Alternatifim Cafe

Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri

Discussion started on Atatürk Köşesi

Bizim bütün bu düşüncelere karşı cevap olarak bildirdiğimiz görüşler şunlardır: Bugün yüce saltanat başkenti ve Millî Meclis’in İstanbul’da toplanmaması fikrini kabul etmeyenler de genellikle hemen hemen aynı noktaya dayanarak, düşüncelerini bildirmişlerdir. Bundan sonra Rıza Paşa hükûmeti görüşünde ısrar etti. Bu düşünce, o zaman yalnız bizim heyetimizin bakış açısı idi. Elbette, kesin olarak kabul edilmiş bir karar şeklinde değildi. Onun için çeşitli araçlarla bütün milletin düşünce ve eğilimini anlamaya çalışıyordum. Burada olduğu gibi durumu açıkça belirterek sorduk: “Toplanma yeri nerede olmalı?” Gelen cevaplarda her tarafta durum genel olarak anlaşılmıştı. Gerçekten İstanbul’da toplanmanın büyük bir felâket getireceği herkes tarafından açıkça söylenmişti. Ancak ortada bir konu vardı, o da hükûmet kanadının bunu uygun bulmaması. Millî Meclis’in, Millî Meclis olarak Anadolu’da daha güvenceli bir yerde toplanabilmesi, elbette, hükûmetin uygun görüşü ile durumun yüce padişaha arzına ve böylece alınacak yüce emre bağlı bulunuyordu. Milletvekilleri dışarıda toplanır. Ayan oraya gelir ve Millî Meclis olarak bir araya gelir. Bu olmadıkça Millî Meclis’in, Millî Meclis olarak toplanmasına maddeten imkân kalmamıştır. Bu konu, bizim için son derecede önemli olduğu için arz ettiğim gibi halkın düşüncelerini öğrenmekle birlikte, Sivas’ta yetki sahibi bazı kişilerle, özellikle bütün komutanların katılmasıyla olağanüstü bir toplantı yaptık. Aynı sonuca vardık. Bu kesin sonuca göre bir şey vardı. O da milletvekillerinin tümünün aynı kanaat ile durumu tehlikeli görüp kendiliğinden dışarda bir yerde toplanmaları. Doğaldır ki bu topluluk Millî Meclis olamazdı, belki bir Millet Meclisi olurdu. O nitelikte olmamakla birlikte, böyle basit bir kongre hâlinde toplanmış olsa bile yapabileceği görevden daha büyük görevi yapmış olacaktı. Benim düşünceme göre milletvekilleri İstanbul’a gitmeseydi, Meclis-i Mebusan orada toplanmasaydı, dışarıda güvenceli bir yerde toplanıp orada bütün ülkeyi, bütün milletin başkentinin geleceğini konuşmuş olsaydı, İstanbul işgal olunmazdı.

İstanbul’un işgaline tek neden hükûmetin birtakım saçma ve çürük görüşlere saparak zayıflık göstermiş olmasıdır. Millî Meclis’in dışarıda toplanması gerekliliği ve mecburiyetini anlatmak konusunda da başarılı olamadıktan sonra artık görüşlerimizi bildirmekten vazgeçtik. Yalnız yine bu felâketlerin ortaya çıkacağına olan inancımız sürdüğünden bazı önlemler alarak vatan görevimizi gerçekleştirmeye çalıştık. Önerilerimiz hepinizce bilinmektedir. Hiç olmazsa milletvekilleri İstanbul’un o zehirleyici çevresine, havasına girmeden önce dışta birbirleriyle görüşsünler, tanışsınlar ve birbirlerini, düşüncelerini söyleyerek aydınlatsınlar. İşte biliyorsunuz, bu amaçla Erzurum’da, Trabzon’da, Samsun’da, kısacası çeşitli merkezlerde milletvekillerinin toplanması, bölge bölge İstanbul’a girecek milletvekillerinin mümkünse düşüncelerimizi karşılıklı konuşmak ve paylaşmak üzere Ankara’ya gelmelerini istedik. Bu önerilerimizin hem birincisi ve hem de ikincisi kısmen oldu, buraya gelen saygın milletvekilleriyle düşüncelerimizi karşılıklı anlattık, bütün tehlikeli olabilecek durumlar konuşuldu ve geleceğe dair bazı önlemler de düşünüldü. Hatırladığıma göre her şeyden önce Meclis-i Mebusan’da bir grup kurmak gerektiği şart olarak düşünüldü. Çünkü milletvekillerinin Genel Kurul’u dayanışma içinde bulunmazsa hiçbir amacın savunulması ve korunmasına imkân kalmazdı. Yine burada görüldüğü gibi, kurulması düşünülen grup bütün anlamı ve görünümüyle Kuvây-i Millîye’ye dayanacaktır. Bütün dünya da bunu bilecektir. Milletin gücüne dayanmaktan korkan milletvekilleri hiçbir kimsenin gözünde güvenilir kişiler olamaz. (Sürekli alkışlar)
Burada toplantıya katılan arkadaşlarımız, bu gerçeği tümüyle kabul etmişler ve bu fikirle İstanbul’a gitmişlerdir. Fakat dışardan görüldüğüne göre bu kararda kesinlikle direnmemişlerdir. Direnmeyişlerinin nedeni de arz ettiğim gibi görünüşte Kuvây-i Millîye ile ilişkili kabul edilmelerindendir. Her iki tarafa yönelmiş bir cephe gibidir, o zaman nasıl oldu? Efendiler, yurt dışında bu milletvekillerinin millî teşkilât ile yeterince ilgili bulunmadıkları kararına varıldı. Bu durumda ya millî teşkilât yoktur, ya da zayıftır. Millî teşkilât varsa, ya korkulacak bir şey değildir, ya da bu milletvekilleri ile onun ilgisi yoktur. Bundan dolayı her iki durumda da bir güçsüzlük gözlenmiş oldu. Kuvây-i Millîyenin de önemi azaltıldı. İşte düşmanlarımız bundan son derecede cesaret aldılar. Artık Kuvây-i Millîye’den korkmadılar, Meclis-i Mebusan’ı oluşturan sayın kuruldan da korkmadılar.
Efendim, son bir bölüm vardır, izin verir misiniz? (Yemekten sonra sesleri... Bunu takiben, saat kaçta toplantı? Sesleri)
Başkan- Saat üçte.
(Saat üçte oturum tekrar açılmış ve Mustafa Kemal Paşa sözlerine tekrar devam etmiştir.)

Sayın arkadaşlarımız, İngilizlerin varlığımızı yok etmek için uygulamaya giriştikleri gizli ve kirli sonsuz yöntemleri bulunduğunu hepiniz bilirsiniz. İşte bu söylediklerimizle ilgili olarak İngilizler, İstanbul’da yasama organımıza saldırmak amacıyla daha önce, Bakanlar Kurulu’na saldırıya geçmeyi tasarlamışlardı. Bu saldırının en açık delili Harbiye Nazırı olan Cemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı olan Cevat Paşaya karşı yaptıkları saldırı idi. Hepinizin bildiği gibi, İngilizler, bu iki kişinin milletin yararına uygun olan çalışma ve davranışlarının kendi yararlarına uygun olmadığını görerek bunları düşürmek ve aynı istekle yüce Osmanlı Devleti’nin hükûmetine de bir darbe vurmayı istediler ve Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne bu teklifi yaptılar. Ali Rıza Paşa kabinesi, uzun bir kararsızlık devresinden sonra nihayet İngilizlerin istediğini yerine getirmeye yöneldi ve sonuç olarak Cemal Paşa ile Cevat Paşa görevlerinden alındılar. O zaman gönül isterdi ki, Ali Rıza Paşa hazretleri, ortaya çıkan bu yabancı saldırıya karşı bütünüyle hükûmeti ayağa kaldırsın, tepki gösterip olay yaratsın. Oysa her zaman olduğu gibi, kabinemiz kuruntuya düşme ve günü kurtarma siyasetine daha çok önem verdi, düşmanın arzusunu yerine getirerek olayı kapattı. Bunun ardından İngilizler, görünüşte tatlı, kamuoyunun gönlünü alacak bir genelge yayınladılar. İngiliz siyasal temsilcisi İngiliz Dışişleri Bakanlığı adına hükûmetimize nota verdi. Notada şöyle deniliyordu: Önce, İtilâf Devletleri’ne karşı başlatılmış olan ve Yunanlıları da içeren eylemleri durdurunuz. İkinci olarak, Türkiye’de Ermenilere karşı yapılan katliamından vazgeçiniz. İşte bu iki önerimizi yerine getirmeniz durumunda İstanbul size bırakılacaktır. Bu iki istek dikkate alınmazsa, barış şartları kötü biçimde etkilenmiş olacaktır.
#26 - Eylül 16 2008, 15:16:29
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Efendiler, bu öneri elbette ki çok haince ve içtenlikten uzak bir istek idi. Çünkü her iki öneride de, gerçekte yeri olmayan konular üzerinde duruluyordu. Birincisi, Yunanlıların da içinde bulunduğu İtilâf hükûmetleri’ne karşı eylemde bulunmamak, saldırıya geçmemek önerisi. Zaten böyle bir şey olmadı. Gerçi Yunan cephesinde, İzmir cephesinde, silâhlı ve mevzilenmiş birtakım kuvvetler, millî kuvvetler vardı. Fakat bu, devlet kuvveti, hükûmet kuvveti, ordu kuvveti değildi. Belki Yunanlıların, ateşkes hükümlerine uymayan davranışları ve insanlığa karşı dünyada eşine rastlanmayacak biçimde zulmederek, facialar yaratmalarına karşın devletin koruyuculuğundan yoksun olan milletimizin kendi namusunu, onurunu korumak ve kollamak için silâha sarılmak mecburiyetinden kaynaklanıyordu. İtilâf Devletleri bu masum İslâm halkının korunmasından söz etmemişlerdi. Sadece onlara saldıran kuvvetin önüne set çekilmemesi gerektiğinden söz edilmişti. Diğer yörelerde bile İtilâf Devletleri’ne hiçbir saldırı yapılmamıştı. Bu nedenle, söz konusu isteğin asıl içyüzü düşünüldüğünde bunun gerçek olmadığı görülür. İktidardaki hükûmet, doğal olarak buna cevap verebilecek kuvvete, kudrete ve yetkiye sahip bulunmuyordu. Bu olayın tek ve en kesin çözümü, İtilâf Devletleri tarafından Yunanlılara, İslâm hayatına, milletin şeref ve namusuna saldırıda bulunmamalarının önerilmiş olması idi. İkinci istek ise, ülke içinde katliam yapılmaması ile ilgiliydi. Ermenilere karşı böyle bir tutum yoktu ve olay doğru değildi. Memleketimiz gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Hangi yörede Ermenilere karşı katliam yapılmıştır veya yapılmaktadır? I. Dünya Harbi’nin başlangıcından söz etmek istemiyorum. Aslında, İtilâf Devletleri’nin de bahsettikleri doğal olarak geçmişe dair durumlar değildir. Bugün ülkemizde faciaların yaşandığı savunularak, bundan vazgeçmemiz isteniyordu. Kuşkusuz Ali Rıza Paşa hükûmetinin bu önerilere karşı cevap vermiş olacağını kabul ediyoruz. Ancak yine Ali Rıza Paşa hükûmetinin bakanları kendi kadrolarına, kendi memurlarına, kendi hizmetinde olanlara, İngilizlerin umut verici güzel sözlerini önsöz yaparak bu iki isteği genelge ile duyurmuş ve sonuç olarak yapılması istenmeyen davranışlardan vazgeçilmesini bir genelge ile duyurmuşlardı. Bu işlem, hiç şüphesiz kötü niyetle yapılmış değildir. Fakat sorun, olayın anlatım şeklini bilememekten kaynaklanmıştır. Doğal olarak, hükûmet yetkililerinin yayımladığı bu genelgeler, düşmanlarca öğrenilmiştir. Bunların yayımlanması elbette ki isteğin gerçek olduğunu kabul etmek değildi. İsteklerine bu kadar uygun davranılmasından da İngilizler yeterince tatmin olmadılar. Bundan kısa bir süre sonra, Ali Rıza Paşa hükûmetine Yunanlılar karşısında bulunan kuvvetlerin geriye çekilmesi isteği yapılmıştır. Hepinizin bildiği (Milne) hattına çekilmek konusu... Artık Ali Rıza Paşa, böyle bir öneriyi gerçekleştirmesi mümkün olmayan bir konu olarak gördüğü için ve belki başka nedenlere de bağlı olarak, bu baskıyı gerekçe göstererek görevinden ayrıldı, istifa etti.

Ali Rıza Paşa hükûmeti 23 Mart 1920 günü istifasını verdi.
Bunun içinde, hükûmete oy birliğine yakın bir çoğunlukla, güven oyu vermiş olan Meclis-i Mebusan’ın, bağımsızlıkla ilgili çalışmalarını yürütme kudretini kaldırmak ve millî istekleri gerçekleştirme yeri olan Millî Meclis’i, herhangi bir şekilde barış üzerinde etkili olamayacak bir şekle dönüştürmek amacı açık olarak anlaşılıyordu. Bundan dolayı bütün millet, bu durum karşısında, milletvekillerinin güvenine sahip olan Ali Rıza Paşa hükûmetinin istifasını ölçülü bir şiddetle ve ülkemizde pek az görülen bir birlik ve coşku ile protesto etti. Padişahlık makamına ve Meclis-i Mebusan’a, Anadolu’nun en uzak köşelerinden protesto telgrafları çekildi. Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışar??da ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak istedikleri her şeyi bize kabul ettirmeyi amaçlıyordu.

Şöyle ki:

İzmir sorununu yerinde inceleyen ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde inceleme ve araştırma yapmak için geziler yapan bütün Amerikalı ve Avrupalı kişiler ve heyetler, daima lehimize düşüncelerle dolu olarak ülkelerine dönmüşlerdir. Bu kişiler ve kurullar, Avrupa ve Amerika kamuoyunda çeşitli araçlarla ülkemiz aleyhine yapılan kışkırtıcı propagandalara karşı üstünlük sağlamışlarsa da, barış için kesin kararların belirlenmesini üstlenen barış konferansı çerçevesi içinde az çok da olsa etkili bir akım ve durum yaratmışlardır. İşte böylece, geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bazı kuruluşlar ve unsurlar ise, tarafımıza yöneltilen bu akımı temelinden yıkmak ve bütün dış ülkelerin milletimiz yararına bir gelişmeye, düşünceye fırsat vermemek için tümüyle yalan olan en son Ermeni katliamı uydurmasını düzenlediler ve açıkladılar. Aslında sınırlı ve basit yalanlama araçlarımız olan gazetelerimize de, son derecede etkin bir sansür uygulayarak hiçbir araçla medenî dünyaya karşı haklarımızı korumamıza imkân tanımadılar. Böylece, insanlık hukukunun kutsal kuralı olan “Kendi kendini koruma” hakkından da milletimizi tümüyle mahrum bırakarak kamuoyunu ve dünya milletlerinin fikirlerini harap durumdaki memleketimiz ve ezilmiş milletimiz aleyhine yeniden birçok suçlamalarla zehirlediler.

Milletimizin dış ülkelerdeki onurlu durumu ve hakları, çeşitli araçlarla dünya kamuoyu önünde küçük duruma sokulduktan sonra, sıra iç yönetimimize geldi. Mebuslar Meclisimiz’i hor görerek kapatmak, ülkemizi, benzeri görülmemiş zorba bir yetki ile bütün dünya sorunlarını kendi isteklerine göre düzenlemek isteyen barış konferansının zalim kararlarını kabule zorlamak bunlar arasındadır. İşte Ali Rıza Paşa hükûmeti bu manevralar sonucu yabancıların eliyle düşürülmüş oldu.

Düşen kabinenin geçici olarak görev yaptığı buhranlı günlerde, Ferit Paşanın huzuruna kabul edilerek saatlerce görüşme yapmış olmasına bakılarak millî amaçları yıkacak karşı bir kabinenin iş başına gelmesinin konuşulduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Böyle bir hükûmeti, iktidara gelmesi sonucunda ortaya çıkacak durumu anlamak güç değildir.

Millî emellerin tek meşru gerçekleştirilme yeri olan Mebuslar Meclisi’mizin yürütme yetkisinin sağlamlaştırılması için millet bağrından kaynaklanan coşku ve kınamalar gerçekleşmiştir. Ve bu, yeni hükûmetin millî emellere karşı olan kişilerden kurulmasını önlemek için Meclis Başkanlık Divanı’nın padişah huzurunda yapılması ile ilgili girişimleri kolaylaştırmıştır.

İşte Salih Paşa hükûmeti bu şartlar altında kurularak göreve başlamıştır.
İngilizler, bir yandan dış durumumuzu yeni katliam iftiraları ile sarsıyor, diğer yandan da kabineyi, Mebuslar Meclisi’mizin çalışmalarına engel olmak konusunda kışkırtıyor ve içişlerimizde çok tehlikeli bunalımlar yaratacak biçimde çalışarak, tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecekleri bir ortam hazırlıyorlardı. Bunun bizim elimizde bulunan ilk delili, daha Ali Rıza Paşa hükûmetini düşürmeyi tasarladıkları sıralarda, bir yandan da İstanbul’un işgaline hazırlık olmak üzere Anadolu telgraf kuruluşu hakkında etüt yapmaları ve Posta-Telgraf Genel Müdürünü ziyaret ederek Anadolu telgraf merkezleri hakkında incelemelerde bulunmaları, resmî telgraf haritalarını Genel Müdürlük’ten istemeleri ve almalarıdır.

İngilizler, 12 Mart’ta telgraf sınırlarımız hakkında tekrar araştırmalarda bulunmuşlardır. Telgraf görüşmelerinin durdurulması için İstanbul’da yapılacak uygulamaya karşı gerekli önlemlerin alınması, Temsil Heyetimizce düşünülmüştür. İstanbul’dan alınan 11 Mart tarihli şifrede, güvenilir bir kaynaktan alınan bilgiye dayanılarak İstanbul’daki arkadaşlarımızın tutuklanacağı bildiriliyordu. Aynı gün (Ankara’daki İngiliz temsilcisi Withall’in İstanbul’a hareket edeceği ve bundan sonra trenlerin işletilmeyeceği) öğrenilmiş ve gerçekten Withall, ertesi gün Ankara’dan ayrılmıştı.

Fransız temsilcisi Duvazo da ayrılmış ve Konya civarındaki İtalyanların da İstanbul’a gideceği haberi alınmış olduğundan İstanbul hakkındaki suikastin belirtileri açık bir biçimde hissedilmeye başlanmıştı. Durum, tarafımızdan şu biçimde değerlendirilmiştir: “İtilâf Devletleri bir yandan telgraf bağlantımızı incelerken bir yandan da Anadolu’daki çeşitli subaylarını ve kuvvetlerini İstanbul’a çağırıyorlar, aynı zamanda Anadolu’nun tren bağlantısını kesmeye hazırlanıyor ve Meclis-i Mebusan’da milletimizin hukukunu koruyan arkadaşlarımızı tutuklamayı tasarlıyorlar. Bu duruma göre çok yakında olağanüstü olaylar beklenebilir. Tahminimize göre İstanbul’da yeni bir durum oluşturmak için Anadolu telgraf görüşmelerine el konabilir. Meclis’teki millîyetçi kişileri tutuklayacaklar. Kara ve denizden Anadolu ulaşımını keserek genel mahiyette bir kuşatma gerçekleştirilmiş olacak. Milletin şiddetli coşkusu karşısında iktidara getirmeyi başaramadıkları Ferit Paşa hükûmetini bu yolla iktidar makamına getirerek istek ve amaçlarını gerçekleştirecekler ve belki de olumsuz bir biçimde açıklanmakta bulunan barış şartları da hükûmete bildirilecek ve bu şiddetli baskı altında ya Anadolu’nun parçalanmasını bekleyerek bu acıklı durumu devam ettirecekler, ya da İstanbul ve çevresine yığdıkları İngiliz, Fransız, Yunan kuvvetleriyle kuzeyden, İzmir cephesindeki Yunan ordusuyla batıdan, Adana’daki Fransız kuvvetleri ile de güneyden kuzeye saldırı düzenleyerek ve belki de bir kısım kuvvetlerle de Karadeniz sahillerinden güneye kuvvet kullanarak amaçlarını gerçekleştirmek isteyeceklerdir.

İşte bu düşünceye dayanarak her türlü önlem alındı ve İstanbul’daki arkadaşlar Anadolu’ya gelmeye özendirildi.
16 Mart 1920 saat 10’dan önce İstanbul telgrafçılarından (adını şimdi söyleyemeyeceğim) vatansever bir kişinin Ankara’da Ziraat Okulu’ndaki merkezimize gönderdiği telgraf, İstanbul işgalinin kanlı bir biçimde başladığını haber verdi. İstanbul merkezinden, Harbiye telgrafhanesinden ve telgraf âleti başındaki birçok vatansever memurlardan, birbirini izleyen çeşitli telgraflar alıyorduk. Saat 11’e kadar toplanan bilgileri derhal bir genelge ile duyurduk.
Bu saatten sonra artık İstanbul’la görüşme kesilmiş, başkentin beklenen durumu ve Anadolu’nun hâli göz önünde tutularak gerekli önlemlerin alınmasının sırası gelmişti. Alınan başlıca önemli önlemler aşağıda belirtilmiştir:

a) İzmir cephesinin arkasını zorlayan Biga yöresindeki Anzavur’un eylemleri için kuvvetli bir destek oluşturan ve büyük bir ihtimalle İstanbul’dan Anadolu’ya yapılacak İtilâf kuvvetleri asker taşımacılığını gerçekleştirme ve koruma görevini üstlenen Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki İngiliz kuvvetlerinin silâhtan arındırılması.
b) İstanbul’daki yabancı baskısı karşısında galeyana gelecek Anadolu insanının bastırılması ve korkutulması için, İstanbul ve Kilikya’dan gönderilebilecek düşman asker nakline imkân vermemek ve Anadolu’daki önemli yerlerin kuvvetli bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını önlemek üzere Geyve ve Ulukışla civarlarında demiryolunun kullanılamaz duruma getirilmesi.
c) Telgraf merkezleri İngilizlerin eline geçtiği için İstanbul’dan gelebilecek bir bildirinin meşru bir makamdan verilmesine imkân kalmadığından, İngiliz bildirileri ile halkın anlayışının karmakarışık duruma düşürülmesini önlemek amacı ile telgraf görüşmelerinin kesilmesi konusunda mülkî ve askerî makama gerekli bildirimin yapılması.
İlk önlemlerimiz içinde malî konuları içeren başlıca noktaları da göz ardı etmedik. Bununla ilgili olarak Anadolu’da bulunan resmî ve resmî olmayan bütün malî kuruluşların ellerinde bulunan nakit veya nakit yerine geçecek kıymetli eşya miktarlarını illerden sorduk ve hiçbir kurumdan İstanbul’a para gönderilmemesi gerektiğini bildirdik. Diğer taraftan telgraf görüşmelerinin denetimi, limanlardan ve içten gelecek kişilerin araştırılması ve şüphelilerin izlenmesi, postahanelerde şüpheli mektupların açılması gibi gerekli olan önlemleri aldık ve gerekli yerlere bildirdik.
Bu şekilde, Anadolu’ya gönderilmeleri beklenen çeşitli haberleşme araçlarının veya amaçları her çeşit yalan haberleri yaymak ve kargaşa çıkartmak olan zararlı kişilerin millî dayanışmayı bozacak uğraşlarını engellemek için elden gelen çaba gösterildi.

İstanbul’da yapılan tutuklamalara karşılık olmak üzere Anadolu’daki İtilâf Devletleri subaylarının tutuklanması gerekiyordu. Göz önünde bulunanların tutuklanması için gerekli yerlere emir verdik.
İstanbul’da telgraf görüşmeleri konusunda alınan önlemlerin gerekli olduğunu gösteren İngiliz girişiminin ortaya çıkması gecikmedi. 16 Mart 1920 saat 11’den sonra İstanbul telgrafhanesi Ankara merkezine bir resmî bildiri vermek istiyordu. İstanbul merkezinde telgraf başında bir İngiliz subayı bulunuyor ve bütün Anadolu’ya bu bildiriyi yayımlamaya çalışıyordu.

Bu bildirinin, millî teşkilât kurucularını halk önünde ittihatçılıkla suçlayarak Anadolu’da bir anlaşmazlık ve ikilik yaratmak ve İstanbul’un fiilî işgalini geçici göstererek hilâfet hakları ve saltanata indirilen darbenin feci durumunu saklamak ve sonuç olarak bütün saldırıyı milletimize olağan olarak kabul ettirmek amacı ile düzenlendiği anlaşılıyordu. Bu bildirinin imzası, İtilâf Devletleri temsilcileri olarak verildi. Memleketimizde düzen ve birliği bozacak, zayıf karakterli bazı insanları kandıracak ve korkutacak nitelikteki bu resmî bildirinin Anadolu telgraf merkezlerince kaydedilmesi için mümkün olan önlem alındı. Bunun ardından, şüphesiz İngilizlerin baskısıyla hükûmetin yazdığı “İstanbul işgalindeki geçici durumun devamına neden olmamak için ülke içindeki huzurun korunması gerekliliğini” belirten bir resmî bildirinin de İstanbul’dan Anadolu’ya geçirilmesi için girişimler öğrenildi. Yine aynı sakınca nedeniyle bunun gerçekleştirilmesi önlendi. İngilizler, Anadolu halkının fikrini bulandırmak için giriştikleri işbu resmî bildiri oyununda başarılı olamadıklarını görünce, Anadolu’nun İstanbul faciası karşısındaki ağır başlı ve ölçülü kararlılığını ve kahramanlığını bozmak, zararlı, kötü düşüncelerinin yayımlanmasını sağlamak için tren ve telgraf hatlarını aracı yapmayı denediler. Ankara istasyonundaki telgraf merkezinde çalışan bir İtalyanın, İngiliz resmî bildirisinin Fransızca bir kopyasını aldığının duyulması üzerine yakalandı ve elindeki telgraf geçersiz sayıldı.

Anadolu’da yerleşmiş Ermenilerin ve Rumların hükûmet emirlerine ve millî amaçlara karşı gelmedikçe her türlü saldırıdan korunmaları ve tam anlamı ile mutlu bir hayat yaşamaları öteden beri kabul edilmiş bir esastır. Kilikya ve dolaylarında ve doğu hududumuz dışındaki resmî ve gayri resmî Ermeni kuvvetlerinin dindaş ve ırkdaşlarımıza karşı yapılan cinayete varan saldırıları karşısında bile, ülkemizde yaşayan Ermenilerin her türlü taarruzdan korunmasını sağlamayı pek önemli bir medenî görev kabul ettik ve Anadolu’nun dış dünya ile ilişkisinin kesik olduğu bugünlerde yüce vatan çıkarlarını amaçlayan önlemler içinde Ermeni halkının esenliğinin korunması gerekliliğini bütün makamlara bildirdik.

İşte, İstanbul’un yabancı kuvvetlerce işgalinden bugüne kadar geçen acı günlerinde hiçbir dış ülkenin fiilî korumasına erişemeyen Anadolu Ermenilerinden hiçbir kişinin, en küçük bir anlamda bile, saldırıya uğramamış olması, bize her nedenle cinayet yükleyen ve medenî hassasiyeti kendi tekelinde sanan entrikacı Avrupalıların yüzlerini kızartacak ve milletimizin yaratılıştan sahibi bulunduğu insanlık törelerinin yücelik derecesini ispat edecek çok önemli bir konudur.
İstanbul işgalinin bugün memlekette neden olacağı durum, aldığımız geçici önlemler ile geçiştirilecek bir nitelikte olmayıp, bu durumun devamı hâlinde ülkedeki yönetimin sağlam bir esasa bağlanması gerekiyordu. Karşımızda, hiçbir antlaşma ve kanun tanımayan ve kendi özel çıkarlarından başka, insanlıkla ilgili hak ve davranışlara yer vermeyen bir İtilâf heyeti, başımızda, vatan haklarını korumak, imzaladığımız antlaşma şartlarını uygulamak, yabancı saldırılarını sınırlamak için her türlü araçtan tümüyle yoksun, esir bir hükûmet vardır. Bunların birincisinin sonsuz baskısı, ikincisinin de tutsaklığı karşısında, başvuracak yeri olmayan şaşırmış ve çırpınıp duran bir millet!...

