Alternatifim Cafe

Yusuf Hayaloğlu

Discussion started on Yazarlar

HAKKINDA YAZILANLAR

İşte şiirine en yüksek telifi alan şair

HEM ŞAİR, HEM RESSAM, HEM DE MÜZİK ADAMIYDI AMA YILLARCA BEKLEDİ. EMEĞİNİN GERÇEK KARŞILIĞINI BULMASI İÇİN BEKLEDİ. BU BEDEL YÜKSEKTİ. ÇÜNKÜ BİR ŞEYİN DEĞERİ BEDELİYLE MENKULDÜ. VE O FİYAT VERİLDİ. SADECE DOKUZ ŞİİR İÇİN TAM 125 BİN DOLAR ALDI, KASETE OKUDU...

Yusuf Hayaloğlu’ndan bahsediyoruz. Onlarca sanatçının okuduğu 'Dağlarda kar olsaydım' yada İbrahim Tatlıses’in meşhur 'Nankör kedi' gibi türkülerinin yaratıcısı.. Veya 'Yorgun Demokrat'ın, 'Nazlıcan ve Bedirhan'ın, 'Hani benim gençliğim'in, 'Bir acayip adam'ın ve yüzlercesinin şairi... Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları yazıyor. Yusuf Hayaloğlu, hayata bakışını, neden bu kadar beklediğini, şiirlerinin arkasındaki bilinmeyen dünyasını İMEDYA’ya anlattı.

Pazar günü ikindi vakti Cihangir’de bir apartmanın giriş katındaki küçük dairesinin kapısını çaldığımızda, tatlı gülümsemesiyle karşıladı bizi. Tek başınaydı. Ne bir koruması, nede menejeri vardı yanında. Önce vakti geldiği için arka taraftaki şirin bahçesini suladı, sonra soğuk bir şeyler ikram etti, ardından marlborosunu yaktı ve başladık sohbete.

17-18 yaşlarına kadar amaçsız ve bir o kadar haşarı geçen gençliğini anlattı önce. Kendisini hiç inşa etmemiş bir insandı. Ardından gelen yoğun bir araştırma öğrenme dönemi.. Ama ne araştırma.. Kur’an’dan Marksizm’e, Maosizm’e, Budizm’den Freud’a kadar bütün felsefeler ve dogmalar.. ''Kendime bir iç şemşiye aradım. Bunu buluncaya kadar hiçbir örgüte, partiye, derneğe girmedim.'' diyor Yusuf Hayaloğlu:

''Bütün bu felsefelerin hayatı tam açıklamadığını ve zorlandığını gördüm. Teori, pratiği belirlemeye çalışıyordu ama pratik buna direniyordu. Bunun nedenini araştırdım ve doğanın şaşmaz dengesinde, kusursuzluğunda buldum. Doğaya aykırı hiçbirşey mümkün değil. Değiştirmek mümkün değil. Pratikte ne ise onu anlamalısın. Onu zorlayarak değiştiremezsin. Onu, o pratiğin içindeyken değiştirebilirsin. Dışardan ahkam keserek değiştiremezsin. Birden iç şemsiyeyi buldum ve natüralist olmaya karar verdim.''

İşte bugünkü Yusuf’u böyle yakalamış: ''Şu anda bir uçaktan dünyayı seyreder gibiyim. Ordan tel örgüler gözükmüyor. Yukardan baktığın zaman, dev bir coğrafya.. İnsanlar karınca sürüsü gibi, evler kibrit kutusu gibi. Ayrılıkların anlamı olmadığını gördüm. Hepimiz doğanın parçasıyız. Olabildiğince sevmek, iyi yaşamak, ahlaklı, erdemli olmak lazım.''

Yusuf Hayaloğlu bir buçuk sene önce ilk şiir albümü ‘Ah Ulan Rıza’yı çıkardı. Ardından geçtiğimiz günlerde ikincisi geldi, 'Bir Acayip Adam':

Hayaloğlu, ilk albümün dinleyicilere biraz ağır geldiğini, şimdi ise daha basit, anlaşılır şiirler seçtiğini söylüyor. Türkiye’de sadece kendisine mahsus özelliği ise kendi şiirlerini okuması, onlara besteler yapması. Yani herşeyiyle kendine ait, bir anlamda ‘Sesli kitap’..

Ama sırada yazılı kitap da var. Şimdiye kadar hiç kitabı olmamış. ''Artık zamanı geldi'' diyor. ''Neden?'' sorusuna şu ilginç ve bir o kadar düşündürücü cevabı veriyor:

''Albümü yapmaya zorlayan koşullar şöyle gelişti. Ben kendi kârımı düşündüm. Onun için geç kaldı. Materyalist anlamda değil. Mantığım şu: ‘Benim emeğim para etmeyecek kadar basitse, o zaman sende benim kasetimi yapma.’ Bu bedel yükseldi, tatmin edici bir noktaya gelince, ‘tamam’ dedim. Kitapta da aynısını yapıyorum. Şiir kasetinde Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yüksek şiir telifini alan insanım. 125 bin dolar aldım 9 şiir için.. Tek şiir 13-14 bin dolar yapıyor. Bu bir övünme değil. Bu şu demek: Bir şeyin değeri bedeliyle menkuldür. Sen bir şeye çok büyük değer biçebilirsin ama bakalım o parayı veren var mı? Şimdi onu kanıtladım ben. Benim şiirimin kaç para ettiğini kanıtladım . Aynı şeyi kitapta da yapıyorum. Ve Türkiye’de gelmiş geçmiş, ölmüş veya yaşayan insanların alıp alacağı en yüksek telifi iki üç puan yüksek alıyorum. Bu yakında da çıkacak.''

