve halkın hoşlanacağı türden güncel konuları ele almıştır. La Travaita operasında ilk defa toplum psikolojisiyle ilgili güncel bir konuyu işleyerek opera tarihçilerine göre o güne kadar kimsenin cesaret edemediği bir uygulamanın öncüsü oldu.

Verdi, bir yandan operaya İtalyan halk sanatının ezgilerini getirirken bir yandan da halkın sokaklarda söyleyebileceği yeni ezgiler yarattı. Bu nedenle eserleri hem sahnede, hem de sokaklarda söylenen bir sanatçı oldu ve müziği yeniden halkın hizmetine sunmayı başardı.

   
#1 - Kasım 24 2008, 22:59:13

VERDİ’NİN KENDİ KALEMİNDEN ANILARI

“Nisan başlarında küçük oğlum hastalandı. Doktorların sebebini çözemedikleri bu hastalık zavallı “bambino”mu, çaresiz annesinin kollarından çekti aldı. Talihsizlikler bununla bitmedi.  Birkaç gün sonra da küçük kızım hastalandı ve onun hastalığı da ölümle sonuçlandı. Felaketin arkası kesilmiyordu. Bu kez de hayat arkadaşım menenjite tutuldu ve 18 Haziran 1840 günü evimden bir tabut daha çıktı.

Yapayalnız kalmıştım! Iki aydan kısa bir sürede, en değer verdiğim üç varlık, sonsuza kadar beni terketmişlerdi. Artık bir ailem yoktu ve üstüne üstlük, yapmış olduğum bir anlaşmayı bozmamak için, çektiğim acıları bir kenara bırakıp, bir komik opera yazmak zorundaydım. “Un Giorno di Rengo”, çok başrısız oldu. Bu başarısızlığın sorumluluğu büyük ölçüde müzikteydi; ancak sahnelemenin de yetersizliğinin de payı olduğuna inanıyorum. Peşpere gelen felaketlerin esir aldığı ruhum, artık sanatla da avunmuyordu. Operamın uğradığı başarısızlık beni, artık beste yapmamaya yöneltti… Hatta mühendis Pasetti’ye bir mektup yazıp, Marelli’nin kontratımı iptal etmesi için aracı olmasını istedim. Zaten, “Un Giorno di Rengo” fiyaskosundan sonra, beni arayıp sordukları da yoktu.

Marelli beni çağırttı ve kaprisli bir çocukmuşum gibi davrandı. Bir tek başarısızlık yüzünden, benim, sanatımdan kopmama izin vermezmiş vs. vs… Yine de şöyle eklemeyi ihmal etmedi. “Bak Verdi, sana zorla beste yaptıramam. Sana olan güvenim hiç azalmadı. Kim bilir, belki bir gün yine kalemi eline alacaksın, eğer böyle bir şey olursa, sezon başlamdan iki ay önce bana haber göndermek yeterli. Söz veriyorum, bana getirdiğin opera, o sezon sahnelenecek.”

Ona teşekkür ettim, fakat sözleri kararımı değiştirmedi. Anlaşmamı alıp oradan ayrıldım.

Milano’da, Corsia dé Servi yakınlarında bir eve taşındım. Müziği tamamen aklımdan çıkarmıştım. Fakat bir kış akşamı, Cristoforis galerisinden çıkarken, tiyatroya gitmekte olan Merelli’yle karşılaştım. Lapa lapa kar yağıyordu ve Merelli koluma girerek, La Scala’daki ofisine kadar ona eşlik etmemi rica etti. Yolda bana, sahneye koyması gereken bir operayla başının belada olduğunu söyledi. Operayı yazması için Otto Nicolai ile anlaşmıştı ama, Nicolai, librettoyu beğenmiyordu.

“Solera’nın nefis librettosu” diyordu Merelli. “Kusursuz! Olağanüstü!... Şahane bir dramatizasyon, şairane, sürükleyici! Ama şu inatçı Nicolai yok mu, bir türlü beğenmiyor. Başka bir libretto bulmak için neler vrmezdim ki!...”