İstanbul faciasıyla Anadolu’dan yansıyan durum böyle idi ve bu durumun sürmesi hâlinde vatanımızda çok büyük ve korkunç bir anarşinin başlaması doğaldı. İşte bu düşünce sonucunda kesin bir karar vermek gerekiyordu. Derhal gerekli mülkî ve askerî makamlarla görüşerek ülkenin yönetimini anarşiden kurtarmak üzere, az önce anılan yerlerin başlarının bizimle birlikte hareket etmesi önerildi. Bu öneri içten bir olgunlukla her kesimde iyi karşılandı.
İşgal sonucunda ortaya çıkan olağanüstü durumun öncelikli gereğini ayrıntılarıyla düşünüp bunları uygulamaya çalışmakla birlikte, İstanbul işgalinden dolayı üzüntümüz bütün dünyanın aydın insanlığına ve bütün İslâm dünyasına özel bir bildiri ile duyuruldu. İtilâf Devletleri temsilcileri ve tarafsız hükûmet önünde kınandı. Bütün millet de bu kınamaya katıldı.

İstanbul’un durumu ile ilgili bilgi alınacak güvenilir kaynaklardan yoksun bulunuyorduk.

18-19 Mart 1920 gecesi ilk kez irtibat kurulabildi ve hepiniz tarafından bilinen gerçekler öğrenildi. Bu arada Meclis-i Mebusan’ın bu saldırılar karşısında, tatili görüştüğü anlaşıldı.

Bunun üzerine 19 Mart 1920 tarihinde:

Hilâfet makamının ve saltanatın bağımsızlığının dokunulmazlığını, millî bağımsızlığımızı ve millî sınırlarımız içinde yaşamaya imkân verecek bir barışı sağlayacak önerileri ayrıntıları ile tespit edip uygulayabilmek için, millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir Meclis’in Ankara’da toplanması gereğini millete duyurmakla, ilgili millî görevimizi ve vatan borcumuzu da yerine getirdik.

İstanbul’un işgali, şekil ve niteliği bakımından, Osmanlı Devleti’nin egemenliğini kaldırmak ve milletin esir alınmasını ve hor görülmesini bir oldu bittiye getirmek amacına yönelik bir harekettir. Çünkü İstanbul’da doğrudan doğruya devlet kuvvetlerine el konmuştur. Şöyle ki: Önce Meclis-i Mebusan zorla susturulmuştur. Bu durumda yasama kudreti bulunmamaktadır.

İkinci olarak, yürütme kudreti siyasal esaret altına konulmuştur; çünkü her kim olursa olsun yabancı kanunlarına göre yargılanacağı ilân edilmiştir. Bütün haberleşme ve ulaşım denetim altına alınmış, insanın kendini koruma ilkesi tümüyle kaldırılmış ve insanlar saldırganların esareti altına alınmıştır. Bundan dolayı, bu aşağılık durumu destekleyen ve kabul etmiş olan Ferit Paşa hükûmeti, bağımsızlığına çok sıkı ve çok içtenlikle bağlı olan milletle arasındaki her türlü bağlantı ve ilişkiyi doğal olarak kaybetmiş ve milleti karşısına alarak düşmanla işbirliği içinde hareket etmeye başlamıştır.
Üçüncü olarak, devlet şeklinde oluşmuş bir topluluğun anayasasında, yargı yetkisinin bağımsızlığının önemi, açıklama istemeyen bir konudur. Milletlerin yargı yetkisi, bağımsızlıklarının birinci şartıdır. Yargı yetkisi bağımsız olmayan bir milletin devlet olarak varlığı kabul edilemez. Bununla birlikte, İstanbul halkından yüzlerce kişinin hiçbir kanunî suçları olmamasına karşılık, sanık sayılarak tutuklanmalarına devam edilmesi, İtilâf Devletleri’nin görüşüne aykırı söz söylemenin bile suç sayılarak, Ortaçağ davranışları içinde onlara karşı saldırıda bulunulması yargı yetkisinin kaldırıldığını göstermektedir.

Bu durumda millet, bugün yedi yüz yıldan bu yana gerçek bir onur ve yücelikle koruduğu ve savunduğu bağımsızlığını ve varoluşunun devamı için İstanbul olaylarının oluşturduğu hukukî durumu onarmak zorundadır. Bunun için acele edilmelidir. Sürüp gidecek olan hakimiyete ara verilmesi konusu, Allah korusun da bir dağılma nedeni olarak düşmanlarımızın düşündüklerini fiilen gerçekleştirmelerine imkân sağlamasın. Bundan dolayı milletimizin her şeyden önce haklarını koruması ve var olmaya yetenekli bir millet olarak, uluslararası hukuk ve yetkilerine saygı gösterilmesini isteyebilmesi, medeni kuruluş ve anayasası ile, henüz yaşamakta olduğunu bütün dünyaya bu kez daha büyük bir kuvvet ve sağlamlıkla duyurması gereğine inanıyorum. Bunun için de kaldırılan anayasamızın bıraktığı boşluğu derhal doldurmak zorundayız.

İşte, anayasal durum ve hukukumuzun neden olduğu bu gereklilik ve mecburiyet dolayısıyla ve millî hakimiyetin her şeyden önce sağlanması amacıyla, Yüce Meclis’imiz olağanüstü yetki ile toplanmıştır. Seçimlerin tam bir ivedilikle ve sıcak bir ilgi ile yapılması hukukî durumumuzun bütün milletçe de aynı görüş içinde anlaşıldığını ve kavrandığını göstermektedir. Ayrıca, Yüce Meclis’imizin kuruluş şekli ve esasları, millî irâdeye içtenlikle ve büyük bir güçle dayandığını göstermektedir.


Meclis’imizde oluşan ve beliren millî kudretimiz, hilâfet makamı ve saltanatı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı Devleti’ni dağılma ve esaretten kurtarmak için önlemler alacaktır. Tam bağımsızlığına sahip, hilâfet makamına vicdanî bağlılığı ile övünen, İslâm dünyası içinde yaşama anlayışını kendinde gören bir milletin esir olamayacağı inancıyla, davranışlarımızı adım adım izleyen bütün medenî dünya ve insanlık sizlere yardımcı olacaktır (coşkulu alkışlar). İstanbul faciasını izleyen günlerden şu ana kadar Temsil Heyetimiz, milletler arasındaki birlik ve dayanışmayı korudu. Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü sağladı. Çalışmalarından alıkonulan devlet gücünün yokluğunu hissettirmemeye çalıştı. Bundan dolayı genel güvenliği korumuş ve savunmuş olmakla görevini gereği gibi yaptığından emindir. Bu dakikadan itibaren, yedi yüz yıl boyunca onurlu ve yüce bir yaşam sürdükten sonra yok olma uçurumunun kenarında ancak ayakta durabilen Osmanlı milletinin geleceğinin sorumluluğu, saygıdeğer heyetinizin çalışma gücünü artıracaktır.
Davamızın yasalara uygunluğu ve bütün millet ve milletlerin, insanlık hak ve hukukundan paylarını almış olduğuna inandığımız yüreklerinin, bizimle birlik ve bize daima yardımcı ve destek olduğuna güvenimiz tamdır. Başarı ümitlerimizin kalplerimizde bir an bile karamsarlığa düşmemesini sağlayacak olan, sonsuz gücümüzdür, özellikle yüce Allah, her zaman bizimledir. (Amin, amin sesleri)


Vermek istediğim bilgiler ve ayrıntılar bu kadardır.
#27 - Eylül 16 2008, 15:17:57
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Hükûmet Teşkilâtı Hakkında
24 Nisan 1920



Şimdi izin verirseniz bu dakikadan itibaren izlenmesi gereken bazı görüşleri arz edeceğim ve zabta geçilmiş olan bu görüşleri, izin verilirse aynen okuyacağım:

�Bugünkü zor durum içinde vatanı dağılma tehlikesi ve yok olmaktan kurtarmak için alınması gereken önlemler elbetteki saygıdeğer heyetiniz�e ait olacaktır. Ancak bu konuda da kendi araştırma ve bilgilerinize dayanarak görüşlerinizi Yüce Meclis�inize sunmayı yararlı saymaktayız. Gerek Anayasa kurallarına, gerek tarihteki birçok benzerlerine ve gerek zamanımızda aynı kötü şartlar içinde yıkılmaya yüz tutmuş olan milletlerin teşkil ettiği ibret verici olaylara göre memleketi dağılma ve yok olmaktan kurtarmak için hemen genel millî kuvvetleri esaslı teşkilât ile birleştirmekten başka çare yoktur. Bunun şekli nasıl olmalıdır? İşte sorun buradadır.

Kanunsuz ve sorumsuz kuvvetlerin zorbalığıyla devlet kuvvetlerini birleştirmeye imkân bulunsa bile bunun sürmesinin mümkün olamadığını bilirsiniz. Esasen Yüce Meclis�inizin varlığı da, her şeyden önce, yasallık ve sorumluluk esaslarının milletçe korunması gerekli görüldüğüne en büyük delildir. Bundan dolayı Yüce Meclis�inizde yoğunlaşan yüksek millî irâdeye dayanmak suretiyle yasallık ve kanunluluk ve yine saygıdeğer Heyetinizde oluşan millet vicdanının yargılamasına bağlı bulunmak yönüyle de sorumluluğunu takdir ve tespit edecek bir kuvvetin işleri görmesi zorunludur, bu kuvvetin doğal şekli ise bir hükûmettir.

Hükûmet teşkilâtının gerçek şekli, sorumsuz bir hükûmet başkanında tespit edilen hususlara dayanarak kanun yapma kuvveti göreviyle yükümlü bir denetleme heyeti ile görevde devamı, bu heyetin güvenini artırmaya bağlı bir icra kuvvetinden ve bu icra kuvvetini millî görevlere göre ayırma ve düzenlemeden ibarettir. Bu şekilde icra kuvvetleri, hükûmet başkanı tarafından seçilmiş ve kanun yapma kuvvetinin güven ve uygunluğuna dayanan bir kuvvettir ki, hilâfet ve saltanat makamının kurtarılması başarıldıktan sonra, padişahımız ve Müslümanların hâlifesi efendimiz her türlü zorlamadan azâde ve tamamiyle hür ve bağımsız olarak kendini milletin sadık kucağında gördüğü an, Yüce Meclis�inizin düzenleyeceği kanun esasları dairesinde, saygıdeğer ve yüce bir konum alır.

Yüce Meclis�iniz denetleyici ve inceleyici nitelikte bir Meclis-i Mebusan değildir. Bundan dolayı yalnız kanun yapma ve kanun koyma ile görevli olarak sorumlu bir makam, millî geleceği denetim altında bulunduracak değil, gerçekten onunla uğraşacaktır. Nitekim olağanüstü durumlar içinde bütün milletler bu prensipleri terkederek ya kanun yapma kuvvetini tatil edip icra heyetlerine fazla yetkiler verirler veyahut bütün milletin genel oylarına başvurarak kararlar alırlar. Biz halkın birliğine her kuvvetten fazla yetki veren İslâmiyet esaslarını dikkate alarak Yüce Meclis�inizi bütün işlerine milletin doğrudan doğruya el koymuş olduğu bir meclis olarak tanımak taraftarıyız.

Bu ana ilke kabul edildikten sonra daima Yüce Meclis�inizin genel heyeti işlerin ayrıntısına kadar fiilen araştırma ve oylama imkânını bulamayacağından, saygıdeğer Heyetinizden seçilecek ve vekil edilecek üyelerin buradaki hükûmet teşkilâtına göre gereken iş bölümü esasına göre memur edilmesi ve her birinin ayrı ayrı ve hepsinin ortaklaşa genel heyet karşısında sorumlu olması, amacımızı gerçekleştirmeye yeterlidir. Bu halde Yüce Meclis�inize başkanlık edecek kişinin Yüce Meclis�inizi temsil etmesi bakımından işlerin bırakıldığı saygıdeğer üyelerden oluşan heyete de başkanlık etmesi ve Yüce Meclis�iniz adına imza atmaya ve kararları onaylamaya yetkili olması ve icraya ait konularda diğer saygıdeğer üyeler gibi genel heyet yanında tamamen sorumlu olması mecburidir. Bu şekilde icra heyeti Yüce Meclis�in uygun görmesiyle vekil edilecek ve genel heyete karşı sorumlu olacak saygıdeğer üyelerden ibaret olacak ve hatta isimleri de (Vekil) olacaktır. Başkan olacak kişi gerçekten ağır bir sorumluluk altında bulunacaktır. Çünkü icra heyeti ve vekiller ile saygıdeğer heyetiniz arasında bütün sorumluluk her şeyden önce kendisine olacaktır ve bu sorumluluk hem Yüce Meclis�inizdeki, hem Bakanlar Kurulu�ndaki başkanlık makamının ikisine birden geçmiştir.

Milletin seçtiği kanun yapma heyeti ile dengesini hükûmet başkanlığı makamının teşkil ettiği birlik noktasında bulur. Hükûmet teşkilâtının bu ana kayıtlarına göre içinde bulunduğumuz buhrana ve memleketimizin özel durumlarına göre bizim için uygulanabilir olup olmadığını düşünmek zorundayız.

Bizim bu zemindeki araştırmalar sonucunda ortaya çıkardığımız görüşe göre yönetimin bu şeklini sakıncalarından dolayı uygun görmemekteyiz. Çünkü Osmanlı Devleti diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının siyasal gücü etrafında kurulmuş değildir. Saltanat makamı, aynı zamanda hilâfet makamı olduğundan padişahımız İslâm halkının da başkanıdır. Mücadelelerimizin birinci amacı ise saltanat ve hilâfet makamlarının ayrılmasını amaç edinen düşmanlarımıza millî irâdenin buna uygun olmadığını göstermek ve bu kutsal makamları yabancı esaretinden kurtararak hükümdarın yetkisini düşmanın tehdit ve zorlamasından hür kılmaktır. Bu esasa göre Anadolu�da geçici şartıyla bile olsa bir hükûmet başkanı tanımak veya bir padişah kaymakamı ortaya çıkarmak hiçbir şekilde uygun değildir.

Şu halde başkansız bir hükûmet meydana getirmek zorunluluğu içindeyiz. Halbuki bir birlik noktasında denk olmayan devlet kuvvetlerinin çalışma düzenini sürdürmeye bile imkân yoktur. Diğer taraftan herhangi bir makama devlet kuvvetlerini ve milleti birleştirme ve denkleştirme yetkisi vererek o makamı sorumsuz tanımak felâket nedenidir. Hâlifenin bile sorumluluğunu esas olarak kabul etmiş olan İslâmiyetin böyle hal çarelerine uygun olamayacağı bellidir.
Bu zor ve birbiriyle uzlaştırılması imkânsız esaslar içinde uzun uzadıya araştırmalar yaparak sonunda İslâmiyetin ana şartlarına başvurarak Yüce Meclis�inizde toplanmış olan ve bütün İslâm halkının da yardımına ve iznine sahip bulunan millî irâdeyi gerçekten vatanın geleceğine el koymuş tanıma ana ilkesini kabul ediyoruz. Saygıdeğer üyelerin, bu görüşleri kısaca genelge olarak, seçimine işaret olunması ve olağanüstü yetkisi kaydiyle seçilmiş bulunmaları ve seçmenlerin de çoğaltılmış ve genişletilmiş olunması, esas itibariyle bu ilkenin milletçe de tamamen kabul edilmiş olduğuna delildir. Bundan dolayı Yüce Meclis�iniz sahip olduğu olağanüstü yetkiye dayanarak karşısına çıkacak bir icra kuvvetini yalnız denetlemek ve milletin hayatî konuları üzerinde böyle bir heyetle mücadeleye mecbur kalmak gibi şu anki durumun dayanılır olamayacağı, sınırlı bir kanun yapma görevi ile değil, milletin genel yönetimini fiilen yüklenmek, memleket ve hilâfetin kurtuluşunu sağlamak ve savunma görev ve yetkisiyle kurulmuştur ve artık Yüce Meclis�inizin üstünde bir kuvvet yoktur.

İşte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhrandan, felâketlerden, kâh Avrupa�yı taklit etmek, kâh devletin işlerinin yönetimini şahsi görüşlere göre düzenlemeye ve düzeltmeye çalışmak, kâh Anayasa�yı bile şahsi tutkulara oyuncak yapmak gibi çok acı sonuçlarını gördüğü basiretsizliklerden oluşan genel uyanışa tercüman olduğumuz inancıyla şu zor ve buhranlı tarih devrinin mücadelelerini bu yolda düzeltmek taraftarıyız. Doğal olarak hüküm saygıdeğer Heyetinizindir. Yalnız karşı karşıya kaldığımız dağılma tehlikesine ve devlet ve millet işlerinin uzun zamandan beri karar makamından yoksun kaldığına tekrar dikkatleri çekerek gereksiz görüşler arasında devam edecek tartışmaların en kötü yönetimlerden daha fazla kötü etkiler doğuracağını söylemeyi de millî görev gereği görüyorum. Cenab-ı Hak başarı ihsan etsin, âmin.� (Üç dakika süren şiddetli alkışlar)
#28 - Eylül 16 2008, 15:19:33
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Mustafa Kemalin Verdiği Geniş Açıklamalar Dolayısıyla Meclisin Teşekkürlerini Bildirmesi Üzerine
24 Nisan 1920



Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Saygıdeğer Milletvekilleri arkadaşlarımın, hakkımda göstermiş olduğumuz övgü ve güvenden dolayı bütün içtenliğimle teşekkür ederim. Benim için dünyada en büyük ödül, milletin verdiği en ufak bir takdir ve iltifatıdır. Yüce Meclisinizi oluşturan şerefli üyeler bütün milletin temsilcisi olmak itibariyle bu üyelerin ilgi ve sevgisini bütün milletin ilgi ve sevgisi gibi kabul ederim. (Alkışlar)


Bundan dolayı bu dakikada hissettiğim mutluluğun büyüklüğünü tarif edemem. Yalnız hayatımda en zevkli bir an yaşadığımı arz etmekle övünç duyarım (Alkışlar). Teşekkürlerimi tamamlamak için şunu ilâve etmeliyim ki ben, diğer millettaşlarımdan fazla bu vatana ve millete borçlu olduğum görevden daha fazla bir şey yapmış değilim. Eğer taraflı bir sonuç varsa bunu yine milletin bana yöneltilmiş olan güvenlerine borçluyum ve millet esas olduktan sonra her ferdinin azamî başarısından faydalanılmak çok doğaldır. Tekrar teşekkür ederim efendim. (Şiddetli alkışlar)
#29 - Eylül 16 2008, 15:20:44
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Devlet Görev ve Sorumluluğunun Heyet-i Temsiliyeden (Temsil Heyeti)Meclise Alınması Hakkında
24 Nisan 1920



Efendiler! Bütün maddî, manevî sorumluluğu Heyeti Temsil adı altında bulunan heyet üzerine almış ve 16 Mart 1920 tarihinden bu dakikaya kadar bütün acı dönemlere, manzaralara karşı görev yapmayı olağanüstü bir görev bilmiştir, bu sorumluluk çok ağırdır. O heyeti artık bu ağır yükün altında bırakmayınız, bu dakikadan itibaren öneriyorum, hemen memleketin alın yazısını üstleniniz.

Bundan çekinmeye gerek yoktur. Bu görev o kadar önemli, içinde bulunduğumuz zaman o kadar tarihidir ki; bu koca sorumluluğu içinizde üç, beş kişiye yüklemekle yetinemeyiz. Bütün bu meclis, tam manasıyla sorumlu olmak mecburiyetindedir. Millet bizi ancak bunun için gönderdi, bizi buraya beş kişinin eline milleti terk edelim diye göndermemiştir (hay hay sesleri).

Bundan dolayı açıklamalarım anlaşılmamış ise bir daha ve bir daha okunsun, olumlu veya olumsuz bir karara bağlansın. Bir gizli oturumun yapılmasıyle, dâhilî durumlar hakkında açıklamalarda bulunacağım (uygun sesleri).

#30 - Eylül 16 2008, 15:21:41
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Meclis Başkanı Seçildikten Sonra
24 Nisan 1920


Saygıdeğer Efendiler! Milletin bütün geleceğine fiilen ve tamamen el koymaya, hilâfet ve saltanat makamını düşmüş olduğu esaretten kurtarmaya ve memleketin bütünlük ve kurtuluşu uğrunda her fedakârlığı büyük bir kararlılıkla göze almaya karar vermiş olan Yüce Meclisiniz�in Başkanlığı�na seçilmek suretiyle hakkımda esirgemediğiniz güven ve sevgiye teşekkür borçluyum (estağfurullah sesleri).

Hayatımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son zamanların sıkıntıları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki her türlü huzur ve istirahatimi, her türlü kişisel duygularımı milletin kurtuluşuna ve mutluluğu adına feda etmekten zevk alan olmayayım. (yaşa sesleri ve alkışlar) Gerek askerî hayatımın ve gerek siyasal hayatımın bütün devirlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket tarzım, millî irâdeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu amaçlara yürümek olmuştur. Bugün saygıdeğer Heyetiniz�in genel oylarında oluşmuş olan millî güveni değerimin çok üstünde görmekle beraber şahsım için bir amaç olarak değil, hep beraber giriştiğimiz kutsal mücadelenin yönelmiş olduğu amaçları ele geçirmek için milletin verdiği bir dayanak yeri olarak kabul ediyorum.

Bu millî birliğin bana yüklediği sorumluluğu biliyorum ve hepiniz de bilirsiniz ki, çok ağırdır. İçinde yaşadığımız benzeri az dakikaların güçlüğüne rağmen bu ağır millî sorumluluğun altında ancak saygıdeğer Heyetiniz�in yardım ve desteğinin daima ve daima hak yolundaki mücadelelerin yanı sıra, Allah�ın yardımından ümitli olarak çalışacağım.

Padişah efendimiz hazretlerinin sağlıklı ve her türlü yabancı etkilerinden hür olarak tahtlarında daim kalmasını Allah�tan dilerim. (şiddetli alkışlar)
#31 - Eylül 16 2008, 15:22:47
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Beypazarı Olayları Hakkında
25 Nisan 1920


İzin verirseniz bu okunan telgrafnamenin geldiği Beypazarı durumları hakkında bazı bilgiler arz edeyim. Bundan yaklaşık dört, beş gün önce bazı bozguncuların suçsuz halkı aldatması sonucu halk toplanmış ve orada bulunan depoyu basarak silâhları almışlar ve dağıtmışlar; bundan fazla olarak telgrafhaneyi basmışlardı ve âdeta bir isyan durumuna geçmişlerdi. Vilâyetçe oradaki şerefli âlimler ve kaymakam ve bazıları telgraf başına çağrılarak kendilerine gerekli öğütler verilmişti. Bu öğütler, silâhların iadesi ve bozguncuların Ankaraya gönderilmesi ve toplanmış olan halkın dağılmasından ibaret idi. Cevap olarak silâhların iade edileceği bildirilmekle beraber diğer hususlarda cevap verilmemiştir. Bir, iki gün böyle geçti. Sonunda oradaki memurlar, buraya bir kuvvet gönderilmedikçe durumun değişmesine imkân yoktur, demişlerdi. Bu talep üzerine Ankara�dan oraya bir müfreze gönderildi. Bu müfrezeye verilen talimat, vilâyetten zaten duyrulmuş olan konuların sağlanmasından ibaretti; yani bozguncu kişileri alıp buraya getirmek, silâhları iade etmek ve diğer mâsum halkı uyarıp evlerine göndermektir. Askerî müfreze, verilen talimat dairesinde oraya gitti. Fakat onlar istenilenleri yerine getirecek gibi davranmakla beraber ne silâhlarını iade etmişlerdi ve ne de bozguncuları hükûmete teslim etmişlerdi. Hatta öyle bir an oldu ki oradaki askerî müfrezenin bile içine girerek onları bozma ve silâhlarını alma girişiminde bulunabilecekleri hissedildi. Bunun üzerine askerî müfreze şehrin dışında bir yerde mevzi almak mecburiyetinde kaldı. Bu durum karşısında yine vilâyet makamı isteklerini tekrar etti ve oradaki kişileri de sonucu olmayan birtakım cevaplarla oyalamaya devam ettiler. En sonunda giden müfreze komutanı ve daha önce öğüt vermek için gönderilmiş olan birtakım kişiler dediler ki, buraya daha fazla kuvvet gelmedikçe bozguncu kişilerin bozgunculuk yapmasına engel olunamayacaktır. İşte bu nedenle oraya yeniden bir kuvvet göndermek mecburiyeti doğdu. Önceki gün yeterli miktarda kuvvet gönderildi. İşte bu kuvvet Ayaş�a dün ulaşmıştır. Bugün Yüce Meclis�inize* bu telgraf geliyor.

Bu telgraf yazısına göre bir, iki, üç kişiden ibaret olan bozguncular kaçmıştır. Silâhlar da iade edilmiştir ve başka bir şey yoktur anlamındadır. Gerçekten bir miktar silâhları iade ettiklerini belgeleyecek başka bir aracımız da yoktur. Her halde Beypazarı halkının gereksiz yere zarara uğratılması hiçbir vakit istenmediğinden Yüce Meclisinizce haberli olunduktan, bizce de belli olduktan sonra derhal Ayaş�tan hareket etmiş olan yeni kuvvete, yeniden Ayaşa dönmesini ve orada beklemesini emrettik ve oradaki müfreze komutanına da, Beypazarlıların vermiş olduğu bu güvence doğru ise derhal geri dönünüz emrini verdik. Bozgunculuk akımı yukarıdan geliyor, denildi. Bir bakışta yerel bir olay gibi görülüyor efendim, fakat gerçekte kışkırtma yukarıdan geliyor.

Bir milletvekili- Ayrıca belgeli midir?
Haşim Bey (Çorum)- İzin verir misiniz! Bu bozgunculuğun nedeni ne imiş? Gerçek içeriği nedir; açıklarsanız aydınlanmış oluruz.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Dünkü açıklamalarımda bozguncu kişilerin sağlamak istedikleri çıkarlara bir dereceye kadar işaret etmiştim. Bu akım gerçekte kuzey batıdan geliyor, bundan dolayı yukarıdan aşağıya meselâ Düzce, Nallıhan, ondan sonra Beypazarı�na gelmiştir. Öncelikle kötülük birinci mevkide oldu. Sonra ikinciye, sonra Beypazarı�na geçti ve aşağıdan yeterli sayıda takviye-inzibat kuvvetleri görününce bu şekil oluşmuş bulunuyordu. Gerçek neden, doğrudan doğruya uydurulmuş yalanlardan ibarettir.

Haşim Bey (Çorum)- Kahrolsun!
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Örneğin; Hilâfet makamına karşı hiçbirimizin hatırına gelmeyecek yalanlar icat ediliyor. Örneğin Bolşevikler geliyor. Köyümüzü, kasabamızı, harab edecek, hepimizi idam edecek, çabuk silâh başına, tabiî köylü cahil, bilmez, silâhlarını alıyor ve geliyor. Ne olduğunu anlamadan, karşı karşıya geldiği kimselerle çarpıştıktan ve bir kez kan döküldükten sonra doğal olarak bir düşmanlık ve bir anlaşmazlık doğuyor. Her halde halkın zehirlenmeden korunacağına hiç şüphemiz yoktur.

