Alternatifim Cafe

Çocuk Hastalıkları

Discussion started on Sağlık

!_By_Gizli_!

folik asit


Bu B grubu suda çözünen vitamin çoğu zaman folik asit ya da folat olarak adlandırılır. Oysa bu iki terim birbirinden farklıdır.Folik asit vitaminin en stabil formunu belirtir ve besin maddelerinde nadiren bulunur. Folik asit vitaminin ilaçlarda ve işlenmiş besinlerde bulunan formudur. Folat ise doğal maddelerde bulunan şeklidir.

Folat ya da folik asit vücutta özellikle DNA yapımında rol alır. Bunun yanı sıra bazı amino asitlerin ####bolizmasında da rol aldığı bilinmektedir.

Bazı durumlarda vücutta folat eksikliği ortaya çıkabilir. Bu durumların en iyi bilineni alkolizmdir. Alkol folatın emilimini engelleyerek eksikliğe yol açar. Besinler yolu ile yetersiz alınması da bir diğer eksiklik nedenidir. Hamilelik ya da kanser gibi hücre bölünme hızının yüksek olduğu durumlarda da vücudun folata olan gereksinimi artacağından eksiklik görülebilir.

Belirtileri
Erken dönemde fazla belirti ve yakınma olmaz. En erken bulgu kan homosistein düzeylerinde saptanan artıştır. Folat eksikliğine en çabuk tepki veren hücreler en hızlı bölünen hücrelerdir. Folat düzeyi azaldığında kemik iliğinde hücre bölünmesi bozulur ve az sayıda ama dev boyutta kan hücreleri üretilir. Bu durumun sonucu bir kansızlık türü olan megaloblastik anemi adı verilen tablodur. Bu hücrelerin oksijen taşıma kapasitesi azaldığı için kansızlığın tipik yakınmaları olan halsizlik, yorgunluk, çarpıntı gibi belirtiler ortaya çıkar.

Fetal büyüme ve gelişme hızlı hücre bölünmesi ile karakterize bir dönemdir.DNA ve RNA üretimindeki krıtik rolü nedeniyle bu dönemde yeterli folat alımı son derece önemlidir. Yapılan araştırmalar hamilelikte yeterli miktarda folik asit alımının bebekte merkezi sinir sitemi anomalileri görülme olasılığını anlamlı ölçüde azaldığını göstermektedir. Nöral tüp defekti adı verilen bu merkezi sinir sistemi anomalileri değişik şekillerde ve derecelerde görülebilir. En basit formu olan spina bifida da omurgada küçük bir açıklık varken en ileri form olan anensefalide bebeğin kafatası ve beyni gelişmez.

Nöral tüp defektleri döllenme sonrası 21 ve 27. günler arasında ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde kadınların önemli bir kısmı hamile olduklarını fark etmeyebilirler. Folik asit desteği alınmadığında nöral tüp defekti görülme olasılığı 2000 doğumda 1 civarındadır. Folik asit desteği ile bu oran %50 oranında azaltılabilir. Bu etkinin ortaya çıkması için hamile kalmadan 1 ay önce folik asit kullanmaya başlanması gereklidir. Ayrıca yarık damak ve bazı kap defekteleri gibi anomalilerin de folat alımındaki azlığa bağlı olduğu ileri sürülmektedir.

Amerikan Halk Sağlığı dairesi ve diğer ilgili kuruluşlar hamile kalma potansiyeli olan her kadının mutlaka folik asit desteği alması ve folik asit ilaçları kullanmasını önermektedir. Bununla birlikte ABD'de hamile kadınların yalnızca yarısı bu öneriye uymaktadır. Bu nedenle ABD'de bazı besin maddelerinin folik asit açısından zenginleştirilmesi gündeme gelmiştir. Ülkemiz için durum çok daha kötüdür. Hamilelerin önemli bir kısmı hamile kalmadan önce danışmanlık almadığı için konudan habersizdir.

Yeterli folat düzeyinin bazı kalp ve ekstremite anomalilerini de azaltacağı ileri sürülmektedir. Ancak bu konuda yeterli kanıt yoktur. Bazı başka çalışmalarda ise yetersiz folat alımının erken doğum, düşük doğum ağırlığı ve plasentanın erken ayrılmasına neden olabileceği gösterilmiştir. Bu nedenle nöral tüp defekti gelişme riski ortadan kalktıktan sonra da folik asit kullanmaya devam edilmelidir.

Nelerde bulunur ?
Pek çok besin maddesi folik asit içerir. Bunlar:

Portakal,mandalina, greyfurt gibi narenciye
Kavun, karpuz
Fasülye
Brokoli ve ıspanak gibi yeşil sebzeler
Fındık
Karaciğerdir
Günümüzde marketlerde satılan bazı gıda maddeleri folik asit açısından zenginleştirilmiştir. Folik asit gereksinimi ayrıca multivitamin preparatları olan ilaçlar yolu ile de alınabilir. Bazı besin maddelerinin folik asit içeriği şöyledir.

Besin Posiyon Folat (mcg)
Portakal suyu 1 Bardak 82
Ispanak 1 porsiyon 131
Kuşkonmaz 1 porsiyon 131
Mercimek 1 porsiyon 179
Fasülye 1 porsiyon 141
Ekmek (beyaz) 1 dilim 20

Ne kadar alınmalıdır?
12 yaşından başlayarak hem erkek hem de kadın için günlük folik asit ihtiyacı 0.4 miligramdır. Bu özellikle doğurganlık çağındaki kadınlarda önemlidir. Hamile kadınların günde 400-800 mikrogram folik asit alması gereklidir.

Herhangi bir toksik etkisi olmamasına rağmen günlük 1 miligramdan fazla folik asit alınması önerilmez.
#126 - Mart 23 2008, 10:41:28

!_By_Gizli_!

Gece işemesi Enürezis Nokturna


Enurezis Nocturna (çocuklarda gece işemesi):

İstemdışı olan idrar çıkışına enurezis denmektedir. Bu durum daha çok gece uyku esnasında oluştuğundan enurezis nocturna adını almaktadır. Ancak bu durumdaki çocuklarda teşhisin konulabilmesi için gereken yaş alt sınırı 5 tir.

Yapılan araştırmalara göre 5 yaşındaki erkek çocuklarda gece işemelerinin sıklığı % 7; kızlarda aynı yaşta % 3 olarak saptanmıştır. Bu oranlar 10 yaşında erkeklerde % 3’e; kızlarda % 2’ye düşmektedir. 18 yaşına gelen erkeklerde % 1, kızlarda ise biraz daha düşük bir yüzdede sürebilmektedir. Bu çocuklarda yaşıtlarına göre gelişimsel gecikmeler de saptanmıştır. 5 yaş sonrasında tedavisiz kendiliğinden iyileşme oranı % 5-10 arasında bulunmuştur.

Rahatsızlığın teşhisi için en az 3 ay süre ile haftada en az 2 kez idrar kaçırmanın olması ya da toplumsal, mesleki işlevsellikte, okul başarısında düşmeye ve sorunlara yol açması , kişinin 5 yaşından büyük olması gerekmektedir. Ayrıca idrar kaçırma durumu başka bir ilacın yan etkisine bağlı olmamalı, kişide idrar kaçırmaya sebep olabilecek bir hastalık olmadığı tespit edilmelidir ( şeker hastalığı , ürolojik ya da nörolojik hastalıklar gibi).

Enürezis riskini arttıran durumlar:

-Yoğun psikososyal sorunlar içinde olan ve olumsuz çevresel koşullarda yaşayan çocuklar

-Baba ya da annenin boşanma ya da ölüm sonucu kaybı da önemli etkenlerdendir. Özellikle daha öncesinde idrar kontrolünün sağlandığı çocuklarda sonradan 5-8 yaşları arasında idrar kaçırma bu nedenle tekrar başlayabilmektedir.

-Davranışsal bozukluklar gösteren çocuklarda mesane kapasitesinin daha sınırlı olduğu ve bu durumun daha sık gözlendiği saptanmıştır.

-Yapılan çalışmalara göre ailede anne, baba ve diğer akrabaların geçmiş yaşantılarında bu sorun var ise, çocuklarda da enürezis riski 5-7 kat artmaktadır.

Çocukta gece işemeleri varlığında yapılması gereken incelemeler:

Öncelikle idrar yollarında mikrobik bir durum varlığı, basit bir idrar tahlili ile araştırılabilir. Bu duruma idrar yollarının özelliği nedeniyle daha çok kız çocuklarında rastlanmaktadır. Daha nadiren rastlansa da idrar yollarındaki yapısal kusurlar varlığı radyolojik incelemeler ile belirlenebilir. Nörolojik muayene ve şeker hastalığı varlığı açısından kan şeker düzeyi araştırılmalıdır.

Tedavi:

İlaç tedavisi yanında uygulanabilen psikoterapi, özellikle davranışsal sorunlar yaşayanlarda etkili olmaktadır. Bu özellikle sonradan başlayan idrar kaçırmalarında gereklidir. Diğer bir yöntem ise, ıslanmaya duyarlı nesnelerle döşenmiş olan özel donanımlı bir yatağın , ıslanma ile ikaz edici bir ses çıkarmasına ve kişinin bu durumu zaman içinde öğrenebilmesine dayanan bir sistemdir.

Encopresis ( dışkı tutamama):

Bu durum idrar kaçırmaya göre biraz daha sorunlu bir durumdur. En az 3 ay süre ile görülen ve en az ayda bir kez var olan dışkı kaçırma durumudur. Bu teşhisin konulabilmesi için çocuk 4 yaşından büyük olmalı, başka bir ilacın yan etkisine ya da başka bir hastalığa bağlı olmamalıdır.

Hastalık iki şekilde kendini gösterebilir. İlkinde kabızlık ve sonrasında buna eşlik eden aşırı miktarda dışkının boşalmasına bağlı tip ve diğeri bu durumun olmadığı tiptir. Kabızlıkla birlikte olan tip gündüz ya da gece olabilmektedir. Normalde tuvalet yapma esnasında çok az miktarda dışkı çıkışı gözlenir. Dışarıya çıkan dışkı şekilsizdir ve kabızlığın tedavisi ile büyük ölçüde düzelir. Diğer tipte dışkı şekillenmiştir. Dışkı barsakta belli bir yerde depolanır.

Bu durum barsak kontrolünün sağlandığı dönemde istemli olarak, uygunsuz yerlerde psikolojik nedenlerle dışkı depolanması ile kendini göstermektedir. İstemsiz olan şekilde barsağın son bölümündeki anüs çıkışını denetleyen kas dokusu halkasının yeterince kontrol edilememesi ile ilişkili bulunmuştur. Ayrıca kaygı ya da aşırı birikime bağlı olarak istemsiz dışkılama da görülebilmektedir.

Yapılan araştırmalara göre erkeklerde daha çok olmak üzere, 5 yaşındaki çocuklarda % 1 oranında görülebilmektedir.

Psikiyatrik kökeni açısından rahatsızlığın oluş sebepleri arasında nevrotik yapıdaki anne ve uzak duran kendini göstermeyen babanın varlığı ; tuvalet terbiyesinin aşırı zorlayıp, cezalandırıcı bir şekilde çok erken yaşta gerçekleşmesi;nörolojik gecikme varlığı ile ilişkili bulunmuştur.

Bu teşhisin öncesinde barsaklara ait olabilecek diğer sorunların (Hirschsprung hastalığı gibi) varlığı araştırılmalıdır.

Tedavi:

İlaç tedavisi ve yaşanılan ya da hissedilen sorunlara yönelik psikoterapi yüz güldürücü sonuçlar vermektedir.
#127 - Mart 23 2008, 10:41:50

!_By_Gizli_!

gluten hassasiyeti çölyak hastalığı


ÇÖLYAK HASTALIĞI NEDİR ?

Çölyak Hastalığı (Celiac Disease) ; Hastalık bağırsaklardaki sindirimi sağlayan villus denilen yapıların bozulmasına sebep olmakta ve dolayısıyla da yiyeceklerdeki besinin emilmesini engelleyen ve ince bağırsakta hasarlar oluşturan bir sindirim hastalığıdır.

Çölyak hastası olan kişiler buğdayda arpada çavdarda ve yulafta* bulunan ve gluten olarak adlandırılan bir proteinine tahammül edememektedir.

Çölyaklı hastalar gluten içeren yiyecekler yediklerinde, onların bağışıklık sistemleri bunu ince bağırsaklara zarar vererek yanıtlar.Özellikle çok küçük ve parmak şekline benzeyen villus olarak adlandırılan ince bağırsaktaki emilimi sağlayan yapılar kaybolur(düzleşir ve görevini yapamaz hale gelir.)

Yiyeceklerdeki besinler bu villuslardan geçerek kan dolaşımı içine emilirler.Villuslar olmadan kişi ;her ne kadar yiyecek yerse yesin; beslenemez.

Vücudun kendi bağışıklık sistemine zarar vermesinden dolayı çölyak hastalığının otomatik bağışıklık sistemi rahatsızlığı olarak düşünülmektedir.Bununla birlikte ,yiyeceklerin emilememesinden dolayı sindirim rahatsızlığı olarak ta sınıflandırılabilmektedir.

Çölyak hastalığı ayrıca gluten entropatisi , celiac disease ,celiac sprue , nontropical sprue ve gluten sensitive entropathy olarak da bilinmektedir.

Çölyak hastalığı genetik bir hastalıktır,bunun anlamı kişinin ailesinde de bu hastalığın çıkması söz konusudur.Bazen hastalık bir ameliyat ,çocuk doğumu , hamilelik , viral enfeksiyon yada şiddetli duygusal stresten sonra , tetiklenebilir ;yada ilk seferde aktif olabilir.

Çölyak hastalığı kişinin yaşamının her hangi bölümünde ortaya çıkabilmektedir . Çölyak kimi kişilerde çocukluk, kimilerinde ergenlik, kimilerinde ise orta yaş grubunda ortaya çıkabilmektedir.
ÇÖLYAK HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Çölyak hastalığı insanları çok değişik şekillerde etkilemektedir.Bazı insanların belirtileri çocuklukta , bazılarının yetişkinliklerinde gelişmektedir görülmektedir.

Çölyak hastalığının oluşumunda rol oynadığı düşünülen faktörlerden biriside kişinin anne sütüyle ne kadar zaman beslendiğidir.Uzun süre anne sütüyle beslenen kişilerde çölyak hastalığını belirtileri daha geç ortaya çıkmaktadır.Diğer bir faktör ise gluten içeren yiyeceklerin yenilmeye hangi yaşta başlandığı ve ne kadar gluten yenildiğidir.

Belirtiler sindirim sisteminde var olabilir yada olmayabilir. Örneğin bir kişide ishal ve karın ağrısı olabilirken diğer bir kişide aşırı sinirlilik, öfke ,veya depresyon olabilmektedir.Aslında aşırı öfke ve sinirlilik çocuklarda görülen en yaygın belirtilerden biridir.

Çölyak hastalığının belirtileri aşağıdaki maddelerden birini yada bir kaçını içerebilir;

Çok sık tekrarlanan karın ağrıları
Kronik ishal
Kilo kaybı
Açık renkli, kötü kokulu dışkı
Anemi (kırmızı kan hücrelerinin düşüklüğü)
Gaz
Kemik Ağrısı
Davranış değişiklikleri
Kaslarda kramp meydana gelmesi
Yorgunluk
Büyüme geriliği
Bebeklikte gelişim,büyüme bozuklukları
Eklemlerde ağrılar
Felç
Bacaklarda uyuşma,karıncalanma(sinirdeki hasardan)
Ağız içerisindeki açık yaralar (aphthus ulcers)
Ağrılı deri hastalığı (dermatitis herpetiformis)
Diş bozuklukları yada mine kaybı
Haddinden fazla kilo kaybından dolayı oluşan adet düzensizliği
Anemi, büyüme geriliği ve kilo kaybı beslenememenin işaretleridir. Yeterince besin alınamamaktadır. Besin alınamama herkes için çok ciddi bir problemdir ama özellikle çocuklar için böyledir. Çünkü onların düzenli gelişmesi için yeterli besine ihtiyaçları vardır. Çölyaklı bazı kimselerde söz konusu belirtiler olmayabilir. Onların ince bağırsaklarının hasarsız kısmı yeterince besin alabildiğinden belirtilerin çıkmasını önlemektedir. Bununla birlikte belirtisi olmayan insanlarda çölyak hastalığının komplikasyonlarının riski hala mevcuttur.
ÇÖLYAK HASTALIĞI NASIL TEŞHİS EDİLİR ?

Çölyak hastalığını teşhis etmek çok zor olabilmektedir. Çünkü hastalığın belirtilerinden bazıları diğer hastalıkların belirtileri ile aynıdır.(Bu hastalıklar ; Bağırsak hastalıkları, Crohn’s hastalığı , ülseratif kolit, bağırsak enfeksiyonları, kronik yorgunluk sendromları ve depresyon).

Son zamanlarda araştırmacılar çölyak hastalarının kanlarında kimi antikorların normal seviyesinden daha yüksek olduğunu keşfettiler. Vücut algıladığı yabancı maddeleri yok etmek için karşılık olarak bağışıklık sisteminden antikorları üretir. Çölyak hastalığının teşhisinde doktorlar glutene karşı oluşan antikorların seviyesi ölçmek için kan testi yapabilmektedirler. Bu antikorlar antigliadin, anti-endomysium ve antireticulin’ dir.

Eğer test sonuçları ve belirtiler çölyak hastalığını işaret ediyorsa, doktor villuslardaki hasarı kontrol etmek için ince bağırsaktan çok küçük bir doku parçası alabilir.bu yapılan işlemin adı biyopsi’dir.Biyopsi işlemi ; endoskop olarak adlandırılan ince bir tüp ağız ve mideye doğru ince bağırsağa içine sokulur ve aletin yardımıyla küçük bir doku örneği endoskopa alınır. İnce bağırsak biyopsisi çölyak hastalığını teşhis etmenin en iyi yoludur.

Çölyak hastalığının araştırılması ve hasta olabilecek kişilerin bulunabilmesi için belirti göstermeyen kişilerinde glutene karşı olan antikorların araştırılması gerekmektedir.Bununla birlikte çölyak hastalığı kalıtsal olduğundan aile üyeleri -özellikle birinci derece akrabalar- hastalık için test yaptırmalıdırlar. Çölyak hastasının birinci derece akrabalarının-ana, baba, kardeş, yada çocuklar gibi - yaklaşık %10 ‘unda ileride bu hastalık çıkması söz konusudur.

Kişinin kendisini herkesden daha iyi bildiği bir gerçektir.bu yargıya göre kesin tanı koyma aşamasına gelinmeden önce eğer kişi çölyak belirtilerin birkaçını kendinde görüyorsa bir hafta süreyle kısmen de olsa glutenli gıdalardan uzak durması kendisinin çölyaklı olup olmadığı konusunda bir fikir verebilir.Kesin tanı konma aşamasından önce doktorlar bu ; kolay ,kısa ve etkili yolu öncelikle tercih edebilmektedirler.Ama elbette kesin tanının bilinmesi, konulması şarttır.Bu da bağırsak biyopsisi ile ortaya çıkacaktır.
ÇÖLYAK HASTALIĞININ TEDAVİSİ NEDİR ?

Çölyak hastalığı için tek tedavi glutensiz diyet uygulamaktır. Glutensiz diyet gluten içeren tüm gıdalardan sakınmak ve onları tüketmemektir. Bir çok insan için aşağıda verilen diyet hastalık belirtilerini durduracaktır, bağırsakların zarar gören kısımlarında iyileşme gerçekleşecektir ve bağırsakların daha fazla zarar görmesi önlenecektir. Diyetin başladığı günler içerisinde iyileşmelerde başlar ve ince bağırsak genellikle tam olarak iyileşir. Bunun anlamı villusların hiç zarar görmemiş gibi olması ve (üç ile altı ay içinde) çalışmasıdır. (Bu süre yetişkinler için iki yıla kadar çıkabilmektedir.)

Glutensiz diyetin yaşam boyu sürmesi gerekmektedir. Ne kadar az olursa olsun gluten ve dolayısıyla glutenli gıdalar tüketmek bağırsaklara zarar verir.Bu çölyak hastası olan herkes için böyledir. (Çölyak hastası olan kişilerde dikkate değer bir belirti olmasa bile.) Hastalığın ilerlemesi yada glutensiz diyetin uygulanmaması çölyaklar için oldukça vahim sonuçlar doğurabilmektedir. Bu sonuçların herhalde en vahimi bağırsak kanserine yol açabilmesidir

Kişinin tanı anındaki yaşına bağlı olarak bazı problemler örneğin büyüme geriliği ve diş bozuklukları iyileşmeyebilir.

Çölyak hastalarının küçük bir yüzdesi glutensiz diyetle iyileşmeyebilir. Bu kişiler bağırsaklarına aşırı derecede zarar vermişlerdir. Öyle ki diyetlerinden gluteni yok etseler bile iyileşme olmaz.Onlar bağırsaklarından yeterli derecede besin ememediğinden toplam damar içine ilave besin almaya ihtiyaçları vardır. Kökleşmiş çölyak hastalığı için ilaç tedavisi tercih edilmektedir.

Eğer bir kişi glutensiz diyete yanıt veriyorsa doktor çölyak hastalığının tanısının kesin olduğunu bilecektir
#128 - Mart 23 2008, 10:42:13

!_By_Gizli_!

göbek fıtığı


Göbek Fıtığı (Herni)
Göbek fıtığı olan bir bebekte , bebek ağladığı, öksürdüğü ya da gerindiği zaman göbek deliği çevresinden dışarı doğru şişen yumuşak bir çıkıntı dokusu vardır.

Doğumdan önce tüm bebeklerin kan damarlarının göbek kordonuna ulaşmak için geçtiği bir delik vardır. Bazı durumlarda (beyaz bebeklere kıyasla siyah bebeklerde) bu delik doğumdan sonra tamamen kapanmaz.

Sorun göbek deliği çevresindeki halkayı bir araya getirememekten doğmaktadır. Sonuçta az bir miktar bağırsak göbek deliğinden dışarı kayar.

Diğer fıtıkların aksine göbek fıtığının tehlikesi çok azdır.

Bebek altı aylık olmadan önce ortaya çıkanların çoğu bebek bir yaşına girdiğinde yok olur. Fıtık gittikçe daha büyümedikçe çocuk beş yaşına girene kadar zamanla iyileşmedikçe veya herhangi bir engel oluşturmadığı sürece ameliyat nadiren gereklidir.

Göbek fıtığı göbek deliği etrafındaki halkanın ortaya toplanamamasından dolayı oluşur. Bu durum öksürme , gerilme ve ağlama esnasında daha da dışarı çıkan yumuşak bir çıkıntı ortaya çıkmasına neden olur.

DİKKAT: Bu tip kitle görüntü açısından endişe yaratırsa da tıbbi açıdan problem çıkarmaz . Küçük delikler birkaç ayda iyileşirken ,büyük deliklerin iyileşmesi iki yıla kadar sürebilir.

Bel sargıları , yara bantları ve yapışkan uçlu bantlar güncelliğini kaybetmiştir ve etkili olmayan yöntemlerdir. Ayrıca deriyi tahriş edebilirler.

“En iyi tedavi hiç tedavi etmemektir!!”
Göbek fıtıklarını ameliyatla düzeltmek basit , güvenli bir yoldur ,fakat yalnızca anneyi ve babayı rahatsız eden büyük yada büyümekte olan delikler için geçerlidir.

Ancak ;
• fıtık içeri itildiğinde içeri girmiyorsa ,
• aniden büyümeye başladıysa ,
• hassaslaşırsa ,
• bebek ağlayınca fırlıyor ve
• bebekte kusmaya neden oluyorsa doktora başvurun.

Göbek düşmeden önce geçici olarak dışarı fırlayan göbeği fıtıkla karıştırmayın. Fıtık bebek ağladığında dışarı fırlar, göbek fırlamaz.

Mayo Clinic
#129 - Mart 23 2008, 10:42:33

!_By_Gizli_!

Hazımsızlık: dispepsi



Hazımsızlık ve mide ekşimesi, hastaların üst gastrointestinal (GI) sisteme ait kimi zaman kullandıkları çeşitli semptomlar içinde bulunan terimlerdendir.

Tanımlamalar:

Dispepsi: Tıp dilinde tanımlandığı adıyla, dispepsi, üst abdomende kronik, bir aydan uzun süredir var olan, sürekli ya da tekrarlayıcı bir ağrı veya rahatsızlık hissidir. Dispepsi, aşağıda sıralananları da içersinde bulundurur: Bulantı / Mide ekşimesi ve regürgitasyon / Asit / Üst abdominal rahatsızlık / Göğüs alt bölgesinde rahatsızlık / Epigastrik dolgunluk / Abdominal distansiyon.

Mide Ekşimesi: Retrostrenal ya da epigastrik bölgede hissedilen ve boğaza doğru bir yayılma gösteren yanma hissidir.

Flatülans: Aşırı yellenmedir. İçersinde geğirme, karın şişkinliği ya da aşırı yellenme isteğini bulundurur.

