Alternatifim Cafe

Sağlık Haberleri

Discussion started on Sağlık

Neden Başım Dönüyor?

Vertigo birçoğumuza ünlü İngiliz yönetmen Alfred Hitchcock'un ünlü filmini çağrıştırır. Baş dönmesinin tıbbi adı olan bu kelime bazıları için film adı olmasının dışında anlam taşıyor.

 Gündelik hayatta kimimiz sürekli hafif şekilde, kimimiz ise çok şiddetli olarak bir denge problemi yaşarız. Yaşayanların çok iyi bildiği ve günlük aktivitelerini kabusa çevirebilecek kadar şiddetli olabilen bir rahatsızlık. Bazılarımız içinse daha hafif ama süreklilik göstererek sıkıntı oluşturan bir dert baş dönmesi.

Baş dönmesini tıbbi açıdan ele alan Bosphorus International Kulak Burun Boğaz'dan Op.Dr. Fuat Güder baş dönmesinin kısaca bir denge problemi olduğunu söylüyor. "Çoğu zaman bu rahatsızlık iç kulağa bağlı bir problemden ortaya çıkar. Baş dönmesi şikayeti ile hekime başvuran hastalar genellikle çevrelerinin ve kendilerinin döndüğünü bazen bulantı olduğunu da ifade ederler".

Araştırmalar baş dönmesinin doktora başvurmayı gerektiren şikayetler içinde ağrıdan sonra ikinci sırayı aldığını gösteriyor. Toplumun yüzde otuzunun baş dönmesine genetik olarak yatkın olduğu biliniyor. Baş dönmesi kadınlarda ve özellikle 30-50 yaşlarında daha sık görülüyor. Farklı tipleri bilinen baş dönmesi hastalardaki yaşam kalitesini ciddi olarak etkileyebiliyor.

Denge sistemimiz vücudumuzdaki farklı merkezler tarafından kontrol edildiği için, baş dönmesinin nedenini saptamak her zaman çok kolay olmayabilir. Damar sistemindeki bozukluklar, iç kulağın hastalıkları, kafatasındaki yaralanmalar, virüs enfeksiyonları ya da allerjiler baş dönmesi meydana getirebiliyorlar.

Baş dönmesini tetikleyen faktörler incelendiğinde hastaların yüzde yetmişinde stress hikayesine rastlanabiliyor. Uykusuzluk, ağır diet, yorgunluklar, gerilimler risk faktörleri arasında gösteriliyor. Op Dr Güder, baş dönmesi yaşayan hastaların nörologlara, KBB uzmanlarına ya da dahiliye uzmanlarına başvurabildiklerine, bir çok defa da bu dallara mensup hekimlerin işbirliğinin tanı ve tedavide şart olduğuna dikkat çekiyor. Güder "Biz KBB hekimleri olarak daha ziyade iç kulağı ilgilendiren baş dönmesiyle ilgileniyoruz. Merkezimizde hastalarımıza ayrıntılı testler yaparak nedeni ortaya çıkarıyor ve tedavisine başlıyoruz" diyor.

Tedavide ilaçlar ve dinlenme öncelikli olarak yer buluyor. Bazen doktorunuz tarafından yaptırılan baş egzersizleriyle iyileşecek kadar basit, bazen de cerrahi tedavi gerektirebilecek kadar ağır seyredebiliyor.

Uzmanlar baş dönmesi geçiren hastaların gıdalarına ve yaşam biçimlerine dikkat etmeleri gerektiğinin altını çiziyor. Stresin kontrol altında tutulması, uyku düzenine dikkat edilmesi öncelikli olanlar. Gıdalar söz konusu olduğunda ise, öğün atlamamaya, aşırı tuz kullanmamaya dikkat etmek, sigara, alkol ve biradan mümkün olduğunca uzak durmak gerekiyor. Çay, kafein, tatlandırıcılar, çikolata da şüpheli içecek-yiyecekler listesindeler.

Baş dönmesinin bazen hayatı tehdit edebilen hastalıkların da habercisi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu nedenle bu konuda en doğru yorumun konunun uzmanı olan hekimlerce yapılabileceğini bilmekte yarar var.

Kaynak: Bosphorus International Kulak Burun Boğaz Hastanesi
#176 - Mart 30 2009, 13:14:03
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


"Sıfır beden" takıntısı!

Uzmanlar bir tehlikeye dikkat çekiyor: "Sıfır beden olma isteği beden imaj bozukluğu olabilir. Bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı yoktur"

 Ondokuzmayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Karacalar, son günlerde çok tartışılan "sıfır beden"in beden imaj bozukluğundan kaynaklanabileceğini belirterek, bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı olmadığını söyledi.
Karacalar, son günlerde çok tartışılan "sıfır beden"in bir güzellik ölçütü olduğunu, ancak bu güzellik ölçütünün aşırıya kaçırıldığını söyledi.
Bayanların sıfır beden olma isteğinin "Beden imaj bozukluğu" olabileceğini belirten Karacalar, "Beden imaj bozukluğu aşırı olarak algılanan ya da var olduğu zannedilen bir görüntü bozukluğuna hastanın aşırı takılması durumudur. "Kilosu konusunda bu bozukluğa yakalanan kişide kilo kaybetmenin sınırı yoktur"
dedi.
Güzellik ölçütlerinin aşırıya götürülmesinin, bir çeşit takıntı olduğunu ifade eden Karacalar, kilo, yara izleri, burun, saç, dudak ve dişlerin en çok takıntı haline getirilen yerler arasında olduğunu kaydetti.
Beden imaj bozukluğu olan kişilerde ilgili sorunlarını giysi ya da aksesuarlarla aşırı gizleme eğilimi olduğunu anlatan Karacalar, "Sürekli tartılma, sürekli aynada kontrol eylemi ya da aşırı egzersiz düşkünlüğü
görülebilir. Bazen de tam tersi yansıyan yüzeyle karşılaşmak dahi istemezler. Sürekli fotoğraf çektirerek kontrol, ölçme, sürekli çevreden destek, toplumsal temastan kaçınma diğer bulguları arasında yer alır" diye konuştu.
Beden imaj bozukluğuna toplumda yüzde 2 oranında rastlandığını ve bu oranının son zamanlarda giderek arttığını belirten Karacalar, şunları kaydetti:
"Bu bozukluğa yakalanan ve zayıflayan kişi kilosuyla ilgili sağlıklı değerlendirme yapamaz. Ancak, çevreden duyduğu sıfır beden idealine ulaşırsa belki tatmin olur. Özellikle normal kadınların bile bacaklarını ve kalçalarını gerçek olandan ya da başkasının gördüğünden daha büyük ve kalın gördükleri saptanmıştır. Bu nedenle özellikle kadınlarda kilo takıntılı beden imaj bozukluğunun sık görülmesi doğaldır."
PSİKOLOJİK DESTEK
Kişilerde beden imaj bozukluğu olup olmadığı estetik cerrahi girişiminden önce mutlaka saptanması gerektiğini anlatan Karacalar, yapılan estetik cerrahi girişimlerin genellikle bu kişileri mutlu etmediğini ve "bu mutsuz hasta gurubu"nun sık ameliyat olduğunu söyledi.
Karacalar, beden imaj bozukluğu olan kişilerin ameliyat öncesi saptanmasının öncelikle psikiyatrik destek için şart olduğunu vurguladı.

AA
#177 - Mart 30 2009, 13:14:29
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Hastalıksız bir kış için 6 kural

Havaların soğuduğu şu günleri sağlıklı geçirmek için yapılması gerekenlerin bir listesini hazırladık

 TAYLAN KÜMELİ / bir kibrit kutusu lezzet


1- Baklagilleri ihmal etmeyin: Kuru fasulye, nohut, mercimek, barbunya gibi türleriyle iyi birer protein kaynağı olan baklagiller, et veya kıyma eklenmeden de tüketilebilecek bir besin grubudur. Haşlama olarak sebze yemeklerinize ve salatalarınıza da ilave edebilirsiniz. Haftada 2-3 kez tüketilmelidir.
2- Gribe karşı C vitamini: Vücut direncinin azalmasıyla baş gösteren gripten korunmak için kuşburnu, maydanoz, kırmızı ve yeşil sivri biber, roka, kivi, portakal, mandalina ve limon gibi C vitamini yönünden zengin meyve ve sebzeler daha fazla tüketilmelidir.
3- Bağışıklık için sebze tüketin: Sebze ve meyveler, önemli vitamin ve mineral kaynağı olmalarının yanı sıra antioksidan özellik gösterirler. Toksinlerin uzaklaştırılmasında önemli rol üstlenen A, C, E vitaminlerinin kaynaklarıdır. Özellikle koyu yeşil, sarı, turuncu, kırmızı ve mor sebze ve meyveler beslenme düzeninde sıklıkla yer almalıdır. Her gün en az 5-6 porsiyon sebze ve meyve tüketilmelidir.
4- Kahve yerine kuşburnu: Soğuk kış günlerinde çay, kahve, kola, kakao gibi kafein içeren içecekler yerine C vitamini yönünden zengin olan kuşburnu çayı gibi bitki çayları, yeşil çay, rezene, melisa, papatya ve ısırgan otu çayı gibi rahatlatıcı ve bağışıklık sistemini güçlendirici bitki çayları tercih edilmelidir. Su tüketimine de yaz dönemindeki kadar önem verin, 2.5-3 litre suvı tüketin.
5- Sıvıyağ kullanın: Kış aylarında fazla miktarda yağ tüketimi, kilo artışlarına neden olur, vücudun bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek hastalıklara yakalanma riskini artırır ve hastalık süresini uzatır. Bu nedenle tereyağı ve margarinlerden kaçınılmalı, sıvı yağlar kullanılmalı.
6- Güneş ve süt ürünleri şart: Kış mevsiminde güneş, yüzünü daha az gösterdiğinden, güneşten alınan UV ışınları ile deride sentezlenen D vitamininden bu mevsimde yoksun kalınır. Özellikle kemik ve diş gelişimi için önemli olan kalsiyumun vücutta kullanılmasını, depolanmasını sağlayan D vitamini gereksinimini karşılamak için güneş ışınlarından yararlanılabildiği ölçüde yararlanılmalı, süt ve süt ürünleri, balık gibi diğer D vitamini kaynakları da tüketilmelidir.


Sebze çorbası
Malzemeler: Bir orta boy lahananın 4'te biri, 2 adet kabak, 1 adet kereviz (sapıyla), 1 pırasa, 1 paket brokoli, 4 adet domates, 1 yemek kaşığı sıvıyağ ve baharat.
Hazırlanışı: Malzemeleri bir tencerenin içine doğrayın. Yağı, dilediğiniz baharatları, 5-6 bardak suyu ekleyerek pişirin. Piştikten sonra limon ve pul biber de eklenebilir.
#178 - Mart 30 2009, 13:15:05
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Guatr ameliyatlarında dikiş izi kalmıyor

Bosphorus International Kulak Burun Boğaz'ın Medikal Direktörü Prof.Dr. Günter Hafız konu ile ilgili son gelişmeleri anlattı...

 Tiroid-Guatr bezi boynun ön bölgesinde nefes borusunun hemen önünde yer alan kelebek benzeri ikili kanadı bir de birleştirici bölgesi olan 20-25 gr ağırlığında bir iç salgı bezidir. Yalnızca 25 gr ağırlığında olmasına rağmen salgıladığı hormonlar ile büyüme ve gelişme ve metabolizmada önemli rol oynar.
Guatr ise tiroid bezinin herhangi bir sebeple büyümesi ve bunun dışarıdan farkedilmesi durumudur ülkemiz gibi iyot tüketiminin yetersiz olduğu bölge insanlarında sıkça görülen bir rahatsızlıktır.

''Erken teşhis çok önemlidir.''
Dünyada yaklaşık 200 milyon insanda tiroid hastalığı bulunmaktadır. Ancak günümüzde tiroidle ilgili hastalıkların bir çoğunun tedavisi mümkündür. Tedavi edilmemiş tiroid hastalıkları ise ciddi va kalıcı hasarlara yol açabilmektedir. Bu durumu önlemek isteyen kişiler en ufak belirtilerden birini hissettiklerinde hekim ile temasa geçerek erken dönemde hastalığın kontrol altına alınmasını sağlayabilirler.
Ülkemizde de tiroid hastalığı 10 kişiden 3'ünü etkilemektedir. Tiroid hastalıklarının çoğu bayanlarda daha sık görülmektedir.


Belirtileri; Aşırı hormon salgılanması anlamına gelen Hipertiroidizm ve hormonlarının yetersiz çalışması durumu olan hipotiroidizm belirtileri farklı şekillerde ortaya çıkabilir:
 
Hipertiroidizm Hipotiroidizm
*iştah artışına rağmen kilo kaybı *kilo alma
*sık sık büyük abdeste çıkma *kabızlık
*sıcaktan rahatsız olma,terleme *soğuktan rahatsız olma
*nabzın yükselmesi *nabzın düşmesi
*Sinirlilik, duygusal değişiklikler *güçsüzlük, yavaşlama
*Guatr * Guatr
*Saçlarda yağlanma,incelme *Saçlarda kabalaşma,kuruma, dökülme
 


Neler yapılmalı?
Uygun teşhis ve tedavi şeklinin cerrah, endokrinolog, radyolog, patolog ve nükleer tıp uzmanından oluşan bir ekip tarafından planlanması ve yürütülmesi gerekir. Muayene, kan testi (T3, T4, TSH hormonları tetkiki), tiroid ultrasonu, ince iğne aspirasyon biyografisi veya sintigrafisinden teşhiste yararlanılır. Tedavi ilaçla, radyoaktif iyot tedavisi ile ve cerrahi yöntemlerle yapılabilir.