“Sana yardımcı olacağım” dedim. “Il Peosticco’yu benim için yazdırmamış mıydın? Ben de bir tek nota yazmamış, istediğini yapman için librettoyu sana bırakmıştım.”

“Tabii, nasıl da unuttum. İyi ki hatırlattın.“ Böyle konuşarak tiyatroya vardık. Merelli, librettonun bir kopyasını aratırken, kendisi başka bir kopya buldu ve bana uzatarak: “Şimdi onu bırak da buna bak. Solera’nın başka bir librettosu! Olağanüstü bir yapıt, al da oku…”

“Allah aşkına ne yapmamı istiyorsun? Şu anda bir libretto okumaya hiç niyetim yok.”

“Okumakla birşey kaybetmezsin. Hele bir oku, sana fikrini sorarım.” dedi ve o zamanlar adet olduğu gibi, büyük harflerle yazılmış kocaman cildi elime tutuşturdu. Cildi koltuğumun altına sıkıştırıp Merelli’den ayrıldım.

Yürüten, anlaşılmaz bir huzursuzluğun içimi kapladığını hissettim. Yüreğim birden derin bir kedere boğuldu. Odama girdiğimde, cildi sinirle masanın üzerine fırlattım ve ne yapacağımı bilmeden bir süre orada dikildim. Masanın üzerine düşen cilt açılmıştı ve nedense gözlerim aşağıdaki dizeye takıldı: “Va Pensiero sull’a li dorate.” (Düşüncelerim yaldızlı kanatlar takıp uçsunlar.)

Sonraki dizeleri sabırsızlıkla okumaya başladım. Her kıta beni daha çok etkiliyordu. Önce bir parça okudum, sonra biraz daha…

Bir daha beste yapmamak için verdiğim karara şimdi sadık kalmak için, kendimi zorluyordum. Sonunda kitabı kapattım ve yattım. Fakat bir türlü uyku tutmuyordu. “NABUCCO” kafamın içinde dönüp duruyordu. Kalktım ve librettoyu bir değil, iki değil, tam üç kez okudum. Gün ağardığında Solare’nin şiirini baştan sona aklıma yazmıştım.

Bütün bunlara rağmen, beste yapmama konusundaki kararımı değiştirmeye hiç niyetim yoktu. Librettoyu geri vermek için, o gün Merelli’ye uğradım.

“Güzel değil mi?” dedi. “Evet çok güzel.” diye yanıtladım. “Öyleyse bestele…”

“Hiç öyle bir niyetim yok.“

“Sana bestele dedim tamam mı?” dedi ve librettoyu aldı, pardösömün ceplerinden birine tepiştirdi, beni omuzlarımdan tutup odasından çıkardı, bununla da kalmayıp, kapıyı suratıma çarptı ve kilitledi.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. “Nabucco” cebimde odama döndüm. Bir gün bir kıta, bazen bir nota, bazen bir ölçü, derken operayı tamamladım…”


#2 - Ocak 28 2009, 02:31:34
« Son Düzenleme: Ocak 28 2009, 04:31:56 Gönderen: Diyez »

Verdi ve 5'li Major Akoru

Hikaye malumdur:Verdi beş yaşında iken,köyünün kilisesinde harmonium sazının aracılığı ile,ilk defa olarak majör beşli akorunu duymuş ve düşüp bayılmıştır.

Musikiye karşı duyarlılığı açık olan bu çocuğu kendinden geçiren majör beşli akoru nedir?Ne olabilir? Sihirli kuvvetinin sırrını nerede aramalı?İşte bir çok soru ki bunlara cevap vermek zordur.Bu nedenle arz edeceğimiz fikirlerin kesin hakikatler arasına sokulabileceğini iddia edemeyiz.Sadece bazı izlenimlerimizden söz ediyoruz.

