Alternatifim Cafe

Johann Sebastian BACH (1685 - 1750)

Discussion started on Yabancı Sanatçılar -Gruplar

Müzik dünyasında Bach hanedanının fertleri arasında ondördü Jena, Anstadt, Ohrduf, Magdeburg, Mülhausen, Weimar ve Lahm'da org çalarak hayatlarını kazanmışlardı. Onikisi korolarda şarkı söyleyerek, ya da koro şefliği yaparak geçiniyordu. Biri Andstadt'ta Kont Ludwig Gunther'in aylıklı saray müzikçisiydi. Öteki Eisenach'da Saxe Dükünün sarayında müzikçiydi.


Bir başkası Meiningen'de Dükün müzikçisi olmuştu. Dördüncüsü Hohenlohe Kontunun yanında çalışıyordu. Biri de Weimar Dükünün Kilise Koro şefiydi. Bach ailesinin en aşağı on üyesi koro eserleri, prelütler,şarkılar, ilahiler, süitler, fügler ve konçertolar besteleyerek müzik tarihlerinde kendilerinden söz ettirmişlerdi. İkisi ünlü birer obua'cıydı, üçü güzel viyola çalıyordu, ikisi de birer keman ustasıydı. Birkaç nesil boyunca, Almanya'nın bir çok bölgelerindeki ünlü müzikçilerin Bach soyadını taşıdıkları bilinmektedir.


Barok müziği denildiği zaman, hiç kuşkusuz akla ilk gelen isimlerden birisi Johann Sebastian Bach, 21 Mart 1685’de Almanya’nın Eisenach adlı küçük bir kasabasında doğdu ve yaşamının büyük bölümünü, aynı zamanda öldüğü kent de olan Leipzig’de geçirdi. Aile soyundakilerinin tümünün müzik içgüdüsü, sanat sevgisi ve müzik yaratıcılığı hep onda toplanmıştı. 25 yaşına kadar, ailesinin katkılarıyla beraber, kendi ilgi ve çabasıyla sürdürdüğü müzik çalışmalarını, bu yaşından sonra girdiği Lueneburg Michaelis Schule für Musik’te sürdürdü. Burada üstün yeteneğiyle dikkati çekti ve kısa süre sonra bu okuldan ayrılıp Hamburg’a gitti, orada çeşitli orkestralarda org ve harpsichord sanatçısı olarak çalıştı. Aynı yıllarda, saray orkestrasında kemancı olarak da bulundu(1703). Zamanın ünlü klavye ustası Buxtehude’nin öğrencisi oldu(1705).



Daha sonra, saray orkestrası orgçuluğu(1708), saray orkestrası yöneticiliği(1714-1717) yaptı. 1723 yılında Leipzig Thomas Kilisesi’ne kantor ve Leipzig Ünivesitesi Müzik Bölümü Başkanlığına getirildi ve ömrünün sonuna kadar bu görevi sürdürdü. Tüm bu yıllar içinde günde en az 30-35 sayfa müzik yazdığı bilinmektedir. Johann Sebastian Bach, ömrünün sonlarına doğru geçirdiği bir hastalık yüzünden kör olmuş, bu onu tanrıya daha çok bağlamış ve en güzel dini öğeler içeren yapıtlarını ömrünün bu son dönemlerinde vermiştir. Johann Sebastian Bach, birçok şekillerde yüzlerce eser verdi ama bunların bir kısmını kendi yakmış, bir kısmı da kaybolmuştur. Buna rağmen günümüze kadar sayısız eseri ulaşmıştır. Bunların içinde en ünlüsü Brandenburg Konçertoları’dır. J.S. Bach’ın müziğinde inanılmaz bir zeka ve akıl görürüz. Eski dini müziklerden, zamanın popüler armonik müziğine kadar, çoğu zaman bunların senteziyle, hatta kontrpunta çeşitlemeleriyle Bach’ın müziği apayrı bir dünyadır. Barok dönemi izleyen klasik dönemin ortaya çıkmasında hiç kuşkusuz en önemli isim Johann Sebastian Bach’tır. Johann Sebastian Bach, "Müzikte tek gaye Tanrıyı hoşnut etmek olmalıdır. Dinine gerçekten bağlı herhangi bir kimse, çok çalışırsa en az benim kadar başarılı olabilir" demiştir.


Bach, Tanrıya gerçekten bağlanan kimselerin çok çalışmaları gerektiğine de inanmıştı. "İnsan yeryüzündeyken çok çalışmazsa, öbür dünyada Tanrının huzuruna çıkamaz" diye düşünüyordu. Ona göre hayat, uzun ve amansız bir mücadeleden ibaretti. Çok çalışmak, ağır yükü yerden kaldırıp omuzlara yerleştirmek ve Tanrının Kutsal evine bununla beraber gitmek demekti. Hayat, sadece uzun ve çetin bir mücadeleydi.


Bach'ın öğrencilerinden biri, ustanın mezarı başında bir arkadaşına şöyle demişti : "Biliyor musun, bizim ihtiyar o kadar alçak gönüllü idi ki dehasının kıymetinden bile haberi yoktu. Dünyanın onu tanıyıp değerini anlaması için aradan belki de yüzyılların geçmesi gerekecek." Gerçekten de öyle oldu...

#1 - Aralık 26 2006, 21:38:56
Enjoy the silence.


Beğenerek dinlediğim ender isimlerden birisi Bach. Gerçek bir müzik adamı.

Eserleri hakkında bilgi sahibi etmek gerekirse;



brandenburg konçertosu no 1
brandenburg konçertosu no 2
brandenburg konçertosu no 3
brandenburg konçertosu no 4
brandenburg konçertosu no 5
brandenburg konçertosu no 6
bach orkestra süiti no 1
bach orkestra süiti no 2
bach orkestra süiti no 3
bach orkestra süiti no 4

die kunst der fuge
musikalisches opfer

bach keman konçertosu no 1
bach keman konçertosu no 2
bach çift keman konçertosu

das wohltemperierte clavier (iyi düzenlenmiş klavye, the well tempered clavier)
goldberg varyasyonları
toccata und fuge in d moll (re minör toccata ve füg, toccata and fugue in d minor)
ingiliz süitleri
fransız süitleri

bach solo viyolonsel süitleri
bach solo keman için sonat ve partitalar

matthaeus passion (aziz matta pasyonu, st matthew passion)
johannes passion (aziz yuhanna pasyonu, st john passion)
weihnachts oratorium (noel oratoryosu, christmas oratorio)
hohe messe (si minör missa, mass in b minor)

bach kantat no 4 (christ lag in todes banden)
bach kantat no 51 (jauchzet gott in alle landen)
bach kantat no 81 (ich habe genug)
actus tragicus (bach kantat no 106, gottes zeit ist die allerbeste zeit)
bach kantat no 140 (wachet auf ruft uns die stimme)
bach kantat no 147 (herz und mund und tat und leben)
[alıntıdır]


Fazlaca çocuğu olduğunu biliyorum. Zannedersem çoğu da müzik ile uğraşmış zamanında.

Ayrıntılı bilgi için: www.jsbach.org
#2 - Nisan 04 2007, 16:54:30

Şarkılarını çalmak dinlemek kadar güzel olsa.
#3 - Kasım 28 2008, 19:38:22
Eskiden buralar hep hayat, yaşamdı.

JOHANN SEBASTIAN BACH HAKKINDA BİLMEDİKLERİNİZ

YARIŞMADAN KAÇAN FRANSIZ ORGÇU

Bach’ın Weimar’da bulunduğu yıllarda, Louis Marchand adlı bir Fransız orgçu Almanya’da büyük bir ün kazanmıştı. Özellikle teknik becerisi herkesin dilindeydi. Marchand’ın Dresden’e yaptığı gezi sırasında, kentin orkestra yöneticisi, org çalmasını yakından tanıdığı Bach’I Fransız sanatçı ile bir yarışmaya çağırdı. Fikir Bach’ın hoşuna gitmişti. Istenilen gün ve saatte Dresden’e gitti ve rakibini beklemeye başladı. Ama saatlerce süren bekleyiş sonuçsuz kalmıştı. Çünkü Marchand, bir gece önce gizlice şehri terk etmişti.

 

ST. JACOBİ KİLİSESİ’NDE KAYBEDİLEN SINAV

Hamburg St: Jacobi Kilisesi’nin yeni bir orgçu aradığını duyan Bach, hemen başvurdu ve sınava girdi. Sınavı dinleyenlerin arasında bulunan ve kilisenin vaizi olarak çalışan Neumeister de Bach’ın org çalmasından çok etkilenmişti. Ama sınav sonuçları açıklandığında, kiliseye oldukça yüklü bir bağışta bulunan Johann Joachim Heitmann’ın birinci olduğu anlaşıldı. Bu duruma çok kızan Neumann ilk Pazar vaazında öfkesini şöyle dile getiriyordu: “İsa’nın doğumunda beşiği başında çalgı çalan melekler, Hamburg St. Jacobi Kilisesi’ne orgçu olarak girmek isteseler, çaldıkları ilahi müziğe karşın eğer paraları yoksa, sınavı kazanamayacaklardır.”

 

ANNA MAGDALENA

Bach, ilk karısı Maria Barbara’nın ani ölümünün ardından 3 aralık 1723 günü iyi bir şarkıcı olan Anna Magdalena Wilcken ile evlendi. Her zaman çok iyi bir eş ve baba olan besteci ölümüne dek karısı ile mutlu bir yaşam sürdü. Onun klavsen çalmasını geliştirmek için bestelediği küçük parçaları “Anna Magdalena’nın Piyano Kitabı” başlığı altında topladı. Genç kadın da çocuklarına karşı hem iyi bir anne, hem de eşinin büyük bir destekçisi oldu. Son derece düzgün el yazısı ile, Bach’ın pek çok eserini temize çekerek günümüze ulaşmasını sağladı.

 

MÜZİKAL SUNU

Bach, 1747 yılında Ostdam Sarayı’na giderek Kral Büyük Friedrich’i, hem de yanında çalışan oğlu, Carl Philipp Emanuel’i ziyaret etti. Friedrich’in kendisine çaldığı temayı Leipzig’e döndükten sonra geliştirerek “Müzikal Sunu” adı ile Kral’a gönderdi. Bach esere eklediği ithaf yazısında, o zaman asillere karşı kullanılmak zorunda olan cümlelerle şunları yazmıştı: “Majesteleri! Size ithaf etmek cesaretini gösterdiğim bu Müzikal Sunu’nun en önemli parçası, sizin soylu elinizden çıktı. Hatırlayacağınız gibi, Postdam’a ziyaretim sırasında bana çaldığınız soylu temayı, yeterli hazırlığım olmadığı için, istediğiniz gibi geliştirememiştim. Ama o günden sonra bu temayı layık olduğu şekilde işleyip, tüm dünyaya tanıtmayı kendime kutsal bir görev bildim. Böylece herkes, majestelerinin her konuda olduu gibi müzikte de, ne denli eşsiz bir dehaya sahip olduğunu bir kez daha anlayacaktır. En sadık hizmetkarınız olarak bu ithafımı kabul etmeniz dileğiyle.”

