Alternatifim Cafe

Yorgos Seferis

Discussion started on Yazarlar



(Yorgo Seferis) (Γιώργος Σεφέρης) (d. 19 Şubat 1900 – ö. 20 Eylül 1971) 20. yüzyılın önemli Yunan Şairlerinden.

Urla'da doğdu. 1914'te ailesiyle Atina'ya taşındı. Çalışmalarını 1918 - 1925 arası Paris Sorbonne'da sürdürdü. 1963 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı.
#1 - Şubat 28 2009, 01:14:26

Yunanlı şair Yorgo Seferis ( asıl adı, Giorgios Stylianou Seferiades ) 13 Mart 1900'da İzmir'de doğdu, 20 Eylül 1971'de Atina'da öldü. Yaşamının ilk on dört yılı İzmir'de geçti. 1914'te ailesi ile Atina'ya göç etti. Paris'te hukuk okudu. İkinci Dünya Savaşı'na kadar İngiltere'de dış işlerinde çalıştı. Savaş sırasında sürgündeki Yunan hükümetinde yer aldı. Arnavutluk, Güney Afrika, Mısır, Türkiye, Lübnan, Suriye'de elçi müsteşarlığından büyükelçiliğe dek çeşitli kademelerde görev aldı. 1947'de Atina Akademisi Ödülü'nü, 1963'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Yunan edebiyatından Simgeciliğin öncüsü, 1930 kuşağının önde gelen temsilcisidir. İncelikli lirizmi ve canlı doğal söyleyişi ile halkının ve çağdaş insanın trajik durumunu yansıtmıştır.


YAPITLARI
I strofi (Dönüm Noktası, 1931)
I sterna (Sarnıç, 1932)
Mithistorima (Destansı Öykü/Mitolojik Tarih, 1935)
Poiimata (Şiirler, 1940)
Himerologio Katastromatos I-IV (Seyir Defteri I-IV, 1940-1955)
Tetradhio Gimnasmaton (Alıştırma Defteri, 1940)
Kikhli (Ardıç Kuşu, 1947)
Tria Krifa Poimata (Üç Gizli Şiir, 1966)

ÖDÜLLERİ

Atina Akademisi Ödülü (1947)
Nobel Edebiyat Ödülü (1963)


DENİZE YAKIN MAĞARALARDA

Denize yakın mağaralarda
bir susuzluk duyarsın, bir aşk,
bir coşku
deniz kabukları gibi sert
alır avucuna tutabilirsin.

Denize yakın mağaralarda
günlerce gözlerinin içine baktım,
ne ben seni tanıdım, ne de sen beni.
#2 - Kasım 28 2009, 15:28:36
« Son Düzenleme: Kasım 28 2009, 15:30:07 Gönderen: Diyez »

DESTANSI ÖYKÜ'DEN

I
Üç yıl boyunca
hiç durmadan haberciyi bekledik
gözlerimizi dikip
çamlara, kıyıya ve yıldızlara.
Bir olup sabanın demiriyle, omurgasıyla geminin,
İlk tohumu arıyorduk
eski oyun yeniden başlasın diye.

Yaralarla döndük yurdumuza,
elimiz kolumuz tutmuyordu, ağzımız
tuz pas içinde.
Kuzeye doğru yol aldık uyandığımızda,
lekesiz kanatlarıyla bizi sislere salan
kuğuların yaraladığı yabancılardık.
Uluyan gündoğusu çıldırttı bizi kış gecelerinde,
yazları, ölmeyen günün acısında yitirdik kendimizi.

Birlikte getirdik dönüşte
Bu oyma kabartmalarını saygılı bir sanatın.


II
Yeniden bir başka kuyu bir mağara içinde.
Bir zamanlar kolaydı
Putlar, süsler çıkarıp derinliklerinden
Sevindirmek bize bağlı kalan dostları.
İpler kopmuş artık; yalnız kuyu ağzındaki izleri
Ansıtıyor bize, bizi koyup giden mutlulukları:
Kuyu ağzında parmaklar, ozanın deyişiyle.
Bir an taşın serinliğini duyuyor parmaklar
Ve taşa geçiyor gövdenin sıcaklığı,
Her kıpı, sessizlik dolu, damla akmadan
Ruhunu oyuyor mağara sanki kumarda ve yitiriyor.