Ve bu nedenledir ki Beypazarı�na karşı yine Yüce Meclis�inizin iyilikle hareket etmesini çok uygun görüyorum. Ancak şunu önermek isterim ki şimdi değerli üyelerden, değerli âlimlerden üç, beş kişi seçilsin, bunlar telgraf başına gitsinler, oradaki âlimleri ve ileri gelenleri de çağırsınlar. Bu telgrafnamelerinin Meclis huzurunda okunduğunu ve söyledikleri gibi durumun düzelmesinden memnuniyet oluştuğunu bildirsinler ve doğal olarak suçlu olup kaçanlar haricindekilerin aldatılarak aynı harekete katılmış bulunduklarından dolayı, uygun görürseniz affedilmeleri de uygun olabilir1.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- İcraatta şiddet, kesinlik göstermek konusunda söylenilen görüşe tamamiyle katılırım. Ancak söz konusu olan durum bu derece �bu an için- şiddeti gerektirdiği görüşünde değilim. En çok telgrafname içeriğine göre gerçekte bozguncu ve kışkırtıcı olanların kaçmış oldukları ve bunların yakalanması için oradaki halka baskının etkili olamayacağı yönüyle onlar hakkında yapılacak muameleyi şimdilik söz konusu etmeyebiliriz. Ancak o bozguncu kişilere kapılmış olmakla da Beypazarı halkı hakkında bir ceza hatıra gelir. Bu gereklidir, zorunludur. İçlerinde bozguncuları yaşatmak, bozguna zemin hazırlamaktır ki, bu bir kabahattir. Bunu da cezasız bırakmamak gerekir. Belki biraz daha inat ve dikbaşlılık etselerdi, ceza uygulanırdı. Fakat Yüce Meclis�inizin açılışı üzerine Meclis�e başvurmuş ve sığınmış olmalarından, ben halkın genelinin zarara uğramadan affedilmesini tercih ederim (teşekkür ederiz, çok uygundur sesleri, alkışlar). Orada daimî bir tehdit hissi için bir kuvvet bulundurmak sorununa gelince, gerçekte bu da imkânsız değildir. Fakat bilirsiniz askerlikte esas olan kural, kuvveti daima toplu olarak elde bulundurmak ve bir yer düzeltilmek istenildiği vakit, gereği kadar ve belki biraz fazla göndermek suretiyle orayı düzeltmek, yine kuvveti daima kullanılabilir bir halde bulundurmaktır. Belki Nallıhan, Beypazarı gibi yarın şurada, burada, daha üç beş yerde birtakım gösteriler olabilir. Her birinde ayrı ayrı birer kuvvet bırakırsak o zaman elimizde bulunan ve gereğinde bütün şiddetimizi uygulamayacağımız kuvvetin parçalanmasına neden olmuş oluruz. Onun için uygun görürseniz oradaki halkın artık bir şey yapmayacağından, buradan seçeceğiniz saygıdeğer heyet tamamen emin olduktan sonra o kuvvetin orada kalmasındansa; belki başka bir yerde faydalı bir şekilde kullanılması, ümit edelim ki, Yüce Meclis�inizce de uygun görülecektir (konuşma yeterli sesleri)2.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Beypazarı�ndan söz edeceğim efendim, bir heyet telgraf başında Beypazarı ile görüşmek istemişti. Haberleşme kesilmiş olduğundan görüşmek mümkün olmadı. Daha önce yapılmış olan açıklamalarımda, Beypazarı�nda ufak bir askerî bölüğümüz bulunduğunu, fakat Beypazarı�ndaki isyancıların bu müfrezenin varlığına rağmen, âdeta aldatıcı bir tarzda hareket ettiği anlaşıldığını ima etmiştim. Ve bunun üzerine idi ki buradan gereği kadar kuvvet gönderilmiş idi. Fakat Yüce Meclisinizce içeriği bilinen telgrafname üzerine yeni giden kuvveti durdurmayı ve orada bulunan kuvvetimizi de çekmeyi ve bu şekilde istedikleri affı Yüce Meclis�inizden rica etmeyi uygun görmüştüm. Şimdi okuyacağım telgrafname ile önceki işaretlerin gerçeğe uymadığı anlaşılacaktır. Yalnız şunu ilâve edeyim ki giden müfrezemiz verilen bekleme emrini almıştır. Müfreze komutanı, emri aldığı zaman yakından elde etmiş olduğu bilgiyle, orada başka türlü saldırı hazırlığında bulunulduğunu anlamış ve yürüyüşüne devam etmişti. Şimdi Beypazarı�ndan şu telgrafı veriyor. Giden komutan Arif Beydir.

TELGRAF

Bugün Beypazarı�ndaki askerî müfrezeye saldıran ve gerekli öğütlere boyun eğmeyen Beypazarı ve çevresi isyancıları, Karahisar alayı ile yapılan silâhlı çatışmada bir saatten fazla karşı koyamayarak ve birçok ölü vererek geri çekilerek yenilgiye uğrayıp kaçmışlardır. Âlimler ve ileri gelenler ve yöre halkı, savaşan müfrezelerimizi bayraklarla karşılayarak, birtakım münafık ve bozguncuların kışkırtmalarına kapılarak silâhlı isyan ve eşkiyalığa sarılan cahillerin ve edepsizlerin zulüm ve taarruzlarından kurtardığımızdan dolayı sevinçlerini teşekkür ederek gösterdiler. Şehir, isyancılardan tamamen temizlenmiş ve kontrol altına alınmıştır. Cenab-ı Hak müslümanları nifak ve sapıklıktan korusun, amacı vatan ve milletin kurtuluşu olan millî mücadeleleri daima başarıya ulaştırsın, amin.
25 Nisan 1920
Kuva-yi Tedibiye Komutanı
(Terbiye Edici, Düzenleyici Özel Kuvvetler Komutanı)
Kaymakam Arif

Teşekküre değerdir. Bundan sonra Arif Beye verilecek talimat bozgunculara ve onların koruyucularına gereği gibi haddini bildirmek olacaktır.
#32 - Eylül 16 2008, 15:24:06
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Tokat Milletvekili Nazım ve Arkadaşlarının Verdikleri Önerge Hakkında
25 Nisan 1920


Şimdi beyanatta bulunan arkadaşımızın önerisi gerçekten düşünülebilir. Fakat kısa ve pratik olarak ifade etmek isterim ki; bunun uygulanabilirliği yoktur. Çünkü bu dakikada toplanmış sonsuz telgraflar vesaire var. Bunları şimdi ayrılıp başka bir odada gözden geçirerek, bütün gerekleri yapılmalıdır. Halbuki, seçilen başkanlık divanı saygıdeğer heyeti, işte görüyoruz, burada meşguldürler ve ayrılamazlar, aynı zamanda her iki açıdan buna imkân yoktur.

Bundan dolayı acele olarak, basit ve geçici meclis deyiniz, yönetim heyeti deyiniz, her ne derseniz deyiniz, içinizden birkaç kişi ayrılsın ve bütün vatanın her bir köşesinden gelen başvurulara verilecek cevaplar beklemektedir, bunları çıkarsın ve gerekenleri Genel Kurul�a sarz etsin, asıl ve esas kararları buradan ele geçirsin ve ayrıntılara ait olan şeyleri de yapıversin ve bu şekilde makine durmasın. Sonra Bakanlar Kurulu, İcra Heyeti, buna verilecek şekil, ben de Celâlettin Arif Beyin fikrindeyim, daha derin bir şekilde araştırılmalıdır.

Oraya seçilecek kişiler görüşerek kendileri anlaşabilirler.

Bunun için zaman ayrılabilir. Fakat beklemeye uygun olmayan bir şey varsa derhal toplanmış olan maddeleri araştıracak geçici bir heyetin seçilmesidir.
#33 - Eylül 16 2008, 15:25:19
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Miralay İsmet Beyin Genelkurmay Başkanlığı Görevini Yapmak Üzere İcra Heyeti (Yürütme Kurulu) Arasında Çalışması Hakkında
25 Nisan 1920


İsmet Beyin gerçekten fiilen yaptığı görev bütün askerî hareketleri takipten ibarettir. Bu açıdan görevi Genelkurmay Başkanlığıdır. Ancak Yüce Meclisinize bildirilmemiş ve onayınıza sunulmamıştır.

Bunun için bugünkü görevi, özellik dairesinde kalır. Eğer Yüce Heyetiniz uygun görür de kendisini bu görevden dolayı sorumlu tanırsanız o zaman bu kişiler yanında bulunur ve onlarla beraber çalışabilir. (kabul kabul sesleri) O halde İsmet Beyin Genelkurmay Başkanlığı görevini yapmak üzere bu icra heyeti yanında çalışmasını uygun görürseniz oylamaya sununuz. (kabul kabul sesleri)
#34 - Eylül 16 2008, 15:26:16
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Şilenin İngilizler Tarafından İşgal edildiğine Dair (Ait) Gelen Telgraflar Hakkında
25 Nisan 1920


İzninizle efendim, bu bilgiyi iyice aydınlatmak için bazı açıklamalar yapayım:


Bilirsiniz bizim Düzce�de, Hendek�te ve Adapazarında ufak tefek bazı bölüklerimiz vardı. O bölge, denilebilir ki öteden beri birçok kargaşalıklar yaşamıştır. Son günlerde İngilizlerin bütün imkânlarla bunları destekleyerek ve teşvik ederek harekete geçirdikleri bilinmektedir.

Doğal olarak bu harekete geçenlerin kendileri bile İngilizler tarafından tahrik edildiklerinin farkında değildirler. Çünkü arada aracılık edenler, yine bizim askerî kıyafetimizdeki insanlardı. Bir karışıklık çıkardılar, Adapazarı halkı ilk dikkatsizliğin ardından bizimle yapılan temaslarında gerçeği anladılar ve derhal sakinleştiler. Fakat bu dalga, Hendek ve Düzce�de devam etti. Bu kez Adapazarı halkı, isyancı liderlerine bir öğüt heyeti göndermek istediler. İleri gelenlerden üç kişi, yanlarına birkaç arkadaş alarak hareket ettiler, isyancılara yaklaştıkları zaman isyancılar, kendilerinden, yanlarındakileri bırakarak yalnız olarak gelip görüşmelerini istediler. Giden öğüt heyeti, bu talebi kabul etti ve yanındakileri terkederek gittiler. İlk görüşmede isyancılar bunları şehit etti. İşte bunun üzerine şehitlerin yakınları ile yani Adapazarlılarla Hendek ve Düzceliler arasında çarpışmalar başlamıştır. Çünkü isyancılar aynı zamanda Adapazarına da girmek istiyorlardı. Diğer taraftan İngilizler, kışkırtmaların az çok sonuç verir gibi olduğunu görmüş olacaklardır ki, bunları yakından desteklemek için Şileye bir miktar asker çıkardılar. Orada varlığından söz ettiğim bizim askerlerimiz hakkında da telgraf yazılarının kesilmiş olması nedeniyle henüz doğru bilgi alamadık.

Sırrı Bey (İzmit)- Hendek hangi taraftadır Sayın Paşa?
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Hendek, Adapazarı tarafında Düzceye doğrudur. Ve bu isyancılar Hendeki yağmalayıp gitmişlerdi. İsyancılar doğrudan doğruya Düzce�den giden isyancılardır.

Haşim Bey (Çorum)- Bunlar Türk veya İngiliz askerî midir?
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Yalnız İngiliz askeridir. Bunların iki gemisi varmış, birisini oraya koymuşlar, diğerini de o sahillerde belki daha doğuda bir noktaya çıkaracaklardır.
#35 - Eylül 16 2008, 15:27:17
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Genelkurmay Başkanının da Bakanlar Kurulunda Bulunması Hakkında
1 Mayıs 1920


Genelkurmay Başkanlığı makamıyla Millî Savunma Bakanlığı hakkında birkaç söz söyleyeceğim efendim: Burada Millî Savunma, doğrudan doğruya Harbiye Nezareti karşılığı kullanılmış bir deyimdir. Bilirsiniz Harbiye Nezareti�nin uğraştığı görevler, ordunun besleme, giyim, donatımı gibi konulardır. Görevlerinde komuta emri dahil değildir. Bizim memleketimizde öteden beri Savunma Bakanları, savunma harekâtını ve komutayı da sorumluluklarında bulundurmaktan zevk alırlardı. Onun için memleketimizde bağımsız Erkân-ı Harbiye Umumi Reisi yoktur. Doğrudan doğruya Savunma Bakanı�nın isteği çerçevesinde hareket eden bir Erkân-ı Harbiye Umumi Reisi vardı. Doğal olarak Millî Savunma Bakanlığı�na, Savunma Bakanına bağlı olan bir Genel Kurmay Başkanlığı�nın sorumluluğunda Savunma Bakanı olan kişiye aittir. Bazen bu iki makam bir şahısta birleşmiştir. Enver Paşada olduğu gibi. Fakat kural olarak hiçbir vakit savunma işleriyle Genelkurmay Başkanlığı�nı birleştirmek uygun değildir ve Batı memleketlerinde ve her yerde daima Genelkurmay Başkanlığı bağımsız bırakılmıştır. Çünkü Genelkurmay Başkanlığı�nın görevi ordunun kuruluşunu ve düzenlenmesini teknik olarak düşünmek ve memleketin savunma araçlarını dikkate almak ve bunlarla uğraşmaktır. Savunma Bakanlığı ile kendi görevleri arasında büyük bir fark vardır. Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı�nın uygun gördüğü, yahut onun plânına göre kurulan ve düzenlenen bir orduyu besler, giydirir vesaire. Fakat Genelkurmay Başkanı, nasıl savaşılacağını, vatanın nasıl savunulacağını ve nasıl hazırlanmak gerektiğini düşünür ve onunla uğraşır ve böyle bir Genelkurmay Başkanı, doğrudan doğruya hükümdara, padişaha bağlı olur. Bizim ise bugün memleket yönetimi için koyduğumuz ve hepinizce kabul edilmiş esaslarda bu gibi şeyler yoktur. Yalnız Büyük Millet Meclisi vardır. Bu itibarla Genelkurmay Başkanlığı bağımsızdır ve bütün çalışma ve hareketlerinden Millet Meclisi�ne karşı sorumludur. Zaten sorumlu bir Kurmay Başkanı, yüce heyetiniz tarafından seçilmiş idi. Yalnız bir nokta hatıra gelir ki: Daha biraz önce kanun maddeleri okunurken düşüncelerini bildiren sayın kardeşimizin düşüncesi vardır. Genelkurmay Başkanı, sadece askerî konular ile uğraşır ve böyle bir kişinin siyaset konularında korunmuş olması kendisinin, kabine ile beraber gerektiğinde düşmesini gerektirir. Onun için Genelkurmay Başkanı, daima tarafsız kalmalı, sadece düzenlemelerde, askerî teşkilât ile ve memleketin savunma araçları ile meşgul bulunmalıdır. Bu gayet kuvvetli bir düşüncedir. Fakat her halde askerî teşkilât; vatanımızın savunma araçları ve çeşitli cephelerde yürütülecek askerî harekât ve iç ve dış siyaset ile yakından ilgili bulunuyor ve bu konularda Genelkurmay Başkanı�nın düşüncesi bulunmak ve diğer sorumluluk sahibi olan kişilerin görüşlerinden yakından haberdar olmak için onlarla bir arada çalışmak ve bir sorun hakkında Genelkurmay Başkanı�nın oy ve düşüncesi de bulunmak üzere, diğer sorumluluk sahibi olan kişiler gibi, İcra Vekilleri (Bakanlar Kurulu) yanında hizmet yapması önerilmişti. Bu düşüncelerimle şunu düzeltmek istiyorum ki, Millî Müdafaa�yı üstlenecek kişiler komuta emrini yüklenmeyeceği içindir ki, Genelkurmay Başkanı�nın diğerleri yanında bulunarak bu şekilde emir ve komutanın yine yüce heyetiniz üzerinde kalması daha uygundur. Yani şu Büyük Millet Meclisi�nin elinde durması daha uygundur. İşte emir ve komuta Büyük Millet Meclisi�nin elinde bulununca, buna ait olan görevleri yapmak için emir ve komutayı üstlenmesi gerekir. Komuta emri, Büyük Millet Meclisi�nin elinde bulunmak şeklinde görev yapar. Bundan dolayı, ikisini bir kişinin üzerinde toplamak doğru değildir. Görevleri başka başkadır ve bu kişi de bağımsızdır ve Yüce Heyetiniz�e karşı sorumludur. Büyük Millet Meclisi�ne karşı sorumlu bir Genelkurmay Başkanı görev yapar ve siyaseten düşmesi sorunu da önemli değildir. Çünkü diğer vekillerin ayrı ayrı yüce heyetiniz tarafından seçilmesi teklif edilmiştir. Diğer İcra Vekilleri�nin görevleri ile görevinin yakından ilgili olmasına ve diğer vekiller gibi Genel Kurul tarafından tâyin edilmiş bulunmasına dayanarak diğerlerinin düşmeleri için dikkate alınacak nedenlerin bunun üzerinde bulunmasında bile hiçbir mahsur yoktur. Tersine daha kuvvetli olur.
#36 - Eylül 16 2008, 15:28:15
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Türk Milletini Oluşturan Müslüman Unsurlar (Ögeler) Hakkında
1 Mayıs 1920


Efendiler, meselenin bir daha tekrarlanmaması ricasiyle bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada istenilen ve Yüce Meclis�imizi oluşturan kişiler, yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Lâz değildir. Fakat hepsinden oluşmuş İslâm ögeleridir. Samimî bir topluluktur. Bundan dolayı, bu yüce heyetin temsil ettiği, hukukunu, hayatını, şeref ve şanını kurtarmak için karar verdiğimiz emeller, yalnız bir İslâm unsuruna ait değildir. İslâmi unsurlardan oluşmuş bir kütleye aittir.

Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan, sınır meselesi tâyin ve tespit edilirken, millî sınırımız İskenderun�un güneyinden geçer, doğuya doğru uzanarak Musul�u, Süleymaniye�yi, Kerkük�ü içine alır. İşte millî sınırımız budur dedik! Halbuki Kerkük�ün kuzeyinde Türk olduğu gibi Kürt de vardır. Biz onları ayırmadık. Bundan dolayı korunması ve savunmasıyla uğraştığınız millet doğal olarak bir ögeden ibaret değildir.

Çeşitli İslâmî ögelerden oluşmuştur. Bu toplumu oluşturan her bir İslâm ögesi, bizim kardeşimiz ve çıkarları tamamiyle ortak olan vatandaşımızdır ve yine kabul ettiğimiz esasların ilk satırlarında bu çeşitli İslâmî unsurlar ki; vatandaştırlar, birbirine karşı, karşılıklı saygı ile uyumludurlar ve birbirlerinin her türlü hukukuna, ırkî, sosyal, coğrafî hukukuna daima uyumlu olduğunu tekrar ettik ve doğruladık ve hepimiz bugün içtenlikle kabul ettik.

Bundan dolayı çıkarlarımız ortaktır. Kurtarılmasına karar verdiğimiz birlik, yalnız Türk, yalnız Çerkez değil hepsinden oluşmuş bir İslâm ögesidir. Bunun böyle kabul edilmesini ve yanlış anlamaya meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar)
#37 - Eylül 16 2008, 15:28:46
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Milletseverler ve Dış Yardım
10 Mayıs 1920


Chicago Tribun muhabirine demeç:
Hâkimiyet-i Millîye

Bizim hâlen İngiltere ve müttefiklerinin barış şartlarının gülünç ve uygulanmasının imkânsız olduğunu anlayacaklarına güvenimiz vardır. Fakat bu beklentimizi kaybedersek, dışarıdan herhangi bir yardımı isteyerek kabule hazırız.
Tutucu olmakla tanınmış diğer Türk yurtseverlerle yaptığım görüşmelerimde onların bile Türk millîyetçiliğine tamamen hak verdiklerini ve müttefiklerin plânlarını bozarak herhangi bir yardımı milliyetçilerin kabul etmek mecburiyetinde olduğunu içtenlikle söylediler.

Bütün Anadoluya hâkim olan milliyetçiler, Türkiyenin bir yok etme politikasıyla yüz yüze olduğunu biliyorlar. Türk sınırlarının doğuya doğru nasıl gerilediğini ve (Sanremo) anlaşmasının Küçük Asyaya nasıl saldırdığını haritaları üzerinde gösteriyorlar.
�İngiltere ve müttefiklerin bir millet olarak yaşayabilmek için gerekli olan şartları ve sınırları bize verdiklerinde millîyetçilerin yabancı güce dayanmayacağını anlarlar, sanıyorduk. İşte bu yüzden biz durumu koruduk. Aksi durumda Bolşeviklerden yardım almak bizim için çok kolaydı.�

Avrupa�nın işgaline karşı koymaya kararlı güçlü adam, doğduğu yer olan Selânik üzerinden kurşun kalemi doğuya doğru çekerek Ankara üzerine getirdi. Yine, harita üzerinde, Bolşeviklerin Kafkasya üzerinde ilerlemesini gösteren kırmızı bayraklar vardı. Kafkasya�da Bolşevik olmuş olmamış birçok Müslüman kabileden kendisine delege gelmişti. Getirdikleri haberler memnun ediciydi.
Türkiye�de Amerikan yardımı hakkında ne düşündüğünü Paşaya sorduğum zaman dedi ki:

�Biz buna önceden taraftardık. Zaman ve şartlar ilerledikçe doğal olarak bu imkân kalmıyor. Millîyetçilerin görüşü şu idi: Türkiye, Türkler içindir ve Türkiye bağımsız olmalıdır. Ateşkes anlaşması imzalandığı zamanki sınır temel alınıyor ve anlaşma şartlarının bu görüşe uymayan kısımlarına karşı mücadele edilecektir. Bu bir halk hareketidir ve İslâm dünyasının yardımına da güveniyoruz. Türklerin son bağımsız Müslüman milleti oldukları gibi bağımsız da kalacaktır. Diğer yerlerdeki Müslümanlar da düşmanlarımıza karşı mücadele edeceklerdir. Bunlar çoğunlukla İngiliz yönetimi altındadır. Biz bu haçlı harekâtının en son hamlesine uğramış bulunuyoruz. Fakat İslâm dünyası öldürücü bir biçimde uyanmıştır.�

Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, millîyetçilerin harekâtına önceden yardım ettiğini yalanladı.
#38 - Eylül 16 2008, 15:29:20
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Adapazarı, Düzce ve Bolu Taraflarındaki Olaylar Hakkında
24 Mayıs 1920


Bu önerge içeriğindeki1 konulara ait bilgiler verilmek üzere bir gizli oturum kurulması öneriliyor, uygun görürseniz bundan sonraki toplantıda yeterli açıklama yapılabilir. Bunu, Bakanlar kurulu�na havale ediyorsunuz değil mi? Bu önergenin bazı noktalarına cevap olmak üzere bir telgrafı okuyacağım. Fuat Paşadan alıyoruz. Dün geceki tarihle.

Geyve istasyonu,
Dakika geciktiren bundan sorumludur 23/24 Mayıs 1920
Genelkurmay Başkanlığı�na;

Bugün öğlende Adapazarı ve Sapanca yönlerine başlayan taarruzumuz, Allah�ın yardımıyla kısa bir zamanda başarı ile sonuçlanmış, büyük kısmı Kuva-yı İnzibâtiye�ye (Kuva-yı millîyeye karşı kurulan emniyet kuvvetleri) mensup bireylerin oluşturduğu toplu isyancılar tamamen dağılmış, üç subay ve bir miktar esir alınmış, dört topla dört makineli tüfek, çok sayıda malzeme ganimet alınmış,

Adapazarı ve Sapanca işgal ve mülkîye memurları görevlerini yapmaya başlanmıştır. Bununla beraber yazılar Kuva-yı Te�dibiye Komutanlığı�ndan telefonla Adapazarı�ndan henüz verildiği için, gerçek miktarlarını ve isyancılar grubunun nerelerde bulunduğunu ancak yarın tespit ve arz etmek mümkün olacaktır. Bundan başka Sakarya tarafında ve Sapanca yönünde ileri hareketimize silâhla engel olmak isteyen köyler yakılmış, silâhları alınmıştır. Bu önlemlere yarın da devam edilecektir. Adapazarı doğusundaki Sakarya köprüleri kontrolümüz altındadır. Adapazarı ile haberleşmemiz vardır. Sapanca ile haberleşmemiz açılmamıştır.

Etem Bey, kuva-yı te�dibiyesiyle Sapanca�yı işgal eden ve boğaz kuzeyinde yedek olarak bulundurulan kara ordusu bölükleri yarın bulundukları yerlerde dinlenecek ve güvenlikle meşgul olacaklardır. Etem Bey, kuvvetlerinin 26 Mayıs sabahı tekrar harekete hazır bulunduğunu bildirmiştir.

K. 20 K.
Fuat
Efendim bilirsiniz geçen gün yapmış olduğum açıklamada isyancıların Geyve boğazının doğusundaki taarruzlarının püskürtüldüğünden söz edilmiş idi. Fakat burada bildirdiklerimden sonra, Fuat Paşa�dan tekrar aldığım yeni bilgide isyancılar Geyve�nin batısında da taarruza geçmiştir. Hatta oradan bir çevirme yaparak Geyve istasyonuna kadar yaklaşmışlardır. Geyve�ye ayrılmış olunan kuvvetlerimizin yetişmesinden önce orada bulunan kuvvetlerimiz isyancıları püskürtmüşlerdir. Oraya ayrılmış olunan kuvvetler geldi ve ertesi gün taarruza geçti. Bu telgraf 23�te akşama kadar ele geçirilmiş başarıların sonucunu göstermektedir. Ayrıntılar bu gece alınabilecek. Aynı zamanda biliyorsunuz ki, Düzce yönünde harekâtımız vardı. Ona ait bazı bilgiler vardır. Birçok telgrafın özetini gösterebilir iki telgraf vardır. Bildiğiniz gibi, milletvekili arkadaşlarımız vardı. Hüsrev Bey ve Osman Bey, onları esir etmişlerdi. Bu grupta başarılar görülmüş olacak ki, bunları bize elçi olarak gönderiyorlar ve Hüsrev Beyin böyle bir telgrafı vardır. Mudurnu�dan gelmiştir:

Mudurnu 23 Mayıs 1920
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı�na;

Adapazarı, Düzce ve Bolu karşı harekâtını yöneten Çerkezlerin başkanları Osmanlı Müslümanlığının esaret ve felâketini bugünkü barış karşısında ikinci derecede bazı kişilerin yanlış hareketleri ve diğer nedenlerden ortaya çıkan olayın üzücü sonucunu, devletin ve milletin kurtuluşuna tamamen zararlı görüyorlar, Millî tarihimizde görmediğimiz bu üzücü zamanda İslâm arası çekişmeleri ve çarpışmaları terk ile sevgili vatanımız için tek vücut bir halde dış tehlike ve taarruzlara göğüs germeye hazırlanmayı her Müslüman için Allah�ın emri kabul ediyorlar. Böyle çok kutsal ve yüce bir aracılık için benimle arkadaşım Lâsiztan Milletvekili Osman Beyi tâyin ettikleri söylenilmiştir.