 

İYİ DÜZENLENMİŞ KLAVYE

Bach’ın yaşadığı yıllarda bugün kullandığımız modern piyanolar henüz yapılmamıştı.. devrin en gözde klavyeli çalgısı klavsendi. Bach, bugün piyano ile seslendirilen eserlerin tümünü, 17. ve 18. yüzyılda çok sevilen bu çalgı için bestelemişti. Bestecinin klavsen eserleri söz konusu olduğunda ilk akla gelen, hiç kuşkusuz “Das Wohltemperierte Clavier’dir. Türkçeye “İyi Düzenlenmiş Klavye” adı ile çevirebileceğimiz eser, günümüzde bile piyano için bestelenen yapıtların temel taşı olma özelliğini korumaktadır. Bach, klasik müzik kullanılan 12 eserin her biri için bir majör, bir de minör tonda prelüd-fügler yazmış ve böylece her biri 24 prelüd-fügten oluşan iki bölümlü bu dev eser olmuştur. Ilk bölümü 1722, ikinci bölümü ise 1742 yılında tamamlanan bu eseri bestelerken Bach, öncelikle o yıllarda henüz yerleşmeye başlayan ve bugün de kullanılan modern akort sistemini sağlam temellere oturtma düşüncesinden yola çıkmıştı.

 

BACH’IN OĞULLARI

Bach’ın iki evliliğinden 20 çocuğu oldu. Bunların sadece 13 tanesi yaşayabildi. O zamanlar doğum sırasında ve küçük yaşlarda çocuk ölümleri çok fazlaydı. Bach’ın çocuklarının hepsinin müziğe yeteneği vardı. Birlikte müzik yapmaktan büyük zevk alıyorlardı. Bach’ın oğullarından üçü yaşamını besteci olarak sürdürdü ve yaşadığı çağda ünlendi. Bunlar Wilhelm Friedmann (1710-1784), Carl Philipp Emanuel (1714-1788) ve Johann Chiristian Bach’dır (1735-1782). Özellikle Johann Chiristian, yaşamının büyük bölümünü Londra’da geçirmiş ve küçük yaşlarda bu kenti ziyaret eden Mozart’la tanışmıştı. Mozart, “Londralı Bach” olarak ünlenen Johann Chiristian’dan çok etkilenmiş ve ilk senfonilerinden onun eserlerinden esinlenmiştir
#4 - Ocak 28 2009, 04:34:37

Johann Sebastian Bach

Soyları uzun ömürlü ailelerde, bir gün doğa, öyle bir insan yaratır ki, bu insan, hem bütün atalarının özelliklerini kendinde birleştirmiş, hem de o ana kadar dağınık ve tohum halinde kalan yetenekleri kişiliğinde olgunlaştırmış bulunsun. Bach'lar gibi kuşaklar boyunca, kesilmeden süregelen çok kollu bir müzisyenler soyu dünyada ender görülmüş, hayret verici bir olaydır.

Tarihin bize öğrettiğine göre, bu köklü ailenin atası Hans Bach oğlu Weit Bach, Almanya'nın Thüringen bölgesinde bir değirmenci müzisyenmiş. O'nun en büyük tutkusu, değirmeni dönerken gitar çalmak ve şarkı söylemekmiş. Oğlu Hans Bach, hem dokumacı hem de iyi bir müzisyenmiş. O'nun da üç çocuğunun hepsi müzisyen olmuşlar. Bunlardan bir tanesi Anbrosius Bach ve eşi Elizabeth'in yedisi erkek ve ikisi kız olmak üzere dokuz çocuğu olmuştur. İşte bu ailenin son çocuğu olan Johann Sebastian Bach, 21 Mart 1685 günü Almanya'nın Eisennach ilçesinde gözlerini dünyaya açmıştır.

Ünlü Bach, öyle bir aile soyundan geldi ki, tümünün müzik içgüdüsü, sanat sevgisi ve müzik yaratıcılığı hep onda toplanmıştı. Doğduğu güne kadar üç kuşak, yani 200 yıl müzisyen yetiştiren bu ailenin en yeteneklisi, doğduğu zaman küçük, fakat sonra dünyada "Büyük Bach" diye anılacak olan Johann Sebastian Bach'tır.

Gözlerini müzikle açan minicik Bach, daha 5-6 aylıkken org ve piyano arasında emeklemiş, yürümeye başladıktan sonra da ilk işi bir piyanonun önüne oturmak olmuştu. Büyüdükçe babasının öğüt ve etk,ileri kendi çabasıyla durmadan gelişiyordu.

Küçük Bach, çocukluğundan gençlik yaşlarına kadar hep Eisenach ilçesinde yaşadı; doğduğu ev hala müze olarak durmaktadır. İlk yıllarda evinin küçük bahçesinde oynar, başını göklere kaldırarak doğayı seyreder, gökyüzünde dalga dalga yürüyen koyu bulut yığınlarını seyre dalardı. Öykülerle içli dışlı olan bu kent, bölge müzisyenlerinin de bir yurduydu. O'nun körpe ruhuna örneklik edebilecek her şey burada müzikle yoğrulmuştu.

Ataları Weit Bach'tan büyük Bach'a gelinceye kadar ailenin bütün bireyleri hep müzisyen olmuşlardır. Bunlar her sene belli bir günde aile toplantısı yaparlar ve bazen sayıları 120'ye kadar ulaşır. Bu sevinçli günde şarkı ve çalgılarla müzik bayramı yaparlar, içlernden yetişmiş bestecilerin meydana getirdikleri eserler söylenir, çalınır ve notaları bir mahzende saklanırmış.

Küçük Bach'ın saray müzik öğretmeni ve kemancısı olan babası, ona ilk müzik öğretmeni oldu. Fakat annesi 1694'te ve babası da 1695'te ölünce Bach, 10 yaşında öksüz kaldı. Ohrdruf kentinde orgçu olan ağabeyi Christoph'a sığındı ve orgu ondan öğrendi. İlkokulu pekiyi derecede bitiren, üstün müzik yeteneği ve iyi huylarıyla başta okul müdürü olmak üzere, sınıf öğretmenleri ve arkadaşları tarafından çok sevilen iyi kalpli küçük Bach, o şehirde liseye yazıldı.

Müziğe büyük bir istek ve hırsla sarıldı. Hızlı nota yazıyor ve bir usta gibi piyano çalıyordu.

Ağabeyi, her nedense onu bu hızlı ilerlemesini kıskandı ve müzikle fazla uğraşmasını istemedi. Bu yüzden eski ustaların nota albümlerini ondan saklayarak kafesli bir dolabın içine koymuştu. Bach, kitap dolabını örten kafesin aralığından albümleri almayı başarabildi. Bu notaları gece herkes uyurken 6 ay içinde kopya etti. Fakat bunun farkına varan ağabeyi, notaları elinden aldı ama baş döndürücü kuvvetli bir belleği olan Bach, onların yüzde seksenini aklında tutmuştur.

Bach,15 yaşına gelince liseden ayrıldı ve Lüneburg'a gelir gelmez hemen, ender bulunan çok güzel soprano sesiyle bir koroda şarkı söylemeye başladı. Ayrıca burada ünlü bir orgcu G. Boehm'den ders aldı ve kısa zamanda öğretmenini geride bıraktı. Buradaki kilisede yaşından umulyacak bir ustalıkla org çalmaya başladı. Klasik öğrenimi bitince Bach, Weimer'daki bir konserde O'nu dinleyen ve genç besteciyi pek seven Prens Leopold, kendisini saraydaki müzisyenler arasına aldı ve saray orkestrasında başkemancılığa, iyi bir ödenekle atandı.

Orgculuk mesleğine 18 yaşında başlamış bulunuyordu. O şehirde ilk kez okullar arası bir koro yetiştirmek ve yönetmek işi O'na verildi. Çalışkan Bach, bütün görevlerde kendine özgü karakteristik kişiliğiyle her şeye egemen oldu. Böylece yaratıcı dehasına teşkilatçı bir deha da katılmış bulunuyordu. Piyanocuların prensi ve orgcuların kralı olduğunu herkes, hatta düşmanları bile kabul ediyordu. Avrupa'da ünü o kadar çok yayılmıştı ki, Fransa'nın kral orgcusu L. Marchand, Bach'la bir müzik yarışması için Dresden iline geldiyse de, ağır bir yenilgiden korkarak ve kimseye bir şey söylemeksizin, sessizce oradan uzaklaşmıştır.

Bach, sanat gezileri sırasında bir gün Berlin'e de uğramıştı. Bunu duyan Büyük Kral II. Friederich, saraydaki orkestrasında flüt partisini çalarken birden durmuş, yüksek sesle "Büyük Bach geldi" diye ayağa kalkmış ve O'nu gezi elbisesiyle yanına almaktan onur duyduğunu söylemiştir.

1707 yılında henüz 22 yaşındayken, amcasının kızı Maria ile evlendi. Bu ilk eşinden 8, ilk eşi Maria yaşamını yitirdikten sonra, 1721'de evlendiği genç ve güzel sesli müzisyen bir kız olan ikinci eşi Anna Magdelena'dan da 12 olmak üzere toplam 20 çocuğu dünyaya geldi. Yediden yetmişe kadar müzisyen olan Bach ailesi, eskiden olduğu gibi, sık sık biraraya toplanır, kendi aralarında konserler düzenlerlerdi. Bu konserleri Bach yönetirdi.

18. yüzyılın başlangıcına kadar Almanya'da ne din, ne orkestra ve ne de opera müziği alnında adları yüzyılları aşmış ve günümüze kadar gelmiş büyük müzisyenlere tesadüf edilemezdi. Ancak Johann Sebastian Bach ve G.F. Handel iledir ki, Almanya, Avrupa'nın birinci sınıf müzik kültürü olan uluslar arasında yerini almıştır...
#5 - Şubat 05 2009, 15:43:03

Bach'ın Yorumlanması ile ilgili Müzik Adamlarının Görüşleri

Christophe Coin: (Çellist) "Bach müziğindeki dinsel ve hristiyan boyut, müzikle uğraşmadan veya o dönemde nasıl çalındığını bilmeden de çok iyi hissedilebilir. Ayrıca, metinlerin sakson aksanıyla son derece o bölgeye özgün ve renkli söylendiğini hayal etmek de enteresan olabilir. Almanya'da yerli halk son derece sevimlidir. Öte yandan Alman kiliselerinin görünüşü, ışık, dış renkler özel bir atmosfer yaratır, biraz 'cansız'. Orgun sesi çok karanlıktı, aynı yaylılarınki gibi, İtalyanlarınkinden farklı olarak. Ayrıca enstrümanların örneğin nefeslilerin nasıl çalındığını bilmiyoruz. Barok yorumcuları günümüz enstrümanlarının mükemmelliğine kapılmamalıdırlar. Aksi halde söylemek istediklerini bozabilirler: bazı disonanslar metnin önemini belirtmek için bilerek kullanılırlar. Ses paylaşımı konusu da birçok problem ortaya koymaktadır. Hileli seslerin kesinlikle karşısındayım. İdeal alto sesi çocuk sesidir, fakat bu çok nadir bulunan bir özelliktir. Bach çok geniş bir ses paleti ister. Müziği hayatınızı ister ama aynı zamanda bir merhem gibi tedavi edicidir de."

