Alternatifim Cafe

Wolfgang Borchert

Discussion started on Yazarlar

Wolfgang Borchert (d. 20 Mayıs 1921 Hamburg; ö. 20 Kasım 1947 Basel) Alman şair, oyun ve öykü yazarı.

Borchert, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, şehirlerin yıkılması, ailelerin dağılması ve savaş travmaları ile şekillenmiş bir edebiyat türü olan Yıkım Edebiyatı'nın en tanınmış yazarlarından biridir.

Hayatı 

 Öğrenim ve İlk Drama Denemeleri 

Wolfgang Borchert, öğretmen Fritz Borchert ile yazar Hertha Borchert'in oğlu olarak Hamburg, Eppendorf'ta dünyaya geldi. Kirchwerder Merkez Okulu'nda öğrenim gördü. Daha 15 yaşındayken şiir yazmaya başladı ve bunlardan bazıları Hamburger Anzeiger gazetesinde yayınlandı.

1938 yılında, bitirme sınavına girmeden liseyi terk etti. Nazi rejiminden hoşlanmayan Borchert, zorunlu olarak katıldığı Hitler Gençliği'nden güç de olsa ayrıldı. 1940'ta gestapo tarafından tutuklandı ancak kısa sürede serbest bırakıldı.

Borchert bir kitapçıda çıraklık yapmaya, ayrıca Helmuth Gmelin'den oyunculuk dersleri almaya başladı. 1940 yılında girdiği oyunculuk sınavında başarılı olunca bu dersleri yarıda bıraktı. Mart 1941'de Landesbühne Osthannover topluluğuna katıldı ancak savaş sebebiyle silah altına alındığı Haziran 1941'de topluluktan ayrılmak zorunda kaldı.

1938 yılında daha 17 yaşındayken, ilk drama eseri olan, Hamlet benzeri bir temaya sahip Yorick der Narr (Kaçık Yorick) trajedisini yazdı. Bunu, arkadaşı Günter Mackenthun ile bir yıl sonra yazdığı komedi Käse (Peynir), 1940'ta da dramatik şiir Granvella Der schwarze Kardinal (Kara Kardinal Gravenvella) izledi. Bu gençlik dönemi eserleri, bazı dilsel kusurlara rağmen Borchert'in dramatik yeteneklerinin işaretçisiydi. Bu eserler ilk defa, ölümünün 60. yılı olan 2007'de Wolfgang Borchert Derneği'nin hazırladığı özel bir kitapta yayınlandı.

 İkinci Dünya Savaşı 

1941 yılının temmuz ve kasım ayları arasında Borchert, Lützendorf'taki 3. Yedek Panzer İstihbarat Birliği'nde askeri eğitim gördü. İlk cephe görevinde Klin-Kalinin'e gönderildi ve orada Ocak 1942'de yaralandı. Bu arada difteriye yakalanması sebebiyle Almanya'ya geri gönderildi ve Schwabach'taki askeri hastaneye yatırıldı. Sol elindeki silah yarasına kasıtlı olarak sebebiyet verdiğinden şüphelenildi ve kendini çürüğe çıkarmaya çalışmakla suçlandı. Duruşması 3 ay tutukluluktan sonra Nürnberg'te başladı. Savcının ölüm cezası istemesine rağmen Borchert beraat etti.

Ancak, yaptığı yazışmalar sebebiyle vatan hainliği ile de suçlandığı için tutukluluğu devam etti. Dava sonucunda, ardından hemen cepheye gönderilmek şartıyla 6 hafta ağır hapis cezasına çarptırıldı. 1942 sonunda önce Saalfeld'deki alayın yedek taburuna, sonra da Jena'daki garnizona gönderildi. Aralık 1942'de Toropez'deki tank çatışmasında haberci olarak görevlendirildi, ayaklarının donması sebebiyle askeri hastaneye kaldırıldı, burada da sarılık ve tifoya yakalandı. 1943 başında önce Smolensk'teki, ardından Elend'deki hastaneye sevkedildi.

Borchert Eylül'de izinli olarak, yoğun bombardımandan hasar görmüş olan Hamburg'a döndü. Burada bazı kabarelerde rol aldı. Ekim'de, ilerlemekte olan karaciğer hastalığı sebebiyle ordudan çıkarılacağını ya da bir cephe tiyatrosunda görevlendirileceğini umarak Kassel-Wilhelmshöhe'deki birliğine geri döndü.

