Alternatifim Cafe

Atatürk Devri Türk Eğitimi

Discussion started on Atatürk Köşesi

Cumhuriyet döneminde, en az öbür alanlarda olduğu kadar, sanat faaliyetleri alanında da devrim sayılabilecek değişiklikler yapılmıştır.

Müzik: Atatürk'ün müzik sevgisinin ne derece yüksek olduğu, hele Türk müziğinin bazı parçalarını ne kadar çok sevdiği herkesçe bilinmektedir. Cumhuriyet döneminde müzik alanında alaturkacılar, alafrangacılar ve millî müzik taraftarları vardı. Millî müzikten kasıt, "Avrupaî bir Türk müziği" idi.

Cumhuriyet hükümetleri önce okullardaki müzik öğretimini ve öğrencilerin müzik kültürlerini modernleştirmek ve aynılaştırmak için 1924'te "Ankara Musiki Muallim Mektebi"ni kurdular. Bu okul, Atatürk'ün emri ve Cumhurbaşkanlığı Orkestrası üyelerinin gayretleriyle kurulmuştur. Ayrıca Maarif Vekilliği, 1925 yılında İstanbul Belediyesine gönderdiği bir emirle Dârülelhan'da doğu müziği öğretilmesini yasak ederek ve okul programlarından doğu müziği kısımlarını çıkararak, o zamana kadar devam eden Doğu ve Batı müziği tartışmalarını sona erdirmiştir.

1928 yılında ise, Sarayburnu Gazinosu'ndaki gecede Eyüp Musiki Mektebi öğrencilerinin konserini beğenmeyen ve tanınmış bir Mısırlı kadın şarkıcıyı da beğenmeyerek dinleyen Atatürk, orada bir konuşma yaparak şunları söylemiştir:

"... Fakat benim Türk hissiyatı üzerinde müşahedem şudur ki, artık bu musiki, bu basit musiki Türkün çok münkeşef ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. Şimdi karşıda medenî dünyanın musikisi de işitildi. Bu âna kadar şark musikisi denilen terennümler karşısında kansız gibi görünen halk derhal harekete ve faaliyete geçti. Hepsi oynuyorlar, şen ve şatırdırlar. Tabiatın icabını yapıyorlar, bu pek tabiîdir. Türk, fırtraten şen ve şatırdır."

Bizim müziğimizin de Batı müziği gibi bütün dünyada hürmetle dinlenilmesini isteyen Gazi, o akşam oradaki öğrencileri dağıttırmış; bu olay üzerine İçişleri Bakanı Doğu müziğini hem radyodan kaldırmış hem de polis kuvvetiyle bütün, ülkede yasak ettirmiştir. Daha sonra gene Atatürk'ün emirleriyle radyodan halk türküleri ve onlarla ilgili sazlar çalınmaya başlamıştır.

Bu arada İstanbul Belediyesi'nce Konservatuar için davet edilen Prof. Dr.  Josef Marx da, Konsurvatuar ıslahı çalışmalarının yanı sıra, Türkiye'de müzik hayatının canlanmasına dair bir Rapor vermiştir.

1934'ten itibaren Türk müziğinin millî benliğini tam olarak bulması, modernleşmesi konusunda çalışmalar hızlanmıştır. Macar Lico Amar, Paris'ten "Türkiye'de Müzik Eğitimi İnkılâbına Dair Muhtıra"sını gönderirken, Atatürk de 1934 yılı Meclis açış konuşmasında şöyle diyordu:

"Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerlemesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bugün dinletmeye yeltenilen musiki, yüz ağartıcı olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Kültür İşleri Bakanlığının buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda yardımcı olmasını dilerim."

Kültür Bakanlığı da bu sözler doğrultusunda, 1935 yılında Bakanlık örgütü içinde bir "Ar Genel Direktörlüğü" kurdu; bir müzik konservatuarı kurmak için Almanya'dan Paul Hindemit'i uzman olarak çağırdı. Ankara'da bir "Millî Musiki ve Temsil Akademisi" kuruldu. Bu kurum, 1940'ta Konservatuara dönüşecek olan kurumdur. Akademi'de, Musiki Muallim Mektebi, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası ve Temsil bölümleri vardı.