René Jacobs: (Kontr-tenor) "Bach, Hasse'ın Cleofide'sini Dresden'de dinlediğinde bu müziği güzel şarkıcıklar olarak nitelemişti. İfade açısından Bach'ın müziğinin operayla çatıştığı söylenemez ama operanın dünyasından tam anlamıyla uzaktır: şarkıcılar, emprezaryolar. Eğer opera bestelemiş olsaydı Telemann veya Keiser stilinde olurlardı, bu bestecilerinkiler iyi retorik ve melodik fikirler içermelerine karşın, Bach'ın bu fikirleri geliştirmesi açısından daha az başarılıdırlar. Kilise, inancın tiyatrosu olarak kabul edilir ve bu dönemde her şey tiyatroya dayanıyordu. Müzik metnin fikirlerini ifade eder. Dolayısıyla Bach'ın son kantatı olan 'Noel Oratoryosu'a ateşli ve canlı söylenmelidir, Saint-Matthieu Pasyonu'nda da ' Sind Blitze'de koro, insanları ürkütmelidir. Bach'ın döneminde otoriteler Bach'ın pasyonlarını çok operavari buluyorlardı. Bu pasyonlarda korallerin oluşturduğu evangelistin sübjektif resitatifi, halkın şiddetli müdahelesi ve düşünme unsurları arasında bir denge yakalamak gerekir. Leonhardt'ın ve Harnoncourt'un kayıtlarından beri eski enstrümanlarla yapılan kayıtlar çok fazla objektif bir evangelist ortaya koyar. Bütün felaketleri saat 20.00 haberlerini sunduğu gibi sunar. Resitatiflerde ise, akor değişimlerini hissetmek ve tek bir armoniyle yetinmemek gerekir. Günümüzde yorumlama çok kısırlaştı sanki Urtext'in önünde, orjinalin önunde felç olmuş gibi. Mendelssohn gibi uyarlamamak ama tam tersine uç noktalarda da olmalıyız. Bach, müziğinde he rşeyi ifade eder. Önemli olan çalınmasıdır."

Paul McCresh : (Çellist/orkestra şefi) "İki pasyonu da defalarca yönettim. Johannes-Passion için sekiz şarkıcı kullandım: dördü solist, dördü koroda. Bu, Bach'ın yaptığıdır. Bu, şüphe götürmez bir gerçektir. Rikin ve Parrott'un düşünceleri bana gerçek gibi geliyor ama bu fikirler 20 senedir gözardı edilmekte. Müzisyenler, ben de dahil olmak üzere, geleneksel bir koro kullanmak için uzlaşmış gibiler. Tabii ki pragmatik olup mekana da uymalıyız: büyük bir salon koro gerektirir. Ama bu gün yorumlananın ideal Bach olduğunu söylemekten de kaçınmak gerekir. Bach'ın 23 Ağustos 1730'da Leipzig Belediyesi'ne yazdığı meşhur mektup ki Bach sahip olduğu şartlardan bahseder, karıştırmaya müsait bir mektuptur. İlk okunduğunda parti başına dört ses dolayısıyla onaltı kişilik bir koro gerektiği sonucu çıkar. Ama satırlar iyice incelendiklerinde aslında Bach'ın her bir partiye oldukça hakim düzeyde şarkıcılara sahip olmak istediği sonucu çıkar. Saint Matthieu Pasyonu'nu da sekiz solistle gerçekleştirmek gibi bir projem var. Bu, korallere inanılmaz bir enerji veriyor. Aynı zamanda akustik sebeplerden dolayı , üç şarkıcı tek bir soliste göre sadece %25'lik bir güç avantajı sağlıyor. Bugün Fransa'da, İngiltere veya Holllanda'da yapılan büyük parçaların yorumlarının 50'li yıllarda oda orkestraları tarafından yapılanlardan pek farkı yok, eski enstrümanlar ve Almanca'yı düzgün telaffuz eden şarkıcıların dışında. Büyüklük ve görkem saplantısı bir gerçeği gözardı etti: bu besteler oda müziği besteleridir."

Laurence Equilbey: "Bach müziğinde alto sesi için kontr-tenorları seçiyorum. Bu, renk ve tiz armonikler açısından avantaj sağlıyor. Motetlerin yorumu, Schütz'ün mirasıyla ki burada metnin ifadesi homoritme dayanır, daha enstrümantal bir müzikal yazı arasındaki büyüye dayanır. 'Singet dem Herrn ein neues Lied' dolayısıyla saf müziğe yaklaşır. İfadeyi çalışırken geniz sesiyle oynayabiliriz ama bazı gereksiz ses bozulmaları riski yüzünden çok fazla şey de ekleyemeyiz. Esere göre, araştırmaları derinleştirmeliyiz, ancak ağzı kalabalıklık da etmemeliyiz: Din müziği din-dışı müziğe göre daha çok bilgi gerektirir; oysa daha az ima ve kişisellik içermelidir. Bach'ın motetlerini, parti başına bir kişiyle seslendirmek bana gerçekleştirilemez geliyor. Nasıl ses dengesi kurarız? Vokaller söylenirken bağlantıların iyi yapılması gereklidir. Bence parti başına üç veya dört kişi gereklidir."

Sigiswald Kuijken: "Bach'ın zamanında, dini ve din-dışı repertuvar arasında fark bulunmuyordu. Bu fikrin yaratılması bir 19. yy ürünüdür. Bach'ın kantatları köklerini din-dışı İtalyan kantatlarından alır. Zaten Bach, birçok kere de din-dışı bir müziği dini müziğe dönüştürmüştür. Kilise ve tiyatro çoğu kez kaynaşırlar. Örneğin mimaride, pencere açıklıkları, yapıyı bir tiyatro dekoruymuş gibi aydınlatırlar. Ancak oldukça derin bir içeriğe sahip Lutheryen müziğin ayrıca açığa vurulmaya ihtiyacı yoktur. Bach'ın müziği ne kadar fantastikse, yorumcu bir o kadar alçakgönüllü ve gösterişsiz olmalıdır. Kendini besteciyle dinleyici arasına koymamalıdır. Aynı zamanda bir pasyonun sahnelenmesine (opera sahnelenmesi gibi-çeviri notu) de tamamen karşıyım. İsa'yı çarmıhtayken tasvir etmek: ne kötü bir zevk! Buna karşılık şarkıcılar jestlerden de yararlanmalıdırlar. Yıllarca geleneksel bir koro kullandıktan sonra, bu gün artık bir 'solistler topluluğunu' tercih ediyorum. Rifkin'in parti başına bir ses fikri önceleri beni ikna edmemişti ve sonra üç yıl önce Si minör Messe'i bu şekilde denedim: virtüoz yazı çok açık bir netlikle ortaya çıktı. Bach'ın korosunda onaltı şarkıcı istediğine inanmak saflıktır: Motetlerini iki koroyla yorumlayabilmek için koro başına sekiz kişi istiyordu. Emin olmak için bu sayının koro başına oniki olabileceğini varsayabiliriz. Ancak orkestrada ise parti başına bir enstrümandan fazlasını kullanıyorum: üç 1. keman iki tane 2., iki alto, 2 viyolonsel, 1 kontrbas." çok iletişim halindedir, kadın seslerinin yapabileceğinin aksine".

Gustav Leonhardt: “ Dürüst bir müzisyen olarak bildiğim Sigiswald Kuijken'in kararı beni şaşırtıyor. Bach' ın müziği bugün birçok bilinmeyeni de beraberinde getirmesine karşın, efektifler (koro ve orkestradaki kişi sayıları) son derece açıktır. Parti başına 3 sesli bir koro istiyordu. Hatta kendi korosundaki çocukların isimleri ve ses genişlikleri bile bugün bilinmektedir. Tabii ki parti başına Rifkin ve Parrott' un dedikleri gibi tek kişi kullanılarbilir ama Bach kendi partisyonlarında tutti-solist kontrastını açıkça belirtir. Lutheryen din ise hiçbir ifadesel kısıtlama getirmez. Bach' ın müziği en ifadeci müziklerden biridir. Besteci için, dini ve din dışı müzik aynı yaratıcı prensibe dayanmaktadır. Şiddet içeren bir bölüm çocuksu bir şekilde yorumlanamaz. Biz müzik yapıyoruz, gürültü değil. Müziği, texte adapte etmek gerekir. Ancak İsa ve ruh arasındaki diyalog, sizin erotik olduğunu düşündüğünüz bir müziği ortaya çıkarıyorsa, açıkçası ben “erotik” bir şekilde orkestra yönetmenin nasıl yapılacağını bilmiyorum. Dönem ve stil hakkındaki bilgilerimiz, cevapları bulmamızda bizlere yardımcı olmalıdır. Örneğin korallerde, textin karakterini ifade eden armoninin uygun bir ritimde verilmesi yani dinamiklerle oynanması gerekidir. Bach, metni ifadeleyen şarkıcılar istemektedir, seslerini sergileyen değil. Şarkıların büyük bir kısmı için güzel ses esastır ama Bach için değil.”

John Eliot Gardiner: “Bach' ın müziği aynı zamanda tanrısal ve esir edici ya da daha dünyasal olabilmektedir. Bach değişik seviyelerde besteler yapmıştır: beyinsel, matematiksel, ruhani, fantezist, esprili. Bach' ın oldukça katı bir hiciv anlayışı vardır ve eserlerini “göz kırpmalarıyla” doldurmuştur. İşin bu boyutu, Almanlar onun müziğini yönetirken ortadan kaybolmaktadır. Aynı zamanda bazı düetlerinde erotik ögelerde bulunur. Ancak yine de bir kantatta yapabileceğimiz oynamaları, bir operadaki kadar (bu ögeler açısından) abartamazsınız. Teatral olma bahanesiyle müziği deforme etmemek gerekir, ama Bach yönetirken çok monoton olmamaya da dikkat ediyorum. Bu konuda çoğu kez uyarıldım. Bach' ın üm kantatlarını çeşitli kiliselerde çalmak, bu sene yapmayı planladığım üzere, dini bir tutuculuktan dolayı değil; akustik sebepler ve mimari-müzik ilişkilerinden dolayıdır. Bach oldukça teatral (fantezist) bir hayalgücü sezgiler; çelişkisel bir biçimde bu olgu, onun dini eserlerinde, din dışı eserlerine göre daha çok görülür. Bugün onun müziğindeki retorik ve dinsel ögeleri değerlendirmekten çok bunların güzelliklerinin tadına bakıyoruz. Bach temelden inançlı bir kişiydi: müziğin gücünü herşeyin üzerinde görüyordu.”

