Alternatifim Cafe

Nilgün Marmara

Discussion started on Yazarlar

Nilgün Marmara, (d. 1958 - ö. 13 Ekim 1987) Türk şair.



1958 yılında İstanbul'da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi'nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı.

Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Plath'ın bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı genç şairi etkiledi. Nilgün Marmara, şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı.

Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. Küçük İskender, Lale Müldür, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, Ece Ayhan, Gülseli İnal ve Serdar Aydın gibi şairleri derinden etkiledi.

Sylvia Plath sevgisi, Marmara'yı ölümde de sevdiği şairin yazgısıyla birleştirdi. 13 Ekim 1987'de henüz 29 yaşındayken "yaşama karşı ölüm" dedi ve intihar etti.

 Eserleri [değiştir]

Şiir

    * Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1988)
    * Metinler (1990)

Günlük

    * Kırmızı Kahverengi Defter (Gülseli İnal tarafından hazırlandı, 1993)

İnceleme

    * Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi (1985, Dost Körpe tarafından 20 yıl sonra Türkçe'ye çevrildi)


Ece Ayhan'ın Şairin Ölümü Üzerine Yazdığı Yazılardan Bir Bölüm

"Nilgün Marmara Üstüne Sekiz Soru İki Görüş

"1. Nilgün Marmara, "korkunç kokular saçan, renk cümbüşü içinde, çekiciliği kavranamaz çiçekliyolların, sürekli kuşkucu yolcusu" mudur sizce? Nereye, nasıl ve kimle gittiği belli olmayan bir yolcu mu?

"2. Nilgün Marmara'da, yaşamla ölüm arasındaki o yerin, o noktanın bakışımı, günle gece arasındaki, dialogla monolog arasındaki o yer, o nokta mıdır?

"3. Nilgün Marmara'nın şiirinde, dış dünyayla bir ilk karşılaşma, tanışma heyecanı ve bir o kadar da yorgunluğu olduğunu söyleyebilir miyiz?

"4. Tekrarın getirdiği sonluluk ile oluşumunu tamamlamayan an'lardan oluşan (oluşamayan) sonsuzluk arasındaki çekişmenin Nilgün Marmara'nın şiirinde bir karşılığı var mı?

"5. Nilgün Marmara'nın şiirinin dinamiğini oluşturan ruh durumu (ya da ruh durumları) ile yazı arasındaki ilişki sizce nedir?

"6. Nilgün Marmara'nın özel hayatına, şiirle olan ilişkisine dair anılar ya da birtakım dialoglar hatırlıyor musunuz?

"7. Nilgün Marmara'nın şiirinde, Türk ve Dünya şiiriyle-şairleriyle birtakım etkileşimler sezdiniz mi?

"8. Şair-şiir ve "intihar duygusu" üçgeni içinde sizin için ilk elde beliren çağrışımlar neler olabilir?

"Bütün soruları birleştiriyorum. Karşılıkları da öyle olacaktır: (Her anlamıyla, evet) Güzelim Nilgün Marmara'nın, geçici bir heves de olsa, teleoğlanların yakınına düşmesi herhalde hiç hoş bir şey değildir. Ama çok şükür, 128 Nilgün Marmara bizim gönlümüz gerçekliğinde orada, o mezarlıkta yatmıyor!

"Ve Ege denizlerinin derin yerlerle sığ yerler arasındaki tuhaf bir mavilikte olan gözleriyle Nilgün Marmara, yıllar öncesinin Miss Lou'su gibi: "Bana lütfen çiçek göndermeyin" diyor "Benim kendi çiçeklerim var!"

"Haklılığın inadıyla apaçık yazıyorum ki, Nilgün Marmara uçsuz bucaksız sivil şairlerden biridir. Belki de en önde geleni. Sözgelimi, kendi kuşağı rahatça onun adıyla anılabilir.

"Nilgün Marmara'nın şiirleri, yabancı etki aranıyorsa, en çok Dylan Thomas çizgisi vardır denebilir. Anglo-Sakson şiiri! ('Milkwood'un Dylan Thomas'da ne anlama geldiğini bulursanız, bir ip ucu yakalamış olursunuz.)

"Nilgün Marmara'nın Kızıltoprak'ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini 6. kattan aşağı bırakması üzerine ben ne söyliyebilirim ki. Kağan Önal, Perihan Marmara ve arkadaşları Gülseli inal, Mustafa Irgat, Emel Şahinkaya, Seyhan Erozçelik, Cezmi Ersöz, Ahmet Soysal., konuşabilirler bakın.