Ameliyat izi
Cerrahinin bir çok dalı gibi tiroid cerrahisinde de mikroinvazif (daha az zarar veren) teknikler uygun vakalarda ön plana çıkmaya başladı. Endoskopik cerrahideki gelişmeler ve damarları dikiş ya da bağlamaya ihtiyaç duymadan kapatan ve kesen cihazlar yardımı ile uygun olgularda ameliyatı yaklaşık 2 cm' lik bir kesiden gerçekleştirmek mümkündür. Geniş cilt kesisinden kaçınmak doğal olarak daha estetik bir görünüme ve daha hızlı ameliyat sonrası iyileşmeye yardımcı olmaktadır.
#179 - Mart 30 2009, 13:15:28
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Profilo Alışveriş Merkezi'nde ücretsiz sağlık seminerleri devam ediyor

Profilo Alışveriş Merkezi tarafından Şişli Belediyesi'nin katkılarıyla 6 yıldan beri yapılmakta olan "Sağlık İçin Elele" seminerleri Amerikan Hastanesi, Biruni Laboratuvarları, Haliç Üniversitesi, Intermed Polikliniği ve Aileeğitim.org ile ortaklaşa düzenleniyor.


Toplumda, "halk sağlığı" bilincinin oluşturulmasına katkıda bulunmak ve koruyucu hekimliğin yaygınlaşmasını teşvik etmek amacıyla düzenlenen seminerlere katılım ücretsizdir.

Çarşamba günleri saat:12.30'da Profilo Kültür Merkezi'nde sponsor sağlık kuruluşları uzman hekimlerince her hafta farklı bir konunun işleneceği seminerlerin Aralık ayı programı şöyledir:

PROGRAM


Konu: Kan Hastalıkları (Hemofili)- Haliç Üniversitesi

Tarih: 6 Aralık Çarşamba

Konu: Sırt ve Boyun Ağrıları – Amerikan Hastanesi

Tarih: 13 Aralık Çarşamba

Konu: Kalp ve damar hastalıkları nasıl önlenir- İntermed Polikliniği
Tarih: 20 Aralık Çarşamba

Konu: Bebek Sağlığı- Biruni Laboratuvarları
Tarih: 27 Aralık Çarşamba
Yer: Profilo Alışveriş Merkezi Kültür Merkezi-Salon-1
Saat: 12.30
#180 - Mart 30 2009, 13:16:19
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Anne sütünden sonra en yararlı besin

Üzerinde hile yapılamayan tek gıda; yüzde yüz vücut proteini YUMURTA

Üzerinde hile yapılamayan tek gıda; yüzde yüz vücut proteini! Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nca hazırlanan ''Neden Yumurta? Yumurtanın Besin Değeri'' başlıklı broşürde, yumurtanın, anne sütünden sonra insanın ihtiyacı olan tüm besin ögelerini bulunduran ve hile yapılamayan tek gıda olduğu vurgulandı.

YÜZDE YÜZ VÜCUT PROTEİNİ

''Yumurtanın, 'yeni bir yaşamın özü' olduğuna vurgu yapılan broşürde, yumurtanın içinde bulunan proteinlerin tüm besinler içinde en kaliteli protein olduğu, yumurta proteininin yüzde 100 oranında vücut proteinine dönüşebildiğine dikkat çekildi.

ZİHİNSEL BEDENSEL GELİŞİMDE ÇOK FAYDALI
''Hafıza vitamini'' olan, bir çeşit B vitamini Kolin'in yumurtada da bulunduğu, yumurtanın özellikle çocukların zihinsel ve bedensel gelişiminde önemli rol oynadığı düzenli tüketilmesi kanser, kalp damar hastalıklarından korunmada ve tedavisinde, sindirim sisteminin sağlığında ve korunmasında, menopoz semptomlarının hafifletilmesinde, osteoporozun önlenmesinde etkili olduğu kanıtlanmıştır. Yumurtada yaklaşık 4,5 gram yağ olduğu, bunun 1,5 gramının doymuş geri kalanının ise doymamış yağ olduğu ifade
#181 - Mart 30 2009, 15:56:45

İşitme kaybına 22 dilli çözüm

Duyma sorunu yaşayanlar için 22 dilde konuşan işitme cihazı geliştirildi

İşitme kaybı olan ya da duyma sorunu yaşayan çocuklar, gençler ve ileri yaştaki kişiler için 22 dilde konuşan işitme cihazı geliştirildi

Dünyada hızla yaygınlaşan bu yeni cihazın işitme kaybı olan çocukların yanı sıra genç ve yaşlılarda ortaya çıkan işitme kayıplarını da önemli oranda çözdüğü ve gerçeğe en yakın ses kalitesinde duyma garantisi verdiği belirtiliyor.

İşitme kaybı olup da şimdiye kadar klasik işitme cihazlarıyla duyulamayan kuş, su, müzik gibi ince seslerin de bu yeni cihazla artık duyulabileceği belirtiliyor. Danimarka merkezli Widex adlı kuruluş tarafından geliştirilen ve Mind 440 ismini taşıyan cihaz, akıllı konuşma fonksiyonuyla kullanıcıları her konuda yönlendiriyor. Kullanıcıları pili bittiğinde uyarıyor, cihazın hangi programda kullanıldığını söylüyor. Cihaz en gürültülü ortamlarda bile normal sesle gürültüyü birbirinden ayırabiliyor.

Türkçe dahil 22 dilde sesli uyarı programına sahip olan işitme cihazı, Türkiye'de de satışa sunuldu. Aynı zamanda çınlama sorunu olan hastalar da “Zen programı” adını taşıyan ve Uzakdoğu melodilerinden oluşan müziklerle rahatlatılıyor, çınlamanın verdiği rahatsızlık ve stres büyük ölçüde ortadan kaldırılıyor

#182 - Mart 30 2009, 15:57:17

Reflü ile savaşmanın yolları

Birtakım belirtileri nedeniyle başka hastalıklarla karıştırılabiliyor

Kalp krizi aslında reflü sancısı olabilir!

Reflü; hayatı tehdit etmiyor, fakat yaşam kalitesini düşürüyor. Göğüs kemiği arkasında bir yanma hissi ve ağza doğru acı su gelmesiyle kendini belli ediyor. Ayrıca ses kısıklığı ve zaman zaman astım benzeri öksürük nöbetlerine yol açıyor. Hatta ve hatta pek çok hastalığın kılığına girebiliyor. İstanbul Cerrahi Hastanesi Reflü Hastalığı Tanı ve Tedavi Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Yerdel, reflüyle ilgili soruları yanıtladı...

Reflü tam olarak ne anlama geliyor?
Reflü'nün kelime anlamı 'geri akım'dır. Normalde sindirim sistemimizdeki içeriğin hareketi; ağızdan yutma borusuna, yutma borusundan mideye doğrudur. Bunun tersine, yani mideden yutma borusuna doğru bir içerik kaçmaması gerekir. İçerdiği yoğun asit nedeniyle mide içeriğinin yukarı, yutma borusunun içine doğru geri kaçması; yutma borusunun buna karşı bir savunması olmadığından, çok ciddi tahribata ve dolayısı ile 'reflü hastalığı' olarak bilinen bir dizi şikayete yol açabiliyor. Her insanda ayda yılda bir gözlenebilen tek tük reflü şikayetlerini bir hastalık olarak kabul etmiyoruz. Ancak, tipik reflü şikayetleri ile her gün mücadele eden ve tedavi arayışına girmiş kişileri kesin tanının ardından reflü hastası kabul ediyoruz.

Hangi şikayet 'reflü' anlamına gelir?
Kişinin yediklerinin istemeden ağza doğru geri gelmesi ve buna bağlı olarak ön-orta göğüs kemiğinin arkasında yanma hissetmesi en tipik şikayettir. Amerikalılar'ın 'kalp yanması' olarak adlandırdığı bu durumu bizim hastalarımız, 'ağza acı su gelmesi' olarak nitelendirebiliyorlar. Bu, bazen yanma şeklinde olmayabiliyor ve ağrı olarak da algılanabiliyor. Bu tip bir göğüs ağrısı, ileri yaştaki birinde, kalp kriziyle bile karışabiliyor. Nitekim kalp krizi geçirmekte olduğunu sanıp, acil servise başvuran ileri yaştaki kişilerin yüzde 10-15 gibi hatırı sayılır bölümünde bazı tetkiklerden sonra aslında problemin basit bir reflü atağı olduğu anlaşılıyor.

Reflünün başka belirtileri var mı?
Reflü hastalığı birçok kişide; sık tekrarlayan ses kısıklıklarının, seste çatallanmanın ve bir dizi boğaz problemlerinin araştırılması sırasında ortaya çıkıyor. Reflüye bağlı genizboğaz problemi olanlar daha çok sabah uyandıklarında şikayetlerinin fazla olmasından yakınırlar. Bunun nedeni; gece yatar pozisyonda uyurlarken, kendileri fark etmeksizin süregelen reflüdür. Bu tip hastalar, genellikle kulakburun- boğaz (KBB) doktorlarına başvuruyorlar. Tecrübeli KBB'ciler, başka bir nedene bağlayamadıkları ses teli tahribatının nedenini araştırırken, doğru tanıyı koymakta zorlanmıyorlar. Profesyonel anlamda sesini kullananlar için çok ciddi problemlere yol açabiliyor reflü hastalığı. Ciddi iş gücü kaybına neden olabiliyor.

ASTIMLA KARIŞTIRILIYOR
Reflünün tetiklediği başka bir rahatsızlık var mı?
Erişkin yaşta ortaya çıkan astım şikayetlerinin nedeni reflü hastalığı olabiliyor. Bunun nedeni ise; reflüsü olan bir kişi gece yattığında, ağzına ve oradan da akciğerine çok az miktarda asit geliyor. Hava yollarına sürekli kaçmakta olan çok az miktardaki asit, hava yollarında spazmlara yol açarak astım bulgularına neden olabiliyor. Yani ataklar şeklinde gelen öksürük krizleri, hırıltılı solunumla karakterli astım tablolarına yol açabiliyor. Bu hastalar, bazen yıllar boyunca yanlış anti-alerjik tedavilerle oyalanabiliyorlar. Dolayısıyla önceden hiçbir akciğer rahatsızlığı bulunmayan 30'lu ya da 40'lı yaşlardaki birine astım tanısını koyarken, altta yatan nedenin reflü olup olmadığının mutlaka araştırılması lazım. Çünkü eğer astımı tetikleyen reflü ise bunun tedavisi tamamen farklıdır.
#183 - Mart 30 2009, 15:57:50

Bebek isteyenler beslenme önerileri

Beslenme Uzmanı Banu Kazanç'tan bebek isteyen anne adaylarına özel öneriler:

Potasyumdan zengin fındık badem, balık ile C vitamini içeren limon, biber, portakal, mandalina gibi meyveler tedavide başarıyı artırabilir
Bebek sahibi olmaya karar verdiyseniz, sağlıklı hamilelik geçirmek, sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek için öncelikle doğru düzenlenmiş bir beslenme programını uygulamalısınız. Özellikle de anne olmak isteyen ancak yardımcı üreme yöntemlerine ihtiyaç duyan bir kadının tüp bebek tedavisini uygulamaya başlamadan önce ideal kilosunda olması gerekiyor.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Banu Kazanç, şişman olan bir kadının tüp bebek uygulamasında başarısız olma ihtimalinin daha da arttığına dikkat çekiyor.
Anne olmak isteyen bir kişinin hem kilolu hem de polikistik over (çok sayıda kist içeren yumurtalık) rahatsızlığı varsa tüp bebek uygulamasının başarılı olma şansının daha da düştüğünü de vurgulayan Kazanç, 'Polikistik over metabolik sendrom dediğimiz insülin direncine sebep olabiliyor. Bu da kadının karın bölgesini yağlandırıyor. Karında yağlanma ise tüp bebek uygulamasının başarısını düşürüyor' dedi. Kazanç, tüp bebek tedavisinin başarısını desteklemek için nasıl bir beslenme düzenine geçilmesi gerektiğini şöyle anlattı:

- Günde en az 2,5-3 lt su içmelisiniz.
- Sigara içen kadınların gebe kalma oranı içmeyenlere göre daha düşük. Üreme sistemine zarar veren alkol ve sigarayı içmemelisiniz.
- Haftada üç gün balık yemeyi ihmal etmemelisiniz.
- Suni tatlandırıcılar diyet programında kullanılabilir fakat tüp bebek tedavisinde tüketmemelisiniz.
- Çay ve kahve tüketimini azaltmalısınız. Hatta kahveyi tümden bırakın, çayı da çok seviyorsanız açık içmeye çalışmalısınız.
- Pişirme tekniği en uygun ve yüksek şekilde vitamin, protein, mineral alınması için çok önemli. Kızartmalar yerine ızgara veya fırında az yağlı pişirilmiş yemekleri tercih etmelisiniz.
- Makarna ve sebzeleri az suda haşlayarak pişirmelisiniz.
- Gebelik öncesi tedavide anne adayının folik asit alması, folik asitten zengin besinlerle beslenmesi şart. Folik asit yeşil yapraklı sebzelerde, fındık, badem ve baklagillerde yoğun bir şekilde bulunmaktadır. Bu yiyeceklerin miktarları da önemlidir. Haftada 3 kez kuru baklagil, haftada 50 gr. badem, haftada 50 gr. fındık yemelisiniz.
- İyi kaliteli bir uyku ve yürüyüş de önemlidir. Haftada 3 defa düzenli yürümelisiniz.
- C vitamininden zengin gıdalar seks hormonlarının iyi çalışmasını sağlar. Bol miktarda kivi, limon, portakal, mandalina, biber yemelisiniz.
- Bezelye, brokoli, havuç vitamin ve mineral açısından zengin sebzelerdir. Günde 1 havucu salatada; bezelye ve brokoliyi de zeytinyağlı sebze olarak tüketmelisiniz.