Philippe Herreweghe: “Bach' ın müziğini yönettiğimden beri yorumlamanın evriminin akıl yürütmeye değil, pratiğe dayandığını düşünüyorum. Bugünkü çalıcılar 30 sene öncekilerden bin kere daha iyi çalıyorlar. Yaylı ve nefesli çalanlar çok daha iyi bir tekniğe sahipler: hem modern, hem eski repertuvarı aynı anda çalabiliyorlar. Bence, Marcel Ponceele, Concertgebaur Amsterdam' ın 1. obuacısı kadar iyi çalmakta. Bu teknik kabiliyet te tabii ki ifadeye yansıyor. Barok devriminin başlarında, müzisyenler, varolana tepki gösteriyorlardı. Mikro-artikülasyonun yeniden keşfi, apoggiatura ve süslemeler önem taşıyordu. O günün kayıtları artık bana eskimiş geliyor. Bugün artikülasyon ve dans esas olarak kalmaya devam ediyorlar ama ben artık başka başka arayışlarla bir cümleye bir kıvılcımla yaklaşıp onu anlamlandırıyorum. Bu, aslında tam olarak legato olmayan bir legatoya benzer. Dolayısıyla burada biraz neoromantizmden etkilenmiş oluyorum. Kendini, 70' lerin başında Gustav Leonhardt' la yapabileceklerimden çok uzak buluyorum şu anda. Belki de bugün artık tarihi (orjinal) Bach' a, 19. yy' dan etkilenmiş olan Almanlar' ın onu müziğine olduğundan daha yakınız.”

Konrad Junghänel: “Bach' ı yorumlamak aynı yine kendisinin de olduğu gibi pragmatik olmayı gerektirir. Biliniyor ki, Leipzig' deki yorumcuları onu tatmin edemiyorlardı ama bu, onun beste yapmasını engellemiyordu. Johannes Pasyonu' nda, klavsenci hastalandığı zaman “continuo” olarak lavta orkestrada yerini alıyordu. Bach, bizim olduğumuzdan daha pratik ve esnek davranıyordu. Kantatlarla ilgili yaptığımız kayıtta (BWV 4, 12, 106, 196, Harmonia Mundi) kendi orkestramın efektifine uygun olan yukarıdaki eserleri seçtim. Dönem stilinin bulunması müzikografik bir aktivite değildir. Besteci' nin asıl fikrini anlamaya yanaşmak gereklidir. Efektif sorunu bana asıl sorun gibi gelmiyor. Ben, parti başına 2 veya 5 şarkıcı kullanmanın, büyük bir ifade farklılığı yaratacağından emin değilim. İfadenin sınırı yoktur: operada olduğu kadar görkemli ve kontrastlı olmalıdır. Alman barok orkestralarının Bach' ı yorumlamaya başlamaları oldukça uzun sürdü Bach hala en büyük Alman bestecisi olarak kabul edilmektedir. O, bir kurumdur.”

Ton Koopman: “Bach' ın pasyonlarının yorumu metne bağlıdır. Johannes pasyonu genelde Matthäus Pasyonu' na göre daha dramatik ve duygu yüklüdür. Öyle yorumlar biliyorum ki bunlar son derece sert yorumlar, yani amaç dışı, özellikle de giriş koroları. 18. yy' ın bir dindarı için, Tanrı' ya bağırarak çıkışmak düşünülemeyecek bir olgudur. Alçak gönüllülük gerekir. İşte bu, opera ve kilise müziği arasındaki farktır. Şiddetin, müzikte varolduğu öne sürülebilir. Ancak obua ve flüt arasındaki disonans ve kromatizmler aynı zamanda acıyı ifade ederler. Bu koro, dramın başlangıcını temsil eder. Eğer tansiyonu baştan çok yüksek tutarsak, sonra ne yapacağız? En küçük fikri, kelimenin altını çizmek 20. yy ‘ n bir davranışıdır, 18. yy' ın değil. Yeni bir şeyler yapmak bahanesiyle, çoğu zaman Bach müziği abartılıyor. Harnoncourt, pasyonları yönettiğinde, ki bu yorumlar sert ve ağır bir üslup taşırlar; amaç yavaş bir tempoyla duygulu bir estetiğe varmaktır. Bu iki davranışta aşırıdır. Eğer bu ikisinin ortasında aracı bir yol bulmaya kalkarsanız, bu seferde metni veya dramı anlamamış olarak kabul edilirsiniz. 18. yy' ın müziğinde duygusallık kadar, entellektüellik ve düşünce de yer tutar. Benim için önemli olan, Bach' ın tatmin olmasıdır.”

Masaaki Suzuki: “Bis adlı firmadan çıkacak olan Bach kantatları (tümü) toplam 60 CD olacak ve 2015' te bitecek, eğer senede 3 veya 4 CD yaparsak. Haftalarca çalışıyoruz ve kayda girmeden önce de konser veriyoruz. Bach, Japonya' da sanıldığından daha çok tanınıyor. Tüm Japon müzisyenler müziğini tanıyorlar. En zor kısımda metin olgusu. Bu müziğin içeriğini anlamak gerekiyor ve de duyguları ifade edebilmek için metni de anlamak gerekiyor. Bu sebeple, sözlerin bulunduğu tüm pasajlar, enstrumantistler sürekli yanıbaşındadır.”

#6 - Şubat 05 2009, 15:55:00

Bach Müziğine Tarihi Bir Bakış

BACH'IN KUTSAL MÜZİĞİNİN YORUMLANMASI

Cennetin Anahtarları

“Bach her şeyi söyler”: Onun müziğinde; ondan önceki, onun yaşadığı ve ondan sonraki çağlara ait herşeyi bulup duyabilirsiniz. Bach'a dönüşün tam tarihini vermek zordur, hatta bu kavramı tanımlamak bile zordur, çünkü bestecinin adı, kendi zamanında müziği çok az basılmış olmasına rağmen, hiçbir zaman tam anlamıyla kaybolmamıştır. Besteci, teorisyen veya teolog, görevi devamlı değişmiş ama ismi hep kalmıştır. 18. yy'ın ikinci yarısında bu kontrpuan ustası zafer kazanmıştır. Onun partisyonları pedagojik bir araç olarak görülmüştür. Bu ilgisizlik ve küçümseme 20. y.y.'a kadar sürer. İyi veya kötü sebeplerden dolayı müzisyenler Bach'ı tanırlar: Beethoven ve Mozart onun müziğini çalar; öte yandan Telemann, Kellner ve Schiller gibi besteciler de onun anısını ayakta tutmaya çalışırlar. Mendelssohn Bach'ın “Matthäus Pasyon”unu, bestelenişinden bir yüzyıl sonra, ilk defa seslendirdiği zaman (Berliner Akademie Salonu'nda) hep söylendiği gibi Bach aslında uzun süredir unutulmuş değildi.

Schumann, Chopin, Liszt, Brahms sonra Busoni, Mahler, Schöenberg, Webern, Stravinsky ve başkaları ne zaman ki onun müziğine danıştılar veya onu çaldılar, hep onun enstrümantal müziğini seçtiler. Vokal müziği, Mendelssohn istisnası dışında, daha az ilgi çekmiştir. Oysa, ölümünden sonra motetleri yorumlanmış, Mozart 1789'da Leipzig'e geçtiğinde bunlarla, büyük zevk ve heyecan duyarak, tanışma şansını bulmuştu. Motetler Bach'ın yayımlanmış ilk dinsel eserleridir: İki bölüm halinde uyarlamaları 1802 ve 1803 yılları arası, Bach'tan sonraki bir dönemde Saint-Thomas Kilisesi kantorluğu yapmış olan Johann Gottfried Schicht (1753-1823) tarafından gerçekleştirilmiştir (metinlerin ve bestelerin yapıları düzenlenmiş, ayrıca tempolar belirlenmiştir). Simrock, Magnificat'ı (BWV 243) yayımlar (1811); Reformun 300. yılı “Ein Fest Burg ist Unser Gott” (BWV 80) adlı kantatın keşfedilmesini sağlar, bu da Breitkopf & Härtel tarafından yayımlanır. 1818'de Nägeli adlı bir editör “Si minör Messe”i yayımlar. Adolf Bernhard Marx ise 1830'da altı kantatı yayımlar (BWV 101-106).

Mendelssohn'un Bach konseri bir keşif olarak algılanmasa da yeniden canlanış olarak algılanabilir. Halk için bu bir şoktur: “Hiç bu kadar ateşli, kuvvetli, ve heyecanlı bir yumuşaklığa sahip korolar duymadım; iki konser oldu ve ikisi de birbirini geçti” diye yazar Fanny Mendelssohn 22 Mart 1829'da. Oniki yıl sonra, 4 Nisan 1841'de, Rameau'lara ayrılan bir Pazar gününde “Matthäus Pasyon”u bu sefer yaratılış yeri olan Saint-Thomas kilisesinde yorumlar Mendelssohn. Fakat bu, aslına uygun bir yorum değildir. Meslektaşına duyduğu saygıya rağmen partisyonu kendi döneminin zevkine göre adapte eder. “Air”lerin üçte ikisi çalınmaz, birçok enstrüman değişimi yapılır, tempo ve ifadeler Mendelssohn tarafından belirlenir. (Christoph Spering, bu versiyonun iyi bir kaydını Opus 111 adlı plak şirketi için yapmıştır.)

Yavaş yavaş süreç hızlanır ve Bach, konser programlarındaki yerini alır. “Si minör Messe” 22 Şubat 1891'de “Société des Concerts du Conservatoire”a ilk girişini yapar. “Matthäus Pasyon”, Schola Cantorum'da Vincent d'Indy tarafından tümüyle seslendirilir (Yüzyılımızın başında).

O günün şahitlerinden bildiğimiz kadarıyla Bach çok fazla sayıda kişiden oluşan orkestra ve korolarla seslendiriliyordu. 28 Mart 1885'de, Bernard Shaw, bestecinin doğumunun 200. yıldönümü sebebiyle Albert Hall'da gerçekleştirilen bir “si minör Messe” yorumu üzerine The Dramatic Review da fikirlerini beyan eder (Ecrits sur la Musique, 1876-1950, Robert Laffort, 1994, s.106). Beşyüz'den fazla şarkıcı... “Dinleyenler bir ara Mr. Goldchmidt'in çalınan bölümü hızlandırması için şiddetli bir arzu hissettiler.” Shaw'a göre dönemin modern orkestrasyonu(orkestra enstrümanları) Bach'ın orkestral müziğinin çok altında olduğu kadar aynı zamanda bu yorumları dinleyenler, Bach'ın kantatlarını şimşek efektleri ve dans “pot-pourri”leri ile dolu bir Paris operası sanabilirlerdi. Shaw, aynı zamanda klarinetlerin yerini “oboe d'amore”lerin, “cornet à piston”ların yerini de eski trompetlerin alması gerektiğini belirtir. Londra'da 15 Mart 1894'te yapılan bir “Matthäus Pasyon” yorumu (Bach Korosu tarafından) sinirlerini iyice attırır: “Tempoyu çekenler; koroyu, her bir notadan diğerine rahatça geçmeleri için cesaretlendiriyorlardı; dinleyici için iç sıkan ve korkunç bir biçimde de diyebiliriz. ( . . . ) Uzadı uzadıya iki ölçü büyük bir emekle çalınırken, sanırdınız ki orda üç ölçü vardı.” (op. cit. s. 985)

Yeniden keşfedilmiş olarak Bach, övgüler karşısında diz çökmek zorunda kalır. O artık bir tanrıdır. “Bugün, eskiden olduğu gibi, Bach tahtta bulunan bir azizdir, bulutların üstünde, ulaşılmaz” diye yazar Wilhelm Furtwängler 1951'de (Musique et Verbe, Hachette, 1979). Şef devam eder: “Kantatlarında, pasyonlarında, konçertolarının ‘adagio'larında, çok sayıda eserinin bir çok yerinde, O, müziğin dilini kendisinden esirgemediği en büyük “sübjektiftir”: Tanrı'nın oğlunun acılarını ruhunda gerçekten yaşamış ve İsa'nın günahlardan arınmasını, en son ve en büyük pasyonu ile gerçekleştirdiği bu anıtsal eseri, sadece bir başka romantik dev eser olan Wagner'in “Tristan”ıyla karşılaştırılabilir. Bir bakıma Bach, en büyük romantik olarak beliriyor.”