Yusuf Hayaloğlu kendi deyimiyle halk şiiri yapıyor. İşte ilk albümüne isim veren ‘Ah Ulan Rıza’dan bir pasaj:

Neden hala gelmedi
Yoksa saatimi şaşırdı bu hıyar
Gerçi hiç saati olmadı ama en azından birine sorar
Cebimde bir lira desen yok
Madara olduk meyhaneye
Ah eşek kafam benim
Nasıl da güvendim bu hergeleye
Gelse balığa çıkacaktık
Ne çekersek kızartıp
Bir kilo rakıyla yutacaktık.
Bu sandalı geçen hafta çalıntıdan düşürdük
Arkadaşlar ısrar etti
Biz de iyi olur bize uyar diye düşündük.
...

Böyle devam edip giden ve Hayaloğlu’nun yorumuyla insanın tüylerini diken diken eden bir şiir ‘Ah Ulan Rıza’...

Halk şiirini şöyle savunuyor şair:

''Halk şiiri yapmanın zararı yok. Ne diyorlarsa desinler. Ben halkı seviyorum. Yani natürel, avam yaşamayı seviyorum. Kültürüm de bu, sokaktan gelmeyim. Bunu da inkar etmiyorum. Zamanında kolej muadili okudum, akademi okudum, batı kültürü okudum, Şekspir, Marks okudum. Yani sonuçta hiçbirşey değil, hiçbiryere varamıyorsun. Yani gelip geleceğin nokta bir kara toprak derler ya. Neticede halkın denizine giriyorsun. O denize girdiğin zamanda tertemiz oluyorsun, mis gibi oluyorsun. Bunda ne zarar var. Başta biraz zorlayarak oldu. Şimdi tamamen hazmettim. Geldiğim yere geri döndüm. Ordan gelmiştim. Başka yere uçtuk, bir marifetmiş gibi. Sanatçılara da onu tavsiye diyorum. Şatolarından çıksınlar. Kozalarından çıksınlar. Halkın içine karışsınlar. İki tane entel barda oturup kendi kendilerine sanat yapıyorlar. Kendi kendilerine şiir okuyor, kendi kendilerine ödül veriyorlar. Kendi kendilerine dergi çıkartıyorlar. Kitap çıkarıyorlar. 1500 tane basıyorlar, onu da eşe dosta hediye ediyorlar. Gelsinler halkın denizinde yıkansınlar, arınsınlar biraz.''

Yusuf Hayaloğlu bu konuda çok dolu. Mesele ‘türkü’ye geliyor:

''Türkü hayatın bizatihi kendisi. Halkın kendisini ifade ettiği sözlü müzikli bir durum. Bazı TV kanallarında türkü yasak. RTÜK’ten dolayı sabahın 5’ine koyuyorlar. Gazete çıkarıyorsun, halkın kültürüyle alakası yok. Sanat sayfası yapıyorsun. Tam sayfa caz. Tam sayfa bilmem ne. Bunların ne alakası var bizim kültürümüzle. Ondan sonrada ‘niye halk okumuyor’ diye soruyorlar. Halk yok ki yayınlarda. Türkü dinlemeyen halkı bilemez. Türkü bin yıllardır var, ortaasyadan akıp geliyor. Nerelerde konaklamış. Nereleri dolaşmış ve gelmiş Anadolu’nun bağrında akıyor. Sen bu ırmağı görmezden geldiğin zaman, zaten hiçbir yerini kavrayamazsın. Ezilenleri, altta kalanları, tutunamayanları bir baltaya sap olamayanları seviyorum. Onlar bana hoş geliyor. Halin vaktin yerinde hiçbir problemin yok, neyini yazacağım ben senin yani. İyi durumdaki bir adamın, herşey çok güzel demesinden sıkılıyorum. Sanatçının ekmeği burada, hayatın çelişkilerinden mağduriyetlerinden çıkar.''

Hayaloğlu halkın içinde olunca, bir o kadarda siyaset ve ekonomiyle ilgili. Ve yaptığı şu yorum bugünkü sosyal bunalıma felsefik bir pencere açıyor:

''Çok çalkantılı dönemler yaşadım, ekonomik yönden... Ama halkı bu kadar umutsuz, mutsuz hiç görmemiştim. Yarına dair hiçbir umut kalmamış. Bu, en büyük uçurum, en büyük reaksiyon... Nasıl sosyal bir patlama olmuyor inanamıyorum. Bu korkunç bir tevekkül, korkunç bir sabır. Allah sabır versin. Ama insanlar artık akıllandı. Vatan, millet nutukları ekonomiyi açıklamıyor. Halk, 'Sen bunları derken benim cebimdekini götüyorsan, lanet olsun' diyor. Halk bunu görmüş artık. Herkesin elinin kendi cebinde olduğunu görmüş. Komünizm niye çöktü? Herşeyin devletin olmasından ve devletin içinde devletten palazlanan insanlardan dolayı çöktü. İnsan mutsuzsa hiçbir ideoloji onu etkilemez. Bir çocuğun karnı açsa sen ona dünyanın en güzel masalını da anlatsan o çocuk ağlar. Karnı tok olan, masallar arasında tercih yapar. Çocuğun karnı aç. Halkın karnı aç, ne masal anlatırsan anlat. O yüzden halk tercihlerini de ideolojik olarak yapmıyor. Halk kimde ekmek olacağını sanıyorsa ona sarılıyor. Ama denize düşen yılana sarılır.''