Doğumdan sonra formu korumak için neler yapılmalı?
EGZERSİZ 1 Yere uzanıp sağa dönün ve bacaklarınızı gerin. Üstteki ayağınızı, altta kalan ayağınızın önüne getirip zemine yerleştirin. Sağ dirseğinizden destek alın. Kolunuzun alt kısmı öne doğru bakmalı. Vücudunuzun üst kısmını ve kalçanızı vücudunuz düz çizgi oluşturuncaya dek yukarı kaldırın. Bu egzersizi sol tarafınızla da 5'er kere tekrar edin.
EGZERSİZ 2 Omuzlarınızı bileklerinizden destek alarak yükseltin. Elleriniz öne bakmalı. Ayaklarınızı kalça genişliğinde açıp parmak uçlarınızın üzerinde yükselin. Dirseklerinizi ve kalçanızı hafifçe eğin. Değişimli olarak sol ve sağ kolunuzu ileriye doğru uzatın ve beden ağırlığınızı da diğer yöne kaydırın. Dikkat! Göbek bölgenizdeki kas gerginliğini mutlaka koruyun.

SOFRANIZDA BULUNSUN
Domates: Damarları yumuşatır, kanı durultur, üre miktarını düşürür. C vitamini içerir. Vücudu gençleştirir, kalp, karaciğer, böbrek bozuklukları ve şeker hastaları için faydalıdır. Domates böbrekleri çalıştırarak bol idrar söktürür, vücutta biriken üre asidi ve ütrat tuzlarını eriterek idrarla dışarı atar, vücutta biriken suyu boşaltır. Zengin bir potasyum kaynağıdır. Yüksek kan basıncını düşürmeye yardımcı olur ve vücudun su tutmasını engeller, bu yüzden zayıflama diyetlerinde de önemli yer alır. Hazmı kolaylaştırır, nişastalı yiyeceklerin kolay sindirilmesini sağlar.

BEBEK DİYETİ 1
Sadece kiloluysanız, sodyumu düşük potasyumdan zengin bir diyet programı uygulamanız yeterli. Bu diyette balığa ağırlık vermelisiniz...
SABAH: 1 bardak süt + 7 kaşık müsli veya 50 gr. yarım yağlı beyaz peynir+2 dilim bol tahıllı ekmek+domates (tuzsuz)
ÖĞLE: 1 tabak sebze yemeği (zeytinyağlı ve yeşil sebzeler olmalı, ıspanak, kabak-fasulye gibi) + 1 dilim ekmek + salata (bu mevsimde daha çok marul, kırmızı lahana salatasını tercih edebilirsiniz).
ARA: 1-2 porsiyon meyve (1 portakal +1 elma gibi).
AKŞAM: Kırmızı eti haftada 1 defa, balık haftada 3 defa, tavuk haftada 2 defa, kuru baklagillerden de özellikle mercimeği haftada 1 defa tüketin. Bu mönünün yanında 1-2 dilim ekmek alabilirsiniz, 1 kase yoğurdu eklemeyi de unutmayın.
ARA: 1 muz yiyebilirsiniz. Potasyumdan zengin bir meyve olan muz ödem de atar.

BEBEK DİYETİ 2
Hem kiloluysanız hem de polikistik over rahatsızlığınız varsa kilo verebilmeniz için vücudunuzdaki insülin direncini azaltacak bir diyet uygulamanız gerekir.
SABAH: 1 bardak süt +8 kaşık müsli veya 2 yumurtalı omlet+1 dilim ekmek veya 50 gr yarım yağlı beyaz peynir + 1 dilim ekmek.
ARA: Proteinli yiyeceklerle karbonhidratlı yiyecekleri karışık yemeliyiz yoğurt + meyve gibi.
ÖĞLE: 1 tabak sebze yemeği (etli olabilir) + 1 ince dilim ekmek + 1 kase yoğurt + salata.
ARA: Muzlu süt veya 1 tost+ayran veya peynir+ekmek.
AKŞAM: Kuru baklagil veya et, balık, tavuk (et, tavuk 200 gr. balık 400 gr olmalı) + 1 dilim ekmek veya çorba (çorbalardan mercimek, tarhana, yayla çorbalarını tercih edin) + salata.
ARA: Yoğurt + meyve veya 2 galeta + 30 gr. light beyaz peynir.
#184 - Mart 30 2009, 15:58:24

Belediye otobüslerine dikkat

Belediye otobüsleri birçok insanın sağlığını tehdit ediyor.

BURSA İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Laboratuvarı'nda görevli biyologlar tarafından, 'Umuma Açık Kullanım Alanları ve İnsanların Temas Ettiği Yüzeylerden Bulaşma Etkeni Bakteriler' adı altında yapılan araştırmada, ortak kullanım alanlarında yoğun bakteriye rastlandı.

Özellikle belediye otobüslerindeki tutunma demirleri, internet kafelerdeki mouse ve klavyelerle hamamlardaki terliklerin, bakterilerin en yoğun bulunduğu yerler olduğu belirtildi.

Bursa İl Sağlık Müdürlüğü Halk Sağlığı Laboratuvarı'ndan Biyologlar İsmail Hakkı Arık, Sinan Çakmak ve Nahit Horasan tarafından yapılan araştırma kapsamında, belediye otobüsleri, cep telefonları, hamam (sauna) ve internet kafelerden (maus, klavye, masa vb.) 20 numune alındı. Alınan numuneler 5 gün süreyle, 24 saat ve 48 saatlik periyodlar halinde laboratuvarda incelendi. Ortak kullanım alanlarında yoğun bakteriye rastlandı. Bakterilerin her ortamda bulunduğuna işaret eden uzmanlar, bunların bir çoğunun zararsız olduğunu bazılarının ise insan sağlığı açısından çok tehlikeli olabileceğini bildirdi.

Çalışmada toplam bakteri miktarı, koliform, St.aureus, E.coli gibi bakteriler açısından örneklerin analizini yaptıklarını ifade eden biyologlar, “Toplum tarafından ortak kullanılan araç, gereç ve yerlerin bakteri bulaşmasında rezervuar olduğu araştırmamızda bariz bir şekilde görülmektedir. Bu gibi alanları temiz tutmak ve gerekirse örneğin hamamlarda terlik kullanımının yasaklanması veya dezenfektan kullanımının denetlenmesi, toplu taşıma araçlarının sefere çıkmadan önce dezenfektan maddelerle temizlenmesi, internet kafelerde cihazların her kullanıcı değiştiğinde dezenfekte edilmesi gibi basit önlemlerle toplum sağlığına çok büyük katkılar sağlanacaktır” dedi.
#185 - Mart 30 2009, 15:58:55

Mucize hormon

A.A

 
 
Uzmanlar östrojen hormonunun kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu etken olduğunu açıkladı.

Sağlık Bakanlığı Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Kardiyovasküler Cerrahi Klinik Şefi Prof. Dr. Ali Kutsal, “Koroner arter hastalıklarının menopoz öncesi dönemde kadınlarda görülme sıklığı düşüktür. Kadınlarda çoğunlukla hastalık erkeklerden 10 yıl daha geç gelişir ve bunda östrojen hormonu etkilidir” dedi.           

Kutsal,  yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Avrupa ülkeleri arasında kalp damar hastalıklarına bağlı ölümler açısından en üst sıralarda yer aldığını belirterek, Türk Kardiyoloji Derneği'nce hazırlanan Türkiye Kalp Raporu'na göre “Türkiye'de 3.5 milyon kalp hastası bulunduğunu, her yıl 250-300 bin kişinin kalp-damar hastalıklarına bağlı yaşamını yitirdiğini ve 12 milyon kişinin risk altında olduğunu” kaydetti.
Damarlarda darlık veya tıkanmaya en fazla damar sertliğinin (aterosklerozes) yol açtığını ifade eden Kutsal, genç ve sağlıklı atardamarların esnek, güçlü ve elastik olduğunu söyledi. Kutsal, “Damar sertliğinde damarın iç duvarı kalınlaşır, düzensizleşir, yağ ve kolesterol birikir. Böylece damar içi çapı giderek daralır ve yeterli kan geçemez” diye konuştu.           
     
“ÖLÜMLERİN YÜZDE 60'I İLK BİR SAATTE GERÇEKLEŞİYOR”

Göğüs ağrısı, nefes darlığı, yorgunluk, bacaklarda ve vücutta şişme, şuur kaybı, birden boşlukta kalmış hissi, çarpıntı, bacak ve kollarda ağrı ile yorgunluk, anormal cilt rengi, ciltte yara açılması, şok, ani görme kaybı, kuvvet, koordinasyon-konuşma-duyu kaybının kalp ve damarlarda ciddi bir sorunun göstergesi olduğunu belirten Kutsal, bu durumun ilerlediğinde koroner arter hastalığına neden olarak şiddetli göğüs ağrısı, kalp krizi ardından da ani ölüm ile sonuçlanabildiğini bildirdi.

Kutsal, koroner arter hastalarının bir kısmında kalp krizi sırasında ağrı hissi duyulmayabildiğini de vurgulayarak, “Özellikle şeker hastalığı olanlarda ağrı duyusunun azalmasına bağlı olarak ağrı hissedilmeyebilir” dedi.

Kalp krizinden ölümlerin yüzde 60'ının ilk bir saat içinde gerçekleştiğini, bu nedenle hastanın vakit kaybetmeden hastaneye ulaştırılmasının önemine değinen Kutsal, “Kanlanamayan adalenin beslenmesi bozulur ve 30 dakika-2 saatten sonra kalıcı değişiklikler olur. Bu durumda genellikle daralmış bir damarda aniden pıhtı oluşur. Eğer tıkanıklık olan alan genişse ani ölüm görülür, geniş değilse iyileşme şansı yüksektir. Genellikle kalp adalesinin yüzde 25'i etkilenmişse kalp büyür ve kalp yetmezliği gelişir, yüzde 40'ı etkilenmişse şok ve ölüm görülür” diye konuştu.

“AİLE ÖYKÜSÜ OLANLAR RİSK ALTINDA”

Damar sertliğinde, cinsiyet, yaş ve genetik faktörlerin değiştirilemez, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol düzeyi, sigara kullanımı, şeker, aşırı kilo, uygunsuz diyet, fiziksel aktivite eksikliği ve stresin ise kontrol edilebilir risk faktörleri olduğuna dikkati çeken Kutsal, düzenli egzersizin kan basıncını düşürdüğünü, kilo kontrolünü sağladığını ve iyi kolesterol olarak bilinen HDL seviyesini yükselttiğini söyledi. Kutsal, şunları kaydetti:

“Yüksek kolesterol, şeker hastalığı ya da kan basıncı yüksekliği ancak yapılacak ölçümler ile saptanabilir. Bu nedenle düzenli check-up yaptırılmalı. 40 yaşına kadar 3 yılda bir, 40-50 yaş arasında toplam 4 kez, 50-60 yaş arasında 5 kez, 60 yaşından sonra ise her yıl bir kez kontrol yaptırılmalı. Eğer bu kontrollerden herhangi birinde saptanan anormallik varsa o zaman kontrol sıklığı artırılmalı.”
Kutsal, anne-baba ya da birinci dereceden akrabalarda erken yaşta kalp krizi öyküsü olanların da risk altında olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:

“Eğer baba veya erkek kardeş 55, anne veya kız kardeş 65 yaşından önce koroner arter hastalığına yakalanmışsa risk normalden yüksektir. En önemli genetik risk yüksek kan kolesterol düzeyine sahip olmaktır. Aileden geçebilecek diğer faktörler ise yüksek tansiyon, şişmanlık ve şeker hastalığıdır.”

“RİSKLİ KİŞİLERE ÖSTROJEN VERİLMESİ TARTIŞMALI”

Koroner arter hastalıklarının genellikle erkeklerde 45, kadınlarda 55 yaşından sonra görüldüğünü ifade eden Kutsal, “Menopoz öncesi dönemde kadınlarda hastalığın görülme sıklığının düşüktür. Kadınlarda çoğunlukla hastalık 10 yıl daha geç gelişir ve bunda östrojen hormonu etkilidir” dedi.