Yaptığı kabare çalışmalarında yer alan, Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ile ilgili bir parodi [1] sebebiyle Aralık 1943'te yeniden tutuklandı. Ocak 1944'te Jena'dan Berlin'e gönderildi ve burada yargılandı. 9 aylık hapis cezasının ardından yeniden cepheye gönderildi. Katıldığı birlik, 1945 baharında Frankfurt yakınlarında Fransız birliklerine teslim oldu. Borchert, esirlerin taşınması sırasında kaçmayı başardı. Ağır hasta haliyle 600 kilometrelik yolu yürüyerek katetti ve 10 Mayıs 1945'te Hamburg'a döndü.

 Savaş sonrası kariyeri ve ölümü 

Borchert savaştan sonra tiyatro ve kabare dünyasında yer edinmeye çalıştı. 1 Kasım - 15 Aralık tarihleri arasında, Gotthold Ephraim Lessing'in Hamburger Schauspielhaus'ta sahnelenen Bilge Nathan (Nathan der Weise) oyununda yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. Bunun yanısıra, Hamburg'daki Janmaaten im Hafen kabaresi için metinler yazdı ve zaman zaman oyunlarda yer aldı. Hamburg-Altona'da, Hinterhoftheater Komedisi'nin kurucularından biriydi, ancak gittikçe kötüleşen sağlık durumu sebebiyle zamanının büyük bölümünü yatakta geçirmesi gerekiyordu.

Ocak 1946'da Die Hundeblume isimli öyküyü yazdı. Yıl sonuna kadar 20 nesir daha tamamladı. 1940 ile 1945 arasında yazdığı şiirleri, Aralık 1946'da yayınlanan Fener, Gece ve Yıldızlar (Laterne, Nacht und Sterne) isimli kitapta topladı.

Ocak 1947'de yazdığı Kapıların Dışında (Draußen vor der Tür) isimli dışavurumcu tiyatro oyunu büyük yankı uyandırdı. Borchert, karaciğer hastalığının tedavisi için İsviçre Basel'de bir sağlık merkezine yatırıldı. Önce radyo tiyatrosu olarak oynanan Kapıların Dışında oyununun prömiyeri, Borchert'in ölümünden bir gün sonra, 21 Kasım 1947'de Hamburg Kammerspielen'de yapıldı. Üzgün Sardunyalar (Die traurigen Geranien) isimli öykü toplamı ölümünden sonra yayınlandı.

Borchert'in mezarı Hamburg'da Ohlsdorf Mezarlığı'ndadır.

 Sanatsal başarısı 

Borchert dışavurumcu edebiyattan ve Kurt Tucholsky ile Erich Kästner'in ahlaki pragmatizminden etkilendi. Savaş sonrasında yeniden oluşmaya başlayan edebi çevrede yer edinemeden, çok erken öldü. Ancak yine de Yıkım Edebiyatı'nın (Trümmerliteratur) önemli bir temsilcisi olarak kabul edilir.

Yalan ve suistimal ile yozlaşmış edebiyat karşısında savunduğu tabula rasa yaklaşımı Grup 47 üzerinde çok etkili oldu: "Bizim iyi dilbilgisine sahip şairlere ihtiyacımız yok. Çok iyi dilbilgisi bizim sabrımızı zorluyor. Bizim ağaca ağaç, kadına kadın dememiz lazım. Bizim EVET ve HAYIR dememiz lazım. Yüksek sesle, açıkça ve emir kipi kullanmadan..."

Borchert eserlerinde dışavurumcu tarzı özellikle kullanmıştır. Kayıp genç kuşağın son haykırışı onun yazdıklarında hayat bulur. Özellikle eksik bırakılmış, kısa cümleler Borchert'in tarzını oluşturur.

