Mantık Felsefesi ve Ontoloji
--------------------------------------------------------------------------------
Ontoloji varlığın neliğini araştıran Felsefe disiplinidir. Bu amaç doğrultusunda daha önce ortaya konan bilgilerin sınandığı, değerlendirildiği ve daha başka bilgilere ulaşılmaya çalışıldığı alan da yine ontolojidir. Ne var ki felsefe târihi boyunca ontoloji tartışmaları çoğu zaman ve pek çok nedenden dolayı metafizik olarak görülmüş ve kimi filozoflar ontoloji tartışmalarından özenle kaçınmıştır. Ancak görünen o ki ontoloji bilgilerinden hareketle bâzı mantık tartışmaları çözüme bağlanabilir ve birtakım ilişkiler aydınlatılabilir:
*
Birincileyin varlığın neliğine bakalım: felsefe târihi boyunca varlığın neliği hakkında pek çok görüş ortaya kondu ve pek çok aykırılığa çözüm arandı. Ancak bana sorarsanız varlık: vârolanlardan yapılan bir soyutlamadır; imdi vârolanların tek tek tüm ilinekleri paranteze alındığında geriye kalan şey varlıktır. Dolayısıyla varlığın neliği hakkında düşülen aykırılıkların temel nedeni de kimi ilineklere tözsel bir nitelik yüklenmesi ve bunlar hakkında refleks değerlendirmeler yapılmasıdır.
Hartmann’a bakılırsa varlık birtakım tabakalardan oluşur, bunlar: inorganik varlık tabakası, organik varlık tabakası, psişik varlık tabakası ve târihsel-toplumsal varlık tabakası (dil, kültür, hukuk vb.). Bu tabakalar birbirlerinin üzerinde yükselir ve her bir tabakada o tabakaya özgü birtakım ilke ve kategoriler vardır. Ontoloji târihi boyunca bu ayrımlar hesâba katılmadığı için pek çok sofistik yanılsamaya imzâ atılmıştır. Söz gelişi belirli bir varlık tabakasında geçerli birtakım ilke ve kategorilere başka bir varlık tabakasında da geçerlilik yüklemek bu cümleden. Ne var ki sınırlarını aşan ilke ve kategoriler geçerliliğini kaybeder ve ontolojinin görevi her bir varlık tabakasının kendine özgü ilke ve kategorilerini araştırmaktır.
*
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle Marksçıların dialektik mantık görüşünü sınayalım: Marksçılar varlığı bir bütün olarak ele alıyor ve varlık tabakaları arasında herhangi bir ayrım yapmıyordu. Târihsel-toplumsal varlık tabakası (insan dünyâsı) ile diğer varlık tabakaları (doğa) arasında herhangi bir fark görmüyor; insanı doğanın evriminin, insan dünyâsını da doğanın kendine yabancılaşmasının en üst aşaması olarak kabûl ediyorlardı. Böylelikle klâsik mantığın temel savlarına karşı çıkıyor, varlığın ve dolayısıyla da düşünme ediminin temelini çelişkilerde arıyorlardı. İmdi Marksçılar doğada geçerli ilke ve kategorilere insan dünyâsında da geçerlilik yükleyerek klâsik mantığa haksız bir eleştiri yönelttiler. Ancak bu eleştirinin altını biraz daha kurcaladığımızda şunu görüyoruz ki onları bu eleştiriye sürükleyen asıl neden mantık ilkelerine ontolojik bir gerçeklik yüklenmesidir. Tâ Antikçağ’dan beri mantık ilkeleri ile vârolma ilkeleri çoğu zaman birlikte düşünülmüştür ki bu sorunun çıkış noktası da budur.
*
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle mantık ile varlık ilişkisi tartışmasını çözüme bağlayabiliriz: “Mantık ile varlık arasındaki ilişki nasıldır?” sorusuna cevâbım: varlık hakkındaki bilgiye (de) mantık işlemleri aracılığıyla ulaşırız. “Mantık ile vârolanlar arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık aracılığıyla oluş sorunu çözüme bağlanabilir mi?”, “Bir şeyin vârolması ile vârolmaması arasında mantıksal bir bağ kurulabilir mi?” ve “Mantık ile gerçeklik arasındaki ilişki nasıldır?” sorularına cevâbım: bunlar hakkında zorunlu hiçbir ilişkiden bahsedilemez. Nitekim a priori birtakım öncüllerden keyfî birtakım çıkarımlar yapmaya hevesli her kişi bunlar hakkında pek çok lâf edebilir ve pek çok aykırılığa imzâ atabilir ki felsefe târihi de maalesef bu tür lâflarla dolup taşmaktadır. Bu hevesin en önemli nedeni ise gerçeği öğrenme ve öğretme tutkusudur. İşte zihin faaliyetleri bu tutkunun esîri olunca bu tür lâflar da fütursuzca savrulabiliyor, bu tutku da mantık işlemlerinin rayından çıkmasına yol açan nedenler arasında ilk sıralarda yer alıyor.