Bu görüş 20. yy'da bir ekol yarattıysa da (Mengelberg, Jochum, Karajan), bir başkası, tam olarak zıt, 20'li yıllarda gün ışığına çıkmıştır: “Neue Sachligkeit” (yeni objektifçilik). Bu son akımın en büyük savunucusu olan Klemperer 23 Mayıs 1921'de Bach'ın “1. Brandenburg Konçertosu”nu ve 7 Şubat 1929'da da 6.'sını, dönem enstrümanlarıyla (klavyede kendisi) yorumlatır. 15 Aralık 1942'de, New York Times'da şöyle yazar: “Bugün bana Bach'ın nasıl yorumlanması gerektiği sorulsaydı şöyle cevap verirdim: olabildiğince yalın. En sade yorum her zaman en iyi olandır.” (Ecrits et entretiens. Hachette 1985, s.249). Aynı makalade, “Viyana Flarmoni Orkestrası ve Viyana Küçük Şarkıcıları”nın şefi olarak yorumlattığı bir kantatı hatırlatır (BWV 21) ve şuna değinir: “Erkek çocukların seslerinde, duygu yoğunluğu ve doğuştan sahip olunan saf yeteneğin birleşmesi, Bach'ın müziği ve kişiliğinin atmosferiyle daha çok iletişim halindedir, kadın seslerinin yapabileceğinin aksine". Acaba Klemperer, Leonhardt ve Harnoncourt'un habercisi miydi? "Si minör Messe" ve “Matthäus Pasyon” kayıtları, anıtsal ve değişmez yorumlardır. O halde "modern" Bach şöyle olacaktır: Romantik unsurlarından arınmış, kontrastları ve tansiyonlarından arınmış (1999'da Willem Mengelberg'in “Matthäus Pasyon” yorumunda bu arınmayı bulamayız).

Postromantik ve "objektif" akımların dışında bazen daha yalın dilli ve narin bir Bach'a varan bir üçüncü yol gelişir. Bu akımın en önemli temsilcisi Bach'ın Saint-Thomas kilisesinde uzun zaman sonraki takipçilerinden kantor Carl Strauße'dır(1873-1950). Orjinal manüskriptleri ve dönemin incelemeleriyle yazılarına danışır. 1904'den itibaren 14 müzisyenle "4. Brandenburg Konçertosu”nu seslendirir ve klavsenin yeniden kullanılmasına öncülük eden, 1918'den 1939'a kantorluk yapan, Strauße unutulmuş kantatların (büyük korallerin tersine) su yüzüne çıkıp, bunların pazar günleri dini toplanmalarda yorumlanmalarını sağlar. Artık düşüncelerle beraber, daha pratik ve etkili şeyler de uygulanmaya başlamıştır. 1935'de, erkek ve kadınlara koroda karışık bir şekilde yer veren (200 şarkıcı) bir asırlık geleneğe son vererek, “Matthäus Pasyon”u 50 erkek çocukla seslendirir (Thomanerchor Leipzig). Daha tiz sesler kadınlar tarafından sağlanır ve resitatiflere klavsen veya orgla eşlik edilir. Saint-Thomas kilisesinde önce 1918-1939 yılları arası orgçuluk yapan Günther Ramin (1898-1956) Strauße'nin kaldığı yerden devam eder. Yapılan birçok kayıt bizim bu çalışmalar polifonik berraklık (izafi olarak diğerlerine göre) ve dramatik yoğunluk açısından iyi olarak, ancak vokal yaklaşımlar ve tempo açısından hala temkinli olarak değerlendirmemize yol açarlar. Malesef Ramin koroyu 100 kişiye çıkarır.

2. Dünya Savaşı'ndan sonradır ki, Bach müziği tersine değişimler geçirmeye başlar (dinsel müzik). 1950'li yıllarda çok çeşitli Bach'lar duymaya başlarız: Wilhelm Furtwangler, Herbert von Karajan, Eugen Jochum, Hermann Scherchen, Karl Richter, Günther Ramin, takipçisi Kurt Thomas, Felix Prohaska, Fritz Lehmann, Rudolf Mauersberg, Karl Ristenport ve 1954'den beri Gustav Leonhardt, Nikolaus Harnoncourt.

Kendi döneminin müziğinin ateşli savunucusu Hermann Scherchen (1891-1966) birçok kayıt yapar (2 pasyon, Si minör Messe, kantatlar). Bu kayıtlarda şiddetli sezgi gücü ve bazı iyi seslere rastlamak mümkündür (Teresa Stich-Randall, Maureen Forrester). Ancak, yine bu kayıtlarda inanılmaz derecede ağır tempoları ve insanı şaşkın bırakan vokal solistleri de çekmek zorunda kalırız.

Bu dönemden bazı kayıtlar "barok" devrimine kadar yaşamlarını sürdürmüştür. Karl Ristenport'ın Teresa-Stich-Randall ve Maurice André ile -Accord'-(BWV 51) ayrıca Dietrich Fischer Dieskau ile-Deutsche Grammophon (BWV 56 ve 82) gerçekleştirdiği yorumlar biraz duygusal ancak ifadelidir. Tam tersine, öte yanda bilge ve sert bir yorum dönem uzmanı tarafından yaptırılır: Karl Richter. "Bach Munich Orkestrası ve Korosuyla" bu şef 75 kantat, pasyonlar, "Si minör Messe" (Archive) kaydeder. Oda orkestrası, eski enstrümanların kullanımı (viole de gamba, oboe d'amore, flute a bec): bu kayıtlar zamanlarının referans kaynağı olarak geçerler. Harnoncourt ve Leonhardt'ınkilerden sonra yeniden dinlenen bu kayıtlar, günahlarından arınacakları yere gönderilmişlerdir. Richter'in bakışı genel olarak cesaretsiz bir kuralcılık; yönetimi ve partisyonları okuyuşu ise ilham verici olmaktan çok sert bir uslüp içerir. Yine de bu yorumlardan bazı zamanlar etkileyici bir görkem yayılır. (BWV 4, 80, Actus Tragicus). Birçok yeni barok yorumda bu özelliği bulamayız. (26 CD'lik seri-Archive)

Daha az veya çok gelenekçi bir yaklaşımda, Erhard Mauersberger (1961-1972 arası kantor) (sert), monoton Helmut Rilling "Bach Collegium Frankfurt"la beraber barok dönemden oldukça uzak yorumlar yaptılar. Lozan'da Michel Corboz (Erato), "Staatskapelle Dresden" ile beraber Peter Schreier "modern" enstrümanları yeniden gündeme getirirler: Daha az etkili, adapte edilmiş şarkıcılar, artikülasyonun önemsendiği, metne önem verilen yorumların öne çıktığı görülür.

Eğer 1954 yılında , bir alto için 2 kantatın (BWV 54 ve 170) ayrıca "Si minör Messe" den "Agnus Dei" nin kaydedilmesi için 9 müzisyen Viyana'da toplanmamış olsalardı, bugün herhalde hiçbir şey olmazdı. Kontr-tenor Alfred Deller, aralarında klavsende Gustav Leonhardt (ve orgda), viyolonselde Nikolaus Harnoncourt'un bulunduğu bazı enstrümantistler tarafından eşlik edilmekteydi. Vibratosuz bir ses, ve orkestrada parti başına bir ses: Bir yenilik, devrim, skandal. Devamını hepimiz biliyoruz. 1960'lı yıllarda Concentus Musicus ile Harnoncourt'un ilk kayıtları ("Si minör Messe", "Johannes Pasyon"), sonra Leonhardt'la birlikte paylaştıkları Bach'ın dinsel kantatları. Hemen ardından 1970'lerin patlaması gerçekleşir: Frans Brüggen, John Eliot Gardiner, Philippe Herreweghe, Ton Koopman, Christopher Hogwood, Jordi Savall, Trevor Pinnock, Jean-Claude Malgoire, Andrew Parrott, Reinhard Goebel kendi eski enstrümanlı orkestralarını yaratırlar, dönem yazıları ve incelemelerine dalarlar ve bize Bach'ı duymayı tekrardan öğretirler. Monolit kırılır, Tanrı insanlaşır, geçişli olmayan geçilebilir hale gelir.

"Barokçular"ın getirdiklerini anlamak için bazı müzikal ve tarihi anahtarlara sahip olmak gerekir. Luther'in çıkış noktası, temel olarak bir sadeleştirmeyi (vulgarisation), deyim yerindeyse "metinlerin"- hedef alır. Latince yerini almancaya bırakır. Roma şanının yerini koral ve almanca ruhsal şarkı alır. Basit ritmik değerlerden ve akılda kolay kalan bir melodiden oluşan koral, çoğu zaman 8 heceli bir metinde 8 zamana denk gelecek şekilde tane tane söylenir. Büyük bir topluluk bunu ünison söyler. Böylece Luther, temel teşkil eden bir repertuvar oluşturur. “De rurofundis" adlı psaume (şiir) "Aus tiefer Not schrei ich zu Dir" ve Veni Creator Spiritus ise "Kommi Gott Schöpfer,heiliger Geist" diye çevrilir. Böylece koral, bir toplumun dağılmışlıktan kutulmasının şarkısı olur. Bunlar Bach'ın org müziğini (aynısı üzerine bazen birçok besteler) ve dinsel müziğini besler.