"Cihat Burak, pahasının sonucu için, kaç kez sormuştur bana "Ama niye?" Cemal Süreya hiçbir şey sormamıştı. Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. işte ancak bunları, bunları diyorum. Bu kadar. "

Ece Ayhan
#1 - Haziran 14 2009, 16:59:46
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


...

Bundan böyle baktığımda gömütsü ince boşluğa bile-
mem martılar neye göre toplanırlar bilemem dizle-
rim neden çözülür böylesine güçsüzleşir dolaşımı ka-
nımın uyuşurum bunca değişken mavinin görümün-
de uçarım ve karşı kıyı tehdit okunu kırdıkça suna-
ğım orasıdır pek sık çiçeklerle ve cesetlerle giderim
iyice daha sunmaya...

Ödünç aldım kokunu kendi tenimde,
sen kokuyor yüzeyi bedenimin
her gözeneği.

Açar açmaz arkı daldı bir bir kelebek içeri,
Döndün sandım beyazı görünce,
Birleştirerek tenimden yayılan
koku ile
uçanın sonsuzluk imgesini.

Tutuyorum sevi çanını ellerimde,
Vurgusu ben'e dönük, yankısı çocukluğa.
Kendi ışıltısı deviniyor kendinde
katlanarak doyumu
töze doğru yayılıyor
başkayla aramızdaki
kimsesizliğe.

Şimdi hayır derken
sevişiyorum seviyle ben.




BANA DOĞRU GELEN KİM

"BANA DOĞRU GELEN KİM?"YA DA
ŞİMDİKİ ZAMANDA
BİR MOBİL, BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS

Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.
Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum
tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme
karşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm -
kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.
Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene
karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve
devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte
olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,
nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...

Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,
sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip
geçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!





BEKLEMEK

taşıl kaygısı kaotik özlem
neydi beklediğimiz ve gelecek olan
salt acı
sonsuz yeşil sonsuz gelişkin bir orman
içinde göllerini nehirlerini çağlayanlarını
gök kuşaklarını yitirdiğimiz kara sözcük
yokluğun dayattığı doğurgan sözcük: acı
bir deniz kızının uçma tutkusu
belleğin unutuş çılgınlıklarında
bilinmeyen organizmalar dönüştürürken
bedenlerimizi duygularımızı ben'imizi
çürüyorduk... kaçış yoktu... çıkış da...

yeşil maytap patlatan sahte mesihin sözleri
yalandı acımasızdı efendilerin belirlediği
ölçtüğü biçtiği yaşattığı kendimiz
umarsız öte benler=nesneler
ağlayın
ağlayın ve kanayın
yok olduğunuz irin zamanında




CAM KELEPÇEYE EVET

Ilık bir süzülüşle
Geri dön hayat,
Bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
Örtsün bakışımı,
Görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
Düşsün hayatı suya...




Canım Sıkıntı Sınırı

Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine
bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.
Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri
alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.
Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım
yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe
zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının
yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.
Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler
yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden
satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana
dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.



Çok Güzel

Durma artık burada uysal âşık!
Aydınlık milinin yatağında.
Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,
Anlamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde ağırbaşlılığın.
Veda geliyor şimdi, öğretmek için
Sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen vakitte.

Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını
güzün, kavisin beyaz yanağıyla?

Bu aklıkta, minarem mavi benim.
Işığım denize kayıyor, bir sayıklama
İzleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz insanlığa!
 



Düşü ne biliyorum

Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?

Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?

Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu

düşler marketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
#2 - Haziran 14 2009, 17:04:46
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Gizi Kazınmış Aynada Yüzyüze Geldiler.

Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. İğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor.
Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. İkiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılı***, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuymk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.
Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor.




Kuğu Ezgisi

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
_________________________bekçi gizleri.

Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,
-bu şiir -
Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
_______________________sizlere!

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
_______ -bu şiir -
Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!





Kuşum ve Ben

Kuşum ve ben bir aynada
uyuyoruz, kafesimiz yatağımız
yüzlerimiz eşlerine baka baka
sonsuz kar altında uyuyoruz
kuşum ve ben
Eşim ve ben kızıl bir bağla
bağlıyız birbirimize
Çözülürse yoksulluk sevinir

Aynamızın içinde tek bu bağ...
Kızıl kıskaç eşim kuşum ben...