 Eserleri 

 Liste

An diesem Dienstag, kısa öykü, 1947
Bleib doch Giraffe, kısa öykü, 1947
Dann gibt es nur eins, şiir
Das Brot, kısa öykü, 1946
Das Gewitter, kısa öykü
Das Holz für morgen, kısa öykü, 1946
Das ist unser Manifest, 1947
Der Kaffee ist undefinierbar, kısa öykü
Der Schriftsteller, kısa öykü
Die drei dunklen Könige, kısa öykü
Die Hundeblume, 1947
Die Katze war im Schnee erfroren, kısa öykü
Die Kegelbahn, kısa öykü, 1946/47
Die Kirschen, kısa öykü, 1945 civarı
Die Küchenuhr, kısa öykü
Die Stadt, kısa öykü
Die traurigen Geranien, kısa öykü, 1945 civarı
Draußen vor der Tür, tiyatro/radyo oyunu, 1947
Eine Lesebuchgeschichte, kısa öykü
Jesus macht nicht mehr mit, kısa öykü
Laterne, Nacht und Sterne, şiir toplamı, 1946
Mein bleicher Bruder, kısa öykü
Nachts schlafen die Ratten doch, kısa öykü
Radi, kısa öykü
Schischyphusch, kısa öykü
Versuche Es, şiir
Vielleicht hat Sie ein rosa Hemd, kısa öykü
Vier Soldaten, grotesk kısa öykü
Von drüben nach drüben, kısa öykü

 Türkçe Baskılar

Ama Fareler Uyurlar Gece (ISBN 975-293-154-5) - Öykü - Doğan Kitapçılık - 2003 - çev. Kâmuran Şipal
Bu Salı (ISBN 975-414-231-9)- Öykü - Afa Yayınları - 1994 - çev. Kâmuran Şipal
Bu Salı - Öykü - de Yayınevi - 1965 - çev. Kâmuran Şipal
Üzgün Sardunyalar (ISBN 975-6949-97-X)- Öykü - Bağlam Yayınları - 1987 - çev. Kâmuran Şipal
Fener, Gece ve Yıldızlar - Şiir - de Yayınevi - 1963 - çev. Behçet Necatigil
Kapıların Dışında - Oyun - 1962 - de Yayınevi - 1962 - çev. Behçet Necatigil
#1 - Kasım 18 2009, 21:05:31

SONRA YAPILACAK TEK ŞEY VAR


Sen. Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine
çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin
nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat
etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Hastası başındaki doktor. Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Cübbesi içindeki yargıç. Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. İstasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse,
yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...


Sen. Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:
HAYIR de!...

Sen. Normandiya'daki ana ve Ukranya'daki, sen Frisko ve Londra'daki ana. Sen Hoangho ve Missisippi' deki
ve Hamburg ve Kore ve Oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden
yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:
HAYIR deyin!... Analar, HAYIR deyin!...

Çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:

Gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut
kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri
öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi
rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak.

Tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. Çürümüş hangarların arkasında, büyük
çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak.

Çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde
ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek.

Güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda
donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne.

Enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak.

Mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak
ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek,
ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş
bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak,
ufalanacak.

Sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız
ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları
ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç
soruyu soracak : NEDEN? Bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar
arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek,
duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı.

Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz.
HAYIR demezseniz!...

#2 - Kasım 18 2009, 21:05:56
« Son Düzenleme: Kasım 18 2009, 21:08:18 Gönderen: Diyez »

ANTİKALAR


Hohen Bleichen caddesini anarak

Büyük günümüzün gürültüsünden uzakta,
geçmişte şan ve şeref, boşlanmış, hurda şimdi;
durur sessiz eşyalar, tozlu, tuhaf, bambaşka
birkaç koket fincan, Biedermeier stili.

Solgun bir imparator, üstlerine kurulmuş,
solgun, ama büstüne alçılanmış görkemi.
Bir Okyanus timsahı, içersi doldurulmuş,
sırıtır çakırkeyf, camyeşili gözleri.

Bir bronz çıpa sapı, Akıllı Karl'dan kalma,
parlar kat kat göbeği üstünde Buda'nın.
Bir topuz perukadan hafif yayılır hâlâ
ayartıcı kokusu çok eski bir pudranın.

Tahta, katı çizgilerle bir Malezya putu
bakar bön. Melezlerin bir donuk parıltı dişlerinde.
Görür savaş düşleri, paslı silahlar, mutlu,
ve vınlar Rembrandt'ın gölgeleri içinde.

Barok komodinde bir ölüm kurdu,
çıtırdatır kurumuş tahtaları habire.
Vızıldar bir sinek, üzgünce bir türkü,
çöker de on üç cilt Schopenhauer üstüne.