Verdiyi bayıltacak kadar kuvvetli heyecanın harekete geçiricisi ,kanımızca, bir anda zaman ve mekan duygusunun silinmesi hissidir.Açıklamaya çalışalım.Bilinir ki polyphonie doğa olaylarından biri olan ses titreşimleri ilkelerine dayanır.Yine bilinir ki ses veren herhangi bir cisme dokunulduğu zaman,çıkan ses bir sonsuzluktur. Muazzam bir hareket evrenidir.Zira kulağımızın duyduğu sesle beraber,sonu gelmeyen çoklukla armonik sesler canlanır.Bu armoniklerin bir kısmı,bir gün birtakım duyarlı araçlar aracılığı ile,bulundukları gizli dünyadan bizim dünyamıza kadar çağırılarak,kulağımızın duyabileceği bir ses topluluğu haline getirilebilmiştir.Bu gerçekleştirme uygulaması sonucunda,içimizi hayranlıkla beraber derin bir korku da kaplar.Hayranlığımız,topluluğu oluşturan seslerin arasındaki eşsiz uyumundan doğar;gerçekten armonikler çeşitli registre bölgelere göre birbirlerine kah yakın, kah uzak olarak katılıp duyulma kudretine sahip olurlar.Her birinin arasındaki uzaklığı bir ana aralık kavramına alırsak ÜÇLÜLER evrenini keşfetmiş oluruz.Bu üçlüler bir zincirin halkaları gibi uyumlu bir biçimde dizilir.Bu kusursuzluk insanı derin bir hayranlık içinde bırakır.Fakat bir de bu ses topluluğunun korku yönü vardır: Elde edilen akor, istirahat duygusu veren bir akor değildir.Söz,fikir,hareket,herhangi bir şeyin sonunu ima eden bir unsur olamaz.Son olmadığı gibi başlangıç da olamaz.Çünkü son ve başlangıç aynıdır.

O halde bu akor nedir? Sonsuzluktur.Uzay gibi,zaman gibi,hareket gibi,evren gibi!İşte korkunç tarafı:İnsan beyni hudutsuz şeyi kavrayamaz.Kendine uygun ölçüler içinde gereklidir.Bu nedenle seslerin belli şekillerde dizilip musikiyi yani lisanı doğurabilmeleri için,insanlar tabiatın verdiği armoniklerden sadece iki tanesini ele alıp,istirahat duygusu uyandıran bir şeyin sonu ve başlangıcını ima eden yapay bir akor uydurmuşlardır.Küçükken Verdi’yi bayıltan işte bu akordur. Majör beşli akoru.

Kendinde insanların özlemle aradıkları özellik vardır.İstirahat duygusu verme özelliği.

Bu akoru duyan insan,sanki,evrenin başı sonu olmayan müthiş hareketinden sıyrılıp kurtulmuştur.Kendini emniyetle limanda hisseder.Onda, zaman ve mekan duygusu yok olmuştur.Sonsuz tabiatın gizemli etkisiyle, ona alt bilincinin verdiği korkular, dehşet,bir anda silinip gitmiştir.Yeryüzünde iken kendini cennette hisseder,hayat çölünde Vaha’yı bulmuş olur.

İşte o zaman zevki ve sevinci o kadar büyük olur ki bu heyecana dayanamaz düşüp bayılır!

#3 - Şubat 05 2009, 16:02:51

Giuseppe Verdi

Verdi önce küçük oğlunu yitirdi. Birkaç gün sonra küçük kızı annesinin kollarında öldü. Acılarla

kuşatılan Verdi çocuklarından sonra eşinin ölümü ile yıkıldı. İki ay içinde ailesi yok olmuştu.

 
Öldüğünde Binlerce
Kişi Onu, Bestelerini
Söylerek Toprağa Verdi



Yüz yıl önce aramızdan ayrılan operanın dev adı Francesco Giuseppe Verdi müzik tarihi açısından olduğu denli yaşamı ve savaşımı ile de dikkatleri üzerinde toplayan biriydi.

Verdi bir köy hancısının oğluydu. Ailesinin müzikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Araştırmacılar Verdi’nin soyunda bir müzisyen de bulamadı. Onun yeteneği ailesinden gelen bir kalıt (miras) değil içinde taşıdığı güçtü.