Hayaloğlu ile sohbet çok tatlı, çok uzun.. Ve buraya sadece küçük bir bölümünü alabildik. İki saatten fazla kaldığmıız o küçük, şirin dairesinden bir daha görüşmek üzere, fakat bu defa diğer kaseti beklemeden buluşmak üzere ayrılıyoruz.

#1 - Ekim 03 2008, 22:55:19

YAĞMUR İÇEN KIZ

Baldırı çıplak bir akşamüstüydü
Kime selam verdiysem yüzüme küstüydü.
Yalnızlığa susmuştum, yağmura üşümüştüm..
Belli belirsiz ve hiçbir makamsız,
Hiçbir kelimesiz ve hiçbir anlamsız,
Kırılgan bir şarkıydı, tılsımına düşmüştüm..
Ve ben sanki ömrümde yaşamadığım
Ve yaşamadan yaşlandığım bütün aşkları
Bu ilk defa karşılaştığım, bu ilk defa yabancı,
Ve bu son defa tutunduğum kızla bölüşmüştüm..

Yağmur içen kız.. gece kuşu
Atmacaya benzer duruşu..
Bir omuzu el-ense çekerken azraile
Bir omuzu sokak lambasından da biçare..
Kimliğini sorarsan;
Barbar sokakların en barbar kızı,
Ve hortumlu karakolların en arsızı..

O destursuz yağmur, taş gibi iniyordu,
O fütursuz cadde, pür-telaş deviniyordu.
Başını çevirip bakıyordu ara sıra
Hiçbir şey sormadan gidiyordum ardı sıra..
Bir karyola, bir sobadan ibaret 102 nolu odada
Buluştu gözlerimiz, sırları dökülmüş tozlu aynada..
Cebimdeki şişeyi yudumlarken sessizce
Saçlarını okşadım yavaşça ve teklifsizce..
Azıcık huylanmıştı, söylemedi ama şaşırmıştı.
Sanırım ki o, hep değişen tiplere
Ve fakat hiç değişmeyen triplere alışmıştı..

Yağmur içen kız.. vahşi kısrak
Göğsü falçata krizi, öfkesi tavlı bıçak..
Soluğunda ıslak çimenlerin buğusu
Soluduğunda kundaklanmış ormanların yalazı.
Güzelliğini sorarsan;
Dişleri kar kuşundan da beyaz
Dudakları vampirden de kırmızı..

Alışkın bir otel odasıydı, kenarda soba yanıyordu,
Tutkunun tasma koparan köpekleri
Arsız bir çarşaf gibi üstümüze abanıyordu..
Küçücük ama çok küçücük bir ağzı vardı,
Küçücük ama çok küçücük bir öpüşte bile
Bir vişne ısırığı gibi kanıyordu..
Çaparinin çengelinde çırpınan çipuranın
Yakaran gözlerindeki o tarifsiz kederle,
Bu küçücük ömründe, belki de ilk defa
Birisinin gözlerine bakmaktan utanıyordu..

Yağmur içen kız.. kaldırım meleği
Hüznün yirmidört saatlik beyhude kelebeği..
Her akşam sunarak kendini hoyrat ağızlara
Ve her sabah yunarak bedenini yağmurla
Ve boğarak o narin göğsünde hıçkırıklarını
Bir çalpara gibi yeniledi kopan yanlarını..
Yağmur içen kız.. çılgın kedi
Komalara girdi, jiletler yedi, ölmedi..

Hiç sormadım adını, kendisi de söylemedi.
Ben şişeyi boşalttım, o ağzını sürmedi.
Gitme vakti gelince uzatıp küçücük elini
Hoşça kal, dedi, almadan o malum bedelini..
Boş bir şişeden daha aptalca ne olabilirdi hediye?
Uzun uzun bakakaldı, bu adam deli mi ne, diye..
İyi ama bu şişe boş be arkadaş, dedi, bu şişe boş!
Her şey boş güzelim, dedim, her şey boş!
Sen de yağmur koyarsın belki bu şişenin içine,
Ve güneşin ışırsa bir gün, bir yerlerde, bir ihtimal,
Düşlerini yudumlarsın artık yağmurun yerine...

Yağmur içen kız.. gönül hırsızı
Hiç kimseler bilmeyecek sırrımızı..
Sen tutunmaya çalışırken gecenin eteklerine
Yine acıtacak güzelliğini, o çirkin maça papazı..
Ve yine kıyacaksın belki, o incecik bileklerine..
Yağmur içen kız.. sahipsiz bebek
Elbette bir gün herkes bir şekilde gidecek.
Ama bu yağmur var ya, bu yağmur, inan ki
Nereye gidersen git, hep ardından gelecek..