III
"İçinde hançerlendiğiniz hamamı unutmayın."
Ellerimde bu mermer başla uyandım
Dirseklerimi yoran, nereye koyacağımı bilemediğim.
Bir düşe yuvarlanıyordu baş, ben düşten uyanırken,
Böylece birleşti yaşamlarımız, şimdi ayırması güç.
Bakıyorum gözlere, ne açık ne kapalı,
Konuşmağa çalışan ağıza konuşuyorum,
Tutuyorum derinin ötesine çökmüş yanakları.
Gücüm fazlasına yetmiyor.
Ellerim kayboluyor, sonra dönüyor,
Sakatlanarak.



IV

ARGONOTLAR

Ruha gelince,
tanıyacaksa kendini,
bir başka ruhun
derinliklerine bakması gerek:
hem yabancı, hem düşman, aynada gördük onu.

İyi çocuklardı yoldaşlarımız, hiç yakınmıyorlardı
yorgunluktan, susuzluktan, soğuktan,
ağaçlar ve dalgalar gibi dayanıklıydılar
rüzgârla yağmuru kabul eden,
geceyle güneşi,
onca değişim içinde hiç değişmeden.
İyi insanlardı, günlerce başlarını eğip
hep birden soluyarak
küreklerde ter döktüler,
kanlarıyla kızardı uysal derileri.
Kimi zaman türküye durdular, başlarını eğip
hintincirlerinin bittiği ıssız adadan geçerken,
köpeklerin havladığı burnun ötesinde,
batan güne doğru.
Kendini tanıyacaksa ruh, diyorlardı,
bir başka ruhun derinliklerine bakması gerek
Ve kürekler vuruyordu denizin yaldızına gün batarken.

Nice burunlar geçtik, nice adalar,
deniz bir başka denize karışıyordu,
martıları, ayı balıkları başka.
Gün oldu, mutsuz kadınlar yas içinde
dönmeyen çocuklarına ağladılar,
öfkeyle Büyük İskender'i sordu başkaları
ve Asya'nın derinliklerine gömülen kahramanlıkları.
Gecenin kokularıyla yoğun kıyılara demirledik gemiyi,
kuş cıvıltıları, suları elimizde büyük bir mutluluğun
anısını bırakan.
Ama hiç sonu gelmiyordu bu yolculukların.
Ruhları bir olmuştu küreklerle, ıskarmozlarla,
asık yüzlü pruvasıyla geminin,
dümen suyuyla bir,
yüzlerinin görüntüsünü kıran sularla bir.
Birer birer öldüler
başları eğik yoldaşlarımız.
Kürekleri belirtisi kıyıda yattıkları toprağın.

Kimseler yok adlarını anacak. Alın yazısı.


IX
Liman yaşlıdır, artık bekleyemem
Çamlı adalar için çekip giden arkadaşları
Çınarlı adalar için çekip giden arkadaşları
Açık deniz için çekip giden arkadaşları.
Okşarım paslı gemileri, kürekleri okşarım
Ki bedenim canlansın ve güçlensin.
Yelkenler tuz kokusu verir yalnız
Öteki fırtınadan.

Yalnız kalmak isteseydim, sessizlik
Olurdu aradığım, yoksul ufukta
Bu çizgilerin, bu renklerin, bu suskunluğun
Ruhumu parça parça edeceği umudu değil.

Gecenin yıldızları yeniden getirdi bana
Ölümü bekleyen Odysseus'un güvenini, çiriş otları arasında.
Burda çiriş otları arasında demirlediğimiz zaman
Adonis'in yaralandığını bilen boğazı bulalım istedik.


YADSIMA

Bir güvercin gibi ak
o gizli kıyıda
susadık öğle üzeri:
ama tuzluydu sular.

Sarı kumların üstüne
adını yazdık onun,
ama bir rüzgâr esti denizden
ve silindi yazılar.

Nasıl bir ruh, bir yürek,
nasıl bir istek ve tutkuyla
yaşadık:yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
#3 - Kasım 28 2009, 15:29:42

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.