Avrupa’yı savaş bulutlarının kapladığı 1813 yılında doğdu. İtalya, Napolyon istilası ardından Rus-Avusturya saldırısına uğradı. Bu saldırıların birinde Verdi kilisenin gizli sığınağında annesinin kucağında olduğu için sağ kurtuldu. Yedi yaşına basan Verdi kiliseye her gidişte müziğin büyüsüne kapılmaya başladı. Bir gün çalan orgun sesine kapılan Verdi kendisinden su isteyen rahibi duymadı. Üst üste Verdi’ye seslenen rahip sinirlenerek Verdi’yi itti. Düşüp bayılan Verdi eve götürüldü. Uyandığında babasından kendisine bir müzik aleti almasını istedi.

Hancı, oğlunun bu isteğini yerine getirdi. Ona eski bir piyano aldı.

Kilisenin orgçusu ona ders vermeye başladı. Verdi 10 yaşında kilisenin orgçusu oldu. Babasının alışveriş yaptığı tüccar Barazzi Müziksever Derneği’nin başkanıydı. Verdi’yi yanına alarak onun müzik eğitimi almasını sağladı. Milano Konservatuarı sınavına gönderilen Verdi piyano tekniği zayıf olduğu gerekçesi ile  geri çevrildi. Öğrenci olarak kabul edilmediği bu yere ileride onun adının verileceğini kim bilebilirdi ki?

Konservatuara giremeyen Verdi geri dönecekken Barezzi ona bir kez daha destek çıkarak müzisyen Vincente Lavigna’dan özel ders almasını sağladı. İki yıl içinde Verdi opera müziğini tüm yönleriyle tanıma olanağı buldu. Destekçisi Barez zi’nin kızı ile evlenen Verdi’nin iki çocuğu oldu.

Yaşam bir denizdi. Verdi acı ve sevinç dalgaları ile yol aldı.

Verdi önce küçük oğlunu yitirdi. Birkaç gün sonra küçük kızı annesinin kollarında öldü. Acılarla kuşatılan Verdi çocuklarından sonra eşinin ölümü ile yıkıldı. İki ay içinde    ailesi yok olmuştu.

 Bu ortam içinde yazdığı operası da beğenilmedi. Verdi beste yapmamaya karar verdi. Bir dostuna mektup yazarak tiyatro ile olan sözleşmesini iptal ettirmesini istedi. Derin acılar içinde olan Verdi’yi bu ruh ortamından çıkarmak için tiyatro yöneticisi  Merelli sanatsal çalışmalarını sürdürmesini istedi. Verdi sözleşmesini alıp ayrıldı. Merelli gerçek bir dosttu. Verdi’ye kaprisli bir çocuk gibi davranmamasını ve kapısının her zaman açık olduğunu söyledi. Verdi müzikten kopup kenar mahallede bir eve taşındı. Lapa lapa kar yağdığı bir akşam yolda Merelli ile yeniden karşılaştı. Merelli Verdi’nin koluna girerek onu iş yerine götürdü. Bir sıkıntısının olduğunu ve Verdi’nin yardımına gereksinimi olduğunu söyledi. Bir yolunu bulup Verdi’nin kolunun altına sıkıştırdığı Solera’nın öyküsüne bir opera yazmasını istedi.

Verdi eve geldiğinde sinirlenerek bir kenara attığı kitabın  açılan sayfasında yer alan dize gözüne çarptı:

"Düşüncelerim yaldızlı kanatları takıp uçsunlar."

Fırlattığı kitabı eline alıp okumaya başladı. Bir dize derken bir kıta derken bir bölümü ve sonunda kitabı baştan sona okumaktan kendini alamadı.