1937-38 öğretim yılından itibaren Gazi Orta Öğretmen Okulu'na bir Müzik Bölümü eklenerek, müzik öğretmeni yetiştirme işi artık bu kuruma verilmiştir.

O sırada Türkiye'de bulunan Bela Bartok, halk müziği üzerinde incelemeler yaparken; lied ve arya çevirileri hakkında rapor veren Prof. Paul Lohmann ise Konservatuarın şan bölümünün kurulmasına çalışıyordu. Bartok gibi Hindemit de 1937 yılında bir halk müziği ve plak arşivi kurulması önerisinde bulunmuştur.

Bütün bu çalışmaların sonunda iyi bir müzik kütüphanesi, arşiv ve laboratuarı kurulmuş, Türkçe bir Şan Külliyatı yapılmış, nota basımları Türkiye'de gerçekleştirilmiş, dahası çağdaş müziğin Türkiye' ye yerleşmesinde büyük adımlar atılmıştır.

Tiyatro: Cumhuriyetin ilân edildiği sıralarda Türkiye'nin en önemli tiyatro sorunlarından biri, Türk kadın tiyatro sanatçısı idi. 1921'lerde İstanbul zaptiyesi sahnede, Türk tiyatro sanatçısı Afife Hanım'ı kovalamakla meşguldü. Oysa 1923'de, daha Cumhuriyet ilân edilmeden önce, İzmir'de Atatürk'ün karşısında Müslüman bir Türk kadını (Muvahhit Hanım) sahneye çıkıyordu.

Daha sonra, Sovyetler Birliği'ndeki eğitim ve kültür çalışmalarını inceleyen görevlilerin, bu ülkede rejimin en büyük dayanaklarının kültür ve sanat çalışmaları olduğunu bildirmeleri üzerine Maarif Vekaleti komisyonlar kurarak, bakanlık örgütü içinde bu işle görevli bir genel müdürlük kurarak çalışmaları hızlandırmıştır. Devlet, eğitici tiyatro oyunlarından vergi almazken, Atatürk de, kendileri tiyatroya biraz geç gelmeleri üzerine, şehir tiyatrosunun perdesini tam zamanında kendisini beklemeden açmasını takdir ederek sanata verdiği büyük değer ve saygıyı gösteriyordu.

Gene Atatürk, 1930 yılında tiyatro sanatçılarını kabul töreninde yaptığı konuşmada, "Efendiler, hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hattâ Reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatkâr olmazsınız. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu sanatçıları sevelim" demiştir.

Bu arada İstanbul'da Dârülbedayi ile Dârülilhan'ın birleştirilmesiyle kurulan İstanbul Konservatuarı'nda da bir Tiyatro Meslek Okulu açılmış, bu kurum 1933 yılında Avusturyalı Joseph Marx'ın önerilerine göre modernleştirilmiştir.

1935'lerde İnönü'nün kültüre ve özellikle tiyatroya büyük önem vermesi üzerine, Millî Musiki ve Temsil Akademisi'nin temsil bölümünü düzenlemek için Karl Ebert Türkiye'ye çağrılmıştır. 1940 yılına kadar çeşitli kereler Türkiye'ye gelen Ebert, bu tiyatro okulunu mükemmel olarak kurmuştur. O sırada tiyatronun eğlenceden başka bir şey olduğu, bir kültür unsuru olduğu noktası üzerinde özellikle duruluyordu. İnönü, en güzel Türkçe’yi, sahnenin öğrettiği fikrinde idi. Kültür Bakanlığı bir yandan Batı dillerinde yazılmış tiyatro eserlerini Türkçe’ye çevirtirken, bir yandan da Türkçe bir sahne edebiyatı yaratmaya çalışıyordu.

Bu arada Prof. Dr. Pretorius orkestrayı, Hindemit ise operacıları yetiştiriyor; Ankara'da da büyük bir opera binası açılıyordu.

1930'lardan sonra Türkiye'de operet türü tiyatro tam olarak yerleştiği gibi, yerli tiyatro oyunlarının sayısı da hızla artmış, çocuk tiyatrosu da kurulmuştur.

Resim, Heykel ve Süsleme: İslâm dininin esasında bir resim ve heykel yasağı olmadığı halde daha sonra, bu, yasak gibi sayılmış ve İslâm dünyasında sanatın bu kolları gelişmemiştir.