Trabzon Milletvekili
Hüsrev
Efendim, bu başvuru öyle bir zamanda gerçekleşiyor ki, Mudurnu�ya Düzce ve Bolu çevresinden toplanabilen bütün isyancılar toplanmış ve taarruz etmiş ve bu taarruz püskürtüldükten sonra, orada çoğalmayı tamamlayan kuvvetlerimiz, kuzeyde taarruz harekâtına geçmişlerdir ve bu hareketlerinde (Ayaz) silsilesini alıp son hızla ilerliyorlardı. Öyle bir zamanda, tam Adapazarı�na, Sapanca�ya, Geyve kuvvetlerimizin başarıyla taarruzlarının ilerlediği bir zamanda gerçekleşiyor. Bununla beraber bu başvuru yine iyi karşılanmıştır efendim. Mudurnu�da genel komutayı yöneten Miralay Refet Beyefendi, bizzat ileri giderek orada Safer Bey ve diğer başkanları yanına çekti. Onlar da geldiler. Onlara ilk verdiği, emir derhal isyancılar dağılacaktır. Elbette kuvvetlerimiz asayişi sağlamak için plân dairesinde harekâta devam edecekti ve onlar da her şeyi kabul edeceklerini söylediler. Bu harekât devam ediyor ve doğal olarak Hüsrev Bey, Osman Bey ve şimdiye kadar aldatarak tutukladıkları subaylar ve bazı fertlerimiz gelmektedirler.

Bazı ufak müfrezelerimizden aldıkları mitralyöz ve diğer silâhları da iade ediyorlar. Yani tam anlamıyla aman diliyorlar. Adapazarı�nda yenilen isyancıları doğrudan doğruya Anzavur yönetiyormuş. Demek ki, bu Safer Bey daha akıllı hareket etmiştir.

Bu harekât hakkında alacağımız ayrıntılı bilgiyi de ayrıca yine daha bazı düşünceler ile bundan sonraki oturumda arz edeceğim efendim.
#39 - Eylül 16 2008, 15:29:55
''Cehennem, başkalarıdır. ''

İç ve Dış Siyaset Hakkında
7 Haziran 1920

Efendim, birkaç gün bayram dolayısıyla görüşemeyeceğiz. Bu nedenle genel durum hakkındaki bilgiyi gayet kısa olarak arz etmeyi uygun gördüm. Bilirsiniz, bir Düzce, Hendek ve çevresi olayı vardı efendim, birçok aşamalar geçirdi. Şimdi arz edeceğim son aşamasıdır.

Hendek, Adapazarı, Düzce, Bolu, Gerede ve bunu sınırlayan bütün sahil ve sahile kadar olan bölgede bilginiz olan bozguncu harekât tamamen bastırılmış ve yok edilmiştir. Ve düşmanlarımızın emirlerini uygulama aleti olan bütün eşkıya liderler, bütün cani başkanlar kanun hükümleri dairesinde cezalandırılmışlardır. Cezalandırma şekli hakkında bütün belgeler ile Yüce Meclisiniz, zamanında aydınlatılacaktır. Orada bulunan kuvvetlerimiz, takipler ve düzenlemeler ile uğraşan kuvvetlerimiz, bugün hemen tamamen serbest bir haldedirler.

Artık onları istediğimiz gibi düşmanlara karşı kullanabilecek bir haldeyiz. Diğer taraftan Sivas�ın kuzeyinde Yenihan�da ve Tokat çevresinde de bazı üzücü durumlar ortaya çıkmış idi. Bu durumlar, bu olayların bile bugünkü şekli, efendim, Tokat çevresinde aldatılmış olan mâsum halk, derhal gerçeği anlamış ve orada önlemler almaya çalışan devlet memurları başkanlarına sığınmak istemişlerdir ve af dilemişlerdir. İcra kurulu da yüce heyetiniz adına bu suçsuz insanları, aldatılmış olanları affetmiştir efendim. Bunlar affedildikten sonra herkes işiyle gücüyle uğraşmaya başlamıştır. Akdağ ve Zile arasındaki parçada, o üçlü içinde de ufak tefek eşkıyalık yapmaya cüret gösterenler oldu efendim. Fakat bu saydığım yine üç noktadan bu bölgeye karşı alınan önlemler sonucunda isyancılar tamamen dağılmış ve sığınmacı durumuna gelmiştir. Bütün bu harekâtın içinde yalnız iki kişi ortada kalmıştır. Birisi haydut Mustafa olarak bilinen diğeri de Nâzım adındaki iki haydutu henüz affetmedik ve affetmek için de niyetimiz yoktur (gülmeler). Kilikya durumu efendim, yani Adana çevresi ve Antep çevresinin durumu mutluluk vericidir. Pozantı�nın tarafımızdan kontrol edildiğini ve orada beş yüz elli asker ve dokuz kadar subay Fransız olmak üzere esir edildiğini işitmiştiniz. Efendim, bundan sonra (Sis) Fransızlar tarafından doğrudan doğruya boşaltılmıştır. Bu bölgede tamamen boşaltma devam etmektedir. Antep şehri de Fransız bölükleri tarafından boşaltılmıştır ve oraya gelmiş olan önemli bir Fransız kuvveti Kilis�e gitmiştir. Yalnız orada kolejde ufak bir müfreze, yirmi, otuz kişi kadar bir kuvvetleri vardır. Fakat onların da diğer bütün Fransız kuvvetleriyle beraber bütün Kilikya�dan ve bütün millî sınırımızdan çekilmesi hazırlığına başlanılmıştır.

Trakya�da, efendim, bilirsiniz Fransızlar Trakya�yı ve İtilâf Devletleri bizim Trakyamızı ve Batı Trakya�yı Yunanlılara vermişlerdir. Yunan bölükleri kısmen orada bulunuyordu. Oradaki bölüklerini desteklemeye başladı. Bunun üzerine Batı Trakya�da bağımsız olarak oluşmuş İslâm hükûmeti, derhal şehirleri terkederek Yunan bölüklerine karşı düşman bir durum almıştır ve İslâm halkı, kuvvetleriyle beraber Bulgarlar da bu bölge ile olağanüstü ilgili oldukları için Yunanlılara karşı birlikte çarpışmalara, düşmanlığa başlamışlardır (Allah muvaffak etsin sesleri). Bundan dolayı Doğu Trakya�yı yani Edirne çevresini işgale girişmiş bulunan Yunan bölükleri henüz sınırımız içine girmemiştir. Orada bulunan askerî bölüklerimizin hepsi bütün anlamıyla seferberliğini yapmış ve gelecek olan düşmanı silâhla karşılamaya hazır bulunmuştur.

Efendim, İzmir cephesinin genel heyetinde olağanüstü bir değişme yoktur. Yalnız ufak tefek keşif kuvvetleri çarpışmaları vardır. Ancak haber olarak Akhisar�a Yunanlıların bir taarruz girişiminde olduklarını bazı kaynaklardan işitiyoruz. Böyle bir taarruz için öteden beri çalıştıklarını söyleyenler var. Biz bunu ihtimal dahilinde görüyoruz ve buna karşı da yeterli önlemler alınmıştır. Efendim, böyle bir düşman taarruzuna karşı kullanacak kuvvetlerimiz vardır ve arttırılmıştır.

Efendiler, millî sınırlarımız içinde bulunan ve fakat ateşkes hükümlerine uygun olarak askerî kuvvetlerimizin boşaltmış bulunduğu Elviye-i Selâsenin (Doğuda bulunan üç il: Kars, Ardahan, Batum) gerektiğinde tekrar işgali için yüce heyetiniz Bakanlar Kurulu yetki vermişti. Fakat bu yetkinin kullanma zamanını bırakmayı emretmiştiniz. Belki yüksek bilgileriniz olmaktadır efendim.

Ermeniler eski sınırın ilerisinde bulunan İslâm halkına olağanüstü zulüm ve baskı yapmakta ve katliam yapmaktadır ve pek çok Müslüman, çok sefil ve perişan, acınacak bir halde bize sığınmakta, göçmektedirler. Bundan dolayı Bakanlar Kurulu vermiş olduğunuz yetkinin uygulanması zorunluluğu doğacağını sanmaktayız. Yüce Heyetiniz�e şimdiden bilgi vermek için arz ediyorum.

Genel iç durumumuzda söylemeye değer başka bir şey yoktur. Her tarafta tam bir sakinlik ve asayişle halk, kendi işleriyle uğraşmaktadır. Dış durumumuz çok iyi bir şekildedir efendim. Mutluluk verici bir durumdadır. İnşallah yakında maddî sonuçlar elde ederiz efendim. (Alkışlar)
#40 - Eylül 16 2008, 15:30:35
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Bakanlara ve Resmî Makamlara Gönderilecek Yazıların Sansürden Geçirilmesi Hakkındaki Önerge Nedeniyle
4 Temmuz 1920


Efendiler, ben çözümünü kolaylaştırmak için meseleyi ikiye ayırmak istiyorum. Öncelikle sansür koymak gerekli midir? Değil midir? Devam ettirilmesi gerekli midir? Değil midir; ikincisi, bu gereğe genel bir görüş oluşursa şerefli milletvekillerinin bundan ayrı tutulması uygun olur mu? Olmaz mı? Bir kez sansür, yalnız bozguncu kişileri kastederek, bozgunu yasaklamak için konulmuş bir şey değildir.

Memleketimizin iç durumlarını göz önüne alacak olursanız, tamamen iyi niyetle bazı yerlerdeki bilgiyi, haberi diğer yerlere nakletmek bile zararlı olabilir. Örneğin Düzce�de isyan varken Yozgat çevresinde de gizli olarak birtakım bozguncu kişiler çalışmakta idi. Bu bozguncular Düzce�deki olaydan hızlı bir şekilde haberli olabilselerdi, Düzce isyanının oluşumu sırasında Yozgat isyanı da gerçekleşmiş olurdu. Bundan dolayı bazen bir tarafın bilgisini diğer tarafa ulaştırmada da gecikmeleri gerekecek kesin nedenler olabilir. Bundan dolayı içeriden sansür koymaya Bakanlar Kurulu gerek görmüş ve bunu koymuştur. Bu gereğe inandıktan sonra şerefli üyelerin bundan ayrı tutulması konusu da göz önüne alınmıştır. Doğal olarak hiçbirbirimizden şüphe etmiş değiliz. Böyle bir şüphe ve duraksama bizden uzak olsun. Yalnız şerefli milletvekillerinin bu genel kuraldan ayrı tutulmamasının bir nedeni var. O da sansürü koyan Bakanlar Kurulu idi, bilirsiniz Bakanlar Kurulu, genel heyetimiz adına görev yapmaktadır. Bundan dolayı sansürü koyan yüce heyetiniz, kendisini bu kuraldan ayrı tutmak isterse ve bunu izzetinefis meselesi ve güven meselesi olarak kabul ederse o zaman bütün ülke memurları, başkanları, valileri, mutasarrıfları, kaymakamları hepsi güvenmeye değer insanlardır ve bütün memurlar ve bütün komutanlar ve subaylar güvenmeye değer insanlardır. Bunlara diyeceğiz ki, biz güvenmeye değeriz, fakat bizden başka herkes şüphe edilecek insanlardır. Tabiî böyle bir şey diyemeyeceğiz. Bundan dolayı bu gibi şeyleri söyletmemek için, hiçbir kimsenin böyle itirazına yer bırakmamak için, kendimizi de bu ayrıcalık dışında tutmayı uygun bulmadık. Eğer şerefli milletvekilleri, memurların başkanları ve diğerleri güvenmeye değer bulup ondan başkalarına sansürü uygulamak isterlerse ondan başka ne kalır? Millet bireyleri milletin ana kütlesi, demek ki kendilerine vekâlet ettiğimiz millet güvenmeye değer değildir.

Böyle bir şey olamaz. Sorunu şeref meselesi yapmak doğru değildir. Sansürü devam ettirmek gereğine inanmışsanız kendimizi dışında tutmamalıyız. Yalnız sansürün konulmasından dolayı bazı sıkıntıları giderecek önlemler alınmalıdır. Arkadaşımız dedi ki; Konya�da şu kadar bin mektubun postahanede toplandığını görüyoruz. İşte takip edeceğimiz nokta budur. Sansür memuru, görevini iyi yapmamış, neden o kadar mektubu yığdırmış ve yerine ulaştırmamıştır? Bu noktayı araştırabiliriz. Diğer bir nokta da söz konusu olabilir; şerefli milletvekillerinin mektuplarını sansür etmek mutlaka falan ve filân efendiye bırakılmış bir görev olması şart değildir.
İçinizden de birkaç kişi seçilir. Onlar aracılığı ile bu iş daha hızlı bir şekilde yapılabilir. Bunlar ayrıntıdan ibarettir (doğru, doğru sesleri). Sansürün korunması, henüz gereklidir görüşündeyim. Bu kabul edildikten sonra Genel Kurulumuz�a eşit olarak uygulanmalıdır. Sonra işlerin hızlandırılması için önlemler düşünelim (Alkışlar, yeterli yeterli sesleri).

Bir milletvekili- �Yerel memurları konu alan şikâyet mektuplarını kim sansür edecek? Bunu söz konusu ediniz, onu da düşünün. Memleketimizde memurların görevlerini kötüye kullanmalarından nasıl haberimiz olacaktır?�

Mustafa Kemal Paşa- Hakkında şikâyet edilmesi gereken memurların, şikâyetine sansür engel oluyorsa buna da ayrıca bir önlem düşünelim.
#41 - Eylül 16 2008, 15:31:25
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Genel Kurmay Başkanı İsmet Beyin Genel Durum Hakkındaki Demeci Nedeniyle
8 Temmuz 1920


Sırrı Bey, izlenen hedefdeki başarıya dair sağlamlık ve imanımızı ifade için bir deyim kullandılar. Buyurdular ki bugün memleketimizin işgal altında olan kısımları, geneline nispetle ellide biri kadar değildir. Bundan dolayı bu kısmın düşman elinde bulunmuş olması Genel Kurul�un amacından vazgeçmiş olmasını hiçbir zaman gerektiremez. Ben Sırrı Beyin ifadesinden bu anlamı çıkardım.

Şimdi bildiri ve düşüncelerde bulunan bir arkadaşımız da, memleket işgal olunduktan, yakılıp yıkıldıktan sonra artık yapılacak başka bir şey kalır mı gibi gayet zayıf bir düşüncede bulundular ve kendilerinin izniyle buna �zayıf� diyorum. Bir kez bu görüş konunun gerçeğini ifade eder bir görüş değildir. Efendiler, bizim bir amacımız var. Bu amacımız öteden beri çeşitli nedenlerle ifade edilmiştir.

Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını korumak. Namus ve şerefimiz tamamen bunun içinde olacaktır.

Bağımsız olarak milletimizin belirli sınırlar içindeki bütünlüğünü korumaktır. Bunun için savaşıyoruz. Efendiler, memleketimizin ellide biri değil, tamamı yakılıp yıkılsa, tamamı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız (gayet şiddetli alkışlar). Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy yakılıp yıkılmış diye burada feryada gerek yoktur (Alkışlar). Ben size açık söyleyeyim Efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal edilebilir. Fakat bu işgal, hiçbir zaman bizim imanımızı sarsmayacaktır (Alkışlar).

Efendiler, amacımız savunma için yapılan askerî harekâttır ve Genelkurmay Başkanı�nın burada size verdiği bilgi askerî harekâtın taktik bir şekilde sevk ve idaresinden ibarettir. Asker olanlar pekâla bilirler ki kuvvet, ana amacı oluşturur. Savunma ile görevlendirilen kuvvet, ana amaç ile uğraşır. Mevkiler hiçbir vakit söz konusu değildir. Bu bakışlar belki eski askerlerin kafasında yaşar.

Bir mevkii korumaya çalışan bir ordu, bir kuvvet mahkûmdur. Neticeye ulaşamama mahkûmu, esirlik mahkûmu olan, yenilgi mahkûmu olan sonuç olarak o mevkii de koruma ve savunma yapamaz. Halbuki, bizce söz konusu olan, sonuç olarak amaca ulaşmadır. Bundan dolayı sürekli kuvvetlerimizden en büyük derecede yararlanabilmek için bugün ve belki yarın için elimizde bulunan kuvvetleri dikkatli kullanmak zorunda kalacağız. Kuvvetlerimizi üstün düşman kuvveti, üstün düşman imkânları karşısında yok olmaya uğratmaktan ise daima elimizde onu düşmana üstün bir hale getirecek güne kadar iyi korumak zorundayız. Bundan dolayı bu durumun hiçbir zaman bizde ümitsizlik doğurmayacağı görüşündeyim (Alkışlar).

Efendiler, bugün ilerleyen veya bir dereceye kadar ilerlemiş olan düşmana karşı alınan önlemleri, gizli oturumlarda diğer arkadaşlarımla beraber açıklamıştım. Burada ona dair bir şey söylemeyeceğim. Fakat düşmanla karşı karşıya gelen Bursa söz konusu oldu ve bir arkadaşımız demiş idi ki, Bursa düşse de önemi yoktur. Fakat bu düşme ne demektir? Bir yer düşer. Ne vakit?

Eğer bir kale gibi savunulursa, eğer bir yerin etrafında var olan kuvvet savaş araçlarıyla sonuna kadar karşılık verir de düşman o savunma kuvvetlerini alt üst eder ve o yere gelirse o yer düşer. Fakat bugün Bursa�nın böyle bir durumda olduğunu sanmıyorum. Yani orada var olan bizim kuvvetlerimiz, doğrudan doğruya Bursa şehrini bir kale gibi savunmakta değildir. Belki Bursa�dan uzak ve dışarıda arazi savaşı yapmaktadırlar. Bundan dolayı o kuvvetler Bursa şehrine bağlı değildir. Karşısında bulunan düşman kuvvetleriyle ancak hesap görmek zorundadır. Bundan dolayı uygun olabilir ki, bu temasta ve bu savaşta Bursa�yı görmemezlikten gelebilir. Tarihte bunun birçok örnekleri görülmüştür. Bursa�mız gibi tarihî ve bizim için son derece kutsal olan bir şehri görmemezlikten gelmek ağır gelir. Fakat askerlik sanatında son derece açık bir şekilde görmemezlikten gelinebilir bir durumdur ve biz hepimiz bir asker gibi böyle acı durumlara karar vermek alışkanlığını kazanmaya çalışmalıyız.
Sırrı Bey (İzmit)- O kararı verdik Sayın Paşam.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Örneğin efendiler, belki başka bir nedenle de arz etmiştim. Vaktiyle Medine�de bulunan askerî kuvvetlerimizi oradan alıp Suriye�yi savunmaya ayırmaktan çekinilmişti. Çünkü bütün kamuoyu düşüncesinde Medine nasıl terk olunur diye düşünülmüştü. Halbuki dolayısıyla Suriye�yi tehlikeye koymakla Medine�nin tehdit edilmiş olduğunu hiç kimse göz önüne almak istemiyordu. O zaman bazı arkadaşlarımız tam bir cesaretle karar vermişler ve demişlerdi ki, Medine boşaltılmalıdır. Bu boşaltma üzerine kuvvetler, Suriye�de başarı sağlar ve belki bu başarının sonucunda Medine bizim elimizde kalırdı. Anî duygulara ve birtakım ilkelere, kesin kuralların etkisi altında birtakım değerlendirmelere saparak amaçtan uzaklaşmak kesinlikle uygun değildir. Bundan dolayı Bursa�nın düşmesi söz konusu olamaz. Belki Bursa civarında bulunan askerî kuvvetler ileri, geri, kuzeye, güneye gidebilir. Böyle bir haber ve bir söylentiye kendimizi alıştırmalıyız ve böyle bir olay ve söylenti karşısında hiçbir zaman telâşlanmaya gerek yoktur. Efendiler, Azerbaycan�dan buraya bazı kuvvetlerin geleceğinden söz edilince, ne gereği var, biz yeterli kuvvetlere sahibiz şeklinde bazı sözler söylendiğini işittim. Yüce heyetinizce bilinir ki, bizim hepimizin ve Bakanlar Kurulu�nun takip ettiği amaç, kendi gayemizi, hayatımızı, şerefimizi kendi kuvvet ve varlığımızla kurtarmak ve sağlamaktır. Fakat varlığımıza sataşan bütün Batı âlemi, Amerika da dahil olduğu halde, tabiatiyle büyük bir kuvvet teşkil ediyor. Biz de şüphesiz temelde yalnız kendi kuvvetimize dayanmakla beraber, bizim hayatımızla ilgili olan bütün kuvvetlerden en fazla derecede yararlanmada kusur etmeyeceğiz ve böyle bir kuvveti reddetmek doğal olarak doğru bir şey değildir. Gelmekte olduğundan söz edilen kuvvet ise bizim kuvvetimizi pek çok arttırmaz. Fakat yalnız doğu ve İslâm âleminin geleceğimizle ne kadar yakından ilgili olduğunu göstereceği için bizce önemlidir. Özellikle bu bakış açısından gelecek olan kuvvetin � ki belki daha çok kuvvetlerin öncülüğünü oluşturur- özel bir değeri vardır.

Efendiler, bir de Bolşeviklik âleminden söz edildi. Yine diğer zamanlarda da söz edilmiştir ki, biz, Bolşevikleri aramış ve bulmuşuzdur ve en son temasımız az çok maddî ve kesin bir şekle girmiştir. Resmen Sovyet Cumhuriyeti�yle haberleşilmiştir. Pekâla cereyan eden haberleşme içeriğini biliyorsunuz. Sovyet Cumhuriyeti bizim muhtaç olabileceğimiz maddî desteğin hepsini vaadetmiştir. Silâh, top, para vaadetmiştir (bravo sesleri, alkışlar). Eğer şimdiye kadar maddî olan bu desteklerden yararlanamamış isek o kabahat ne bizde ve ne de Sovyet Cumhuriyeti�ndedir. Belki son günlerde Kafkasya�da gerçekleşen yanlış anlamalar sonucudur. Bu yanlış anlamaların tamamiyle önüne geçilmek üzeredir efendim.

Efendiler, Yunanlılar vatanımızı çiğnemeye çalıştıkları halde yine Batı hükûmetlerinden bize yoldaşlık edenler vardır. Bunun gibi Fransızlar bütün bu harekâta rağmen özellikle son günlerde adam göndermişlerdir ve derhal Paris�te doğrudan doğruya siyasal ilişkilere girişmemizi bize önermişlerdir. Doğal olarak bu temas ve ilişkinin gereği yapılmaktadır ve yine bir arkadaşımız, milletin ruhsal durumlarından söz etti ve Belçika ile bizim milletimizi karşılaştırmaya kalkıştı. Belçika nerede? Bizim memleket ve milletimiz nerede? Efendiler, ben de bazı arkadaşlarım gibi Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve onları tanımam harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size açıklarım ki, bizim milletimizin manevî kuvveti, bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir (şiddetli alkışlar). Efendiler, her görüntü insanın kendi ruhunun ve hissiyatının kışkırtmalarıyla görünür. Korkak insanlar bu gibi manzarayı korkaklıkla karşılarlar, onun gerçek içeriğini görmezler. Bizim milletimizin manevî kuvvetinin eksikliği nerededir? Ben bunu iddia ediyorum, manevî kuvvetin düşkün olduğunu iddia edenler, batı cephesinde, İzmir cephesinde Yunanlıların gerçekleşen saldırıları karşısında filân veya filân cephede bulunan millî kuvvet dağılmıştır, şu şekilde veya bu şekilde dağınıktır diyorlar. Evet Efendiler, dağılmıştır. Fakat bu, cahil halkın ifadesidir.

Efendiler, onlar dağılmamış, çekilmiştir. Şu yöne veya bu yöne çekilmişlerdir ve yürümüşlerdir Efendiler. Dünyanın bütün askerleri, şimdi beğenmediğimiz insanlardan daha iyi hareket etmez. Yalnız şeklen değişebilir. Akhisar cephesine taarruz eden üç Yunan tümeni olduğu halde bunun karşısında bin beş yüz kadar millî kuvvetimiz vardır. Biz de onların içerisine katılsak ne yaparız? Efendiler, elbette çekiliriz. İşte millî kuvvetlerimiz on kat üstün bir kuvvet karşısında çekildiler. Çekilmek gerekir. Eğer ölmek gerekirse o da yapılır. Ölmek ancak öldürmek amacıyla olur. Fakat öldükten sonra hiçbir amaç sağlayamayacaksa neye yarar? Amacı koruyabilmek için on katı kadar bir kuvvet karşısında, bu bin beş yüz kişinin çekilmesi gerekir. Özellikle, ancak bunlardan bin kişinin cephede bulunduğu ve geri kalanın da oradaki köy halkından ibaret bulunduğu göz önüne alınmalıdır. Esasen böyle gece, gündüz talim ve terbiye ile meşgul olmayan insanlardan oluşmuş bir kütle çekilmek için nasıl çekilir? Doğal olarak geriye döner ve yürür. Onun görüntüsü belki hoşa gitmeyebilir. Fakat bu çekilmedir ve çekilmekten ibarettir ve bunu daha fazla büyütmeye gerek yoktur ve bu manzara, manevî kuvvetin olmadığına veya eksik bulunduğuna işaret etmez. Manevî kuvvetin eksiği orada değildir.

Bizim kendi kalbimizde olabilir. O da yoktur ve belki bazılarında görülmüş ise yalnız onların şahıslarına bağlamak gerekir. Yoksa, milletimizin manevî kuvveti son derece dayanıklıdır ve buna bağlı olarak bütün düşmanlarımızı galip durumundan mağlûp durumuna koyacağımıza genel güvenin sağlanmasını rica ederim (Alkışlar).
#42 - Eylül 16 2008, 15:32:08
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Millî Mücadelede Bir An Önce Başarılı Olmak İçin Subaylardan Kıtalar Oluşturmak, Milletvekillerinden Gönüllü Kuvvetler Oluşturmaları ve Subayların Yanlarındaki Hizmet Erlerinin Alınması Hakkındaki Önerge Nedeniyle
12 Temmuz 1920

Öncelikle önerge içeriği hakkında açıklamalar yapan Refik Bey arkadaşımızın hakkımda gösterdiği içten duygulara ve güvene ben de bütün varlığımla teşekkürlerimi sunarım. Bu içten duyguların ve güvenin kötü kullanılmayacağına dair tarafımdan güvence veririm. Şimdi arz edeceğim bildirilerim, doğrudan doğruya bu önergede açıklanan maddelerin cevabı olacaktır. Ayrı ayrı Bakanlıklara ait olan konular doğal olarak kendilerine ait olduğundan savunmasını kendilerine bırakacağım. Efendiler, Yunan taarruziyle meydana gelen bugünkü durum sonuç değildir. Bu duruma bakarak hüküm vermek doğru olamaz. Ancak bugünkü duruma karşı bütün düşünceleri birleştirecek olursak, bunun doğal olarak nedenlerini aramak gerekir. Bu konuda önceki oturumlarda vermiş olduğum açıklamadan başka bir konunun açıklanmasını ben gerçekten gerekli görmüyorum.

Fakat verilmiş olan genel açıklamanın ayrıntıları ve nedenlerine girmek, bütün içeriğine, bütün ayrıntılarına girmek isterseniz bir şeyi önermek istiyorum. Komisyonlardan veya başkanlarından seçilmiş birer arkadaşımız ayrılsın, bir olağanüstü meclis olsun, Harbiye Nazırı ile Genelkurmay Başkanı oraya gitsinler, her şeyi bütün ayrıntılarıyla, gerçekte olduğu gibi söylesinler. Ben sanıyorum ki, o zaman, genel durum hakkında orada bilgiler aldıktan sonra söyleyeceğiniz düşünceler değişecektir. Çünkü bilirsiniz ki insanların hatırına birçok şeyler gelebilir. Şöyle yapmalı, böyle yapmalı denir ve pek güzel şeyler hatıra gelir.

Dünyada insanların aklına gelen her mantıklı şeyin yapılmasına maddî imkân olsa idi, gerçekten bütün dünyanın genel görüntüsü başka türlü olurdu. Fakat Efendiler, insanlar için her şeyi yapmakta maddî imkân bulunamaz. Nelerin yapılmasının mümkün olabileceğini takdir, ancak genel durumun bütün aşamalarını, bütün ayrıntılarını daima göz önünde tutmaya bağlıdır.

