AÇIK KALP AMELİYATI
hepimize yeter bu aşk aralık tut kalbini
üşürsen temmuz tut, kar tanesinin
yumuşacık süzülüşü gibidir sevişmek bu kalabalıkta
her aşk biraz yaklaşmaktır kansız bir cinayete
her aşk taslaktır, tasadır belki de
yalnızca 5'i olan bir saate bakıp bakıp
ağlamamaktır, tutmaktır kendini boşalırken bile
kaybolan ya da ne bileyim güpegündüz çalınan
kum saatidir, çingene sesidir, hepsidir.
neşter girdi mi kalp guguklu saatin
ötmesini öğretir zamana; hasrettir zaman
kırılan aynaya. hepimize yeter bu aşk
neşter yetmez ama; tahta bir kazık, kızgın yağ
bir poşet tiner, yeni çekilmiş
ayak tırnağını yalamaktır
kapana uzatmaktır dilini
işlenmemiş suçları itiraf etmektir aşk
herkes birbirine fazla narkoz versin lütfen
rica ederim zorluk çıkarmayın baltaya
korkuluklara saygılı olun mesela, tırmanmayın
direklere neye yarar bu; neye yarar ısıtmak
dün ölen bir kadavrayı mor bir aşk uğruna
açık bırakıp bu kalbi ameliyat masasında
resim yapmalı, deli gibi resim yapmalı
kayıp bir turuncu kokusu var havada..
AŞK
biz seninle ikimiz şubat gibiydik
kayadan düşsek ağrımazdı bir yerimiz
küçücük bir taş görsek irkilirdik
öyle sıkılırdık ki birbirimizden içimiz kalkardı
bir şiiri tersten okumak bile anlamlıydı
karıncaları başparmağınla ezmek
sinek kanatlarını yakmak o günlerde
hiç boş kalmayan ama hep yalnız
bir otel odası gibiydik seninle
boşuna aldatılırdık, boşuna susardık
boşuna bakardık çöken bir balkondan kendimize
bir anlam veremezdik çekip gitmememize
her aşk
aynıdır zaten çoğalır kan kaybettikçe
AŞK ÜÇ KİŞİLİKTİR
yüzümde metresine dantelli don almış
taşralı tüccar mutluluğu var
yüzümde kırık bir şişeyi andıran
yanık izi var baba beni tahrik et
yaralı bir kuşun yanına göm beni
tek koluyla savaşarak tarihe geçen
bir halk kahramanı gibi abart kendini
acı dediğin yaşadıklarının izi değil
yaşamayı ıskaladıklarındır asıl
baba beni ahşap bir ev gibi düşün
yıkık dökük bir han gibi
uyurken saçımı okşa, uyanınca kundakla
herkes bilir; iki kişi sohbet edebilir ancak
bir kişi daha girmezse hayatlarına
aşk falan yoktur. aşk üç kişiliktir baba
cinayet içinse yüzlerce kişi gerekir
metresine molotof kokteyli taşıyan
pis bakışlı kambur bir oğlan kadar mutluyum
dönmemi bekleme boşuna, vuracaksan
sırtımdan vur beni baba
ne yana dönsem arkamda kalıyor hayat
ne yana dönsem sütü taşırmış
bir kadın telaşı. yüzüme bak baba;
sapından koparılmış gül kırmızısı..
AYNA
beni yanlış evlerde aradılar, süt dökmüş kedilerin,
kapısı kilitli dağların yamacında. gereğinden fazla
süren suskunluğun eşiğindeydim oysa.
kadınları, kuşları, kendimi. pamuk tarlalarını hiç
terketmedim ama. beni yanlış evlerde aradılar, ku-
rumuş bir bahçenin duvarında.
yüzüne yaz değmiş çocukluğun saflığındaydım,
kıskacında. orada.
çay içiyordu. sıkılıyordu. hamamda şarkılar söylü-
yordu görüntüm. işbaşı yapıyordu çalıntı zamanlarda.
oysa geri dönecek gücü kalmayana dek yüzüyordu su-
larda. ölümsüzlüğü düşlüyordu; paylaşılan bir ölümün
sınırını. iki yüzü keskin bir bıçağın kınını, onu.
ayna.
beni yanlış öptüler aslında.