AYRILIŞ


Bir son öpüştü rıhtımda
kaldı ardımda.

Akıntıdan yana, denizlere yolun
gidiyorsun

bir kırmızı, bir yeşil ışıktır
uzaklaşır.


DENİZ KABUKLARI


Deniz kabukları, renkli, parlak;
çocukların bulduğu.
Deniz kabukları, ince, yuvarlak;
içlerinde rüzgârın uğultusu.

Türkü söyler yüce deniz içlerinde-
görülür müzelerde ışıldadıkları;
sonra eski liman meyhanelerinde,
sonra çocuk odaları...

Deniz kabukları, ince, yuvarlak;
dinle! rüzgârın türküsü duyduğun!
Deniz kabukları, renkli, parlak;
Bir zamanlar çocuklukta bulduğun!


DÜŞLERDE FENER OLMAK


Ben ölünce
hiç değilse
Bir fener olsam,
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa boğsam.

Ya da limanda
gemilerin uyuduğu zamanda
gülüşürken kızlar
uyumasam,
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.

Daracık bir sokağa
assalar beni
teneke, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde
dalgın düşüncelerle
tempo tutup şarkılara
sallansam.

Ya da şöyle bir fener
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı
duyulup da korkunca çevresinde yalnızlığı
dışarda camlarda
fırtınanın ıslığı
kâbuslar, görüntüler, cinler.

Evet, hiç değilse.
ben ölünce
bir fener olsam,
tek başına geceleri
uykulardayken dünya
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.


HAMBURG'DA


Hamburg'da gece
başka kentlerde
o tatlı, mavili kadın
Hamburg'da kül renginde;
yağmurda yağışta başını bekler
Tanrıya uzak kalmışların.

Hamburg'da gece
yeri bütün liman meyhaneleri
eğninde ince, hafif bir giysi
çöpçatandır, bir görüntü, sessiz geçer
parklarda, dar sıralar üstünde
başlamışsa sevişmeler, gülüşler.

Hamburg'da gece
aygın baygın şarkılar söyleyemez
bülbül şakımaları içinde;
bilir bize aynı mutluluğu verir,
vapuk düdüklerinin türküsü
limandan şehre vuran seslerde.


RÜZGÂR VE GÜL


Küçük solgun gül!
Bordadan esen hoyrat yel
perişan etti seni!
yaprakların sanki
bir liman yosmasının
sırtına giydikleri --
birden saldırıverdi.

Hissetti de kendini
bir süre belki bitkin,
istedi gizli kıvrımlarında
biraz soluk alsın.
Ama kokun onu öyle büyüledi,
öylesine geçirdi ki kendinden:
köpürdü coştu birden,
duyduğu hazla ezdi seni;
öptüm diye böbürlenmede
ürkmüş otlarda eserken gene.
#3 - Kasım 18 2009, 21:07:55

Kapıların Dışında'dan



BECKMANN: Neredeyim? Allahım, burası neresi?
ELBE: Benim koynumdasın.
BECKMANN: Senin koynunda mı? Sen, sen kimsin?
ELBE: Kim olacağım, St. Pauli'deki iskeleden suya atladığına göre ben kim olabilirim, yavrucak?
BECKMANN: Elbe misin?
ELBE: Ta kendisi. Elbe.