Damar duvarının iç yüzeyini kaplayan hücrelerin salgıladıkları maddelerin dengeleyici özelliği olduğunu ve damar sertliğinde bu dengenin bozulduğunu anlatan Kutsal, şunları söyledi:

“Östrojenin bu noktada doğrudan ve dolaylı etkisi var. Doğrudan etki olarak damar duvarı hücrelerinin bütünlüğü bozacak enzim ve madde salgılamasını önleyerek hücrelerin parçalanmasını ve araya madde girerek duvarın kalınlaşmasını önler. Yani aterosklerozun başlamasına engel olur. Ayrıca beyaz ve kırmızı kan hücreleri ile pıhtılaşmada rol alan hücrelerin damar duvarına girerek duvarı kalınlaştırmasını ve olayın ilerlemesini, aynı zamanda damar duvarındaki düz adale yapısının kalınlaşmasını önler.

Dolaylı etki olarak da iyi huylu kolesterol olan HDL seviyelerini artırırken, kötü huylu kolesterol olan LDL seviyelerini azaltır.”
Kutsal, risk altındaki kişilere östrojen verilmesi konusunun hala tartışmalı olduğunu dile getirerek, “Bazı çalışmalarda menopoz sonrası kadınlarda hormon tedavisi yapılmasının kalp damar hastalık riskini azalttığı saptanmış, bazılarında ise tam tersi sonuçlara ulaşılmıştır. Konu, geniş çaplı çalışmalar ile araştırılmaktadır. O nedenle halen böyle bir tedavi uygulaması söz konusu değil. Ancak menopoz sonrası dönemde gerek görülen kişilerde ilgili alan doktorları tarafından hormon tamamlama tedavisi uygulanmaktadır. Her ne kadar menopoz öncesi dönemde koruyucu etki varsa da Türk kadınları bütün risk faktörleri açısından menopoz sonrası dönemde yüksek risk altındadır. Özellikle 60 yaş üzerinde kadınlarımız her açıdan dünyadaki riskli ülke grupları içerisinde yer almaktadır” diye konuştu.
#186 - Mart 31 2009, 20:15:40
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Zatürre aşısı bağışıklama programında

A.A

 
 
Sağlık Bakanlığı, Kasımdan bu yana yenidoğan bebeklere uygulanan zatürre aşısını da aşı takvimine ekleyerek, Genişletilmiş Bağışıklama Programı'nı (GBP) güncelledi.

Sağlık Bakanı Recep Akdağ, yayımladığı genelgede, bağışıklama hizmetlerindeki temel amacın toplumda, özellikle bebek ve çocuklarda aşıyla korunulabilir hastalıkların ortaya çıkışını engellemek, dolayısıyla bu hastalıklardan kaynaklanan ölüm ve sakatlıkların önüne geçmek olduğunu bildirdi.

Burada aşısız çocuk bırakılmamasının hedeflendiğini vurgulayan Akdağ, ülkede bağışıklama hizmetlerini düzenleme yetkisinin bakanlığında bulunduğunu, bu düzenlemeler yapılırken dünyadaki çeşitli gelişmelerin takip edildiğini ve akademisyenlerden oluşan Bağışıklama Danışma Kurulu'nun tavsiyelerinin dikkate alındığını belirtti.

GBP kapsamında boğmaca, difteri, tetanoz, kızamık, kızamıkçık, kabakulak, tüberküloz, poliomyelit, Hepatit-B, hemofilus influenza tip b ile streptokokus pnömoniye (zatürre) bağlı invaziv pnömokokal hastalıkların, bunlardan kaynaklanan bebek ve çocuk ölümleri ve sakatlıkların engellenmesinin hedeflendiğini vurgulayan Akdağ, şunları kaydetti:

“Ülkemizde yürütülen Genişletilmiş Bağışıklama Programı'nda son dönemde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 2006 yılından itibaren aşı takvimine üç yeni antijen (kızamıkçık, kabakulak ve hemofilus influenza tip b) eklenmiş, 2008 yılı başından itibaren DaBT-İPA-Hib (difteri, aselüler boğmaca, tetanoz, inaktif polio, hemofilus influenza tip b) beşli aşısının ve 2008 yılı Kasım ayından itibaren de konjuge pnömokok aşısının kullanımı başlatılmıştır.”

Akdağ, GBP çalışmalarında temel başvuru kaynağı olan bu genelgenin her düzeyde tanıtılmasını, özel sektör dahil tüm sağlık çalışanlarının, uygulamadaki değişiklikleri yakından izlemelerinin sağlanmasını istedi.

YÜZDE 95 AŞILAMA HIZINA ULAŞMAK HEDEF

Genişletilmiş Bağışıklama Programı, doğan her bebeğin aşı takvimine uygun olarak aşılanmasını öngörüyor. Buna göre, GBP'nin hedefleri şunlar:

-Her bir antijen için etkinliği korunmuş aşı ile ülke genelinde yüzde 95 aşılama hızına ulaşmak ve devamlılığını sağlamak,
-12-23 aylık bebeklerin yüzde 90'ını tam aşılı hale getirmek,
-5 yaş altı (0-59 aylık) aşısız ya da eksik aşılı çocukları tespit edip aşılamak,
-Okul çağı çocuklarının rapel (pekiştirme) aşılarını tamamlamak,
-Tespit edilen tüm gebelere uygun tetanoz difteri aşısı dozunu uygulamak,
-Ülkenin poliomyelitten (çocuk felci) arındırılmış durumunu sürdürmek,
-Maternal (doğumsal) ve neonatal (yenidoğan) tetanozu elimine etmek,
-2010 yılına kadar yerli kızamık virüsünü elimine etmek,
-Kızamıkçık ve konjenital rubella sendromunu kontrol altına almak,
-Difteri, boğmaca, Hepatit-B, tüberküloz, kabakulak ve hemofilus influenza tip b'ye bağlı hastalıkları ve streptokokus pnömoniyaya bağlı invaziv pnömokokal hastalıkları kontrol altına almak,
-Aşı güvenliğini sürdürmek,
-Kayıt bildirim sistemini güçlendirmek,
-Toplumun katılımını sağlamak.

ÇOCUKLUK DÖNEMİ AŞI TAKVİMİ

Çocukluk dönemi aşılama takvimi ve uygulanması gereken dönemler ise şöyle:
-Hapatit-B: Doğumda (İlk 72 saat içinde), 1 ve 6. ayların sonunda birer doz.
-BCG (Verem): 2. ayın sonunda.
-DaBT-İPA-Hib (Difteri, aselüler boğmaca, tetanoz, inaktif polio, hemofilus influenza tip b-Beşli aşı): 2, 4 ve 6. ayların sonunda birer doz, 18-24
aylar arasında pekiştirme dozu.
-KPA: (Konguge Pnömokok Aşısı): 2, 4 ve 6. ayların sonunda birer doz, 12. ayda pekiştirme dozu.
-KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak): 12. ayda bir doz, ilköğretim 1. sınıfta pekiştirme dozu.
-OPA (Oral Polio Aşısı): 6. ayın sonunda, 18-24 aylıkken ve ilköğretim 1. sınıfta.
-Td (Erişkin tipi difteri-tetanoz aşısı): İlköğretim 1 ve 8. sınıflarında pekiştirme dozları.
#187 - Mart 31 2009, 20:15:57
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi açıyor

A.A

 
 
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesinin 13 Mart 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname ile resmileştiği bildirildi.

Koç Üniversitesinden yapılan açıklamada, fakültenin kuruluşunun resmileşmesinin ardından Yükseköğretim Kurumu'na eğitim programı ve kadrosuyla birlikte müracaat edileceği belirtildi.

Başlangıçta 50-60 öğrencinin alınması planlanan fakülteye giriş şartlarının üniversitenin diğer programlarından farklı olmayacağı belirtilen açıklamada, eğitim dili İngilizce olacak Tıp Fakültesinin Koç Üniversitesinin ana kampüsünde yer alacağı kaydedildi.

Açıklamada, fakültenin program ve kadrosunun bu döneme yetiştirilmeye çalışıldığı ve fakültenin durumunun ÖSYM öğrenci kılavuzu ve arkasından çıkacak ek kontenjanla belirleneceği vurgulandı.

Tıp Fakültesi Dekanı için görüşmelerin başladığı ve dekan atanmadan öğretim üyesi atamasının yapılmayacağı bildirildi.

Açıklamada, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi için Eğitim Hastanesinin de açılacağı, 200 yataklı olması düşünülen 40 bin metre kare kapalı alana sahip olacak eğitim hastanesinin yeri konusunda Koç Üniversitesinin çeşitli alternatif arayışı içerisinde olduğu ve hastanenin teknik imkanlarının Amerikan Hastanesi vasıflarında, en üst düzeyde olacağı belirtildi.

Açıklamada görüşlerine yer verilen Koç Üniversitesi Rektörü Attila Aşkar da, Türkiye'de klinik alanında iyi yetişmiş hekimler, onları yetiştiren iyi üniversiteler ve tıp fakülteleri bulunmasına karşın, temel tıp eğitiminde yetişmiş insan sayısının oldukça az olduğunu kaydetti.
Tıptaki büyük gelişmelerin temel tıp alanından geldiği ve bu alanda ciddi bir öğretim üyesi açığı bulunduğunu belirten Aşkar, şu görüşlere yer verdi:

“Koç Üniversitesi temel tıp alanında da önemli yatırımlar yapacak ve üniversitenin diğer programlarında olduğu gibi burada da üst düzey araştırma önem kazanacaktır. 20. yüzyılın fiziğin yüzyılı olduğu söylenir. 21. yüzyılın da biyolojinin yüzyılı olacağı söylenmektedir. Özellikle moleküler biyolojideki gelişmelerle tıp çok yeni bir çehre kazanmak üzeredir. Tabii ki geleneksel tıp uygulamaları, dahiliye de tanı ve tedavi sistemleri, cerrahi müdahaleler devam edecektir, ama tıbbın bu geleneksel yöntemlerinin yanı sıra moleküler tıp da gelişecek, laboratuvardan çıkıp kliniklerde uygulamaya girecektir. Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, moleküler ve ileri teknolojilerin kullanıldığı tıbbın Türkiye'deki öncülerinden olmak arzusundadır. Koç Üniversitesi bütün dünyadaki ve ülkemizdeki sistemleri inceleyerek en iyi bir program uygulamak için büyük bir heyecan duymaktadır.”
#188 - Mart 31 2009, 20:16:13
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Yaşlılara diş bakımı tüyoları

hurriyet.com.tr

 
 
Yaşlılıkta diş bakımı yaparken doğru yöntemleri uygularsanız uzun yıllar ağız sağlığınızı koruyabilirsiniz.


Bu nedenle; akşam uyumadan önce protezlerinizi çıkarıp soğuk suya bırakmayı, protez temizleme tabletleri ve dişi ipi kullanmayı ama en önemlisi de diş hekiminize altı ayda bir uğramayı ihmal etmeyin!

Akıp giden yıllar dişlerimizde bazı değişikliklere neden olsa da, ağız sağlığının bozulması, aslında yaşlanmanın doğal bir sonucu değil. Örneğin; diş bakımına özen gösteren, diş hekimine düzenli olarak giden yaşlı birinin dişleri, yarı yaşındaki bir gencinkinden çok daha sağlam ve sağlıklı olabilir!

Medical Park Bahçelievler Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Mihmanlı, yaşlılıkta dişlerde meydana gelebilecek değişimleri ve ilerleyen yıllarda dişlere uygulanması gereken bakım yöntemlerini anlattı:

" Ağız sağlığının bozulması, aslında yaşlanmanın doğal bir sonucu değildir. Bu durum; koruyucu diş hekimliği hizmetlerinin yetersizliğine, sistemik hastalıklara, ilaç kullanımına, yanlış ve yetersiz beslenmeye ve  uygun yapılmayan ağız bakımına bağlı olarak gelişir. Hatta çoğu zaman ağız hijyenine dikkat eden yaşlı bireylerin ağız sağlığı, ağız hijyenine dikkat etmeyen genç bireylerden daha iyi olabiliyor.

DÜNYA YAŞLANIYOR, DİŞLER GENÇLEŞİYOR!

" Yakın bir gelecekte; dünya nüfusunun yüzde 20'sinin 65 yaşın üstünde olacağı öngörülüyor. Diğer sağlık sorunlarında olduğu gibi, diş ve ağız sağlığı bakımından da eğitim ve bilinç düzeyinin artmasının olumlu yansımaları oluyor. Örneğin; diş sağlığı konusundaki bilincin artması, doğru beslenme yöntemlerinin uygulanması sayesinde, ileri yaş nüfusunun artışına rağmen, günümüzde dişler daha uzun süreler ağızda kalabiliyor. Özellikle de düzenli diş hekimi kontrolleri, yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyebiliyor.