Şimdi önerge içeriğine cevap vermek istiyorum: Birinci maddede ordunun donatımı söz konusu idi. Doğal olarak ben anladığım gibi ifade ediyorum. Millî Savunma demek, ordu teşkilâtı demektir. Önerge sahibi olan kişiler, ordu teşkilâtında bir eksiklik görerek onun tamamlanmasını istiyorlar. Efendiler kesinlikle söylerim ki, ordumuzun teşkilâtı çok mükemmeldir ve dünyada bizim ordumuzun teşkilâtından daha düzenli bir ordu teşkilâtı yoktur. Diyebilirim ki bu, en son teşkilâttır. Bundan dolayı bugünkü manzara ordu teşkilâtının eksiğinden doğmuş değildir. Ordunun teşkilâtı, teşkilât olmak bakımından en mükemmel derecededir. Bundan dolayı bunun tamamlanmasına hiç gerek olmadığından bunun için düşüncelerimizin bunlarla meşgul edilmemesini öneririm. Şu anki durumun nedenlerini, ordunun teşkilâtındaki eksikte değil, başka noktalarda aramak gerekir. Aynı zamanda küçük kütlelerin başına çok subay geçirmek ve Bulgaristan�da, Almanya�da ve başkalarında da olduğu gibi yalnız subaylardan oluşmuş kıtalar oluşturmak söz konusu olmuştur.

Efendiler, böyle küçük küçük müfrezelerin başında subay bulundurmakla oluşturulan teşkilât, küçük harp teşkilâtıdır. Gerilla denilen küçük harp teşkilâtıdır. Hepinizin hatırındadır ki, Bakanlar Kurulu�nun savaş konusundaki görüşünü burada açıklarken demiştim ki: Uzun zaman savaşmak ve bütün milletin savaşçı ruhunu daima zinde tutabilmek için küçük harp yapacağız. Bunu söylediğim zaman kuvvetimizin ufak ufak kütlelerden oluşmuş olacağını hepiniz anladınız. Bu ufak kuvvetlerin başında subaylar çalışma durumunda bulunacaktır. Bu, esasen hükûmetin, Bakanlar Kurulu�nun vermiş olduğu karar ve kabul etmiş olduğu bir yöntem, bir görüştür ve uygulamalarına başlanılmış olduğunu müjdelerim. Bunu önemli görüyorum ve doğrusu da budur.

Bakanlar Kurulu da zaten bu görüşe katılmıştır ve faaliyetine başlanmıştır efendim. Hem bu yöntem Almanlardan, Bulgarlardan alınmamıştır. Gerçekte Bulgarlar çete teşkilâtı yapmışlardır. Balkan savaşları başlangıcından sonucuna kadar bütün çete teşkilâtıyla doludur. Bunu demek istiyoruz. Bulgarlar vatanı kurtarmak için böyle bir teşkilât yapmışlardı. Fakat biz, vatanımızı kurtarmak için güçlü olan düşmanı devamlı ümitsiz kalacak bir şekilde ve kendi ümitlerimizin sarsılmaz olduğunu göstermek için böyle bir teşkilât yapmışız. Bundan dolayı biz, bu hareketi ne Almanların ve ne de Bulgarların harekâtından almışızdır. Efendiler, onların teşkilâtını bize önermeye gerek yoktur.

Üçüncü bir nokta: Subaylardan kıta oluşturmak, alay ve tabur oluşturmak. Efendiler sözlerime güveniniz, dünyanın hiçbir milleti, bin türlü zorluklar ile, paralar ve seneler, sıkıntılı, acılı günler harcayarak meydana getirdikleri subaylarını, hiçbir zaman kütleler hâlinde bulundurarak ateş altına atmaz. Bu, hiçbir zaman da doğru olmayan bir şeydir. Bir subay kolay kolay yetişemez. Bunu hiçbir millet yapmamıştır. Yalnız Bolşevikler yapmıştır. Çünkü Erler (askerler) kendilerine karşıttı. Erler (askerler) hepsini öldürüyordu.

Bundan dolayı o zaman subaylar bir araya gelmiş ve kendi hayatlarını kurtarmak için böyle teşkilât yapmışlardı. Yalnız onlar bu amaç için bunu yaptılar. Yoksa gerek ve kesin mecburiyet olmadıkça subayları israf etmek doğru değildir. Kütle hâlinde düşmanla karşı karşıya gelinince çok subay ölür. Almanlar subayları geride bulundurup ölmelerini önlemek isterler. Onun için subaylarımızın değer ve önemini kabul edelim. Subaylar da milletin ve milletvekillerinin kendileri için çok şefkatli ve içten büyük babaları olduğunu hissetsinler, babaları olduğunu anlasınlar da zaten vatan için adamış oldukları vücutlarını daha çok seve seve düşman karşısında kullansınlar. Bununla beraber bugün almış olduğumuz önlemler alındığı gibi, mücadelemizde devam etmek için de, arz ettiğim gibi, küçük harp teşkilâtı yapmaya fiilen girişilmiştir. Bundan başka yine birçok subaylarımız vardır ki eline bir kıta geçirememiş veya elindeki kıta elinden çıkmış, bunlar, subaylar bölüğü adı altında, askerler gibi savaşa atılmaya hazırlanmışlardır. Bunu kendi gözümle gördüm (Alkışlar). Fakat bunun devam etmesini arzu etmemeliyiz. Çünkü iki yüz elli subaydan oluşmuş bir subaylar bölüğü büyük bir kuvvet oluşturmaz. Halbuki iki yüz elli subayın her biri beş on kişinin başına geçerse ne kadar büyük bir kuvvet oluşturur.
Bundan dolayı birinci madde hakkındaki cevabı tekrar ediyorum. Bugünkü durumun nedenlerini ve varlığını başka bir noktada aramak gerekir. Bugünkü açıklamalardan başka bir açıklamaya gerek görmüyorum. Ayrıntılar hakkında daha çok bilgili olmak istiyorsanız, çeşitli komisyonlardan bir komisyon oluşturursunuz, ilgili olanlar orada her şeyi söyler ve tatmin olursunuz. Bu konuya dair önceden verdiğim bilgilerde, küçük harp teşkilâtına fiilen başlanmıştır ve çok değerli arkadaşlarım büyük yetki ile buna memur edilmiştir demiştim. Subaylarımızı israf etmek taraftarı değiliz. Subay bölükleri de vardır. Bunları bu halde bırakmaya şahsen taraftar değilim. Tersine, kendilerinden daha değerli şekilde yararlanmayı arzu ederim.

Efendim, ikinci maddeye geçeceğim; saygıdeğer arkadaşlardan bir kısmı, gönüllü bölükler oluşturmak, millî kuvvetler vücuda getirmek, düşman karşısına hareket etmek üzere bu şekilde görevlendirilmişlerdir ve yine içinizde bulunan arkadaşlardan herhangi birisi �kaç kişi olursa olsun- ben falan yerde kuvvet oluşturabilirim derse, derhal arzu ettiği görevi veririz. Biz zaten böyle arkadaşları arıyoruz ve bizim hatırlayamadığımız arkadaşlarımız lütfen derhal gelsinler, konuşalım ve zaman kaybetmeden böyle vatanî göreve sarılsınlar. Yalnız bu noktada bir şey söylemek zorundayım. Böyle bir görev isteyen arkadaşımız birtakım noktaları dikkate almalıdır.
O da şudur: Falan bölgede ben kuvvet oluşturabilirim dediği zaman, o kuvveti gerçekten oluşturabilme gücüne sahip olmalıdır. Yani hükûmetten silâh isterse, cephane isterse ve hükûmetten asker toplamak ve güç kurmak için jandarma isterse, o arkadaş bu kuvveti toplar ama bu kuvvetin mahiyeti istenilen ve konu olan kuvvet olmaz. Bundan dolayı hiç tereddüdümüz yoktur. Rica ederiz ve çok istirham ederiz. Hangi arkadaşımız bu şartlar dairesinde bir kuvvet yapabilecekse ve nerede ise derhal yapmalıdır ve yapmak arzusunu gösterenler de zaten işe başlamışlardır.

Üçüncü maddeye geçiyorum. Bu üçüncü madde, bütünü bakımından Genel Kurulumuza ait olan bir maddedir. İmza sahibi olan arkadaşlarımız hepimize öneriyor ve diyorlar ki: Vatan savunması emrindeki işleri seçerek göz önüne alalım ve bütün zamanımızı o yöne yöneltelim ve pek çok kanunî şeylerle uğraşmayalım. Bu öneriye ben özellikle teşekkürlerimi sunarım. Yalnız bu sözlerimiz uygulamada da görünmüş olmalıdır. Fakat üzüntüyle görüyorum ki bu durum fiilen görünmüş değil; öyle ki, Refik Bey kardeşimizin izinlerine sığınarak arz etmek istiyorum, bu önergenin başında elinde iç tüzüğün maddesi olduğu halde kanunun uygulanmasına karşı çıkmışlardır. Demek oluyor ki, bazı konularda kanun hükümlerinin dışına çıkamayacağız.

Hizmetçi sorununa gelince; en son madde, subayların yanında hizmetçi bulunmasın ve gerekirse onlara para verelim, uşak bulundursunlar. Doğal olarak benim bildiğim ve Millî Savunmaca izlenen konu, genellikle subayların harp cephelerinden uzak bırakılan aileleri yanında bulunan askerler bir kez silâhsız askerlerdir. İkincisi, seyyar hizmetlerde kullanılması gereken sakat askerler olacaktır. Hizmetçi askerlerinin bu gibi askerlerden olması gerekir. Bu kadarını ben daha gerekli görüyorum. Çünkü çoluğunu, çocuğunu bir yerde bırakarak savaş cephesine giden bir subay, mutlaka ailesinin hizmetlerine ve onun korunmasına birisini ayırmak ister. Para ile bir uşak tutsa belki ona bir asker kadar güven duyamaz. Ailesini kimsesiz bırakıp giden bir subay kalben ve vicdanen rahat olmaz. Bundan dolayı bu ihtiyacı para ile sağlamak çok zordur. Bu nedenle subay ailelerinin yanında bulundurulacak askerleri çok görmek taraftarı değilim. Yalnız ellerindeki silâhı çok görürüm. Silâh mutlaka savaş cephesinde bulunmalıdır.

Efendim, bir de Refik Bey kardeşimizin dışarıdan bir kuvvet sağlanması hakkında bir girişimin daha önce niçin gerçekleşmediğini söylediler. Bu girişim çok önce olmuştur. Çoğunluğun hatırında olan bu girişim bir aydan, iki aydan, üç aydan beri değil, daha eskiden beri maddî olarak gerçekleşmiştir ve ancak bu kadar eski başvurularımızın kazançlarını bugün toplayabiliriz. Eğer biz, dün ve önceki gün işe başlamış olsaydık belki hiçbir kazanç almanın imkânı olmazdı. Bundan dolayı güvenmenizi rica ederim, kendinizi tatmin buyurunuz, çok eskiden beri bu girişimlerde bulunulmuştur.

Bu konuda Azerbaycan�dan da söz edildi. Yakınımızda bulunan Azerbaycan�a bir seneden beri propagandacılar gönderilmesi vesaire... Sanıyorum ki benden önce söz söyleyen arkadaşımız Azerbaycan�la yakından ilgilidir. Elbette kendileri çok iyi bilirler ki, orada yakın zamana kadar büsbütün başka mahiyette bir hükûmet vardı. Halbuki son zamanlarda Azerbaycan içinde birtakım inkılâplar oldu. Bu inkılâpların gerçek nedenlerini araştırmanızı rica ederim. Bundan dolayı Türkiye, Azerbaycan kardeşine kendi görüşlerini, kardeşlik duygularını ve geleceğe dair bütün düşüncelerini ulaştırmıştır. Türkiye, Azerbaycan�a komutan göndermiş, subay göndermiş, her şey göndermiştir. Azerbaycan askerî varlığını kendisine lâyık bir tarzda şekillendirmiştir. Fakat biz arzu ederdik ki Azerbaycan bizimle bizden daha çok ilgili olsun. Bundan dolayı soruyorum, Azerbaycanlılar niçin kuvvet göndermediler? Fakat biz gönderdik Efendiler. Biz gönderdik ve kazançlı da olduk.

Efendiler, sözlerime son vermek için bir görüş arz etmek istiyorum; İç işlerinden söz edildi, iç işleri memurlarından söz edildi. Ben de sizinle beraber kabul ederim ki, içeriyi yönetmekte arzu edildiği kadar başarı yoktur. Fakat başarısızlığın başta en büyük sebebi, sanıyorum ki, arzu edildiği gibi becerikli memur bulamamaktadır. Bu güçsüzlüğü ben de gayet doğal buluyorum. Kendi kendime, elli livamız (kazadan büyük ilden küçük şehir) var ve her livadaki kaymakamları da düşünecek olursak, şu kadar kaymakamımız var. Bir vekil veya vekile bağlı üç kişi beş kişi �isterse on beş kişi olsun- bu kişi, falan yere mutasarrıf (vilâyetten küçük sancağın en büyük yönetim amiri), falan yere kaymakam olarak gidecekleri düşünecek ve bütün düşüncelerinde isabet edecek, bu gayet zor bir görevdir ve bunun zorluklarını bütün arkadaşlarımız kendi şahıslarında tecrübe edebilirler. Birçok arkadaşımız bizimle fikir alışverişinde bulunduğu ve falan mı olsun, filân mı olsun dediği sırada, her ikimiz karşı karşıya çaresiz kaldık. Bundan dolayı bu zorluklara yüksek dikkatinizi çekerim. İç işleri yönetimimiz konusunda zorlukları yok edebilmek, iyi memur tayin etmek, yahut memur azletmek yöntemini yok etmek zorundayız. Biz bu yöntemi iki ilkeyle çözebileceğiz. Bundan dolayı hangi prensibi koyabileceğimizi düşünmekle meşgul olalım. Sanırım bugünkü varlığımızın ana mahiyeti milletin genel eğilimlerini ispat etmiştir, o da halkçılıktır ve halk hükûmetidir. Hükûmetlerin halkın eline geçmesidir (Alkışlar). Efendiler biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım ve mutlaka bir memur kadrosu içerisinde bulunanları bir yere koymakla aklımızı yormayalım. Yönetimi halka teslim etmek için çalışalım (Alkışlar). O zaman bütün zorlukların yok olacağına ben inanıyorum. Ben bununla kendim uğraşmaktayım. Yakın zamanda bu görüşümü ifade eden düşüncelerimi yüce Heyetiniz�e arz edeceğim.1

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Efendiler, Refik Bey ve arkadaşlarının vermiş olduğu dört maddelik önerge hakkında açıklama yapmıştım. Verdiğim bilgilerle, önerge içeriği inancıma göre, Bakanlar Kurulu ile Yüce Heyetiniz arasında söz konusu olan noktalarda hiçbir ayrılık olmadığını gösteriyor. Hatırlarsınız, ordu teşkilâtı, küçük harp teşkilâtı, arkadaşlarımızdan en fazla yararlanma, subay aileleri yanındaki hizmetçi meselesi gibi konulardır ki, bunlar geleceğe dair konulardandır. Bundan dolayı şimdi arzettiğim cevap ve açıklamalar bu maddelere karşılık geliyorsa ve yetersiz görünüyorsa, bir kez bunu çözümlemek ve ondan sonra buna son vermek gerekir. Ondan sonra Refik Bey kardeşimizin bu maddeler dışında olmak üzere söz konusu ettiği ve geçmişe dair olan birtakım konular vardır ki bunlar doğrudan doğruya belirli birtakım bakanlıkların işleriyle ilgili oluyor. Bu meseleler hakkında görüşmelere devam edilebilir ve sonucunu istediğiniz ve arzu ettiğiniz gibi bulursunuz. Fakat önergenin mahiyetiyle önerge dışında söz konusu olan bu konuları birbirinden ayırmanızı öneririm efendim (Uygun sesleri).


#43 - Eylül 16 2008, 15:32:51
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Ondördüncü Kolordunun Durumu ve Subay Kıtaları Oluşturulması Hakkında Verilen Önerge Üzerine
14 Temmuz 1920


Beyefendinin söz konusu ettiği mesele son derece önemli bir meseledir. Bu mesele üzerinde düşünce bildirilirken bilginin güvenilirliği gerekir.

Halbuki düşüncelerine esas kabul ederek anlattığı noktaların tamamı gerçeğe aykırıdır. Ondördüncü Kolordunun buraya geldiği doğru değildir.

Ondördüncü Kolordu ve karargâhı buraya gelmemiştir. Vaktiyle Ondördüncü Kolordu Komutanı olan bir kişinin görevi son bulmuş ve kendisi buraya gelmiştir. Kendisinin buraya gelmesiyle kolordu karargâhının buraya gelmesi gerekmez. Fakat böyle sözü söylemek ve bunu Yüce Heyetiniz�e karşı gerçek olarak zabıtnamelerle ilân etmek, bütün askerî önlemlerimizin yanlışlıklarını veya doğruluklarını meydana çıkarmak, yarım yamalak haberlere göre düşünce bildirmek doğru değildir

Efendiler. İkincisi, subaylardan bölükler oluşturulması bir daha söz konusu ediliyor. Efendiler sandığınız gibi, subaylarımızın sayısı israf edilecek kadar değildir. Aksine her birisinin ayrı ayrı çok seçkin birer cevher olarak korunmaları gerekir. Askerler yokmuş, subaylar yokmuş, evet kadrolar çok önemlidir.

Onları biz subaylarla dolduracağız ve bugün az olan askerleri en çok sayıya getireceğiz ve zaman, subayların daha çok değerli olduğunu bize gösterecektir.
#44 - Eylül 16 2008, 15:33:45
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Yunanlıların Bursadan Yürüdüklerine Dair Gelen Haber Hakkında
14 Temmuz 1920



Başkan Bey, lütfen Beyefendiye sorar mısınız efendim, bu bilgiyi nereden almışlar? Bununla beraber, bir iki saat önce, Meclise gelmeden önce böyle bir şey işittim ve Bozöyükte komutanla telgrafla görüşmüştüm.

Biraz önce böyle bir söylenti kulağıma geldi. Tekrar Erkân-ı Harbiye Umumi Reisindan telefonla sordum. Benim bilgim dışında yeni bir haber geldi mi? Hayır gelmedi, diye cevap verdi. Belki özel bir servis gelmiştir diye özellikle telgrafhaneye de soruldu. Buna dair yeni bir bilgi alınmadı. Bundan dolayı bu dakikada belgeli olan bilgi Beyefendi�nin söylediğini doğrulamıyor efendim. İmkânsız değildir efendim. Bir daha tekrar buyursunlar.

İkinci Başkan Bey- Yunanlıların taarruzlarını söylediklerini ve Bursadan Eskişehir üzerine taarruza başladıklarını...
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Bundan dolayı Beyefendi�nin ve Yüce Heyetinizin yüksek görüşlerini bir noktaya çekmek isterim. Söylenilen şey bu dakikada olmamıştır. Eğer amaçları, kamu oyumuzu burada heyecanlandırmak ise, bundan da bir amaç göz önüne getirmek gerekir ve usuldendir, sanırım ki bu iyi bir etki yapmaz. Olmuş olsa bile insanları heyecanlandırmak değil, yatıştırmak gerekir.

Bundan dolayı böyle söylentiler üzerine Yüce Heyete bildirimlerde bulunmamak uygun olsa gerek (Alkışlar).
#45 - Eylül 16 2008, 15:34:39
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Erzurum Milletvekili Durak ve Arkadaşlarının Doğu Cephesi Kuvvetlerinin Tecavüzlere Karşılık Vermemeleri Nedenlerinin Bildirilmesi Hakkındaki Soru Önergesi Üzerine
14 Ağustos 1920


Efendim, seyahat sebebiyle bulunmadığımız sırada saygıdeğer arkadaşlarımızdan bazılarının verdiği önergede Doğu Cephesi hakkında bilgi istenmektedir. Belki bu önerge yüksek huzurunuzda okunmuştur.
Fakat arkadaşlarımızın aydınlatılmak istedikleri noktaları bir daha hatırlatmak maksadiyle aynen okuyacağım:

Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı�na,
Şu günlerde Doğu Cephesinde, özellikle Erzurum sınırlarında Ermenilerle Gürcülerin fazla faaliyeti görülmüş olduğu, hatta Gürcülerin Erzurum�un kuzey sınırlarına ve Ermenilerin de doğu sınırlarına şiddetle taarruz ettikleri ve bu doğrultuda özellikle Oltu�nun da işgal edildiği haber veriliyor.

Diğer taraftan İslâm Bolşevik ordusunun öncülerinin de Erzurum�a geldiği söyleniyor. Doğu cephesindeki kuvvetlerimizin, Ermeni ve Gürcülerin taarruzunu püskürtmeye değil, hatta taarruz ederek bütün memleketlerini istilâya gücü bulunduğuna inanmışız. Acaba orada bulunan kuvvetlerimizin karşılık vermemesi siyasal nedenlerden mi ileri gelir? Bu anlaşılmaz mesele hakkında her halde hükûmetin bizi acele olarak açıklamalar yaparak aydınlatmasını isteriz.

2 Ağustos 1920
Erzurum Erzurum Erzurum Oltu
Durak Süleyman Necati Hüseyin Avni Yasin
Efendiler, bu soruyu soran arkadaşlarımızın hakkı vardır. Gerçekten birkaç aydan beri Kafkasya�da ve Doğu cephesinde cereyan eden durumlar, herkesin gözü önünde, anlaşılmaz çeşit ve görünüşte birbirine zıt aşamalar göstermiştir. Bu nedenle sorulan soruları esas kabul ederek Yüce Heyetiniz�e bilgiler vermeyi Bakanlar Kurulumuz da çok uygun görmüştür.
30 Mayıs ve 4 Haziran tarihlerinde Doğu Cephesi Komutanı tarafından Bakanlar Kurulu�na bir öneri yapılmıştır. Öneri şu idi: Öncelikle, Erzurum�da bulunan üyeler heyetimizin Kars-Bakû üzerinden trenle hızlı olarak Moskova�ya gidebilmesini sağlamak, ikinci olarak, Ermenistan içerisinde Müslüman halka yapılmakta olan katliamı durdurmak ve üçüncü olarak, Ermenilerin ilk fırsatta Erzurum�u bile ellerine geçirmek için faaliyet ve girişimlerde bulunacaklarından, Ermeni ordusuna karşı hâkim ve uygun bir durum almak için zaten Brestlitovsk ve Batum antlaşmaları ile bizim olan Elviye-i Selâse (Üç Vilayet; Kars, Ardahan, Batum) içindeki Sarıkamış, Soğanlı dağlarını ve Soğanlı dağlarının geçitlerini işgal etmenin faydalı olacağı bildiriliyordu. Bu üç nedenden özellikle sonuncusu Bakanlar Kurulu�nca da incelendi ve uygun görüldü. Zaten Yüce Meclisiniz Elviye-i Selâse�nin zamanında, uygun zamanda işgal yetkisini Bakanlar Kurulu�na vermiş olduğundan, buna dayanarak komutanın önerisinini kabul etti. Bundan dolayı, 6 Haziran tarihinde doğu ordumuzun askerî harekât yapması için hazırlanmasını emrettik. Ordu, hazırlığıyla uğraşmakta bulunduğu bir sırada yaklaşık on gün sonra, 16 Haziran�da, öncelikle tarafımızdan Moskova�ya gönderilmiş olan delegelerimizden birisi memleketimize geri döndü. Bu kişi, hepimizce bilinen Sovyet Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Çiçerin�in mektubunu getirdi. Diğer birtakım kişilerin de özel, resmî rapor ve mektuplarını getirdi. Diğer raporlar ve mektupların kapsamlarından vazgeçen Rusya Sovyet Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı�nın, hükûmetleri adına Yüce Meclisiniz�e, Yüce Meclisiniz�in Başkanlığı�na hitaben yazmış olduğu mektup burada okunmuştu. Hatırlanırsa denilmişti ki, Ermenistan, İran ve Türkiye sınırlarının belirlenmesinde Rus Sovyet Hükûmetinin aracılığıyla meselenin siyaseten çözümü mümkündür. Diğer tasarı ve mektuplarda bu nokta daha fazla açıklanmaktaydı.

Ve bu açıklamalara göre herhalde bizim Ermenilere daha fazla taarruz etmemizi Rus Hükûmeti Cumhuriyeti arzu etmiyordu, uygun görmüyordu. Fakat biz, Elviye-i Selâse içinde bulunan herhangi bir noktayı işgal etmek demek, Ermenistan�a taarruz demek olamayacağından, zaten karar vermiş olduğumuz askerî harekât hakkında bir muhalefet görmedik ve bunun üzerine Doğu Ordusu Komutanı�na askerî harekâta devam etmesini ve acele etmesini emrettik. Fakat bundan birkaç gün sonra idi ki yeni gelen resmî bir haberde Rusya Hükûmetinin bir elçilik heyeti yanımıza gelmek üzere Kars üzerinden trenle hareket hâlinde bulunduğu anlaşılıyordu. Bunun üzerine bu gelecek olan elçilik heyetiyle zaten Erzurum�da bulunmakta olan delege heyetimizin görüşmesinin ardından harekete geçmek üzere, hareketin durdurulmasını emrettik ki bu 20 Haziran�da idi efendim, bu nedenlerden dolayı 20 Haziran�da Doğu Ordumuzun taarruz harekâtını durdurmuş olduk. Bu arz ettiğim mesele, doğu genel durumu içinde ve Türkiye�nin, Bolşevik Hükûmetiyle olan genel ilişkilerinde ufak bir parça, bir aşamadır. Bunu daha iyi kavramak için ve esasen durumu da doğrulamak için baştan başlayarak durumu daha geniş bir daire içinde açıklayacağım:

Arkadaşlar, hepinizin bilgisindedir ki, Genel Harb�in son senelerinde Rusya içinde patlak veren inkılâp, insanların genel çoğunluğunu oluşturan fakir halk içinde, özellikle bu halkın en çok zahmet, sıkıntı ve acı yaşamış olan işçi sınıfı içinde, eskiden beri var olan sosyalistlik hakikî isteklerini ve amaçlarını ilân etti. Daha açık, daha belirgin ve daha şiddetli olarak ilan etti. Ve bütün insanlığın, emperyalist ve kapitalist yönetimlerin zulüm ve zorbalıklarından kurtarılmasını bir amaç olarak kabul etti. Doğal olarak bu amaca ulaşabilmek için mücadeleyi esas kabul etti ve işinin son noktası da bu amaca, bütün insanlığı ortak etmek için girişimlerde bulunması idi. Ruslar, Çar�ın baskıcı yönetimi altında takip eden harp senelerinin doğurduğu sefalet sonucunda bu duyguları daha fazla arttırmışlardı. Memleketlerinin gayet geniş olmasına ve birçok doğal nedenlere ve şartlara sahip bulunmasına dayanarak bütün dünyanın emperyalistlerine karşı düşmanlık ve savaş ilân etmekten çekinmediler. Batı emperyalistleri de bütün kuvvetlerini, bütün kudretlerini, bütün araçlarını kendi aleyhlerinde kullandıkları halde yaptıkları inkılâp hareketlerini, bugüne kadar tam bir başarıyla yaşatabildiler. Bolşeviklerin, özellikle son günlerde Polanya içinde devam eden başarıları ve zaferleri, cidden inkılâplarının çok mesut, çok parlak ve çok önemli bir sonucudur. İslâmiyetin en yüksek kural ve kanunlarını içeren Bolşevizmin, bizim de varlığımıza kasdetmiş olan ortak düşman aleyhinde, bugün kazanmış bulunduğu zafer, bizim için de teşekküre değer bir sonuçtur.