Koroların dışında, dinsel müziğin diğer 3 öğesi şunlardır: recitative, arioso, air. Bunların düzenlenişini anlamak için bazı anahtar sözcükler yeterlidir. Duygular, hareketler veya durumlar müzikal figürler aracılığıyla tercüme veya ifade edilir. Füg yazısı bir eşliği, (insanın İsa'ya yaptığı eşlik), mükemmel kadans inancın belirtilmesini, 7'li diminüe merhameti, kromatizm veya azaltılmış aralıklar (veya disonanslar) dramatizmi, oktav atlamaları görkemi, çıkıcı gam göğe çıkışı, tekrar edilen notalar ise titremeyi ifade eder. Sopranonun sesi ruhun sesi, tenorun sesi yazarın (evangelist), bas sesi ise İsa'yı ifade eder. Aynı şekilde “flute a bec” (ilk okulda kullandıklarımızın atası) ölümle ilişkilendirilir; obua pastoral atmosferleri; korno ise doğayı anlatır. Franko-flaman retoriğinin kalıntıları olan sayıların sembolikliğinden bahsedersek: 3 sayısı “üçleme gününü” (trinity), gökyüzünü; 4, yeryüzünü; 7, dünyayı (yaratılışın 7 günü); 12, evreni veya havarileri. İkili veya üçlü ölçü grupları, ölçü sayısı, kelimelerin tekrarları olabildikleri kadar semboldürler. Bach ismini ise 14'e bağlayabiliriz (B harfi 2, A ise alfabenin 1 numaralı harfleridirler; böylece diğer harflere karşılık gelen sayıları da toplayınca 14 sayısına ulaşırız).Bunun üzerine 14 notalı bir tema geliştirilir. Bu sembollerden beri nümeroloji, Bach'ın en ufak bestesinde dahi anlamlar aramaya devam etmektedir. (Kees van Hoten ve Marinus Kasberger-Bach ve Sayı, Mardaga 1992).

Dolayısıyla günümüz yorumcuları, Bach'ın dini müziğiyle yüzleşirken tarihsel olgulardan haberdar olmalıdırlar: Özellikleri, konuşma dili (retoriği), dinsel ortam (ana ayinin içine, ki bu 4 saat sürer, kantat vaaazdan sonra girer- Paul Mc Creesh, “Epiphany Mass” yorumu- Archive), politik ortam (30 yıl savaşlarıyla beraber inanç, Alman toplumunun birleştirici ögesi olmuştur). Ama bunlar, bir yorumun orijinal (otantik) olmasına yetmez. Birçok gerçek halen su yüzüne çıkarılamamıştır (örneğin yıllardır, Ton Koopman ile Joshua Rifkin&Andrew Parrott arasındaki tartışma çözümlenememiştir: Koroda parti başına kaç kişinin yer alacağı sorunu) ve orkestrada da parti başına bir mi, üç mü solistin bulunacağı sorunu da halen tartışılmaktadır. Ayrıca bazı enstrümanların kimliği (corno de tirarsi) ve diyapozon da tartışma konusudur. Birçok şef yorum farklılıklarına (halen var olan) kaynak olmaktadırlar. Bach artık daha iyi tanınsa da, henüz bütün sırlarını ortaya dökmemiştir.

#7 - Şubat 05 2009, 15:55:41

Bach Yaşasaydı Ne Derdi?

Müzik ‘mail - list’lerinde epey konuşuldu Anjelika Akbar’ın "Bach A L’Orientale" başlıklı deneyi. Bu deneyi bahane edip diğer ‘özgün’ deneylere de değindik, en çok da Bach’a...
     
     BEETHOVEN’ın keman konçertosunun yazılışından ancak kırk yıl sonra dağara girmesinin nedeni olarak yapıtın 1806 yılındaki ilk seslendirilişi gösterilir. Kemancı Franz Clement, dönemin moda virtüozite gösterileri doğrultusunda iki bölüm arasında kendi bestelerinden birini çalgısını kemençe gibi tutarak çalar ama gösteri bittiğinde kimsede konçertoya devam edecek güç kalmaz. Bu olaydan yüz yetmiş yıl kadar sonra buna benzer bir şaklabanlık gösterisine daha tanık oluruz. Piyanistin biri kalkıp Beethoven’ın tüm piyano sonatlarını art arda çalacağını söyleyerek bir rekor denemesine girişir. Kurallar elbette anımsamıyorum ama sözgelimi her sonattan sonra on beş dakikalık mola, üç sonatın ardından yarım saatlik uyku - yemek - türünden şeyler. Rekor başarılır. Otuz iki sonatın tümü peşpeşe çalınarak kültürel dayanıklılık testi yerine getirilir. En basit mantıkla piyano çalmanın yalnızca tuşlara basıp ses çıkarmak olmadığı düşünüldüğünde bu seslendirmenin niteliği, özellikle son sonatların nasıl çalındığına ilişkin ipuçlarını bulmak için kafa patlatmaya gerek yok.


     Seslendirmelerin otantikliği ya da bestecinin nasıl bir seslendirme istediği konusunda yürütülen savlar en çok güldüklerim arasındadır. Mozart yaşasaydı caz yapardı, Bach yaşasaydı pop dinlerdi, Beethoven yaşasaydı Türk müziğine bayılırdı türünden şeylerden söz ediyorum. "Deneysel Müzik" ya da "Deneyler Çağı", Batı Sanat Müziği’nin 20. yy.’ı için kullanılan tanımlardan birkaçı. Adı üstünde müzikte kimi deneyler yapılmış. John Lewis’in Bach prelüd ve fugları elektro gitar ve basla yorumlaması da bir deneydir, Cage’in piyanistin çalgının başında hiçbir şey yapmadan dört dakika otuz üç saniye oturduğu 4’33’ü de. Bir müzik yazarı "Mozart’ın günümüzde gerçekleştirilen tüm seslendirmelerini düzenleme (arrangement) olarak değerlendirmeliyiz," diyor. Akustik ortam, orkestra üyelerinin sayısı, dönem çalgılarının fiziksel özellikleri vs. gibi nedenlerle. Hemencecik bir kenara atılabilecek bir sav değil kuşkusuz. Bach’ın kantatlarının döneminde otuz kişilik bir grup için yazıldığı ve bu yapıtların günümüzde iki yüz kişilik orkestra ve koro tarafından seslendirildiğini düşünmeniz yeterli. "Yaşasaydı..." söylemlerinin altında yatan şeyler ise farklı. Yapılan işi haklı çıkarmaya çalışmak, belki hafif utanma, kimi otoritelerden destek almaya çalışma... Yıllar önce şarkıcı Emrah ile yapılan bir söyleşide gazeteci kendisine Mozart’ı duyup duymadığını sormuş, Emrah ise duymadığını ama Mozart eğer konser verirse mutlaka gideceğini söylemişti. Bu olay epey gündemde kaldı. Gazeteci dahil tüm entelektüel çevreler birikimli burunlarını uzunca bir süre kıvırdı, bestecinin adını doğru dürüst okuyamayan, "Türk Marşı"ndan başka bir şeyini bilmeyen onca insan ne denli kültürlü olduklarını düşünüp şükretti.


     Basında herhangi bir tartışmaya tanık olmadım ama duyduğum kadarıyla müzik mail - listlerinde epey konuşulmuş Anjelika Akbar’ın "Bach A L’Orientale" başlıklı deneyi. Çalışmanın en ünlü dansözümüzle anılmasının nedeni ise çekilen klipte oynaması. Ezanı koral yapan David Fanfare’den beri bu tip deneyleri hızlıca izliyor ya da dinliyor ve geçiyorum. Palmer, Lewis ya da Brubeck tarzı şeylerle karşılaşmadığım için olsa gerek. Ancak piyanistin bir sözü ilgimi çekti: "Dünyada Bach ile yapılmamış deney kalmadı". Herhangi bir gerekçeye sığınma yok bu sözlerde. "Yaşasaydı darbuka ritmine bayılırdı," tarzından geyikler de... Gerçekten öyle. Bach her kılığa büründü ya da büründürüldü. Glenn Gould’un çoğu müziksevere göre ırzına geçtiği "Goldberg Varyasyonları" yine bir çoğuna göre en müthiş Bach seslendirmesiydi. Darmadağın olmuş bir doku, ne oluyoruz dedirten tuşeler, üstüne üstlük çalarken caz piyanistleri gibi mırıldanmalar. 1991 yılındaki Mozart çılgınlığında bir Mozart çikolatası yedim. Yediğim en iğrenç şeydi. Bestecinin savunmasızlığını ve ölümünden 200 yıl sonra kendisini anma adına yapılan sektörel bir boyutu en iğrenç boyutuyla yaşadım; damağıma yapışan ucuz kakao ve bulamaç halindeki yağla. Birkaç hafta sonra önüme gelen "aynı marka" liköre ne yaptığımı sormayın artık. Sevdiğimiz bir yapıtın alışılmış deyişle "ne hale getirildiği"ni ya da yine çok sevdiğimiz bir besteciye "yapılan haksızlığı" sıkça düşünürüz, elimizde değil. Bach prelüdlerinin nasıl seslendirilmesi gerektiği konusunda on ayrı öneri duyabilirsiniz, art arda dinlediğiniz yorumların her biri için de farklı ortamlarda aynı tadı alabilirsiniz. Romantikler bu soruna bir çözüm olması açısından mıdır yoksa katıksız bencillikleri ve küstahlıklarından mıdır yapıtlarının altına her türlü şeyi yapıştırmışlar. Metronom sayısından, parmak numarasına değin. Nüanslar yetmemiş edebiyat parçalamışlar. Doğulu Bach’ı duyduğunuzda -dinlemeniz gerekmiyor- vereceğiniz tepkiler belli; olmaz, olabilir, şirin, rezalet, arabesk, postmodern, cesur, dahiyane, küstah... Ama az önceki sözleri anımsayın: "Dünyada Bach ile yapılmamış deney kalmadı". Akbar, darbukayı Bach’ın müziğine soktuğunda itiraz var ama Bach caz olduğunda sorun yok. Caz bir entelektüel müziği ama darbuka dendiği zaman akla gelenler belli. Müziği sevme ölçütleri değişkendir ve bu ölçütlerdeki etkenler kimi zaman kolay kabul edemeyeceğimiz şeyler olabilir. "Sizi EEG tarzı öyle bir alete bağlıyoruz ki yapılan testler sonucu hangi müziği sevip sevmediğiniz beyninizin vereceği dalgalar sayesinde kesin bir şekilde anlaşılacak," önerisiyle karşılaşan kaç entelektüel hiç duraksamadan "evet" diyebilir merak ediyorum. Espiri yapmıyorum bu bir projeydi ama testleri yapma girişimlerimiz sonuçsuz kaldı çünkü beyindeki hareketleri görebilmek için deneklere belli ölçüde radyoaktivite verilmesi gerekiyordu. Değilse ilk denek olmam konusunda çalışma grubu içinde anlaşmıştık. Merak ettiğim şey basitti; gerçekten Berio beni etkiliyor mu yoksa kültürel birikim ve entelektüel kimlik gibi etkenlerle bu müziğin beni etkilemesi için ayrıca çaba harcıyor muyum?
     Darbukalı Bach üzerine yapılan tartışmalar kesinlikle çok doğal. Müzikteki kimi deneylere ülkemizde de rastlıyoruz artık. Sorun bunları onaylayıp onaylamamak değil. Başına saç ektirdiği söylenen ilahiyatçı profesör milletvekili TV yıldızı mehdi adayı megalomanla onun bu hareketini yorumlamakta gecikmeyen otel pornocusu reyting yıldızı dekan ve aynı üniversiteden başka bir öğretim üyesi ve bir İslamcı yazarın (ne demekse!) bu konuda gazeteye verdikleri demeçlerdeki sığlık, aymazlık, terbiyesizlik ve en önemlisi gereksizlik bu ülkede yaşamanın bizlere çoğu zaman yaşattığı yorgunluğun basit bir özeti. Bu nedenle müziği tartışmak içerdiği rafinelik açısından çok daha değerli. Görüşler elbette farklı olacak. Bunun Bach olmadığını söyleyen de haklı bence, yapılan işi deney olarak değerlendirip beğendiğini söyleyen de. Ben de beğenmeyenlerden yanayım ama dediğim gibi albümü bir küstahlık ya da Bach’a yapılan bir terbiyesizlik olarak da algılamıyorum. Ne amaçla yapıldığı benim için çok önemli değil, nasıl yapıldığı önemli. "Keith Jarret’ın yaptığı caz değil," demiştim bir zamanlar ve karşımdaki dostum "Peki caz ne?" diye sormuştu. Yanıt veremedim. Mantıklı bir soru elbette Jarret’ı ya da müziğini neyle ve kiminle karşılaştırarak bunu söylüyordum ki; Scott Joplin ile mi, Jelly Roll Morton ile mi, Duke Ellington ile? O zaman aynı şeyi arayı fazla açmadan örnekleyerek Bach polifonisi ve Mozart heterofonisi arasında yapmak gerekmez mi?