" Düzenli diş bakımıyla ağız sağlığını koruyabilsek de; yaşlanmaya paralel olarak minede meydana gelen aşınma sonucu dişlerde şekilsel değişiklikler görülebilir. Bu durum basit yüzeysel aşınmalardan, önemli madde kaybına kadar ilerleyebilir. Genel olarak, yaşlanma ile ilgili olduğu düşünülen ağız içi değişiklikler; diş kaybı, dişlerin renginde koyulaşma, dişetlerinde çekilmeler, tükürük miktarının azalması, ağız dokusunda ve kaslarda zayıflama ve tat duyusunun azalmasıdır.

" Yaşla birlikte tükürük akışkanlığı azaldığı için bakteriyel plak birikimi dolayısıyla çürük ve dişeti hastalık riski artar.

PROTEZLERİNİZİ YILDA BİR KEZ CİLALATIN GECE ÇIKARIN VE SOĞUK SUDA BIRAKIN

" Yaşlanma ile ilgili olarak ağız içi ve çevre dokularda şekil ve fonksiyon açısından birtakım değişiklikler meydana gelebilir. Bu değişikliklerin ağız sağlığının bozulmasına neden olmaması için; kişisel bakımın ve düzenli diş hekimi kontrollerinin çok önemli olduğu unutulmamalı.

" Yaş ilerledikçe en sık karşılaşılan sorun, dişeti çekilmeleri ve dişlerde aşınmalardır. Ancak dişler, evde yapılan düzenli bakım ve düzenli diş muayeneleri ile bir ömür boyu sağlıklı kalabilir.

" Yaşlılıkta sistemik hastalıklarda artış olduğu için daha özenli ağız bakımı ve 6 ayda bir diş hekimi kontrolü gerekir. Ancak, ağız bakımı iyi olmayan ve ağız dokularını etkileyen sistemik hastalığı olanlar, daha kısa (1-3 ay gibi) aralıklarla doktora gitmelidir.

" Her zaman olduğu gibi yaşlılıkta da dişler günde en az iki kere florürlü bir macunla fırçalanmalı.

" Dişeti dokusunun kaybı sonucu oluşan dişler arası boşluklar, besin birikimine neden olacağı için, bu alanların temizliğinde özellikle de gece ağız bakımı sonrasında arayüz fırçası ve diş ipi ile yapılmalıdır. Ağız gargaraları da önerilir.


" Yaşlılarda dişeti mekanik kuvvetlere karşı dirençli olmadığı için, bu hastalara yumuşak kıllardan oluşan diş fırçaları tavsiye edilir.

FLOR UYGULAMASI YAPILMALI

" Dişlere  yapılan flor uygulamaları ile kök çürüklerinin oluşumu veya başlangıç halindeki çürüklerin ilerlemesi önlenebilmektedir.

" Protez diş kullanan yaşlılar ise yemeklerden sonra protezlerini mutlaka fırçalamalıdır. Ayrıca kullanılan protezlerin yılda bir kez diş hekimine gidilerek profesyonel olarak temizliği yapılmalı, cilalanmalı ve gerekli görüldüğünde yenilenmeli.

" Protezler gece mutlaka çıkarılmalıdır; çünkü dişetlerinizin de dinlenmeye ve havalanmaya ihtiyacı vardır. Çıkarılan protezler  temizlenmeli ve soğuk su içinde tutulmalıdır.

YUMUŞAK FIRÇA VE DİŞ İPİ KULLANIN

" Protez temizleme tabletleri de protezlerin mikroplardan arınmasına yardımcı olur.

" Tüm bunların yanında yumuşak dokular düzenli kontrol edilmeli, olası değişiklikler kanser yönünden mutlaka incelenmelidir.

" Yaşlıda diş kaybı fazla olduğu için, kalan dişler sabit veya hareketli protezlerin tutuculuğunda önemli rol oynarlar. Bu yüzden, çürük dişlerin tedavisi gereklidir.

" Sürekli  alınan bazı ilaçlar ağız kuruluğuna neden olabilirler. Tükürük, dişleri çürüğe karşı koruyan doğal bir salgıdır, bu nedenle tükürük salgısında azalma varsa diş hekimine danışılmalı.

" Ağız bakımını gerçekleştiremeyen yatağa bağımlı hastalarda bu işlemler, hasta yakınları ve yardımcı sağlık personeli tarafından yapılır.
#189 - Mart 31 2009, 20:16:32
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Göz sulanmasını ciddiye alın

Bizimsaglik.com

 
 
Tedaviye geç kalınan göz sulanmaları görme bozukluklarına yol açabiliyor.


Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferda Çiftçi göz sulanması konusunda bilgi verdi...

Hangi durumlarda çocukların gözleri sulanabilir?
 
Çocuklarda çeşitli nedenlerle göz sulanabilir. Gözyaşı kanalı tıkanıklığı, göz kapaklarındaki yapısal bozukluklar, glokom (göz tansiyonu) hastalığı, gözde çizilme veya yabancı cisim kaçmaları sulanma ile belirti verebilir.
 
Gözü sulanan çocukla ilgili ne yapılması gerekir?
 
Kapak düzeni bozuk olan; içe veya dışa dönük kapakları olan çocuklarda irritasyon göze zarar veriyorsa erken tedavi etmek gerekir. Tedavide geç kalınırsa görmeyi tehdit edebilecek tablolar ortaya çıkabilir. Cerrahi tedavi ile kapak düzeltilerek sorun giderilir. Bir diğer neden olan doğumsal gözyaşı kanalı tıkanıklığıdır. Gözyaşı bezi yeterli üretim yapıyor ama kanal tıkalı ise gözyaşı yüze doğru akar. Yeni doğanlarda gözyaşının buruna aktığı kanallar kapalı olabilir. Çoğunlukla birkaç ayda kendiliğinden açılır. Erken dönemde (ilk 12 ay) masaj yapılarak, enfeksiyon olduğunda ise antibiyotik damlalar ile tedavi sağlanabilir. Bu dönemde masajın doğru yapılması önemlidir. İhmal edilmiş ve/veya yeterli tedavi yapılmamış hastalarda sürekli enfeksiyon gözün diğer bölgelerini etkileyebilir. Bu durumda ve 1 yaşına kadar devam eden sulanmalarda kanala sondalama uygulanmalıdır. Sulanma devam ederse; sondalama tekrar edilebilir. Aynı zamanda kanala silikon tüp uygulanabilir. Bu uygulama ile yüzde 95 başarı elde edilir.
 
İlaç kullanımının kanal açma işleminde yeri nedir?
 
Kanal tıkanıklığı nedeniyle sık sık enfeksiyon olan çocuklarda sürekli antibiyotik kullanmak çözüm değildir, tıkalı kanalın açılması gerekmektedir. 1 yaşında kanal açılmaz ve bekletilirse uygulanan ameliyatın başarı şansı azalır.
 
Başka hangi durumlarda çocuğun gözleri sulanır?
 
Bazen bebeklerde kistik oluşum ile birlikte kanal tıkalı olabilir, bu durumda hiç beklemeden sondalama yaparak kanalı açmak gerekir, aksi takdirde enfeksiyona yol açar, tedavi zorlaşır.

Ayrıca doğumsal glokom (göz tansiyonu), sulanma tablosu ile karşımıza çıkabilir. Gözü çizilen ya da yabancı cisim kaçan çocuklarda da sulanma önemli bir belirtidir. Bütün bu tablolar acil tedavi gerektirir.

#190 - Mart 31 2009, 20:19:55
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


469 yıllık mesir macununun öyküsü

A.A

 
 
Osmanlı padişahlarından Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan'ın iyileştirilmesi için dönemin ünlü hekimi Merkez Efendi tarafından 41 çeşit baharat karıştırılarak elde edilen mesir macunu 469 yıldır üretiliyor.

Manisa'yı Mesiri Tanıtma ve Turizm Derneği Başkanı Ufuk Tanık,  yaklaşık 500 yıllık geçmişe sahip mesir macununun dünyada eşine az rastlanan geleneklerden olduğunu belirterek, dernek olarak bu geleneği devam ettirdiklerini kaydetti.

Mesir macununun Manisa protokolü tarafından yıllarca bavul ticaretiyle yurt dışına çıkarıldığını ifade eden Tanık, geleneği sürdürmek adına elde üretim yapmaya devam ettiklerini söyledi.

Tanık, ne kadar üretim yapılırsa o kadar pazara sahip olunması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu:

“Mesir macununu yurt dışına ihraç etmek istediğimiz zaman dünyada gıda standartlarına yönelik birtakım çalışmalar var. Biz de dernek olarak bu standartlara uymak zorundayız. Mesela şimdi mesir macununu elde üretiyoruz. Bu mesir macunu Manisa'da imalathanemizde 15 kadın işçinin elinden çıkıyor. Elde yapıldığı için yapılabilecek günlük üretim bellidir. Ne yapmak lazım, çikolata ambalajlarında olduğu gibi makinede kenar kıvrımları tamamen kapanıyor. İhracata yönelik yapılacak üretimde bu teknoloji kullanılabilir. Yani mamul aynı ancak ambalajı tamamıyla daha kapalı. Avantajları da var, daha hijyenik ve sıcak havada da sızdırmaz olur. İhracat için ayrı bir üretim sistemi kurarak, bununla ilgili makine yatırımı da yapmayı düşünüyoruz. Ancak mesir geleneğinden derneğimiz hiçbir zaman vazgeçmeyecektir. Mesir macunumuzun da artık dışarıda aranan bir ürün haline geldiğini görüyoruz ve bu ürünümüzü dünyanın her yerine göndermek için belirli bir teknolojiyi de uygulamamız gerekiyor.”

Tanık, her yıl 21 Mart nevruz günü başlayan temsili karma törenini takip eden hafta sonunda düzenlenen saçım töreniyle Mesir Festivali'nde final yaptıklarını ifade etti.

Derneğe ait imalathanede görevli 15 kadın işçi tarafından mesir macununun imal edildiğini kaydeden Tanık, mesirin kadınlar tarafından kaynatılmasından kesimine ve paketlenmesine kadar elde yapıldığını, teknoloji kullanılmadan aslına sadık olarak üretildiğini söyledi.
Bu geleneği bozmadan sürdürmek istediklerini bildiren Tanık, şunları kaydetti:

“Saçım dışında piyasaya satışa çıkan ambalajlar, güne uygun şekilde paketlenerek tüketiciye ulaştırılıyor. En büyük özelliğimiz bu geleneği yaşatmak ve bu inanışı sürdürmektir. Derneğimizin kuruluş amacı da budur. Bu olayı ticari olarak düşünmüyoruz. Ticaret ikinci planda yer alıyor. Yıl içinde piyasada satılan mesir macunlarından elde edilen gelirlerin tamamını da Mesir Şenlikleri başta olmak üzere Manisa'nın tanıtımında kullanıyoruz.”

Bu yıl kutlanacak 469. Mesir Festivali'nin yerel seçimlere denk gelmesi ve seçim yasakları nedeniyle yeteri kadar coşkulu olmayacağını düşündüklerini ve festival tarihini ertelediklerini bildiren Tanık, sadece karma töreninin yapıldığını, festivalin ise 20-26 Nisanda yapılacağını söyledi.

“MESİR MACUNUNUN BAŞKA ŞEKLİ OLMAMALI”

Bu yıl yenilik olarak mesir lokumu ürettiklerini söyleyen Tanık, lokumu otantik olarak ahşap ambalajda sunduklarını belirtti.

Mesir lokumunun mesir macunuyla özdeşleştiğini, şekil olarak da üretimde sakınca görmediklerini kaydeden Tanık, mesir lokumunun içine mesir macununda yer alan baharatları koyduklarını söyledi.

Bu baharatları kullanarak şeker veya içecek de yapılabileceğini ancak bunun geleneğe gölge düşürebileceğini savunan Tanık, şöyle konuştu:
“Macunu geleneğinde eskiden olduğu gibi sunarak çok iyi anlatmamız gerekiyor. Ama macunun çeşitlendirilmesinde birtakım yenilikler düşünülebilir. Eskiden sadece çubuk şeklinde saçım mesiri yapılıyordu, oysa şimdi küçük boyda ve kavanozda kaşıkla bal kıvamında yiyebileceğiniz şekliyle de üretiyoruz. Tüketimini kolaylaştırmak amacıyla tüpünü yapıyoruz. Ancak bu ürün çeşitlerimizin hepsi kendi tekniği ve geleneği içerisinde yapılıyor. Dernek olarak mesiri çok fazla şekil ve ürün çeşidi olarak üretmek istemiyoruz.”

MESİR MACUNUNUN TARİHÇESİ

1522 yılında Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi Ayşe Hafsa Sultan hastalanınca, dönemin ünlü hekimi Merkez Efendi, 41 çeşit baharatı karıştırarak elde ettiği ürünü Sultan'a yedirdi. Bir süre sonra iyileşen Ayşe Hafsa Sultan, bu macunun her yıl aynı dönemde üretilerek halka saçılmasını buyurdu. Bunun üzerine her yıl nevruz günü 41 çeşit baharat karılarak hazırlanan mesir macunu, Manisa'daki Sultan Camisi'nin kubbe ve minarelerinden halka saçılıyor. Minare ve kubbelerden saçılan ve şifalı olduğuna inanılan mesir macununu kapabilmek için Türkiye'nin çeşitli illerinden Manisa'ya gelerek Sultan Meydanı'nda toplananlar ilginç görüntüler oluşturuyor.