*
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle mantık ilkeleri tartışmasını çözüme bağlamak istiyorum: felsefe târihinde mantık ilkeleri hakkında iki yaklaşım geliştirildi, bunlar: ontolojik yaklaşım ve epistemolojik yaklaşım. İmdi birincileyin bu yaklaşımları şöyle bir sınamak gerekirse:
Ontolojik yaklaşıma göre mantık ilkeleri düşünceler arasındaki zorunlu ilişkilere, bu ilişkiler de vârolanlar arasındaki zorunlu ilişkilere dayanır. İmdi mantık ilkeleri hem düşünmenin hem de vârolmanın ilkeleridir ve bunlar varlığın temelini oluşturur. Ne var ki daha önce de bahsettiğim gibi Kuantum Mekaniğinin ortaya koyduğu bâzı saptamalar(!?) bu görüşlere halel getiriyordu; inorganik varlık tabakasının belirli bir basamağı olan atomaltı düzlemde bu görüşler yanlışlanıyordu. Bu durumda bu yaklaşımla iş görmeye devâm edilecekse şâyet varlık tabakaları ayrımını yeniden gözden geçirmek gerekecektir ki bu iş ontolojinin üzerine vergidir.
Bunlar bir tarafa, ontolojik yaklaşımın mantık ilkeleri ile gerçeklik arasında kurduğu ilişkiyi sınamak gerekirse: bu yaklaşımda mantık ilkeleri değişme ve devinmeyi yadsımaya götürüyor; nitekim bir şeyin ancak kendisine özdeş olabileceğini ve bu şeyin kendisinden başka bir şey olamayacağını söylemek bu şeyin dâimâ o şey olarak vârolamaya devâm edeceği sayıltısı yaratıyor. Bu yaklaşımı savunanlar da bunu fark etmiş olacak ki gerçek varlık ile düşünsel varlık arasında bir ayrım yaparak bu sorunu aşmaya çalışıyor, mantık ilkelerinin gerçek varlıklar için değil; düşünsel varlıklar için geçerli olduğunu iddiâ ediyor. İmdi örneğin 5 sayısı için “5, 5’tir” önermesi mantık ilkelerini doğrulayan bir önermeyken, belirli bir çiçek söz konusu olduğunda “Bu çiçek, bu çiçektir” önermesi bu ilkeleri yanlışlar; nitekim bu çiçek bu önermeyi dile getirdikten sonra, bu önermeyi dile getirmeden önceki çiçek olmayacak; örneğin fotosentez yapmaya devâm ederek söz gelişi belirli bir kütle artışıyla başka bir çiçek hâline gelecektir. Fakat bu çiçeğin niteliği değişmeyecek, bu nitelik hakkında mantık ilkeleri doğrulanacaktır. Ne var ki atomaltı düzlemde nicel değişimler de nitel değişimler meydana getirmekte ve bu düzlemde mantık ilkeleri hem gerçek varlıklar hem de düşünsel varlıklar için yanlışlanmaktadır. Söz gelişi bir elementin herhangi bir atomunun son yörüngesinden bir elektron kopartıldığında o elementin nitel yapısı da değişecektir.