Efendiler, doğu âleminin kayıtsız şartsız sahibi ve yöneticisi emelini gururlu kafalarına sokmuş olan İtilâf Devletleri, kendi hayat ve varlıklarının devamının, bunda olduğunu pek güzel kabul etmişlerdir. Bundan dolayı bu koruma ve kullanmayı sağlamak için başta İngilizler olmak üzere, bütün İtilâf Devletleri, bir taraftan kullanabildikleri tüm vasıta ve kuvvetlerle bizi mahvetmek, bizi ezmek için çalıştıkları bir sırada, diğer taraftan da bütün zulüm görmüş insanlığı kurtarmak için çalışan Bolşeviklerin, zulüm görmüş milletimize el uzatmaması için de yine servetlerini, kuvvet ve kudretlerini harcayarak uğraşmışlardır.

Fakat Bolşevik Cumhuriyeti, hem kendi hayat ve varlığının önemini arttırmak, hem de İtilâf Devletleri�nin zulüm pençesinden kurtulduklarında, dünyayı sarmış olan inkılâbın amaçlarına ulaşmak için kendilerine en kuvvetli, en kudretli bir yardımcı ve koruyucu olacak milletimizin barış ve birlik elini tutmak için fiilî girişimlerde bulunmuştur. Yaptığı girişim Efendiler, onuncu ve onbirinci ordularını doğrudan doğruya Kafkasya�ya, Doğu Cephesine ayırmak oldu. Bu ordular, bizim işaretlerimiz, etkimiz ve hizmetimiz sayesinde kolaylıkla Kuzey Kafkasya�yı geçtiler ve Azerbaycan�a girdiler ve Azerbaycanlılar da gelen orduları tam bir sessizlikle kabul ettiler. Bu ordular bir taraftan Ermenistan ve Gürcistan sınırlarında gereken önlemleri ve askerî durumu aldılar. Diğer taraftan da maddeten bizimle bağlantı kurmaya yöneldiler �ki bu Mayıs aylarında idi. Tam bu sırada idi ki, Lehistan�da cereyan eden durumlar ve olaylar, gittikçe Bolşeviklerin aleyhine olarak önem kazanmıştı ve Bolşevik Hükûmeti mümkün olduğu kadar çok kuvveti, Lehistan cephesine sevketmek zorundaydı. Bu bakımdan Kafkasya�ya sevketmiş olduğu, ayırdığı ordulardan onuncu orduyu tamamen kuzeye sevketti. Onbirinci ordunun da bir kısmını sevketti. Bundan dolayı Kafkasya�da Ermeniler�e, Gürcüler�e ve herkese karşı maddî kuvvetleri azaldı ve zayıf bulundu. İşte tam bu sırada İngilizler�in devam eden çabaları ve kışkırtmalarının eseri olarak, İngilizler�e kölelik etmekten zevk alan Azerbaycan�ın müsâvât (eşitlik) hükûmeti ve bu hükûmetin destekçilerinin kışkırtmalarıyla, şüphe yok ki Gürcüler�in ve Ermeniler�in de katılımıyla, ordunun Bolşevik ordusunun tamamen gerilerine düşen Gence çevresinde Azerbaycan�ın karşıt kuvvetleri tarafından bir direniş ortaya konuldu. Bu olay üzerine Onbirinci Kolordu Komutanı, Ermeni ve Gürcü sınırlarında bulunan kuvvetlerin tamamını çekti ve bunlarla savaşı durdurdu. Topladığı kuvvetlerle 22 Mayıs�ta Gence�de isyan eden karşıt kuvvetler aleyhine hareket etti ve haderini tamamen haddini bildirip onları uzaklaştırdı. Nuri Paşa hepinizce bilinen bir kişidir. Bu kişinin komutası altında iki üç bin kişiden oluşan bir Azerî kuvvet vardı. Bu zatı, İngilizler her nasılsa aldatmışlar, kendisiyle beraber kuvvetini de kendi lehlerine kullanmışlardı. Yani Nuri Paşa ve kuvvetleri de bu Kızıl Ordu aleyhine diğer direnenlerle beraber hareket etmişti. Onun için Onbirinci Ordu, Gence�deki isyancıların hadlerini bildirdikten sonra Akdam yönünde yürüdü. Akdam, Gence�nin güneydoğusundadır. Orada 9 Haziran tarihinde Nuri Paşa kuvvetlerini de mağlûp ve perişan etti. Yenilen bu kuvvetler Akdam�dan sonra güneye, İran içlerine doğru çekildi. Sonra bunun sonucunu da arzedeceğim. Akdam olayından sonra Kızılordu Şuşa üzerinden Gerus�a geldi. Olaysız Gerus�u işgal etti. Gerus�a gelen otuz ikinci Rus Kızıl Tümeni�dir ki �bu, 4 Temmuz�dadır efendim- bu kuvvetin hareketini burada bırakalım ve bizim hududumuzu aynı tarihlerde gözden geçirelim.

Ermeniler, kızıl kuvvetlerin büyük kısmının bu bölgeden uzaklaşmasından, Azerîlerin kızıl kuvvetlere isyan etmesinden ve bizim hareketimizin siyasal nedenlere dayanarak durdurulmasından yararlanarak, derhal 19 Haziran tarihinde, bir iki kolla Oltu Şûrası aleyhine, diğer bir kısım kuvvetleriyle de Zengisar Şûrası aleyhine taarruz harekâtına başladılar. Gerçekten gerek Zengisar Şûrası ve gerek Oltu Şûrası, bizim eski hududumuzun ilerisinde ve doğrudan doğruya Ermeni Cumhuriyeti�ni yakından tehdit eden durumlardır. Bundan dolayı bu tehdit edici durumdan, kendilerini kurtarabilmek için şu şekilde yararlanmaya kalkıştılar: Ermenilerin bu hareketi üzerine henüz o civarda bulunan Dışişleri Bakanımız tarafından Ermenistan Dışişleri Bakanlığı�na ve keza Doğu Ordumuz Komutanı tarafından, Ermenistan Ordusu Komutanı�na gereken siyasal girişimler yapılmakla beraber Erzurum ve çevresinde zaten toplanan ve her an harekete hazır bulunan ordumuz, bazı önlemler almak mecburiyeti hissetti. Ermeniler, Oltu Şûrası içinde, Tuzla civarına kadar olan yerleri işgalde başarılı olabilmişlerdir. Doğal olarak Oltu Şûrasının millî kuvvetleri bu Ermeni saldırısına karşı koyacak kadar kuvvetli değildir. Onun için ordu, sol kanadını ileriye ve hududun öteki tarafına sürerek Bardiz ve Tuzla hattını tuttu. Diğer taraftan (Beyazıt istikametinden) gerektiği kadar kuvveti Zengisarşurası dahiline geçirdi. Aras�ın güneyine çekilmiş olan millî kuvvetlerle gönderilen bu kuvvet birleşti ve sonuç olarak gerek Zengisar�a ve gerekse Oltu�ya karşı hareket eden Ermeni kuvvetleri durduruldu. Bugün durmuş haldedir. Bundan dolayı önergenin bir noktasına cevap vermiş oluyorum. Taarruz eden Ermeni kuvvetlerine karşı büyük ve kahredici hareket yapmadık ve henüz yapmıyoruz. Fakat gerçekleşen Ermeni taarruzları durdurulmuştur ve durdurmak için de gereken önlemler alınmıştır. Bundan sonra Ağustos�un 10�nunda Ermeniler zırhlı trenlerden yararlanarak Erivan ve Çulfa demiryolları boyunca kuzeyden güneye doğru ilerlemeye başladılar. Bu ilerleyen Ermeni kuvvetleri karşısında bizim hududu geçmiş ufak bir müfreze hâlinde düzenli kuvvetlerimiz vardı. Bu müfrezeyi üstün düşman karşısında ezdirmemek için Aras�ın güneyine ve batısına geçmek üzere emir verildi ve bu kuvvet de aldığı emir ve talimat çerçevesinde Ermenilerle ciddî bir savaşı kabul etmeksizin Aras�ın güneyine gelmiştir ve bunun sonucu olarak, hududun yine öteki tarafında olan Şahtahtı 24 Temmuz�da Ermeniler tarafından işgal edildi. Demin arz etmiştim ki, Temmuz�da kızıl kuvvetler Gerus�a gelmişlerdir. Temmuz�un hemen sonuna kadar bu kuvvetler burada kaldılar ve kendilerine karşı olan kuvvetlerin elinden silâhlarını toplamakla vakit geçirdiler. Fakat Ermenilerin böyle Şahtahtı yönünde ilerlemesi üzerine derhal bu kuvvet Nahcivan üzerine hareket etti ve 28 Temmuz�da yani Ermenilerin Şahtahtı�nı işgal ettiklerinden dört gün sonra öncüleriyle � ki bir süvari livasından (birlik) ibarettir- Nahcivan�a ulaştı. Bu kırmızı kuvvetin Nahcivan�a gelmesi üzerine Ermeniler, bu kuvvetle gerisinde kalan büyük kısmının arasına girerek geri dönüş yolunu kesmek için Ankelât yönünde hareket ettiler. Kızıl kuvvetler buna karşı da Şoşa�dan yeterli sayıda kuvveti 31 Temmuz�da Ankelât yönünde hareket ettirerek Ermeniler�in amaçlarını uygulatmadılar. 1 Ağustos tarihinde Rus Bolşevik Hükûmeti�nin Kızıl Ordusuyla Büyük Millet Meclisi�nin Ordusu Nahcivan�da birbiriyle maddeten birleşmiş oldu.(Alkışlar) Oraya giden kuvvetlerimiz, Kızıl kuvvetler tarafından özel törenle ve olağanüstü saygılar ile kabul edilmişlerdir. Burada birleşen iki hükûmet kuvvetleri, diğer kuvvetler gelinceye kadar yerinde ortaklaşa önlemler almakla şimdi, bugün de meşguldür. Kızılordu süvarisinden Şahtahtı yönüne çıkan bazı seyyar kuvvetler, Nahcivan�ın otuz kilometre kadar kuzeyinde Ermeni keşif kollarını bulmuş ve onları uzaklaştırmıştır. Demin bahsettiğim Nuri Paşa kuvveti Akdam�dan sonra Hüdaâferin�e gelmiştir. İran�a doğru hareket ediyorlardı. Bu kuvvetler, Nuri Paşa tarafından, doğrudan doğruya İngilizlerin emrine girmek için talimat almıştı. Fakat vaktinde ve zamanında haberdar olduk. Doğu Ordumuz Komutanı, hızlı önlemler aldı. Ve sonuç olarak bu kuvvetler aydınlatıldı, uyarıldı ve doğrudan doğruya komutamız altına alındı (teşekkür ederiz sesleri). Ve Hüdâferin�den sonra Nahcivan�a getirildi. Fakat tam bu kuvvetler Nahcivan�a geldiği sırada idi ki Ermeniler Nahcivan yönünde demin açıkladığım Şahtahtı�na taarruz ediyorlardı. Bu taarruz, az çok sarsılmış bulunan bu Nuri Paşa kuvvetleri üzerinde iyi bir etki bırakmadı. Başlarında bulunan Azerî komutanlar da kuvvetlerini elde tutamayacak yetenekte görüldü. Bununla beraber bu kuvvetin elde tutulabilen kısmı 17 Temmuz�dan itibaren 23 Temmuz�a kadar Beyazıt�a getirildi. Beyazıt�tan sonra Karakilise üzerinden Hasankale�ye ve Erzurum�a sevkolunuyor. İlk kademesi 31 Temmuz�da Hasankale�ye ulaşmıştı. Bütün bu açıklamalarım, Ermeniler�e komşu bulunan arazideki hareketleri ve olayları içine alır. Fakat aynı zamanda, aynı tarihlerde Batum çevresinde de birtakım olaylar cereyan etmekteydi. 1 Temmuz�da yani Kızılordu Gerus�a yaklaşmakta iken çeşitli sınıflardan oluşmuş bir İngiliz müfrezesi, Çürüksu istasyonunu işgal etti ve ardından zırhlı trenlerle iki tabur Gürcü askerî Çürüksu�ya getirildi. Orada bulunan İslâm toplumu milislerinin karşılık ve ateşine rağmen İngilizler�in yardımı ve desteği ve zırhlı trenlerin himayesi sonucunda Çürüksu, bu Gürcü kuvvetleri tarafından işgal edildi. Ondan sonra aynı tarzda ve düzende bu Gürcü kuvetleri, Çürüksu�dan Batum�a kadar olan istasyonları birer birer işgal ve nihayet iki alay piyade, bir miktar süvari ve sekiz toptan ibaret olan bir müfreze ile Batum�a geldiler ve oradan İngilizler�den, İtilâf Devletleri�nden Batum�u özel törenle teslim aldılar. İtilâf Devletleri de tamamen Batum�u terkettiler. Yalnız limanda bazı gemiler kaldı. Gürcü kuvvetleri başlangıçta istilâ bölgesini Çoruh nehrine kadar ulaştırdılar ve Çoruh nehrini geçmediler. İslâm toplumu milisleri Çoruh nehrinin güneyine geçtiler ve Borçka mevkiinde merkezlerini kurdular. Efendiler, görüyoruz ki; burada bulunan İslâm toplumu milislerinin kuvvetleri doğal olarak zayıftır ve biz bu kuvvetlere maddeten doğrudan doğruya yardım bile etmedik ve bugün de edilmemektedir. Bunun nedeni gayet basittir. Haritayı açıp kuvvetlerimizin, ordumuzun, ne merkezde ve ne amaçla nerede, nasıl toplandığını düşünürseniz çok iyi görürsünüz ki, buraya asker göndermek belki oradaki durum üzerinde bir an için iyi etki yapar. Fakat asıl gerekirse ve ihtiyaç kaçınılmaz görülürse hazırladığımız şiddetli ve kesin darbeyi zayıflatabilir. Böylece askerî düşünceler bizi oraya kuvvet göndermekten alıkoyar. İkincisi, siyasal nedenler de vardır. Siyasal nedenlerin başında ve bizi en çok ilgilendiren nokta şudur: Biliyorsunuz yine Rus Bolşevik Cumhuriyeti, Batum ve çevresinin geleceği, Batum ve çevresi insanlarının oyuna, isteğine bağlıdır, bu geleceği onlar tâyin ve takdir edecek demiştir. Bundan dolayı bugün Batum, Gürcülerin eline geçse bile bunun geçici olduğu hepinizce bilinir ve muhakkaktır. Bundan dolayı esaslı ve her türlü ihtimal karşısında bizi kuvvetli bulunduracak olan askerî plânımızı değiştirmeye gerek görmedik. İşte bu gibi nedenlerden dolayı tarafımızdan yardım görmeyen Batum ve çevresindeki İslâm toplumu milisleri, Çoruh nehrinin güneyine geçtikten sonra, Batum�u işgal etmiş bulunan Gürcüler yine hareketlerine devam ederek 25 Temmuz�da küçük bir müfreze ile Artvin�i işgal ettiler ve orada bizim küçük bir müfrezemize karşı iki yüz kişilik bir müfreze ile hudut karakolları kurdular. Bundan dolayı burada, önergenin diğer bir noktasına cevap vermek istiyorum. Gürcüler Erzurum�un kuzeyine gelmişler ve tecavüz etmişler falan gibi bir nokta vardır. Gürcülerin en son geldikleri nokta Artvin�dir ve orada da yaptıkları iş, hududumuza karşı basit hudut karakolları kurmaktan ibaret kalmıştır.
Efendiler, bütün bu ayrıntıları tekrar özetlemek gerekirse şu noktalara işaret koymak istiyorum: Anlaşılıyor ki Bolşevik Hükûmeti bizimle bağlantı ve ilişki kurmak için fiilen girişimlerde bulunmuştur. Ordu göndermiştir. İkincisi, vaziyetin bir iki aydan beri doğuda, ilgisiz kalmış olması Lehistan durumundan ileri gelmiş oluyor. Lehistan�a kuvvet gitmiş olmasıyla Ermeniler�in, Gürcüler�in, Azerîler�in yerel ve karşı hareketleri buna neden olmuş olur. Üçüncüsü, bütün bunlara rağmen, burada kalan Kızıl kuvvetlerin güçsüzlüğüne ve Azerîler�in, Gürcüler�in, Ermeniler�in direniş ve taarruzlarına rağmen yine Kızılordu yol, araç buluyor ve imkân buluyor, Nahcivan�a kadar gelip bizimle ilişki kurmak için fırsat arıyor ve buluyor. Bu üç nokta, ortak düşmanları sonuçta yenmek için kararlı olan iki milletin, iki hükûmetin gelecek ilişkilerinin de arzu edildiği şekilde olacağına dair bir güven verebilir. Diğer bir nokta da, Ermeniler�in bütün saldırgan hareketleri durdurularak onlara daima hâkim bulunduğumuz görülüyor.

Bu da öyle Gürcüler�in harekâtı, bizim durumumuzu, kuvvetimizi, plânımızı sarsacak bir şekilde değildir. Yalnız ufak bir kalbî ve vicdanî etkisi vardır ki o da Batum�da bulunan dindaşlarımızın biraz zulüm ve baskı altında kalmış olmalarıdır. En önemli nokta bu olabilir. Efendiler Bolşevikler, siyasal ve hatta sosyal bakış açısından � çünkü biliyorsunuz ki Batı ve Amerika işçilerine Ermeniler mazlûm tanıttırılmışlardır- Ermeniler�e önem bağlamışlardır. Koruyucu bir siyaset takibeder görünmüşlerdir. Fakat bugün bu Ermeniler onlara bile nankörlük etmiştir. Onların kuvvetine bile fiilen tecavüz etmiştir (kahrolsun sesleri). Fazlasıyla umulur ve beklenilir ki, bu kez Bolşevik Cumhuriyeti artık bu küstah milletin haddini bildirmek için sert ve kesin kararını verecektir ve yine fazlasıyla beklenilir ki, Lehistan başarılarının ardından Bolşevikler bizim ile maddeten meydana getirdikleri bağı kuvvetlendireceklerdir. Yine hepimizce bilinir ki, yaklaşık yirmi günden beri Moskova�da bulunan delegeler heyetimizin siyasal girişimleri, bütün bu olaylardan alınan sonuçlara göre iyi duruma sokulacaktır.

Bu nedenle Efendiler, yine doğuya dair olan bir noktadan söz edeceğim. Haber alınmış olacaktır ki, son günlerde Bakû�de miletlerarası bir kongre yapılmaktadır. Resmî ve gayri resmî gerçekleşmekte olan başvurularda bizden de oraya delegeler davet ediyorlar. Bu davetler doğrudan doğruya halkımıza yapılıyor. Trabzonlular�a, Erzurumlular�a, her tarafa birtakım davetnameler geliyor, gönderiliyor. Aldığımız bilgiye göre bazı yerlerden, özellikle hududa yakın yerlerden bazı kişiler bu kongreye katılmıştır. Efendiler, her yeri geldiğinde arz etmiştim ve bu nedenle de bir kez daha tekrar etmek ve vurgulamak isterim ki, biz memleket ve milletimizin varlığını ve istiklâlini kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize bağlı bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin aldatıcı sözlerine aldanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim prensiplerimiz herkesçe bilinir ki, Bolşevik prensipleri değildir ve Bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve girişimde bulunmadık. Bizim inancımıza göre, milletimizin hayatının sağlanması ve yükselmesi kendi kararlılık yeteneğiyle uygun olan görüşlerle olacaktır. Fakat esas itibariyle incelenirse bizim görüşlerimiz �ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki, bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensibidir. Elbette böyle bir prensip Bolşevik prensipleriyle zıt olmaz. Gerçekte bize millîyetsever derler. Fakat biz öyle millîyetseverleriz ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün millîyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim millîyetseverliğimiz herhalde bencil ve kibirli bir millîyetseverlik değildir ve özellikle biz İslâm olduğumuz için, İslâmiyet bakış açısından bizim ümmetçiliğimiz vardır ki, millîyetseverliğin çizmiş olduğu sınırlı daireyi sonsuz bir sahaya taşır ve bu bakış açısından bizim yönümüzde Bolşevik yönü görülebilir. Özellikle Bolşevizm millet içinde ezilen, zarar görmüş olan bir sınıf halkı dikkate alır. Bizim milletimiz ise bütünüyle zarar görmüş ve zulme uğramıştır. Bu açıdan bile bizim milletimiz insanlığı kurtarmaya girişen kuvvetler tarafından korunmaya uygundur. Bunları söylemekten amacım, bu noktayı içten ve kesin olarak anlatıyorum. Memleket ve milletimizi kurtarabilmek için, memleketin iç uyumunu, düzenini korumak gerekir. Her tarafta fikirlerin, düşüncelerin, insanların girişimi ile memleketin içinde çeşitli akımlar, çeşitli durumlar doğabilir. Halbuki, Efendiler, biz her taraftan, dışarıdan ve dışarının etkisiyle içten, sonsuz taarruzlara, hücumlara açık bulunmaktayız. Bu durum içinde bizim için esas olan, sessizce birliği korumaktır. Bu birliği, böyle ayrı girişimlerle bozulmaya düşürdüğümüz gün, o ayrı girişimlerin başarılarının sonucu en parlak olsa bile, herkesi kurtarmak yeteneğinden mahsundur. Bundan dolayı, falan yerde falan ve filân ve filân yerlerde yapılan kongrelere filân, filân, filân ayrı olarak davet olunurlar ve bunlar oraya gider ve orada söz konusu olan gerçekleri kabul eder, memleket içinde uygulamaya başlarsa bu, doğru bir yol olamaz. Biz kongrelere de gideriz. Her tarafa gideriz, her şeye katılırız. Yalnız biz gideriz. Millet gider, yani yalnız milletin temsilcilerinden oluşan Meclis gider ve yapılması gereken şeyi o yapar. Ancak Yüce Meclisiniz�in yetkisini taşıyan memurların herhangi bir kongrede, herhangi bir yerde, herhangi bir cemiyette, herhangi bir hükûmette yapacağı temas, söyleyeceği söz, vereceği imza mantıklı ve güvenilir olması gerekir. Herhalde biz bugün için kendi görüşlerimize milletimizden, halkımızdan aldığımız gerçek görüşlere bağlı olarak hareket etmekteyiz.

Hulûsi Bey (Karahisar)- Sayın Paşam, Bakû�deki kongre resmî mi, gayri resmî, midir?

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Gayri resmîdir efendim. O resmî olsa, elbette Millet Meclisi�ni davet ederdi. Doğunun durumu hakkında resmî rapor ve bilgiye dayanarak Yüce Heyetiniz�i aydınlatmak için yaptığım açıklamalarım kısaca bundan ibarettir.

Bununla beraber bazı noktaların aydınlanmasına daha gerek ve ihtiyaç görüyorsanız bilgim içinde açıklamalar yaparım.
#46 - Eylül 16 2008, 15:35:16
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Trakya ve Düzce Olayları Hakkında
14 Ağustos 1920


Bugünkü durum hakkında yeni bir şey yoktur ve önem taşıyan yeni bir bilgi almadık. Yalnız Düzce�de yeni bir olayın ortaya çıkmasından haberiniz olmuştur.

Salih Efendi (Erzurum)- Hayır Sayın Paşam, Düzce meselesini sormuyorum. Onların hiçbir önemi yok. Edirne�yi kastediyorum.
Mustafa Kemal Paşa- Çoktan beri Edirne�den resmî bir bilgi alamadık. Ona dair açıklama yapmayacağım. Çünkü ilişkilerimiz ve bağlantımız birkaç günden beri kesilmiş bir halde bulunuyor. Belki söyleyebileceğim şeyler şuradan buradan öğrendiğimiz, İstanbul veyahut Rum gazetelerinin kısa yayınlarına aittir. Bu kısa yayınlar da doğal olarak bizim aleyhimizdedir.

Fakat elimizde bir bilgi yoktur. Yalnız bu nedenle şunu söyleyeyim: Bilirsiniz Trakya, Bulgaristan�la üç deniz arasında bulunan küçük bir parçadır. Yani Anadolu�nun geniş sahalarıyla karşılaştırılırsa küçük bir parçadır ve bu küçük parça içinde bulunan kuvvetlerimiz de her taraftan düşman kuvvetleriyle kuşatılmış bir durumdadır. Fakat Trakya için en zararlı, en etkili, zehirden daha etkili bir yön var ki, o da, İstanbul ile şimdiki temasıdır. İstanbul ile temasta ve ilişkilerde bulunanlar zehirlenirler ve ölüme mahkûm olurlar. Eğer Trakya�nın başına bir felâket gelmiş ise biliniz ki ve sizi temin ederim ki, zehirli olan İstanbul�un aldatmalarına kapılmış olduğu içindir.

İsmail Suphi Bey (Burdur) -Sayın Paşam üç soru sormaya izin verir misiniz?
Mustafa Kemal Paşa- İzin veriniz daha bitirmedim Beyefendi. Bundan dolayı Trakyalılarla İstanbul çok ilişkide bulundular. Çok siyaset yaptılar. Fransızlarla birçok ilişkilerde bulundular ve sandılar ki, Fransızlarla İstanbul�dakiler, kendilerini korur ve kurtarır. Gerek İstanbul�dakiler, gerek Fransızlar, Trakya�yı ve Trakyalıları kolaylıkla Yunanlılara ezdirebilmek için gereken önlemleri almak ile meşgul idiler. Bundan dolayı, bu felâketin sonu belli olmuş ise; bunu görüp takdir edemeyenlerin hatalarının eseridir. Bununla beraber her ne olursa olsun, Trakya�yı bugün Yunanlılar, İngilizler işgal edebilirler. Kim isterse işgal edebilir. Madem ki, bu milletin akıbeti bu Meclis�te kararlaştırılacaktır ve bu Meclis de koca Anadolu�ya ve büyük millete dayanıyor, sonuç olarak İstanbul�u olduğu gibi, Trakya�yı da yine burası (Meclis) kurtaracaktır (Alkışlar).

(İsmail Suphi Bey�e hitaben) Buyurun efendim sorularınızı şimdi sorabilirsiniz.
İsmail Suphi Bey (Burdur)- Sayın Paşam birinci sorum, bizim kuvvetler Rus kuvvetleriyle ittifak edeli epey zaman olmuştur. O zamandan beri o kuvvetlerin buraya çekilmesi düşünülmüş müdür, böyle bir girişime gerek var mıdır?
Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Neden dolayı böyle bir girişimde bulunalım? Böyle girişim var mıdır? Ne sebep vardır efendim? Kızılorduları bizim memleketimize davet etmek girişiminin bizce düşünüldüğünden zatıâliniz haberli midir?
İsmail Suphi Bey (Burdur)- Soruyorum efendim.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Yaptınız mı, yapmadınız mı? diye soruyorsunuz rica ederim. Böyle bir soru sorabilmek için durumu gayet iyi düşününüz. Tahlil ediniz, ondan sonra herkesin karşısında soru sorunuz. Biz böyle bir şey düşünmedik ve düşünmek de istemiyoruz.

İsmail Suphi Bey (Burdur)- Bu halde fiilî yardım ne şekilde olabilir? Bizim delege heyetimiz Moskova�da Sovyetlerle görüşme ve konuşmalara girişmiş midir?

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Görüşme ve konuşmalara girişilip girişilmediğine dair henüz bir bilgi almadık. Yalnız onların oraya ulaşmalarının ardından telsiz telgrafla, Türkçe yazılı iki telgraf aldık, onu izleyen hiçbir bilgi vermediler. Biz de bunu merak ettik ve biz de iki defadır, hızlı bir şekilde kendilerine sorduk, niçin bize bilgi ve açıklama vermiyorsunuz diye, yalnız gideli on beş gün oldu. Biliyorsunuz ki (Enternasyonal) kongreleri toplanıyor. Belki bizim delegelerimiz bu kongreye katıldı. Belki de bizim üyelerimiz orada konuşma ve tartışmalara girişmişler, görüşmelerin sonuçları hakkında bizi bilgilendirmeye zaman bulamamış olabilirler. Üçüncüsü nedir efendim?