41 ÇEŞİT BAHARAT

469 yıldır içeriği bozulmadan hazırlanan mesir macununun içinde şu baharatlar bulunuyor:

Tarçın, karabiber, yeni bahar, karanfil, çörek otu, hardal tohumu, anason, kişniş, zencefil, tarçın çiçeği, zerdeçal, Hindistan cevizi, rezene, kebabiye, sinameki, sarı halile, vanilya, darıfülfül, kakule, havlıcan, zulumba, hıyarşembe, safran, iksir, kimyon, galanga, çam sakızı, mirsafi, meyan balı, şamlı şaşlı, limon kabuğu, kremtartar, zağfiran, udülkahır, çöpçini, eskir, tiryak, ravend, limon tuzu, tekemercini tohumu, günbalı.
#191 - Mart 31 2009, 20:20:24
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


El estetiği yeni trend

hurriyet.com.tr

 
 
Ellerimizin, yaşın gizlenemediği organlarımız olduğunu söyleyen Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu, bu nedenle el estetiğinin son dönemde önem kazandığını söyledi.


Prof. Kışlaoğlu; ellerimizin genç, sağlıklı ve güzel görünmesini sağlamanın, birkaç basit işlemle mümkün olduğunu belirtti. Kışlaoğlu şunları söyledi:

"Estetik cerrahinin sunduğu imkânlarla günümüzde artık bir insanı âdeta baştan aşağı yenilemek mümkün. Kadınlar da erkekler de, güzel ve genç görünmek için estetiğin bütün imkânlarından yararlanıyor. Ancak en çok kullandığımız, dolayısıyla en kötü şartlara maruz kalan ellerimizin cilt güzelliği, çoğu zaman görmezden gelinir. Ellerimizin cildi, en çok bakımı hak eden organımız olmasına rağmen hep ihmal edilir.

Ellerimiz, yüzümüzle birlikte en çok göz önünde olan bölgelerimizdir. Yaşlanma belirtileri ilk olarak yüzde göze çarpmakla beraber, yüze yapılan gençleştirme uygulamalarının ardından genç ve sağlıklı yüz görüntüsü elde edilse de, kişinin elleri yaşını gösterir. Artık ellerimizin genç, sağlıklı ve güzel görünmesini sağlamak birkaç basit işlemle mümkün. "Non invazif lazer" ile cilt gençleştirme: Ağrısız, ciltte tahriş ve kızarıklık bırakmayan, tedavi sonrası toparlama süresi gerektirmeyen bir yöntemdir. Yenilenen ciltteki hücreler daha düzgün, daha sıkı ve genç görünen bir yüzey oluşturur. Tüm yüz ve el cildi üzerinde görülen yaşlılık belirtileri ve hafif sarkmalar Nd: Yag lazer ile çok iyi bir şekilde tedavi edilirler cildin yapısına ve kırışıklıkların derinliğine göre seans süresi belirlenir. Üçüncü seanstan sonra etkisi gözle görülebilir."

Ellere de peeling yapılıyor

Yüze uygulanan peeling, eller için de son derece başarılı bir yöntemdir. Peeling üst derinin soyulması ile derinin yenilenmesi ve gençleştirilmesidir. Peeling işlemi ile kırışıklıklar,  yorgun cilt, güneş hasarlı cilt, cilt lekeleri gibi pek çok sorun giderilir ve uygulanan bölgedeki cilt daha genç daha parlak ve daha elastik bir hale gelir. Peeling uygulama maddelerinin içerisinde tercih edilen 'gren peel'dir. Tamamen bitkisel olması kimyasallardan ve sentetik maddelerden arınmış olduğu için cilde zarar vermiyor. Bazı peeling türlerinde meydana gelen pigmentasyonlar bu peeling de hemen hemen hiç olmuyor. Orta derinlikte bir soyma yapan bu peeling, diğer orta peeling türlerine nazaran daha çabuk iyileşerek, uygulama yapılan kişilerin iş ve zaman kaybına neden olmuyor. 5 gün tamamlandığında cilt, belirgin derecede daha genç ve parlak görünüyor.
#192 - Mart 31 2009, 20:21:37
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Tam gün sağlık hizmetlerini aksatır

Coşkun Bel

 
 
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Başkanı Prof. Dr. İsmail Mete İtil, tamgün yasa tasarısı ve üniversitelerde tam gün çalışma sistemiyle ilgili olarak önemli açıklamalarda bulundu.


Prof. Dr. İsmail Mete İtil şöyle konuştu:

Hekimlerin büyük çoğunluğu memnun değil

"Sağlık alanında son 6 yılda kapsamlı bir değişiklik programı uygulanmaktadır. Program bir  "Dünya Bankası" projesi olup, uluslar arası sağlık örgütleri tarafından da desteklenmektedir. Program bir yandan halka yoğun, ucuz, kolay erişebilinir bir sağlık hizmeti sunarken, bir yandan da sağlık hizmetlerinin devlet tekelinden çıkarılarak özel sektöre açılımını da öngörmektedir. Sağlıkta devletin tüm yurttaşlara ucuz ve yoğun hizmet götürebilmesi düşüncesiyle uygulamada sorunlar yaratabilecek olan özel sektöre açılım arasındaki çelişki ise, devletin özel sağlık kurumlarını da tam bir denetim altına alması ile çözülmeye çalışılmaktadır. Bu en temel çelişkidir. Uzun vadede bunun sürdürülebilirliği son derece güçtür. Özel sektör üzerindeki aşırı baskı kaldırılmalıdır. Özel sektör açılımının yapıldığı bir ortam devletçi anlayışla yönetilemez. Burada hastanelerin rekabet edebilmesine ve kendi yatırım ve istihdam politikalarını oluşturmasına izin verilmelidir. Bu uygulamalardan halkın büyük çoğunluğu memnun olduğunu ifade ederken hekimlerin büyük çoğunluğu ise memnun olmadığını ifade etmektedir. Sağlıkta başarının yakalanması için hekimlerin mutlaka programa uyumu sağlanmalı ve hekimlerin üzerinde hissettiği baskı ortadan kaldırılmalıdır. Eğer biraz empati yapılabilir ve hekimlerin özel çalışma koşullarını sınırlayan anlayış değişirse, başarı ardından gelecektir.

Karmaşa getirir

YÖK Kapsamında yapılacak bir 'Tam Gün' düzenlemesi için yeterli mali kaynak bulunmamaktadır. Son önerilen yasa tasarısı ile, bırakın koşullarda iyileşme sağlamayı, öğretim üyelerinin bugünkü koşullarını sağlamak için bile, Pazar günü dahil çalışması istenmektedir. Tıp fakültelerinde öğretim üyesine hak ettiği ücretleri verebilecek bir döner sermaye düzenlemesi sürdürülebilir bir durum değildir. 'Biz önce yasayı çıkaralım daha sonra düzenlemeler yapılır' demek çözüm değil, karmaşa getirecektir. Tıp Fakülteleri şu anda yüzde 200 döner sermaye ödeyemezken, yüzde 800 ödemeleri öngörülmektedir. Bu ödemeler asıl maaşlara ve emekliliğe yansımayacaktır. Bir yandan rotasyon bir yandan 'Tam gün' çalışmayla öğretim üyeleri belli bir sisteme zorlanmaktadır. Özellikle gelişmiş üniversitelerde birçok değerli öğretim üyesi çok sevdikleri üniversiteden ayrılmak zorunda kalacak, kimisi ise yurt dışı olanaklarını araştıracaktır. Bu uygulamaların hepsinin durdurulması gerekmektedir…

Gönüllü olmayan hiçbir öğretim üyesi rotasyona zorlanmamalıdır

Tıp fakültelerinde görev yapan öğretim üyelerinin rotasyonla başka fakültelere gönderilmesi düşüncesinde ısrar edilmemesi gerekir. Bu sistem süreklilik sağlanabilecek bir sistem değildir. Zaten YÖK yasasının bu maddesi olağanüstü dönemlerde konulmuş ve sonra rafa kalkmış bir maddedir.  Hükümetimizin demokratik açılımlar yaptığı bir dönemde bu maddenin tekrar yürürlüğe konması doğru değildir. Eğer ihtiyaç bulunan fakültelere daimi kadrolar açılır ve bunlara da belirli şartlar getirilirse, bu sorun daha kolay çözülür. Gönüllü olmayan hiçbir öğretim üyesi rotasyona zorlanmamalıdır. Bu gün yerleşmiş üniversitelerde öğretim üyelerinin çoğunluğu mecburi hizmetlerini tamamlamış ve artık ulusal ve uluslar arası üretime geçmişlerdir. Bunların birdenbire tüm yaşamlarının değişmesini istemek doğru bir yaklaşım olamaz. Gelişilmiş üniversitelerde, sadece öğretim üyesi yoğunluğu değil, hasta ve öğrenci yoğunluğu da kat be kat fazladır. Amaç gelişmekte olan Tıp Fakültelerinde öğretim üyesi istihdamı sağlamaksa, bunlar kalıcı kadrolarla sağlanmalıdır ki eğer kadro açılırsa birçok kişi buna müracaat eder.

Muayenehanelerin kapatılması işsizliği körükleyecek

Tam Gün Yasa tasarısı gündemden kaldırılmalıdır. Bu gün artık böyle bir düzenlemeye gerek kalmamıştır. Muayenehanelerin sistemdeki rolü azalmış ve çoğunluk hekim hastanelerde çalışmaya başlamıştır. Muayenehane -hastane ilişkisi ortadan kalkmıştır. Kriz ortamında 40 bine yakın muayenehanenin kapatılması işsizliği körükleyecek, sosyal bir çöküntüye yol açacak, sağlık hizmetlerinde aksamalar olacaktır. Üniversitelerden umulanın üzerinde öğretim üyesi istifaları yaşanacak, bu da eğitim ve öğretimi olumsuz etkileyecektir. Böyle büyük değişikliklerin yapıldığı bir sosyal programın, uygulamasının sorularla dolu olduğu bir yasa tasarısıyla gölgelenmesine izin verilmemelidir. Bu yasa tasarılarının gündeme gelmesi durumunda, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği olarak, son zamanda etkin bir tavır sergileyen Türk Tabibler Birliği-UDEK'le ortak hareket edeceğiz. Ama kişisel düşüncem ve dileğim, bu yasaların en azından kriz atlatılana kadar erteleneceği ve bir süre sonra da gündemden kaldırılacağı yönündedir. Sağlık alanında, hekimi kucaklamayan, hekimi sistemin dışına iten ve yalnızlaştıran hiçbir değişikliğin uzun süre devam etmesi mümkün değildir. Hekimi kazanmak da çok zor değildir. Yasalar hazırlanırken hekim örgütlerinin görüşleri dinlenmeli ve istenilen değişikliklerin yapılması sağlanmalıdır.
#193 - Mart 31 2009, 20:22:07
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Kök hücrelerden sentetik kan

A.A

 
 
İngiliz bilim adamlarının, embriyonik kök hücrelerden sentetik kan üretmeye çalışacakları bildirildi.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberinde, İskoçya Ulusal Kan Nakil Servisinin rehberliğinde yapılacak ve üç yıl sürecek proje kapsamında bilim adamlarının, tüp bebek tedavisi için kullanılanlardan arta kalan insan embriyonlarından çıkarılan kök hücrelerden sentetik kan üretmeye çalışacakları belirtildi.

NHS Kan ve Nakil Ameliyatı ile Wellcome Vakfı'nın destekleyeceği araştırma çerçevesinde bilim adamlarının, doku reddi endişesi olmadan herhangi bir hastaya nakil edilebilen O RH negatif kan grubunu geliştirebilecek embriyonları bulmaya çalışacakları kaydedildi.
Nüfusun yalnızca yüzde 7'sinde bulunan 0 RH negatif kanın, embriyonik kök hücrelerin sonsuz çoğalma yetisi sayesinde sınırsız miktarlarda üretilebileceği belirtildi.

Araştırmanın amacının, hücreleri, acil nakiller için gelişmiş, oksijen taşıyıcı kırmızı kan hücrelerine dönüşmek üzere harekete geçirmek olduğu ifade edildi.

İskoçya Ulusal Kan Nakil Servisinin, birkaç hafta içinde milyonlarca pound tutarındaki araştırmaya fon sağlaması için Wellcome Vakfı ile bir anlaşma imzalamasının beklendiği belirtildi.

İngiliz The Independent gazetesine göre de projeye, İskoçya Ulusal Kan Nakil Servisinin yöneticisi, Edinburgh Üniversitesi profesörü Marc Turner rehberlik edecek.

Başarılı olması halinde araştırma, taze kan için bağışçılara gerek duyan kan nakil servisleri için bir devrim niteliği taşıyacak ve bu sayede enfeksiyon riski olmadan kan nakli yapılabilecek.
#194 - Mart 31 2009, 20:22:32
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Onları pasif içici yapmayın

Çocuklarınızın yanında sigara içmeyin.. Aksi takdirde..

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, 'Sigara içen babaların çocuklarında, sigaranın spermler üzerindeki etkisi nedeniyle başta akut lösemi olmak üzere kanser riskinin arttığını gösteren araştırma sonuçları var'' dedi.