Tanısal yaklaşım:

Dispepsinin çeşitli nedenleri arasında bir ayırım yapmak klinik olarak oldukça zordur. Geçmişte ileri sürüldüğü gibi dispepsiyi, "dismotilite benzeri", "reflü benzeri", "ülser benzeri" gibi alt sınıflamalara ayırma her bir hastalık için ayırt edici özelliği zayıftır. Günümüzde kabul edilen ortak görüş, reflünün fizyolojisini hedef alan bir strateji ile "klasik" reflü semptomları bulunan hastaların tedavi edilmesi şeklindedir. Hastaların geri kalanı dispeptik olarak kabul edilmektedir. Bu dispeptik hastalara endoskopi yapıldığında; yaklaşık %15-%25’inde peptik ülser hastalığı, %5-%15’inde gasto-özofageal reflü hastalığı (GÖR), %2’den azında gastrik kanser bulunmakta ve %50-60’ında (non-ülser dispepsi) endoskopik bir patoloji saptanmamaktadır.



Dispepsi: Stratejik tanı modeli

1.Olası tanılar:

Üst gastrointestinal sistem irritasyonu (fonksiyonel dispepsi)

GÖR

Özofagus motilite bozukluğu (dismotilite)

2. Kaçırılmaması gereken ciddi durumlar:

Neoplaziler ( Mide- pankreas-özofagus karsinomları)

Kardiyovasküler sistem (İskemik kalp hastalığı, Konjestif kalp yetmezliği)

Pankreatit

Peptik ülser (PÜ)

3. Gözden kaçan durumlar:

Miyokard infarktüsü (MI)

Gıda allerjisi (ör.laktoz entoleransı)

Gebelik (erken)

Biliyer motilite bozukluğu

Diğer safra kesesi hastalıkları

Vagotomi sonrası

Duodenit

Nadir durumlar: Hiperparatiroidizm / Zollinger Ellison sendromu / Mezenter iskemisi / Renal yetmezlik



Aşağıdaki algoritm, reflü ve dispepsiyi değerlendirmede ve her biri için idare stratejisinin taslağının oluşturulmasında hekime yardımcı olacak özellikleri tanımlamaktadır.

Hikaye: Dispepsinin merkezi üst abdomen olmakla birlikte, bir çok hasta semptomları abdomenin herhangi bir yerinde de ifade etmektedir. Gerçekten, dispepsi yakınması bulunan hastalar ile irritabl barsak sendromu (IBS) bulunan hastalar arasında belirgin bir örtüşme bulunmakta, ayrıca bir çok hastada semptomlar üst abdomende başlamış ancak zaman içinde bu birincil bölgenin değişerek alt abdomene kaydığı (ya da tam tersi) şeklindeki bir ifade de bulunabilmektedir. Hastanın hekimden farklı bir kültürel ya da dilsel yapıya sahip olması halinde, hissedilen rahatsızlığın yeri ve şiddeti hakkında emin olmak çok daha zor olabilir. Bu nedenlerden dolayı hastanın hazımsızlık ya da mide ekşimesi dediğinde neyi ifade etmek istediği çok önemlidir. Semptomun yemek ile olan ilgisi, özellikle de yemek sonrası veya spesifik bir yemek sonrası olması çok önemlidir.

Semptom analizi:

Yer ve yayılım

İnterskapuler bölgede hissedilen yakınma; özofagus spazmı- safra kesesi hastalığı-duodenal ülseri, Retrosternal rahatsızlık hissi; Özofageal bozukluklar- Angina pektorisi,

Epigastrik rahatsızlık hissi; Biliyer sisteme ait hastalıklar- Mide ve duodenum hastalıklarını düşündürmelidir.

Ağrı karakteri
Yanıcı ağrı: GÖR, Sıkıştırıcı ağrı: İskemik kalp hastalığı veya özofagus spazmı, Kemirici ağrı: PÜ, Şiddetli ve ‘öldürücü’ ağrı: Psikojenik ağrı düşünülür.

Tetikleyici ve kötüleştirici faktörler
Yemek yeme gastrik ülseri (GÜ) kötüleştirebilir ancak duodenal ülserde (DÜ) iyi etki gösterir. Kızarmış ya da yağlı gıdaların yenmesi safra kesesi hastalıkları, fonksiyonel dispepsi ve özofagus bozukluklarını kötüleştirir. Eğilme GÖR’yu kötüleştirir. Alkol alma GÖR, özofajit, gastrit, PÜ ve pankreatiti kötüleştirebilir.

Birlikte bulunan semptomlar
Yutma zorluğu: özofagus bozuklukları; Boğazda yumru ve daralma hissi: psikojenik; Asit regürgitasyon: GÖR, özofajit; Anoreksi, kilo kaybı: mide karsinomu; Ağızda ekşi tat: GÖR, hiatus hernisi, PÜ; Anemi semptomları: Kronik özofajit veya gastrit, PÜ, karsinom (mide-kolon); Flatülans, geğirme,yellenme ve anormal barsak hareketleri: İBS; Yemekten 30 dak.sonra diyare: mezenter iskemisini düşündürür.

Klasik GÖR semptomları, epigastrik ya da substernal yanma, geğirme ve regürgitasyondur. Ağrı sıklıkla sırta yayılır. Genellikle yemek sonrası (post prandial) ortaya çıkar ve bazı gıdalar , bazı ilaçlar ve eğilme ya da uzanma ile kötüleşir. Reflünün derecesinin semptomlarla büyük ölçüde uyumlu olduğu söylenemez; endoskopi ve pH testi sonucu aşırı asit reflüsü olan hastaların çoğunda herhangi bir semptom bulunmamaktadır.

Burada safra kesesi koliği de göz önünde tutulmalıdır, ancak bu patolojide sıklıkla bulantı ile birlikte bulunan saatlerce süren uzamış ağrı atakları bulunmaktadır. Oddi sfinkter bozukluğunda da benzer yakınmalar olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Tanılar arasında bulunabilecek nadir diğer nedenler; gastroparezi (sıklıkla DM’a bağlı), iskemik kalp hastalığı, pankreatit, ####bolik bozukluklar (ör. hiperkalsemi) ve diğerleridir.

Fizik muayene: Fizik muayene her zaman tanıda anahtar değildir ancak dikkatli bir inspeksiyon ve palpasyon yapılması çok önemlidir. Fizik muayenede dikkat edilmesi gerekenler; hastanın kilosu, sarılık ve anemisinin olup olmadığı, abdominal herhangi bir kitlenin, hassasiyetin, organ büyümesinin ya da lenfadenopatinin var olup olmadığıdır.

İlaçlar: Birçok ilaç dispepsiyi ya da GÖR hastalığını kötüleştirmektedir. Bu ilaçlar arasında; antibiyotikler, NSAI ilaçlar, niacin, potasyum klorid, demir, kortikosteroidler, kinidin, kolşisin, narkotikler, östrogen, progesteron, aminofilin, kalsiyum kanal blokerleri ve hatta son yapılan bir çalışmaya göre asetaminofen bulunmaktadır.

Laboratuar Testleri: Düşünülebilecek testler arasında, tam kan sayımı ve amilaz bulunmaktadır. Bazı vakalarda karaciğer fonksiyon testleri yararlı olabilir. Hem dispepsi hem de asemptomatik safra kesesi taşları sık görülen durumlar olmaları nedeniyle, her iki durumunda birlikte bulunduğu birçok hasta olabilir. Bu nedenle biliyer kolik düşündüren bir hikaye mevcut olmadıkça, safra kesesi taşları için incelemeye alma (ör.ultrasonografi ile) önerilmemektedir.

Alarm veren semptomlar: *Kilo kaybı, *hematemez, *odinofaji, *disfaji, *sırta vuran ağrı, *anemi ve *melena, gastrik kanser, duodenal kanser ve GÖR hastalığının komplikasyonları gibi daha ciddi patolojileri düşündüren alarm veren semptomlardır. Çeşitli derecelerdeki özofajitler, peptik özofageal darlıklar ve özofagusun intestinal ####plazisi (Barret’s özofagus) GÖR hastalığının komplikasyonları arasında bulunan durumlardır.

Disfaji sıklıkla eroziv özofajit veya darlıkların varlığını düşündürür. Odinofaji çoğunlukla şiddetli özofajite işaret eder. GÖR hastalığı bulunan kişilerin çoğunda özofajite ait endoskopik bir kanıt bulunmamaktadır. Komplikasyonların prevalansı; ileri yaşlar, erkek cinsiyet, semptomların süresi (>5 yıl) ve Zollinger-Ellison ile skleroderma gibi durumlarla ilişkilidir. Gastrik kanser saptanması durumunda, ailede gastrik kanser bulunması ve pozitif Helicobacter pylori serolojisi ile ilişkilidir.

Yaş: Genellikle gastroenterologlar yeni başlayan dispepsisi olan yaşlı hastaların endoskopi için sevk edilmeleri gerektiğini düşünürler. ABD ve Batı Avrupa’da 45 yaşın altında gastrik kanser insidansı 100.000’de 1’den azdır ancak bu yaştan sonra anlamlı olarak artmakta bu nedenle de bu yaş başlangıç yaşı olarak kabul edilmektedir. Gastrik kanserin daha genç yaşlarda sık görüldüğü Japonya ve diğer toplumlarda ya da ailesinde gastrik kanser veya pernisyöz anemi ya da bilinen gastrik polipler gibi diğer risk faktörlerine ait öykünün bulunması durumunda belirtilen yaş sınırının daha aşağı çekilmesi önerilmektedir.



GÖR Hastalığı:

G. Ekstraözafageal (özofagus dışı) veya atipik semptomlar: Angina benzeri göğüs ağrısı, ses kısıklığı, boğaz ağrısı ile özellikle geceleri ortaya çıkan olmak üzere öksürük, özofagus dışı veya atipik semptomlar arasındadır. GÖR hastalığı ile astım arasındaki ilişki oldukça komplekstir (nedensel olması gerekli olmadığı için). Reflüye yönelik yapılan tedavi vakaların %69’unda astım semptomlarını düzeltmiş, %62’sinde astımın ilaç tedavisini azaltmış ancak çeşitli çalışmaların yaptığı veri sonuçlarını inceleyen son bir derlemeye göre spirometride bir düzeltme yaratmamıştır.

H. Yaşam tarzının değiştirilmesi: Yaşam tarzında yapılacak değişiklikler ya da çeşitli ilaç dışı yaklaşımlar bir ölçüde yararlı olabilir. Bunlar arasında; yatak başının 15 cm (6 inch) yükseltilmesi, presipite edici ajanlardan kaçınılması (alkol, baharatlı gıdalar, limon, çikolata, nane, yağlı yiyecekler, tütün), yatmadan 3 saat öncesinde yemek yemekten kaçınılması, ve semptomları kötüleştiren ilaçların bırakılması gelmektedir. Antiasitler özofajiti iyileştirmede etkin ajanlar olmamakla birlikte, semptomları hızla geçirirler. Alginik asit, gastrik havuz üzerinde yüzer şekilde visköz bir solüsyon oluşturur ve bu şekilde mekanik bir bariyer rolü oynar. Ancak bu, hasta düz bir şekilde yattığında etkili olmaz.

I. Tedavi: H2 reseptör blokerlerinin hepsi birbirine eşit şekilde etkilidirler ancak özofajiti iyileştirmeleri için sıklıkla çok yüksek dozlara ihtiyaç vardır; hafif özofajiti olan vakaların %75-90’ı iyileşmekte iken ciddi özofajitli vakaların ancak %40-50’si iyileşmektedir. Proton pompa inhibitörleri (PPIs) potent birer uzun etkili asit sekresyon inhibitörleridir ve hangi grade’de olursa olsun her aşamadaki özofajiti iyileştirmede büyük oranda etkilidirler. Proton pompa inhibitörleri H.pylori ile enfekte olan hastalarda gastrik atrofinin gelişmesine yol açabilir ve bu atrofi gastrik kanserin bir öncüsü olabilir. Bu bulgunun klinik önemi belirsiz olmakla birlikte, PPİ’nin kullanımı ile birlikte mide kanserinde artış olduğu ilişkisi kurulmamıştır. Bu nedenle bazıları, H.pylori’si bulunan ve PPS almakta olan tüm hastaların test ve tedavi edilmesini önermektedir. Prokinetik ajanlar genellikle ikinci basamakta düşünülürler ve H2 reseptör blokerleri ya da PPİ’ni tamamlayıcı olarak veya dismotilite düşünüldüğünde tamamlayıcı ajanlar olarak kullanılırlar. Cisapride çeşitli ilaçlarla etkileşmekte ve sonuçta QT mesafesinde uzama ile torsiyon riskine yol açmaktadır. Semptomlar stabilize olduğunda ‘step-down’ (basamakta gerileme) terapi düşünülebilir: ilaçların kesilmesi, veya daha düşük dozlara geçilmesi ve PPI’lerinden H2 reseptör blokerlerine geçilmesi şeklindedir. Genel olarak, kanıtlanmış ciddi bir asemptomatik özofajit ya da Barret’s özofagus olmadıkça semptomlar farmakolojik tedaviye rehberlik etmelidir.

J. Endoskopi: Barret’s özofagus ile mukozal bir hasarın var olup olmadığını saptamada en iyi metot endoskopidir. Kolumnar epitele benzeyen alanlar gerçekte her zaman adenokarsinomun histolojik bir prekürsörü olmayacağından biyopsi gerekmektedir. Son yapılan çalışmaların birinde, semtomların sıklığı (mide ekşimesi ve reflü), bunların gece görülme durumu ve bunların devam süresi, hepsi özofagus kanseri gelişme riski ile büyük oranda bağlantılı olduğu gösterilmektedir. Endoskopi büyük ölçüde işlemi yapan kişinin becerisine bağlıdır: bazı çalışmalara göre bu girişimi hastalar baryumlu tetkike tercih etmekte olduğu da bildirilmektedir. İşlem çok daha pahalı olmakla birlikte direkt olarak doku örneklemesi ile darlığın dilate edilmesi gibi tedavilerin yapılmasına olanak sağlar.

K. Antireflü cerrahisi: Yaşam boyu medikal tedavi gerektiren ve darlıkları olan ya da tedaviye rağmen rekürren semptomları olan ciddi GÖR hastalığı olan genç kişilerde antireflü cerrahisi düşünülebilir. Deneyimli ellerde bu cerrahinin etkinliği yaklaşık %90 kadardır. Normal özogagus peristaltizm bulunduğunun doğrulanmasında, operasyon öncesi yapılacak manometri önemlidir. Daha düşük sensitivite ve spesifiteye sahip olmaları nedeniyle, diğer birçok test ( Bernstein testi, sintigrafi gibi) geçmişe göre günümüzde çok daha az kullanılmaktadır; gerekli ise de en uygunu gastroenterologlar tarafından istenmesidir.
#130 - Mart 23 2008, 10:42:52

!_By_Gizli_!

L. Baryumlu tetkik: Baryumlu tetkik özellikle disfajisi olan genç hastalarda yararlıdır. Çözülmesi zor darlık ve halkalarda endoskopiden daha sensitiftir ancak bir çalışmaya göre de hafif reflü özofajitteki sensitivitesi yalnızca %24 olarak bulunmuştur. Bunun ötesinde, herhangi bir histolojik tanı koyma veya evreleme olanağı sağlamaz.

M. Özofageal pH testi: Özofageal pH testi (24 saatlik), son zamanlarda sorgulanmakla birlikte, GER hastalığı tanısının konmasında altın standart olarak kabul edilmektedir. Özofagusun aşağı kısmına bir pH monitörü yerleştirilmekte ve 24 saat boyunca buradaki pH kaydedilmektedir. Bu işlem muhtemelen en çok, tedaviye ve normal bir endoskopiye rağmen dirençli semptomları olan hastalarda yararlıdır. Her ne kadar bazıları 1 hafta süreyle yüksek doz PPI’leri (60 mg/gün) verme ile yapılacak ampirik tedavinin daha ucuz ve daha az invaziv olacağını savunmakta ise de, bu test ayrıca kimileri tarafından non-kardiyak göğüs ağrısı nedenlerinden olan reflüyü ayırt etmede de kullanılmaktadır. Bir çalışma sonucuna göre bu ‘omeprazol testi’nin %78 sensitivitesi ve %86 spesifitesi vardır.

N. Barret’s özofagus: Barret’s özofagusun tanı, gözetim ve tedavisine yönelik son yapılan pratik kılavuza göre, takip temelde alınması gereken multiple biyopsi örneklerinde görülen histolojik evrelemeye dayanmalıdır. Herhangi bir kılavuz ile birlikte, bunların tümü hasta kişinin mevcut durumunun ışığı altında ( beklenen yaşam süresini uzatmada potansiyel olarak ve hastanın tedavi için seçilmesi gibi) değerlendirilmesi gerekmektedir.



DİSPEPSİ
O. Ampirik tedavi: Dispepsinin ampirik tedavisi (genellikle H2 reseptör blokerleri veya prokinetik ajanlar), birinci basamak hekimleri tarafından en sık izlenen tedavi stratejilerindendir. Gerçekte prokinetik ajanlar dispepsi tedavisinde çok daha etkilidir. Daha genç hastalarda dispepsinin H2 reseptör blokerleri ile ampirik tedavisinin erken yapılan endoskopi kadar pahalı bir işlem olacağı ve daha az sayıda hasta memnuniyeti sağlayacağı şeklinde kısıtlı bazı kanıtlar bulunmaktadır. Ayrıca, inefektif ilaç tedavisinin uzun süre yapılmasına ön ayak olması ve malign ülserlerin semptomlarını maskelemesine yol açmaları nedeniyle, ampirik tedavi stratejisi eleştirilmektedir.

P. Helicobacter pylori: H.pylori’nin, non-ülser dispepsideki rolü belirsiz kalmakla birlikte, mide kanseri, gastrit ve duodenal ülser gibi hastalıklarda etyolojik ajan olduğu saptanmıştır. Amerikan Gastroenteroloji Birliği’nin en son kılavuz rehberine göre, dispepsisi ve H.pylori testi pozitih olan tüm hastalarda, ‘test et ve tedavi et’ stratejisi önerilmektedir. Bu şekilde ülsere yatkınlığı olanların başvuru yakınması dispepsi olan kişilerin tümü tedavi edilecektir fakat peptik ülser hastalığı olmaksızın sadece enfeksiyonu bulunan kişiler de tedavi edilmiş olacaktır. H.pylori tedavisinin etkinliği ile ilgili yapılan 2 geniş çaplı araştırmada farklı sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmalardan biri, yalnızca omeprazol ile tedavi edilenlerin %7’sinde; metranidazol tabanlı eradikasyon rejimi uygulananların ise %21’inde dispepsi semptomlarının 1 yıl içinde düzeldiğini öne sürmekte iken; diğer çalışma benzer şekilde rasgele seçilmiş hastalar arasında anlamlı bir fark bulamamıştır. Bununla birlikte her 2 çalışmada da hastaların %70’den fazlasında H.pylori’nin eradikasyonu sonucunda anlamlı bir rahatlama olmamıştır. Bazı yazarlar H.pylori testinin dispeptik yakınmaları olan 45 yaş altındaki kişilerde risk belirlemesi amacıyla kullanılmasını ileri sürmektedir.

Erişkinlerde Dispepsi:

1. GÖR:

Özellikleri: Mide ekşimesi, Asit regürgütasyon özellikle gece düz yatma ile, Ağızda ekşi tat bulunur. Tanı sıklıkla hikaye anamnez ile konur. Genellikle ek araştırma gerekmemektedir.

Komplikasyonları: Özofajit- Fe eksikliği anemisi- Darlık- Kronik öksürük, astım ve horlama gibi solunum problemleri- Barret’s özofagus (uzamış reflüye bağlı).

Barret’s özofagus: Premalign bir olaydır. Özofagus alt kısmında (en az 3 cm.) gastrik mukoza gelişir. Ülserasyona eğilimlidir. İki yılda bir biyopsinin de birlikte yapıldığı endoskopiler yapılmalıdır.

Tedavi yaklaşımları:

Safha 1:

Hastanın eğitilmesi
Asit supresyonu ya da nötralizasyonu düşünülmeli
Yaşam şeklinin düzenlenmesi/ değiştirilmesi
Aşırı kilolu ise kilonun azaltılması

Sigaranın bıraktırılması ya da azaltılması

Alkolün bıraktırılması ya da azaltılması (özellikle akşam yemeğinde)

Yağlı gıdalardan kaçınılması

Kahve, çay ve çikolatanın bıraktırılması ya da azaltılması

Gece geç vakit alkol ve kahve almaktan kaçınılması

Gazlı içeceklerden kaçınma

Akşam yemeğinin yatmadan en az 3 saat önce yenmesi

Öğle yemeğinin ana yemek niteliğinde olup, geceleri hafif yenmesi

Acılı gıdalar ve domatesli ürünlerden kaçınılması

Kaçınılması gereken ilaçlar
Antikolinerjik, teofilin, kalsiyum kanal blokerleri, doksisiklin, kortikosteroidler, NSAID, demir sülfat gibi...

Antiasitler: En iyisi sıvı alginate /antiasit karışımı olanlardır. Ör.Gaviscon
Yatak başının yükseltilmesi (10-20 cm)
Safha 2: Haftalar sonrasında iyileşme yoksa uygun yaklaşım basamak şeklindedir:

Birinci basamak: Asit sekresyonunun azaltılması

H2 reseptör antagonistleri (8 hafta süreyle oral kullanım)
Cimetidine 400 mg 2x1 veya 800 mg gece 1x1

Famotidine 40 mg gece 1x1

Nizatadine 150 mg 2x1 veya 300 mg gece

Ranitidine 150 mg 2x1 veya 300 mg gece

Proton pompa inhibitörleri (bir önceki ilaca yanıt yoksa; 4-8 hafta süre ile)
Lansoprazole 30 mg

Omeprazole 20-40 mg

Pantoprazole 40 mg

İkinci basamak: Prokinetik ajanlar

(Gastrik boşaltmayı kolaylaştırma; reflü ve dismotilitede çok yararlıdırlar)

Domperidone 10 mg 3-4x1
Metoclopramide 10 mg 3x1
Cisapride 5-10 mg 3x1
Not: Metoclopramide’in uzun süre kullanımı ajitasyon, konfüzyon veya ekstarpiramidal yan etkilere neden olabilir. Dirençli reflü vakalarında kombine PPI ve cisapride çok etkilidir. Cerrahi girişim, genellikle aşırı reflüsü olan genç hastalarda tercih edilir.

2. Fonksiyonel (non-ülser) dispepsi: Altta yatan herhangi bir organik hastalık bulunmaksızın yemekle birlikte ortaya çıkan rahatsızlık şeklindedir. *Ülser benzeri dispepsi ve *Dismotilite benzeri dispepsi olarak 2 bölümde incelenir. Ülser benzeri dispepside tedavi GER’deki gibidir.

Dismotilite benzeri dispepside; Yemekle birlikte kısa sürede çıkan dolgunluk hissi şeklinde rahatsızlık, bulantı, aşırı kilo, emosyonel stres, kötü beslenme (ör.yağlı gıdalar) başlıca göze çarpan özellikleri arasındadır. GÖR’dekine benzer yaşam tarzı düzenlenmesi gereklidir. Tedavide, GÖR’nün birinci safha yaklaşımı ve buna ek olarak antiasitler başlanmalıdır. Yanıt alınamazsa, birinci (H2 reseptör antagonistleri )ve ikinci basamak (prokinetik ajanlar) tedavi protokolleri kullanılmalıdır.



3. Peptik Ülser (PÜ):

Genel özellikleri:

Sık görülür. Yaşam boyunca, %10-20’lik insidans bildirilmektedir. DÜ/GÜ: 4/1. DU’ler erkeklerde sıktır (3:1). Kümülatif mortalite %10 kadardır.

Risk faktörleri: Erkek cinsiyet/ Aile öyküsü / Sigara / Stres/ Kan grubu O olanlar / NSAI kullanımı (GÜ ve ülser komplikasyonlarını 2-4 kat arttırır)/ H.pylori

Tam olarak kanıtlanmamış risk faktörleri: Kortikosteroidler / Alkol / Diyet

Ülser tipleri: Aşağı özofagus / Gastrik / Stomal / Duodenal

Klinik özellikler:

Yemeklerle ilişkili olan (1-2 saat sonra) dönemsel gelen epigastrik yanma, epigastrik ağrı ,

Gıda ya da antiasit alma ile semptomların düzelmesi (genellikle),

Sıklıkla dispepsi,

Yaşlılarda ya da NSAI alanlarda ‘sessiz’ belirtisiz görülebilir,

Fizik muayene sıklıkla yardımcı değildir.

Yapılacak araştırma metotları:

Endoskopi ( %92 prediktif değeri var)

Baryumlu tetkik (%54 prediktif değeri var)

Serumda gastrin bakılması ( çok sayıda ülseri olanlarda düşün)

H.pylori testi:serolojik yoldan veya üre soluma testi; tanı genellikle endoskopi sırasında yapılan üreaz testi ile konur)

Komplikasyonlar:

Perforasyon

Kanama :Hematemez ve melena

Obstrüksiyon :Pilor stenozu

(kan kaybı) anemi

Karsinom (mide ülserinde)

Özofagus stenozu

Yaklaşım:

Tedavinin ana hatları: *Semptomların iyileştirilmesi / Ülser iyileşmesinin arttırılması / Komplikasyonlardan korunma / * Tekrarlama riskini en aza indirme şeklindedir.

Tedavi yaklaşımları:

Safha 1:

GÖR hastalığı ile aynı prensipler
Sigaranın bırakılması
İrritan olabilecek ilaçlardan kaçınma ( NSAI, Aspirin)
Normal diyet ancak rahatsızlık yaratabilecek gıdalardan kaçınma)
Antiasitler
H2 reseptör antagonistleri (ilk basamak ilaçları; 8 hafta süreyle oral kullanım)
Cimetidine 400 mg 2x1 veya 800 mg gece 1x1

Famotidine 40 mg gece 1x1

Nizatadine 300 mg gece 1x1

Ranitidine 150 mg 2x1

Yaşlılarda, karaciğer hastalığı bulunanlarda ve warfarin-antikonvülzif-beta bloker gibi ilaçları kullananlarda dikkatli olunmalı!