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle bir de epistemolojik yaklaşımı sınamak gerekirse: bu yaklaşıma göre Mantık ile ontoloji birbirinden farklı iki disiplindir ve biri diğerine indirgenemez. Nitekim mantık ilkeleri vârolma ilkeleri olarak görülemez ve mantık ilkelerini araştırmak da ontolojinin üzerine vergi olamaz. Mantık ilkeleri ancak yargılar arasındaki zorunlu ilişkilerden çıkarsanabilir ve yine bu ilişkilere uygulanabilir. Bu yaklaşım da klâsik mantıktaki doğru ve yanlış değerlerinden başka bir doğruluk değeri tanımaz ve her önermenin bu değerlerden ancak birini taşımasını zorunlu görür; ancak Goldbach Hipotezi olarak anılan şu önerme bu görüşleri de tartışmalı hâle getiriyor(!?): “2’den büyük bir çift sayı iki asal sayının toplamına eşittir” İşte bu önerme ne doğru ne de yanlış değerini alıyor ki bu da bu yaklaşımın geçerliliğine halel getiriyor. Aslında bana sorarsanız bu önermeye önerme demek mümkün değildir; ancak bu yaklaşım yargılar ile önermeler arasında herhangi bir ayrım yapmadığı için kendi kendini tartışmalı hâle sokuyor.
Bu yaklaşımı bir de atomaltı düzlemde gündeme gelen aykırılıklar bağlamında sınamak gerekirse: bu yaklaşıma göre mantık ilkeleri gerçek varlıklar veya düşünsel varlıklar için değil; yargılar için geçerliydi. Bu bakımdan atomaltı düzlemde de doğru ya da yanlış değerlerinden birini alacak önermeler olanaklıdır ve dolayısıyla atomaltı düzlemde mantık ilkeleri yargılar arasındaki bu gibi zorunlu ilişkilerin geçerliliğinden dolayı yanlışlanmış olmaz.
İmdi epistemolojik yaklaşıma göre mantık ilkeleri kimi yargılar söz konusu olduğunda geçerli, başka bâzı yargılar söz konusu olduğunda geçersiz kılınıyor ki aradaki fark da bir yargının önerme olup olmadığı noktasında gündeme geliyor.
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle mantık ilkeleri tartışmasını çözüme bağlamak gerekirse: bu sınamalar göstermektedir ki tüm bu aykırılıkların temelinde mantık ilkeleri ve önerme kavramlarından ne anlaşıldığı/ne anlaşılması gerektiği hakkında dile getirilen görüşler arasındaki farklılık var ve bu bakımdan bu tartışmayı çözüme bağlamaya çalışırken tüm bu aykırılıkları çözüme bağlayacak bir dile getiriş yapmak lâzım. Önerme kavramı hakkında kendi dile getirişimi daha sonra yapacağım, ben burada mantık ilkeleri tartışması bağlamında mantık ilkeleri kavramı hakkında şunları söylemek istiyorum:
Bana sorarsanız mantık ilkeleri kavramının ontolojik bir içerikle ele alınmasının nedeni dilin mantığının yanlış kullanılmasıdır ve bu nedenle bu kavramı kullanmak yerine ben mantık kuralları kavramını kullanmayı tercih ediyorum. Bu tercihimin gerekçesi ise şu: mantık ilkelerini dile getirirken şey sözcüğü kullanılıyor ve bu şeyin içine hem gerçek varlık hem de düşünsel varlık giriyor ki bu durumda ontolojik yaklaşımın içinden çıkamadığı sorunlar gündeme geliyor; öte yandan bu şey salt yargılara göndermede bulunduğunda da bu kez de epistemolojik yaklaşımın içinden çıkamadığı sorunlar gündeme geliyor. İmdi -bu ilkeler ile bu ifâde tarzı arasındaki ilişkide ortaya çıkan sorunlar hakkındaki târihsel yükü de hesâba katarak düşündüğümüzde- mantık kuralları ifâdesini kullanmak bana daha mâkûl görünüyor.
Bu gerekçelendirmemi şu örnek üzerinden giderek biraz daha açayım: “Türkiye’nin başkenti Ankara’dır” önermesini p biçiminde simgeleştirmiş olalım. Bu durumda p ® p biçiminde bir önerme dile getirmek mümkündür ve bu tür bir özdeşlik ilişkisinin tartışılacak hiçbir tarafı yoktur. İmdi bunu bir mantık kuralı olarak alalım ve ismini de özdeşlik kuralı olarak koyalım; yâni bir önermeyi her defâsında ancak aynı şekilde simgeleştirmek gerekliliğini belirli bir mantık kuralı biçiminde dile getirelim. Bu durumda çelişmezlik kuralı gereğince ù (p Ù ù p) önermesinin ve üçüncü hâlin imkânsızlığı kuralı gereğince de p V ù p önermesinin tartışılacak hiçbir bir tarafı kalmaz.
