Sanş Kuşunun Yardım Ettiği Sanatçı
Franz Joseph Haydn
Yaşamından kesitleri 43’üncü sayfamızda sunmaya başladığımız ünlü besteci Franz Joseph Haydn, 1 Nisan 1732’de Aşağı Avusturya’da, Macaristan sınırına yakın Rohrau’da doğdu. Çocukluk yıllarında müziğe aşırı bir eğilimi yoktu ama dikkat çekecek denli güzel sesiyle şarkı söylemeyi çok seviyordu. Onun ileride ünlü olacağını hiç kimse tahmin edemezdi. Ancak yaşamı boyunca beklenmedik zamanlarda beklenmedik yardımlarla onu ünlü bir besteci yapacak olan şans melekleri küçük Joseph’i kanatları altına almışlardı.
Araba tekerleği onarımıyla evinin geçimini sağlayan babası Mathias’ın bütçesi kısıtlıydı. Üstelik Rohrau’da olanaklar yok denecek denli azdı. 1737 yılında yani Joseph 5 yaşındayken, şans meleği ilk kez kanatlarını çırparak yardımına geldi. Baba Mathias’ın Hainburg’da yaşayan kuzeni Johann Mathias Franck, Haydn Ailesi’ni ziyarete Rohrau’ya geldi. Mesleği öğretmenlik olan Franck, yöresel bir kilise korosunda da başsolistti. Küçük Joseph’in sesini çok beğendi ve onun müzik konusunda iyi bir eğitim almasını sağlamak üzere Hainburg’a götürdü. Joseph hem dersleri kısa zamanda kavradı hem de birkaç enstrümanı birden çalmayı öğrendi.
Keman ve piyanonun yanısıra çok güzel davul çalıyordu. Ama küçük olduğu için bu iri aleti taşıması oldukça zorluyordu onu. Bir geçit töreninde kendisine davul çalma görevi verildi. Yürüyüşün yapılacağı uzun yol Joseph’in gözünü korkutuyor ama davulu da çalmayı çok istiyordu. Sonunda zekâsını kullanarak harika bir çözüm buldu. Yol boyunca davulu, ondan çok daha iri bir arkadaşı taşıdı, o da elinde tokmakla yanında yürüyüp davulu çaldı.
1740 yılında, Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nin koro şefi Karl Georg Reutter, yeni yetenekli koristler saptamak üzere Heinburg’a geldi; Joseph’in sesinden çok etkilendi ve onu Viyana’ya götürmeyi önerdi. Şans kuşu kanatlarını çırparak yine yardımına gelmişti. Öneriyi kabul eden Joseph Haydn, St. Stephen Katedrali’nde korist olarak görevine başladı. Burada müziğin yanısıra din bilgisi, Latince, matematik ve yazı dersleri de alıyordu. Müzik konusunda yeteneğiyle dikkatleri üzerinde toplayan afacan Joseph, haşarılıklarını da sürdürüyordu. Bir gün korist arkadaşlarından birinin uzun saçını kesince koro şefi Reutter onu cezalandırmak istedi. Joseph ise “Cezalandırılmaktansa koroyu terk ederim” diye karşı koydu. Disiplin konusunda ödün vermeyen Reutter, onu hem cezalandırdı hem de korodan kovdu.
Dokuz yıldır St. Stephen Katedrali’nde yatıp kalkan ve tüm masrafları karşılanan Joseph Haydn, bir anda kendini sokakta buldu. Cebinde hiç parası yoktu. Yiyecek bir lokma ekmek bulması da pek kolay görünmüyordu. Ona müzisyen olarak kim iş verirdi ki? İşte şans kuşu yine kanatlarını çırparak tam zamanında yardımına geldi.
Sokakta avare avare dolaşırken Viyana’daki St. Michaels Kilisesi şarkıcılarından Johann Michael Spangler’e rastladı. Kendisi de oldukça yoksul olan ve bir tavan arasında oturan Spangler, daha iyi koşul bulana dek onu evine davet etti. İki ay sonra Spangler’in eşinin doğum yapması nedeniyle yine yol göründü Haydn’a...
Ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içinde bocalarken, babasının yakın dostu Anton Buchholz’a rastladı. Buchholz, Haydn’a karşılıksız olmak koşuluyla 150 Gulden verdi. O da hemen St. Michaels Kilisesi yakınında Michaelerhaus’da bir çatı katı kiraladı.
Michaelerhaus Haydn’a çok uğurlu geldi. Çünkü aynı binada ünlü İtalyan şairi ve librettist (söz yazarı) Metastasio da kalıyordu. Haydn onunla tanıştı ve onun sayesinde, bir İspanyol asilzadesinin kızı olan, henüz on yaşında ama çok yetenekli Marianna Martinez’e piyano dersi vermeye başladı. Üç yıl süren dersler sayesinde Haydn Michaelerhaus’da kira ödemekten kurtuldu.
