Alternatifim Cafe

PARAPSiKOLOJi

Discussion started on Ödev

adige_cale60

Yeni!
Günümüzde bir çok öğreti sistemlerinde olduğu gibi, parapsikoloji tanımında da değişikler yapmak, konuya daha derin bir boyuttan bakmak zorundayız. Bu düşünceyle parapsikoloji tanımını daha geniş bir biçimde ele alarak, kolay anlaşılır hale getirmek istedik.

Bu bakışla konuya yaklaşırsak, günümüz Parapsikolojisi: Modern psikoloji ve modern tıbbın verileriyle, doğu bilgeliğinin verileri arasında köprü oluşturan bağımsız bir bilim dalıdır.

Budizm, sufizm, tao felsefeleri, yüzlerce yıllık tradisyonlar ve revizyonlarla, insanın evrenle olan manevi ve ruhsal ilişkisinin yaşam içinde belirlenmesi ve araştırılması yönündeki çalışmalar, parapsikolojidir. Bu bakış açısıyla yapılan araştırma ve çalışmalar, parapsikolojiyi dünyanın bir çok üniversitesinde bağımsız bir kürsü haline getirmiştir. Parapsikoloji, fizik ötesi çalışmalarıyla, konulara bilimsel yaklaşımıyla, dünyanın pek çok üniversitesinde saygın bir duruma gelmiştir.

Parapsikoloji, klinik bulgularla ölçümlenemeyen psişik fenomenler üzerinde araştırma yapan bir bilim dalıdır.
Örnek: Telepatinin, klinik metotlarla yapılan araştırmalarda ölçüm normlarına girmeyen, ama soluduğumuz hava kadar gerçek bir fenomen olduğu hepimiz tarafından bilinir. Telepati gibi diğer psişik D.D.A.(Duyular dışı algılama) fenomenleri, modern bilimin yeni gerçeklikleri altında masaya yatırılmışlardır.

Gördüğümüz, ölçebildiğimiz madde, enerjinin bir hali ise, bu maddenin derinliklerine inmeye başladığımız zaman, klasik sebep sonuç ilişkileri, zaman ve mekan akışı, günlük bilincimize bağlı standart kavramlarla, açıklanamayacak fenomenlerle bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Günümüzde, bilincin zaman ve mekan koşullarına göre esneyebildiğini, duyuların dışına çıkabildiğini artık biliyoruz. En basit örnekle; ipnoz yöntemi kullanılarak, zamanın ve mekanın kabukları kırılabilmektedir.

Rüyalarda geleceğe ait herhangi bir fenomenin nasıl tezahür ettiğini düşünelim! Beş dakika içinde rüyada bir ömür geçirebildiğimizi, bilincin, zaman mekan koridorlarına bağlı olmadan hareket edebildiğini artık bilim de kabul ediyor. Alfa ritmine girildiğinde, nasıl, neler yaşandığını hayretle izliyoruz...

Örneğin ipnoz altında neler yapıldığını da şaşkınlıkla gözlemliyoruz. Saatten haberi olmayan bir süjeye, saat sorulduğunda, nasıl kesin olarak söyleyebiliyor? Süjeye trans halindeyken, saat beşte şunu yapacaksın dendiğinde, nasıl bu emri tam zamanında yerine getirebiliyor? ( Post ipnotik telkin ) Günlük bilincine yansımamış herhangi bir bilgiyi nasıl kullanabiliyor? Rüyalarda, geleceğe ait herhangi bir fenomen nasıl tezahür ediyor? Bu tür sorulara samimi bir yanıt verilmedikçe, inkar etme yolundan dönülmedikçe, gerçekleri bulmamız olası değildir.

Bilim de kendi içinde sürekli bir değişim halindedir. Bilimi değişmez bir duvar gibi kabul ederek, bu duvara yaslanıp kalmak doğru değildir. Sonuç olarak şunu söylüyoruz; Metafizik bilgilere, ön yargılarla ulaşılamaz...


MADDE VE RUHU ANLAMAK

Anlamak; anlayacağın bilginin, uygulamanın haletini yaşamaktır. O bağlantıyı yapmak ve sembolleri çözmek demektir. Senin için gizli, bilinmeyen olanı, bilinir hale getirmektir anlamak. O bilgiyle aynı potada erimek, aynı frekansta buluşmak ve o haleti yaşamaktır. Özetle, o güne kadar senin için sır olanın açığa çıkması demektir. Anlamak ve idrak, aynı merdivenin iki ayrı basamaklarıdır.