Bir solukta okuduğu öyküden  beste yapmama kararını bozduracak diye korktu. Kitabı bir kenara koyup yatağa yattı. Ancak bir türlü uyuyamadı. Kalkıp kitabı bir kez daha okudu. Sözcükler beyninde dans ediyor, dizeler tüm benliğini etkiliyordu. Üç kez okuduğu öykü ile sabahın olduğunun farkına bile varmamıştı.

Günün başlamasıyla bu öyküyü geri götürüp kurtulmak istedi. Merelli’nin yanına gitti. Merelli “Güzel değil mi?” diye sordu. Verdi “Evet çok güzel?” diye yanıt verdi. Bu yanıt üzerine Merelli, “Öyleyse bestele” dedi. Verdi’nin “Hiç öyle bir niyetim yok” yanıtı üzerine "Sana bestele dedim tamam mı?” diyerek çıkışan Merelli öyküyü yeniden Verdi’nin kolunun altına sıkıştırıp onu iterek odasından çıkardı, kapıyı kapatarak kitledi. Neye uğradığını şaşıran Verdi elinde öykü ile evine dönüp çalışmaya başladı Babil kralı Nabukadnezar’ın Mısırlılar’a destek çıkan Yahudiler’i Küdüs’ten Babil’e sürgün  etmesini konu edinen öykü o günkü İtalya’nın ve birçok ülkenin karşı karşıya kaldığı durumu anlatıyordu. Operayı tamamlayan Verdi onu yayımlatmak ve sahneletmek istedi. Bu kez yeniden tüm kapılar kapandı. İçindeki istek, güven ve cesaretini yenidenyitirdi. Son bir kez daha girişimde bulundu.

Yapıtı sahnelenecekti. Verdi’nin ilk iki perdede tüm umutları yok oldu. Üçüncü perde "Esirler Korosu" başladığında işçiler yayılan müziğin sesi ile işlerini bıraktı, salon büyük bir sessizliğe gömüldü. Par-ça bittiğinde salon alkıştan yıkılacaktı. Bu bölüm yalnız birçok bölgesi işgal altında olan İtalya’nın değil tüm dünyanın "Özgürlük Marşı" durumuna geldi. Verdi duygularını şöyle dile getirdi:

"Halk en baştan beri en büyük destekçim olmuştur. Başaracağımdan en kuşkulu olduğum anda içimi rahatlatanlar birkaç marangoz olmuştu."

Büyük bir başarıyı yakalayan Verdi müziğe yeniden dönerken oyunda olağanüstü bir çaba harcayan sanatçı Giuseppina’ya âşık oldu. Onyedi yıl süren bu gizli aşkla yaşayan çift 1859’da evlenebildi.

Verdi İtalyan yurtseverlerinin simgesi durumuna geldi. Adı siyasal bir kısaltmanın simgesi haline getirildi: V(ittoria) E(manuelle) R(e) D’I(talia).

 

Verdi’nin halkın sevgilisi durumuna gelmesinden hoşnut olmayanlar da  vardı: İşgalci Avusturya güçleri ve Roma kilisesi. Onlar Verdi’nin halkı ayaklanmaya ittiğini düşünüyorlardı. An cak dünya çapına yayılan adı ve sanatı karşısında onu bir türlü tutuklayamadılar. Bunun yerine Roma kilisesi çeşitli yasaklamalar getirdi. Oyunlarda kimi sözcüklerin kullanılmasını yasakladı. Bu da yetmedi halkın alkışlamasını yasakladı. Bu yasağa uymayarak alkışlayanlar 6 ay, yazana da 5 yıl hapis cezası öngören yasa çıkarıldı. Sansür Kurulu sahnelenmesine izin verdiği yapıtları daha sonra başka gerekçelerle yasakladı.

Verdi İtalyan Birliği’nin ülkeyi tek bir devlet durumuna getirmesinden sonra Temsilciler Meclisi’nde milletvekili oldu. Fakat milletvekilliği uzun sürmedi. Verdi bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirdi:

"Parlamento düşüncesini Kardinaller Koleji’yle; özgür basını Engizisyon’la, Yurttaşlar yasasını Syllabus’la bir türlü bağdaştıramıyorum. Yönetimimizin eski yönetimlerin tümünü gölgede bırakmasından korkuyorum. Umarım zaman herşeyi çözer."