Safha 2: (farmakolojik ajanlar)

H2 reseptör antagonistlerine cevap vermeyen ülserlerde, sık tekrarlama gösteren olaylarda veya komplike ülserlerde aşağıdakiler kullanılır:

Proton pompa inhibitörleri (Omeprazole 20 mg cap po. 4-8 hafta süre ile; Lansoprazole 30 mg po.)

Sitoprotektif ajanlar (Sukralfat 1 gr tb.)

Prostaglandin analogları (Misoprostol 800 μg/ gün)

Kolloidal bizmut subsitrat (KBS)

H.pylori’nin eradikasyon tedavisi:

Bu organizmanın PÜ, mide karsinomu ve maltoma ile olan bağlantısı kanıtlanmıştır.

Tedavi:

KBS 1 tb. + 2 Antibiyotik ( Tetrasiklin veya Amoksisilin + Metronidazol)
PPI + Amoksisilin + Metronidazol
PPI + Klaritromisin + Amoksisilin veya Metronidazol
PPI + Klaritromisin + Tinidazole


Cerrahi ne zaman yapılmalı: *1 yıl süren medikal tedavi başarısız olmuşsa; *Kontrol edilemeyen kanama, perforasyon veya pilor stenozu gibi komplikasyonlar varsa; *Gastrik ülser zemininde malignite geliştiği düşüncesi; *Yapılan cerrahi girişimden sonra tekrar ülser gelişen durumlardır.



Hasta ne zaman sevk edilmelidir?

Alarm semptomları (yukarıda belirtilen) olan hastalar bir gastroenterologa sevk edilmelidir.

45 yaş üzerindeki hastalarda veya mide kanseri açısından risk faktörleri bulunan kişilerde yeni başlayan dispepsi yakınması varsa sevk edilmesi tercih edilir.

Dirençli GÖR’sü olan ve basit yaklaşımlarla önlenemeyen bebekler;

Dirençli ya da tekrarlayan ülseri olan hastalar

5 yıldan uzun süredir reflü yakınması olan hastaları sevk etme gerekliliği tartışma konusudur; ancak hekim bu kişilerin özofagus kanseri açısından daha fazla risk taşıdıklarını akılda tutmalıdır. Bununla birlikte, gözetimin yararı kanıtlanmamıştır.

GÖR hastalığı ile birlikte özofagus dışı semptomları bulunan hastalar kulak burun boğaz bölümüne sevk edilmelerinden yarar görebilir.

Barret’s özofagusu bulunan tüm hastalar bir gastroenteroloji uzmanı tarafından izlenmelidir.

Dispepsisi olan ve alarm semptomları bulunmayan genç hastaların refere edilmesinde cost-efektiflik ve yarar açısından tartışmalar bulunmaktadır.

Kaynaklar:

Fernandez L. Indigestion and heartburn. In: Textbook of Primary Care Medicine. Editor-in-chief: Noble J. Third ed. Mosby Inc, St Louis, USA; 2001: 189-92.
Murtagh J (ed.).General Practice. Second Ed. The Mc Graw-Hill Com, Australia; 1998: 435-43.
#131 - Mart 23 2008, 10:43:21

!_By_Gizli_!

havale geçiren çocukta bilinmesi gerekenler


Havale
Havale (istemsiz kasılmalar), beyin sinir hücrelerinde anormal aktivite nedeniyle oluşur. Tipik olarak havale geçiren bebek şuurunu kaybeder, kol ve bacakları kasılır. Bir kaç saniye sonra, kol ve bacaklar ile yüz adaleleri ritmik olarak seğirmeye başlar.
Çocukluk hummalarının çoğu ateş nöbetleri ile ilintilidir. Tipik olarak havale, 6 aylık ila 5 yaşında olan, ateş nöbeti geçiren çocuklarda meydana gelir. Ateşin ağır ya da hafif olması ile havale havale arasında bir ilinti yoktur. Bazen havale, bebeğin hasta olduğunu gösteren bir ilk belirtidir. Çocukların %4 ila 5' i en azından bir kez havale nedenle kasılma geçirir; %50 'sinde ise ilk nöbetten sonra herhangi bir gelişme olmaz. Havale nöbetleri nispeten kısadır,genellikle 5 dakikadan daha az sürer. Her ne kadar eskiden havale geçiren çocuğun beyninin zarar göreceği düşünülür ise de bu çok nadirdir. Havale nöbetlerinde hastalığın nedeni, meydana gelen ateşten daha önemlidir. Örneğin, menenjit, basit bir havale nöbetinden çok daha ciddi bir hastalıktır.

Bebeğiniz havale geçiriyor ise ne yapmalısınız?

Havale, anne babalar için de korkutucu olabilir. Özellikle ilk defa meydana geliyor ise kendinizi çok çaresiz hissedersiniz.

Havale vakalarının çoğunda çocuğun havale geçtikten sonra iyileştiğini unutmayınız

Ateşli Havale Nöbeti

Eğer bebeğiniz ateşli iken havale geçirirse, hatırlamanız gereken en önemli şey havalenin bir kaç dakika sonra kendiliğinden geçeceğidir. Bununla beraber, bebeğinizin ateşini yavaş yavaş indirmek için bir şeyler yapabilirsiniz. Bebeğinizin giysilerini çıkarın ve bebeğin başına ve göğsüne serin bezler koyun. Bebeğin vücudunu serin su ile silin. Sünger ile silerken kesinlikle alkol kullanmayınız. Bebeğinizi havale esnasında kesinlikle küvete sokmayınız; çünkü bu tehlikeli olabilir.

Eğer bebek havale esnasında kusmaya başlarsa, bebeği yüzü koyun ya da yan yatırın;kesinlikle sırt üstü yatırmayın. Eğer bebeğin soluk alıp vermesi güçleşirse çeneyi her iki tarafta alt kısmından kavrayarak ileriye geriye hareket ettirmek suretiyle bebeğin soluk alıp vermesine yardımcı olun.

Havale geçtikten ve bebeğiniz kendine geldikten sonra doktorunuza haber verin; doktorunuz muhtemelen bebeği hemen görmek isteyecektir. Bebeğinizin doktoru ile temas kuramadığınız durumlarda bebeğinizi bir hastane ya da kliniğin acil bölümüne götürerek muayene ettiriniz.

Ateşsiz Havale Nöbeti

Bu tür bir havale başetmenin kuralları, bebeğinizin ateşini düşürmek dışında, ateşli havale ile aynıdır.

Bebeği hareket ettirmenin ya da herhangi bir hareketi kısıtlamayın. Her ne kadar bebeğin soluması bir an durabilir ise de, suni solunuma başlamayın; bebek kendiliğinden soluk alıp vermeye başlayacaktır. Çoğu insan, havale geçiren bir insanın havalenin en ateşli anında dilini yutabileceğini ya da ısırabileceğini düşünerek endişelenirler. Her ne kadar çocuk bazen dilini ısırırsa da, dilini yutamaz ya da başka başka ciddi bir incinme meydana gelmez. Bebeğin ağzına elinizi ya da başka bir nesne sokmayınız.

Havale geçtikten sonra doktorunuza haber veriniz.

Havale Nedir?
Beyin bizim bütün hareketlerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi kontrol eden merkezdir. Beyin hücreleri elektriksel uyarılar sayesinde işbirliği içinde çalışırlar. Bazen bir grup hücreden anormal elektriksel uyarı çıkar. Havale (konvülsiyon) beyin hücrelerinin anormal elektriksel uyarısı nedeni ile gelişen istek dışı hareketlere, bilinç kaybına, davranışlara veya hislere verilen addır. Havalenin şekli anormal uyarının çıktığı beyin bölgesine göre değişir.
Bazı kişilerde, beynin ani elektriksel uyarılar çıkarmaya olan yatkınlığı nedeni ile birden fazla sayıda havale geçirmeye Sara (Epilepsi) denir. Epilepsi bir hastalık değildir, altta yatan başka bir hastalığın belirtisidir.




Kimlerde Epilepsi Görülür?
Herkeste havale veya epilepsi görülebilir. Herkesin bir havale geçirme eşiği vardır. Buna bağlı olarak bazı kişilerde daha kolay havale olur. Havalenin çeşitli nedenleri vardır: beyin hasarına neden olan kafa yaralanmaları, zehirlenmeler, beyin iltihabı, vs. Bunlar yaşa ve cinse bağlı değildir. Ayrıca çocuklarda görülen yaşa bağımlı epilepsi tipleri vardır ki bunların bir kısmı çocuk büyüdüğünde kendiliğinden düzelebilir.
Toplumun yüzde birinin hayatının bir devresinde havale geçirdiği, binde birinin epilepsisi olduğu tahmin edilmektedir.



Havale Tipleri
Havaleler
-Kısmi (tek taraflı, fokal, parsiyel)
-Yaygın (jeneralize)
olarak iki büyük gruba ayrılır.
Ayrıca bu gruplar da kendi içlerinde alt gruplara ayrılırlar.

Beyindeki anormal elektriksel uyarı sadece bir bölümde ise kısmi (fokal) havale görülür. Anormal elektriksel uyarı beynin her yanında ise yaygın (jeneralize) havale görülür.
Kısmi havale sırasında bilinç açık ise basit kısmi havale, bilinç kapalı ise kompleks kısmi havale denir. Havale vücudun bir yerinden başlayıp tüm vücuda yayılabilir, başlangıçta açık olan bilinç sonra kapanabilir.

Kısmı havale öncesi çocuk bunu hissedebilir veya korku hissi, uyku hali gibi durumlar görülebilir. Bunlara aura denir.

Tonik havalede vücut sertleşir, sonra normale döner.
Tonik-klonik havalede önce sert olur, sonra ritmik kasılmalar görülür.
Miyoklonik havalede hızlı sıçramalar olur.
Atonik havalede vücut gevşer. Ayrıca dalma, gülme, tuhaf sesler duyma, ışıklar görme şeklinde de havaleler olabilir.
Bunlara göre havalenin beynin neresinden kaynaklandığı anlaşılabilir.


Havale Ne Kadar Sürer?
Havale birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar sürebilir. Genellikle 10 dakika içinde kendiliğinden durur.
Havale yarım saatten uzun sürerse veya çocuk bilinci hiç açılmadan yarım saatten daha uzun süre çok sayıda havale geçirirse buna status denir. Bu tehlikeli bir durumdur çünkü bu kadar uzun süre havale geçirince beyin oksijensiz kalır, beyin hasarı gelişme olasılığı yüksektir.
Havale sonrasında çocuk yorgun düşüp bir süre uyur. Bu durumu havale ile karıştırmamak gereklidir.


Havale İle Karışan Durumlar Var mıdır?
Havale ile karışan bazı durumlar vardır. Örneğin küçük çocuklar bazen ağlarken katılırlar, hatta hafif morarırlar. Çocuğun başka bir hastalığı yoksa bu geçici, zararsız bir durumdur. Yüzde, ellerde görülen tikler de havale ile karışabilir. Kalp hastalığına veya bazı zararsız durumlara bağlı olarak görülen ve senkop denen bayılmalar da havale ile karışabilir. Bunların ayırıcı tanısının çocuk nöroloğu tarafından yapılması gereklidir.



Havalenin Beyne Zararı Var mıdır?
Kısa süren havalelerin beyne zararının olmadığı kabul edilmektedir. Yarım saatten uzun sürenlerde beyin oksijensiz kalır, beyin hasarı gelişebilir. Havale sırasında çocuğun ağzındaki yiyecekler veya kusmuğu nefes borusuna kaçarsa solunum yolları tıkanır, bu durum tehlike oluşturur. Çocuk caddede yürürken, bisiklete binerken, denizde yüzerken veya iş makineleri ile çalışırken havale geçirirse yine tehlikeli durumlar söz konusu olabilir.


Epilepsinin Nedenleri Neler Olabilir?
Beyin hücrelerine zarar veren her şey epilepsiye yol açabilir. Her zaman nedeni bulmak mümkün olmayabilir. Olguların yarısında neden bulunamaz.

En sık karşılaşılan epilepsi nedenleri:
- Beyin hasarına neden olan kafa yaralanmaları
- Doğum öncesinde, sırasında veya sonrasında gelişen beyin hasarı
- Beyin iltihabı (ansefalit), beyin zarları iltihabı (menenjit) özellikle yenidoğan devresinde ise
- Bebekleri aşırı silkelemek, sallamak
- Zehirlenmeler
- Beyin tümörü, kanaması, inme
Neden bulunabiliyorsa Ôsemptomatik', neden bulunamıyorsa Ôkriptojenik' veya Ôidiyopatik' epilepsi denir. Bazı çocukluk çağı epilepsileri yaşa bağımlı ve idiyopatiktir.


Epilepsi Kalıtsal mıdır?
Kalıtımın etkili olduğu bazı epilepsi tipleri vardır ancak çoğu kalıtsal değildir.



Epilepsi Bulaşıcı mıdır?
Hayır, bulaşıcı değildir.
Aynı ailede birden fazla epilepsi hastasının olması altta yatan genetik veya ####bolik nedenlerin olduğunu düşündürür.


Havaleyi Uyaran Etkenler Var mıdır?
Parlayan, yanıp sönen ışıklar, uykusuzluk, sıcak veya soğuk su ile yıkanma bazı kişilerde epilepsi nöbetini uyarabilir. Ayrıca kan şekerinin çok düşmesi herkeste havaleye neden olabilir.


Epilepsi Tanısı Nasıl Koyulur?
Çocukla ve havale ile ilgili bilgilerin çocuk nöroloğu tarafından değerlendirilmesi, çocuğun fizik ve nörolojik muayenesi tanıda ilk aşamadır. Sonra yardımcı tanı yöntemleri kullanılır. Elektroansefalografi (EEG) beynin elektriksel dalgalarını gösterir, tanıya katkıda bulunur. EEG'yi çocuğun bulguları ile birlikte değerlendirmek gerekir. Sadece EEG bulgusuna göre tedavi başlanamaz. Beyin görüntülemesi (bebeklerde ultrasonografi, bilgisayarlı beyin tomografisi, manyetik rezonans görüntüleme) epilepsinin nedenini saptamada yardımcıdır.
Ayrıca bazı ####bolik ve genetik incelemelerin de yapılması gerekebilir.
Bütün bunlara çocuk nöroloğu karar verir.


Epilepsinin Tedavisi Nasıl Yapılır?
İlaç tedavisi, cerrahi tedavi kullanılan yöntemlerdir. Önce ilaç tedavisi uygulanır. Bununla havaleler kontrol altına alınamaz ise ilaç + cerrahi tedavi birlikte denenir.
İlaçlar beynin havale geçirme eşiğini yükseltirler, böylece zamanla beyin havale geçirmemeyi öğrenir. Havale geçirilmemesi için kullanılan ilaçlara antikonvülsan ilaçlar adı verilir. İlacın seçimi havalenin tipine, ilacın yan etkilerine, çocuğun yaşına, başka ilaç alıp almamasına, başka hastalığı olup olmamasına göre değişir.


İlaç Havaleyi Tam Olarak Kontrol Altına Alır mı?
İlaç bazı çocuklarda havaleleri tam olarak kontrol altına alır, bazılarında ise süresini ve sıklığını azaltır. Bu, epilepsinin altta yatan nedenine bağlı olarak değişir. Tek ilaç ile havaleler kontrol altına alınamıyorsa bazen 2, çok nadir olarak 3 ilaç birden kullanılır.


Antikonvülsan İlaçların Yan Etkileri Var mıdır?
Evet, tüm ilaçların yan etkileri vardır.
Bazılarının karaciğere ve kemik iliğine olan zararları daha fazladır. Ayrıca, ciltte döküntüler, kusma, davranış bozukluğu, uyku hali, algılama bozukluğu da yapabilirler. İlaçların faydaları ve zararları iyi tartılıp ondan sonra kullanılmalarına karar verilir. Bu nedenle bazı zararsız, çok nadir havalelerde ilaç kullanılmaz.
Antikonvülsan ilaçlar uyuşturucu değildir, bağımlılık yapmazlar. Ancak birden kesilirse havaleler uyarılabilir.



Kanda İlaç Düzeyinin Çok Yüksek Olması Ne Gibi Bulgular Verir?
Uyku hali, bilinç bulanıklığı, dengesizlik, kusma, havalelerin uyarılması şeklinde bulgular olabilir.


Antikonvülsan İlaçlar Nasıl Kullanılmalıdır?
Antikonvülsan ilaçlar her gün düzenli olarak alınmalıdır. İlacın yarılanma ömrüne bağlı olarak 1, 2 veya 3 doz olarak ve çocuğun ağırlığı, diğer aldığı ilaçlar göz önünde bulundurularak günlük miktar doktor tarafından ayarlanır.
Çocuğun ilacı düzenli alması çok önemlidir. Çocuk örneğin antibiyotik gibi başka ilaç da kullanacaksa aile bunu, ilaç etkileşimlerini değerlendirmesi için doktora haber vermelidir.
İlaca ilk başlandığında, havaleler kontrolden çıkarsa, sarılık gelişirse, veya diğer gerekli zamanlarda ilacın kan düzeyini belirlemek, çocuğun kan sayımlarını, karaciğer fonksiyon testlerini kontrol etmek gerekebilir. İlaç dozu sonuçlara göre yeniden ayarlanır.
Kan ilaç düzeyine genellikle sabah ilacı olmadan önce kan alınarak bakılır. Bu şekilde kandaki en düşük düzey saptanır.



Antikonvülsan İlaçlar Ne Zaman ve Nasıl Kesilir?
Ortalama 2 yıl havalesiz geçtikten sonra antikonvülsan ilaçlar 6 ayda yavaş yavaş azaltılarak kesilir. Bu süreler epilepsinin altta yatan nedenine, havalelerin kolay ya da zor kontrol altına alınmasına EEG ve beyin görüntülemesi bulgularına bağlı olarak değişir.


Epilepside Özel Beslenme Şekli Gerekli midir?
İyi ve dengeli beslenme her çocukta olduğu gibi havale geçiren çocuklarda da gereklidir.



Epilepsi İle Yaşam
Epilepsisi olan çocukların yaşamları eğer havaleleri kontrol altına alınabildi ise diğer çocuklardan farklı değildir. Havaleler kontrol altına alınana kadar, ilaç kesim süresince ve hemen sonrasında nöbet açısından daha dikkatli olunmalıdır.
Çocuğun öğretmeni epilepsi, çocuğun aldığı ilaç ve ilk yardım konusunda bilgilendirilmelidir.
Epilepsisi olan çocukta uzun süren havaleler beyin hasarına, hafıza sorunlarına neden olabilir. Ayrıca altta yatan nörolojik sorun, aldığı ilaçlar öğrenme güçlüklerine, dikkat azlığına yol açabilir. Bu çocuklar için özel eğitim programı gerekebilir.
Çocuk, arkadaşları ile birlikte okul etkinliklerine katılmaya, tehlikesiz sporları yapmaya teşvik edilmelidir. Epilepsisi olan çocuk birçok sporu yapabilir. Yüzmeye yalnız gitmemelidir, deniz yerine gözetim altındaki havuzları tercih etmelidir.
Epilepsisi olan, özellikle havaleleri kontrol altına alınamayan çocuklarda ve ailelerinde depresyon görülebilir. Bu durumda psikolojik destek yararlı olur.


Havale Geçiren Çocuğa İlk Yardım Nasıl Olmalıdır?
İlk yardım havalenin tipine bağlıdır. Tonik-klonik havale geçiriyorsa yani bütün vücudu kasılıp titriyorsa ve bilinci kapalı ise yardıma gereksinimi olabilir.
Şunlar yapılmalıdır:
1. Sakin olun. Havale başladıktan sonra durduramazsınız. Havale kendi seyrini izleyecektir. Suni solunum, kalp masajı yapmayın.
2. Rahat olarak yere yatırın, giysilerini gevşetin.
3. Çevresinden ona zarar verebilecek sert, kesici eşyaları uzaklaştırın. Başının altına yumuşak bir şey koyun.
4. Yan çevirin, böylece tükürüğü ve kusmuğu ağzından yere akar.
5. Ağzına hiç bir şey koymayın.
6. Havale durduktan sonra eğer istiyorsa uyumasına izin verin.
7. Çocuk arka arkaya havale geçiriyorsa veya havale 10 dakikadan uzun sürmüşse tıbbi destek gereklidir.

Dalma şeklindeki kısa nöbetlerde, bilincin açık olduğu kısmi havalelerde hiçbir şey yapmaya gerek yoktur.
Çocuklar uykuda nöbet geçirirlerse genellikle uyanırlar, ailenin bundan haberi olur. Ancak çocuk havale geçirirken kusarsa ve kusmuğu nefes borusuna giderse tehlikeli olabilir.


Epilepsinin Cerrahi Tedavisi
Havalelerin ilaçlar ile kontrol altına alınamadığı durumlarda epilepsi cerrahisi gündeme gelebilir. Cerrahi tedavi kararı hasta çok iyi değerlendirildikten sonra bu konuda deneyimli bir ekip tarafından verilebilir. Bu kararda nöbet tipi, nöbetlerin beynin hangi bölgesinden kaynaklandığı çok önemlidir ve cerrahi öncesi birçok özel testin yapılması gereklidir.
Cerrahi tedavinin doğal olarak iki temel amacı vardır: Bunlardan ilki, nöbeti tamamen ortadan kaldırmak ya da nöbet sıklığını azaltmak, ikincisi de nöbet şeklinin daha dayanılabilir bir hale dönüşmesini sağlamaktır. Ancak en uygun olduğu düşünülen adaylarda bile bu her zaman mümkün değildir; nöbetler hiç değişmeyebilir, azalabilir, artabilir veya çocukta kişilik değişiklikleri görülebilir.

Cerrahi olarak yapılanları üç ana başlık altında toplamak mümkündür:

Epileptik odağın (havaleye neden olan bölgenin) çıkarılması: Nöbetlere neden olduğu düşünülen ya da nöbetin başlamasına, yayılmasına neden olan beyin bölgesi çıkarılır. Bu yöntem daha çok kısmi (parsiyel) havale tipleri için kullanılır. Odak çok sınırlı ise başarı oranı yüksektir.
Beyin yarım küreleri arasındaki ilişkinin kesilmesi: Genellikle beynin bir yarısından başlayan ve diğer tarafa yayılan ciddi havaleleri olan çocuklarda uygulanır. Ancak havaleler tam olarak durmaz, kaynaklandığı beyin yarım küresinde ve onun karşılığı olan vücut yarısında devam eder.
Vagus sinirinin kronik olarak (devamlı) uyarılması: Pille çalışan bir alet göğüs cildinin altına cerrahi olarak yerleştirilir, boynun alt kısmında vagus sinirine buradan elektriksel uyarı verilir. Bu şekilde havaleler kısmen azalır. Çocuk antikonvülsan ilaçları almaya devam eder ancak dozu azaltılabilir. Kulak ağrısı, kusma, ses kısıklığı, kalpte ileti bozuklukları gibi yan etkileri olabilir.

Cerrahi işlem uygulanacak hastanın seçimi ve ameliyat sonrası aynı ekip tarafından düzenli olarak izlenmesi cerrahi sonuçları olumlu yönde etkileyecektir. Cerrahi girişim çok başarılı olsa bile çoğu kez ilaç tedavisine belirli bir süre devam etmek gerekmektedir.


Havale Geçiren Çocuklarda Özel Eğitim
Modern eğitim anlayışı bireyi bir bütün olarak kabul eder ve çocuğun zihinsel, bedensel, sosyal ve duygusal özelliklerini bir bütünlük içerisinde geliştirmeyi amaçlar.
Her çocuğun belli ilgi, yetenek ve kapasitede olduğu dikkate alınmalıdır.
Her çocuk tektir, yani kendi başına bir kişilik, bir bireydir.
Her çocuğun yetenekleri, başarıları ve başarısızlıkları vardır.
Her çocuğun olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Kaygıları, korkuları, sevinçleri, heyecanları vardır.
Çocukları kendi yetenekleri çerçevesinde yetiştirmek, çocuğa destek olmak demektir.

Hedefimiz çocuğun kişilik ve yeteneklerini, gidebileceği en üst noktaya kadar desteklemek olmalıdır. Başarı ve mutluluk bu desteğin ardından zaten gelecektir.
Beyin aynılıklardan değil, farklılıklardan öğrenir. Örneğin bizler size sürekli dış ortam deriz. Çünkü evdeki her şey aynıdır; kapı, perde, masa, dolap. Dışarıda ise geçen arabalar, çiçekler, ağaçlar, çocuklar, pazardaki elmalar, pazarcı amca, kuşlar, kelebekler, v.s. her şey, herkes farklıdır. Çevrenin yarattığı uyaranlar ve bunların sürekliliği beyin fonksiyonlarını oluşturan ve geliştirip zenginleştiren faktörlerdir. Beyin-çevre ilişkilerinde beyin belirleyici, çevre ise şekillendirici ve yeniden üreticidir.