Bir mobilyacının yeni model bir masanın nasıl yapılacağını dinlemesi, anlamak değildir. Ancak onun yapımını bitirince anlamış olacaktır. Biz önce nasıl yapılacağını dinleriz, anladık deriz. Fakat asıl anlamak, inşa etmek, yani ortaya bir eser çıkarmak demektir. Birincisi dinlemek, ikincisi ise anlamaktır. O halde gerçek anlamak, o yasaları öğrenip, uygulayabilir hale gelmektir. Anlamışsan, yaparsın. "Bilgin kadar varsın" sözü bunu ifade eder.

Anlamak sözü üzerinde bu kadar titizlikle durduğumuza göre, devre sonu dediğimiz bu kritik günlerde, asıl anlamamız gereken konuya girebiliriz. İnsanlık, ulaşmış olduğu bu günkü teknolojik düzeye rağmen, ne maddeyi, ne de ruhu anlayamamış fakat, olabildiğince gerçekleri saptırmaktan da geri kalmamıştır.

İnsanın kendinden kaçışı ve gerçeklerle yüzleşmekten bu denli korkması daha nereye kadar devam edecek?

Ruh kavramını bir öcü gibi telaffuz etmekten korkanlar, Kur'an' dan da destek alarak bu korkularını örtmeye çalışmışlardır. "Sana ruhtan söz ederler-se, o Allah'ın emrindedir" dersin, ayetine yeterli bir açıklama getirilemezse, doğal olarak bu çıkmaza girmek kaçınılmazdır. Oysa biraz özen göstererek araştırıldığında, bir çok bilim adamı ve veli dediğimiz, inisiye (gizemli) varlığın, ruh hakkındaki ilginç sözlerine çok kolay ulaşabiliriz. Bakın Bilge Mevlana ne diyor:
"O bilginler ki evrenin özetidirler,
Bilgilerinin atı göklerde gezer,
İş anlamaya gelince senin özünü,
Felek çarpmış gibi başları döner."
Yunanlı filozof Heraklit:
"Dünyanın tüm yollarını katetsende, Ruhun sınırlarını asla bulamazsın. Ruhun özü işte bu kadar geniştir."
Diğer bir filozof da:
"Tanrı'nın harikaları arasında iki şey vardır ki, diğerlerinden çok farklıdır:
1- Gök Kubbe (Yıldızlı Gökyüzü)
2- Ruh" demiştir.

Ruhun varlığı ve harika oluşu, bu kadar açık belirtildiğine göre, bu kaçış neden? Bu kaçış, insanın kendinden kaçışıdır. Şimdi tekrar madde ve ruhu anlamaya geri dönelim ve irdelemeye çalışalım.

İnsanlığın Kullanamadığı Güç Kaynağı İmajinasyon;
Gezegenimizde insan uygarlığını meydana getiren madde ve ruh birlikteliğini irdelemek için tüm inançların ötesinde rasyonel aklın anlama yetisine ve imajinasyonun çalıştırılmasına ihtiyaç vardır. Uygarlığımızın vardığı nokta inançların dışındaki uğraşlarla meydana getirilmiştir. İnanmak bir realitenin insan üzerindeki obsesyonu, yani saplantısıdır. "Eğriyi doğrudan ayıran bilgidir" sözünü öncül bir gerçek olarak kabul edersek, mevcut gerçekliklerin inanma duvarlarının ördüğü sınırların dışında, anlama yetisinde kavranabileceğini kabul ederiz.
Anlamak ve kavramak için tek realite bilgidir. İnanmak ise, bir realitenin sınırlandırılması, atıl hale getirilmesi demektir. Özetle önyargı, o kişi için değişmez gerçek demektir.

Bilginin işlenmesi, analiz edilmesinin aracı ise, akıldır. Ulaşılan tüm sentezler akıl ile yapılır. Fakat insan uygarlığının gelişmesinin ulaştığı seviyenin enerji kaynağı ise, imajinasyon yetisidir. İmajinasyonun yaratıcılığı sayesinde akıl işleyeceği bilgilere ulaşır.

İmajinasyon bilim adamları: 15.yy'da Kopernik, 16.yy'da Galileo, Kepler, 17.yy'da Newton ellerinde yeterli hiçbir alet bulunmazken Güneş sistemimizin çalışma prensiplerini, genel çekim yasalarını matematiksel olarak bulabilmişlerdir. 19.yy'da gelişen optik teleskoplar vasıtasıyla bunlar ancak kanıtlanabilmiştir. 20.yy'ın başında Einstein, maddenin temeli olan atom yasalarını, evrensel çekim kanunlarını, ışığın yayılma dinamiklerini matematiksel olarak tam kesinlikle ispat etmiştir. 20.yy sonunda gelişen bu teknoloji Einstein'ın tüm teorilerinin doğruluğunu kanıtlamıştır. Deneyden bağımsız bir matematiğin nasıl oluyor da duyularımızın ulaşamadığı bu gerçeklikleri bulduğu, bugünkü bilimin en büyük paradoksudur. Çünkü Einstein laboratuara girmemiştir, salt imajinasyon ve rasyonel aklın gücüyle bu gerçekliklere ulaşmıştır.

