Biraz uzun ama okumakta yarar var

İSLÂM’DA KADIN HAKLARI
İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhib kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:
"Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." buyurmuştur.
Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda:
"Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’dan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız." buyurmaktadır.
Başka bir hadîs-i şerîflerinde de:
"Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." buyurur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:
"Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." buyurmaktadır.
Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.
Muâviye bin Hayde (r.a.) der ki; Rasûlullâh (s.a.v.)’e:
"Ey Allâh’ın Peygamberi, bizim herhangi birimizin hanımının, kocası üzerindeki hakkı nedir?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Yediğin gibi onu da yedirmek, giydiğin gibi onu da giydirmek ve yüzüne vurmamak, onu kötülememek, bir de darılıp ayrı yatmaya mecbûr kaldığında onu, ancak ev içinde yapmaktır." Başka bir hadîs-i şerîflerinde:
"Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" buyurmuşlardır.
Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir:
"Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur."
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda:
"Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:
"Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." (58) buyurulur.
Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır. Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir.
Dînimizde Kadın-Erkek Eşitliği İslâm Dîni, kadın-erkek bütün insanların yaratılışta eşit olduğunu ilan ederek, kadını, insanlık şeref ve haysiyetine, gerçek benliğine ve kişiliğine kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
"Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır."
"Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’inizden korkun!"
Kur’ân-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayırım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve sorumlulukları yüklemektedir. Bununla ilgili olarak âyet-i kerîmede: "Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır." buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:
"Şüphe yok ki, kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir." buyurur.
Diğer bir hadîs-i şerîfte:
"Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler." buyurulur.
*
Hz. Ömer (r.a.) bir gün Medîne-i Münevvere’de Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in minberine çıkıp cemâate hutbe îrâd etmiş, hutbesinde müslümânlara, evlenirken mehri azaltmalarını söylemişti. Kadın cemâatten uzun boylu bir hanım çıkıp:
"Ey Ömer, bunu söylemeğe hakkın yoktur!"
demiş ve Kur’ân-ı Kerîm’den en-Nisâ sûresinin 20. ve 21. âyet-i kerîmelerini delîl göstermişti. Bunun üzerine Halîfe:
"Allâh Allâh! Kadın, Ömer’le mübâhase etmiş ve onu susturmuş!.." diyerek sözünü geri almıştı.
Yine Hz. Ömer (r.a.), halîfeliği esnasında kadınlarla istişârede bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz. Ömer (r.a.), kızı Hz. Hafsa (r.anha)’ya, kadınların kocalarından ne kadar süre ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının O’na verdiği cevaba uygun olarak, bu süreyi dört ay olarak belirlemiştir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Hz. Aişe (r.anhâ) hakkında:
"Dîninizin yarısını bu Hümeyrâ’dan öğreniniz!" buyurması da dikkat çekicidir.
Bu örneklerden; kadın için aklî ve dînî yönden herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Eğer böyle olsaydı, aklî yönden eksik olan bir varlığın, herhangi bir dînî sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Oysa kadın ve erkek her müslümanın, Allâh’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak hususunda aynı derecede mükellef oldukları, âyet-i kerîmelerde açıkça belirtilmektedir.
*
Dînî sorumluluk bakımından da erkekle kadın arasında eşitlik vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Mü’min olduğu halde, erkek ve kadından kim bir takım sâlih amellerde bulunursa, işte bu gibiler cennete girerler ve zerre kadar zulmedilmezler."
âyetiyle inanıp da iyi işler işleyen herkesin, erkek olsun kadın olsun, aynı şekilde mükâfâta kavuşacakları ve kendilerine en küçük bir haksızlığın yapılmayacağı belirtilmektedir.
Başka bir âyet-i kerîmede de:
"Erkek ve kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfâtlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.." buyurulur.
Bu âyet-i kerîmede yüce Allâh, kadın-erkek ayırımı yapmadan, inanıp sâlih amel işleyenlere güzel bir hayat yaşatacağını müjdelemektedir.
İslâm dînine göre kadın ve erkek, birbirlerinin hak yoldaki yardımcısı ve destekleyicisidirler. Birbirlerini Allah yolunda ilerlemeye teşvik ederek, yaratılışlarının amacı olan dünyâ ve âhıret mutluluğunu kazanmaya çalışırlar. Kur’ân-ı Kerîm de:
"Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Rasûlü’ne itâat ederler. İşte bunları, Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir." buyurarak kadını hakîkî mânâda insan olma mertebesine ulaştırmıştır.