Kendisine Marki unvanı vermek isteyen krala "Müzisyen doğdum, müzisyen kalacağım" diyerek bu unvanı kabul etmedi. Politikaya dayanamayan Verdi yıllar sonra politika için şunları söyledi:

"Sizler, siz kentte oturanlar yoksullar arasındaki sefaletin, büyük, çok büyük olduğunu bilirsiniz. Bu konuda ister yukarıdan, ister aşağıdan birşey yapılmazsa er geç bir felaket gelip çatacaktır.

“Bakın! Ben hükûmet olsaydım, partiymiş, beyazmış, kızılmış ya da karaymış bakmazdım. Tüm kaygım halkın yemesi gereken günlük ekmek olurdu... Ben siyaset konusunda hiçbir şey bilmem, hem en azından şimdiye dek siyaset diye bildiğimiz şeye benim tahamülüm yok."

Kendisini tümüyle bestelerine veren Verdi halkın daha rahat anlayabileceği ve coşkusuna kapılabileceği öyküleri kullanarak operalar besteledi. 1871 yılında Mısır Hidivi İsmail Paşa, Süveyş Kanalı’nın açılışı töreninde sahnelenmek üzere bir opera isteğinde bulundu. Aida operası Kahire’de sahnelendi. Deniz tutması yüzünden Verdi bu açılışa katılamadı.

Operalarında  insan sesine önem veren Verdi, Rigoletto’nun bir bölümünü sahneleneceği güne dek gizli tuttu çünkü besteleri daha sergilenmeden halkın ağzında bir anda çevreye yayılmaktaydı. Bu ezginin  kendisine ait olduğunu kanıtlamak ve eleştirmenlerce ezgiyi çalmakla  suçlanmamak için böyle bir yol izlemek zorunda kaldı.

Geleneksel kalıpları kırarak müzik alanında "ilerici" ilan edilen Wagner ile kıyaslanarak küçümsenen Verdi, halkın coşkusunu artıran yapıtlar vermekle "ucuz, bayağı" çalışmalar yapmakla nitelendirildi.

Oysa Verdi’nin kaynağı halktı. Ona göre sanatçılar gerçeği aramak istemiyorlardı. Anlasalar, geçmiş gelecek, gerçekçi, idealist, dışavurumcu gibi ayrımlar yapmazlardı. Sanatçılar gerçekleri görmeyi ve bulmayı bilmiyorlardı.  Verdi "sanat sanat için yapılır " tartışmasında "sanat toplum için yapılır" tarafında  yer aldı. Yıllar sonra tüm yapıtları dünyanın dört bir yanında çalınan ve alkışlanan Verdi’nin haklılığı ortadaydı.

 

Güzel günler uzun sürmedi. 1897 yılında Verdi, ikinci eşini yitirdi. Yaşamının geri kalan yıllarını ve servetini kendisini yok oluşun  eşiğinden kurtaran eşinin adını ölümsüzleştirmek için çalışmalara adadı. Bugün de hâlâ ayakta duran ve yok olmanın eşiğindeki insanlara kucak açan eşinin adını taşıyan bir yoksullar yurdu yaptırdı.

Yüz yıl önce, 27 Ocak 1901 günü aramızdan ayrıldı. Verdi alçakgönüllü olduğu için cenaze törenin 20 kişilik ve küçük bir askeri birliğin katıldığı törenle yapılmasını istedi.

Ancak yaşamını, sanatını halkına adayan Verdi’yi sevenler son yolculuğuna onbinlerce kişi olarak katıldı. Onbinlerce kişinin oluşturduğu koro dünyanın özgürlük marşı olan  "Esirler Korosu"nu hep bir ağızdan söyleyerek onu toprağa verdi. Halk  ona olan sevgisini, saygısını ve minnet borcunu  böyle dile getirdi.

#4 - Şubat 06 2009, 17:17:12

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.