Marianna, kısa zamanda Viyana müzik çevrelerinde tanınan, sevilen önemli biri oldu. Hele Mozart ile yaptığı düet onu daha da ünlendirdi. Marianna’yı tanıyan çevre büyüdükçe, onu yetiştiren öğretmeni olarak Haydn da tanınmaya ve aranmaya başladı. Çok çalışıyor, yoruluyor ama artık rahat bir yaşam sürüyordu.
Yine şans kuşunun yardımıyla tanıştığı Karl Joseph von Furnberg onu Kont Ferdinand Maximilian von Morzin’e takdim etti. Kont, müziğe çok ilgi duyuyor ve özel bir orkestra kurmak istiyordu. Haydn’dan orkestrasına şef olmasını istedi. Bu görev Haydn’ın yaşamında şu yönden önemlidir:
Haydn ilk senfonisini burada besteledi ve 50 yıllık kompozitörlük yaşamında 108 senfoni besteleyerek günümüze değin kırılamayan bir rekorun sahibi oldu. Ayrıca, yine ilk senfonisini yönetirken, dinleyenler arasında Prens Anton Esterhazy de vardı ki bu soylu kişi kısa bir süre sonra Haydn’ın müzik yaşamında çok önemli bir kapıyı açacaktı.
1761 yılında Kont Morzin, parasal sorunlar nedeniyle orkestrasını dağıtmak zorunda kaldı. Haydn yine ortada kalmıştı. Başarısız başlayan evliliğinin verdiği sıkıntı da bir yandan onu bunaltıyordu. Ama yine şans kuşu yanıbaşındaydı.
Prens Anton Esterhazy Haydn’ın müzik dehâsına ve orkestra yöneticiliğine hayrandı. İşsiz kaldığını öğrenince hemen ona kendi orkestrasının şefliğini önerdi.
18 Mart 1762’de Prens Anton öldü. Yerine kardeşi Nicholas geçti. O da müziği ve eğlenceyi çok seviyordu. Her gün saat 12:00’de prensle o günün müzik programını saptıyor, yeni planlar oluşturuyor, kısaca tüm enerjisini saraydaki müzik çalışmalarına harcıyordu. Yaptığı besteleri hemen orkestrayla çalmak ve gerektiğinde düzeltmeler yapmak, besteci bir müzisyen için bulunmaz nimetti. Haydn da bunu en güzel biçimde değerlendirdi ve birbirinden güzel yapıtlar besteleyerek insanlığa armağan etti.
Franz Joseph Haydn ile Wolfgang Amadeus Mozart ilk kez 1781 yılında Viyana’da Baron von Swieten’in düzenlediği bir toplantıda karşılaştılar ve kısa zamanda çok iyi dost oldular. O sırada Haydn 49, Mozart 25 yaşındaydı. Bu yaş farkına karşın Mozart, Haydn’ın güvenilir bir dost olduğunu duyumsadı ve onunla birçok gizini paylaştı. Haydn ise bu genç ve olağanüstü yetenekli dostuna her yönden destek olmaya çalıştı. Birlikte toplantılar yaparak yapıtlar seslendirdiler, kolkola yürüyüşler yaptılar ve birbirlerini daha iyi tanıdılar.
Mozart, 1790 yılının başında “Cosi Fan Tutte” operasının son provalarında Haydn’ın da bulunmasını istedi. Bu birlikteliğin son olduğu sanki Mozart’ın içine doğmuştu. Mozart Haydn’a “Baba, korkarım bu bizim son buluşmamız” demişti. Haydn, ertesi yıl (1791) Londra’ya bir gezi yapmayı düşündüğünü söyleyip Mozart’ı da davet etti. Mozart da çok istedi ama eşi Constanze’ın hastalığı nedeniyle kabul edemedi. Haydn 1791 Aralık ayı başında Londra’ya hareket etti; Mozart 5 Aralık 1791’de sonsuzluğa uğurlandı. Böylece Mozart’ın kehaneti doğru çıktı.
Haydn’ın Londra yolculuğu çok başarılı geçti. Kısa zamanda kendini büyük bir kitleye sevdirdi. 30 yıl Esterhazy orkestrasıyla çalışmaya alışmış Haydn için iyi bir sınav oldu. Kendine güveni daha da arttı. Ama tüm bu olumlu gelişmelere karşın 1792 sonbaharında Avusturya özlemi ağır bastı. Prens Nikola’nın yerine geçen Prens Anton da Haydn’a bir mektup göndererek, onu tekrar Esterhazy’de orkestrasının başında görmek istediğini yazdı. Bu davet bestecinin karar vermesini çabuklaştırdı ve 1792 sonunda Viyana’ya hareket etti.