Ne zaman tokatlasa yağmurlar penceremi,
NE zaman sersem ve buruşuk bir pardösü gibi
Dökülsem kaldırımlarına bu duman karası kentin;
Hep o kıza rastlarım, aynı kuytu köşede.
Gözyaşlarını biriktirir usanmadan
Düşleriyle aynı şişede..
Hatırını sorarım, sessizce kaldırır yüzünü,
Tablolardan çalınmış gizemli bir gülücüktür.
Yağmur içer yudum-yudum, kanasıya.
Mezesi, eski bir geceden, vişne yarığı kırmızı
Ve hala kanayan o vişne ısırığı öpücüktür..

Yağmur içen kız.. mağrur yürek
Bu yağmurlar yalan ama ölüm gerçek..
Sen yine avucunda sakla, çaldırma cevherini.
Ve sakın gösterme kimseye, o yağmur incilerini
Hep şarkını söyle; hiçbir kelimesiz ve makamsız,
Hep orda bekle; bir akşam belki apansız,
Gelir de alırım şişemi senden geriye:
O biriken yaşlarını içmek için damla-damla
Ve geciken bedelini ödemek için kendi hayatımla...




Dokunma Yanarsın

Çocukluğum çıraklıkta geçti, kir-pas içinde
Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde
Hapse erken düştüm.. copla erken tanıştım
Küçük voltalardan bıktım, usandım
Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda
Adımlarımı saymadan, geriye dönüp bakmadan
Usanmadan, bıkmadan
Deli taylar gibi koşmak istiyorum!
Ve görüyorsunki aşkı beceremiyorum
Beni kendi halime bırak yavrucuğum
Ben yolumu nasıl olsa bulurum...

Upuzun çayırlarda yalınayak koşmak istiyorum
Saçlarım rüzgara konuk..yüzüm dağlara dönük
Göğsümün çeperini ölümle sınayan esaret
Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret
Kıyasıya vuruşsun istiyorum!
Koşmak.. koşmak istiyorum sevgilim
Dönemezsem affet..

Firari gecelerin uzmanı olmuşum
Bütün istasyonlarda afişim durur
Beni bir çocuk bile bulur!
Dokunma bana çıldırırsın
Dokunma bana sende ellerin tutuşur!

Koşmak istiyorum
Eksozların, molozların, yağmaların kıyısından
Onca insafsızlıkların, onca haksızlıkların
Manzarasızlıkların, parasızlıkların
Allahsızlıkların kıyısından
Kimseye ve hiçbirşeye değmeden
Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum!

Koşmak istiyorum
Şiirimin ve yumruğumun namusuyla
Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan ve küfür etmeden
Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum!

Avucunu son bir defa, ağlamadan tutmak istiyorum
Gözlerim yüzüne küskün, sazım sevgine suskun..
Saati ayrılığa krmuşum olmaz teslimiyet
ziyan aklımı senle bozmuşum, içerim felaket! .
Kurşunlara geleyim istiyorum
Ölmek..ölmek istiyorum sevgilim
Sağ kalırsam affet

Firari acıların uzmanı olmuşum
Bütün telsizlerde adım okunur
Beni bir korkak bile vurur! .
Dokunma bana fişlenirsin
Dokunma bana, sende yanarsın




Yüzümden firar etti gözlerim

yüzümden firar etti gözlerim
şimdi bir denize bakıyorlar
dört duvar arasında kalmışım
yanımdakiler öyle diyorlar

kafamı çarptığım ranzanın demiri
ciğerlerimi emen soğuk duvar
saçımdaki karları çoğaltmışım
yanımdakiler öyle diyorlar

görüş günüm olmadı henüz
daha yeni başlıyor büyük acılar
ve daha epey ağrıyacakmışım
yanımdakiler öyle diyorlar

seni görmeyeceğim artık
zaten tamamlanmıştı anılar
ihtimal sabah alınırmışım
yanımdakiler öyle diyorlar

gözlerime iyi bakarsın umarım
günde milyonlarca kez seni ararlar
diğer tüm hisleri bırakmamışım
yanımdakiler öyle diyorlar

yanımdakiler öyle diyorlar
#2 - Ekim 03 2008, 23:08:05

"Sanatçı" kelimesini Türkiye'de yaşayan insanların arasında en çok Yusuf Hayaloğlu'na yakıştırıyorum. Ben bu kadar dürüst, bu kadar samimi ve bu kadar içten bir insan tanımıyorum. Üstadın da muhabbetine doyum olmamış görünüşe bakılırsa.
#3 - Ekim 03 2008, 23:24:37

Cidden çok sağlam sözleri bir araya getirmeyi başarmış bir şairdir kendisi.Mavi gözleriyle yaydığı pozitif enerjiyi cümlelerinde sürdürmüştür.
#4 - Ekim 03 2008, 23:32:32

Demek şimdi gidiyorsun;
Yazdığımız son şiir öyle yarım kalacak!
Demek şimdi gidiyorsun;
Kuşlarımız acıkacak,saksılarımız
artık sulanmayacak!
Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp
aynanın sahtekâr yüzüne
-Oy benim yaralım-
Demek şimdi gidiyorsun;
Beni böyle toz gibi dağıtıp merdivenlern dibine!