DERS
-neden yalnızca geçmişin tarihi yazılır?
hocam, bir akarsu; adı yeryüzünde olmayan
dağlara tutunarak, göğe sürtüp yüzünü
beklenmedik denizlere kavuştuğu an
su,
susalım hocam
önce çocuklar konuşsun sonra hep
çocuklar konuşsun!
tek atışta ıskalanan bütün bilyeleri
toplasak hatmileri, begonyaları, yaşlı yüzleri
yoksul çocuk kentleri ele geçirilmeden
ne olurdu hocam paylaşsak şu ölümü
tarih sırra kadem basar mıydı ola?
zamanımız doldu hocam bu ders de bitti
artık vurabilirim seni
HERŞEY: ODA KIRBAÇ AYNA'DAN
EK III: DÜŞLER
ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
bıktım kendimi yaralı
bir geyik gibi sırtımda taşımaktan
anı defterlerinin arasında kurutulmaktan
aslında hiç yaşanmamış olduğunu sandığım
o eşsiz yazdan
ölüler sessizce çekip gitmeli hayatımızdan
o düşü gördüğümü sana söylememiş miydim? o kadar mı
aldattım kendimi sana bunca yakınken.bunca yalanken ya-
şadığımız tek kişilik oda.
odalar. onlar. en yalın gerçeğimiz. ken.
bunca,
hayatı aynı anda nasıl yaşadık hâlâ
bir anlam veremiyorum kendi yalanlarıma
o düşü gördüğümü sana söylemiştim, emin değilim. simsi-
yah bir odadaydık ikimiz diğeri yoktu. diğeri yoktu bizi
kendimizle avutacak.
yetmedi çırılçıplak soyunduğumuz. daha da
çıplak olmalıydın çünkü dahası vardı çıplaklığının
derini soydum incecik. gittikçe daha şeffaf oluyordun kork-
muyordum bundan. kıpkırmızı titreşiyordu elimin altında
etin. göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, be-
yaz, parlak sinirlerle doluydu her yanı
onları öylesine içten emdim
simsiyah bir odadaydık, artık eminim. o düşü gördüğümü
sana söyledim
sana başka şeyler de söyledim, artık önemi yok onların.
bunca yıl kendi yalanlarımla
ben ne mutlu yaşadım.
ölüler çekip gitmeli hayatımızdan
çünkü bir tek sen kaldın inandığım.
hatırlar mısın seni görmüştüm düşümde. bir kır kahvesinde
oturuyordun sarı tüyler vardı bacaklarında. göğüslerin çıp-
laktı
garson mağrur bir söğüt dalı gibi uzanmıştı yanına. elinde
pembe kapaklı bir kitap vardı. seni okuyorum, demiştin.
nasıl bir kitaptı, ne zaman yazmıştım, bilmiyorum. pembe
kapaklı bir kitaptı yalnızca
46.sayfayı açtın. daha dünmüş gibi hatırlıyorum
daha ölmemişsin gibi,sımsıcakmış gibi
avuçlarının içi,annem annem üstümdeki
hırkayı daha örmemiş gibi hatırlıyorum
46.sayfayı açtın.
kırmızı bir rujla altını çizmişsin bir dizenin,düş işte.
kırmızı bir rujun varmış gibiydi zaten
dudakların
bu dizeyi ancak bir kadın yazdırabilir insana
diyen sesin hâlâ kulaklarımda
oysa bir tek kadın bile tanımadım ben hayatımda
o dizeyi yazdıran zambak kokulu
küçük bir kızdır olsa olsa
hâlâ pişmanım bu gerçeği
hiçbir zaman söyleyemedim sana
İBRANİCE SEVDİM SENİ
*** bir kuşun kanadını okşar gibi
boynu kırılmış bir simitçinin yerlere yayılan
tezgahını toplar gibi ibranice sevdim seni
değişen bir şey yoktu, aynı sokaklardaydı bata çıka
yürüdüğümüz, durup kıyısında kustuğumuz aynı
cami avlusuydu, aynı bıçaktı dokundukça
parmakuçlarımız ıslandıkça, ağzımız kalınlaştıkça
kabardıkça sesimizin ulaştığı yerlerimiz
aynı bıçaktı girip girip çıkan yalnızlığımıza
kan akmazdı çünkü kandan daha anlamlıydı sevgimiz
canımız acımazdı elbet birbirimizden
acı yoksul bir köylünün kara sabanına takılan
altın dolu küpü sırtlamaktı, sarı bir hatıraydı
savrulup giden bir yaprağın ardında bıraktığı
bütün dillerini öptüm, yalnızca
ibranice sevdim seni..