Cezâ ve Mükâfâtta Eşitlik Kadın, suçlu olduğu takdîrde erkek gibi cezâ görür. Kötülük yaparsa günâh, iyilik yaparsa sevâb alır. Cennet veyâ cehennemlik olmakta da erkekle aynıdır. Mâide Sûresi’ndeki şu âyet-i kerîme bu konuya açıklık kazandırmaktadır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıkarına karşılık bir cezâ ve Allâh’dan bir ibret olmak üzere ellerini kesin!. Allâh izzet ve hikmet sahibidir."
İslâmiyet, kadına mânevî sahâda erkekle eşit haklar verdiği gibi dünyevî hükümlerde de gereken hak ve eşitliği sağlamıştır.
Kadın-erkek eşitliğinde, Dünyâ’ya âid cezâlarda fark yoktur. Kadına karşı işlenen suçlar, ister kadının şahsına, ister malına, ister şerefine olsun, erkeğe karşı işlenen şuçlar gibi cezâ gerektirir. Hattâ bu husûsda kadının lehine bazı durumlar bile vardır. Meselâ, bir erkek bir kadına fuhuş isnâd eder ve bu iddiâsını isbât edemezse, iftira cezasına çarptırılır. Ayrıca ömrünün sonuna kadar da şâhidliği kabûl edilmez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: "Namuslu kadınlara zinâ isnâdında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şâhid getiremeyenlere seksener sopa vurun! Ve artık onların şâhidliğini hiçbir zaman kabul etmeyin.. (Artık) onlar tamamen günahkârdırlar." buyurulur. Yine yüce dînimize göre, müslüman olduktan sonra başka dîne dönen mürted kimse tevbe etmezse, ölüme mahkûm edilir. Hanefî mezhebine göre, mürted kadın ise öldürülmez, tevbe etmesi amacıyla hapsedilir.
Kız Erkek Ayırımı Yok İslâm Dîni’ne göre, çocuklar arasında kız ve erkek ayırımı yapmak, birini diğerinden üstün tutmak, câiz değildir. Çünkü kız evlâdı da, erkek evlâdı da insana veren Allâh’dır. Kulun burada hiçbir rolü yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Kimi dilerse, ona kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkekler lutfeder. Yahut (çocukları) erkekler-dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse, onu kısır bırakır. Muhakkak ki, O âlimdir, herşeyi bilir. Kâdirdir, herşeye gücü yeter." buyurulur. Hiç bir müslüman, çocuğunun erkek olmasıyla övünemeyeceği gibi, kız olmasıyla da yerinemez. Çünkü önemli olan, çocuğun "kız veya erkek" olması değil, "hayırlı bir evlâd" olmasıdır.
İslâmiyyet’ten önce Arabistan’da yaygın olan kız çocuklarını diri diri gömme âdeti, İslâmiyyet’le tamamen ortadan kaldırılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, kız evlâdının öldürülmesini şiddetle yasaklamıştır:
"Evlâdlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin; onları da, sizi de biz rızıklandırırız! Muhakkak ki onları öldürmek, büyük bir suçtur."
Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin dehşeti tasvir edilirken şöyle buyurulur:
"... diri diri gömülen kızın hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..."
Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîflerinde:
"Çocuklarınız size Allâh (c.c.)’ın bir hîbesi (hediyyesi) dir; dilediğine kız, dilediğine erkek verir." buyurmuşlardır.
O halde Allâh (c.c.) ’ın bu bağışına karşı çok şükretmeli ve O’nun emâneti olan çocuklarımızı en güzel bir şekilde terbiye etmelidir.
İslâm Dîni, ana-babaların çocuklar arasında kız-erkek ayırımı yapmadan eşit muâmelede bulunmalarını emreder.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:
"Kimin kızı doğar da, onu gömmez, horlamaz, oğlan çocuğunu ona tercih etmezse, Allâh o kimseyi, bu kızı sebebiyle cennetine kor." buyurur.
Ebû Hüreyre (r.a.)’ın haber verdiği bir hadîs-i şerîfde:
"İçinde kız çocukları olan eve, hergün gökten on iki rahmet iner. Ve meleklerin o evi ziyâreti hiç kesilmez. Her gece-gündüz anne ve babalarına bir senelik ibâdet sevâbı yazarlar." buyurulur.
Hz. Enes (r.a.) ’ın rivâyet ettiğine göre:
"Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında otururken, oğlunun biri gelir. Adam çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adam onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz;
"Aralarında eşit davranmıyor musun?" diye adamı uyarır."
Çocuklara eşit davranmaya çok önem veren Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım."
buyurarak, erkek çocuklarını kız çocukarından üstün tutan ve kızları hor gören zihniyeti tamâmen yıkmıştır.