AÜ Onkoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Sigara Savaş Grubu tarafından, Tıp Fakültesi Morfoloji Binası Abdülkadir Noyan Konferans Salonu'nda ''Sigara veya Sağlık Sempozyumu'' konulu sempozyum düzenlendi.

Prof. Dr. İlker Ökten, açılışta yaptığı konuşmada, sigara kullanımının zararlarına ilişkin her geçen gün yeni bulguların ortaya çıktığını belirterek, sigara içenlerin yaklaşık yarısının genç yaşlarda sigaraya bağlı kanserler, kalp damar hastalıkları ve akciğer hastalıklarından dolayı yaşamını yitirdiğini söyledi.

Pasif içicilikten de her yıl binlerce kişinin hastalanarak hayatını kaybettiğini vurgulayan Ökten, ''Sigara içen babaların çocuklarında, sigaranın spermler üzerindeki etkisi nedeniyle başta akut lösemi olmak üzere kanser riskinin arttığını gösteren araştırma sonuçları var'' dedi.

Ökten, sigara kullanımının doğrudan ve dolaylı etkilerinin anlatılması ve farkındalığın artırılmasına ilişkin olarak özellikle sağlık çalışanlarına önemli görevler düştüğünü ifade ederek, ''Doktorların ve hemşirelerin hem kendi sağlıklarını hem ailelerinin sağlığını korumaları hem de topluma örnek oluşturmak için sigara içmemeleri gerekir. Oysa fakültemizde yapılan anketlerde, tıp öğrencilerimizin yüzde 25'inin, hemşirelerin yüzde 50'sinin sigara içtiklerini öğrendik. En kötüsü tıp öğrencilerinin yüzde 50-60'ının sigaraya tıp fakültesine başladıklarını belirledik'' diye konuştu.

-''NİKOTİN, KORDON KANINDA VE ANNE SÜTÜNDE VAR OLMAYI SÜRDÜRÜR''-

AÜ Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan da psikiyatrik açıdan sigara bağımlılığına ilişkin yaptığı değerlendirmede, sigarının beyin üzerinde doğrudan bir etki yaptığını anlattı.

Nikotinin ''hoşnutluk'' duygusu yarattığını belirten Doğan, şunları kaydetti:

''Hoşnutluk, kişinin kendilik algısında belirli bir yükselme ile dikkati çeker. Kişinin buna bağlı kan basıncı yükselir, kalp hızı artar ve deri damarları kasılır.

Nikotin ayrıca, beyin ve bağlantılı yapılarda uyanıklık yaparken iskelet kaslarında gevşemeye yol açar. Nikotin, kordon kanında ve anne sütünde var olmayı sürdürür. Hamile annelerin sigara içmeye davam etmesi ceninin nikotin etkisine maruz kalması demektir. Bu da bebeğin ileride nikotin bağımlısı haline gelmesinde hazırlayıcı bir zemine yol açmaktadır.''

Doğan, sigara kullanımına ne denli erken başlanmışsa bırakılmasının da o kadar zor olduğunu ifade ederek, ''Sigara bırakıldığında, kanın damarlarda pıhtılaşma hali azalır. Dokuların aldıkları oksijen miktarı artar. Sigara içenlere göre yaşam süresi uzar'' dedi.

-''6 DENEMEDEN SONRA...''-

AÜ Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Uğur Gönüllü ise sigara içen yetişkinlerin yüzde 75'inden fazlasının sigarayı bırakmak istediklerini ve en az yüzde 60'ının bunun için girişimde bulunduklarını söyledi. Bu girişimlerin genellikle başarısızlıkla sonuçlandığını aktaran Gönüllü, ''Bu durum her ne kadar cesaret kırıcı olsa da bırakıp tekrar tekrar başlayanlar sonunda bu amaçlarına ulaşabilmektedir. Sigarayı bırakanların yüzde 20'si bunu ilk seferde başarırken yüzde 50'si ancak 6 denemeden sonra bırakabilmektedir'' diye konuştu.

Sempozyum, öğleden sonra ''Sigara Bırakma Grup Görüşmesi'', ''Öğrencilerimiz ve Sigara'', ''Sigara ile Mücadele'' ve ''Gençlerde Sigara Salgını'' başlıklı oturumlarla devam edecek.
#195 - Nisan 02 2009, 14:07:40

Sigaranın sperm üzerindeki etkisi

Sigara içen babaların çocuklarında kanser riski yüksek

Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İlker Ökten, 'Sigara içen babaların çocuklarında, sigaranın spermler üzerindeki etkisi nedeniyle başta akut lösemi olmak üzere kanser riskinin arttığını gösteren araştırma sonuçları var'' dedi.

AÜ Onkoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Sigara Savaş Grubu tarafından, Tıp Fakültesi Morfoloji Binası Abdülkadir Noyan Konferans Salonu'nda ''Sigara veya Sağlık Sempozyumu'' konulu sempozyum düzenlendi.

SİGARA KANSERİ TETİKLİYOR
Prof. Dr. İlker Ökten, açılışta yaptığı konuşmada, sigara kullanımının zararlarına ilişkin her geçen gün yeni bulguların ortaya çıktığını belirterek, sigara içenlerin yaklaşık yarısının genç yaşlarda sigaraya bağlı kanserler, kalp damar hastalıkları ve akciğer hastalıklarından dolayı yaşamını yitirdiğini söyledi.

Pasif içicilikten de her yıl binlerce kişinin hastalanarak hayatını kaybettiğini vurgulayan Ökten, ''Sigara içen babaların çocuklarında, sigaranın spermler üzerindeki etkisi nedeniyle başta akut lösemi olmak üzere kanser riskinin arttığını gösteren araştırma sonuçları var'' dedi.

Ökten, sigara kullanımının doğrudan ve dolaylı etkilerinin anlatılması ve farkındalığın artırılmasına ilişkin olarak özellikle sağlık çalışanlarına önemli görevler düştüğünü ifade ederek, ''Doktorların ve hemşirelerin hem kendi sağlıklarını hem ailelerinin sağlığını korumaları hem de topluma örnek oluşturmak için sigara içmemeleri gerekir. Oysa fakültemizde yapılan anketlerde, tıp öğrencilerimizin yüzde 25'inin, hemşirelerin yüzde 50'sinin sigara içtiklerini öğrendik. En kötüsü tıp öğrencilerinin yüzde 50-60'ının sigaraya tıp fakültesine başladıklarını belirledik'' diye konuştu.


-''NİKOTİN, KORDON KANINDA VE ANNE SÜTÜNDE VAR OLMAYI SÜRDÜRÜR''-
AÜ Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Yıldırım Beyatlı Doğan da psikiyatrik açıdan sigara bağımlılığına ilişkin yaptığı değerlendirmede, sigarının beyin üzerinde doğrudan bir etki yaptığını anlattı.

Nikotinin ''hoşnutluk'' duygusu yarattığını belirten Doğan, şunları kaydetti:

''Hoşnutluk, kişinin kendilik algısında belirli bir yükselme ile dikkati çeker. Kişinin buna bağlı kan basıncı yükselir, kalp hızı artar ve deri damarları kasılır.

Nikotin ayrıca, beyin ve bağlantılı yapılarda uyanıklık yaparken iskelet kaslarında gevşemeye yol açar. Nikotin, kordon kanında ve anne sütünde var olmayı sürdürür. Hamile annelerin sigara içmeye davam etmesi ceninin nikotin etkisine maruz kalması demektir. Bu da bebeğin ileride nikotin bağımlısı haline gelmesinde hazırlayıcı bir zemine yol açmaktadır.''

Doğan, sigara kullanımına ne denli erken başlanmışsa bırakılmasının da o kadar zor olduğunu ifade ederek, ''Sigara bırakıldığında, kanın damarlarda pıhtılaşma hali azalır. Dokuların aldıkları oksijen miktarı artar. Sigara içenlere göre yaşam süresi uzar'' dedi.


-''6 DENEMEDEN SONRA...''-
AÜ Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Uğur Gönüllü ise sigara içen yetişkinlerin yüzde 75'inden fazlasının sigarayı bırakmak istediklerini ve en az yüzde 60'ının bunun için girişimde bulunduklarını söyledi. Bu girişimlerin genellikle başarısızlıkla sonuçlandığını aktaran Gönüllü, ''Bu durum her ne kadar cesaret kırıcı olsa da bırakıp tekrar tekrar başlayanlar sonunda bu amaçlarına ulaşabilmektedir. Sigarayı bırakanların yüzde 20'si bunu ilk seferde başarırken yüzde 50'si ancak 6 denemeden sonra bırakabilmektedir'' diye konuştu.

Sempozyum, öğleden sonra ''Sigara Bırakma Grup Görüşmesi'', ''Öğrencilerimiz ve Sigara'', ''Sigara ile Mücadele'' ve ''Gençlerde Sigara Salgını'' başlıklı oturumlarla devam edecek.


#196 - Nisan 02 2009, 14:08:38

Kansere sekiz darbe

Soğuk algınlığı gibi gribe yakalanan adamın ilginç öyküsü.

Sekiz kere kanser hastalığına yakalanan ve hepsinden kurtulan 31 yaşındaki iki çocuk babası İngiliz Lawrence Stewart, tıp tarihine bir mucize olarak geçti. Pek çok kişinin hayatını kaybettiği kanser türlerini 'soğuk algınlığı' gibi atlatan Stewart, ilk kez 14 yaşında mesane kanseri olmuş. Kısa zamanda iyileşmiş ama bu kez beyninde tümör olduğu ortaya çıkmış. Üç defa da akciğer kanseriyle mücadele eden mucize adam, bu mücadelelerin hepsini kazanmış. Hayatı boyunca sigara bile içmediğini, sağlığına çok özen gösterdiğini söyleyen Stewart, kanseri 'olumlu düşünerek' aştığına inanıyor. Yaşadığı tüm sıkıntıları atlattığı için huzurlu olduğunu söyleyip, “Herkes grip olurken ben kanser oluyordum. Neyse ki ucuz kurtuldum” diyor. Bir an olsun bile halinden şikâyet etmeyen adam şimdi de kemoterapi tedavisi gördüğü Macmillan Kanserle Mücadele Vakfı için destek bulmaya çabalıyor. Vakfın, kendisinin tedavisi için çok uğraştığını söyleyen Stewart, 10 bin sterlin toplamak için bir kampanya başlattı.
#197 - Nisan 06 2009, 14:31:45

Evlilik dışı ilişkide kanser riski

İşte evlilik dışı ilişkide ortaya çıkan ölümcül virüs...

Genç yaştaki kadınlarda görülen rahim ağzı kanserinin en büyük tetikleyicisi olan ve cinsel yolla bulaşan human papillon virüsünün, evlilik dışı ilişki sonucu yayıldığı bildirildi.

Hayatının herhangi bir döneminde hayat kadınlarıyla ilişkiye giren erkek, bu virüsü evlendiği kadına da bulaştırıyor. Op. Dr. Sabri Kartal, kanserde erken teşhisin hayat kurtardığını, sürekli kontroller ve testlerle kanser vakalarının ortadan kaldırılabileceğini söyledi.

Kartal, özellikle 30 ila 50 yaş arasındaki kadınlarda görülen rahim ağzı kanserinin en yaygın belirtisinin cinsel ilişki sonucu kanama ve kanlı akıntı olduğuna dikkat çekerek, “Cinsel hayatı süren kadın bu hastalığa karşı tedbir olarak her yıl smear testi yaptırmalı. Rahim ağzı kanserini ilk evresinde yakalarsanız çok basit ve ucuz bir şekilde hastalığı önleyebilirsiniz”dedi.
#198 - Nisan 06 2009, 14:35:18

Hem kilo almayın hem keseniz zarar görmesin

İşte size mucize bir diyet...

Dyt. Yeşim Çelik, “Kriz döneminde mutfak harcamalarını dengeleyerek sağlıklı beslenme” hakkında bilgi verdi.
 
Elinizde liste olmadan alışverişe çıkmayın

Ne alacağınızı bilmeden, öylesine alışverişe çıkmak gereksiz harcamalar yapmanıza neden olacaktır. Hem ucuz hem taze hem de mevsim sebze ve meyvelerini almak için ilk başvuracağımız yer semt pazarları olmalıdır. Pazara gidilemiyorsa marketlerin manav ve şarküteri reyonlarındaki halk günlerini takip etmek hesaplı bir alışveriş için ilk koşullardan biridir. Kişi aç olduğunda satın alacağı besinlerin miktarı da çoğalabilmekte; ayrıca lüzümsuz bazı besinler de alınabilmektedir. Bunu engellemek için alışverişe açken çıkmamak önemlidir.

Muz yerine elma almayı tercih edin

Satın alacağınız meyve sebzeleri tercih ederken mutlaka mevsiminde olmasına dikkat ediniz. Mevsimlik sebze ve meyveler, turfanda sebze ve meyveden daha besleyicidir ve fiyatları da çok daha ucuzdur. Örneğin meyve alacaksınız; kış mevsimindeyiz bu yüzden bu mevsimde çilek veya kiraz almak yerine portakal, mandalina, elma tercih etmenizi öneririz. Örneğin elmanın besin değeriyle, muzun besin değeri arasında çok fazla fark yoktur fakat fiyat farkı oldukça fazladır. 1 orta boy elma ile 1 küçük boy muzun kalorileri eşittir.