Her şey tamam diyorsun,git...
Beni viran bir şehir gibi terket...
Haydi git!
Dışarısı ispiyon...Dışarısı ihanet...
Seni bir gören olmasın,dikkat et!..

Dostlukmuş...ölüme yürümekmiş...
Üstüne titremekmiş...vefaymış!..
Aşk dediğin,zavallı bir kapıyı duvara çarpıp
Çıkıncaya kadarmış!..
Bana komaz deyip
Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları,
-Oy benim yaralım-
Asıl sancı,uyandığında
Bütün odaları boş görünce koyarmış!.

Gitmek istiyorsun,git...
Bir savaşçı asla vedalaşmaz!
Durma git!
Dışarısı dinamit...dışarısı enkaz!
Şunu cebine koy,ne olur ne olmaz..

Eylül mağdurlarıydık,kimsemiz yoktu,
Yaralarımız aman vermiyordu canımıza..
Kimseye kıymamıştık oysa,masumduk..
Rahatsız ediyordu bizi bu yalancı tarih!
Yırtılan bir pankart gibi
Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz;
-Oy benim yaralım-
En az bir karıncanın yüreği kadar
Namuslu ve çalışkandı ellerimiz!

Artık bitti diyorsun,git..
Kırılsın kapı-çerçeve,kırılsın bu cam..
Sorma git!
Dışarısı panik..dışarısı izdiham!
Biliyorum,seni vuracaklar bu akşam...

Ne çok fire verdik üstüste..
Ne çok arkadaş yitirdik bu tozlu yolculukta..
Kimliği tespit edilmemiş,
Ne çok ceset vurdu zeytin güzeli akşamlarımıza!
Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi
İçerden çürümüşüz meğerse...
-Oy benim yaralım-
Her gelen ölüm yazmış,
Her giden ayrılık işlemiş bu talihsiz gergefimize...

Kendini arıyorsun,git..
Aptal bir hayat kur,içinde beni barındırmayan
Kalma git..
Dışarısı barut..dışarısı gardiyan!
Yine bir tek ben olurum sana parçalanan..

Demek şimdi gidiyorsun;
Sonunda bizi de çökertiyor bu kancık zelzele!
Demek şimdi gidiyorsun;
Yıkılan bir duvar gibi;ömrüme devrile devrile..
Demek mecburi istikametlerin,
Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında
-Oy benim yaralım-maralım
Demek şimdi gidiyorsun,
Ve bana bir tek secenek kalıyor:güle güle!

Beni öldürüyorsun,git..
Kalmasın sende kahrım,kalmasın derdim
Bakma git
Kafamı yumruklayıp ardınsıra ağlarsam namerdim...
#5 - Ekim 11 2008, 14:02:36

İyi bi karakter,gerçek bir sanatçı...
#6 - Ekim 18 2008, 16:53:31
İmzanız kural dışı.

Selametle...
#7 - Mart 03 2009, 22:47:14

Ayrılık Hediyesi

şimdi saat sensizliğin ertesi
yıldız dolmuş gökyüzü ay-aydın
avutulmuş çocuklar çoktan sustu
bir ben kaldım tenhasında gecenin
avutulmamış bir ben...

şimdi gözlerime ağlamayı öğrettim
ki bu yaşlar
utangaç boynunun kolyesi olsun
bu da benden sana
ayrılığın hediyesi olsun

soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine süzebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu ara sıra, biliyorsun..
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun be..bu son olsun!
bu da benim sana
ayrılırken mazeretim olsun!

şimdi saat yokluğunun belası
sensiz gelen sabaha günaydın!
işi-gücü olanlar çoktan gitti
bir ben kaldım voltasında sensizliğin
hiç uyumamış bir ben...

şimdi dişlerimi sıkıp
dudaklarıma kanamayı öğrettim
ki bu kızıl damlalar
körpe yanağında bir veda busesi olsun
bu da benden sana
heba edilmiş bir aşkın
son nefesi olsun...

kafamı duvara vurmadan
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun!
artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
olsun be! ne olacaksa olsun!
bu da benim sana
ayrılırken şikayetim olsun

gözyaşım utangaç boynunun inciden kolyesi olsun her damla vefasız teninde bir veda busesi olsun isterim sende ben gibi yan ömrüne hep ağla hep ağla bu benden son dua bu benden ayrılık hediyesi olsun..
#8 - Nisan 16 2009, 00:53:12

düş #

ah ulan rıza!


Neden halâ gelmedi, yoksa
Saati mi şaşırdı hıyar?
Gerçi hiç saati olmadı ama
En azından birine sorar.

Cebimde bir lira desen yok,
Madara olduk meyhaneye!
Ah eşşek kafam benim,
Nasıl da güvendim bu hergeleye!

Gelse, balığa çıkacaktık,
Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık.
Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp
Enteresan hayâllere dalacaktık.

Bu sandalı geçen hafta denk getirip
Çalıntıdan düşürdük.
Arkadaşlar ısrar etti,
Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük.

Saat sekizde gelecekti,
Bana birkaç milyon borç verecekti.
Yoksa o nemrut karısı kaçtı da
Onun peşinden mi gitti?

Eğer öyleyse yandık,
Gudubet gene yaptı yapacağını!
Geçen sene de merdivenden itip
Kırmıştı Rıza'nın bacağını.