KEDİLER
krallara yakışır asılmak
bir tüyün usulca düşüşü yere
gibi sessizce gelir karanlık
son sığınak da terk edilir
kediler ölmeden önce
üstüme gül koklayan bu kenti bırakırım
bırakır giderim, kentler kuşatılırken
kuşlar ölürken gökyüzü yalnızdır
ancak krallara yakışır asılmak
bir tüyün usulca düştüğü yerde
peygamberler gül koklamaz, yalan
çocuklar büyümek istemiyor işte
biz aşınıp küçüldükçe
son sığınak da terk ediliyor
kediler ölmeden önce
kafka, kutsa beni bu gece..
KUŞLARIM ÜŞÜYOR
cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
ben de üşüyorum desem kim inanır
bunca yıkıntının altında
bunca kırık cam batmışken ayaklarıma
belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum
yapraklarını yoluyorum, çiğniyorum, zıplıyorum üstünde
nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi
anahtarı deliğe sokmadan önce
tüfek omuza deme komutanım, komik oluyorsun
omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne
bir palyaçonun burnunu örneğin
dövüşçü horozların kopan tüylerini
kullanılmış bir mendili koyardım
sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden
yok, yeryüzünü sıyırırdım kendimden
cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor
geriye sayacağım söz veriyorum, vurmayın
vurmayın kuşlarım ağlıyor, geriye sayacağım
anne, hangi sayıdan başlayacağım?
MASAL
kavrulmuş bir karıncanın sağ salim
yuvasına dönüşü şarkılarda anlatılmaz
başka bir ses gerekir belki de, bilinen
tüm seslerin ötesinde; anne
koynuna al beni rahmine söz geçmez bu ıssız gecede
gitar çalma, susalım biraz yoruldum ağrımaktan
yoruldum bunca kesik ruhu tek başıma
taşımaktan, bir avuç kızgın kum bile yok
tutuşmuş saçlarını özlemeye vaktim yok
yok. yangınlara kızanları sildim kareli defterimden
bir kare de sen koy, üşenme
sanki soldan sağa ölmüş gibiyiz bu bilmecede
bu masalda dere tepe düz gitmiş kadar yorgunuz
argınız. azgınız. vallahi azız.
çok daha az olacağız bu pis gidişle
belki de seviştirmeye
vaktim olmaz kimseyi kendi bedenimle
çok gittik. dere tepe düz gitmiş bile
olabiliriz. ne dersin geri dönmeye; anne
sana söylüyorum olur olmaz zamanlarda ölme
taşınacak bir yük bile kalmayacak yoksa
bu kırışık cennette
yarım yamalak yaşayalım senle
kavrulmuş bir karınca kararınca; anca.
MAVERAÜNNEHİR DÖKÜLMEZ!
belki seni severim umurumdasın
yalnızsın, yaralısın, sarışınsın
bir kedi yavrusunun damdan düşüşü
kadarsın, ılıksın, suçlusun
çocuklar kızmazlar bana gidersem
susarlar derslerde -bu iyi- denklem çözmezler
fatih istanbul'u alır mı bilmem
ama maveraünnehir dökülmez!
önce ben öperim gizli yerlerinden
sıcak yerlerinden, buruk yerlerinden, korkak yerlerinden
sonra bütün mahalle öper umurumdasın
çocuklar kızmazlar bana dönersem
nasılsa maveraünnehir dökülmez!
bileyciler, çingeneler, teneke tamircileri...
her sözcük bir mermi gibidir bana
bir kadını bir kadın gibi izinsiz sevemem
belki umurumdasın evet umurumdasın
bir yaprak düşer yere; çıt. işte sonbahar
gibisin, ıslaksın, çok uzaktasın..