Çocuk evrenseldir. Çocuk tüm çağların çocuğudur. Duyarlık dönemleri ırk olmaksızın her çocukta vardır. Çocuğun gelişimi için gerekli ortam sağlanmalıdır. Çocukta motivasyon (istek) vardır. Bu motivasyonu çıkartıp öğretmek önemlidir. İnsan beyni öğretildiği biçimde şekillenir.
Beyine 1,5 ile 3 yaş arasında uyarı verilmesi çok önemlidir. Erken gelişme döneminde olabildiğince farklı uyarılar algılamak insan beyninin gelişimi için yapılacak en etkili katkıdır.

3 Ğ 6 yaş arası çocuklar doyurulmamış bir merak, enerji ve etkinlikle dikkatleri çekerler. Eğer ev yaşamında bu davranışları özendiren, sorgulama, deneme ve yanılmalara olanak sağlayan bir ana-baba varsa girişkenlik duygusu gelişir. Eğer kısıtlayıcı ve denetleyici iseler, çocuklarda kenetlenme ve suçluluk duygusu gelişir.
Eğitim, olumlu davranış değişikliği sağlar. Tıbbi tedavi ile onun öğrenme güçlüğünü ortadan kaldırmak mümkün değildir. Tıbbi yollarda ilaçlar ağırlıklı oluyor, ancak davranışları ilaçla öğretemiyoruz.

Eğitimde ilk önce çocuğun düzeyi belirlenmelidir. Bu düzeye uygun çevre düzenlenmeli ve uygun araçlar seçilmelidir. Hazırlanan program çocuğun seviyesinin ne üstünde ne de altında olmalıdır, aksi takdirde çocuğun dikkati dağılır. Çocukla çalışırken hep yapmamaları gerekenler üzerinde konuşmadan, eleştirmeden çalışmalıyız. Özellikle yapabildikleri üzerinde yoğunlaşarak konuşmalıyız. Her çocuk için ayrı program yapmalıyız.

Havale geçiren çocuklarınıza karşı çok hassas olup, her dediğinin yapıldığını gözlüyoruz. Çocuğun sorunları ile disiplini birbirlerine karıştırmadan çocuklarımızı çok sevmeli ve aynı zamanda da kural koyabilmeliyiz. Kullandığımız "hayır"lar sayıca az, fakat sevgi dolu ve istikrarlı olmalıdır.

Beyinde eğer bir bölüm görevini yapamıyorsa, diğer bir bölüm o görevi üstlenebilmektedir. Hatta eğer öğrenme yollarından biri herhangi bir nedenle tıkanmışsa, yan yollar doğal olarak gelişebilmektedir.
Etkin öğrenme ancak çocuğun kişisel ve aktif katılımıyla gerçekleşebilir. Bunun bir yolu hareketler, renkler, müzik ve diğer dışavurum biçimlerinden yararlanmaktır. Diğer bir yol ise olumlu bir duygusal ortamı yaratmak ve çocuğun duygularını dışa vurmasını ve seçimler yapmasını teşvik etmektir.
Çocuğun aktif ilgisi ve zihinsel çabası öğrenmede başlıca faktörlerdir. Görüntülere, seslere, duygulara, kokulara ve tatlara verilen her tepki, beyinde yeni bağlantılar oluşmasına yol açar. Yetişkinler çocukların faaliyetlerini denetler ve sınırlandırırken aşırı kısıtlayıcı davranırlarsa, çocukların problem çözme ve zihinsel örgütlenme yetenekleri geri kalmaktadır. Her çocuğun düşünmek için bireysel bağlantılar geliştirmesi gerekir. Bu gelişim içten gelir ve dış uyarıcıları malzeme olarak kullanır.

Çocuklara açıklamalarda bulunmak yeterli değildir; onlara tecrübe etmek, irdelemek, deney yapmak ve yaşamak için fırsat vermeliyiz. Yaşam boyu zekanın gelişimini sağlayan bu süreçtir. Bebekler bilme gereksinimi ile donatılmış olarak doğarlar. Bizim görevimiz ise onlara sevgi ve benimseme ile yaklaşmak ve gelişimlerinin her aşamasında gerekli uyarıcıları sağlamaktır.
Deneyimlerin anlamını kavramak erken öğrenmenin anahtarıdır. Burada gerekli araçlar beden, eller ve beyne yeni bilgileri taşıyan duyu organlarıdır.

Oyuncaklar, yaklaşık 6. ayda önem kazanmaya başlar, ancak bunlar çocuğun kontrol edebileceği, iletişim kurabileceği ve ona bir anlam ifade edecek nitelikte olmalıdırlar. Daha büyük çocuklarda çocuğun boyuna uygun mobilya, tabure ya da yazı tahtası çocuklara hoş bir kontrol duygusu kazandırır ve öğrenme isteğini artırır. Evler yapmak için kullanılan oyuncaklar, doldurulup boşaltılan kaplar çocuğun etkin kontrolünü gerektirir ve tepe, orta, taban, büyük, küçük, daha büyük, en büyük gibi ilişkileri öğrenmesine yardımcı olur. Farklı büyüklük ve biçimlerdeki tahta küplerin en iyi oyuncaklar olduğu kabul edilmektedir.
Oyun hamuru, parmak boyaları, kil, çeşitli boyalar, su mukavva, tutkal ve çamur gibi malzemeler duygusal algı sistemlerini geliştirmeye ve düzenlemeye yardımcı olan örnek malzemelerdir.

Çocuklarınızı hata yapmaktan korumaya çalışmayın, bunlardan ders alacaklardır.
Sonuç değil, süreci takdir etmeyi öğrenin. Kazandın demektense, gerçekten gayret gösteriyorsun deyin.
Zihinsel kalıplar duygusal bağlantı şebekeleri üzerine inşa edilir.
Çocuğun dikkatini duyusal dünyadaki kalıplara yönlendirin:
"Bunun tadı neye benziyor ?",
"Bunlar birbirine benziyor mu?" gibi.

Çocuğunuzun gündelik olayların içerdiği anlam ve bağlantıları kavramasına yardımcı olun. Sürekli olarak yenilediği "neden?" sorusu beyin hücreleri arasındaki bağlantıları kurmak için duyduğu gereksinimi yansıtmaktadır.
Çocuğunuza kendi oyununu kurması için zaman tanıyın. Müdahaleci anneler ve babalar çocuğun kendine özgü zihinsel kalıplar geliştirmesini engelleyebilir.
Yeni yürüyen çocuklara çok sık yiyecek ve içecek verilmesinin bile daha sonraki okul başarısını olumsuz etkilediği bilinmektedir.
Televizyon, bilgisayar programlarının ya da video kasetlerinin sizin yerinize iş görmesini beklemeyin, okul öncesi çocukların bol bol gerçek yaşam deneyimlerine ihtiyacı vardır.
5 ila 7 yaş arası öğrenme için önemlidir. Beyin en dinamik değişim aşamalarından birindedir ve değişik sistemlerdeki duyu kalıplarını birleştirmeye çalışmaktadır. Kendini ifade etmeyi bilmeyen çocuklar, ifade edilmiş bilgiyi ezberlerler. Sözel gelişim düzeyi yetersiz çocuklar için okuma yazma ertelenebilmelidir. Erken okuma yazmanın hiçbir yararı yoktur.

7 - 8 yaşları arasında büyümenin bir başka önemli alanı sıralama, sınıflama gruplama işlemleridir. Örneğin, köpekler mi çok, hayvanlar mı çok? Okulda karşılaşılan pek çok ödev temelde sınıflandırma becerisine dayanır. Neyin "doğru" olduğunu açıklamaktansa, sorular sorun. Yani cevabı siz vermeyin, ona buldurtun.
Bir sorusunun yanıtını bilmediğinizde itiraf edin. Bu sizin için her şeyden daha çok heyecan verici bir fırsattır. Çocuğunuza kendi kendinize nasıl sorular sorduğunuzu ve bilgiyi nasıl aradığınızı gösterebilirsiniz.
Çocuğunuzla çalışırken ya da oynarken "unuttum" yanıtını sabırla karşılayın.
Bunun anlamı anlamanın onda henüz pekişmediğidir.

Öneriler:
- Çocuğun aktif ilgi ve katılım göstermesini sağlayın
- Yetkin beyin hücreleri şebekelerinin gelişebilmesi için söz konusu faaliyetin bir çok kez tekrarlanması gerektiğini unutmayın.
- Evinizi çocuk için tehlikesiz hale getirin, onun yeni girişimlerini yüreklendirin.
- Mümkünse, çocuğun dışarıyı izleyebileceği bir pencere ayarlayın.
- Alçak raflar kurarak çeşitli oyuncak, nesne ve kitapların her an çocuğun elinin altında olmasını sağlayın. Oyuncakların rasgele tıkıştırıldığı kutular kullanmayın.
- Yeni nesne ya da oyuncakları çocuğa birer birer sunun. Beyin her yaşta yeniliklere tepki verir, ama çocuklar yeni uyarıcılar ile karşılaştıklarında çevrelerinde tanıdık nesnelerin bulunmasını tercih ederler.
Çevredeki ilginç ve parlak renkli görsel uyarıcılar resimler, posterler, takvimler çocuğun görsel dikkatini çeker ve hayallerini çeşitlendirir.
- Çocuğa dikkatini çevrenin belirli özelliklerine ya da çevredeki bazı nesnelere çekin. Belli bir anda tek duygusu üzerinde yoğunlaşmasını ve bilgi almasını sağlayın. "Bak, gör, dokun, kokla, tat, hisset".
- Dil ile duyusal girdiler arasında bağlantı kurmayı alışkanlık haline getirin. Bebeklerle bile olan bitenler üzerine konuşun. Dil, beynin düşünme, öğrenme ve planlamaya ilişkin bir kontrol merkezi olarak gelişebilmesinin aracıdır.


Konuşma Eğitimi
İnsanlar duygularını, düşüncelerini, gereksinimlerini ve deneyimlerini ifade edebilmek için dili, el - vücut - yüz hareketlerini kullanır.
Dil gelişimi kelimelerin, sayıların, sembollerin kazanılmasının akılda yerleşmesinin ve daha sonra da bunların birey tarafından kullanılmasının gelişmesidir. Havale geçiren çocuklarda bu gelişim basamaklarında aksamalarla, gecikmelerle karşılaşılabilir.

Dil gelişimi:
Alıcı dil ve ifade edici dil olmak üzere iki dönemde incelenir.
Alıcı dil: Bebekler sesleri birbirinden ayırabilirler, yapılan hareketlerle, işaretlerle sesi birleştirebilirler. Alıcı dil yeteneğinin gelişmesi havale geçiren çocuklarda daha yavaş olabilir. İfade edici dil yeteneğinin gelişmesi, alıcı dil yeteneğinin gelişmesine bağlıdır. Söyleneni anlayabilen bir çocuk anladığını diğer kişilere aktararak çevresindeki kişilerle ilişki kurabilecektir. Havale geçiren çocukların bir kısmında oluşan zihinsel gelişim yetersizliği çocuğun dikkatini yoğunlaştıramamasına, kavramaya ait becerileri kazanmada güçlük çekmesine neden olmaktadır.

Alıcı dil gelişimi için dikkat edilmesi gereken noktalar:
- Kullanılan oyuncaklar, eşyalar çocuğun anlama yaşına uygun olmalıdır.
- Tüm yapılan çalışmaları oyunla öğretmeliyiz. Her zaman çocuğun oyuna aktif katılımını sağlamalıyız.
- Basit sözel ifadeler kullanmalıyız. Bunları anlayabildiğinde karmaşık ifadeler kullanabiliriz.
- En önemlisi çocuklarda konuşurken göz kontağı kurmalıyız. Anlamasını istediğimiz kelimeyi çocuğun gözlerinin içine bakarak söylemeliyiz.
Alıcı dil gelişimi için yapılan dil çalışmalarından örnekler:
Günlük bakım sırasında onun dikkatini çekerek ve göz kontağı kurarak konuşmalısınız (örneğin: mama verirken yiyeceği gösterip mama sözcüğünü kullanmak).
Giydirirken giysilerin isimleri tekrarlayın veya kağıt bebekler hazırlayıp, bebeklerin giysileri giydirilirken isimleri söyleyin.
Çeşitli kuklalar kullanarak çocuklarla oynayın ve bu oyunlar sırasında çocuklarla konuşun.
Çocuğa oyuncakların ismini öğretin.
Eşyayı verme, alma oyunları yapılır. Al, ver, tut, at sözcüklerini kullanın (Örneğin: Topu at, topu tut).

İfade edici dil:
Bu devrede çocuk kendini anlatabilme yeteneğini kazanmaya başlar.
Havale geçiren çocukların beyinleri geçirdikleri havalenin şiddetine göre etkilenebilir. Bazı çocuklar algısal dil döneminde, bir çoğu da ifade edici dil döneminde gecikebilir. Beyinde etkilenen bölüm görevini yapamadığında diğer bir bölüm görevini alabilir. İfade edici dil döneminde bunu sağlayabilmek için de çocuk devamlı uyarılmalı, her söylediği sözcük için desteklenmeli, sürekli olarak konuşması için yönlendirilmelidir.
İfade edici dil gelişimi için dikkat edilmesi gereken noktalar:
- Kullandığımız sözcükler çocuğun anlayabileceği düzeyde olmalıdır.
- Çocuğun ne söylediği, nasıl söylediği, ne istediği dikkatle dinlenmelidir.
- Model olunmalıdır.
- Söylediğinizi taklit etmesi sağlanmalıdır.
- Çocuk konuşmaya çalışırken sürekli soru sormamalı onu bıktırmamalısınız.
- Çocuğu konuşması için cesaretlendirmelisiniz.
İfade edici dili geliştirecek eğitim çalışmalarından örnekler:
Çocuğa albümdeki fotoğraflar gösterilir, isimler tekrarlanır, sorulur.
Resimli küplerin üzerindeki isimler öğretilir.
Yemek veya içmek için isteklerini ifade etmesi sağlanır, cesaretlendirilir.
Bir torbanın içine küçük oyuncaklar (örneğin; hayvan şekilleri) koyulur içinden alınıp isimlendirilmesi istenir.
Çocuklar önce tek kelimelerle ifade ederler. Örneğin top gibi, daha sonra iki kelime bir araya getirilir; top ver gibi ve giderek daha uzun cümlelerle ifade edici dil gelişimi tamamlanır.
Tüm bu çalışmaların amacı havale geçiren çocuğa konuşmayı öğretmektir. Bunun için sabırla, bıkmadan inatla, ümitsizliğe kapılmadan çalışmalar yapmalıyız ve sonuçta mutlaka konuşmada gelişme olacağını bilmeliyiz.
#132 - Mart 23 2008, 10:43:56

!_By_Gizli_!

hemofili


Hemofili Nedir ?
Kanın pıhtılaşma sisteminde rol alan Faktör VIII ve IX ' un kalıtsal olarak eksikliği, yokluğu veya işlevinin bozuk olması sonucu ortaya çıkan, genetik geçiş gösteren kronik komplike bir hastalıktır.Bu günkü anlamda Hemofili. 1920 yılında tanımlanmış ve 1937 'de patogenezi belirlenmiştir. Hemofili sıklığı; ülkeler arasında tipleri değişiklik göstermekle beraber 10.000 erkek doğumda 1'dir. Coğrafi ve etnik bir farklılık bilinmemektedir.


Tipleri:
Hemofili, eksik olan faktörün cinsine ve miktarına bağlı olarak isimlendirilir.Faktör VIII eksikliği Hemofili A, Faktör IX eksikliği ise Hemofili B olarak adlandırılır.Hemofili A 5 kez daha fazla görülür. Plazmadaki normal faktör düzeyleri % 50-150 ünite (=0.2 µg/ml) arasında değişir. Bu düzeyin %50 'nin altında olduğu hastalarda ağır travmalar kanamalara neden olur. Faktör düzeyinin %25 ' in altında olmasına Hafif tip hemofili denir. Genellikle sessiz seyreder ve erişkinlerde ağır travmalar ve cerrahi girişim sonrasında kanamalar görülür.Faktör düzeyi %1-5 arasında ise Orta tip hemofili, %1'in altında ise Ağır hemofili denir.

Genetik Geçis:
Hastalığa ait kusurlu gen , X kromozomunun uzun kolunda bulunur. Gen 1980'li yillarda belirlenmiş ve geçen sürede hastaığıi taşıyan anneler ve hasta erkek çocukların kromozom analizleri sonucu hastalığa ait genetik mutasyonların ayırımı yapılmıstır.Hemofili, X'e bağlı resesif geçis gösterir. Bu nedenle bozuk geni taşıyan erkek çocuklar hasta, kız çocuklar ise taşıyıcı olurlar.

Çocuk doğduğunda hemofiliktir ve 2 yaşına doğru semptom vermeye başlar. En ufak bir travmada bile ciddi kanamalar olabilir. Onun dışında faktör düzeyine bağlı olarak kendi kendine, birden bire ortaya çıkan eklem içi, kas içi, organ boşluklarının içine, beyin içine kanamalar olabilir. Eklem içi kanamalar tekrarlarsa eklemde kalıcı hasarlara neden olabilir. En ufak bir diş çekimi bile bu hastalarda büyük problemdir, durdurulamayan kanamalara neden olabilir. Bu nedenle bu hastalar hematolog, ortopedist, fizyoterapist ve diş hekiminden oluşan bir ekiple tedavi ve takip edilmelidir

Hemofili nasıl tedavi edilir?

Hemofili hastalarında meydana gelen kanamalar, olmayan faktörün yerine konması ile durdurulabilir. Bunun için iki çeşit faktör üretilmektedir:

Plazma kaynaklı faktörler: insanlardan toplanan kanlar bir havuzda toplanır, faktörler ayrıştırılır, viral inaktivasyondan (kan içinde olabilecek viruslar temizlenir) geçer ve paketlenir. Bu ürünler her ne kadar viral inaktivasyon yöntemlerinden geçmekteyse de insandan insana bulaşabilecek bir takım virusları taşıma riski vardır.
Rekombinat DNA teknolojisi ile elde edilen faktörler: insülinin üretimi gibidir. Bir vektör kullanılarak faktör elde edilmektedir. İçinde insana ait herhangi bir madde olmadığı için hastalık bulaştırma riski yoktur. NovoSeven® bu yolla elde edilir.
Ülkemizde henüz rekombinant faktör ürünü yoktur. Halen plazma kaynaklı faktörler kullanılmaktadır.
#133 - Mart 23 2008, 10:44:27

!_By_Gizli_!

hidrosefali




Hidrosefali sorunu ile dünyaya gelen bebekte beynin, beyin omurilik sıvısı üretme yeteneği ile onu emme yeteneği arasında bir dengesizlik söz konusudur.

Hidrosefalili bir bebeğin kafatasının içinde serebrospinal sıvı (beyin omurilik sıvısı-BOS) birikimi olur ve bu da kafatasının son derece büyümesine yol açar.

Bu durum kusurunun rastlanma sıklığı farklı popülasyonlarda değişik oranlarda sahip olmakla birlikte ortalama olarak har 1000 doğumda 1 vaka şeklindedir.

Doğumsal hidrosefalinin en belirgin semptomu anormal derecede büyümüş bir kafadır. Ara sıra , ceninin başının, normal doğumu olanaksızlaştıracak kadar büyüdüğü de görülebilmektedir. Biraz daha olağan vakalarda kafa doğum sırasında normal görünür ancak hemen sonra büyümeğe başlar .

Bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans yöntemleri hidrosefalinin diğer bozukluklardan ayırt edilmesi ve nedenin araştırılması için yaralı olmaktadır.

Tedavi amacı serebrospinal sıvı üretimi ile emilmesi arasında denge kurulmasıdır. Bazen ilaç tedavisi etkili olabilmektedir, ancak genellikle en iyi tedavi , cerrahi işlemle sıvının boşaltılmasıdır.

Hidrosefali ile doğan çocukların durumu uzun vadede kanül yerleştirilmesi sayesinde büyük ölçüde iyileşmiş olur. Tedavi şarttır. Tedaviye rağmen bir takım komplikasyonlar gelişebilir
#134 - Mart 23 2008, 10:44:43

!_By_Gizli_!

her yönüyle aşı


Tarihte aşı konusunda ilk uygulamanın M.Ö. 590 yılında Çin'de Sung Hanedanı döneminde çiçek hastalığından korunmak için ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnunun içine verilmesi olduğu bilinmektedir. Sistemli aşılama ise ilk kez yine çiçek hastalığına karşı olmak üzere 1796 yılında Edward Jenner tarafından başlatılmıştır. Bağışıklık biliminde o günden bu güne çok büyük ilerlemeler olmuştur. Aşılama ile ilgili ayrıntılı bilgiler Jenner'den 100 yıl kadar sonra, Pasteur tarafìndan elde edilmiştir. Bu büyük bilim adamı, infeksiyon hastalıklarının kaynağının mikroplar olduğunu keşfetmiştir. Ayrıca mikropların zayıflatılmış, hastalık yapamayacak hale getirilmiş biçimde insanlara verilmesiyle, bireyin bulaşıcı hastalıklardan korunabileceğini kanıtlamıştır.

Pasteur, 1885 yılında daha önce köpeklerde etkinliğini kanıtladığı kuduz aşısını, bir köpek tarafìndan ısırılmış olan Joseph Meister adlı kişiye uygulamıştır. Bu uygulama insan bağışıklamasındaki en önemli atılımdır.

1892 yılında Laffnike adlı araştırıcı kolera aşısını, 1896 yılında Wright tifo aşısını geliştirmiştir. Bu gün BCG adıyla bildiğimiz tüberküloz (verem) aşısı Calmette ve Guerin tarafìndan 1921 yılında geliştirilmiştir. Ramon ve Glenny 1923'te difteri aşısını, aynı yıl Madsen boğmaca aşısını ve 1927 yılında Ramon ve Zoeller tetanoz aşısını üretmişlerdir. Bundan sonra kullanıma sunulan çeşitli aşılar birbirini izlemiştir.

1932 yılında Sellard ve Laigret sarı humma aşısını, 1937 senesinde Salk ilk influenza aşısını ve 1949 yılında Smorodintsev canlı kabakulak aşısını geliştirmiştir. Salk 1954 yılında ölü çocuk felci aşısını, Sabin 1957'de canlı zayıflatılmış ağızdan uygulanan çocuk felci aşısını geliştirmiştir. Kızamık aşısı 1960 yılında önce Edmonston ve daha sonra Schwartz tarafından oluşturulmuştur. 1962'de kızamıkçık aşısı Weller, Neva ve Parkmann adlı araştırıcılar tarafından geliştirilmiştir.

Ölü kabakulak aşısını 1966 yılında Weibel, Buynach, Hillemann ve daha sonra Takashashi üretmeyi başarmışlardır. İnsan hücrelerinde üretilen ilk kuduz aşısı 1967 yılında Victor tarafından gerçekleştirilmiştir. Takashashi 1973 senesinde su çiçeği, Maupas ve Hillemann 1976'da ilk kez hepatit B (sarılık) aşısını uygulamışlardır.

1968 yılında meningokok C menenjiti aşısı, 1971 senesinde meningokok A menejiti aşısı geliştirilmiştir. 1978 yılında pnömokok infeksiyonlarına karşı kullanılmak üzere pnömokok aşısı üretilmiştir. Bu gün genel olarak menenjit aşısı olarak bilinen Hemofilus influenza tip B aşısı 1980 yılında geliştirilmiştir.

Sonraki senelerde bir arada kullanılan çeşitli aşılar geliştirilerek kullanıma sunulmuştur. Aşı geliştirme çalışmaları halen aktif olarak devam etmektedir.

Aşılama çalışmalarında güdülen başlıca amaç, insanların aşı ile önlenebilir hastalıklardan ölümlerini engellemek, yarınımızı emanet edeceğimiz kuşakların daha sağlıklı yetişmesini sağlamaktır.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE AŞILAR

Vücuda giren yabancı maddelerin etkisizleştirilmesi, dışarıya atılması ya da yok edilmesi için vücudun geliştirdiği bütün doğal düzenleri bağışıklık olarak tanımlamak olasıdır. Doğumla birlikte anne karnındaki steril çevreden ayrılan bebek, dış ortamda çok sayıda mikroorganizma ve yabancı madde ile karşı karşıya kalır. Bağışıklık sisteminin görevi, öncelikle bu maddeleri vücuda girdikleri yerde tutmak, yayılmalarını engellemek ya da geciktirmektir.

İnsan vücudunda bağışıklık sistemi (immun sistem), çeşitli organlar ve değişik hücrelerin rol aldığı düzenlerle yabancı maddeleri ve mikropları yok edebilmektedir. Sistemi oluşturan organlar şunlardır:




Timus





Kemik İliği





Dalak





Lenf Düğümleri



Bağışıklık sisteminin askerleri olarak düşünebileceğimiz çeşitli hücreler, olgunlaşma süreçlerinin değişik aşamalarında bu organlarda bulunur ve kan yoluyla vücuda dağılarak nerede ihtiyaç varsa orada görevlerini yerine getirirler. T ve B lenfositleri, makrofajlar, polimorflar ve trombositler gibi farklı gruplar halindeki bu hücreler, insan bedeninde yabancı maddelere ve mikroplara karşı durmaksızın sürdürülen savunmanın en önemli unsurlarıdırlar.

Timus göğüs boşluğu içinde yeralan iki parçadan oluşan bir organdır. Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ zamanla küçülür. Kemik iliği ise kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur. Kırmızı kan hücreleri de dahil olmak üzere bütün kan hücreleri burada yapılır. Daha önce sözünü ettiğimiz T lenfositleri buradan timusa giderek olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar.

Dalak, sol böğrümüzün arka bölümünde yeralır. Kırmızı kan hücreleri ve immun sistemin beyaz kan hücreleri için depo olarak görev yapar, aynı zamanda kandaki yabancı maddelerin büyük bir kısmını süzer.