Abi, kadında boy şu kadar;
Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak!
Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak,
Ya horlarken Rıza'yı boğacak!

Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama,
Ben olsam, vallahi baş edemem!..
Hele beş tane velet var ki boy-boy,
Allah'tan düşmanıma dilemem!

Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur,
Herkesin suyuna gider.
Yoksa, kalıba vursan hani,
Tek başına on tane adam eder!

Bir keresinde, hiç unutmam
Üç-beş zibidi haraca dadandı;
Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi
Herifleri hastaneye kadar kovaladı!

Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik,
Aynı kafadaydık.
Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu,
Biz, başka havadaydık.

Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır,
Aynı takımı tutardık.
Fener'in her maçına iddialaşıp
Millete az mı yemek ısmarladık!..

Bir tek askerde ayrıldık,
Bana Bornova düştü, ona Gelibolu.
Döner dönmez evlendirdiler,
En büyük salaklığı da bu oldu!..

Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu.
Hep tek tabanca gezdim.
Benim beğendiğimi anam istemedi,
Onun gösterdiğini ben sevmedim.

Neyse, bunlar derin mevzu...
Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek.
Ufaktan yol alayım
Anam evde yalnız, şimdi merağından ölecek!..

Gittim, vurup kafayı yattım;
Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini.
Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp
Hastaneye kavuşmadan can verdiğini!..

Vay be Rıza!..
Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine!
Dün, boşuna günahını almışım,
Ne olur, kızma bu kardeşine!

Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler
Ne kolay söylediler!
Sanki dev bir taş ocağını
Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!

Ah dostum... o kocaman gövdene
O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını
Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?

Yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
Yani bir daha olmayacak mısın?
Yani bir daha borç vermeyecek,
Bir daha bira ısmarlamayacak mısın?

Peki, beni kim kızdıracak,
Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?
Peki, beni bu köhne dünyada
Senin anladığın kadar kim anlayacak?

Ulan Rıza... ne hayâllerimiz vardı oysa,
Ne acayip şeyler yapacaktık...
Totoyu bulunca dükkân açacak,
Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık.

Talih yüzümüze gülecekti be!..
Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık.
Hafta sonu iki yavru kapıp
Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık!

Ah ulan Rıza... bu mahallenin,
Nesini beğenmedin de öte yere taşındın?
Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki,
Benim en kıral arkadaşımdın!..

Ah ulan Rıza... ben şimdi,
Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?
Senden ayrılacağımı sanma,
Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!

#9 - Ekim 11 2009, 11:46:47

düş #

Kod Adi: Bahtiyar

Geçiyor önümden, sirenler içinde,
Ah, eller üstünde,
Çiçekler içinde.
Tabutunda mor daglarin büyüsü,
Dudaginda yarim bir sevdanin hüznü;
Aslan gibi gögsü, türküler içinde.

Rastlardim avluda, hep volta atarken,
Cigara içerken
Yahut coplanirken.
Sirtini duvara verip öyle tünerdi.
Kimseyle konuşmaz, dal gibi titrerdi;
Çocukça sevdigi çiçegini sularken.

Diyarbakir'liymiş, kod adi: Bahtiyar.
Suçu saz çalmakmiş, ögrendigim kadar.

Beni tez saldilar, o kaldi içerde
Çok sonra duydum ki
Yozgat’ta sürgünde.
Ne yapsa, ne etse, üstüne gitmişler;
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler.
Iki dişi de kirikmiş öldügünde.

Gazetede çikti, üç satir yaziyla;
Uzamiş sakali,
Ve çatlamiş saziyla.
Birileri ona "ölmedin" diyordu,
Ölüm ilaninda kan gülüyordu.
Yüz-yüzeydim, bir devrim enkaziyla.

Geçiyor önümden, gül yüzlü Bahtiyar.
Yaraliyim, yerde kalan sazi kadar.


Hayat Nedir Anne

Benim hiç sapanım olmadı anne,
Ne kuşları vurdum,
Ne kimsenin camını kırdım...
Çok uslu bir çocuk değildim ama,
Seni hiç kırmadım, hem boynumu kırdım.
Ben hayatım boyunca
Bir tek kendimi vurdum!.

Suskun görünsem de,
Fırtınalı ve mağrurdum anne.
Bir mızrak gibi,
Aynada hep dik durdum anne!
Ben sana hiçbir gün laf getirmedim,
Leke sürmedim.
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi çok yordum...
Ben hayatım boyunca,
En çok kendimi sordum!.

Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
Ne bir gün şansım güldü...
Öpemeden bir bebeğin gıdısını,
Tükendi gitti çağım...
Kimi yürekten sevdiysem,
Yüreğini başkasına böldü...
Bir muhabbet kuşum vardı,
O da yalnızlıktan öldü...

Sen beni hep, göğsünde
Acılarla mı soğurdun anne?
Yoksa, evlat diye,
Koca bir taş mı doğurdun anne?
Eziyet değilim, zahmet değilim,
Musibet hiç değilim;
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene!
Doğurdun da beni,
Ne ile yoğurdun anne?

Benim hiç hayalim olmadı anne...
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat...
Bir mutluluk fotoğrafı bile çektirmedi bu hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne...
Ne omzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat...