Birbaşka örnek ise, motornöron hastası olan ve vücudunda fiziksel olarak bir tek el parmaklarını çalıştırabilen astrofizikçi Stephan Hawking daha da ötelere giderek, milyarlarca ışık yılı ötede bulunan galaksilerin ve karadeliklerin çalışma prensiplerini ve dinamiklerini keşfetme kudreti göstermiştir. Teknolojik olarak hepsi tek tek kanıtlanıyor ve bilim dünyası bu insanın, hangi yetisi ile bu gerçeklikleri bulduğunu anlamaya çalışıyor. Milyarlarca ışık yılı uzağımızda bulunan bir gerçekliğin dinamikleri ve yasaları nasıl oluyor da 1.750 gr.lık bir beynin içinde şekilleniyor. Hem de şaşmaz matematiksel bir kesinlikle.

Sorularımıza devam ediyoruz; Mozart'ın 4 yaşında ilk konçertosunu bestelemesi, 6 yaşında senfoni bestelemesi, hem de hiçbir müzik eğitimi almadan!...Beethoven'ın müzik yapmak için vazgeçilmez duyumuz olan duyma yetisini kaybetmesi, bu yetiden mahrum oluşu bestelerine devam etmeye bir engel oluşturmadı. Evrensel ölçekteki yüzlerce bestesini sesleri duymadan yapabildi.

Uygarlığımızın bilgi sıçramalarını yaptıran bu insanların, bu bilgiyi nereden çekip aldıkları ve bu bilginin kaynağının klasik anlamda bir sebep-sonuca bağlı kalmadan nasıl ortaya çıktı sorusunun cevabı, hala havada asılı durmakta!.Ulaşılan tüm gerçekliklere teoriden gidilir. İşte buradaki teori imajinasyon yeteneğimizdir. İmajinasyona eğriyi doğrudan ayıran bilgi gerçekliği ile bakıldığında, onun tek bilgi kaynağımız olduğu ortaya çıkar. Rasyonel akıl ise, imajinasyonun işlendiği ve duyular vasıtasıyla denemelerinin ve analizinin yapıldığı gerçekliktir.

Madde olarak organize olduğumuz sistem ve duyularımızla algıladığımız madde, evrendeki mevcut enerjinin sadece bir dalga boyudur. Modern fizik bugün mevcut enerjinin 1,5 milyardan fazla farklılıkta dalga boyuna sahip olduğunu kanıtlamıştır. Özetle, bizim maddemiz bu dalgalanmanın sadece 1,5 milyarından biridir. Bunlarla şunu demek istiyoruz: Varoluşun 1.499.999.999 tane daha boyutu var. Madde sadece 1 tanesi. Maddenin temel parçacıklarının dünyasına indiğimizde ise, karşımıza çıkan gerçeklik, maddenin duyularımızla algıladığımızın tersine hiç de statik ve atıl olmadığıdır. Duyularımızla algıladığımız maddesel gerçeklikler kan, çiçek, kelebek, su, hücre vb. maddenin en küçük yapı taşlarında tasarlandığı, dizayn edildiği gerçekliğidir.

Maddenin atomik yapısında bir imajinasyona ve bilgi alış-verişine sahip olduğu modern fizik tarafından kanıtlanmıştır. Maddenin tüm katmanlarında dizayn edici, form verici, irade dışı bir güç kaynağı olarak karşımıza çıkan imajinasyon için uygarlığımızın vereceği tüm adlandırmalar sınırlıdır, eksiktir ve noksandır.
Çünkü maddenin kabasından en küçük kütlesine (atom ve atomaltı parçacıklar) ve ömür bakımından da en kısa ömürlü olanlarına (saniyenin 80 milyarda biri) kadar tümü, karşı konulmaz bir şekilde imajinasyonun şekillendirmesi ve yönetimi altında kalıyor. Keşfetmek kudretini şimdilik gösteremediğimiz imajinasyonun yaratıcı gücüne varoluşun en temel dinamiğine insanoğlunun sağduyusu "Ruh" ismini vermiştir. Ve insan evreni meydana getiren maddenin enerji kaynaklarının sadece bir dalga boyu olduğu gerçeği ile imajinasyonun anlamaktan uzak olduğumuz sonsuz gerçekliği arasında şimdilik sıkışıp kalmıştır.

Mevcut evreni kalıplara bölmek, önyargı ve inançlarla değerlendirmek, sonsuzu metreyle ölçmeye kalkışmaktır.

                                                                          YORUMSUZ
#1 - Nisan 24 2006, 14:39:24
« Son Düzenleme: Nisan 24 2006, 14:39:57 Gönderen: adige_cale60 »

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.