BECKMANN: Demek sen Elbe'sin!
ELBE: Bakıyorum, çocuk gözlerini faltaşı gibi açtın, neden? Yoksa beni solgun yeşil tenli, romantik bir genç kız biçiminde mi düşünüyordun? Çözük saçlarında nilüferler, bir Ophelia gibi, ha? Ebediyeti benim baygın kokulu, zambaklardan beyaz kollarımda geçirmeyi düşündün galiba. Yok evladım, hata ettin. Ne romantizm var bende, ne de baygın kokular. Namuslu bir nehir pis kokar. Evet! Yağ ve balık kokar. Peki, sen ne istiyorsun?
BECKMANN: Uyumak. Yukarıya dayanamıyorum artık. Artık kuvvetim kalmadı. Ben uyumak istiyorum. Ölü olmak. Bütün ömrüm boyunca ölü olmak. Ve uyumak. Nihayet rahat bir uykuya kavuşmak. On binlerce gece uyumak.
ELBE: Kirişi kırmak istiyorsun, öyle mi acemi çaylak? Artık dayanamıyorsun ha? Yukarısı, ha? Çok gördün, çok geçirdin sanıyorsun, küçük korkak çırak. Eee, kaç yaşındasın bakalım, korkak çömez?
BECKMANN: Yirmi beş. Ben artık uyumak istiyorum
ELBE: Bak hele, yirmi beş! Üstünü de uykuya havale. Yirmi beşinde, gece vakti, siste, artık çekilmiyor diye, sen gel de suya atla! Dayanamadığın nedir senin, dedecik?
BECKMANN: Her şey, yukarıda olup biten her şey. Artık açlığa dayanamıyorum. Artık seke seke önüne gelip de yatağımda bir başka erkeğin yattığını görünce topallaya topallaya evimden çıkıp gitmeye dayanamıyorum. Ayak, yatak, ekmek.. artık dayanamıyorum, anlıyor musun!
ELBE: Hayır, seni intihar düşkünü sümsük seni hayır, işitiyor musun? Sen sanır mısın ki karın artık seninle oynaşmak istemiyor, topallıyorsun, karnın zil çalıyor diye burada benim eteğimin altına girivereceksin? Cump diye suya atlayıvermekle olup biter mi bu iş? Azizim, aç kalan herkes kendini suda boğmaya kalkışsaydı bu biçare dünya kel bir hamal kafası gibi çıplak kalırdı, dazlak ve pırıl pırıl. Yağma yok, delikanlı! Bu kaçamak ağızları yutmam ben. Bana sökmez bu ağızlar. Sana bir güzel sopa çekmeli, yavrucuğum, evet! İstersen altı sene askerlik etmiş ol! Bu işi herkes yaptı. Topallayan bir taraf mı ararsın, çook, hepsinde. Yatağında başkası yatıyorsa sen de kendine başka yatak ara! O biçare ve azıcık hayatını istemem ben. Sen benim için nesin ki, yavrum? Bir ninenin sözü kulağına küpe olsun: Hele önce yaşa! Önce çiğnen bakalım! Sen de çiğne! Hele burnunun ucuna kadar, şuraya kadar dol, ensende boza pişsin hele, yüreğin yüzükoyun yerlerde sürünsün bir; bu işi ancak o zaman tekrar konuşabiliriz. Ama şimdi delilik etme, anlaşıldı mı? Şimdi burdan çek git, gözümün nuru! O senin yerin dibine geçesi bir avuçcağız ömrün benim için nedir ki? Senin olsun! İstemem onu, sen ki yeni başladın hayata. Kapa ağzını, benim küçük adamcağızım! Bak, sana bir şey söyleyeceğim, gayet yavaş, kulağına, gel hele : İntiharının içine edeyim senin! Süt kuzusu! Aç gözünü, bak seni ne yapıyorum ben! (Yüksek sesle) Heyy, gençler! Bu yavruyu Blankenese'ye, tekrar kumların üstüne fırlatın! Yeniden deneyecek, şimdi bana söz verdi. Ama yavaş olun, ayağı sakatmış. Hey gidi yontulmamış, acemi çaylak hey!

...Gölgesini, yetkin aydınlatmalarla yok etme düşkünü, bol ışıklı, bol konfetili modern insanın, artık ardını külliyen duvarlarla ördüğü çağın tahta kapısını da beraberinde götüren Borchert'in, yaşamının hesabını dürdüğü bir oyun, bir kumar "Kapıların Dışında". Belki de, tüm açık kapılardan kurtuluş, kapatmak yahut içinde veya dışında kalmaktan ziyade, onu sırtlayıp götürmekle mümkündür a; aynen metin boyunca sürekli Beckmann'ın karşısına çıkarak, bozuk terazinin diğer kefesini boş bırakmamaya çalışan "Öteki"nin dediği gibi:


"Benden kurtulamazsın. Benim binlerce çehrem var. Ben herkesin tanıdığı sesim. Ben her zaman varolan ötekiyim. Öteki, cevap veren. Sen ağlarken gülen. Sen yorgunken dürten. Dürten, gizli kalan, bir vicdan gibi tedirgin edenim ben. (...) Sen hayır derken evet diyenim ben! Ben evet diyenim! Ben..."


#4 - Aralık 02 2009, 22:09:08

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.