Say ki yollardan akan,
Şu faydasız çamurdum anne...
Say ki ıslanmaktım, üşümektim,
Say ki yağmurdum anne!
Bunca yıldır gözyaşını,
Hangi denizlere doldurdun?
Oy ben öleyim,
Sen beni ne diye doğurdun anne?

          Hayat nedir, nedir ki anne;
          Bir oyun, bir masal değil mi?
          Bak, kırıldı oyuncaklarım...
          Ömrüm gitti,
          Sevdam bitti...
          İnan, ben hiç büyümedim ki...


Ne Kaldı

Ne kaldı senden geriye;
Birkaç hüzün şarkısından
Ve göğsü yıpranmış bir sazdan başka?

Ah, o hazin kalıntısı ömrün..
Depremlerden arta kalmış bir yağmanın,
Kararmış, ezi-k hatırası..

Sana kul olmuş gözüken,
Seni yere-göğe koyamayan
O patlayan avuçlardan ne kaldı;
Örselenmiş teninden başka?

Ne kaldı o leş kargalarından,
Senden geriye ne kaldı?

Benimse, sana kırılmış yüreğim;
Ah yüreğim, deli dalgalar denizi,
Göğsümün kayasını hırpalar durur...

Ne kaldı senden geriye;
Horlanmış bir duyarlılıktan
Ve boşa harcanmış sözlerden başka?

Ah o yara, gurur yarası...
İçimiz yangın yıkıntısı, viran;
İçimiz bir kül tablası..

Sakin bir çaydım ovada;
Hiçbir dalı incitmeden akan.
Dudağımın ucunda kanayan,
O kekremsi tadından başka,
Ne kaldı selden ve kasırgadan;
Senden aldığım ne kaldı?

Benimse, sana çıldırmış hasretim;
Ah hasretim, sonsuz ovalar kısrağı,
Ömrümün çayırını soldurur gibi...
#10 - Ekim 11 2009, 11:53:26
« Son Düzenleme: Ekim 11 2009, 11:55:07 Gönderen: düş # »

düş #

Ben Deli Değilim

O adam niçin siyah gözlük takıyor;
Niçin öyle ruhsuz ve namussuz?
O adam o kızın yanında,
Niçin öyle duruyor, bilmiyor musunuz?

O adam, o kızı kolundan tutacak,
Belki canını çok fena acıtacak.
O adam, o kızın babası değil,
O kız, o adamı hiç tanımıyor.
O adam, o kızı kandıracak, belli,
Götürüp bir pavyona satacak!

Peki ama o kızın babası kim,
O kız, orada kimi bekliyor?

          O kızı niçin bu kadar önemsediğimi
          Ben de bilmiyorum.
          O kızın babası ben miyim yoksa?
          Bayağı, gözüm ısırıyor.

Ben bu kediyi nerede görsem,
Bütün vücudumu bir kaşıntı alıyor.
Bu kedi beni ne zaman görse,
Böyle aptalca kuyruk sallıyor.

Ben bu kediyi alsam, eve götürsem, olmaz
Annem, dünyada koymaz.
Ben bu kediyi şimdi kandırmaya çalışsam
Anında yüzümü cırmalar, huyudur.
Bu kedi var ya, bu kedi
Başıma gelen bütün uğursuzlukların
Tek ve tek sormulusudur!

Ben şimdi bunun gırtlağına basıp boğsam,
Mazeretimi kim anlar?

          Bu kedinin beni niçin bu kadar ilgilendirdiği,
          Sizi niçin bu kadar ilgilendiriyor?
          Bu kedi benim şahsi kedim, dün tekmeledim,
          İnat etmiş, eve girmiyor.

Ben şimdi bu vitrinin önünde her gün,
Böyle kazma gibi durup dikiliyorsam,
Kime zararı var, değil mi?
Herhalde bu vitrinin bir yerinde,
Dikkatimi cezbeden bir şey var, değil mi?

Yani şimdi, şu gelinlik kaç para kardeş? desem
Acayip bir fiyat çekerler.
Diyelim ki param var, diyelim ki, sarın! dedim
Diyelimi ki hemen sarıp verdiler
Ulan, bu gelinliği anam mı giyecek?
Konu-komşu demez mi, kime aldın?

Ben burada dikilmekten hoşlanıyorum arkadaş,
Var mı bir itirazın?

          Bu gelinliğin beni niçin bu kadar etkilediğini,
          Ben de düşündüm, çözemedim.
          Meret, o kadar güzel ki, sırf bunu giymek için
          Bir günlüğüne, gelin olmayı isterdim.

Ben şimdi asılıp kulağımı kopartırım,
Kulak benin kulağım.
Ben şimdi çıkartıp çorabımı da yerim,
Çorap benim çorabım.
Ama ben şimdi tutup karını dövsem, olmaz
Karı, senin karın.
Peki, sen şimdi karını dövsen, olur mu?
Karı, senin karındı hani?
Ama sen şimdi benim karımı dövsen, farketmez,
Çünkü benin karım yok.

Demek oluyor ki, dostum,
Her istediğini yapma hususunda,
Senin durumun bombok!

          Bu mevzuya niçin bu kadar taktığımı
          Anlamıyor bu doktorlar.
          Güya, bir karım varmış da, kötü dövmüşüm de...
          Öldürmüşüm, öyle diyorlar...