     Her neyse bütün bunlar boş, anlamsız. Yazıyı Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinden birinin açıklamasıyla bitiriyorum:

     "Sağlıklı olan her koyun kesilebilir hatta kopya koyun da kesilebilir".

#8 - Şubat 05 2009, 16:00:27

Johann Sebastian Bach, yaşamı boyunca, bitirdiği
her notanın altına “Soli Deo Gloria” (Zafer yalnızca
Tanrı’nındır) tümcesini yazardı. Müzikteki tek
amaç “Tanrı’yı hoşnut etmek olmalıdır” derdi.



Johann Sebastian Bach, 21 Mart 1685’te Eisenach’da doğdu. Bach Ailesi, kuşaklardan buyana geleneksel olarak müzikle uğraşıyordu. Babası Johann Ambrosius da yaylı, klavyeli ve üflemeli çalgıları aynı derecede başarılı çalardı. Eisenach kentinin orgcusu ve saray trompetçisiydi. Küçük Sebastian, müzik eğitimine, babasından keman dersleri alarak başladı. Dokuz yaşındayken annesini kaybetti. Babası yeniden evlendi ama o da 1695 yılı Şubat ayında ölünce, Johann Sebastian, kardeşi Johann Jacob ile birlikte, Ohrdruf’da St. Michaels Kilisesi’nde orgcu olarak görev yapan ağabeyleri Johann Chistoph’un yanına gönderildiler.

Johann Christoph çok yetenekli bir müzisyen olmasına karşın mesleğinde ilerlemeyi pek düşünmüyordu. Oysa, o dönemde çevrenin en ünlü adı, en iyi org çalan Johann Pachelbel’in öğrencisiydi. Ama bu ilişki küçük Sebastian için çok yararlı oldu. İlk resmi org derslerini Pachelbel’den aldı.

1700 yılı başlarında aileye bir bebek daha katıldı. Zaten küçük olan evleri hepsini barındırmaya yeterli olmamaya başladı.  Johann Sebastian’ın kendine başka bir yol çizmesi gerekiyordu. Henüz 15 yaşındaki Sebastian, 15 Mart 1700’de, sınıf arkadaşı Georg Edelmann ile birlikte Lüneburg’a gitti.

Johann Sebastian’ın yaşamındaki iki gelişme, onun org sevgisini daha da artırdı: Babasının kuzeni olan Johann Christoph Bach, iyi bir organist ve aynı zamanda çok yetenekli bir org yapımcısıydı. Küçük Sebastian onun yanından hiç ayrılmazdı. Çalgının yapımında, montajında ya da onarımında, herşeyi en ince ayrıntısına değin izleyebiliyordu. O yaşlarda belki bunu oyun olarak görüyor ve zevk alıyordu ama yine de bir org yapımındaki tüm aşamaları görüp öğrenmişti.

Lüneburg’daki eğitimi sürerken okulun orgu bozuldu. Onarımı için  J. B. Held adında çok yetenekli biri çağırıldı. Orgun onarımı süresince Sebastian, Held’in yanından hiç ayrılmadı. Böylece Eisenach’da öğrendiklerini pekiştirmiş oldu. Yaşı henüz onaltı olmasına karşın iyi bir org onarımcısı olmuştu.

Lüneburg’dan sonra Sebastian’ı Weimar’da görüyoruz. Burada Saksonya-Weimar Dükü Johann Ernst’in küçük oda orkestrasında kemancı olarak görev aldı. Ne var ki burası aslında Bach için yalnızca bir ara duraktı. Çünkü onun gözü yakında Arnstadt’ta Yeni Kilise’de (Neue Kirche) yapımı tamamlanacak olan orgdaydı.

 

Orgun yapımı bittiğinde Arnstadt kent meclisi orgun denenmesi için Bach’ı çağırdı ve 1703 yılının Ağustos ayında da onu kilisenin orgcusu konumuna getirdi. Bu gelişmeler onsekiz yaşındaki bir müzisyen için olağanüstüydü.

Arnstadt’a geldikten sonraki gelişmeleri yazımızın başında aktarmıştık. Mühlhausen’de yeni bir pozisyon bulan Sebastian, Arnstadt’daki görevinden istifa ederek ayrıldı.

30 Mayıs 1707’de Mühlhausen’in dörtte birini yok eden bir yangın oldu. Bu felaket kuşkusuz Mühlhausen’de büyük bir ekonomik çöküntü yarattı. Öteki taraftan Bach’ın ünü, büyük organ virtüözü olarak günden güne artıyordu. Weimar Dükü Wilhelm Ernst’in davetini kabul ederek Mühlhausen’den ayrıldı.

Weimar’a gelişi, hem kariyerinde hem de gelirinde büyük bir yükselişin başlangıcı oldu. Yirmiüç yaşındaki Johann Sebastian Bach için parlak bir dönem başlıyordu. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olan bölgeyi Wilhelm Ernst ve Ernst August adlı iki dük birlikte yönetiyordu. Zamanın en kültürlü soylularından sayılan ve saray müziğine çok önem veren dük Wilhelm Ernst (1662-1728) Bach’ı orgçu ve orkestra kemancısı olarak sarayına aldı. Orkestrada en başta yalnızca kemancı olarak çalışmasına karşın 1714 yılında şef konumuna yükseldi.

Bach, 17 Ekim 1707’de evlendiği Maria Barbara ile birlikte Weimar’da, her bakımdan başarılı, doyumlu, dopdolu bir dönem geçiriyordu. Bir olay da onun gerçek bir müzisyen ve org virtüözü olduğunu kanıtlamasına yardımcı oldu:

Fransız Orgcusu Louis Marchand, dünyada kendinden daha iyi org çalabilecek birinin olabileceğini düşünemiyordu bile. Versailles Sarayı’nda gördüğü itibar ve sevgi, ünlü orgcunun başını döndürmüştü. Konser için Almanya’ya geldiğinde de kraliyet ailesi, konserini dinledikten sonra onu armağan yağmuruna tutmuşlardı.

Halk arasında da onun Bach’dan daha başarılı olduğu söylentileri dolaşmaya başlamıştı. Bach sevenler için ise bu olanaksızdı; Bach’tan üstün kimse olamazdı. Sonunda dostları Bach’a baskı yaparak Marchand’ı müzik düellosuna davet etmek üzere bir mektup yazdırdılar. Marchand da bu daveti çok nazik bir biçimde kabul etti. Düello sonucunu, ünlü müzikçilerden kurulu bir jüri belirleyecekti.

 

Düello günü Bach, Dresden’de yarışmanın yapılacağı salona geldiğinde Marchand’ın çoktan Fransa’ya doğru yola çıktığını öğrendi. Daha önce Bach’ın çalışını izleyip çok etkilenen Marchand, yarışmada hiç görünmemeyi yeğlemiş, yarışmadan kısa bir süre önce ülkeyi terk etmişti.

Bach’ın Weimar’daki görevi oldukça dramatik biçimde sona erdi.

Bach, her ne kadar Wilhelm Ernst tarafından işe alındıysa da Ernst August’a da sempati duyardı. Wilhelm Ernst, Bach’ın öteki düke müzikal hizmet vermesini yasaklamıştı. Bach bu emre inatla boyun eğmedi ve 1716 yılında yaşlı orkestra şefi Johann Samuel Drese’nin ölümüyle boşalan görevi üstlendi. Bu arada Ernst August, Köthen Dükü Leopold von Anhalt’ın kız kardeşiyle evlenmiş ve düğün müziğini de Bach bestelemişti.

 

Bach, Köthen Dükü Leopold’den resmen iş teklifi aldı. Ona orkestra şefliği önerilmişti. Bach bu görevi kabul etti ama, kendi izni olmadan görevden ayrılmasına çok kızan Wilhelm Ernst onun gitmesine izin vermedi. Bach’ın gitmekte ısrar etmesi üzerine onu tutuklattı ve bir ay hapsetti. Bach’ın hapsedilmesi, müzik tarihinde eşine ender rastlanan bir olay oldu.

Bach, Köthen’deki orkestra şefliği görevine 1717 Aralık ayında başlayabildi. Yeni patronu Prens Leopold, yirmiüç yaşında müzik tutkunu bir delikanlıydı. En büyük isteği, muhteşem bir orkestra kurmaktı. Kendisi de keman, viola, klavyeli çalgıları çok iyi çalardı ve bir orkestra elemanı gibi konserlere katılmak da en büyük hobisiydi. Göreve başladıktan sonra ülkesinin toplam gelirinin dörtte birini bu işe ayırarak Berlin’deki ünlü virtüözleri orkestrasına kattı. Son olarak da Bach ile “Kappelmeister” yani orkestra şefi olarak anlaştı.

Leopold’ün sarayında Bach için yeni bir mutluluk dönemi başlamıştı. Prensle birlikte yolculuklara çıkıyor ve Avrupa’nın tanınmış, soylu kişileriyle tanışıyordu.

Leopold, yaz aylarında ünlü kaplıca kenti Carlsbad’a tatile giderken orkestrasını da yanında götürürdü. Zenginlerin ve para sıkıntısı olmayan soyluların gösteriş alanıydı bu kaplıcalar. Prens Leopold da özel orkestrasını getirerek çevreye iyi caka satıyordu doğrusu... Bach’ın da yeteneği sayesinde orkestra da iyi puan toplamıştı.

Yine bir gece, Carlsbad’ın göz alıcı konser salonunda, içlerinde Bach’ın da bulunduğu beş kişilik müzik grubu, kendi evlerinde çalarmışcasına tatlı bir müzik söyleşisi içine girmişlerdi. Prens Leopold de kemanıyla orkestradaki yerini almıştı. Dinleyenler arasında Brandenburg Prensi Christian Ludwig de vardı. Prensin kendine ait bir orkestrası vardı ve konçerto toplamaya meraklıydı. Bach’ın bestelerine hayran kaldığını ve kendisi için de bir konçerto yazıp göndermesini istedi.