İsmail Suphi Bey (Burdur)- Lehistan�da Bolşevik ordularının ilerlemesine bakarak sonradan İngiliz, Fransızlar tarafından Lehlilere yardım için kuvvet gönderileceğine dair haber gelmesine bakarak gerçekten Bolşevik ordularını başarısız bırakacak bir şey yapabilirler mi?

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Beyefendi böyle bir şeyi halletmek için öncelikle; Rus Bolşevik ordusunun askerî durumu ve uygulama sahnesine koymuş olduğu kuvvetin gerçek derecesi nedir? İkincisi; kendisiyle doğrudan doğruya savaşta bulunan ve yenilen Leh kuvvetleri nedir? Üçüncüsü; oraya Fransız ve diğer İtilâf Devletleri�nin gönderebilecekleri azâmî kuvvet nedir? Ve bu kuvvetler hangi yolla ve ne zaman gönderilebilir? İşte bu bilgiyi toplamış olmak gerekir. Böyle bir bilgi bu Bolşevik Cumhuriyet Hükûmeti�nin Genelkurmay Başkanı�nın masasında bile yoktur (gülmeler).

Hüsrev Bey (Trabzon)- Yüksek bildirileriniz sırasında Düzce�de yeni yolsuzluk ve uygunsuzluk olduğundan söz ettiniz. Arkadaşlar bunu işitmişler, fakat kesin olarak anlayamamışlar. Açıklarsanız daha iyi anlarız.
Nuri Bey (Bolu)- Düzce�ye ait durumu dinlemek istiyoruz.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Yalnız ben size bu sorunun esasına dair kısa bir bilgi vereyim. Belki İçişleri Bakanlığı�ndan, askerî yöne ait olan kısmı da Genelkurmay Başkanlığı�ndan sorulmak istenirse daha çok bilgi edinirsiniz efendim.
Olayın gerçeği şundan ibarettir: Vaktiyle isyan eden ve fakat bastırılmaları sırasında bize sığınan birtakım insanlar vardı. Bu sığınanlar affolundu ve şurada burada yerleştirilmek bile istenildi. Bunlar son zamanda kaçtılar ve tekrar o bölgeye girdiler. Anlaşılan, o yerlerde gizlenip kalmış olan diğer birtakım bozguncular daha vardır. Bunlar belki kendileri için uygun zannettikleri bir durumun ortaya çıktığını düşünerek isyan ettiler ve Düzce�yi, gelip eskiden yaptıkları gibi, işgal ettiler. Batıya doğru gidip Hendek�i işgal ettiler. Doğuya doğru gittiler, Bolu�nun içine girdiler. Bildiğiniz gibi orada bulundurduğumuz kuvvetlerimizin neredeyse tamamına yakın bölümünü Yunan taarruzuna karşı göndermiş bulunuyorduk. Orada ufak ufak bazı müfrezeler bırakılmıştı. İşte bu müfrezelerin zayıf olmasından, Yunanlıların ve İngilizlerin ortaklaşa olarak Adapazarı çevresinde hareket etmesinden ve İstanbul�un da abartılı birtakım kışkırtmalarda bulunmasından, arz ettiğim insanlar bu cesarette bulundular. Fakat bu kez görülüyor ki halk bunlara katılmadı. Ortada yalnız kaldılar. Biz doğal olarak haberdar olduğumuz gün hemen ve hızlı bir şekilde o yöne kuvvet göndermeye başladık ve bu kuvvetlerimiz hemen iki gün içinde Gerede ve Mudurnu�ya ulaştılar. Diğer taraftan da çeşitli yönden kuvvetler harekete geçti. Bir kez kendilerinin İstanbul tarafından aldatıldıklarını, verilen sözlerin yerine getirilmemesiyle gördüler. İkincisi, zayıf zannettikleri bizi, ikinci kez olmak üzere kuvvetli olduğumuzu gözleriyle tekrar görmeye başladılar ve ikinci kez oraya girecek olan kuvvetin elbette birincisinden daha etkili bastıracağı ve korkutacağı muhakkaktır. Hemen bunun üzerine Düzce halkı ve ileri gelenlerin tamamı telgrafla başkanlığa, bana başvurdular. İçişleri Bakanlığı�na, Batı ordusuna yaptıkları başvurularında, herhalde kendilerinin bu işe katılmadıklarını, gelen asilerin de pişman olduklarını bildirdiler. Fakat bu kez tekrar cezalandırılacaklarından korkarak af diliyorlar. Bununla beraber gerek Düzce, gerek Bolu, gerek Hendek�te hükûmet görev başında olup, inzibat ve asayiş sağlanmıştır. Hükûmetle, yani burasıyla haberleşme düzenlidir. Yalnız Düzce�de bazı subayları ve memurları göz altına almışlardır. Bu haberleşme sonucunda Batı Ordusu Komutanı kendilerine yirmi dört saat süre verdi. Bu zaman süresinde dağılacaklar. Ancak istedikleri affı ne Batı Ordusu Komutanı ve ne de biz vermeye yetkili değiliz. Ancak bu (af) Yüce Meclis�in takdir ve kararı ile verilebilir. Bizim onlara karşı yaptığımız bir şey var ise, o da dediğimiz noktaları yaparlarsa, dağılırlarsa, itaat ettiklerini ve boyun eğdiklerini bildirirlerse biz de kendilerini Yüce Meclisiniz�e affettirmeye aracılık edeceğimizi, istekte bulunacağımızı vaadettiğimizdir. Düzce�nin durumu bundan ibarettir.

Hakkı Bey (Van)- Sayıları çok mudur efendim ?
Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Hayır, birkaç yüz kişiden ibarettir.
Haşim Bey (Çorum)- Zannedersem Düzce ve çevresinde ki isyan, Bursa ve çevresinin düşmesine neden olanlar hakkında Hıyanet-i Vataniyye Kanununu (Vatana ihanet) hakkıyla uygulamadığımızdan ileri geliyor. Biz bu durumlara izin verirsek bugün bunları aramızda bile görebiliriz.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- Yüce Meclis�inize sunduğum cevap şimdilik yeterli görülüyorsa konuşmalarıma son vermek için izninizi rica edeceğim (yeterli yeterli sesleri ve alkışlar).
#47 - Eylül 16 2008, 15:36:11
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Bekir Sami, Hacı Mühittin ve Âşir Beylen Hakkındaki Önerge Nedeniyle
14 Ağustos 1920


Saygıdeğer Efendiler!

Memleketimizin herhangi bir şekilde zarara uğramasından dolayı Yüce Heyetiniz�in bu derece üzüntü ile ilgi göstermesi, memleketin ve milletin geleceği açısından teşekküre, övgüye değerdir (Alkışlar). Ben de Başkanınız olarak bundan büyük bir mutluluk ve memnuniyet duymaktayım. Gerçekten Millet Meclisi, millete ait olan konularda, milletin hayatına, milletin istiklâline ait olan işlerle yakından ve etkili bir şekilde ilgili olmalıdır. Yüce Meclis�inizin Batı Cephesi�nde ortaya çıkan olaylardan duyarlı olması çok doğaldır. Bunu şimdiye kadar birçok oturumlarda, birçok konuşmalarda çeşitli şekilde göstermiş olmasını da doğal buluyorum. Yalnız bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Söz konusu olan mesele, bir ordunun harp hareketleridir, bir ordunun sevk ve idaresidir.

Bundan dolayı geri çekilme ve yenilme nedenlerinin ortaya çıkarılabilmesi için ilk başvuracağınız yer, yine bu mesleğin ihtisas sahipleri olması gerekir. Halbuki şimdiye kadar ve bugün de bu kürsüden bu sorun hakkında güzel söz eden arkadaşların hiçbirisi sorunun gerçeğine, savaşın nedenlerine değinmemişlerdir. Bunları, her konuşmacının söylediği sözlerle buradan yine size ispat edeceğim. Örneğin, Ali Şükrü Bey arkadaşımız, durumu mantıklı bir şekilde anlatıp açıkladıktan sonra buyurdular ki, Batı Cephesi�ndeki askerî hareketlerin sevk ve idaresinde hata yoktur denilemez, hata vardır. Bu hatayı meydana çıkarmak gerekir.

Efendiler, herhangi bir askerî hareketin, herhangi bir açıdan araştırma ve incelenmesi, onu baştan sona kadar hatalı gösterebilir. Yine aynı askerî hareketin başka bakış açısından düşünülmesi, onu baştan sona kadar dürüst gösterebilir. Bunu, bugünkü ve tarihî olaylar ile karşılaştırmak ve düşünmek gerekir. Burada zaman ve şartlar özellikle de içinde bulunulan şartlar tek neden olur. Bir askerî harekete uzaktan bakılması ve bakanın kendisinin içinde bulunduğu şartlar ile onu düşünmesi, onu hiçbir zaman doğru sonuçlara ulaştırmaz. İnsanları, harekâtı düşünürken; harekâtı uygulayan komutanların, subayların içinde bulunduğu bölgeyi ve sahip olduğu araçları, karşısında bulunduğu baskıyı, karşısında uğradığı zorluğu o anda incelemek gerekir. Yoksa Yüce Meclis�te ve aradan bu kadar zaman geçtikten sonra rahatlıkla düşünüp yapılacak araştırmalar, orada düşünülmüş araştırmalarla uygun olmayabilir. Genel şekilde yapılmış olan bu hareketin uğursuz sonucu, sanıyorduk ve şu anda sanmak istiyoruz ki vicdanlı kişilerce bilinmiştir. İcra Heyeti, Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı hiçbir zamanda dememiştir ki: �hareket kusursuzdur. Mutlaka böyle olmak gerekirdi. Bundan dolayı ortada sorumlu yoktur.� Böyle dememiştir. Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Yüce Meclis�inizin Başkanı, genel işlerde yükümlü ve sorumlu olmak itibariyle, doğal olarak ilgilendi, soruşturmalar ve kovuşturma yaptı. Almış olduğu sonuç, sizin bir aydan beri, her gün birçok defalar talep ve ısrar ettiğiniz uygulamanın icra edilmesini isteseydi bunda bir an bile tereddüt etmezdi. Doğal olarak durumu anlamak, nedenlerini ve sorumlularını araştırmak için bir yöntem vardır, bir kural vardır. Biz bugün, Batı Cephesi�nin bütün harekâtından sorumlu olmak üzere oraya bir komutan atamıştık. Şimdiye kadar ortaya konulan genel düşüncelerde, Yüce Heyetiniz�in hepsi, bu komutana karşı emniyet ve güven gösterdi ve göstermektedir. Bunun aleyhinde, bu kişiye karşı güvensizliğe işaret edecek hiçbir araştırma işitilmemiştir. Bundan dolayı işte bu kişi diyor ki, ortaya çıkan haberleriniz, emirleriniz ve tebligatınız üzerine bu komutanların hareketlerini araştırdım ve takip ettim ve sonuç olarak deliller ve belgeleriyle arz ediyorum ki bunları suçlayacak neden yoktur. Bu, Yüce Heyetiniz�e bildirildiği halde yine ısrar edilmek isteniliyor. Şu halde Bekir Sami Beyi, Âşir Beyi vesaireyi araştırma ve soruşturmaya gerek yoktur Efendiler! Eğer Batı Cephesi Komutanı�na emniyet ve güveniniz varsa onun söylediği sözün göz önüne alınması gerekir. Bununla beraber yine iddianıza katılarak ben de devam etmek istiyorum. Fakat devam edebilmek için yüksek izinlerinizle Heyetiniz�den bir şey sormak istiyorum. Bekir Sami Beyi ne için suçlamalı? Ve bu iddiada ısrar eden kişinin sebep olarak gösterdiği şeyler nedir? Davacı olan, lütfen rica ederim, benden sorsun, ben cevap vereyim.

Hamdullah Suphi Bey (Antalya)- Bursa�dan alınan bütün bilgi, Bursa�dan gelen milletvekilleri bizi temin etmişti. Düşman civara gelmeden, şehirden çıkmıştır.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Çok aldanıyorsunuz Beyefendi.

Hamdullah Suphi Bey (Antalya)- Soran sizsiniz, cevap veriyorum. Rica ederim, eğer milletvekilliği makamını tanıyorsanız, kaba söylemeye hakkınız yoktur. Biraz önce de İsmail Suphi Beye bu şekilde davrandınız.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- İzin verin, cevap veriyorum. Bu kişinin söylediği genellikle yalandır ve yanlıştır.

Hamdullah Suphi Bey (Antalya)- İzin verin, yalan değildir, yanlış değildir. Asla efendim...

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Ben söz aldım, konuşma hakkı benimdir.

Efendiler, Bekir Sami Bey Bursa�yı terketmemiştir ve ben kendi imzam altında Bursa işgal edilmeden önce emir verdim. Askerî harekât gereği Bursa�yı terketmek doğru hareket idi.

Nafiz Bey (Canik)- Şu halde siz de sorumlusunuz!

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Komutanlara Bursa�yı terkediniz dedim ve ben bu emri verdiğim zaman Yüce Heyetiniz�e sırası gelince açıklama yapmıştım. Askerî harekâtta söz konusu olması gereken şey, eldeki kuvvetlerin sonuna kadar herhangi bir yeri koruması değildir, harp harekâtında, bu, esas değildir. Bundan dolayı Bekir Sami Beyin Bursa�yı terketmiş olması gibi bir konu yoktur. Filân ve falan yeri korumak, askerî harekâtta esas değildir. İtiraz edilecek nokta, gerçekten Bursa�yı Bekir Sami Bey ne için daha önce terketmemiştir? Efendiler, araştırılacak şey budur.. Yoksa Bursa�yı terketmiş olması değildir.
Haşim Bey (Çorum)- Şu halde yine yüksek emriniz tutulmamıştır.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Gerçekten benim emrettiğim zamanda boşaltılmış olsaydı bugün ordumuza bir tümen daha eklenmiş olacaktı. Bundan dolayı sözlerimi tekrar ediyorum. Konuyu, düşünme ve görüşme tarzında bir hata vardır ve bu hata herkesin kalp ve vicdanına doğuyor. Böyle bir emir ve tebliğin uygulanmamış olmasının elbette nedenleri, sorumluları vardır. Bursa gibi başkentimiz olmuş, pek çok kutsal şeylerimizi toplayan bir yüce yerin kolaylıkla düşman eline geçmiş olmasından, evet bundan dolayı son derece üzüntülüsünüz ve bunun bütün dünyada etkileri olmuştur. Hamdullah Suphi Beyin ısrar ettiği gibi, elbette İstanbullular üzerinde de çok etkisi olmuştur. Fakat bu üzüntüler doğrudan doğruya duygusal birtakım üzüntülerdir. Benim arz etmek istediğim, Bakanlar Kurulu�nun göz önünde bulundurması gereken nokta, yüce heyetinizce daima takip edilecek nokta, böyle şunun bunun duygularından dolayı filân ve falanı eleştirmemektir. Hamdullah Suphi Bey, benim anladığım kadarıyla, bu konuda iki noktaya değiniyor. Birisi, şimdiye kadar harp harekâtı gereği gibi yönetilememiş veyahut şimdiye kadar, bugün olduğu gibi, askerî harekât ile ilgilenilmemiş, bugünkü gibi etkin bulunulamamış! Rica ederim, hangi günden söz ediyoruz? Efendiler! Hamdullah Suphi Beyden sormak istiyorum, hangi geçmişten ve hangi günden söz ediyorlar? Biz bu harekât ile uğraşırken Hamdullah Suphi Beyefendi İstanbul�da oturuyordu. Ne için buraya gelip de bugünkü gibi davranmak istemiyordu?
Hamdullah Suphi Bey (Antalya)- İstanbul�da görevim vardı.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- İstanbul�da görevi var, falan yerde görevi vardı. Bütün görevlerin üstünde bizim de bir vicdanî görevimiz vardı. O da, herkesin sudan birtakım görevler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onlarla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur (Alkışlar). Bundan dolayı iki buçuk aydan beri bu milletin içine gelmiş insanlar, gerçeğin derinliklerine henüz girmek için zaman bile kazanamamış olan insanlar, geçmiş ve bugünün harekât, namus ve vicdanına sahip olamazlar, kolaylıkla eleştiri yetkisine sahip değildirler.

Hulûsi Bey (Karahisarı Sahip)- Belgeleri görerek sahip olabilirler Sayın Paşam.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Yüce şahsınızın göreceği belgeler vardır.

Hulûsi Bey (Karahisarı Sahip)- Görürüz Sayın Paşam, biz de askerîz (gürültüler).

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Hamdullah Suphi Beyefendi dediler ki, silâhsızlıktan (silâh eksikliğinden) söz edildi. Hayır silâhsızlıktan söz eden yoktur ve olmamıştır. Millî Savunma Bakanımız, hiçbir zaman silâhsızlıktan, silâh ihtiyacından, silâh bulamamaktan söz etmemiştir. Yüce heyetiniz, tersine, silâhımız olduğundan ve silâh bulunabileceğinden söz etmiştir. Bunun ardından buyurdular ki: Çok silâhımız vardır, bunları Yunanlılar alıyor. Yunan bölgesinde, Yunan işgali altında kalmış olan mâsum insanların elinden cellatlıkla silâh alınıyorsa, burada Millî Savunma Bakanı�nın ne kusurları vardır, buradaki Bakanlar Kurulu�nun ne kusuru vardır? Bunu, burada davayı doğrulamak için bahsetmekteki amacı anlayamadım. Sonra Efendiler, bazı arkadaşlarımız diğer komutanları da eleştiriyorlar. Fakat izinleriyle arz etmek isterim ki, eleştirilerde takip ettikleri yolda hata vardır. Örneğin, Şefik Bey hakkında düşünce bildirilirken kabahat ve kusur olmak üzere denildi ki: Birtakım kişiler demiş ki, buyurun komutan olun, falan sırtları tutalım, komutan da o sırtları tutmak istememiştir. Bir kez herhangi bir heyetin, herhangi bir komutana sırt gösterip tutturması doğru değildir. Esas itibariyle ben de onun yerinde olmuş olsaydım herhangi bir heyet, bu sırtı tut, demiş olsaydı ben de yapmazdım. Bu, doğru bir şey değildir. Bundan dolayı hiçbir şahsı hatalı kabul edemeyiz. Şefik Bey çekilmek gerektiği zaman filân yöne, İtalyan nüfuz bölgesi kabul edilecek bir yöne çekildi. Bu da bir askerî anlayış ve görüştür, askerî düzen ve stratejiye dair bir harekettir. Şuraya buraya çekilmiş olmasıyla bir komutanı hatalı kabul edemeyiz Efendiler. Sonra düşman kuvvetleri hakkında elde edilmiş istihbaratı doğru kabul etmemiş, düşman gelmez demiş, çekinmeyin, kuvveti yoktur, gelemez demiş. Belki bu komutan düşmanın gerçek kuvvetini biliyordu. Fakat yanında bulunanlara düşman çoktur, geliyor, şöyle yapacak demesi, belki, manevî kuvveti sarsardı ve bundan dolayı söylenmemesi gerekirdi. Yani bunu da bir insanı suçlamak için söylememeliyiz. Sonra, örneğin, bu konuda ve buna benzer konularda kişisel sözlerde o kadar ileri gidiliyor ki bu da doğru değildir. Kutsal olan Yüce Meclis�iniz üyesinden birinin, yine Yüce Meclis�te bu kadar kişisel konuşmaya girişmesi doğru bir şey değildir. Örneğin, deniliyor ki, izinsiz Antalya�ya gitmiştir, orada kendisine çiftlik çubuk elde etmekle uğraşmaktadır. Bunlar nasıl söylenebilir. Bir kez bu adam, bağlı olduğu komutandan resmen izin alarak gitmiştir ve kanuna uygun çeşitli özürlerinden dolayı izin almıştır, izinsiz gitmemiştir. Demek ki yanlış anlaşılabilir. Buradan buna hükmetmek doğru değildir. Nitekim doğru olmadığını arz ediyorum. Çünkü izinli olarak gitmiştir. Sonra diğer bir noktaya dikkatlerinizi çekerim. Savaşta bu kişi, orada bir tümen komutanı ismini taşıyordu. Özellikle üye olan arkadaşlarımızca bilinir ki orada etkili olan, hâkim olan başka kişiler, başka kuvvetler de vardır. Sonra, örneğin, birtakım heyetler kendisini konuşmaya davet etmiş. Kabul etmemiş. Onu bugün suçlamaya bir neden oluşturamaz. Pek haklı ve insaflı olarak bir şey buyurdular ki, o da komutana kaçınılmaz ihtiyaç duyduk, her birimiz bir tarafa koştuk. İstanbul�a gittik, Ankara�ya gittik, aman gelin bize komutanlık edin, dedik de gelmediler, buyurdular. Ne sebepten dolayı gelmediler? Ben biliyorum. Hangi nedenden dolayı gelmediler Efendiler?

Diğerleri oraya gelmekten çekindikleri bir sırada orada oturan bu adamlara teşekkür, küçük bir borcumuzdur. Diğerleri öyle bir hayata katılmak için aylık bu kadar maaş, bankaya bu kadar para yatırılmasını istemelerine rağmen bunlar, burada, bu çevrede her şeyi hor gören insanların yanında bulunuyorlardı. Sonra emir vermişler de, ben İstanbul�a bağlıyım, size baş eğemem demiş. Sanırım böyle bir şey geçmemiştir efendim. Bütün bu açıklamalarımla görülüyor ki; gerçekleşmemiş, gerçek olmamış yalan ve yanlış şeyler üzerine dayanılıyor. Bu gibi esaslara dayanarak bir insanın hayatına, geleceğine, haysiyetine saldırılmaz Efendiler. Denizli olayından söz edildi. Burada neden ve sorumlu olarak Şefik Beyi gösterdiler. Bunda da doğruluk yoktur efendim. Bu defaki seyahatimizde bu işle uğraştık, her halde Denizli�de uyarıyı gerektirecek hareket olmuştur. Ancak bu haddini bildirme uygulaması bizim ve hepinizin takdir etmeyeceği ve uygun bulmayacağı bir şekilde olmuştur. Bununla beraber Bakanlar Kurulu, bu konu ile yakından ilgilenmiştir ve bugün için mümkün olan, gerekli olan önlemleri almada da kusur etmemiştir. Efendiler, burada Şefik Bey neden olmadığı gibi, dahi değildir. Söz konusu olan kişiler hakkında bir cümle daha söylemek isterim. Filân, filân kişilerin bozulmaya neden olmadığı, yapılan soruşturmalar ve araştırmalar ile belli olmuştur. Sonuca, resmen ve usulen inanılarak ulaşılmıştır. Ancak söz konusu olan komutanlar hakkında araştırma ve teftişten önce birçok söz söylenmiş olduğu için, en çok Yüce Meclis�inizde kendilerine itham edildiği için bu adamlar sarsılmıştır. İşte böyle sarsılmış olan kimselerin komuta başında bulundurulması, düşmanlarımız için faydalı olacağı düşünülerek Bakanlar Kurulu sadece Yüce Meclis�inizin hareketinden ve uygulamasından dolayı bunlara işten el çektirmişler ve bununla yetinmenin mantıklı olacağı inancında bulunuyor. Çünkü bunları Divan-ı Harb�e vermek için elde hiçbir belge yoktur. Efendiler, Hamdullah Suphi Beyin �Ne için düşman gelmeden kaçtı?� sorusuna cevaben diyorum ki: Daha önce boşaltılması için ben emir vermiştim.

Hamdullah Suphi Bey (Antalya)- Bunu vaktiyle söylemeliydiniz. Sayın Paşam.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Bu bir neden ve mesele oluşturmaz. Bence hata onun bir an önce hareket etmemiş olmasındadır. Askerlik bakış açısından eleştirmeye değerdir. Halbuki siz, ne için orada durmadı, diye eleştiriyorsunuz. Demek ki dayandığınız neden aslında doğru değildir. Diğer arkadaşlarımız da söylediler ki: Birtakım subaylar eşyalarını geriye göndermişler. Gerçekten gönderilmiştir. Fakat geriye giden nedir efendim? Bilirsiniz ki orada vaktiyle Ondördüncü Kolordu Karargâhı vardı. Bu Ondördüncü Kolordu Karargâhı daha önce Eskişehir�e hareket emrini almış bulunuyordu. İşte bu karargâh sepetiyle, arabasıyla giderken bu olay olmuştur. Ha! Bekir Sami Bey subayların eşyalarını kaçırıyor. Giden ve kaçan, gönderilen, Bekir Sami Beyin eşyası değildir ve o hareketin sonucu göz önüne alınarak yapılmış bir taşıma değildir. Daha önce yapılan bir karargâh naklinden ibarettir. Sonra Efendiler, bilirsiniz ki, askerlikte birtakım kademeler vardır ve her kademenin kendisine ait özel yetkisi vardır, durumu vardır. Bekir Sami Bey, bir kolordu komutanıdır. Doğal olarak saygıdeğer üyelerce bir kolordu komutanının ne demek olduğu pek iyi anlaşılır. Kolordu Komutanı demek Efendiler, dünyanın her yerinde, her millette, en büyük komutan demektir. Kolordu komutanından sonra başka büyük komutan yoktur. Ancak çeşitli kolorduların harekâtını sevk ve yönetmesi için üzerine ordu ve grup komutanı geçer. Daima askerî teşkîlâtta en büyük komutan kolordu komutanıdır ve kolordu komutanının görevini yerine getirmesi demek, savaşların içinde ve subayların içinde bulunması demek değildir ve böyle bir hareket geçerli değildir. Kolordu Komutanı beraberindeki bölük komutanlarına emir verir ve onu yaptırır, görevini bu şekilde yapar. Bundan dolayı Bekir Sami Beyi azarlamadan ve eleştirmeden önce yapılacak gayet basit bir şey vardı ve ben bunu yapmışımdır. Bundan önceki seyahatimde kalktım, buradan doğru Bilecik�e gittim. Bekir Sami Beye, ordu komutanı, vali ve milletvekili arkadaşlarım karşısında gereken sorumu sordum. Ne emir verdiniz, verdiğiniz emri bana açıklayınız dedim. Bu kişi, bunların karşısında bana, gerçekte verilmesi gereken emri vermiş olduğunu söyledi. Ordu komutanı da bunu onayladı. Bundan dolayı askerlik açısından ben bunu nasıl eleştiririm? Suçlamak gerekince bir kez bu emrin yanlış olması ve zamanında verilmemiş olması söz konusu olabilir. Halbuki bizce böyle bir şey yoktur. Hareketin fiilîyatı ile ilgili eleştiriler yapmak gerekiyorsa bu emri almış olan bölük komutanlarını eleştirmek gerekir. Halbuki yine Bekir Sami Beyin aleyhinde söz söyleyen yüce şahsınız, bir bölük komutanının gayet cesur, gayet tedbirli, gayet değerli ve son dakikaya kadar, son askeriyle beraber hareket ettiğini söylüyorlar. Kimi eleştirmek istiyorsunuz? Harekâtın fiilî sonucundan tutuklanmak ve mahkûm edilmek gereken adam işte o adamdır. Bundan dolayı Efendiler çok söyleyebilir ve daha çok açıklayabilirim. Bütün kardeşlerimden eminim ki sözlerimde asılsız, ispatsız, delilsiz hiçbir şey yoktur. Söylersem samimî olarak söylerim ve inanırsınız. Bunun için çok rica ederim, bu evreyi kökünden kapatmak gerekir. Gerekenler hakkında, emin olunuz, arzunuz gibi uygulama yapılmıştır ve yapılacaktır. Bunu başka türlü çözümlemek için bugünkü şartlar uygun değildir Efendiler (şiddetli alkışlar). Ordu yapmak, orduyu düzenli olarak sevketmek ve yönetmek, orduyu mükemmel donatmak... Hamdullah Suphi Bey diyor ki, daha iyi donatabilir ve giydirebilirdik. Hayır Hamdullah Suphi Bey, daha iyi donatamazdık, donatamazsın ve donatamayacaksın. Bunu söylüyorum Efendiler. Fakat askerlerimizin biraz çıplak, yırtık elbise ile bulunması hiçbir vakit için bir kusur, eksiklik değildir ve size söylüyorum ki Efendiler, dünya büyük inkılâbını, dünyayı saran inkılâbı vücuda getirmiş olan Bolşevik orduları ki, Lehistan�da zaferden zafere gidiyor, onların da üstleri başları bizim askerlerimizden çok daha iyi değildir. Bana Fransızlar, elbisesiz askerlerin çete olduklarından söz ettikleri zaman, hayır onlar çete değildir, bizim fertlerimizdir dedim. Üzerinde üniforma yoktur dediler. Üzerindeki elbisesi üniforma dedim ve bunu Fransızlar anlamlı ve yeterli bir cevap gördüler. Bundan dolayı, elbisesiz olsun, köylü elbiseli olsun, yeter ki onları bölgesinde yerleştirelim ve kutsal amacımıza ula??alım. Bundan dolayı hataları, güç ve yetki sahibi olduğumuz dakikadan itibaren takip ediyoruz. Her gün daha iyi takip edeceğiz. Elbette her gün geçtikçe ordumuz ve işimiz daha iyi düzene girecektir. Fakat birtakım özel ve gizli amaçlarını saklayarak, kalbinde, vicdanında tutarak, sebep diye böyle bilir bilmez şeyleri söylemek doğru değildir.