Manolya

O zaman da aynı karanlık, aynı yarasaydı,
Manolya delirmezden önce.
Büyükannemizin kocaman bakla bir evi,
Uzun pencereleri vardı, sedirinde
Ölü doğmuş fareler pembeliği.
Okurduk leziz balgamlı gazetelerini büyükbabamızın,
Okşarken ve korkarken erkek anamızdan,
Babamız bir gılman, pir şefkat,
Acımızın cümbüşünde sarsak bir kukla,
O yokuşta onursuz müezzin kuşları,
Sabaha karşılar, akşama karşılar hep,
Dizleri topunun diplerimiz olmuştu,
Uzun uzadıya bir fener alayı...

Karanlık aynı, yarasa aynı,
Bu eller bu yüzden yıkandıktan,
Manolya delirdikten sonra.




Pavor Nocturnus Ya Da Delikli Uykular

Yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. İçerden ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok!
Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.
Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar...
Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?




Pembe Sevgili

Ey, öyleydi o!
kedilik kafesinde yaşardı
kötülük denli gerçekti
dünyaya karşı güler, gülerdi.

pembe sevgili
deliliğin oyuncak odasındaydı.
sanat denli kurmaca gözyaşlarıyla
ağlar, ağlar dünyaya karşı.
 




Tomorrow Will be Another Day

Belki ona gideriz yarın,
Belleksiz sevgiliye,
Poplin elli korkak çocuğa,
Duyarlığı, unutkanlığının kanı
anaya-
Ona belki gideriz yarın,
Gören gözlü kör güzele,
Çılgın gülüşlü bebeğe,
Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
yavrucağa-
Yarın gideriz belki ona,
Unutuşun türküsü, bekleyiş
tortusunda,
Esnek kokulu çiçeğe,
Kaynak bakışlı Venüs'e-




Yalnizlik

cok yalnizim, mutsuzum
gorundugum gibi degilim aslinda
karanliklarda kaybolmusum
bir isik ariyorum, bir umut ariyorum uzun zamandir
aradikca batiyorum karanlik kuyulara
kimse duymuyor cigliklarimi
duyan aldiris etmiyor cekip kurtarmak istemiyor
bense insanlarin bu ilgisizligi karsisinda ilgiye susamisim
umidimi yitirmisim
biliyorum bir gun dayanamayacak kucuk kalbim
arkami donup inandigim ve guvendigim herseye
veda edecegim



Yitik Kaynak

Unutuş bir kaynak olmalı
Yeni’yi her an’a yaymak için
Ben sana olmalıyım
Bana ben bir kaynak

Görüyorum geç,kıyım çok yakın!
Biliyorum artık mut uzaklığını
Sen yüzümü götürüyorsun
Kendi gözünü bile!

Gerçek bilirsin,diliyoruz.
Düz,eğri,çapraz yada değirmi.
Güzeldir açığa çıkışı yüreğin,
Sen bil ki,ben de seveyim




Zaman, Yer, Sonra

Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan söz ediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzuma biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında.
Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla. Arınalım, arınalım artık yolsuzluklarından şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; sevgi yazısıyla!
#3 - Haziran 14 2009, 17:08:38
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI

Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
                      taşını kokluyor
                      yontu dağılıyor...


Şimdi'si yitik
            bundan boyuyor
            boyuyor evine aldığı
            ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
            ve geleceği ve her yanını;
            dal kırılıyor...


Şimdi'si yitik
            diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
           sonsuzun sessizliğiyle
           sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
                 yol çöküyor...

Şimdi'si yitik
            bundan yazıyor
            yazıyor enine boyuna
            içini ve dışını ve yeri
            ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
                 o inince batıyor






KAN ATLASI

                                                Emel'e
                                   "Ben babamın yuvarladığı
                                     çığın altında kaldım."


Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
          her gün her gece eğer adasında,
Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
          sarmış bedenini çığlıklarken bunu
                                             su içinde...

Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında
                                     uçar adımları.
Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
İçinden karanlık, tekrar ve ilenç
             sızdıran hayret taşında.
Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
                  -boy atmış da salgıları,
                   cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...


Ey, yüzleri
               bir babakuş gölgesine
                                   çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş!