Lenf düğümleri vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunur. Boyun, koltuk altı, kasıklarda olduğu gibi yüzeyde bulunan bezeler kolaylıklla farkedilebilir. Ancak göğüs ve karın boşluğunda da çok sayıda lenf düğümü mevcuttur. Bunların başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir. Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle farkedilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir.

Bağışıklık sisteminde yer alan hücreler, mikrorganizmalarla olan savaşlarını farklı silahlarla yaparlar. Bir grup hücre (makrofajlar, polimorflar ve bazı T lenfositleri) doğrudan mikropları yok edebilecek donanımlara sahiptirler. Bir başka grup hücre ise (B lenfositleri) kan dolaşımına antikor denilen sıvısal maddeler salgılayarak kendilerinin bulunmadığı ortamlarda dahi tanıdıkları mikropların ölmelerini sağlarlar. İşte bu hücresel ve sıvısal bağışıklık tepkileri birarada görev yaparak, yabancı madde ve mikrop bombardımanı altında yaşayan insanoğlunun, dünyadaki varlığını sürdürmesini sağlamaktadırlar.

Bir mikrop türü çeşitli bariyerleri aşarak vücuda yayıldığı zaman hastalık meydana gelir. Belli bir süre içinde destek tedavileriyle ya da kendiliğinden hastalık atlatılır, o mikroba karşı bir bağışıklık sağlanır. Bir kez daha aynı mikroorganizma ile karşılaştığında vücut ve immun sistem bu mikrobu tanıdığı için artık hazırlıklıdır, hastalık oluşmadan onu yok eder. Biz bu durumu fark etmeyiz. Bağışıklık ömür boyu kalıcı olabilir, bazan da bir süre içinde etkinliğini kaybeder. Sistem aynı mikropla karşılaştığında ne yapması gerektiğini hatırlayamaz, yeniden hastalık oluşabilir.

Bağışıklık sistemi her zaman başarılı değildir. Kimi zaman hastalığa yenilir, en etkili antibiyotikler dahi etkisiz kalabilir ve nihayet ölüm meydana gelebilir. Bu nedenle bağışıklık sistemleri erişkinlere göre daha zayıf olan çocukların öldürücü ve sakat bırakıcı hastalılara karşı bağışıklıklarının daha bu tip hastalılarla hiç karşılaşmadan sağlanmış olması gerekir. Bu amaçla mikropların zayıflatılmış, hastalık yapamayacak hale getirilmiş şekillerinin vücuda verilmesiyle, bağışıklık sisteminin uyarılmasını sağlamak üzere aşı dediğimiz sıvılar geliştirilmiştir.

Aşılar, içerdikleri zayıf ya da ölü mikroorganizmalarla immun sistemi uyararak, hücresel ve veya sıvısal bağışıklık yanıtını oluşturmaktadırlar. Böylece hastalık oluşmadan o hastalığa karşı direnç meydana gelmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki hiçbir aşı temsil ettiği mikrooganizmanın kendisi kadar etkili bir cevap oluşturamaz. Bu nedenle kalıcı ya da uzun süreli bir immun direnç için aşıların belli aralıklarla tekrarı gerekmektedir.

İdeal bir aşı, hastalık belirtisine yol açmadan, en az hastalığı geçirmekle edinilecek kadar bağışıklık sağlayan aşıdır. Her aşı en iyi bağışıklık yanıtı sağlacak sıvılarla ve kendisi için en uygun olan vücut bölgesine uygulanır. Kimi aşılar ağızdan (çocuk felci), kimileri adale içine (karma vb..) verilir. Bazı aşılarla tek sefer uygulama yeterliyken, bazılarının uygun aralıklarla yinelenmesi gerekmektedir. Ancak usulüne uygun şemalar dahilinde ve tam olarak yapılan aşılama programlarıyla başarılı bir korunma sağlanabilir.

Aşılarla sağlanan "aktif edinsel" bağışıklığın yanısıra, antikor denilen sıvısal maddelerin çocuklara hazır olarak dışardan sunulması, kısa süren bir koruma sağlamasına karşın hastalıklardan korunmada önemli bir yer tutar. Bu antikorlar, anneden çocuğuna rahim içindeyken kan yoluyla geçebildiği gibi anne sütüyle de aktarılabilmektedir. Buna "pasif doğal" bağışıklık adı verilir. Süt verme süresince ve doğum sonrasında 4-6 ay süreyle süt çocuğunu bir çok hastalığa karşı korur. Bir de "pasif edinsel" bağışıklık mevcuttur. Yine bir süre için etkili olan bu immun yanıt, piyasada satılan çeşitli "gamma globulinler" ile sağlanır. Gamma globulin preparatları insanlardan, hayvanlardan ya da genetik teknolojilerle elde edilen tekli veya çoklu antikor karışımlarıdır. Yeri geldikçe her bir öge ayrıntılarıyla ele alınacaktır.

AŞILAMADA ANA HEDEFLER




1 yaşındaki çocukların en azından %90'ının aşılanması.





Yenidoğan tetanozunun ortadan kaldırılması.





KIZAMIK vakalarının %90 oranında ve bu hastalığa bağlı ölümlerin %95 oranında azaltılması.





Çocuk Felcinin yeryüzünden silinmesi.





Çocukların 6 hastalığa karşı aşılarının 1 yaşlarını doldurmadan tamamlanması.





Her anne babanın çocuklarını hangi hastalıklara karşı NEREDE, NE ZAMAN, KAÇ KEZ aşılatması gerektiğini bilmesidir.



AŞILAMA (BAĞIŞIKLAMA) çalışmaları, halk sağlığı alanında gerçekleştirilen en büyük atılımdır. Söz konusu çalışmaların toplumda başarılı olabilmesi için bağışıklamanın çocuk ve toplum sağlığı yönünden taşıdığı önem geniş kitlelere anlatılmalı ve ailelerde çocuklarını AŞILATMA İSTEĞİ uyandırılmalıdır. Toplumda AŞI BİLİNCİ'nin yaygınlık kazanmasıyla aileler çocuklarının aşılarını ZAMANINDA ve TAM OLARAK yaptırmalıdırlar.

AŞILAMADA TEMEL İLKELER




Anne sütünün, bebeğinizin ilk aşısı olduğunu unutmayınız.





Sağlık kuruluşuna herhangi bir nedenle getirilen her çocuğun aşı kartı incelenmeli, önemli bir rahatsızlığı olmayan her çocuğa mutlaka aşı yapılmalıdır.





Hafif ateş, soğuk algınlığı, nezle gibi rahatsızlıklarda çocukların aşılanması tehlikeli değildir. Hafif gripal infeksiyon belirtileri olduğu için anne babalar çocuklarını aşıya götürmemekte, bazan da böylesi bir durumda hekimler gereksiz yere aşıyı ertelemektedirler. BU YANLIŞ BİR UYGULAMADIR!





Bazı aşılar tek bir seferde, bazıları ise aralıklarla uygulandığında bağışıklık sağlar. Bu nedenle aşılamaya zamanında başlanmalı, takvime uygun olarak aşılama sürdürülmelidir.





Birden fazla aşı bir arada yapılabilir. Ancak aksi belirtilmedikçe aynı iğnede karıştırılmaz ve herbirinin farklı bacak ya da kola yapılması önerilir.





Anne ve babaların bilmesi gereken en önemli nokta şudur: Bir çocuğun tam aşılı olması için İLK YAŞ İÇİNDE EN AZ BEŞ KEZ AŞIYA GÖTÜRÜLMELİDİR.





Aşı yapıldıktan sonra çocuk ağlayabilir, huzursuz olabilir, ateş ya da döküntüsü olabilir. Ateş varsa düşürmek için çocuğu soyunuz, ılık su banyosu yaptırınız veya eklem yerlerine ıslak bezler koyunuz. Ateş düşürücü şurup, bol içecek ve sıvı gıdalar veriniz. Belirtiler üç günden uzun sürerse ya da başka yakınmalar varsa doktorunuza danışınız.





Gebelik süresince veya aşıdan sonraki üç ay içinde gebe kalma olasılığı olanlara kızamıkçık gibi canlı aşılar YAPILMAMALIDIR.





Ağır ilerleyici sinir sistemi hastalığı olanlara, havale geçirenlere, kan ve lenf kanseri gibi kötü huylu hastalığı olanlara aşı yapılması gerektiğinde mutlaka doktorunuza danışınız.



AŞILAMA PROGRAMLARI

Aşılama yoluyla hastalıklara karşı kalıcı ya da uzun süreli bir korunma sağlayabilmek için aşıların bir program dahilinde belli aralıklarla tekrarlanması gerekir. Aşı programları oluşturulurken çocukların bağışıklık sistemlerinin infeksiyonlara karşı yanıt verebilme yetenekleri, mevsimler, hastalıkların yayılma yolları ve toplumların sosyoekonomik koşulları gibi bir çok faktör göz önünde bulundurulur. Bu nedenle rutin olarak uygulanan aşılama programları ülkeler arasında bazı farklılıklar gösterir.

Gelişmiş ülkelerde yenidoğan tetanozu tümüyle, verem ise büyük oranda kaybolmuş hastalıklar olduğundan gebelere tetanoz, yenidoğanlara BCG aşısı uygulanması, bu ülkelerin aşı programlarında yer almaz. İsveç ve Avusturya gibi bazı ülkelerde canlı çocuk felci aşısı yerine rutin olarak ölü çocuk felci aşısı kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde çocukların hemen hemen tamamı kızamığa karşı aşılıdır ve bu ülkede kızamık hastalığı, toplumdan neredeyse tamamen silinmiş durumdadır.

Gelişmekte olan ülkelerde ise dünyaya gelen çocukların binde beşi çocuk felci sonucu sakat kalmakta; yüzde biri yenidoğan tetanozu, yüzde ikisi boğmaca ve yüzde üçü kızamık nedeniyle ölmektedir. Verem hastalığı da dahil edildiğinde sayılan hastalıklar nedeniyle tüm dünyada her yıl 5 milyon çocuk hayatını kaybetmekte, bir o kadarı da sakat kalmaktadır.

Çocukluk çağı hastalıklarını aşılamayla önlemek için "aşıyla önlenebilir hastalıklar"ın herbirinin çeşitli özellikleri ve ölüme yolaçma sıklığının çok iyi bilinmesi gereklidir. Bunun yanında toplumsal ve ekonomik gelişmeler, eğitim durumu, göçler ve bölgesel yapı göz önünde bulundurulmalıdır. Eğer çocuklar gereken biçimde korunabilecekse, aşıların sırası, zamanı ve birlikte yapılacak aşılar belirlenmelidir. Çocukların olabildiğince erken yaştan itibaren, eldeki en etkili ve en basit olanaklarla nasıl korunabileceğinin saptanması başlıca amacımız olmalıdır.

Etkili bir bağışıklık için, temel aşıların doğru ve eksiksiz yapılması esastır. Verilecek aşı miktarları, enjeksiyon sayıları ve aralarındaki süreler, ilk ve daha sonraki tekrarlar gerektiği şekilde uygulanmalıdır. Enjeksiyonlar arasındaki ideal süre 1 ay olmakla birlikte çeşitli nedenlerle daha erken ya da geç yapılan uygulamalarda programa yeniden başlanmasına ya da enjeksiyonun tekrarlanmasına gerek yoktur.




RUTİN AŞI TAKVİMİ

Yaş

Aşı

Doğum

Hepatit B

1 ay

Hepatit B

2 ay

BCG

2 ay

DTP + TOPV

3 ay

DTP (*) + TOPV

4 ay

DTP (*) + TOPV

6 ay

Hepatit B

9 ay

Kızamık

16 ay

DTP (*) + TOPV

4-6 yaş

DTP (*) + TOPV

14-16 yaş

dT (**)





Hepatit B: B tipi sarılık aşısı.
BCG: Verem aşısı.
DTP: "Difteri Boğmaca Tetanoz" karma aşısı.
TOPV: Ağızdan "Çocuk felci" aşısı.
dT: Eriştin tip difteri aşısı içeren "difteri Tetanoz" aşısı.

(*) İlk karma aşıyla havale ve bilinç kaybı gözlenenlere DT (Difteri Tetanoz" aşısı uygulanır.
(**) Erişkin tip difteri Tetanoz aşısı bulunamazsa yalnızca Tetanoz aşısı yapılır. 10 yılda bir tekrarlanır.

Ana Çocuk Sağlığı Merkezi ve Sağlık Ocaklarında rutin olarak uygulanmayan diğer aşılar:
"Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak" MMR (15. ay ve 5 yaş), "Hepatit A" (0.1.6. ay), "Hemofilus influenza tip b" Hib (DTP+TOPV ile beraber) ve "Su çiçeği" aşılarının (15. ay MMR ile beraber) olanaklar elveriyorsa rutin olarak uygulanması sağlanmalıdır.



Aşı Kampanyaları

Sağlık ve sosyo ekonomik düzeyin yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde, rutin aşı uygulamalarıyla bağışıklama çoğu kez yeterli olmamaktadır. Hemen hemen bütün infeksiyon hastalıklarının her yerde ve yaygın olarak bulunması, teknik olanaksızlıklar vb nedenlerle hedef kitlenin istenilen oranda aşılanamaması söz konusudur. Bu durumda olabildiğince fazla sayıda çocuğun aşılanabilmesi için kampanyalara ihtiyaç duyulmaktadır.

Kampanyalar, bir hastalığı tümüyle ortadan kaldırmak amacıyla da yapılabilmektedir. Ağızdan çocuk felci aşısının son dört yıl içinde çok sayıda ülkede aynı tarihlerde kampanyalar halinde uygulanması, yok etme çabalarına iyi bir örnektir. Bu yaygın kampanyada amaç çocuk felcini, tıpkı çiçek hastalığında olduğu gibi tamamen yeryüzünden silmektir.

RUTİN OLARAK UYGULANAN AŞILAR

1983 yılında UNICEF (Dünya Çocukları Yardım Fonu) tarafından başlatılan "Çocuk Yaşatma Devrimi"nin ilkelerinden biri de tüm çocukları aşı ile korunulması mümkün, öldürücü ve sakat bırakıcı altı hastalık olan tüberküloz (verem), difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamıktan korumaktır. Ülkemizde bu aşıların uygulanmasına öncelik verilmektedir. T.C. Sağlık Bakanlığı 1998 yılı itibariyle hepatit b aşısını da rutin aşı takvimi içine almıştır.

Aileler çocuklarını bir yaşını doldurmadan önce b tipi sarılık, tüberküloz, difteri, boğmaca, tetanoz, çocuk felci ve kızamığa karşı aşılatmış olmalıdırlar..

Aşılar, çocukları bir çok tehlikeli hastalıktan korur. Aşılanmamış çocuklarda beslenme bozukluğu, sakatlık ve ölümler aşılı olanlardan daha sık görülür.

AŞILARIN BİRLİKTE UYGULANMASI

Bir kez uygulanmakla tam bağışıklık sağlaması, aşılanan her bireyde ömür boyu bağışıklık bırakması ideal bir aşının özellikleridir. Zayıflatılmış bazı canlı virus aşıları dışında bu ideale ulaşmak henüz mümkün olmamıştır. Kalıcı ya da uzun süreli bağışıklık için aşıların bir arada ve belli aralıklarla tekrarlar halinde uygulanması gerekmektedir.

Aşılama programı, aynı anda bir çok aşının beraber yapılarak, olabildiğince çok sayıda hastalığa karşı direnç gelişimini sağlamalıdır.

Bir arada kullanılan aşılar, iki yolla ugulanmaktadır. Birincisi birden fazla aşının üretim aşamasında aynı enjektör içinde karıştırılarak kullanıma sunulması, ikincisi ise birden fazla aşının farklı enjektörlerde değişik vücut bölgelerine uygulanmasıdır. Aksi belirtilmedikçe aşılar, uygulayan kişi tarafından aynı enjektöre çekilerek karıştırılmamalıdır. Bu durumun bir istisnası karma aşı ile Hib aşısının aynı enjektör içinde verilebilmesidir.

Birlikte kullanıma sunulan aşılar, söz konusu aşılara özgü yan etkileri şiddetlendirmezler. Kombine aşıların en iyi bilineni "karma aşı"dır. (Difteri-Boğmaca-Tetanoz).

Aşağıda bazı kombine aşı grupları sunulmuştur. Her biri son derece güvenilir ve etkili aşılardır.



KOMBİNE AŞILAR

Difteri + Boğmaca + Tetanoz

DTP

Difteri + Tetanoz

DT

Erişkin tip Difteri + Tetanoz

dT

Kızamık + Kızamıkçık + Kabakulak

MMR

Difteri + Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci

DTP + IPV

Difteri + Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci + H. influenza tip b

DTP + IPV+ Hib

Difteri + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci

DT + IPV

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz

DTPa

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci

DTPa + IPV

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + H. influenza tip b

DTPa + Hib

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Ölü Çocuk Felci + Hib

DTPa+IPV+Hib

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Hepatit B

DTPa + HBV

Difteri + Asellüler Boğmaca + Tetanoz + Hepatit B + Hib

DTPa+HBV+Hib







ÖZEL DURUMLARDA AŞILAMA




Böbrek Hastalıkları

Aşılama sırasında gelişen, "proteinüri" adı verilen, idrarda protein atılımı durumu çoğu kez hekim ve ailede kaygı uyandırır. Böbrek hastalığı olan ya da böbrek hastalığına eğilimi olan çocuklarda proteinürinin ortaya çıkışı sıklıkla aşılamaya ara verilmesine yol açmakta, çocuklar bir çok ciddi hastalığa karşı savunmasız kalmaktadırlar. Fransa gibi bazı ülkelerde kronik böbrek hastalığında aşı uygulanması yasalarla engellenmiştir. Fakat çeşitli araştırıcılar tarafından, aşı takvimlerinde verilen dozlarda ayarlamalar yapılmak suretiyle uygulanan şemalarla güvenilir bir bağışıklamanın sağlanabileceği ileri sürülmüştür.

Böbrek hastalığı olan kimselerde, yapılan çeşitli çalışmalarla, BCG, ağızdan çocuk felci aşısı, karma aşı, kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşılarının güvenle kullanılabileceği kanıtlanmıştır. Yalnızca tifo aşısının yapılması önerilmemektedir. Aşılar olabildiğince hastalığın iyilik dönemlerinde uygulanmalı, bir dozun tamamı uygulanmadan önce azaltılmış dozlar uygulanıp, idrarda protein atılımı ölçülerek durum değerlendirmesi yapılmalıdır.






Kalp Hastalıkları

Durumu stabil (durağan) olan çocuklarda aşılama tehlikesiz bir girişimdir. Romatizmal kalp hastalığı olanlarda, aktif dönemde aşı yapılmamalıdır. Kalp hastalığı olan çocuklarda influenza ve kızamık aşıları özellikle ve ilk fırsatta yapılmalıdır.






Şeker Hastalığı ( Diabet )

Diabetli çocukların infeksiyonlara direnci çok daha düşüktür. Bu nedenle genel kanının aksine, şeker hastalığı olan çocuklarda aşılama programlarına çok daha fazla önem verilmelidir.

Hastalık kontrol altındaysa, çocuğun genel durumu iyiyse, idrarda şeker atılımı en alt düzeylerde ve idrar çıkışı normalse diabtli çocuklarda aşı uygulamalarının herhangi bir sakıncası yoktur. Dikkat edimesi gereken tek konu, tifo ve paratifo aşılarının yarasız ve tehlikeli olduğu için uygulama dışında bırakılması gerektiğidir.






Allerjik Hastalar

Günümüzde yaygın olarak kullanılan aşıların daha saf olarak hazırlanmaları nedeniyle, allerjik bireylerde aşılama sonrasında allerjik reaksiyonlar ve yan etkiler son derece azalmıştır.

Aşılar, mikrobun üretildiği ortama ait bazı maddeleri de içerirler. Bazı aşılarda yumuta proteinleri (influenza, kabakulak, kızamık) eser miktarda bulunur. Yumurta allerjisi olanlarda ürtikere yol açabilir. Kimi aşılar ise az miktarda antibiyotik içerir. Kanamisin, neomisin gibi antibiyotiklere allerjisi olanlarda döküntüler meydana gelebilir. Ancak bu gibi reasiyonlar nadiren yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşır.

Allerjik kimselere tifo ve paratifo aşısı yapılmamalıdır. Allerjik çocuklar, hastalıklarının aktif döneminde aşılanmamalıdır. Aşının allerjik kişi için tehlike yaratabileceği bilinen herhangi bir antibiyotik içermediğinden emin olunmalıdır. Şüpheli durumlarda seyreltilmiş aşıyla test yapılabilir.






Gebelik
Hamile Kadınlarda Zarasız Olan Aşılar:

Tetanoz
İnfluenza ( grip )
Çocuk Felci
Kolera
Hepatit B

Yalnızca Gerekli Durumlarda Yapılması Gereken Aşılar:



BCG

Boğmaca
Difteri
Kızamık
Meningokok
Pnömokok
Kuduz
Kabakulak

Hamile Kadınlara Yapılmaması Gereken Aşılar:

Çocuk Felci ( canlı TOPV )
Kızamıkçık
Bağışıklık Yetersizliği

Doğumsal ya da sonrada edinilen bağışıklık yetmezliği durumlarında canlı aşılar kesinlikle kullanılmamalıdır. BCG, kızamık, su çiçeği gibi canlı aşılar takvim dışı bırakılmalıdır. İnaktif (ölü) aşılar ise aşının etkin ve güvenilir olduğu kanıtlanmışsa kullanılmalıdır.

İlaç Tedavisi Alan Hastalar

Kortizon ve kanser ilaçları kullanılan çocuklarda canlı aşı kullanımı sakıncalıdır. Bu tip ilaçlar bağışıklık sistemini baskıladıkları için BCG, kızamık ve su çiçeği aşısı uygulamalarından kaçınılmalıdır. Lösemili çocuklar tedavi nedeniyle bağışıklık sistemi baskılanmasının tipik bir örneğidirler. Bu çocuklarda aşılamanın, tedavi başlanmadan üç ay önce bitmiş olması gerekmektedir. 3 - 12 ay içinde ilaç tedavisi almayacak olanlara kızamık aşısı yapılabilir. İnaktif (ölü) aşılar lösemili çocuklarda güvenle kullanılabilmektedir.

Sinir Sistemi Hastalıkları

İlerleyici beyin ve sinir hastalığı olanlarda aşılama yapılmaz. Geçmişinde havale öyküsü olan bebeklerde aşılar dikkatle uygulanır. Boğmaca aşısıyla ilgili ciddi sorunlar ortaya çıkmışsa takvimden çıkarılır. Asellüler boğmaca aşısı (DTPa) ile nörolojik yan etki olasılığı düşüktür.

Saralı çocuklarda, havale geçirmeye eğilimli bebeklerde ateş düşürücü ve gerekirse havale önlyici "diazem" koruması altında aşı yapılabilir. Doğumda beyin zedelenmesi nedeniyle arazları olan çocuklarda aşı uygulamaları 1 yaşına dek ertelenmelidir.

Kan Hastalıkları

Kan dinmezliği (hemofili) hastalarında kanamaya eğilim nedeniyle aşılar, hemen altında kemik bulunan, kanama olduğu taktirde kolay baskı uygulanabilecek bir bölgeye yapılmalıdır.

Akdeniz anemisi (talasemi) olan çocuklarda olduğu gibi kan nakli gereken durumlarda, canlı aşı yapılacaksa, kan verilmesinden en az 6 hafta sonra aşı uygulanmalıdır.

Kanser

Canlı aşılar kanserli hastalarda sakıncalıdır. Ölü (inaktif) aşıların kullanımı herhangi bir sorun oluşturmaz. Aşıların, hastalığın tedavi uygulanmayan iyilik dönemlerinde yapılması uygun olur. BCG (verem) aşısı canlı aşı olmakla birlikte kanserli hastalarda ciddi bir yan etkiye yol açmaz. Eğer kanserli hasta kuduz bir hayvan tarafından ısırılmışsa, aşı mutlaka yapılmalıdır.

Kanser tedavisi tamamlanarak iyileşmiş hastalarda aşılar güvenle verilebilir. Ancak enjeksiyonun radyoterapi ya da ameliyat olunmuş bölgenin dışında bir tarafa uygulanması yerinde olur.

Prematürelik

Yapılan çeşitli araştırmalarla prematüre bebeklerin 2 aydan itibaren aşılanmasının herhangi bir sorun yaratmadığı kanıtlanmıştır. Ancak hastanede yatmakta olan prematürelere, diğer bebeklere bulaşma riski nedeniyle canlı oral çocuk felci aşısı yapılmamalıdır. Vücut ağırlığıyla aşılara bağlı yan etkiler arasında doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte Fransa'da BCG aşısının 3 kilogramın altındaki çocuklara uygulanmaması yasal bir zorunluluktur. Ülkemizde bu konuda klinikler arasında farklı uygulamalar mevcuttur.

AŞILARIN YAN ETKİLERİ




Yerel Yan Etkiler

Sık görülür. Aşı yerinde hassasiyet ve ağrı bir iki gün içinde kaybolur. Bazan aşı uygulanan bölgede bir sertlik oluşabilir, haftalarca devam edebilir. Abseleşme olmadıkça tedavi gerektirmez.