ŞİDDET, ELBET
bilgece susuyoruz artık saklamayalım
yıldızları tartaklanmış bir sonbahar gecesi
diz çökmüştük hatırla öteki dünyalara
dünyalar dediğim de ne, boşuna abartmayalım
karalarla denizler, çamurlar falan yani
toplasan hepsi hepsi batan bir geminin
sessiz, kıpırtısız can yelekleri
söze nasıl başlamalı basbayağı kan akıyor
ağzımı açtığımda düşlerimden içeri
bilgece susuyoruz çünkü susmak gecesi
patikada kaybolan o yaşsız çocukların
bir bildiği var elbet boşuna kaldırmazlar
coğrafya derslerinde küçük parmaklarını
ıslık çalmazlar, kuş vurmazlar, ağlamazlar boşuna
şiddet diyorsun ne güzel; şiddet, elbet
yoksa yalnız bir ardıcın dalları kırılır
çok ölünür daha, çok kaybolunur
biçimsiz bir kanamadır ah! hayat, anlamsız toprak
hiç kımıldamamış yaprak
bilgece susuyoruz artık saklamayalım
şiddet diyorsun ne güzel; şiddet, elbet
elbet, şiddet
elbet.
YALNIZLIK CİNAYETTİR
kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime
düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum
boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam
kanını sulandırılmamış alkole banan
sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir
yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde
bütün hecelerde, "a" sesinde, re minörde, mors alfabesinde
yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle
ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur
ıslak paspas kokusudur, gece morudur
bileği tahriş olmuş bir kadının dinmeyen korkusudur
ansızın yakalanmasıdır bir kuşun kapana
trenin gecikmesidir istasyona yalnızlık cinayettir
sevişirken kramp girmesidir, ölürken birdenbire
sıçramaktır başka bir zamana, kadeh tutarken
elinin titremesidir, sesinin duyulmasıdır susarken
karnına saplanan bıçağı sevmektir yalnızlık cinayettir
cinnettir
kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok iyi biliyorsun bunu
düşlerime kalabalık bir cadde giriyor. korkuyorum
saçlarını sırtından sallandıran kadınlar kadar
uzayıp gitmesi kadar bir aşkın telaşla
yanlışlıkla, su katılmamış bir sevişmenin ardından
ters yakılması kadar sigaranın, benim kadar
yani ellerim kadar, bedenim kadar, düşüncelerim
sırlarım, kaçışlarım kadar saçmadır yalnızlık cinayettir
cennettir
kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok görüyorsun bunu
bütün delillerimi yaktım, beni ötelere götürecek
yollardan zaten uzaktım
her kadına yeni, bir zevk, her kadına
yeni kurulmuş tuzaktım bütün delillerimi yaktım
sonrası yok. sonrası çok gizli bir fotoğrafın arabı
yüzümüz siyah ve anlamsız, dışımız beyaz ve derin
sanki bir diktatör anıtı, kan akıtan bir nehir
işlenmemiş suçlarımız sanki yalnızlık cinayettir
cennettir
cinnettir
cinayettir.
zaman doldu
artık gidiyorum arkama bile bakmadan
arkaya bakmak çok eski huyudur
bazı çirkin adamların
zaman doldu
artık gizlemiyorum kendimi çok kadınla seviştim çoğu buluttu
basbayağı buluttu bildiğimiz buluttu dağılıp gidiyordu ben ço-
ğalttıkça
bir akşam usulca girdim kanıma
kendim karar verdim hep kendim karar verdim
yanlış da olsa sevdim pişman değilim, neden olayım?
bir akşam; üç gün üç gece poker oynamıştım
ne güzel. üç gün üç gece yeterince
içmiştik demek ki onar şişe, belki on beş
yirmi belki de.
abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah
kaç kurşun sıktı üstüme
yeterince içmiştik. vuramadı
vurdu, ben anlamadım belki de
belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.