Efendiler bu vicdanî değildir; bundan dolayı Yüce Heyetiniz�in sağlamlığı, inceliği ve güzelliği adına ve ordumuzun bundan sonra yapacağı son derece kutsal görevlerin sonuçları adına rica ederim bu konuyu kapatınız ve herkese gönül rahatlığı ile göreviyle uğraşmaya izin veriniz (Alkışlar).

#48 - Eylül 16 2008, 15:37:11
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Batı Cephesinde Demirci ve Çevresindeki Harp Hareketleriyle Düzce ve Gaziantep Cepheleri Hakkında
21 Ağustos 1920



Uygun görürseniz kanun maddesinin görüşülmesine geçmeden önce uygun bulduğunuz noktalar hakkında kısaca bilgi arz edeyim. Demirci olayı hakkında açıklama yapılması uygun bulunmuştu. Demirci bölgesindeki son olayları anlatabilmek için izin verirseniz, birkaç gün önceki tarihten başlayarak cereyan eden olayları sırasıyla arz edeyim. Bu bildirilerimin bir çoğu hepinizce bilinir. Yalnız ben olayları birbirine bağlamış olacağım. 12 Temmuz tarihinden önce, işitilmiş bulunacağı şekliyle Salihli çevresinde bulunan Yunan bölüklerinde, fazla bir faaliyet hissedilmişti. Bu faaliyeti izleyen Yunanlılar 12 Temmuzda Burlu�yu işgal ettiler. O bölgede olan arkadaşlarımızın tamamının bildiği üzere ki Demirci�nin güneyinde aynı günde Yunanlılar iki kol ile kuzey yönünde yürüyüşe devam ettiler. Birisi Gördes yönünde, diğer birisi de Demirci yönünde idi. Her iki yönde yürüyen kol, 12 Temmuz akşamına kadar o yön üzerinde bulunan Bozköy�ü işgal etti. Bu durumda birkaç gün kaldılar. Etrafında bulunan Müslüman halkın ellerindeki silâhları toplamakla uğraştılar. Düşmanın bu hareketi üzerine Demirci�de, Simav�da bulunduğunu kabul ettiğimiz bazı Kuva-yi Millîye ve gönüllü kuvvetleri yazık ki düşman ile karşı karşıya gelmeden dağılmışlardır. Düşman 12 Temmuzdan 21 Temmuza kadar bu durumda kaldı. Ondan sonra tekrar kuzeye doğru yürüyüşüne devam etti ve Temmuzun 21�inci günü Demirci�nin güneyinde bulunan Hadi Değirmeni�ndeki ufak bir müfrezemizle karşılaşarak bu müfrezeye taarruz etti. Üstün düşman kuvvetleri karşısında kalan müfreze, geri çekilmek mecburiyetinde kaldığından Yunanlılar Demirci mevkiini işgal ettiler. Bir iki gün sonra Yunanlılar Simav yönünde yürüyüşlerine devam etmişlerdi. 23 Temmuzda Hisarköyü çevresine kadar geldiler. Fakat burada durmadılar. Biraz geriye çekilerek Demirci�nin biraz kuzeyinde bulunan Demirci dağlarında bir konuma yerleştiler.

25 Temmuzda idi, yani bundan iki gün sonra Kütahya ve çevresi Komutanlığı�na tâyin edilen Ethem Bey, beraberindeki kuvvetlerle Kütahya�dan Simav tarafına hareket ettirildi. 26 Temmuzda Simavlılar; yahut Simavlıların arasında bulunan bazı zararlı ve karşıt görüşlü kişiler, doğrudan doğruya Yunanlılar ile işbirliği ettiler (kahrolsun sesleri). Hatta düzenlemeye çalıştıkları ufak tefek müfrezeleri doğuya doğru Kütahya genel yönüne tâ Gediz�e kadar göndermişlerdi. Ethem Bey; kuvvetleri ile 30 Temmuzda Simav çevresine geldi. Simavlılar yanlış bilgilendirmelerin etkisiyle muhalif durum aldılar ve kendilerine yapılan öğütleri kabul etmediler. Bunun üzerine doğru yola döndürülerek Simav�a katıldı ve bu kuvvetler burada kesinlikle durmaksızın Hisarköyü yönünde yürüyüşlerine devam ettiler ve aynı günde 30 Temmuz günü Demirci�nin 10 kilometre kadar kuzeyinde bulunan Yunan kuvvetleriyle temasa geldiler ve bu kuvvetlere taarruz ettiler ve bu taarruz sonucunda düşmanın durumu sarsıldı ve beş kilometre kadar güneye geri çekilmek zorunda kaldı. Ertesi günü 30 Temmuz�da düşman, güneyinden birtakım destek kuvvetleri almıştı ve bu kuvvetleri aldıktan sonra Ethem Bey kuvvetlerine karşı taarruza başladı. Yedi buçuk saat kadar şiddetli ve ciddî savaşın akışından sonra Yunan kuvvetleri yenildi ve Demirci�nin 5 kilometre kadar güneyine çekilmeye mecbur edildi. Bunun ardından Yunanlılar, tekrar güneyde önemli takviye kuvvetleri aldılar ve 4 Ağustos�ta Demirci�nin güneyine geçmiş bulunan Ethem Bey kuvvetlerine karşı şiddetli ve kuvvetli taarruza geçtiler. Savaş 3 Ağustos�ta başladı, akşama kadar devam etti. 5 Ağustosta tekrar devam etti. Bu savaş sonucunda düşmanın üstün kuvvetleri karşısında kalındığı anlaşıldı. Durum uygun görülmediğinden burada kesin sonuca kadar savaşın devamına bakmaksızın, Demirci�de bulunan kuvvetlerimiz, Demirci�nin doğusuna daha uygun bir mevziye çekildi. Düşman, bu mevzie çekilmiş olan kuvvetlerimizi takip etti ve yeniden taarruza başladı. Cepheden ve yanlardan olmak üzere, özellikle cephenin sol yanına şiddetli taarruzlarını yöneltiyordu. Bu taarruzlar 6 Ağustos�ta bertaraf edildi ve uzaklaştırıldı. Fakat düşman gerçekten önemli kuvvetler almıştı. Gerek savaşta esir edilen Yunanlılardan ve gerek çevre halkından alınan bilgilerden sonra anlaşıldı ki, burada kayıtsız faaliyette bulunan düşman kuvvetleri, numaralarıyla belli olmak üzere, bir tümene varmış oluyordu. 31�inci, 32�inci, 33�üncü Yunan piyade alayları ve ona göre topçu ve süvari kuvvetleri burada savaşıyorlardı. Bu kuvvetler tekrar 14 Ağustos�ta daha şiddetli bir şekilde Ethem Bey kuvvetlerine taarruz etti. Muharebe Ağustos�un 14-15�inci günleri devam etti. 15 Ağustos günü bu taarruzu yapan düşman kuvvetleri fazla sarsılarak ve mağlûp edilerek atılmıştı. Bu düşman kuvvetleri taarruzdan vazgeçirtilmiştir. Bundan sonra 17-18 Ağustos gecesi Ethem Bey kuvvetleri gayet değerli kararlar verdi. Düşmana kendisini toplamaya vakit bırakmaksızın sabaha karşı baskın tarzında bir taarruz yaptı. Bu taarruz sonucunda bütün düşman kuvvetleri tamamen yenilerek ve bozguna uğrayarak Demirci�nin güneyine atılmıştır (şiddetli alkışlar).

Son aldığımız raporlara göre Demirci�ye dair haberler bundan ibarettir. Yani düşman kuvvetleri birçok çatışmalarda kısa mağlûbiyetlere uğramakla beraber sonuç olarak uzunca bir darbe ile Demirci�nin güneyine atılmış bulunuyordu. Ve doğal olarak şu an bile karşı karşıyalar ve belki de savaşıyorlardır.

Hâcim Muhittin Bey (Karesi)- Demirci�nin ne kadar güneyine atıldı Sayın Paşam.
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Beş kilometre güneyine atılmıştır. Bu arzettiğim cephe, bilirsiniz, Batı cephesinin merkez bölgesidir. Bunun kuzeyinde, Ertuğrul bölgesi ve güneyinde Uşak bölgesi vardır. Bu iki bölgede söylemeye değer bir olay yoktur. Kuzey cephesinin kuzeyine rastlayan İzmit bölgesinde bazı ufak tefek faaliyetler vardır. Bu faaliyetler bugün bizim lehimizde devam etmektedir.

Cemil Bey (Kütahya)- Paşam Sındırgı hakkında bilgi verir misiniz?

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Sındırgı hakkında mı?

Cemil Bey (Kütahya)- Evet Simav çevresinde bir yer.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Efendim, bizim kuvvetlerimiz, arzettiğim gibi, Demirci�de, Demirci�nin güneyindedir. O halde Sındırgı�da bir şey yoktur.

Müfit Efendi (Kırşehir)- Kandıra�nın geri alınması hakkındaki mesele nasıldır?

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Oraya, şimdi arzettiğim İzmit cephesine, Yunanlılarla, İngilizler ortaklaşa girmişlerdi. Sonra karşı taarruzlar yapıldı. Şile yönüne çekilmeye mecbur edildiklerini vaktiyle arz etmiştim.

Oradaki kuvvetlerimiz Yunanlıları takibetmek üzere faaliyete geçti. Böyle ufak tefek birtakım çarpışma ve temaslar olmaktadır. Diğer taraftan da (Düzce, Hendek) âsilerinin ufak tefek faaliyetleri vardır. Özellikle Adapazarı ve Geyve çevresinde faaliyetleri tamamen düşmanla ortaklaşa cereyan ediyor. Bundan dolayı bir taraftan onlar da kontrol altına alınmakta ve uzaklaştırılmaktadır ve olaylar genel şekilde lehimize olmaktadır.

Hamdi Namık Bey (İzmit)- Geyve, buyurduğunuz, esas Geyve midir?

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Geyve�nin kuzeydoğusunda ufak tefek, beş kişilik, on kişilik kuvvetlerle çatışmalar ortaya çıkmaktadır. Bu böyle efendim.

Şimdi Antep hakkında da bilgi vereyim. Gerçekten Antep�ten bazı milletvekili arkadaşlarımıza ayrıntılı telgrafnameler geldiği ve bu telgrafnamelerin mahiyetine göre oradaki durumu biraz acıklı gösterdiklerini biliyorum. Bu nedenle Yasin Beyefendi�nin açıklama istemiş olmalarından dolayı özellikle teşekkür ederim. Buradaki durumu anlatabilmek için izin verirseniz daha önceki aşamalardan başlayacağım. 3 Ağustostan bugüne kadar olan olayları arz edeceğim. 3 Ağustostan önce Fransızlar, Fırat�ın doğusunda bulunan bütün kuvvetlerini Fırat�ın batısına geçirmek suretiyle o bölgeyi tamamen boşaltmış bulunuyorlardı. 3 Ağustos durumu tamamen şöyle idi: Fransız kuvvetleri, Cerablus�un güneybatısında ve demiryolu üzerinde bulunan Akçakoyunlu�da toplanmış bulunuyor ve düşmanlarla çarpışmayı korumak suretiyle, Cerablus Köprüsü�nü geçip ilerleyen, bize bağlı bazı ufak müfrezeler de Akçakoyunlu karşısında düşmanla karşı karşıya temas hâlinde bulunuyorlardı. Bu tarihte Antep�te (400) kişiden ibaret olmak üzere bir Fransız kuvveti vardı ki bu Fransız kuvveti oradaki kolejle, kolej yakınında bulunan mahallelerde kapanmış bir halde bulunuyorlardı. Gerek şehir yakınında ve gerekse şehir kenarında bizim bazı kuvvetlerimiz var idi. Fransızlar 3 Ağustosta Halep�ten ve Kilis�ten, her biri yaklaşık birer tabur olmak üzere, yeniden birtakım kuvvetler çektiler ve bu kuvvetlerle 3-4 Ağustos�ta gece yarısından itibaren doğu yönünde, karşılarında bulunan zayıf müfrezemize taarruz ettiler. Müfrezemiz Fransızların bu taarruzu karşısında ciddî bir savaşı kabul etmeksizin, düşmanı durdurmaya ve düşmanın harekâtını geciktirmeye çalışarak çekildi ve 4 Ağustos günü akşamına kadar düşman Cerablus�u işgal etti ve bizim müfrezemiz de Cerablus�dan Fırat�ın karşısına, doğu tarafına geçti. Biz düşmanın öyle doğuya doğru giden bu hareketini şöyle yorumlamıştık: Fransızlar kabul ettikleri uzlaşma hükümlerine göre Urfa�yı ve Mardin�i işgal etmek üzere doğuya yürüyorlar. Bunun için, Cerablus�da Birecik�de, Telahmer�de var olabilen bütün geçiş noktalarını ve köyleri yok etmek ve tahribetmek ve Fırat�ı savunmak ve Cerablus�dan Mardin�e kadar olan demiryolu hattını tamamen tahribetmek için Elcezire Cephesi Ordu Komutanlığı�na, Genel Kurmayca gerekli emir verildi. Hemen o gün Cerablus Köprüsü tarafımızdan tahrip edildi ve var olan geçiş noktası yok edildi.

Hacı Hayali Efendi (Urfa)- Tamamen mi Paşa, yoksa kısmen mi?

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Mümkün olabildiği kadar. Bilirsiniz, Cerablus köprüsü son derece sağlamdır. Kısmen olsa gerek, derecesi bence bilinmemektedir. Fransızlar bu şekilde bu durum ve faaliyet karşısında doğuya yürümekten vazgeçerek, Antep çevresinde kendi aleyhlerine yapılmakta olan ufak tefek girişimlerden de etkilendiler. Çünkü Antep�teki millî kuvvetlerimiz, gerçekten bir taraftan Akçakoyunlu yönündeki Fransız kuvvetlerine, diğer taraftan da Akçakoyunlu�daki Fransız kuvvetlerine karşı Halep ve Kilis arasında ulaşımlarını kesecek şekilde müfrezeler göndermişlerdi. Bundan dolayı, bu hareket karşısında Fransızlar Cerablus�ta bile durmaksızın hemen 5 Ağustos günü batıya yürüdüler ve Cerablus�tan 25 kilometre kadar batıda bir yerde 5/6 Ağustos gecesini geçirdiler ve 6 Ağustos�ta bile yine yürüyüşlerine devam ettiler ve o gün akşam Akçakoyunlu�ya geldiler. Bizim Cerablus doğusuna geçmiş bulunan müfrezelerimiz, tekrar batıya geçerek Cerablus istasyonunu ele geçirdi. Diğer taraftan Antep yakınında bulunan millî kuvvetlerimiz de orada bulunan Fransız kuvvetlerini sıkıştırmaya başladı. Fransızlar 7 Ağustos günü, yaklaşık 2 piyade alayı, bir süvari alayı ve iki top bataryasından ibaret bir kuvvetle Antep genel yönünde olmak üzere Karacaviran�a doğru bir yürüyüş yaptılar ve akşama kadar Karacaviran�ı işgal ettiler. Hatta Karacaviran�ın kuzeybatısında bulunan Kızıldağ�a kadar ilerlediler ve burada kaldılar. 9 Ağustos günü önemli bir kuvvet olduğu tahmin edilen bir Fransız kuvveti, Antep yönüne yürüdü ve orada Tüzülsuyu vardı, o suyu geçti ve Antep�in güneyine kadar ulaştı. Bu Fransız hareketine karşı Antep�teki millî kuvvetlerimizin de bir kısmı Antep�in güneyine geçerek orada uygun bir yer aldılar. Fransızlar 10 Ağustos günü bu yere taarruz ettiler. Özellikle, yerin sağ yanına yaptıkları baskı sonucunda, oradaki kuvvetlerimiz ,Sacursuyu doğusuna geçmeye mecbur oldular. Bunun sonucunda Fransızlar, Antep�in güney sırtlarına hâkim oldular ve şehre girerek oradaki kuvvetleriyle birleşmiş oldular. İleri kuvvetlerini de Sacur nehrinin kuzey doğusuna geçirdiler. 10 Ağustos�ta çekilen kuvvetlerimizin bir kısmı şehri savunmak üzere şehrin içine girdi. Diğer bir kısmı da şehrin kenarındaki tepelere çekildi. Fransızlar 11 Ağustosta taarruzlarına devam ile Antep�in kuzeyinde Beylerbeyi yönünde yürüdüler. Orada Dülükbaba tepesi vardır. Orada bulunan kuvvetlerimizle savaşarak orasını da işgal ettiler ki, bu tepe haritaya göre ve işittiğimize göre Antep üzerinde hâkim olacak değerli bir mevkidir.

Şahin Efendi (Antep)- Evet çok önemli bir tepedir.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Bu olaylar meydana gelirken doğal olarak diğer taraftan Fransız kuvvetlerine karşılık olacak kuvvetlerimizin Antep�te toplanması için gerekli önlemlere yönelinmiştir. Biliyorsunuz ki; bizim Islahiye�de, Kilis�de, Pazarcık�da, Maraş�da, Birecik�de ve Nizip�de kuvvetlerimiz vardı ve Fırat�ın doğusunda bile kuvvetlerimiz vardı. Bundan dolayı Fransızlar için bu saydığım yerlerden gereği kadar kuvvetin mümkün olan hızla toplanması, ilgililere emredilmişti. Gerçekten 12 Ağustos günü bu yerlerden hareket eden kuvvetlerimiz, Antep�in kuzeyinde Suboğazı yakınında toplandı ve toplanmasının ardından Antep�in kuzey cephesine yöneltmek üzere, Beylerbeyi�nin kuzey doğusundan karşı taarruza geçildi. Fransızlara karşı 12 Ağustosta başlayan bu taarruz Ağustosun on ikinci ve on dördüncü günleri devam etti. Ağustosun onbeşinci günü Antep�in kuzey cephesinden bazı önemli noktalar ele geçirildi. Örneğin, Hacıbaba denilen yer, sonra Rumevlek�in sırtları gibi, ki bunların ele geçirilmesi üzerine uzakta Dülükbaba tepesinde kalmış olan Fransızlar kendiliklerinden orayı terke ve geri çekilmeye mecbur oldu ve bir taraftan da şehir içinde bulunan savaşanlarla temas ortaya çıktı ve onlara cephane ve diğer şekillerde yardım imkânına da ulaşmak mümkün oldu. 16/17 Ağustos günü kuvvetlerimiz aralıksız taarruzlarına devam ettiler. Nihayet 18 Ağustos günü ki, bundan iki gün önce en son ve kesin taarruzlarını yaptılar. Yalnız 12 Ağustostan 18 Ağustosa kadar geçen yaklaşık bir haftalık süre zarfında Antep halkı büyük acılara ve takiplere uğradı. Fransız kuvvetleri komutanı halka hitaben gönderdiği bir beyannamede, �Barış antlaşması gereğince buraları Suriye�ye ait sayarak Fransız mandasına teslim edilmiştir. Burası da Suriye bölgesine girer. İki saat zarfında teslim olmadığınız takdirde bütün şehri toplarımızla yakacağız ve hepinizi öldüreceğiz� dediler. Oradaki halk bu öneri üzerine toplandılar. Sonuç olarak, �Antep yanar ve bütün Antep halkı bu yangının içinde ölür, fakat düşmana teslim olmaz� dediler (şiddetli ve sürekli alkışlar). İşte İslâmiyete ve ırkımıza yakışan bu kahramanlığı gösterdiler. Bu kahramanlığı bozmak isteyen birkaç kişiyi de hemen yok ettiler (gülmeler). Düşmana karşı kutsal saydıklarını savunmalarına devam ettiler. Bunun sonucu olarak; 18 Ağustos günü öğleden sonra saat ikide, düşmanın kuşatma hattında doğu cephesinde bulunan kuvvetleri tamamen mağlûp edildi ve bozguna uğrayarak parçalandı ve kuvvetlerimiz Antep�in içerisine girdi. Düşman kuvvetlerinin bir kısmı da bozgun bir şekilde çekiliyorlardı. Bizim de kuvvetlerimiz, özellikle süvari kuvvetlerimiz bu geri çekilen düşmanı takibediyordu. Bundan dolayı Antep�in en son bildiğimiz durumu bundan ibarettir.

Yasin Bey (Antep)- Sayın Paşam, bu kadar savaşların devamı sırasında Antep halkının, göç, kelimesini kesinlikle ağızlarına bile almadıklarının söylenmesini çok rica ederim.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Gerçekten Efendiler, Antep bölgesinde bulunan dindaşlarımız, istiklâl mücadelesine başladığımızdan beri, Yasin Bey kardeşimizin de ifade ettikleri gibi, hiçbir zaman, hiçbir neden ve şekilde göçten söz etmemişlerdir. Antep�teki kahraman dindaşlarımızın daima söz ettikleri bir şey var ise o da; memleketlerini düşman ayakları altında bırakmamak ve memleketlerine tecavüz cüretini gösteren düşmanı, kendi kuvvetlerine dayanarak, daima yok etmek ve yenmek ve sürmektir (şiddetli alkışlar). Antep ve yöre halkının vatan savunmasında, şeref, namus ve istiklâl savunmasında gösterdikleri hareket tavrı gerçekten övgüye değerdir ve gerekeni yapmaya değerdir.

Hacı Hayali Efendi (Urfa)- Efendim, cepheyi yaran özellikle Birecik ve Nizip Millî Kuvvetleridir ki bunlardan da bahsedilmesini rica ederim. Millî Kuvvetler Komutanı�nın bu konuda bir telgrafı vardır.

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Efendim, oraya, arzettiğim gibi Birecik Millî Kuvvetleri geldi, Nizip Millî Kuvvetleri geldi ve Cerablus�taki düzenli kuvvetler de geldi. Elcezire cephesi Komutanlığı�ndan düzenli kuvvetler de gelmişti ki, piyade ve süvariden ve topçudan ibaret idi ve bu hareketi uygulayan, Millî Kuvvetler ile düzenli kuvvetler de beraberdir. Urfa bölgesi Millî Kuvvetler Komutanı Pehlivanzade�den bana da bir telgraf vardır. 18 Ağustos yazıyor. Orada �Allah�ın yardımı ile Birecik ve Nizip Millî Kuvvetlerinin şiddetli taarruzları sonucu olarak kahraman Millî Kuvvetlerimiz kasabaya girmiştir� diyor. Bu kişi orada bulunan Millî Kuvvetlerin komutanlarından birisidir. Bunun gibi daha birçok kahraman komutanlarımız vardır. Orada bu Millî Kuvvetleri sevk ve idare eden Kolordu Komutanı Salâhattin Beydir.

Efendim, hazır bu ayrıntılara girişmiş iken doğudan da bir kelime ile söz edeyim. Doğuda Yüce Heyetiniz�e söylemeye değer yeni bir haber yoktur. İnşallah yakında memnun olabileceğiniz haberleri iletmeyi başarırız. Yalnız Doğu Cephesi Ordu Komutanlığı tarafından Genelkurmay Başkanlığı�na çekilmiş bir telgrafname vardır ki; bunu Yüce Heyetiniz�e arz edilmek üzere Başkanlık Makamı�na göndermişlerdir. Bunda Ermenilerden söz eden bazı bilgi olduğu için Kâtip Beye vereceğim, okusun efendim. Başka bir isteğiniz var mı efendim? (Hayır, hayır sesleri).

Sırrı Bey (İzmit)- Ethem Bey, bizim sıkıntılı bir zamanımızda yetişerek bize pek rahat günler yaşattı. Onun böyle hasta olduğunu işittiğimiz zaman üzüntülü olduğumuzun Meclis adına Ethem Bey kardeşimize bir üzüntü mektubu ile bildirilmesini öneriyorum. (uygun, uygun sesleri).

Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Efendim, Ethem Bey kardeşimizin rahatsızlığından dolayı gerçekten ben de o üzüntüyü şahsen kendimde duydum ve Başkanlık Makamından kendilerine zaten bildirmiştim. Bununla beraber; Genel Kurul adına da uygun bulur iseniz tekrar kardeşi aracılığıyla yazarız (hay hay sesleri).


#49 - Eylül 16 2008, 15:38:21
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Basın ve Haberleşme Genel Müdürlüğü (Matbuat ve İstihbarat Müdüriyet-i Umumiyesi) Hakkında
26 Eylül 1920


Bir kelime söyleyeceğim. Beyefendi basın ve haberleşmeden söz ettiler, ona ilişkin bazı şeyler önerdiler. Yüce heyet kabul buyururlarsa bir şey önereceğim. Genel Müdürlüğün kuruluş tarihinden bugüne kadar gösterdiği çalışma hakkında Yüce Heyete bilgi ve açıklama sunmak ve ondan sonra yeni önlemler hakkında Yüce Heyetin kararına bilgi vermek üzere eğer uygun bulunursa Genel Müdür, genel heyete yarın veyahut her ne zaman arzu ederseniz açıklama yaparlar. Ve ondan sonra konuşmalara ve tartışmalara geçilir.

Reis- Efendim, şimdi iki öneri var.

Refik Bey (Konya)- Sayın Paşamın buyurdukları doğrudan doğruya, kurulan Basın ve Haberleşme Müdürlüğü�nün yaptığı şeyler hakkında bilgi almaktır. Halbuki, dünkü geçen konuşmada Basın ve Haberleşme Genel Müdürlüğü�nün hak ettiği şekilde arzu ettiğimiz görevleri yapmadığından söz edildi ve buna dayanarak doğrudan doğruya bir bakanlığa bırakılmasıyla bunun daha geniş bir şekilde uygulanması konusu söz konusu olmuştu.

Mustafa Kemal Paşa (Ankara)- İzin verirseniz buradan söyleyeyim. Beyefendi�nin söyledikleri çok doğrudur. Fakat, yapılan görevlerin yetersiz olduğunu ve gereken bilgiyi verip vermediğini değerlendirebilmek için, şimdiye kadar çalışma derecesini ve çalışma sonucunu, bu çalışmayı yapanların ağzından ve bu sorumluluğun üzerinde bulunanlardan işitmek gerekir, Ondan sonra yetip yetmediğine karar verilebilir.
#50 - Eylül 16 2008, 15:39:03
''Cehennem, başkalarıdır. ''

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.