Genel Yan Etkiler

Ani tansiyon düşmesi, gırtlakta gelişen ödem, şiddetli allerji hayatı tehdit edebilir. Bazı çocuklarda baş ağrısı, mide barsak sistemi rahatsızlıkları görülebilir, bir iki gün içinde kendiliğinden geçer. Aşı sonrasında % 10-20 olasılıkla ortaya çıkan ateş, ateş düşürücülerle bir iki günde kaybolur. Kızamık ve kızamıkçık aşılarının ateşi geç olarak 5-12 gün içinde ortaya çıkmaktadır. Tedavi yaklaşımı aynıdır.

Deri Reaksiyonları

Aşı yerinde, bazan da aşı yeri dışında döküntüler görülebilir.
Kızamık aşısı olanların % 2-5'inde, kızamıkçık aşısı yapılan çocukların % 5-10 kadarında 6-12. günler arasında cilt döküntüleri ortaya çıkabilmektedir.

Böbrekle İlgili Sorunlar

Böbrek hastalığı olan çocuklarda aşılama sonrasında idrarda protein çıkışı artmaktadır.


Sinir Sistemiyle İlgili Sorunlar

Havale:
Boğmaca aşısına bağlı havale sıklığı 6-18 aylık çocuklarda binde bir civarındadır. Meydana geldiğinde herhangi bir iz bırakmaz. Ancak asellüler boğmaca aşısıyla bu tip sorunların sıklığı çok düşük seviyelere indirilmiştir.



Şok:
Boğmaca aşısından sonra 6-10 saat içinde cilt renginde solma, bazan morarma ve huzursuzluk birdenbire başlayabilir. Bir kaç dakikada kendiliğinden iyileşir. Allerjik çocuklarda daha sık görülmekle birlikte genel olasılık on binde bir kadardır.



Uzun Süren Ağlama:
3-6 aylık çocuklarda aşıdan 6-10 saat sonra ortaya çıkan ve nadir görülen bir durumdur.


Beyinde Fonksiyon Bozukluğu
Boğmaca aşısına bağlı olarak milyonda bir olasılıkla meydana gelir. Asellüler boğmaca aşısı iyi bir alternatif olabilir.





Ölüm:
Çok nadiren boğmaca aşısı sonrasında, bilinmeyen nedenlerle meydana gelebilmektedir.

Felç

Canlı çocuk felci aşısısından sonra üç milyonda bir olasılıkla felç ortaya çıkabilmektedir. Bu ciddi sorun özellikle bağışıklık sistemiyle ilgili problemleri olan bebeklerde meydana çıkabilmektedir. İnaktif (ölü) çocuk felci aşısı uygulanan bireylerde bu gibi yan etkiler görülmemektedir.

Beyin İltihabı

Kızamık aşısı sonrasında binde bir, kuduz aşısını takiben 16-32 binde bir sıklıkla beyin iltihabı meydana gelebilmektedir. Son yıllarda üretilmiş olan kuduz aşılarında bu problem tümüyle ortadan kaldırılmıştır. kızamıkçık ve çocuk felci aşısından sonra nörolojik yan etki nadirdir.



Eklem Problemleri

Kızamıkçık aşısı eklem reaksiyonlarına neden olan tek aşıdır. Sıklığı çocuklarda % 1, erişkinlerde % 5-10 kadardır. Tedavisiz kendiliğinden iyileşir.

Lenf Bezesi Şişmesi

Kotuk altında lenf bezesi şişmesi, BCG (verem) aşısı sonrasında % 6-12 sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle BCG yapılan her 20 çocuktan bir ikisinde bu reaksiyon görülmektedir. BCG aşısına bağlı lenf bezesi şişmesi genellikle kendiliğinden düzelir, ilaç tedavisi gerekmez. Abseleşme olursa ayrıca müdehale gerekebilir.

Kemiklerle İlgili Sorunlar

BCG aşısı yapılan çocuklarda kemik iltihabı gelişme sıklığı milyonda bir civarındadır. Aşı yerine yakın bölgedeki kemikte görülür. Özel tedavi yaklaşımlarını gerektirir.



AŞILAMADA KARŞILAŞILAN SORUNLAR


Ateşli, ağır hastalıklarda aşılama ertelenmelidir. (Böylece hastalığa ait bir belirtinin, aşıya bağlanması önlenmiş olur).

Beslenme bozukluğu, orta-hafif ateş, solunum yolu infeksiyonları aşılamaya engel oluşturmaz.

Şok, 40.5 derecenin üzerinde ateş, aşıdan sonra 48 saat içinde ortaya çıkan havale ve diğer sinir sistemi belirtileri varlığı durumlarında kombine difteri-boğmaca-tetanoz aşısına ara verilmelidir. Bundan sonra boğmaca, takvimden çıkarılarak difteri-tetanoz ikilisi (DT) kullanılmaya başlanmalıdır.

İshal sırasında canlı çocuk felci aşısı yapılmışsa, ishal düzeldikten sonra tekrarlanması uygun olur.

Bağışıklık eksikliği olan ya da kortizon, kanser ilaçları, ışın tedavileri gibi nedenlerle bağışıklığı baskılanmış çocuklarda canlı aşılar kesinlikle yapılmamalıdır.

Kızamık kızamıkçık kabakulak aşıları, yakın zamanlarda gamma globulin yapılmış olan kimselerde en az altı hafta süreyle ertelenmelidir.
#135 - Mart 23 2008, 10:45:14

!_By_Gizli_!

havale


Havale (istemsiz kasılmalar), beyin sinir hücrelerinde anormal aktivite nedeniyle oluşur. Tipik olarak havale geçiren bebek şuurunu kaybeder, kol ve bacakları kasılır. Bir kaç saniye sonra, kol ve bacaklar ile yüz adaleleri ritmik olarak seğirmeye başlar.

Çocukluk hummalarının çoğu ateş nöbetleri ile ilintilidir. Tipik olarak havale, 6 aylık ila 5 yaşında olan, ateş nöbeti geçiren çocuklarda meydana gelir. Ateşin ağır ya da hafif olması ile havale havale arasında bir ilinti yoktur. Bazen havale, bebeğin hasta olduğunu gösteren bir ilk belirtidir. Çocukların %4 ila 5' i en azından bir kez havale nedenle kasılma geçirir; %50 'sinde ise ilk nöbetten sonra herhangi bir gelişme olmaz. Havale nöbetleri nispeten kısadır,genellikle 5 dakikadan daha az sürer. Her ne kadar eskiden havale geçiren çocuğun beyninin zarar göreceği düşünülür ise de bu çok nadirdir. Havale nöbetlerinde hastalığın nedeni, meydana gelen ateşten daha önemlidir. Örneğin, menenjit, basit bir havale nöbetinden çok daha ciddi bir hastalıktır.

Bebeğiniz havale geçiriyor ise ne yapmalısınız?

Havale, anne babalar için de korkutucu olabilir. Özellikle ilk defa meydana geliyor ise kendinizi çok çaresiz hissedersiniz.

Havale vakalarının çoğunda çocuğun havale geçtikten sonra iyileştiğini unutmayınız.

Ateşli Havale Nöbeti

Eğer bebeğiniz ateşli iken havale geçirirse, hatırlamanız gereken en önemli şey havalenin bir kaç dakika sonra kendiliğinden geçeceğidir. Bununla beraber, bebeğinizin ateşini yavaş yavaş indirmek için bir şeyler yapabilirsiniz. Bebeğinizin giysilerini çıkarın ve bebeğin başına ve göğsüne serin bezler koyun. Bebeğin vücudunu serin su ile silin. Sünger ile silerken kesinlikle alkol kullanmayınız. Bebeğinizi havale esnasında kesinlikle küvete sokmayınız; çünkü bu tehlikeli olabilir.

Eğer bebek havale esnasında kusmaya başlarsa, bebeği yüzü koyun ya da yan yatırın;kesinlikle sırt üstü yatırmayın. Eğer bebeğin soluk alıp vermesi güçleşirse çeneyi her iki tarafta alt kısmından kavrayarak ileriye geriye hareket ettirmek suretiyle bebeğin soluk alıp vermesine yardımcı olun.

Havale geçtikten ve bebeğiniz kendine geldikten sonra doktorunuza haber verin; doktorunuz muhtemelen bebeği hemen görmek isteyecektir. Bebeğinizin doktoru ile temas kuramadığınız durumlarda bebeğinizi bir hastane ya da kliniğin acil bölümüne götürerek muayene ettiriniz.

Ateşsiz Havale Nöbeti

Bu tür bir havale baş etmenin kuralları, bebeğinizin ateşini düşürmek dışında, ateşli havale ile aynıdır.

Bebeği hareket ettirmenin ya da herhangi bir hareketi kısıtlamayın. Her ne kadar bebeğin soluması bir an durabilir ise de, suni solunuma başlamayın; bebek kendiliğinden soluk alıp vermeye başlayacaktır. Çoğu insan, havale geçiren bir insanın havalenin en ateşli anında dilini yutabileceğini ya da ısırabileceğini düşünerek endişelenirler. Her ne kadar çocuk bazen dilini ısırırsa da, dilini yutamaz ya da başka başka ciddi bir incinme meydana gelmez. Bebeğin ağzına elinizi ya da başka bir nesne sokmayınız.

Havale geçtikten sonra doktorunuza haber veriniz
#136 - Mart 23 2008, 10:45:44

!_By_Gizli_!

hemofilus influenza b aşısı menenjit aşısı


Beş yaşından küçük çocuklarda ciddi mikrobik hastalıkların en sık nedenlerinden birisi olan "Hemofilus influenza tip b" özellikle süt çocuklarında menenjite neden olmaktadır. Bu özelliği nedeniyle hastalığa karşı geliştirilmiş olan Hib aşısı ülkemizde "menejit aşısı" olarak tanınmaktadır. Oysa bu mikrop menejit dışında kanda mikrop üremesi, zatürre, kalp zarı iltihabı ve eklem iltihabı gibi ciddi seyreden başka hastalıklara da yol açmaktadır.

"Hemofilus influenza tip b" menenjiti geçiren çocuklarda sağırlık ve zeka geriliği gibi ağır kalıcı değişiklikler meydana gelebilmektedir. Bu ağır sekeller nedeniyle hastalığın önlenmesine yönelik yoğun araştırmalar sonunda 1980 yılında bu gün kullnadığımız Hib aşısı geliştirilmiş ve kullanıma girmiştir.

Çocuklarda değişik yaş gruplarında bağışıklık sisteminin aşılara verdiği yanıtlar farklılık gösterdiğinden, 0 - 6 ay arasında Hib uygulanmaya başlanan çocuklara 1-2 ay arayla 3 kez aşı yapılması, son dozdan 1 yıl kadar sonra injeksiyonun tekrarı gerekmekteyken; 6 - 12 ay arasında Hib'le aşılanmaya başlanan olgularda 3 yerine 2 doz verilmesi, yine son dozdan 1 yıl sonra tekrarlanması yeterli olmaktadır. Bir yaşından büyüklere ise tek doz Hib yapılır. Aşının koruyuculuğu, şemaya uygun biçimde verildiğinde 5 yıl kadar devam etmektedir. Beş yaş üzerindeki çocukların aşılanmasına gerek yoktur. Ancak aşağıda sıralanan durumlarda büyük çocuklara da uygulanması önerilmektedir:

Orak Hücre Hastalığı olanlar,
Dalağı ameliyatla çıkarılmış olanlar,
Doğumsal bağışıklık yetmezliği olanlar,
Kanser ve ilaç tedavisi nedeniyle bağışıklık yetmezliği gelişenler,
AIDS'liler,
Kemik iliği nakli yapılanlar...
#137 - Mart 23 2008, 10:46:01

!_By_Gizli_!

Hepatit A aşısı


Gelişmiş ülkelerde erişkinlerin ancak üçte birinde görülen A tipi hepatitin gelişmekte olan ülkelerde 5 yaş üzerinde sıklığı %100'dür. Hastalık küçük çocuklarda genellikle hafif seyreder. Dışkı - ağız yoluyla insandan insana bulaşır. Hamilelikte geçirilen A hepatiti B hepatitinin aksine çocukta herhangi bir soruna yol açmaz.

Çocukların toplu olarak bulundukları kreş, bakımevi gibi ortamlarda hastalık kolaylıkla yayılabilmektedir. Gıda ve su kaynaklı salgınlar ortaya çıkabilmekte, kabuklu deniz ürünleriyle bulaşma meydana gelebilmektedir.

Hastalığın başlangıcı genellikle anidir; ateş, huzursuzluk, bulantı, kusma ve karında rahatsızlık başlıca yakınmalardır. İshal görülebilir. İdrar rengi koyulaşıp, cilt ve göz akları sararabilir. Belirtilerin süresi genellikle 1 aydan kısadır. Genellikle tam bir iyileşme olur. Hepatit A ile infekte hastalar 1 hafta süreyle bulaştırıcıdırlar. Daha fazla karantinaya gegek yoktur. Fakat hastaların dışkıları ve dışkıyla bulaşık maddeleri ile ilgili önlemler alınmalı, eller iyice yıkanmalıdır. Hepatit A'nın nadiren çok ağır ve hızlı bir seyir göstererek ölüme yol açabileceği unutulmamalıdır.

Hastalıkla temastan önce ya da temastan sonra iki hafta içinde "gamma globulin" uygulanabilir. 2 haftadan sonra yapılmasının hiç bir yararı yoktur. Okul, kreş, bakımevi gibi ortamlarda salgın meydana geldiğinde tüm çocuklara ve çalışanlara gamma globulin yapılmalıdır. Bezlenen bebeklerin anne ve babalarının da uygulanmaya dahil edimeleri gerekir. Son yıllarda yapılan çeşitli çalışmalarda benzeri durumlarda aşıyla korunmanın, gamma globulinle korunmaya eşdeğer ölçüde güvenilir olduğu ortaya konmuştur. Hepatit A aşısı 1 yaşından büyük çocuklara 1 ay arayla iki kez ve ilk dozdan 6 ay sonra tekrar olacak şekilde yapılmalıdır. Piyasada çocuk ve erişkinler için iki farklı formu mevcuttur. Aşının kouyuculuğunun 20 yıl olabileceği tahmin edilmektedir
#138 - Mart 23 2008, 10:46:18

!_By_Gizli_!

hepatit B aşısı


Viral hepatitler, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalarla sarılık (hepatit) yaptığı bilinen beş virus tanımlanmıştır. Bunlar Hepatit A, B, C, D ve E viruslarıdır. Halihazırda yalnızca A ve B hepatiti için aşılar mevcuttur. Başka bir çok virusun daha sarılığa yol açabileceği hatırda tutulmalıdır (Hepatit F,G, EBV, CMV, vb).

Hepatit A ve E hafif seyirlidir, genel olarak kronikleşmediği bilinir. B, C ve D ise müzminleşebilir, hayatı tehdit edebilir. Hepatit A virus çocukluk çağındaki hepatitlerin (sarılık) başlıca nedenidir. Hepatit B infeksiyonu çocuk olguların üçte birini oluştururken, Hepatit C hemen hemen %20 oranında saptanır. Hepatit D çok nadir olarak ve Hepatit B hepatitiyle birlikte görülür.

Hepatit B virus, A hepatitinden farklı olarak daha çok yakın temas, cinsel ilişki, kan yolu ve anneden bebeğine anne karnındayken geçiş biçiminde bulaşır. Hastalığın belirtileri hepatit A'ya benzer. Ancak müzminleşme görülebilir. Hastalığı geçirenlerin tam olarak iyileşememesi durumunda ömür boyu taşıyıcılık, kronik aktif hepatit adı verilen müzmin karaciğer iltihabı ve ilerde siroz ve kanser ortaya çıkabilir. Genel olarak kronikleşme olasılığı %10 kadardır. Ancak çocuklarda, özellikle anne karnındayken alınan infeksiyon durumlarında müzminleşme ve hızlı gelişen karaciğer yetersizliği daha sık olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hastalığın başlıca kaynağı kendisinde hiçbir belirti olmayan sessiz hepatit B taşıyıcılarıdır. Eşler birbirlerine ve istemeden çocuklarına bu hastalığı bulaştırabilmektedirler. Hepatitin AIDS'ten çok daha kolay bulaştığı hatırda tutulmalı, ülkemizde hemen hemen her 10 kişiden birinin bu hastalığın taşıyıcısı olduğu bilinmeli, hastalık meydana geldiğinde tedavisinin mümkün olmadığı göz önüne alınarak Hepatit B aşısının rutin aşı takvimine dahil edilmesi olanaklar elverdiği ölçüde sağlanmalıdır. Ülkemizde ücretsiz olarak ancak bir yaş altındaki çocuklara hepatit b aşısı uygulanabilmektedir.

Hepatit B Aşısı, çocuk doğar doğmaz başlanmak koşuluyla 0. 1. 6. aylarda uygulanır. Beş senede bir tekrarlanır. Ailesinde hepatit taşıyıcısı olan bebekler 0. 1. 2. ve 12. Aylarda aşılanmalıdır. Eğer anne taşıyıcıysa bebeğine, aşıya ilaveten 0. ve 3. aylarda hepatit B'ye özgü gamma globulin (Hepatit B Hiperimmun Globulin) yapılması önerilmektedir.

Poliklinik koşullarında herhangi bir risk faktörü ve temas öyküsü olmayan çocuklara rutin aşı öncesi kan testi yaptırmaya gerek yoktur. Testin yarar/maliyet oranı düşüktür. Aşılar tamamlandıktan sonra yalnızca risk grubunda olan çocuklarda yeterli bağışıklığın oluşup oluşmadığını saptamak üzere kan testi yapılabilir. Bütün çocukların rutin olarak testten geçirilmesi gerekmez.

Hepatit B ile temastan hemen ve bir ay sonra yapılan immun globulin %75 oranında koruyuculuk sağlar. Cinsel temastan sonra ise iki hafta içinde immun globulin yapılmalıdır.

Hepatit B ülkemiz için ciddi bir sorundur. Bulaşma yollarının bilinmesi, aşı ile korunma ve temas sonrası immun globulin yapılması gibi önlemlerle hastalığın kontrol altına alınması mümkündür. Bedelinin sosyal güvenlik kurumlarınca karşılanıyor olması, hepatit B aşısının kullanımını yaygınlaştırmıştır
#139 - Mart 23 2008, 10:46:37

!_By_Gizli_!

haşlanmış deri sendromu ritter


HAŞLANMIŞ DERİ SENDROMU

Tanım : Stafilokokların eksfoliyatif toksinine bağlı olarak ortaya çıkan ve deride yaygın büller ve soyulmayla karekterize bir klinik tablodur.

Klinik bulgular : Genelde genç infantlarda ,nadiren erişkinde oluşur.Ateş, ciltte hassasiyet ve skarlatiform raşla karekterize olup, Nikolsky bulgusu pozitiftir. Geniş büller oluşur, rüptüre olur ve deri tabakaları ayrılır. Yenidoğanda bazen bir omfalitle de başlayabilir.Ciddi elektrolit kayıpları ve sepsise yol açabilir.

Etiyoloji : Staphylocuccus aureus faj grup II etken mikroorganizmadır. Bu mikroorganizma eksfoliatif toksin üretir. Stratum corneum seviyesinde intraepidermal yıkım vardır. Deriye yandan basınç uygulanırsa ayrılma görülür.

Epidemiyoloji : En çok 5 yaşın altındaki çocuklarda görülür. Yenidoğanlarda hastane epidemileri şeklinde görülebilir. Bu yaş grubunda Ritter hastalığı ismi verilir.

Tanı : Fokal odaktan etkenin üretilmesi.
Ayırıcı tanı: Toksik epidermel nekrolizle çok karışır.Bu tablo ilaç reaksiyonu sonrası gelişir.

Tedavi : Sıvı replasmanı ve uygun antimikrobiyal tedavi ile 2 haftada iyileşir. : Destekleyici yaklaşım çok önemlidir.Hipovolemik şok tedavisi, sıvı-elektrolit replasmanı, gerekirse vazopressör ajanlar kullanılır. Antistafilokokal parenteral bir ajanla saptanan odak tedavi edilmelidir .Nafcillin veya oxacillin, I. veya II.jenerasyon sefalosporinler, clindamycin verilebilir. Ancak metisiline dirençli etkende vankomycin veya teicoplanin kullanılır.Tedavi süresi:5-7 gün.

Dozlar : Nafcillin ve oxacillin ; Yenidoğanda.da 2000gr.dan düşük ağırlıklıda; 25mg/kg; 12 saatte bir,eğer 1 haftadan büyükse ; 25 mgkg, 8 saatte bir, 2000gr.dan büyükse 25mg/kg,6 saatte bir..

Cefazolin : 50-100mg/kg/gün, 3 doz

Cephalothin : 80-150 mg/kg/gün , 4 dozda, erişkinde;4-12.gr.

Cefuroxime : 50-100mg/kg/gün, iki dozda

Clindamycin : 2000gr.dan küçük ve 1 haftadan kçük YD:da; 5mg/kg, 12 saatte bir, bir haftadan büyükse 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçükse 8 saate bir, 1 haftadan büyükse 6 saatte bir, erişkinde;25-40mg/kg/gün, 4 dozda.

Vankomycin : Yenidoğanda; 2000 gr.dan düşük doğum ağırlıklıda 15mg/kg her 12 saatte bir, 2000gr.dan büyüklerde her 8 saatte bir, erişkin ;40mg/kg/gün, 2-4 dozda.

Teicoplanin : 6-12 mg/kg

Korunma : Yenidoğan ünitesinde temas önlemlerinin alınması gerekir
#140 - Mart 23 2008, 10:46:56

!_By_Gizli_!

Hirschsprung hastalığı


Hirschsprung hastalığı (doğuştan kalın barsak genişlemesi olarak da adlandırılır) yavaş yavaş anormal büyüklükte ya da genişlemiş kalın barsak oluşmasına neden olur. Bunun nedeni alt rektumun dışkıyı anüsten dışarı çıkarmakta yeterli olmamasıdır. Prematüre bebeklerde nadir olmak koşulu ile, Hirschsprung hastalığı yeni doğan bebeklerdeki kalın barsak tıkanıklığı nedenlerinden %33 ünü oluşturmaktadır.

Yeni doğan bebeklerde ilk işaretler arasında mekonyum dışkısını çıkarmakta başarısızlık, kusma, karın bölgesinde şişme ve dışkılayamama sayılabilir.

Rektal bir muayene sonrasında, bebek çoğunlukla patlayıcı şekilde dışkılar. Bazen yeni doğmuş bir bebek bu yüzden dışkı bile kusabilir. Su kaybı ve kilo kaybı da çok rastlanır. Çoğu yeni doğmuş bebekler bunun yanı sıra kabız ve ishal de olabilirler.

Yeni doğmuş bir bebekte büyümüş bir kalın barsağı teşhis etmenin en iyi yöntemi rektal biyopsi yapmaktır.

Hirschsprung hastalığının tedavisi, dışkının atılabilir bir torba içine doldurulabilmesi için karın bölgesinin dış kısmına bir çıkış yapılmasından sonra ameliyattır. Bu, geçici bir tedbirdir. Bu açıklık, çocuk 12 ile 18 aylık olduğunda başka bir ameliyat ile kapatılır.

Her ne kadar sürekli ishal nöbetleri kimi zaman problem teşkil ederse de tedavi son derece başarılı sonuç verir.
#141 - Mart 23 2008, 10:47:14

!_By_Gizli_!

Henoch-Schönlein purpurası



Henoch-Schönlein purpurası dediğimiz durum aslında bir hastalık değil,birçok hastalıkta görülebilen özel bulgular topluluğudur.En sık allerjik etkenlere bağlı olmak üzere,çeşitli sebeplerle oluşan bozulmuş bağışıklık, damar sistemini etkileyerek deri altında,sindirim sisteminde ,böbreklerde ve eklem yerlerinde kanamalar tarzında döküntülere yol açar.

Sindirim sisteminde olan döküntüler, sindirim kanalı içine kanamalara neden olabilir. Sindirim kanalına olan kanamanın belirtisi dışkının katran gibi siyah çıkması, kusma olduğu taktirde, kahve telvesi görünümünde olmasıdır.
Eklemlerdeki döküntüler, eklemlerde romatizma benzeri ağrılar, kızarıklık ve hareket kısıtlılığı gibi belirtilere neden olur. Böbrekleri tuttuğu taktirde idrarda kanama ortaya çıkar. Kanama bazen gözle görülebilecek derecede, bazen de sadece mikroskopla tesbit edilecek derecededir.
Ayrıca yapılan idrar tahlilinde protein (Albumin) olduğu da belirir. Hastaların yaklaşık yarısında böbrek tutulması görülebilir. Birkaç haftalık aralarla hastalığın ataklar yaptığı görülür. Hastaların büyük bir kısmında hiçbir belirti kalmaksızın iyileşme elde edilirken, bazılarında böbrekte tahribat ortaya çıkabilir.
Özellikle küçük çocuklarda, ateşle seyreden üst solunum yolu infeksiyonlarından sonra ortaya çıkabilir. Çok sık olmamakla birlikte ilaç alerjisi de hastalığın belirmesinde etken olabilir. Bu nedenle her vakada, etken olabilecek ilaç araştırması yapılmalıdır. Hastalığın tedavisinde ilk aşama, hastalığa neden olabilecek etkenlerin belirlenerek ortadan kaldırılmasıdır. Bu etken ortadan kaldırıldıktan sonra sadece belirtileri gidermeye yönelik tedavi yeterli olabilir. Eklem tutulması, şişlik, karın ağrısı gibi şikayetleri çok olanlarda kortizon tedavisi etkili olacaktır. Devamlı ataklar sonucu böbreğin etkilenerek kronik bir böbrek hastalığının ortaya çıktığı durumlarda, bağışıklık baskılayıcı ilaçların, örneğin Azothioprin’in yararlı etkileri görülebilir.
#142 - Mart 23 2008, 10:48:11

!_By_Gizli_!

idrar yolu enfeksiyonları


İdrar Yolu Enfeksiyonu

Hazırlayan : Dr. Ali Düzova, Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Nefroloji Ünitesi

İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) deyimi üriner sistemde mikropların üremesi anlamına gelir. Çocuklarda en sık görülen bakteriyel enfeksiyonlardan biridir. Her yaş ve cinste görülür. Kadınlarda yeni doğan dönemi hariç erkeklerden fazla gözlenir. Yedi yaşına kadar olan dönemde erkek çocuklarda %1.6, kız çocuklarda %7.8 İYE gelişir. Bakteriler, virüsler ve mantarlar idrar yolu enfeksiyonuna neden olurlar. Ülkemizdeki böbrek yetmezliği olan hastaların önemli bir kesimine vezikoüreteral reflü (mesanede toplanan idrarın böbreklere doğru geri kaçışı) ve böbrek taşı hastalığı neden olur. Tekrarlayan İYE olan hastalar bu yönden değerlendirilmelidir.