Haydn, Londra’dan ayrıldıktan sonra önce Bonn’a geldi ve bu kentte 21 yaşındaki genç besteci Ludwig van Beethoven ile tanıştı. Yetenekli bestecinin yapıtlarını dinleyen Haydn, bu gencin müzik yaşamının çok başarılı olacağını duyumsadı ve kendisini, bestecilik konusunda dersler vermek üzere Viyana’ya davet etti. Beethoven da bu öneriyi severek kabul etti ve Viyana’ya gelip derslere başladı. Ancak 60 yaşındaki Haydn ile 22 yaşındaki Beethoven arasında sıcak bir dostluk kurulamadı. Buna karşın birbirlerine saygılı oldular. Haydn genç öğrencisiyle ilgili görüşünü şöyle açıklamıştı: “Beethoven kısa süre sonra Avrupa’nın en iyi bestecisi olacak ve ben onun öğretmeni olmaktan gurur duyacağım.”
1793 yazında Haydn Londra’ya ikinci bir uzun yolculuk düzenledi ve 1795 yazına dek burada kaldı. İngiltere’deki şan, şöhret, ve parasal rahatlığa karşın yine ülkesine dönmeye karar verdi ve 15 Ağustos 1795’de Londra’dan ayrıldı. Viyana’ya gelince tekrar Esterhazy’lerin sarayında çalışmaya başladı ve 1804 yılında emekli oluncaya değin bu görevi sürdürdü.
Haydn, 1791 yılında Londra’ya ilk gidişinde Westminster Kilisesi’nde Hendel’in “Mesih” oratoryosunu dinlemiş ve çok etkilenmişti. O da bir oratoryo yazmak için harekete geçti. 1796 yılında yazmaya başladığı yapıt iki yıl sonra tamamlandı ve ilk kez 19 Nisan 1798’de Viyana’da Schwarzenberg Sarayı’nda asiller ve seçkin davetliler huzurunda seslendirildi. Haydn’ın yönettiği orkestra 180 kişiden oluşuyordu. Sarayın dışında da büyük bir kalabalık yalnızca besteciyi görmek için toplanmıştı. Konser o denli başarılı oldu ki 7 ve 8 Mayıs tarihlerinde iki kez daha tekrarlandı.
İngiltere’de bulunduğu sıralarda Haydn’ı etkileyen bir başka şey de ulusal marş olmuştu. İngilizler’in ünlü “Tanrı Kralı Korusun” marşından çok etkilenmiş ve kendi ülkesi için de böyle bir marş yazmayı aklına koymuştu. Fransa ile yapılan uzun savaşlar da halkı bezdirmişti, onları galeyana getirecek bir müzik gerekiyordu. Bu amaçla, Leopold Haschka’nın sözlerini alıp “Tanrı Kaiser Franz’ı Korusun” adlı bir marş besteledi. İşte 100 yıldan fazladır sevilerek söylenen Avusturya Milli Marşı’nın bestecisi Franz Joseph Haydn’dır.
Yıllar ünlü besteciyi yıpratmıştı. 1805 ve 1806 yılında iki kardeşini birden kaybetmesi onu çok üzdü. Artık beste yapamıyordu. 1806 yılı yazında doktorlar evindeki piyanonun kadırılmasını istediler. Çünkü her türlü müzik çalışması baş ağrısına neden oluyordu. Yine de 27 Mart 1808’de şerefine düzenlenen “Yaratılış” oratoryosu konserine katıldı. Bu gece onun 76’ncı yaşgünü kutlamasıydı aynı zamanda... Doktoru ile birlikte gelmeyi başardı. Trompet ve alkış sesleri arasında salona girdi. Bu mutlu geceye Hummel, Salieri ve Beethoven gibi ünlü müzisyenler de gelmişti. Yerine oturmasında bizzat Prens II. Nicholas Esterhazy yardımcı oldu. Konser bitiminde de, başta Beethoven olmak üzere tüm sevenleri elini öpmek için sıraya girdiler.
1809 yılı başında artık iyice hareketsiz duruma gelmişti. Yatağından çıkamıyordu. O günlerde huzurlu bir ortam gereksinimi olan Haydn, çok üzücüdür ki gürültünün ortasında kalmıştı. Çünkü mayısın ilk haftasında Napolyon orduları önce Viyana’yı kuşattılar. Kenti düşürmek için atılan her bomba evi sallıyor, bu da yaşlı besteciyi çileden çıkarıyordu. 15 gün boyunca hasta yatağında sık sık kendi bestesi olan Avusturya Ulusal Marşı’nı söylediği belirtilir. 31 Mayıs 1809 sabahı komaya giren ünlü besteci aynı gün yaşama veda etti.