Önermeler için bahsettiğim bu kurallar terimler için de şu şekilde geçerli olacaktır: bir önermede geçen bir terimle her defâsında ancak aynı şey imlenmelidir. Böylelikle akılyürütmelerle ilgili tartışmalar bağlamında bir akılyürütmede aynı öncüllerden iki farklı vargının nasıl çıkartılabildiği sorununa da sağlam bir çözüm getirmiş oluruz. Nitekim bu kurallar işletildiğinde bu sorun da aşılacaktır.
Bunlar bir tarafa, bu tür kurallardan farklı olarak yine Mantıkta kullanılacak başka birtakım kurallardan da bahsetmek mümkündür ki bunlar arasındaki fark da kaynakları arasındaki farklılıktan geliyor. İmdi ben ilk grupta yer alan kurallara birincil kurallar, ikinci grupta yer alan kurallara ise ikincil kurallar diyeceğim. Birincil kuralların kaynağı aklın kendisidir; nitekim akıl bunların tersini çelişkiye düşmeden kabûl edemez. Ancak ikincil kuralların kaynağı ise birtakım uzlaşımlardır; söz gelişi önerme eklemleri mantığındaki çözümleme kuralları da bu cümleden.
İmdi geldiğimiz şu nokta îtîbârîyle mantık ilkeleri tartışmasını artık çözüme bağlayabiliriz: “Mantık ilkeleri nedir?” sorusuna cevâbım: mantık ilkeleri ifâdesi yanlış bir dile getiriştir ve bu ifâdeyi kullanmak demin bahsettiğim nedenlerden dolayı sakıncalıdır; bunun yerine mantık kuralları ifâdesini kullanmak gerekir. “Mantık ilkelerinin işlevi nedir?” sorusuna cevâbım: mantık kurallarının işlevi mantık işlemlerini rayına sokmaktır. “Mantık ilkelerini nasıl biliriz?” ve “Mantık ilkeleri ile zihin arasındaki ilişki nasıldır?” sorularına cevâbım: birincil kuralları aklın kendisiyle, ikincil kuralları da mantıkçıların ortaya koyduğu bilgilerle biliriz. Bu kurallar hakkındaki sorunları çözmede de zihnimizi kullanırız. “Mantık ilkeleri ile bilgi arasındaki ilişki nasıldır?” sorusuna cevâbım: mantık kuralları bilginin mantıksal forma uygun olup olmadığını belirlemede esastır. “Mantık ilkeleri ile bilme edimi arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ilkeleri ile düşünme edimi arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ilkeleri ile düşünme yasaları arasındaki ilişki nasıldır?” ve “Mantık ilkeleri ile çağrışım yasaları arasındaki ilişki nasıldır?” sorularına cevâbım: bu edimler mantık kurallarına dayandığı sürece biçimsel yanlışlardan uzak bir biçimde gerçekleşir. Düşünme ve çağrışım yasaları da bunlara kayıtsız kalamaz. “Mantık ilkeleri ile varlık arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ilkeleri ile vârolanlar arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ilkeleri ile vârolma ilkeleri arasındaki ilişki nasıldır?”, “Mantık ilkeleri ile doğa yasaları arasındaki ilişki nasıldır?” ve “Mantık ilkeleri ile nedensellik ilkesi arasındaki ilişki nasıldır?” sorularına cevâbım: mantık kuralları ile bunlar arasında zorunlu hiçbir ilişki yoktur. “Mantık ilkeleri aracılığıyla insan realitesi kavranılabilir mi?” sorusuna cevâbım: mantık kuralları ile insan realitesi arasında herhangi bir ilişki aramak saçmadır. “Dialektik mantık ile mantık ilkeleri arasındaki ilişki nasıldır?” sorusuna cevâbım: dialektik mantığın mantık ilkeleri görüşünü mantık kuralları hakkında savunmak mümkün değildir.
Böylelikle mantık kuralları tartışmasını da bir çözüme bağlamış oluyoruz. Öte yandan yeni dönemin temel sorusu olan “Mantık ilkeleri evrensel olarak geçerli midir?” sorusunu da yeniden formüle ederek cevaplamak gerekirse: mantık kurallarından birincil olanları evrensel olarak geçerlidir; çünkü aklın bir ve aynı işleyişi vardır. İkincil olanları ise evrensel olarak geçerli olmaya adaydır.
***