Özellikle ilk beş yıl içinde böbrekte enfeksiyon olması kalıcı ve ilerleyen zedelenmelere neden olabilir. Bu durumun dikkatten kaçması ve enfeksiyonların kontrol altına alınamaması böbrek yetmezliği ile sonlanabilir.

Normal olarak mesanede toplanan idrar böbreğe geri dönmez. Vezikoüreteral reflü (VUR) (mesanede toplanan idrarın böbreklere doğru geri kaçışı) mesanedeki mikroorganizmaların yukarı üriner sisteme taşınmasına neden olur. Tekrarlayan İYE olan çocuklarda %25-50 (ortalama %35) vezikoüreteral reflü vardır. İYE olmayan çocuklarda VUR %0.4-1.8 arasında görülür. Vezikoüreteral reflüde böbrek enfeksiyonu gelişimi kolaylaşır.

İşeme bozukluğu: Bu tablo tipik olarak 3-7 yaşları arasında görülür. Mesane kasları kontrolsuz, istem dışı-önlenemez-düzensiz bir şekilde kasılır. Bu hastalarda gün içinde birçok kez ani idrar yapma veya sıkışma hissi görülür. Mesanenin istemsiz kasılmalarını engelleyemeyen hasta, idrar kaçırmayı önlemek için bacaklarını çaprazlar, çömelerek topuğunu idrar çıkış bölgesine bastırır veya benzeri manevralar yapar. Hastaların büyük kısmında idrar kaçırma görülür.

İlk bir yıl içinde ateşli İYE tanısı alan erkek çocukların %90’ının sünnetsiz olduğu, sünnetsiz erkek çocuklarının sünnetli erkek çocukları ve kızlara oranla İYE riskinin 10-20 kat fazla olduğu bilinmektedir.

Tablo I: Yaş Gruplarına Göre BelirtilerYaş grubu Belirtiler
Yeni doğan ve
süt çocuğu Vücut sıcaklığının belirgin düşük veya yüksek olması
büyüme geriliği, kusma, ishal, huzursuzluk, sarılık,
kötü kokulu idrar
Okul öncesi Karın ağrısı, kusma, ishal, kabızlık, anormal işeme şekli,
kötü kokulu idrar, ateş, büyüme geriliği
Okul dönemi İdrar yaparken yanma, sık idrar yapma, karın ağrısı,
anormal işeme şekli, kabızlık, kötü kokulu idrar, ateş
Ergenlik İdrar yaparken yanma, sık idrar yapma, karında hassasiyet,
ateş, kötü kokulu idrar

Tedavide amaç enfeksiyonu uzaklaştırmak, anatomik ve işlevsel bozuklukları belirleyip düzeltmek, tekrarları önlemek ve böbrek işlevini korumaktır.

Anatomik bozukluk, tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, hastanın 5 yaşından küçük olması gibi özel klinik durumlarda tedavinin acilen başlaması gerekir. Hastanın genel durumu bozuk olduğunda hastanede ve parenteral (ilacın kas içine veya damardan uygulanması) antibiyotik verilerek tedavi edilmelidir. Özellikle yeni doğanlar hastanede ve parenteral antibiyotikle tedavi edilmelidir.

Bir yaşından büyük, genel durumu iyi, kusması olmayan, ağızdan beslenmesi yeterli olan çocuklarda oral (ilacın ağızdan verilmesi) antibiyotik tedavisi yapılır. Ağızdan bol sıvı alınması önerilir. Tedavinin süresini hekim belirler (7-14 gün).

Genellikle 48 saat içinde iyileşme gözlenmelidir. Aksi halde dirençli bakteri ile oluşmuş veya idrar yollarında tıkanma zemininde gelişmiş bir enfeksiyon düşünülmelidir.

Tedavi tamamlandıktan 2-3 gün sonra idrar incelemesi ve idrar kültürü tekrar edilir. Tekrarlayan enfeksiyonlarda uygun bir antibiyotik tedavisinden sonra 3-6 ay antibiyotikle baskılama tedavisi uygulanmalıdır (hekime danışılarak).

Hekiminizin belirleyeceği bir takvimde yapılacak tetkiklerle anatomik bozukluk olup olmadığı, o döneme kadar böbrekte kalıcı hasar olup olmadığı belirlenebilir.

VUR olan hastalarda baskılama tedavisi (akşamları yatarken ağızdan antibiyotik verilmesi) uygulanır. Hekimin belirlediği sıklıkta idrar tetkiki, idrar kültürü ve diğer tetkikler tekrar edilir. Takiplerinde bu hastaların bir kısmında açık veya endoskopik cerrahi düzeltmeler gerekli olabilir.
#143 - Mart 23 2008, 10:48:29

!_By_Gizli_!

ishal


İshal
İSHAL NEDİR ?

İshal, bebeklerde en sık görülen hastalıklardan biridir. Vücuttan aşırı su ve mineral kaybına neden olan ishalin ana belirtileri sulu dışkı ve kusmadır. Bu, sonuçta ciddi bir durum olan dehidrasyon'a (sıvı kaybına) neden olabilir. Bununla beraber dehidrasyon (sıvı kaybı) aşağıda tarif edilen basit yöntemlerle önlenebilir ve tedavi edilebilir.

İshalin bir diğer sonucu da ciddi vakalarda gelişme geriliğine yol açan besinlerin iyi sindirilememesi durumudur.

Bu durumu doğru besleme önleyecektir.

İSHAL NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

1. Her zaman verdiğinizden daha çok su verin (içirin).

Bebeğinizin dışkısının sulu veya kanlı olması durumunda yapılacak en acil şey, çocuğunuza bol sıvı vermektir. Bu; ishali durdurmak için değil, kaybolan suyu yerine koymak içindir.

2. Bebeği beslemeye devam edin.

Eğer bebeğinizi emziriyorsanız, yapabileceğiniz en iyi şey, daha sık emzirmektir. Bebeğinizi emzirmiyorsanız, eczaneden (doktorunuzun tavsiyesi ile) alabileceğiniz ishal maması yedirin. Şiddetli ishallerde, kaybedilen sıvı ve minerallerin yerine konması amacıyla, tuz-şeker çözeltisi (ORS) içirin. Bu çözeltiyi, ANA ÇOCUK SAĞLIĞI MERKEZİNDEN ücretsiz alabileceğiniz poşetteki tozu, evinizde bir litre suda eriterek hazırlayabilirsiniz.

İshal olan bebeğinizi, az az ve sık sık besleyiniz. Bebeğinizin ishali bitince, yavaş yavaş eski gıdalarına başlayınız.

3. Bebeğinizi doktora götürün.

Eğer bebeğinizin durumu üç günde düzelmezse veya aşağıdaki belirtilerden biri görülürse; bebeğinizi yeniden doktoruna götürün.

* Sık olarak sulu dışkılama,

* Özellikle sulu dışkı ile beraber tekrarlayan kusma,

* Aşırı susama,

* Çökmüş gözler,

* Ateş,

* İştah kaybı,

* Dışkıda kan olması.

Birçok vakada doktor şeker-tuz çözeltisi olan ORS önerecektir. Bu çözelti, normal sudan daha iyi emildiğinden vücut sıvı ve mineral kaybını telafi etmede daha etkili olacaktır.

DOKTORA DANIŞMADAN BEBEĞİNİZE

İSHAL KESİCİ İLAÇ VERMEYİNİZ...

İSHAL OLAN BEBEĞİNİZİN ÇABUK İYİLEŞMESİ NASIL OLUR?

İshal olan birçok bebek normalde çabucak iyileşir. Bebeğin ihtiyacına uygun kaliteli besinler ve iyi bir bakım bebeğinizi sağlıklı tutacak ve uygun büyüme- gelişmeyi sağlayacaktır. İshal riskine karşı, kişisel ve ev hijyenine özen gösterilmesi, en önemli korunma faktörüdür. Bebeğin beslenmesinde kullanılan araç-gereç temiz tutulmalıdır. Bebeğin maması hazırlanmadan ve bebeği beslemeden önce eller iyice yıkanmalıdır. Bebeğin besinini hazırlarken, kaynatılıp soğutulmuş içme suyu kullanmalısınız.
#144 - Mart 23 2008, 10:48:45

!_By_Gizli_!

KİRPİK DİBİ İLTİHABI:BLEFARİT:


Blefarit ne demektir ?
Blefaron Latincede gözkapağı anlamına gelir. Blefarit gözkapağının iltihabi bir hastalığıdır. Her iki cinsiyette, her yaşta görülebilir ve oldukça yaygındır. Blefarit süreğen bir hastalıktır, tedaviye rağmen tekrarlayabilir.

Blefarit hastalığı, anatomik ve klinik özellikleri açısından ön ve arka blefarit olarak ikiye ayrılır. Ön blefaritte gözkapağının özellikle dış kenarı, kirpik dipleri etkilenir. Ön blefarit, bakterilerin aşırı miktarda çoğalmasına veya derinin yağlı-kepekli olmasına bağlıdır. Arka blefarit ise kapağın göze değen arka kısmını etkiler ve buradaki gözyaşı yağ bezlerinin anormal olmasıyla ilişkilidir.

Vücutta ve gözde başka hastalıklarla birlikte olabilir mi?
Blefaritli hastalarda akne rosasea ve seboreik dermatit gibi cilt hastalıkları sık olarak görülür. Bu hastalıklardan ilki, yüz derisinde kızarıklık ve kabalaşma, diğeri ise ciltte aşırı yağlanma ve saç kepeklenmesi gibi belirtilerle kendini gösterir.

Blefaritli hastalarda konjonktivit, kuru göz, kirpik batması gibi diğer göz hastalıkları da sıktır.

Blefaritin nedeni nedir ?
Blefaritin gelişmesinde gözkapağında normalde de bulunan bazı bakterilerin aşırı miktarda çoğalması önemli bir rol oynar. Bu bakterilerin artıkları, toksinleri iltihabi belirtilere neden olur. Cildin yağlı olması ve gözkapağındaki yağ bezlerinin anormal olması, bakterilerin çoğalmasını kolaylaştırır. Çeşitli virüsler, allerjik etkenler, ilaçlar, sigara dumanı, kimyasal maddeler de blefarite yolaçabilir.

Blefaritin belirtileri nelerdir ?
Blefarit her iki gözde batma, yanma hissi, kızarıklık, sulanma, kaşıntı, çapaklanma gibi yakınmalara neden olabilir. Gözkapaklarında kızarma, şişlik, kirpiklerde düzensizlik, yapışıklık ve dökülme meydana gelebilir. Blefarit tanısı göz muayenesi ile konur.

Blefarit başka sorunlara yolaçabilir mi ?
Blefarit, gözkapağı bezlerinde tekrarlayan, akut iltihaplara (arpacık) ve sert şişkinliklere (şalazyon) zemin oluşturabilir. Özellikle yaşlılarda kirpiklerde içe dönmesi, göze batması ve dökülme gibi sorunlar gelişebilir.
Blefarit gözün görme işlevini etkilemez. Çok nadiren gözün kornea tabakasında iltihaba ve görme sorunlarına neden olabilir.
Göziçi ameliyat geçirecek hastalarda, ameliyattan sonra enfeksiyon gelişmesi riskini arttırabilir.

Blefarit
Gözkapağı kenarlarının düzenli temizlenmesi ve bakımı tedavinin temelidir. Hastalar gözkapağı bakımını uzun süre uygulamalıdır.

Bu bakımda önce gözkapağı kenarına, yakmayacak biçimde, sıcak pansuman uygulanır. Böylece birikmiş ve sertleşmiş olan yağlı maddeler, kabuklar yumuşar. Daha sonra ıslak bir gazlı bez ya da kulak pamuğuyla gözkapağı kenarına sürtülür, kirpik dipleri ve çevresindeki birikintiler temizlenir. Son aşamada gözkapağı kenarına antibiyotikli-steroidli ilaçlar uygulanır. Gözkapağı temizliği için göz doktorunuz hazır karışımları veya bebek şampuanlarını kullanmanızı tavsiye edebilir.

Bu tedaviye bazı hastalarda yapay gözyaşı damlalar da eklenir.

Bazı hastalara 1-2 ay süreyle ağızdan antibiyotikli ilaç kullanması önerilir.

KAYNAK:
Dr. Bülent Yazıcı
#145 - Mart 23 2008, 10:49:03

!_By_Gizli_!

KOAH


Tanım :

Kronik bronşit ve amfizeme bağlı olarak gelişen kronik, geri dönüşümsüz ve ilerleyici olan hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalıktır. Hava akımı kısıtlanması kısmen geri dönüşümlü ve solunum yolları aşırı duyarlılığı ile birlikte olabilir. Kronik bronşit ya da amfizemi olan bir hastada KOAH hastalığının geliştiğini söyleyebilmek için kronik hava akımı kısıtlanmasının meydana gelmiş olması gerekmektedir.

KOAH, zararlı madde ve gazların uzun süreli solunması sonucu akciğerlerde oluşan anormal yanıtın neden olduğu ilerleyici hava yolu daralmasına bağlı hava akımı kısıtlanması ile karakterize bir hastalıktır.

KOAH’ta kronik bronşit ve amfizem genellikle bir aradadır.

1. Kronik Bronşit : Artarda en az iki yıl tekrarlayan ve en az üç ay boyunca devam eden, çoğu günler görülen ve diğer solunum ya da kalp hastalıklarına bağlanamayan öksürük ve balgam çıkarma ile karakterize bir hastalıktır. Solunum yollarında salgı yapan bezlerin sayı ve hacmindeki artış neticesinde gelişen salgı miktarının fazlalığına bağlı olarak oluşur. Salgı yapan bezlerin sayı ve hacmindeki artış solunum yollarının duvar kalınlaşmasındaki önde gelen nedendir ve bu da solunum yollarında tıkanmaya sebep olur.

2. Amfizem : Alveol denilen hava keselerinin duvarlarının yıkımı ile meydana gelen bir hastalıktır. Duvar yıkımı hava boşluklarının anormal ve kalıcı şekilde genişlemesine ve akciğer esnekliğinin kaybolmasına yol açar. Sonuç olarak küçük hava yollarında tıkanmalar meydana gelir.



Sıklık :

KOAH daha ziyade ileri yaş hastalığıdır. Yaş ilerledikçe KOAH’a bağlı ölüm sıklığı artmaktadır. Erkeklerde daha sık olarak gözlenmektedir. KOAH’ın dünyada görülme sıklığı tüm yaş grupları için erkeklerde % 0,9 ve kadınlarda % 0,7 olarak bildirilmektedir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada 40 yaş üzeri insanlarda KOAH’ın görülme sıklığının % 13,6 olduğu, erkeklerde bu oranın % 20,1 ve kadınlarda % 8,2 olduğu bildirilmiştir.



Etkenler :

1. Tütün : KOAH gelişiminde en önemli risk faktörü sigara içimidir. Gelişmiş ülkelerde KOAH gelişiminden %80-90 oranında sigara kullanımının sorumlu olduğu bildirilmektedir. Sigara içenlerde içmeyenlere oranla KOAH gelişiminde belirgin artış olmaktadır (sigara kullananlarda 9-30 kat daha sık KOAH gelişmektedir).



Kronik bronşitin şiddeti ve ölüme sebebiyet vermesi ile sigara kullanımı arasında bir paralelizm mevcuttur. Sigara içenlerde içmeyenlere oranla 6 kat daha fazla kronik bronşite bağlı ölüm görülmektedir.

Sigara tiryakiliği amfizemin oluşmasında da başta gelen nedenlerden biridir. Sigara içenlerde amfizemin şiddeti ve ölüme sebebiyet vermesi sigara kullanmayanlara göre belirgin bir şekilde yüksektir.

2. Hava kirliliği : Kronik bronşit ve amfizem hava kirliliği olan ve endüstri bölgelerinde yaşayan insanlarda daha sık olarak görülmektedir. Bu da hava kirliliğinin KOAH gelişiminde önemli bir faktör olduğunu göstermektedir.

3. Mesleksel faktörler : İşyerinde endüstriyel gazlar, dumanlar ve tozlarla temas içinde olan kişilerde KOAH gelişimi daha sık görülmektedir. Madenlerde, ağaç sanayiinde, ####l işlerinde, ulaşım sektöründe, inşaat ve boya iş gruplarında, yem sanayiinde ve tarımla uğraşanlarda KOAH gelişme riski yüksektir.

Sigara kullanımı ile çevresel ve mesleki faktörler bir arada olduğunda karşılıklı olarak birbirlerinin zararlı etkilerini artırmakta ve KOAH gelişime ihtimalini artırmaktadır.

4. Sosyoekonomik şartlar : Hijyenik şartların iyi olmadığı evlerde ve bölgelerde yaşayan insanlarda KOAH gelişme oranı artmaktadır. Kişilerin eğitim düzeyleri de KOAH gelişiminde önem taşımaktadır.

5. Solunum yolu enfeksiyonları : Çocukluk çağında geçirilen solunum yolu enfeksiyonlarının ileride gelişecek KOAH için uygun zemin hazırladığını, buna diğer faktörlerin de ilave olması ile KOAH gelişme sıklığının arttığını gösteren çalışmalar mevcuttur.

6. Genetik faktörler : Doğumsal alfa-1 antitripsin eksikliği genetik bir hastalıktır ve bu kişilerde serum alfa-1 antitripsin düzeylerinde belirgin azalma ile birlikte buna bağlı olarak 30-40 yaşlarında amfizem gelişmi ile karakterizedir. Bu hastalarda çevresel faktörler olmasa bile genç yaşlarda amfizem gelişir.

7. Diğer faktörler : Akciğerde yaygın harabiyete ve sekel oluşumuna neden olan hastalıklar (pnömokonyozlar, sarkoidozis, yaygın tüberküloz vs.) amfizem nedeni olabilirler. Uzun yıllar devam eden astım bronşiale de sonunda amfizeme neden olabilir.

Çocukluk çağında anne-babanın sigara kullanımına bağlı olarak pasif sigara içimi neticesi ileri yaşlarda KOAH gelişme riski artmaktadır.

Alkol kullanımı ile KOAH gelişimi arasında da ilişki tespit edilmiştir.

Ailesinde KOAH’lı hasta bulunanlarda, düşük doğum ağırlığı ile dünyaya gelen bebeklerde, allerjik bünyeli çocuklarda, solunum yollarının dış etkenlere karşı aşırı duyarlılığı bulunanlarda geç dönemlerde KOAH gelişme riskleri yüksektir.

Adenovirus enfeksiyonu geçirenlerde, vitamin C yönünden zayıf gıdalarla beslenenlerde, A kan grubunda olanlarda KOAH gelişme ihtimali olabileceği öne sürülmektedir.



Şikayetler :

KOAH’ın en belirgin semptomları olan öksürük ve balgam hastalığın başlangıcından itibaren vardır. Daha sonra şiddeti artan bu şikayetlere nefes darlığı ve hışıltılı solunum da ilave olur.

Öksürük başlangıçta hafiftir, genellikle sabahları şiddetlenir ve balgam atılması ile hasta kısmen rahatlar. İlerleyen yıllarda hastalığın ilerlemesiyle ya da ataklar sırasında şiddetlenir.

Balgam ataklar dışında az miktardadır ve nispeten kolay atılır. Hastalığın kronikleşmesiyle günlük miktarı ve koyuluğu artar. Hastaların bir kısmı bol balgam çıkarmaktan yakınırken bir kısmı da balgam çıkaramamaktan yakınır.

Öksürük nöbetleri esnasında solunum yollarındaki kılcal damarlarda yırtılmalar olabilir ve balgam üzerinde çizgi şeklinde kan görülebilir.

KOAH’ın başlangıcında egzersizle gelen nefes darlığı vardır, hastalık ilerledikçe istirahatte de nefes darlığı görülmeye başlar. KOAH’lı hastalarda görülen nefes darlığından solunum yollarındaki daralma, aşırı havalanma nedeniyle solunum pompasının etkinliğini kaybetmesi, akciğerde damarsal yatağın azalması ve psikolojik faktörler sorumludur.

KOAH’ta bazen ataklar sırasında hışıltılı solunum sesleri duyulabilir. Hastalık ilerleyip oksijen azlığı da geliştiğinde eller, ayaklar ve yüzde morarmalar da görülebilmektedir.

Kronik oksijen eksikliği ve tekrarlayan ataklar kalp yetersizliği gelişimine neden olur.



Fizik Bulgular :

Birinci saniyede dışarı verilen hava miktarı (FEV1) beklenen değerin % 50’sinden fazla olan KOAH’lı hastalarda hiçbir anormal bulguya rastlanamayabilir. Yerleşmiş KOAH’ı olan hastalarda ise hastalığın derecesine göre fizik muayene bulguları saptanabilir.

Hastalar genellikle geniş, fıçı göğüse sahiptir, göğüs ön-arka çapı artmıştır. Boyunda yardımcı solunum kaslarının belirgin hale gelmiş olması ve nefes alırken bu kasların solunuma katılmaları izlenebilir.

KOAH’lı hastalarda dinleme bulguları değişkendir. Genellikle solunum sesleri azalmış olarak duyulur ve kalp sesleri derinden ve hafif şekilde duyulabilir. Hastalarda solunumun nefes verme safhası uzamıştır.

Genellikle ataklar sırasında, nefes verme döneminde daha belirgin olan, ancak solunumun hem nefes alma hem de nefes verme dönemlerinde işitilebilen, ronküs denilen anormal sesler duyulabilir. Hafif vakalarda sadece yalnız derin soluk verme esnasında işitilirler.

Hastalarda el, ayak ve yüzde morarmalar görülebilir. Bu hastalığın şiddetli olduğunu gösterebilir. Ayrıca uzun süreli olgularda parmak uçlarında çomaklaşmalar izlenebilir.



Tanı :

Hafif KOAH’ta akciğer grafisi genellikle normaldir. Hastalık ilerledikçe akciğer hacminde artış, havalanma artışı ve kalp gölgesinde incelme izlenir. Amfizemin ön planda olduğu durumlarda akciğer çevre alandaki damar görünümlerinde belirgin azalma gözlenir. Kalp yetmezliği geliştiğinde merkezi bölgede damarsal yapılar belirginleşir ve kalp büyüyebilir.



Solunum fonksiyon testleri hastalığın tanısında, şiddetinin belirlenmesinde ve seyrinin izlenmesinde kullanılır. KOAH’ın kesin bulgusu, büyük oranda geri dönüşümsüz olan hava akımı azalması solunum yolları daralmasına ait bulgulardır.



Hastalarda FEV1’de daima azalma mevcuttur, hastalık ilerledikçe FEV1’deki bu azalma giderek artar. KOAH’ın şiddetini ve seyrini göstermedeki en yararlı test FEV1 ölçümüdür.

Solunum ile alınan Salbutamol veya Terbutalin’in solunum fonksiyon testi üzerine etkisi genellikle en az düzeydedir. Bu ilaçların verilmesinden sonra oluşan FEV1’deki artış %15’in altındadır ya da 200 ml’nin altındadır.



Tedavi :

KOAH’ta tedavinin amacı, hastada şikayetlerinde rahatlama sağlamak ve yaşam kalitesini yükseltmek, solunum sıkıntısı ataklarını engellemek, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak, olası komplikasyonları önlemek ve tedavi etmek olmalıdır.

KOAH tedavisinin birinci kuralı sigara kullanımının kesin olarak bırakılmasıdır. Ayrıca solunum yollarını açıcı ilaçlar ile tedavi devam ettirilir, gerektiğinde oksijen verilmelidir, kalp yetersizliği gelişmiş olan hastalarda buna yönelik tedavi de verilmelidir.

KOAH tedavisinde solunum ile alınan ilaçlar ilk etapta tercih edilmeli, bunları kullanamayan hastalarda diğer ilaç formları (tablet, flakon vs.) verilmelidir.

KOAH’ın ilaç tedavisinde birinci derecede verilmesi gereken ilaçların başında antikolinerjik ilaçlar gelmektedir. Hastalığın şiddetine göre, uzun etkili beta-2 agonist ilaçlar, teofilin türevleri ve steroidlerden bir veya birkaçı tedaviye eklenebilir. Kısa etkili beta-2 agonist ilaçlar solunum sıkıntısı atakları sırasında verilebilir.

