Alternatifim Cafe

Türk Milliyetçiliği ve Hizmet Milliyetçiliği

Discussion started on Milliyetçilik

_Asİ_

  Son günlerde, özellikle Hrant Dink cinayetinden sonra Başbakan Erdoğan Türk milliyetçilerini kafatasçılıkla, bağnazlıkla, ayırımcıkla, menfilikle ve dışlayıcılıkla suçlamasına rağmen hızını alamıyor.
Literatüre "Hizmet Milliyetçiliği", "Dışlayıcı Milliyetçilik", "Menfi Milliyetçilik", "Din Milliyetçiliği" gibi bir yığın kavram hediye ediyor (!)
Başbakan’ın hediyelerini isteyen kabul edebilir, ama bilinçli bir milliyetçinin böylesi uydurma kavramları kabullenmesi mümkün değildir.
Çünkü sosyoloji diye bir bilim dalı vardır.
Milliyetçilik kavramını bütün dünyada kabul görecek şekilde tanımlamış ve tasnif etmiştir.
Her ne kadar "Bosyal bilimlerde kesin tanımlar olamaz" denilse de, Sosyoloji bir bilim dalıdır, her önüne gelenin uydurup kaydırdığı, mantıktan yoksun tanımlara ve kavramlara da açık değildir.
Mesela hizmet eylemi için "hizmet aşkı" denildiğinde oturuyor, ama hizmet "milliyetçiliği" eğreti duruyor bence.
Başbakan´ın mantığına göre düşünecek olursak; "Hizmetsizlik Milliyetçiliği", "İçleyici Milliyetçilik" "Dinsizlik Milliyetçiliği", "Müspet milliyetçilik" vb. gibi kavramlar da üretilebilinir.
Eğer milliyetçiliği böyle algılamak ve uydurma birtakım kavramların arkasına ekleyerek seslendirmek, siyasi taktik veya ideolojik olarak tarihi Türk milliyetçiliğinin sulandırılmasına yönelikse mesele yok.
Türk milliyetçileri kendi tezlerini savunarak davalarına sahip çıkabilecek fikri güce sahiptirler.
Değilse Başbakan´ın sosyoloji ilminden bihaber olduğunun resmidir.
Çünkü dünyanın bellibaşlı sosyologlarının milliyetçilikle ilgili tespit ettikleri kavramlar; liberal-muhafazakâr milliyetçilik, sosyalist milliyetçilik, yayılmacı milliyetçilik, antiemperyalist milliyetçilik olarak gruplandırılmaktadır.
Bu konuyu Avrupa milletlerindeki milliyetçilik gelişimi ile tarihi Türk milliyetçiliğinin gelişimini mukayese ederek derinleştirmek ve genişletmek mümkündür. O ayrı bir yazı konusu yapılabilir.
Ancak bizi yönettiğini zannedenler bu sığ çekişmeler zemininde bocalarken, derin siyaset ekolünden Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikos’un şu tespitine dikkat çekerek milliyetçiliğin eyleminin, söyleminden makbul olduğunu vurgulamaya çalışalım.
Lillikos diyor ki: "Kıbrıs Rum tarafı, Ortadoğu’da Türkiye’ye karşı bir alternatiftir."
Bu görüşünü hükümetinin Ada etrafında petrol aramak için Mısır, Suriye, Lübnan, İsrail gibi Ortadoğu ülkeleriyle anlaşmalar yapma konusundaki atağından sonra açıklamıştır.
Kendi açısından haklıdır da.
Neden mi?
Türkiye’nin AB kara sevdasına kapılıp bölge ülkeleriyle işbirliğini düşünememe komasına girmiş olmasından doğan boşluğu birilerinin doldurması mukadderdi.
Çünkü "Tabiat boşluk kabul etmez".
Bu boşluğu doldurma görevini şimdilik Kıbrıs Rum kesimi üslenmiştir.
Yorgos Lillikos’un bu sözleri bize Kıbrıs’ı "tek devlet" haline getirmeyi amaçlayan meşhur "Annan planı" Rumlar tarafından da kabul edilmiş olsaydı şimdi neleri konuşuyor ve nelere yanıyor olacağımızı düşündürmektedir.
Eğer Rumlar o tarihi hatayı yapmamış olsalardı, şimdi (federal yapıda da olsa) AB üyesi Kıbrıs Devleti doğacaktı.
Asıl o zaman bizim için Ortadoğu da çok daha çetrefilli ve etkili bir alternatif olacaktı.
Şimdi Türkiye’yi yönettiklerini zannedenlere birkaç sorumuz olacak.
Kuzey Irak’taki tezlerimizin ve mevzilerimizin tamamına yakınını kaybettiniz ve kaybetmeye devam etmektesiniz.
Yanlış, öngörüsüz, korkak, "bekle-gör" ve teslimiyetçi dış politikaların neticesini; "Ne yapalım onlar da Rumlar gibi bir hata yaparlar diye umuyorduk ama ABD Irak stratejisinde hata yapmadı" deyip geçiştirebilecek misiniz?