TOZ-DEM

Kısacıktı
karşı yolculuklarımız kara
      ve deniz üzerinde-


Şafağın bodrumuna inerken sen,
Hançerin ivmesiyle yükselirdim
                   dul pencerelere.


Azıcıktı
köpük boz
denizde ve karada
Koyu bir saatin içinden
çıkılamadı
bir an yine de!

Belki gülden
kalma bir iz yanağındaki,
Eski sabahın sarı gülünden
üzerine deli gözünü bıraktığın...


Öldüğünde,
çekmecemde duran bu göz,
incelikle çıkarılacak,
bir jiletin enginliğine,
Çözülecek gizi
      O çarpık retinanın, ağ tabakanın...
#4 - Haziran 14 2009, 17:09:49
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Ancak Yazgıdır Bu

Sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?

nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
anılarıma düz baktıran
ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım
dantelalı tafta yumuşaklıkla
savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi
hiçlemeye annemi ve uykuyu
öğle sonlarında ürkünç odaların!

diledin mi yanında tümden varolmayı an için
ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?

yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i_
beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik..
#5 - Haziran 30 2009, 18:22:37

HEBA KUŞLARI

Bombalandıktan sonra, heba kuşlarının bir bölüğü akıl ve beden yaralarını
resmettirip, satamadılar. Büyük bir bölümü yaralarıyla dilenme sayesinde
unutuş duvarını ördüler. Eksi sıcaklığında anımsamanın hiç ses çıkarmadan
yıllardır bekliyor gizleyip yaralarını heba kuşları. Öçleri uzun tutar onların;
bombacıyı, her zamanın bombacısını bulduklarında açılacak vücut ve akılları
katil bir öpüşle. Bileklerini çevreleyen mavi tül uçup yittiğinde kurtulabilecek
küçük kız darbe arayışından, belki de!



KUŞ KOYSUNLAR YOLUNA

Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu?
Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,
kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.'.. Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına
aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış
hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına
niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimselerizin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş.



Mezar

tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...
#6 - Haziran 30 2009, 18:25:06

PEK ÖNCELERİN BEN-MERKEZCİLİĞİNİN..

yontusal bir dinginlikle sıralarım
sözcüklerimi vasat bir yere
bu duyumlanmaz imgeleme -
taşkınlıktan ırak mı ırak

ah! ya benim ele geçirilemez coşkularım
varolamamış henüz
biçimleyemediğim
neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçleri
varılamaz yengisinden sonra
ulaşılır esriklik alanları?

bir uçuş diliyorum salt kanat
gökyüzünün üçgen bir köşesinde,
bir tozlaşma... miriabilis bir jalapa'da
görsün her gözenek ait bana
süresiz dolun ve sonsuz bir ay
patlaması tüm içkinliğimde

bildiğimi biliyorum çemberimi
yarıçapları oturtsam bir kez özeğe -
ve eğretilikten arınmış parçacıkların
uyumsuz hiçbir üstüstelenişi düşünülemez

bu uyumlar elaçıklığıyla ulaşacak hep
çembere...

kuşkusuz mu?



PEK ÖNCELERİN BEN-MERKEZCİLİĞİNİN..

yontusal bir dinginlikle sıralarım
sözcüklerimi vasat bir yere
bu duyumlanmaz imgeleme -
taşkınlıktan ırak mı ırak

ah! ya benim ele geçirilemez coşkularım
varolamamış henüz
biçimleyemediğim
neredesiniz siz ey bilinçsizliğin bilinçleri
varılamaz yengisinden sonra
ulaşılır esriklik alanları?

bir uçuş diliyorum salt kanat
gökyüzünün üçgen bir köşesinde,
bir tozlaşma... miriabilis bir jalapa'da
görsün her gözenek ait bana
süresiz dolun ve sonsuz bir ay
patlaması tüm içkinliğimde

bildiğimi biliyorum çemberimi
yarıçapları oturtsam bir kez özeğe -
ve eğretilikten arınmış parçacıkların
uyumsuz hiçbir üstüstelenişi düşünülemez

bu uyumlar elaçıklığıyla ulaşacak hep
çembere...

kuşkusuz mu?
#7 - Haziran 30 2009, 18:25:51

''bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...''
--------------------
"Azimsanamayacak kadar ölmüsüm / Azimsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kosarak, düse kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivilcimlarini geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye."
#8 - Kasım 25 2009, 18:23:19

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.