Halk ve aydınlar arasındaki bu inanışa karşı Mustafa Kemâl, daha 1923'de, İzmir yolculuğu sırasında savaş açmış; Bursa'da kendisine sorulan bir soru üzerine şöyle demiştir:

"Abidattan bahseden arkadaşlarımızın maksadı heykel olsa gerektir. Dünyada mütemeddin, müterakki ve mütekâmil olmak isteyen her hangi bir millet, behemehal heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir. Abidatın şuraya buraya hatırat-ı tarihiye olarak rekzinin mugayir-i din olduğunu iddia edenler, ahkâm-ı şeriyeyi lâyıkıyla tetebbü ve tetkik etmemiş olanlardır. Cenab-ı peygamberin din-i islâmı tesisinden bu güne kadar bin üçyüz bu kadar sene geçmiştir. Hz. Peygamberin evamir-i ilâhiyeyi tebliği esnasında muhataplarının kalp ve vicdanlarında bunlar vardı. Bu insanları tarik-i hakka davet için evvelâ o taş parçalarını atmak ve bunları ceplerinden ve kalplerinden çıkarmak mecburiyetinde idi. Hakayık-ı islâmiye tamamen anlaşıldıktan ve hâsıl olan kanaat-ı vicdaniye kuvvetli hadisât ile teeyyüt eyledikten sonra bir takım münevver insanların böyle taş parçalarına taabbüdünü farz ve zannetmek, âlem-i islâmı tahkir etmek demektir. Münevver ve dindar olan milletimiz, terakkinin esbabından biri olan heykeltraşlığı azamî derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesi ecdadımızın ve bundan sonra yetişecek evlatlarımızın hâtıratını güzel heykellerle dünyaya ilân edecektir. Bu işe çoktan başlanmıştır. (...) İnsanlar mütekâmil olmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin tarik-i terakkide yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, evsaf-ı hakikiyesiyle mütemeddin ve müterakki olmaya layıktır ve olacaktır."

Bu konuşmadan üç yıl sonra, Cumhuriyet döneminin ilk heykeli, 3 Ekim 1926'da İstanbul Sarayburnu'na dikilen Gazi Mustafa Kemâl heykeli olmuştur.

Güzel sanatlar eğitimi hususunda Cumhuriyet döneminin en büyük atılımını Mustafa Necati gerçekleştirmiştir. Onun zamanında Bakanlıkta bir Sanayi-i Nefise Müdürlüğü kurulmuş, ayrıca bu konuda alınacak önlemleri belirlemek için bir de Sanay-i Nefise Encümeni çalışmaya başlamıştır.

Bakan, milletin güzellik eğitimi hususunda etki yapacak kurumların kuvvetlendirileceğini, güzel sanatların yalnız bir süs değil, bir ihtiyaç olduğunu; eğer halk sanat ihtiyacı duyarsa yüksek sanatçı yetişecek bir ortam doğacağını belirtiyordu. Ona göre, halk arasında sanat zevkini yaymak Maarif Vekâletinin görevi idi. Bunun için okullarda sanat zevkini yerleştirmek ve sanat ihtiyacını uyandırmak için Batının prensipleri aynen kabul edilecekti. Resim, heykel ve süsleme alanlarında Güzel Sanatlar Akademisinde gerekli önlemler alınacak, gerekirse Batıdan uzmanlar getirtilecekti.

Devrim yapan milletlerin ülkülerini sanat eserleriyle tespit edebilecekleri görüşünde olan Necati Bey, ressamların resim ve sergilerine Devletçe sahip çıkılmasını, güzel resimlerin Devletçe satın alınmasını, pek çok şehirlere Gazi'nin heykelinin dikilmesini de sağlamıştır. Bakanlığın mimarî uzmanı Prof.Dr. Egli ve Avustuya'dan getirilen bir süsleme sanatları uzmanı, daha sonra Akademi'de önemli görevler yapmışlar, 1828'deki Tezyinî San'atlar Bölümü'nün yanı sıra, Akademide 1936 yılında da Türk Tezyinî San'atlar Bölümü kurulmuştur.

Bizzat Atatürk'ün emriyle, 1937 yılında bir de "Resim ve Heykel Müzesi" açılmıştır.

#1 - Şubat 07 2009, 02:28:08

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.