Kişi başına bir tatlı kaşığı zeytinyağı,  hem kilonuzu hem de kesenizi korur

Kış mevsimindeyiz ve bu aylarda enfeksiyon riski yükseldiğinden vitamin ve mineral gereksinimimiz de artmaktadır. Kış sebze meyveleri bu ihtiyacımızı kolaylıkla karşılayabilir. Karnabahar, lahana, kereviz, Brüksel lahanası, ıspanak, pırasa, pazı gibi kış aylarında yetişen sebzeler iyi birer antioksidandır. A,C,E vitaminleri açısından zengin, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici ve kanserden koruyucudur. Fiyatları da uygun olan bu sebzeleri pişirmenin yanında çiğ olarak salatalarınızda da afiyetle yiyebilsiniz. Zeytinyağlı olarak tercih edecekseniz besinlerinize zeytinyağını çiğ olaraktan eklemenizin çok daha sağlıklı olacaktır. Kullandığınız zeytinyağını her bir porsiyon sebze yemeğine 1 tatlı kaşığı olarak eklemeniz hem aldığınız kalori miktarı açısından hem de ekonomik açıdan size fayda sağlayacaktır.

Salatada göbek yerine marul ve maydanozu tercih edin

Salatalarınızı hazırlarken yapraklı marulu tercih etmenizde fayda vardır. Çünkü yapraklı marulla göbek marul arasında besin değeri açısından bir fark yokken yapraklı marulun fiyatı göbek marula göre daha ucuzdur. Ayrıca salatalarınıza ekleyeceğiniz maydanoz hem C vitamini ve demir açısından zengindir hem de bütçenize ek bir yük getirmeyecektir. Portakal, mandalina, greyfurt, limon gibi kış meyvelerini de bol miktarda tüketerek günlük C vitamini ihtiyacımızı karşılayabiliriz.

Et yerine yumurta, kurubaklagil veya süt

       “Kriz döneminde et tüketimimiz azaldı, yeterli beslenemiyoruz” diye üzülenler için yumurta, kurubaklagiller ve süt alternatif protein kaynakları olabilir. Yumurta iyi kalite protein içerdiği gibi demir içeriği de yüksek ve ete göre çok daha ucuzdur.

Kriz sofrasında etin yerini tutan akşam yemeği mönüsü

Kurubaklagiller ve tahılı bir arada içeren bir menü besin değeri açısından etin yerini tutabilir. Kurufasulye-nohut ve pirinç-bulgur pilavı ya da yeşil mercimek ve bulgur pilavı yeterli ve dengeli birer menü oluştururlar. Örneğin; etli sebze yemeği yediğinizi düşünelim alacağınız enerji 350 kalori ve protein 15 gr. olacaktır, kurufasulye ve pirinç pilavı toplam 480 kalori ve 16 gr. protein içerir ya da yeşil mercimek ve bulgur pilavını tercih edebilirsiniz o da ortalama 480 kalori ve 16 gr. proteinle et yerine çok iyi alternatif olacaktır. Bu ikilinin yanına mevsim yeşilliklerinden yapılmış bir kase salata, ayran ve tam tahıl ekmeğiyle oldukça besleyici üstelik çok ucuz bir akşam yemeği yiyebilirsiniz.
 
Yemekten sonra özellikle tatlı tüketmek isteyenler için kabak tatlısı hem ucuz hem sağlıklı bir tercih olacaktır. Bir porsiyon kabak tatlısı 330 kaloridir ve bir porsiyonu ortalama 500 kalori olan hamur tatlıları düşünüldüğünde oldukça sağlıklıdır.

İstavritin besin değeri lüferle aynı

Kırmızı et yerine yine yüksek proteine sahip olan tavuk ve balık eti tercih edilebilir. Özellikle balık tüketirken dönemine uygun balık tüketilmesinde fayda vardır. Çünkü bu balıklar daha çok olduğundan ekonomik açıdan fiyatları daha ucuzdur. Örneğin istavritin besin değeri lüferle hemen hemen aynıdır ve fiyatı daha uygundur.

Kahvaltılarda tatlı olarak bal yerine pekmezi tercih etmenizi öneririz. Çünkü pekmez, baldan daha besleyicidir, demir ve kalsiyum açısından iyi bir besin kaynağıdır, kan şekerini daha yavaş yükseltir, ayrıca fiyatı da daha ucuzdur.

Kaliteli protein kaynağı olan süt ve süt ürünlerini de soframızdan eksik etmememizde fayda vardır.

Süt, A, D, E, K, Riboflavin vitaminleri ile kalsiyum ve fosfor mineralleri açısından oldukça zengindir. Kasların çalışmasında, saç ve tırnak oluşumunda oldukça önemlidir. Kalsiyumun hem diş ve kemikleri güçlendirdiği hem kan basıncını düzenleyici etkisi olduğu hem de yağ yakımın hızlandırdığı düşünülürse süt Kalsiyum (Ca) açısından çok bir kaynaktır. Yarım litre sütteki Ca miktarı 5kg et ve 2.6 kg ekmek ve 6.3 kg patates veye 8.5 kg elmadaki Ca miktarına eşittir. Bu miktarları tüketmek kolay olmadığı için her gün en az iki bardak süt içmeliyiz. Ayrıca sütün içerdiği laktoz ( süt şekeri) bağırsak florasını geliştirir. Bu kadar faydasının yanında fiyatı da oldukça uygun olan süt, yoğurt, ayran, cacık, sütlü tatlılara da sofralarımızda daha fazla yer vermeliyiz.

Bayatlamaya başlamış ekmeklerinizi değerlendirin

İşte size birkaç öneri:

1.    Sabah kahvaltısı için peynirli tostlar ya da beş çayınız için ekmeklerinizin üzerine salçalı sos gezdirip üzerlerine birer dilim domates ve peynir ile bir tutam kekikle beraber fırına verip atıştırmalıklar hazırlayabilirsiniz. Protein kalitesini biraz daha artırmak için yumurtada ekleyebilirsiniz.
2.    Ekmeklerinizi küçük parçalar haline getirip fırınlayarak sıcak çorbanızın üzerine koymak için harika kıtırlar yapabilirsiniz.
3.    Hafif ve sağlıklı bir tatlı olarak da az şekerle hazırlanmış şerbeti bayat ekmeklerinizin üzerine gezdirip, üzerine mevsim meyvelerini de ekleyebilir ya da muhallebiyle beraber buzdolabında soğutup yiyebilirsiniz.

Ekmek; etimek, grissini gibi ürünlerle aynı değerde fakat fiyatı çok daha ucuzdur.

Sağlıklı beslenmede özellikle kilo vermek ve kan şekerini dengelemek için diyet yapan kişilerde önerdiğimiz ara öğünlerde grisini ve krem/kaşar/dil peyniri yerine ince bir dilim ekmek ve 1 dilim beyaz peynirle hazırlanmış bir öğün tüketebilirsiniz. Besin değeri açısından 1 dilim ekmek ile 1-2 dilim etimek veya 3-4 adet grisini açısından herhangi bir fark yoktur. Fakat grisini ve etimek fiyatı ekmeğe göre daha fazladır. 1 dilim ekmek 70 kalori iken 3-4 adet grisini de 70 kaloridir ve 2 gram protein içerir. Fakat grisini ve etimek fiyatı ekmeğe göre daha fazladır.

Kahvaltı:

2 dilim beyaz peynir veya lor peyniri
1 adet yumurta
1-2 dilim esmer ekmek
Bol yeşillik+1 adet dilimlenmiş portakal
Bitki çayı veya siyah çay- Toplam: 573 kalori, 15 gram protein

Buna karşılık;

2 dilim salamlı yumurta
2 dilim kaşar
1-2 dilim esmer ekmek
Yeşillik- Toplam: 650 kalori, 18 gram protein

Öğle yemeği;

1 porsiyon nohut yemeği
1 porsiyon bulgur pilavı
1 kase cacık
1-2 dilim esmer ekmek
Mevsim salata- Toplam: 575 kalori, 25 gram protein

Buna karşılık;

1 porsiyon ızgara köfte(yaklaşık 100 gram)
Patates püresi
Ayran
Mevsim salata
1-2 dilim esmer ekmek-Toplam: 595 kalori, 27 gram protein

Akşam yemeği;

1 kase mercimek çorbası
1 porsiyon sebze yemeği
1 kase yoğurt
1-2 dilim ekmek
Mevsim salatası- Toplam: 475 kalori, 16 gram protein

Buna karşılık;

Etli sebze yemeği
1 kase yoğurt
Mevsim salatası
1-2 dilim esmer ekmek- Toplam: 430 kalori,  17 gram protein
#199 - Nisan 06 2009, 14:36:23

saglik365 1.780 kişiye sigarayı bıraktırdı

1.780 kişi sigarayı www.saglik365.com sayesinde bıraktı.

Türkiye'nin en büyük dijital platformu ADTECH'in katkılarıyla ve Turkcell'in ana sponsorluğunda faaliyet gösteren Sağlık365 platformu tarafından başlatılan 'Sigarasız Hayat Güzel Hayat' kampanyası tüm hızıyla devam ediyor! Ocak ayından bu yana 1.780 kişiye ulaşan kampanya kapsamında 3 kişi Nokia cep telefonu kazanırken, diğer birçok ödül de sahiplerini bekliyor. Kampanyanın bitiş tarihi ise 31 Mayıs 2009.

Ülkenin en genç tüketici kitlesine 12.000 sitelik web ortağı ağı ile erişen ve bu sayede kurumlara ihtiyaçları doğrultusunda çözümler sunan, Türkiye'nin en büyük dijital platformu ADTECH, sigarayı bırakmak isteyen herkesi 'Sigarasız Hayat Güzel Hayat' kampanyasıyla buluşturmaya devam ediyor.

Ana sponsorluğunu Turkcell'in üstlendiği ve Türkiye'deki sağlık kurumlarını, uygulama sağlayıcıları ve düzenlenen interaktif uygulama ve kampanyaları gerek bireylere gerekse hekimlere ulaştırmayı hedefleyen Sağlık365 platformu tarafından düzenlenen kampanya, ADTECH tarafından gerçekleştirilen reklâm planlaması sayesinde hedeflenen kitleye ulaşmış bulunuyor. Ocak ayından bu yana kampanyaya katılan kişi sayısı 1.780'i buluyor.

En çok sayıda arkadaşını kaydeden 3 kişinin birer adet Nokia6300 cep telefonu kazandığı kampanya, katılımcılarına ödüller vermeyi de sürdürüyor. Dileyen herkesin www.saglik365.com adresi üzerinden kampanya ana sayfasına ulaşarak ve “kampanyaya katılmak istiyorum” bölümündeki formu doldurarak ücretsiz olarak üye olabildiği 'Sigarasız Hayat Güzel Hayat', katılımcılarına şu ödülleri vaat ediyor:

• 2 haftalık mobil terapi
Yoğun hayat temposu içinde dileyen herkesin cep telefonları aracılığıyla sigarayı bırakma konusunda destek alabilmesini amaçlayan Mobil Terapi, uzmanlar tarafından hazırlanan SMS'lerin 2 hafta boyunca ücretsiz olarak gönderilmesi esasına dayanıyor. Turkcell hatlı cep telefonuna sahip tüm katılımcılar, 1 SMS/2 kontör karşılığında S365 yazıp 5958'e göndererek 2 haftalık hediye terapisini başlatabiliyor. 2 haftanın sonunda terapi aboneliğine, üç günde bir 6 SMS/12 kontör karşılığında devam edilebiliyor.

• İndirim kuponu
15 tanıdığını kampanyaya davet eden herkes, 'Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu' seminerlerine %20'lik bir indirim kuponuna sahip oluyor. Kazananlar, arzu ederlerse söz konusu kuponu sigara içen bir sevdiklerine de armağan edebiliyorlar.

• Uzmanla bire bir görüşme kuponu
'Sigarasız Hayat Güzel Hayat' kampanyasının katılımcıları, davetiye gönderdikleri 3 kişinin kampanyaya kaydolması halinde, Sağlık365 platformundaki uzmanlarla ücretsiz ve bire bir görüşme fırsatı yakalıyorlar. Sigara içmeyen kazananlar, isterlerse bu kuponu sigara içen bir tanıdıklarına devredebiliyorlar.

ADTECH Genel Koordinatörü Gamze Olgun Parıldamış, konuyla ilgili şunları söylüyor:“ADTECH olarak toplum sağlığını böylesine yakından ilgilendiren bir kampanyada yer almaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Kampanyanın ocak ayından bu yana 2.000'e yakın kişiye ulaşmış olması da bu mutluluğumuz ikiye katlıyor. İnsan sağlığının başlıca düşmanlarından biri olan sigaranın daha az kullanılmasını sağlamak için çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz. Birçok kişinin daha sağlıklı bir hayata adım atmasını sağlamak en büyük kazancımız olacaktır.”
#200 - Nisan 07 2009, 15:00:47

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.