Fizyolojik ve Psikolojik Farklılık Cenâb-ı Hakk, erkek ve kadına farklı husûsiyetler ve meziyetler vermiş ve onların toplum içindeki mevkîlerini de farklı kılmıştır. Haklar ve mes’ûliyetler, bu farklı husûsiyetlere göre tanzîm edilmiştir. Erkek ve kadın, aynı zamanda birbirlerinden farklı, güzel kabiliyetlerle de donatılmıştır.
Allâh Teâlâ, erkeğe; güç, kuvvet, metânet, mihnet ve meşakkatlere tahammül, tedbir, temkin ve sebat, hâdiseler karşısında dayanma ve direnme, sevinç ve hüzünde muvâzene ve îtidâl, savaş gücü, irâdî ve aklî üstünlük gibi özellikler vermiştir.
Hanımlara ise; duygu derinliği, incelik, şefkat, merhamet, hayâ, fedâkârlık, çocuk bakımı ve neslin muhâfazası gibi meziyetler ihsân etmiştir. Onlar, bünye olarak nârin olduklarından hayâtın çeşitli safhalarında birtakım süprizlerle karşılaştıklarında bazen bedenî ve rûhî zaaflara düşerler. Zîrâ hisleri, fevkalâde kuvvetlidir. Merhamet duyguları yüksektir.
Görülüyor ki erkek; kadından daha kuvvetli, zorluklara daha dayanıklı, hâdiseler karşısında daha soğukkanlıdır. Hareketlerinin neticelerini daha iyi düşünür. Kadın ise, fıtraten zaîf, hılkaten nahîftir. His yönünden çok zengin, şefkat yönünden de engin bir deryâ gibidir. Mutlaka bir erkeğin himâye ve desteğine muhtaçdır. Erkeğin kadına göre üstün tarafları olduğu gibi, kadının da erkeğe göre üstün tarafları bulunmaktadır. Her biri ancak bu farklı yaratılışının îcâbını yapabilir.
Çocuğun çeşitli ihtiyaçları karşısında annedeki değişken duyguları ve imkanları erkekte bulamazsınız. Erkekdeki, tabiatın dâimî sert tezâhürlerine ve hayatın sayısız güçlüklerine karşı koyacak bir yaratılış husûsiyetini de kadında bulamazsınız. Bunun için İslâm Dîni, âile müessesesinde, kadınla erkek arasında kendi maddî ve mânevî kabiliyetlerine göre vazîfe taksîmi yapmıştır. Her cinse görebileceği işi vermiş; kadına, yapamıyacağı işi teklif etmemiş, taşıyamıyacağı mes’ûliyyeti de yüklememiştir.
Kadının Tahsîl Hakkı İslâm Dîni, ilme büyük önem verir. Nitekim onun ilk emri; "oku!.." şeklindedir. Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?." buyurulur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:
"Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz!"
"İlim Çin’de de olsa arayınız!"
"İlim öğrenmek, kadın ve erkek her müslümana farzdır." buyurmuşlardır. Kadın da erkek gibi, Allâh’ın emirlerini öğrenip yapmak, yasaklarını da belleyip kaçınmakla mükelleftir.
Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Ey îmân edenler, kendinizi ve âilenizi cehennem ateşinden koruyunuz." buyurulur.
Bu âyet-i kerîmeyi Hz. Ali (r.a.):
"Çocuklarınızı terbiye edin, onlara ilim öğretin.." tarzında tefsir etmiştir.
Kadının âile ocağındaki en başta gelen vazifesi, çocuklarını yetiştirip güzel terbiye etmesidir. Ayrıca, zaman, mekân ve imkân yönünden de buna müsâid olmasıyla kadın, en mükemmel bir terbiyecidir. Bu itibarla kadınlarımızın, ilim, ahlâk ve irfân sahibi olmaları şarttır. Çocuğa küçük yaşta iken kazandırılan güzel alışkanlıkların önemi, herkesçe mâlumdur. Atalarımız bu gerçeği sözü ile dile getirmişlerdir. İlim, ahlâk ve fazilet sahibi kadınlar, kocaları tarafından daha da çok sevilirler. Ve hüsn-i kabul görürler.
Ancak, kadınlarımıza bu üstün faziletleri kazandıracak müesseselerin, İslâm’dan hiç taviz vermeden; doğuştan Allâh tarafından kızlarımıza bahşedilmiş şefkat, hayâ ve iffet ... gibi üstün hasletleri muhâfaza etmesi ve daha yüksek bir seviyede geliştirmesi gerekmektedir. Zîrâ ahlâk, hayâ ve iffet, kadına kadın olma özelliğini kazandıran yüce meziyetlerdir.