 

Bach, Köthen’e döner dönmez, sonraları “Brandenburg Konçertoları” olarak ünlenecek olan beste çalışmalarına başladı. İki yıl sonra tamamlayabildiği yapıtını, genç prensin 24 Mart 1721 tarihindeki doğum günü için, nazikçe yazılmış bir mektupla birlikte Brandenburg’a yolladı.

Oysa Christian Ludwig, Carlsbad’da geçen konuşmayı çoktan unutmuştu. Bach’ın gönderdiği mektubu yanıtladığına ilişkin tarihsel bir belge yok. Yapıtlarının kataloğu hazırlandığında da bu konçertolar kayıtlara geçmemiş görünüyor. Kısacası, prensin bu yapıtla hiç ilgilenmediği anlaşılıyor. 1734’de prensin ölümüne değin de karanlıkta kaldı. Ardından, kütüphanede bulunması istenmeyen yapıtlarla birlikte satışa çıktı ve Berlin’deki Kraliyet Kütüphanesi’ne gelinceye değin sürekli yer değiştirdi.

“Brandenburg Konçertoları”, Bach’ın ölümünden ancak 100 yıl sonra 1850’de yayımlandı ve çalındı.

1720 yılında kısa bir gezinin ardından Köthen’e dönen Bach’ı acı bir sürpriz bekliyordu. Çok sevdiği eşi Maria Barbara aniden rahatsızlanmış ve ölmüştü. Sebastian şaşkınlık içindeydi. Mutlu ailesi yıkılmış, yaşları sırasıyla 12, 10, 6 ve 5 olan dört çocuk da öksüz kalmıştı. Kimi tarihçilerin yazdığı gibi “Zavallı Bach’ın, çocuklarına bakması için acele bir anneye gereksinimi vardı”. Bach bu adayı bulmakta gecikmedi. Orkestrasında görevli soprano Anna Magdalena Wilcken ile bir yıldan buyana birlikte çalışıyorlardı.  3 Aralık 1721’de evlendiler.  Evlendiklerinde Bach 35, eşi 19 yaşındaydı. Anna Magdalena, güzel sesinin yanısıra eşine nota yazmakta da yardımcı oluyor, aynı zamanda anne olarak da görevlerini hem üvey çocuklarına hem de doğurduğu çocuklara karşı eksiksiz yerine getiriyordu.

Bach’ın düğününden bir hafta sonra Prens Leopold da kuzeni Frederica Henrietta ile evlendi. Düğünden hemen sonra sarayda müzik yaşantısı önemsizleşmeye başladı. Bu güzel prensesin müzikle hiç ama hiç ilgisi yoktu. Müzik dinlemek onun için zaman kaybından başka bir şey değildi. Onun yerine “goblen” işlemeyi daha yararlı buluyordu. Prens Leopold da Prusya ordusuna fazlaca para bağışında bulunması nedeniyle müziğe daha az para ayırır oldu. Bu koşullar altında Bach mesleki kariyerinin sarsıntıda olduğunu duyumsadı. Bir başka kentte görev arayışına girdi ve yeni bir iş bulmakta gecikmedi. 5 Mayıs 1723’de Leipzig’de kantorluk (müzik yöneticisi) görevine başladı.

 

1723-1737 yılları arasında Bach Ailesi’nin yaşamı olağandı. Bu 14 yılda Anna Magdalena 12 kez doğum yaptı. Bu 12 bebeğin 8’i 1 gün ila 5 yaş arasında yaşayıp öldü. Geri kalan dört çocuğun bir tanesi de zihinsel engelliydi. Son bebeklerine hamile kaldığında Anna 41 yaşındaydı, Sebastian da 57...

1747 yılında, bir süredir Prusya Kralı Büyük Friedrich’in sarayında çalışan oğlu Carl Philipp Emanuel’i ziyaret etmek üzere Potsdam’daki ünlü Sanssouci sarayına gitti. 7 Ma yıs 1747 akşamı, müziğe son derece düşkün olan ve kendi de çok iyi flüt çalan ve aynı zamanda besteler yapan Büyük Friedrich, Sanssouci Sarayı’nın konser salonunda resital veriyordu.

 

Saray görevlileri Bach’ın kendisini görmek için izin istediğini ilettiler. Kral hemen kapıya çıkarak besteciyi karşıladı. Birlikte, saraya yeni alınan piyanoları denediler. Bir ara Kral Friedrich piyanolardan birinde Bach’a bir tema çaldı ve ondan doğaçlama olarak 6 sesli bir füg çalmasını istedi. Amacı, doğaçlama yeteneği dillere destan olan bestecinin bu becerisini sınamaktı. Hiçbir ön hazırlığı olmadan ve kendi yaratmadığı bir tema üzerine altı değişik partiyi içeren bir fügü doğaçlama çalmak olanaksız gibiydi. Çevredekilerin meraklı bakışları arasında Bach krala, onun teması üzerine ancak üç sesli bir fügü doğaçlama çalabileceğini, ama isterse kendi bulduğu bir tema üzerine altı sesli bir füg de sunabileceğini ekledi. (Füg: Kontrpuan tekniğine dayalı bir besteleme biçimi. Ana temanın ya da klavuz düşüncenin taklit yoluyla geliştirilmesi sonucunda biçimlenir.)

Kralın verdiği tema aklına takılmıştı. Gezisini tamamlayıp Leipzig’e döner dönmez hemen Kralın teması üzerine çalışmaya başladı. 7 Haziran 1747 tarihinde Büyük Friedrich’e “Müzikal Sunu” adlı yapıtını gönderdi. Kralın verdiği temayı esas alarak biri 3, öteki 6 sesli iki füg, 10 canon ve bir de “Flüt, Keman ve Klavsen İçin Üçlü Sonat” bestelemişti. Bestecinin olağanüstü matematik zekâsını, sanatçı yönüyle nasıl birleştirebildiğine en güzel örneklerden birini oluşturan “Müzikal Sunu”, kompozisyon tekniği olarak da muhteşem bir başyapıttır.

Bach, 1750 yılına gelindiğinde, katarakt nedeniyle göremez olmuştu. 1750 yılı başlarında İngiliz göz doktoru Taylor, başarılı olmayan bir göz ameliyatı yaptı. Gözleri görmemesine karşın ölümünden bir süre önce damadına, yeni bir ilahi bestesi yazdırdı ve yapıtın sonuna şöyle bir tümce koydurdu:

“Tanrı’m, sonunda tahtının önünde eğiliyorum.”

Yaşamı boyunca, bitirdiği her notanın altına “Soli Deo Gloria” (Zafer yalnızca Tanrı’nındır) tümcesini yazardı. Müzikteki tek amaç “Tanrı’yı hoşnut etmek olmalıdır” derdi.

Bach bir süre sonra da felç geçirdi. 28 Temmuz 1750’de sonsuzluğa göç ettiğinde, kimse müzik dünyasının ne denli büyük bir kayıp verdiğinin ayırdında değildi. Ustanın mezarı başında, öğrencilerinden biri yaptığı konuşmada arkadaşlarına şöyle demişti:

 

“Bizim ihtiyar o denli alçakgönüllüydü ki, dehâsının değerinden kendinin bile haberi yoktu. Dünyanın onu tanıyıp değerini anlaması için aradan belki de yüzyılların geçmesi gerekecek.”

Gerçekten de öyle oldu. Ama Mozart ve Beethoven gibi besteciler, ne denli büyük bir dehâ ile karşı karşıya olduklarını anlamakta gecikmediler. Ama onu tüm dünya Mendelsshon’un uğraşları sonucu tanıdı, takdir etti ve sevdi.

#9 - Şubat 06 2009, 17:22:40

JOHANN SEBASTIAN BACH’TAN İKİ ŞAHESER

KALP VE AĞIZ VE EYLEM VE HAYAT KANTATI BWV 147

Bu ünlü, uzun ve korolu kantat, 1716 yılında dini şiirler yazan Solomon Franck’ın metni üzerine bestelenmiş bir eserin 1723 yılında Leipzig’te yazılmış bir versiyonudur. Bach 1728 – 1731’e doğru, Meryem’in Ziyareti’ni (2 Temmuz) kutlayan bu kantata yeni bir biçim vermiştir. Eser, bugün bu biçimiyle tanınır. Kantat iki bölümden oluşur; ilk altı parça vaazla birlikte, sonraki dördü vaazdan sonra seslendirilir. Kitab-ı Mukaddes’ten (İncil) okunan bölümler (İşaya XI, 1-5; Luka I, 39-56) ve Bach’ın müziği Noel kutlamasını oluşturur. Hem yumuşak hem de tantanalı olan orkestra, melodiyi bir taç gibi bezeyen bir trompete, farklı tınıları olan obualara (yani öteden beri Noel’le bütünleşen çalgılara), bir fagota, bir solist kemana, yaylı çalgılara ve sürekli basa yer verir. Metin, dört soliste pay edilmiştir. Solistler, her bölümün sonundaki dört sesli, koroya katılır.

Do Majör tonalitesinde başlayan büyük koro parçası, üç bölümlü bir SİNFONİA’dır; füglü iki bölüm teksesli bir resitatifi çevreler. Metin <<Meryem’in Ziyareti>> kıssasına uygundur. <<Kalp ve ağız ve eylemler ve hayat İsa’ya tanıklık etmek zorundadır.>> Aryalara değişik tınıların eşlik ettiği, giriş korosunda sergilenen bir trompet motifinin durmadan tekrarlandığı esere yumuşaklık ve duygusallık hakimdir. <<İsa, Sevincim Bitmesin>> başlıklı koro bölümü, 6. ve 10. parçalarda aynı müzikle söylenir.


BEŞİNCİ BRANDENBURG KONÇERTOSU         BWV 1050 

Altı Brandernburg Konçertosu 1721 yılında Bach tarafından Brandenburg markgrafına sunulmuştur. Muhtemelen Weimar’da bestelenen ve Köthen’de gözden geçirilen bu eserler, kalabalık bir orkestra için yazılmış altı konçerto grossodur.

Re Majör Beşinci Konçerto, ortadaki yavaş bir bölümden önceki ve sonraki iki allegredan oluşan üç klasik bölümü içerir. Solist çalgılar yan flüt, keman ve klavsendir; solistler, bir grup yaylı çalgıyla diyalog halindedir. İlk bölümde (227 ölçü), klavsen, müzik tarihinde ilk defa, dokuzuncu ölçüden itibaren ritmik ve armonik destek rolünden çıkarak bütün haklara sahip bir solist olur. Ayrıca, flüt ve keman, tıpkı yaylılar gibi, uzun bir kadansta (154 – 218 ölçüler) sözü tamamen klavsene burakarak silinir. Son sekiz ölçü, ilk sekiz ölçüde sergilenen temaya devam eder.

#10 - Şubat 07 2009, 02:39:23

öff..

o adam ile bildiğim tek şey....

o herife aşığım  :ask :ask :ask :ask
#11 - Nisan 18 2009, 22:48:17
Her Hakkım Saklıdır®™
█║▌│█│║▌║││█║▌║▌║
       ³³°¹³²¹³ °¹²

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.