ABD Dışişleri Bakanı´nın davetlisi olarak bu ülkeye giden TC Dışişleri Bakanı Gül, oradaki temaslarını henüz tamamlamamışken, ev sahibi bakanın yardımcısından gelen;
- Ceza yasanızdaki 301. maddeyi kaldırın.
- Milliyetçilikten vazgeçin.
- Ermenistan’a kapılarınızı açın.
- Kuzey Irak’a girmeyi aklınızdan bile geçirmeyin
diye özetlenebilecek terbiyesizliğini, askerimizin başına çuval geçirildiğinde olduğu gibi "müttefikler arasında böyle şeyler olur" diyerek İçinize sindirebilecek misiniz? Yoksa "piyasalar altüst olur, Borsa düşer" diye sineye mi çekeceksiniz?
Müttefikiniz (!) ABD´ye "PKK, Kerkük-Musul" diyorsunuz.
"Git Kürt yönetimiyle görüş" diyor.
Koskoca Türk Devleti’ni, Akdeniz’deki alternatifi 700.000 nüfuslu Rum yönetimi, Güney sınırı ötesindeki alternatifi de aşiretten bozma Kürt yönetimi durumuna düşürdünüz ya helal olsun (!).
Hizmet milliyetçiliği de buna denir işte.
Bir an düşünelim: Nüfusunun fazlalığı nedeniyle parlamentosunda Rum çoğunluğu, Türk askerinden yoksun, garantörlük anlaşmaları yok edilmiş, üstelik Türk tarafının M. Ali Talat ekibiyle temsil edildiği ve AB ülkelerinin sınırsız desteğiyle donatılmış bir Kıbrıs Devleti!..
Bu ihtimali düşünerek, iktidarın Kıbrıs politikalarını eleştirenlere ise Başbakan Erdoğan’ın cevabı ilginçtir: "Kıbrıs’ı kimseye vermedik. Yerinde duruyor."
Annan planının kabul edilmesi için AB paralarıyla yürütülen "M. Ali Talat kampanyalarına" her türlü destek bu hükümet tarafından verilmişti.
Rauf Denktaş gibi bir milli kahraman "çözümsüzlüğün sebebi" olarak gösterilerek dışlanmış ve seçim kaybettirilmişti.
Bütün bunlardan sonra da Rumların kendi ayaklarına sıktığı kurşundan kendine başarı payı çıkarırcasına "Kıbrıs yerinde duruyor, kimseye satmadık" demenin kimleri tatmin edebileceğini tahmin etmek zor değil.
Bu tutumu "Hizmet milliyetçiliği" ile bile açıklamaya çalışmak abestir.
Bu ancak basiretsizliği ve beceriksizliği örtme pişkinliği olarak yorumlanabilir.
Şükürler olsun ki Kıbrıs Türkleri, başta Rum kesimi ve Yunanistan olmak üzere bütün AB ülkelerinin gerçek niyetlerini görerek, kendileri için gereken asli bilince, yani yeniden Türk milliyetçiliğine dönmeyi tercih etmişlerdir.
Son yapılan anketlere göre halkın % 65´i Ada´da iki devlet istiyor.
Geri kalanların % 20’si kararsız veya fikirsiz, federasyon isteyenler ise sadece % 15´tir.
En önemlisi ve en anlamlısı da en çok güvendikleri kurum’un % 95´lik oranla Türk ordusu olmasıdır.
Hal bu ki; 2004 yılında yapılan referandum sonuçlarına göre Kıbrıs Türklerinin % 65’i Rumlarla birlikte yaşamayı istemişlerdi.
Demek ki hesap döndü.
Rauf Denktaş ve O’nun politikalarını destekleyenlerin haklı olduğu ortaya çıktı.
Bu gelişmelerden sonra yapılacak işler bellidir.
1974 Barış Harekâtı´ndan sonra "tabii olarak doğmuş" olan KKTC´nin tanınmasının sağlanması ve iki Türk devleti arasında; savunma, ekonomi, kültür ve kalkınma işbirliklerinin yapılmasıdır.
Tanıtma girişimlerinin nereden başlatılacağı bellidir.
Orta Asya´daki beş Türk Cumhuriyeti´nden başlanmalıdır.
Bu Cumhuriyetlerin, adlarının bile bizi yönetenler tarafından unutulmuş olması ihtimaline karşı hatırlatalım (!)
Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan´dır.
Bu konuda kaybedilecek zaman yoktur.
Öncelikle Kıbrıs’ta hemen yapılacak bir seçimle Kıbrıs ve Türkiye Türklüğünün içine sinebilecek nitelikte bir Cumhurbaşkanı ile milli nitelikli bir hükümetin teşkili KKTC´nin tanınmasının yolunu açabilecektir.
Ama bütün bu stratejik gelişmeleri tez elden ve adım adım yürütebilmek için "hizmet milliyetçiliği" yetmez.
Türk milliyetçisi olmak gerek...
#1 - Temmuz 20 2007, 10:39:12

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.