Bu meziyetlerin yanısıra onlara, ev muhtevâsına uygun bilgi ve kâbiliyetleri kazandırmak zarûrîdir. Bu husûsda onları yaradılış istikâmetine yönlendirecek şu nasîhat ne kadar mânâlıdır:
"Kızım, hayat süprizlerle doludur. Ne gibi şartlarla karşılaşacağın belli değildir. Dikişi, nakışı, yemek yapmayı, ev düzenini îtinâlı öğren! Meslek ve mâhâret kola takılmış bir altın bileziktir. Belki Allâh Teâlâ, senin rızkını ilerde bu yoldan verebilir."
Nitekim Asr-ı Seâdet’te de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, kadınların okuma-yazma ve âile hizmetlerine dâir bilgileri öğrenmelerini daima teşvik ve emr ederlerdi. Hz. Ömer (r.a.)’ın yakın akrabasından olan ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in dünyâya teşriflerinde Hz. Âmine vâlidemize ebelik yapan Şifâ Hatun, çok iyi okuma ve yazma bilirlerdi. Daha sonra sahâbiye olma şerefine nâil olan Şifâ Hatun, Hz. Ömer (r.a.)’ın kızı ve Hz Peygamber (s.a.v.)’in zevce-i muhteremesi Hz. Hafsa (r. anha)’ya okuma-yazma öğretmiştir.
Medîne-i Münevvere’de kadınlar toplanıp Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e gelmişler ve:
"Erkekler her zaman yanınıza gelip sizden ilim öğrenirler, bilmediklerine vâkıf olurlar. Biz ise, onlardan fırsat bulup yanınıza gelemiyoruz. Bize kendiliğinizden müstakil bir gün tahsis edin, gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim.."
demişler, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de, onlara bu istekleri üzerine bir gün tahsis etmişti. O gün kadınlara va’z eder, emirler verirdi.
Medîneli müslüman hanımlar, bütün müşkillerini Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den sorup öğrenirlerdi. Bu sebeple Hz. Âişe (r.anha) şöyle demiştir:
"Ensar kadınları, ne iyi kadınlardır, sıkılganlıkları dînlerini öğrenmelerine mânî olmamıştır."
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz devrinde ilme ehemmiyet veren kadınlardan biri de, Hz. Âişe (r. anha) vâlidemizdi. Hz. Âişe (r. anha) vâlidemiz, devamlı ilimle meşgul olur, bilmediği bir şey duyduğu zaman, onu iyice belleyinceye kadar, tekrar tekrar sorar ve iyice anlamaya çalışırdı.
Hz. Âişe vâlidemiz, bilhassa fıkıh ilminde ihtisas kesbetmiş ve daha sonraları en âlim kimseler tarafından bile, kendisine bir hukukçu olarak, kanâatini almak üzere mürâcaat olunmuştur.
Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (r.a.) der ki:
"Rasûlullâh (s.a.v.)’in ashâbı olan bizlere müşkil gelen hiçbir mesele yoktur ki, Hz. Âişe (r. anha)’nın nezdinde ona dâir bir ilim bulunmasın!.."
Hz. Âişe (r. anha)’nın Hz. Peygamber (s.a.v.)’den 2210 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş olması da, O’nun ilimdeki kudretini göstermektedir.
Ayrıca Hz. Fâtımâ (r. anha) vâlidemiz, Hz. Ebûbekir (r. a.)’ın kızı Hz. Esmâ (r. anhâ) ve Ümmi’d-Derdâ (r. anha), fetvâ vermekle şöhret bulmuşlardı.
Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Ey îmân edenler, Allâh’dan korkun ve sâdıklarla berâber olun!.." (102) buyurulmaktadır.
Muhakkak ki insanların, salâh bulmaları ve kurtuluşa ermeleri için sâlih kimselerle berâber olmaları ve onların sohbetlerinden istifâde etmeleri lâzımdır. Hanımların da, sâliha hanımların meclislerinde ve sohbetlerinde bulunmaları gerekir. Yoksa kadın, erkeklere karışıp sokak hayâtına girdiği zaman kadınlık duygularını ve özelliklerini yitirmekten kendini kurtaramaz. Çünkü insan, kiminle oturup kalkarsa, onun hâliyle hâllenir. Bu bir psikoloji kânûnudur. (103)
Bu sebepten genç kızlarımızın mânevî yönden eğitilmelerine daha fazla önem verilmeli, öncelikle rûhî zenginliklerle bezenecek şekilde yetiştirilmeli ve kalb âlemleri zenginleştirilmelidir. Böylece Hz. Hatice (r.anhâ) ve Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidelerimizin gönül ikliminden hisse almış kızlarımız yetişecek ve kalbî hayatlarıyla topluma yön vereceklerdir.