Bak şimdi şuraya, taştan bir adam kondurmuşlar,
Adam düşünüyor ama derdini bunlar almışlar.
Yani şimdi şu düşünen herif,
Dizini-dirseğini kırmış, öööyle düşünüyor..
İyi, güzel, tamam da, ne düşünüyor, bilen var mı?
Yani şimdi onun, öyle kara-kara düşünmesi için
Ortada, görünür bir sebep var mı?

Yaa, bu herif hiçbir maça gitmiyor,
Takım filan tutmuyor, loto-ganyan oynamıyor.
Sonra bu herif, tele-voleleri, dizileri takip etmiyor,
Kira derdi, vergi derdi, askere gitme derdi yok.
Onu, gözetleme evinde kimse gözetlemiyor,
Deprem profesörlerinden kimseyi tanımıyor.
İçkiyi ağzına koymamış, sigaraya hiç alışmamış,
Hayatında bir tek hatunla bile aganigi olmamış.

Bence bu herifin bir *** düşündüğü yok.
Bu herif bizimle resmen kafa buluyor...

          Bu mevzuları niçin bu kadar uzattığımı
          Biraz olsun, düşünmüyor musunuz?
          Peki siz hiçbir şey düşünmeden, dert etmeden,
          Böyle ot gibi yaşarken, ne hissediyorsunuz?

Ben eskiden böyle değildim, bakmayın siz.
Beni bir gün ne biçim dövdüler, bilemezsiniz..
Yahu niçin dövüyorsunuz be abiler? dedim
Kes ulan, burada soruları biz sorarız! dediler.

Neymiş? Çok şey biliyormuşum, dilim çok uzunmuş,
Çok soru soruyormuşum,
Onları hasta ediyormuşum.
Niçin ben de uslu bir vatandaş gibi
Hiç düşünmeden ve eşelemeden yaşamıyormuşum?
Niçin önümdekini yiyip şükür etmiyormuşum?
Şimdi sana güzel bir ders vereceğiz, dediler
Çırılçıplak soyup baş aşağı, bir çarmıha gerdiler.
Orada ne kadar kaldığımı sormayı unutmuşum,
Zaten saldıklarında artık hiç soru sormuyormuşum.

İşte ben o günden beri hatırlamıyorum bildiklerimi,
İşte ben o günden beri böyle birazcık hoşum...

          Bana niçin öyle baktığınızı anlamıyorum.
          Çekin üstümden gözlerinizi, zoruma gidiyor.
          Vurmayın ulan vurmayın artık, ayıp oluyor!
          Vurmayın be vurmayın, beynim dışarı akıyor!
#11 - Ekim 11 2009, 11:55:55

Ahmet Kaya'nın arkasından yazdığı şiir. Gözleri intihar mavide de var bu.

Karsiliksiz bir aska kurban ettim ömrümü.
Iste gidiyorum,
Toprak alsin benim de bu hazin öykümü..

Iste gidiyorum, gurbet yorgunu gövdemi
Cukura kim indirecek?
Iste gidiyorum,
Bu menhur cinayeti, simdi cikip kim üstlenecek?
Cürüdü gözlerim, yüregim, bu yagmurlu sehirde..
Iste gidiyorum,
Beni kaldirin, hicranim kalsin tenesirde..

Size yüzyillardir sesini kaybetmis
Bir türküyü söyleyecektim..
Ve bir yayla rüzgari sefkatiyle
Kirpiginizin ucundan öpecektim..

Bir masum türküydü sadece
Yüzbünlerce magdurun gönlünde
Belki söyleriz hep birlikte
Belki, mahserin birinci gününde..

Nasil sevmistim hepinizi.. nasil böyle oldu akibetim?
Ve nasil cöle döndü
O benim gül-gülüstan memleketim?

Iste gidiyorum, hicbiriniz, hicbir dilde beni anlamadiniz,
Ben basimi verdim, sizinse
Insafsiz bir linc oldu karsiliginiz..

Iste gidiyorum,
Pencerisiz bir dünyanin bilinmez labirentine..
Iste gidiyorum,
”Saclarindaki yildizlari arik koparabilirsin anne.?

Sonunda kaptirdim gönlümü
Ölüm denen o kaypak türküye..
Ve iste kurtuldun benden
Sen olasin ey Türkiye

Elbet benim de vardi,
Kendime ve yurduma dair umutlarim..
Belki biraktigim yerden sürdürür
Dostlarim, karim ve cocuklarim..

Catladi yüregim, catladi sazim..
Demek ki böylemis yazim..
Sizlere armagan olsun
Sizlerden ödünc aldigim bu yürek sizim..

Bu nasil hapis Tanrim..
Sabah sabah bu ne hikmet, bu ne sis ?
Kalbime son mermiyi sikmak
Sana mi düstü ey güzel Paris ?.

Iste gidiyorum, kalmadi söyleyecek son sözüm..
Dediginiz gibi olsun be
Dediginiz gibi olsun gözüm .

Iste gidiyorum,
Tükenmisti inancim, bu nankör hayata dair..
Belki benim icin birkac misra döktürür
Hayaloglu diye bir sair..
#12 - Aralık 10 2009, 21:06:47
kısmet

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.