Alternatifim Cafe

Martin Heidegger’den Esinle Otantik Varoluş Olanağı Aranışı

Discussion started on Felsefe

Martin Heidegger’den Esinle Otantik Varoluş Olanağı Aranışı

Martin Heidegger günübirlik bir yaşamın tekdüze ve sıkıcı görünümlerini etkili bir biçimde betimleyebilmiş bir düşünürdür. Ancak, buna almaşık bir otantik varoluş olanağını sınırlı bir ölçüde sergileyebilmiştir. Gerçekte daha ilkçağda Aristoteles insan varlığının kendisini açıp tamamlama ödevinin bulunduğunu savunuyordu. Düşünce tarihinde pek çok düşünür insanın daha yetkin bir varoluş biçimine evrilebileceği gizilgücüne vurgu yaptı. Bu doğrultuda insana en dokunaklı öyküyü, üst insan idealiyle F. W. Nietzsche sundu. “Üst insan” ben bu yazımda başta Heidegger, varoluşcu düşünce izleklerinden yararlanarak yer yer de kendi düşünce ve gözlemlerimden yararlanarak otantik bir varoluş olanağına ilişkin anlamlı notlar düşmeye çalışacağım. Otantik deyimini özgün, sahici, halis, anlamları karşılığı kullanmaktayım.

İstençli, kişilikli (otantik) bir yaşama bir kararla geçilir. Kişioğlu varolabilirliğini biricikliğini, bir defalığını, geçiciliğini ayrımsar. Kişinin hayatının belirli bir fasılasında varoluş bilinci uyanıp şavkır. Bu, varolmanın dopdolu bilinci kesik bir kaygıyla yoğrulmuştur. Uyanık bir varoluşu seçen kişi için tüm bir dinginlik olası değildir. Seçme hakkını eline alan kişi, her seçim bir riski de içereceğinden sürekli bir kaygıyı yaşayacaktır demektir. Dolayısıyla özgür olmayı seçen kişi sürekli olarak zorunlu bir kaygıyı yaşar.
Hayatın müsveddesi yoktur.Dolayısıyla eksik ve kötü yaşanmış olanları da temize çekme olanağı yoktur. Tüm yapılabilirlik ve yaşanabilirlik geleceğe ilişkindir. Geçmiş ancak deneyim birikimiyle bir değerde anlam taşır.Kanımca geçmiş kayıpların fazlaca yinelenmesi olsa olsa ‘bu anı’ yaşamayı engeller. Bir yaşama sanatı ustası olabildiğince kendisine yaşadığı ana bırakır.Çünkü o koskocaman yaşam küçük küçük anların birbirine eklenmesidir.Bunu çok iyi gören mutaasıflar “sufi zamanın oğludur.” demişlerdir. Zaman kavrayışlarını berkitmek isteyen okuyucularıma Fransız düşünür Henry Berkson’u ve yazarımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ı salık veririm.Sanırım zaman olgusunu kabaca ikiye ayırmak olası.İlkin nesnel ya da fizik zaman ikinci olarak ise öznel, psişik, varoluşsal, içsel zaman. Nesne ve fizik zamanda eşit zaman dilimleri birbirine denk bir değerdedir.Psişik ve varoluşsal zaman ise fizik ölçülerine vurulamaz. Psişik zamanda belirleyici olan yaşanan anın varoluşsal yoğunluğudur. Bir kadına sevi duyan bir adam için sevdiği kadınla rastlaştığı birkaç dakika yaşamında başat bir değer taşır. Psişik zamanda belirleyici olan ışıyan varoluş anlarıdır. Bir anne için, sınır boylarında nöbet tutan asker oğlu kendisine oturduğu sandalyeden daha yakındır. Martin Heidegger’e göre yüreğin ölçüleri varoluşca ölçülerdir. Diğer bir deyişle insan nesnel ölçülerle değil; öznel, varoluşca ölçülerle anlaşılabilinir.

Yetkin bir varoluş biçimi, yetkin bilinç koşullarının ve olgun bir ruhsal yapılanmayı gerektirir. Olgun bir ruhsallığın önkoşullarından ve sonuçlarından biri de yalnız kalabilme ve yalnızlığını sevebilme becerisidir. Ben de derin pek çok insanın uzun süre yalnız kalabilen ve yalnızlığını sevebilen insanlar olduğunu gözlemlemişimdir. Yalnızlığını sevmek asla insanlara sevgisizlik ve içerleme belirtisi değildir. Tersine Zerdüşt’ün diliyle söylersek “ insanların karşısına eli kolu olgun meyvelerle dolu çıkma isteğinin” bir gereğidir. Halihazır haliyle yakasını kitle kültürüne kaptıran kişi olduğunda sahici pek bir şey olunamaz. Yazık ki çağımızda yığının değerleri emek ürünü ve soylu her şeyi küçümseyen değerlerdir. Heidegger varlığın soyluluğunu duyumsayabilen az sayıdaki seçkinler için yazmak istediğini söyler. Baştan zoru seçmeyen, olur olmaz herkes yapıtına ilişmesin diye o da Heraklit gibi çok zor bir yazım dilini seçmiştir. Yalnız kalmak metaforunda geniş anlamıyla uzun bir süre kendini bir işe verme yaşantısını anlamamız gerekir. Çağımız insanının en büyük çelişkisi bilgiyi, sevgiyi ve yetkinliği emek vermeksizin istemesidir. Oysa ki bu nitelikler ancak ve ancak yoğun bir emek süreci sonrasında elde edilebilir.

Bir başka yazımda Heidegger’in hakikat karşılığı kullandığı “aleiteia” kavramını çözümlemek düşüncesindeyim. Heidegger’de aleiteia “saklı olanın örtüsünün kaldırılması.”
Bu yazının sonunda anlatılanları elle tutulur kılmak için yine edebiyatın yardımına başvuracağım. Yazının dehaları büyük düşünme ustalarıdır çünkü.

Lev Nikolayevich Tolstoy “İvan İliç’in Ölümü” adlı yapıtında ölüm döşeğindeki bir tüccarı anlatır. İvan İliç henüz ölmeden yakınları miras kavgasına tutuşmuşlardır bile. İvan İliç maddesel değerlerin insanları nasıl bayağılaştırdığını gözlemler. Yakınları, onun ölümünden çok onun mirasıyla ilgilenmektedirler. İvan İliç kavrar ki kalp değerler ve insanlar çevresinde sahte bir ömür sürmüştür. Daha dramatik daha koyu bir keder yaşamaya başlar. Çünkü öleceği yetmiyormuş gibi boşuna bir hayat sürmüş olduğunu da anlar. İyi edebiyatın değeri evrensel gerçekleri tekil durumlarda gösterebilmesindedir.


Mert Sarı
#1 - Ocak 20 2009, 22:46:32

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.