İleri derecede hastalığı bulunanlar ve ataklar sırasında uygulanan tedaviye rağmen rahatlamayan hastalar hastaneye yatırılarak hastane koşullarında tedavilerine devam edilmelidir.

Hastalığın tedavisi mutlaka yapılan tetkikler neticesinde hastalığın derecesine göre planlanmalı ve verilecek ilaçlar düzenli kontroller yapılarak hekim tarafından ayarlanmalıdır.

KAYNAK:

www.birnefes.com
#146 - Mart 23 2008, 10:49:34

!_By_Gizli_!

KALPTE RİTM BOZUKLUĞU: ARİTMİ:KALP ARİTMİSİ:KALPTE TEKLEME


KALPTE NORMAL İLETİ SİSTEMİ:
Normalde kalp atımı sağ kulakçıktan başlar.Sağ kulakçıkta elektrik uyaranlar çıkaran sinüs düğümü adı verilen özel hücre grupları vardır(Doğal kalp pili).
Uyaran kulakçıktan atriventriküler düğüme gelir. Atrioventriküler Düğüm, uyaranı karıncıklara taşıyan yollarla(Sağ Dal,Sol Dal) bağlantılıdır.Uyaranın bu yollar aracılığı ile bütün kalpte dolaşması sonunda önce kulakçıklar kasılarak kan karıncıklara pompalanır. Saniyeden kısa bir süre içinde kasılan karıncıklar yardımıyla kan tüm vücuda dağıtılır.

Bu işlem normalde dakikada 60-100 kez tekrarlanır.

Gerek uyaranın sinüs düğümünden başka yerlerden çıkması, gerek iletim yollarındaki aksaklıklar (blok), gerekse sinüs düğümünün anormal çalışması bu normal süreci bozar ve aritmi denilen kalp atım bozukluklarına neden olur.Kalp atımlarının düzeninin değişmesine aritmi denir.Atımlar arasındaki aralıkların kısalıp uzaması ve atım sayısının anormal ölçüde artmış( takikardi ) veya azalmış ( bradikardi ) olması halidir.

Değişik kalp hastalıkları(Koroner kalp hastalıkları, Kalp kası hipertrofisi,Kalp kasının iltihabi hastalıkları, Kapakçık hastalıkları, Elektrofizyolojik anormallikler aritmiye neden olur.Bunun dışında ####bolik bozukluklar, elektrolit denge bozuklukları,tütün, alkol, stres,cafein, diyet ilaçları, soğuk algınlığı ilaçları da aritmi nedeni olabilir.

Aritmiler, kalp atımına neden olan elektriksel odağın bulunduğu kalp bölgesine göre;

Atrium(Kulakcık) kökenli aritmiler,

Ventriküler(karıncık kökenli) aritmiler olarak ikiye ayrılır.

Atrium(Kulakcık) kökenli aritmiler
Sinüs aritmisi :Solunuma bağlı olarak kalb hızındaki değişmedir.

Sinüs takikardisi: Sinüs düğümü alışılmıştan hızlı eletriksel uyaran çıkartır ve kalp hızı artar.

Prematüre supraventriküler kontraksiyon(Zamanından önce ortaya çıkan karıncık üzeri bölge kökenli kalp kasılması )veya Prematüre atrial kontraksiyon(Zamanından önce ortaya çıkan kulakçık kökenli kalp kasılması).

Supraventriküler takikardi(karıncık üzeri bölgeden köken alan kalp hızı artması) ve paroksismal atrial takikardi(nöbetler halinde gelen kulakçık kökenli kalp hızı artması).

Ventriküler(karıncık kökenli) aritmiler
Prematüre ventriküler kompleks(Zamanından önce ortaya çıkan karıncık kökenli elektiriksel uyarana bağlı, karıncık kasılması).

Ventriküler takikardi:Karıncık kökenli elekriksel uyaranlara bağlı kalp hızı artmasıdır. Hastada çarpıntı, göğüs ağrısı, solunum güçlüğü, hırıltılı solunum yakınmaları ortaya çıkar.Tansiyon düşüktür.Komaya kadar gidebilen şuur bozuklukları olur.Hastanın en kısa zamanda hastaneye yetiştirilmesi gerekir.

Ventriküler fibrilasyon:Karıncığın kontrolsuz ve çok hızlı kasılmalarıdır. Bu durum kanın pompalanmasından ziyade karıncığın titremesine sebeb olur. Nabızsız aritmi adı da verilir. Kalbin pompalama yeteneğinin kaybı ile ani ölüme neden olur.

Kalp bloğu
Elektriksel uyaranın normal yollardan karıncıklara geçememesidir.

Uyaranların tamamı gecikerek geçer.

Uyaranların bir kısmı gecikerek geçer.

Uyaranların hiçbiri geçemez.(Kalp atımları karıncıklardan köken alır,kalp hızı çok yavaştır)

Sadece Sağ Dal'da iletim bozulmuştur (Sağ Dal Bloğu).

Sadece Sol Dal'da iletim bozulmuştur(Sol Dal Bloğu).

Aritmi tanısındaki testler
Elektrokardiyografi(EKG):Kalbin elektriksel aktivitelerinin kaydedilmesidir. Göğsün üstüne,el ve ayak bileklerine çeşitli diskler yerleştirilir ve kaydedici cihaza kablolarla bağlanır. Kalbin elektriksel sinyalleri bir kağıda yazdırılır. Doktor kalbin ritminde değişiklik olup olmadığını kontrol eder.

-İstirahat EKG si: Hasta ekg çekilirken hareketsiz olarak birkaç dakika yatar.
-Egzersiz EKG si: Hasta EKG ye bağlı iken bisiklet ve koşu bandında efor yapar.Bu test,egzersizin aritmiye neden olup olmadığını veya aritmileri artırıp artırmadığını,veya kalp kaslarına kan akımının bozulduğuna dair bir belirti çıkıp çıkmadığını (İskemi) gösterir.

-HOLTER testi (24 saatlik EKG takibi): Hastanın günlük hayatı sırasındaki EKG değişiklliklerini kaydeden bir cihazdır. Bu test sayesinde diğer EKG testlerinde görülemeyen ritm bozuklukları veya iskemik bulgular saptanır.

-Transtelefonik İzleme:Hasta kaydedici cihazı, 24 saatten daha uzun süre taşır. Aritmi hissedince bu bilgiyi, izleme istasyonuna ya anında , ya da kaydederek daha sonra telefon yardımıyla iletir. Bu test daha çok nadir gelen aritmileri saptamakta yararlıdır.

Elektrofizyolojik çalışma (EPS):Genellikle kasık toplar damarından girilerek, ince ve esnek bir tüp (katater) yardımıyla sağ kulakçık ve karıncığa ulaşılır. Kalbin elektriksel aktivitesi izlenir. Bu test, doktorların aritminin tipini ve tedaviye nasıl cevap verdiğini saptamalarına yardım eder.

Aritmiler Nasıl tedavi edilir ?

İlaçlar: Dikkatli seçilmelidir. Yan etkileri fazladır. Aritmiyi artırabilir. Dozun tesbitinde sürekli doktor kontrolu ve EKG testleri kullanılmalıdır.

Kardiyoversion:Kalbi normal ritmine döndürmek için acil durumlarda, doktorlar tarafından göğüs duvarına uygulanan elektirik şokudur.

Kalp içi defibrilatör(ICD): Ani ölümlere sebeb olacak ciddi ventriküler aritmiler (ventriküler fibrilasyon öyküsü, sık tekrarlayan ventriküler takikardi atakları) söz konusu olan vakalarda kullanılır.Cihazın gövdesi göğüs kasının içinde oluşturulan yuvaya, elektrotları kalp içine yerleştirilir. Bu cihaz, kalp ritmini izler. Önemli ve tehlikeli aritmileri ayırt eder. Gerektiğinde elektirik şoku vererek ölümcül aritmileri düzeltir. Kalp hızının yavaşlamasına bağlı ölüm riski taşıyan hastalarda ayrıca pacemaker fonksiyonundan da yararlanılmaktadır.

Kalp pili (Pacemaker): Sinus düğümünün düzgün çalışmadığı durumlarda veya kalp içi elektriksel iletim yollarında blok varsa, bu cihaz elektiriksel uyaranlar göndererek kalbin düzgün çalışmasını sağlar.

Elektrofizyolojik araştırma ile aritmiye sebeb olan odak bulunabildiği taktirde bu odağın radyo-frekans dalgaları yardımıyla susturulması yöntemi de kullanılmaktadır.
#147 - Mart 23 2008, 10:49:54

!_By_Gizli_!

KİST HİDATİK


Ülkemizde en sık görülen paraziter kistik hastalıktır. Hayvancılığın özellikle koyun sığır yetiştiriciliğin yaygın olduğu bölgelerde yoğun olarak görülmektedir. Hastalık yapan bir Echinococcus granulosus adı verilen parazittir. Nadirde olsa Echinococcus alveolaris dediğimiz parazitte bu hastalığı yapabilir. Bu parazit etçil memelilerin (köpek v.b.) bağırsaklarında larva veya kist şeklinde otçul memelilerin iç organlarında yaşar. Paraziti taşıyan etçil memeliler dışkılarıyla bu parazitlerin yumurtalarını dışarı atarlar. İnsanlar infekte olmuş sebze v.s. yiyecekleri yiyerek parazitin yumurtasını alırlar. Burda otçul memeliler gibi insanlar arakonak görevi görür. İnsan bağırsağına alınan yumurtalar burda embriyoya dönüşerek kana geçerek karaciğer v.s. organa taşınır. İnsanda kistlerin en fazla oluştuğu yer karaciğerdir. Bu embriyoların bir kısmı karaciğerden sistemik kan dolaşımına katılarak akciğer, dalak, böbrek, kemik, beyin v.s. organlara taşınabilir.

Parazitler insan vücudunda çeşitli organlara yerleştikten sonra içi sıvı ve parazit dolu olan kistler oluştururlar. Akciğerde genellikle tek kist bulunur. Akciğerde hidatik kist bulunan olguların %60 varan oranlarda karaciğerinde de kist bulunur. Oluşan kistler üreme kabiliyetine sahiptir, kist içeriği diğer yerlere yayılarak yeni kistler yaparlar. Akciğerdeki hidatik kistler yırtılarak akciğer boşluğuna yani soluk borusuna boşalabilir, vücut boşluğuna boşalabilir veya infekte komplike kist haline dönüşebilir. Bazı kistler ise kendiliğinden gerileyip yok olabilir.

Hidatik kistler yavaş büyürler ve herhangi bir semptom göstermezler. Hastaların çoğu başka bir nedenle veya kontrol amaçlı akciğer filmi çektirdiklerinde tanı alırlar. Hastaların ¾ ünde kistler akciğerin alt tarafında ve tek olma eğilimindedir. Hidatik kist çocuklarda erişkinlerden daha fazla görülür. Klinik olarak tanı konulan kistlerin yaklaşık yarısı akciğerdedir. Bu kistler vücutta sadece kitle etkisi yaparlar. Olguların yarısında basıya bağlı öksürük görülür, daha az bir hasta grubunda nefes darlığı ve göğüs ağrısıda bulunabilir. Akciğerdeki lezyon 1-20 cm arasında olabilir. 7 cm den büyük kistlerin %30 u soluk borusuna açılır ve hastalar ağızlarından berrak bir sıvının (kaya suyu) geldiğini söylerler. Bazen de yoğun öksürükle birlikte peynir parçası, üzüm kabuğu, soğan-yumurta zarına benzer bir maddeyi çıkartabilir. Hidatik kist eğer yırtılırsa insanlarda aşırı duyarlılık reaksiyonlarına yol açabilir. Bu sırada deri bulguları, solunum yollarının daralması, gibi bulgular ortaya çıkabilir. Bazı hastalarda ise rüptüre bağlı sekonder infeksiyon, abseleşme, yoğun kanama oluşabilir.

Tanıda radyolojik incelemenin rolü büyük olduğu gibi bazı laboratuar testleri de önem arzeder. Kesin tanı hidatik kist elemanlarının plevral sıvı veya balgamda saptanması ile konur. Tanıda iğne aspirasyonu yapılmaz. Çünkü kist yırtılabilir ve sıvı sızıntısına neden olabilir.

Hidatik kistin temel tedavi prensibi cerrahi yöntemle kistin çıkarılmasıdır. Kist hızlı büyüyerek etrafa bası yapabilir, üstüne başka bir ajanla sekonder infeksiyon gelişmiş olabilir, kist vücut boşluğuna yırtılmış olabilir bu durumlarda cerrahi müdahale şarttır. Kistin cerrahisinde kiste ulaşıldığınde enjektörle içindeki sıvıdan bir miktar alınır ve içine kistleri öldürücü bir ajan verilerek çıkarılma sırasında yırtılmasına karşı önlem alınır. Cerrahinin uygulanmamsı gereken bazı durumlarda vardır. Eğer organda birden fazla kist varsa veya daha önceden ameliyat edilen kişide tekrar kistler oluşmuşsa hastanın ameliyat olması tavsiye edilmez. %10 civarında cerrahi sonrası kist tekrarlayabilir. Ameliyat öncesi ve sonrası 1 yıl sürece antikor negatif ise, ameliyat öncesi antikorlar düşük ameliyat sonrası 1,5 yıl negatifse, ameliyat sonrası antikor miktarında yükseliş yaşanmadan 2 yıl süre ile antikor miktarı düşmüşse hastalığın gidişatı iyi demektir.

Hidatik kist hastasında
- hastanın genel durumu veya kistin lokalizasyonu operasyona uygun değilse
- cerrahi sırasında kist yırtılmışsa
- birden fazla kist mevcut ise
- önceden cerrahi yapılmasına rağmen kist yeniden oluşmuşsa
- ameliyat öncesi kisti öldürmek ve ameliyatı kolaylaştırmak için
- kistin yeniden oluşmasını önlemek için
ilaç kullanılması gerekir. Medikal tedavide Albendazol, mebendazol ve praziquantal en sık kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçların kullanılması ile bazı yan etkiler görülebilir. Bulantı, kusma, karın ağrısı, isal, ateş, baş ağrısı, saç dökülmesi gibi yan etkiler görülebilir. Cerrahi uygulama veya ilaç tedavisinin başlanması kararının uzman hekim tarafından verilmesi gerekir. Uygun tedavinin uygulanması için hastaların genel cerrahi uzmanına başvurmaları gerekir.
#148 - Mart 23 2008, 10:50:12

!_By_Gizli_!

KRONİK BRONŞİT


Kronik bronşit sessiz başlayıp yavaş bir ilerleme göstererek yıllar boyu süren ve sonunda ağır solunum yetmezliğine yol açan bir hastalıktır, iki yıldan uzun bir süre zaman zaman yinelemelerle aylarca süren öksürük ve balgam yakınmaları olan bir hastaya, verem gibi aynı belirtileri veren başka bir hastalık olasılığı elendikten sonra kronik bronşit tanışı konabilir.

Nedenleri :
Kronik bronşitin nedenleri tam ve açık biçimde ortaya konamamıştır. Doğrudan hastalık nedeni değilse de hazırlayıcı üç önemli etken olarak sigara dumanı, hava kirliliği ve solunum yolları enfeksiyonları gösterilebilir. Bu etkenler yalnız kronik bronşite değil, yatkınlığı olan kişilerde başka koşullarla birleşerek solunum yolu hastalıklarına da yol açmaktadır. Doğumdan başlayarak var olan kişisel yatkınlığın pek önemli olmadığı, hastalığın gelişmesinde kötü sağlık koşullarının ve kötü alışkanlıkların belirleyici olduğu kabul edilmektedir.

Sigara dumanı ve hava kirliliği bronş ağacında mukus yapımım artıran en önemli etkenlerdir. Bunlara bir enfeksiyonun da eklenmesiyle bronş mukozasının hastalanması kolaylaşır. Hava kirliliğine yol açan gaz ve tozların özellikle sanayi bölgelerinde oldukça belirleyici etkisi vardır. Amonyak, aseton, asetik asit, hidroklorik asit, hidroflüorik asit, ####l buharları, hidrojen sülfür ve kükürt dioksit son derece zararlıdır. Hava kirliliğinin önemini belirlemeye yönelik istatistik incelemeler, kronik bronşit olgulannın ve bu hastalıktan ölüm oranının artışı ile mevsimlik sis yoğunluğunun özellikle de havadaki kükürt dioksit ve sisle karışık duman (smog) yoğunluğunun artışı arasında çok yakın bir ilişki olduğunu göstermiştir.

Belirtileri
Hastalığın en önemli belirtisi kuru ya da balgamlı öksürüktür. Ama balgam yutağa gelince dışarı atılmak yerine yutulabilir. Ateş genellikle hafiftir. Solunum zorlaşmıştır ve solunum sorunları ön plandadır. Nefes darlığı, fiziksel güç harcama durumunda hastanın hareketlerim kısıtlayacak ölçüde artabilir. Nefes darlığının nedenim anlamak için kronik bronşite bağlı olarak akciğerlerde ortaya çıkan değişiklikleri bilmek gerekir. Bronşların hava geçişini sağlayan iç boşluğu, bir yandan eksüda ve mukoza salgısının artarak birikmesi, öte yandan bronş duvarının damarlardan sızan sıvı nedeniyle şişerek kalınlaşması sonucunda önemli ölçüde daralmıştır. Hastalık sırasında bronş duvarındaki esnek liflerin yerini sert bağdoku lifleri alır. Bu nedenle esnekliği azalan bronşlar solunum sırasında yeterince genişleyemez. Bütün bu değişiklikler solunum hareketlerine karşı direnen bir güç oluşturur. Akciğerlere giren hava akımı aşın ölçüde sınırlanır ve ancak dinlenme sırasındaki gereksinimi karşılayabilir.

Vücudun oksijen gereksinimini artıran kas hareketleri sırasında bütün dengeler altüst olur. Nefes darlığı, yani son derece zorlukla sürdürülen yetersiz solunum gözlenir. Hasta dinlenmek zorunda kalır. Nefes darlığı nedeniyle karşılanamayan hızlı soluma gereksinimi, akciğerlerin daha çok kanı oksijenlendirebilmek için daha hızlı çalışmak zorunda kalmasının sonucudur. Fiziksel güç harcandığında dokularda oksijen gereksinimi ve karbon dioksit üretimi artar. Bronşitli hastanın akciğerleri, kana yeterli oksijen sağlayabilecek durumda değildir. Sonuçta dolaşımdaki kanda oksijen miktarı azalır. Oksijen açığım kapatmak için solunum hareketleri daha sık ve derindir. Hasta sıkıntıyla hava gereksinimi duyar, yani nefes darlığından yakınır.

Tedavi
Alınması gereken ilk önlem sigaranın bırakılmasıdır. Kronik bronşitin gelişmesinde sigaranın baş sorumlu olduğu genel olarak kabul edilen bir gerçektir. Uzun süre sigara içen bir hasta sigarayı bıraktığında ya da azalttığında özellikle sabah yataktan kalkınca yaşanan sıkıntılı öksürük nöbetleri ve çıkarılan balgamın kısa sürede ortadan kalktığı, solunumun kolaylaştığı ve genel sağlık durumunun hızla düzeldiği gözlenir. Böylece sigaranın kronik bronşit gelişimindeki etkisi, sigara bırakıldığında gözlenen sonuçlara bakılarak kolayca kanıtlanabilir.

Hava kirliliği önemli bir sorundur. Çoğu zaman bireysel çözümlerin ötesi-ne taşmakla birlikte, kirli havayı solumaktan özenle kaçınmak gerekir. Solunum sisteminin hava kirliliğine de bağlı olarak gelişen kronik hastalıklarından ölüm oranı son derece yüksektir. Bu durum sanayi merkezleri ve büyük şehirlerden elde edilen istatistik verilerde açık biçimde ortaya çıkar. Bu verilere göre kronik solunum sistemi hastalıklarından ölüm, kalp damar hastalıklarından ölüm oranının ardından ikinci sırayı almaktadır. Bu nedenle kronik bronşit hastalarının havanın kirli olduğu yerlerden uzak durması yaşamsal bir önem taşır. Bu hastalar yılın belirli zamanlarını, özellikle kış aylarında sis görülmeyen, nem oranı düşük, yumuşak ve ılıman bir havası olan bölgelerde geçirmeye özen göstermelidirler. Bronşitin yinelenme ve kronikleşme eğilimi gösterdiği hastaların, tozlu ya da zararlı gazlara açık bir ortamda çalışıyorlarsa, meslek değiştirmeleri gerekebilir.

Kronik bronşitin ilerlemesine ya da giderek kötüleşmesine neden olan enfeksiyonlar da önemlidir. Enfeksiyon etkeni olan bakteri ve virüslerin solunum yollarına girişi engellenemez; ama kış aylarında görülen salgın hastalıklarda bulaşmaya karşı genel önlemler alınabilir. Öte yandan mikropların gelişmesine uygun bir ortamın oluşması da engellenebilir.

Kış aylarında yaygın olarak görülen akut bronşit olgularında yatakta dinlenmeye özen gösterilmeli, iyileşme dönemi evde geçirilmelidir. Böylece hem soğuktan ve ani sıcaklık değişimlerinden korunma sağlanır, hem de solunum yolları için son derece zararlı olan sis ve kirli dumanın solunması önlenir. Aşırıya kaçmamak koşuluyla hastanın bulunduğu ortam iyi ısıtılmalı, nem oranı yeterli olmalıdır. Bu nedenle radyatör ya da sobaların üstünde su bulundurulmalıdır.

Kronik bronşitli hastaların tedavisinde kullanılan ilaçlar hastanın ve hastalığın durumuna göre seçilir. Her şeyden önce balgamın akışkanlığım artırıcı ve yoğunluğunu azaltıcı ilaçlar kullanılır. Bronş mukozasındaki iltihap için iltihap giderici ilaçlara başvurulur. Ayrıca hem bronşit sonucu gelişen daralmayı önlemek, hem de salgılanan balgamın daha kolay atılabilmesini sağlamak için bronş genişletici ilaçlar kullanılmalıdır. Doğrudan solunum yoluna uygulanan ilaçlar ve solunum alıştırmaları kronik bronşitte çok yararlı olmaktadır. Solunum tedavisi uygun bir alet ile çeşitli ilaçların aerosol olarak püskürtülmesi biçiminde uygulanır. Bu yöntemle antibiyotik, balgam söktürücü, bronş genişletici ve iltihap giderici ilaçlar verilebilir. İlacın doğrudan solunum yoluna verilmesi, sindirim sisteminden ve kandan geçerek zararlı etkiler yaratmasını engeller. Bu yöntemle ilaç, etkilenmesi istenen dokuya doğrudan ulaştırılabilir.

Solunum alıştırmalarının tedaviden çok, koruyucu etkileri vardır. Bu yolla hastaya nasıl daha iyi soluk alıp verebileceği öğretilir.

Antibiyotik tedavisi yıllarca son derece gelişi güzel uygulanmıştır.Antibiyotik tedavisi yalnızca ateş, öksürük ve aşırı balgam çıkarma gibi enfeksiyon belirtilerinin alevlendiği durumlarda uygulanır. Bu uygulama için sorumlu bakterileri ve doğru antibiyotiği saptamak amacıyla balgam kültürü alınmalı, antibiyogram yapılmalıdır. Böylece hastalık etkenine karşı etkili olan antibiyotik belirlenebilir.
#149 - Mart 23 2008, 10:50:29

!_By_Gizli_!

Kasık fıtığı ve kordon kisti


Kasık Fıtığı ve Kordon Kisti


Çocuklarda inguinal herni yetişkinlerdeki gibi zorlanma sonucu oluşmaz. Bebekler anne karnında gelişirken karın içini döşeyen zardan eldiven parmağı gibi bir çıkıntı kasık kanalından dışarı uzanır. 50 erkek, 250 kız çocuktan birisinde bu çıkıntı doğumdan sonra da açık kalarak kasık bölgesinde şişliğe yol açar. Eğer bu artığın karın içi ile ilişkisi dar ise karın içi sıvısı yavaş yavaş aşağı inerek içi sıvı dolu bir şişlik oluşturur. Bu durum hidrosel veya kordon kisti olarak anılan hastalıklara yol açar. İlgili artığın karın içi ile ilişkisi geniş ise, veya dar olan geçiş zamanla genişler ise karın içindeki barsaklar bu kesenin içine girerek inguinal herniye yol açarlar. Çocuklarda inguinal herninin nedeni bir artık olduğu için kendiliğinden iyileşme olasılığı yoktur. Kordon kisti veya hidrosel biçimindeki artıklar ise er geç inguinal herniye dönüşürler. Hastalıkların tümünün tedavisinde ana ilke ilgili artığın çıkarılması ve karın içi ile ilişkisinin kapatılmasıdır. İnguinal hernilerde ameliyat en kısa sürede yapılarak, herninin boğulması olarak anılan, acil sorunun gelişmemesine çalışılır. Kordon kisti için ise, bebek yenidoğan ise 3 aylık olması beklenir. Hidrosellerde ise, birlikte inguinal herni yok ise 1 yaşa dek beklenebilir. Çocuğunuzda kasıkta bir şişlik var ise ilgili hastalıklardan birisinin olabileceğini düşünerek, bir üroloğa başvurunuz. Eğer çocuğunuzun ağrısı ve kusması var, kasıktaki şişlik de sert ve bastırmak ile kaybolmuyor ise acil olarak hekime başvurunuz. İnguinal herniler ne yazık ki ilk fark edildiklerinde bile boğularak acil sorunlar yaratabilirler...

Op.Dr. Erdal KALCI
Üroloji Uzmanı
#150 - Mart 23 2008, 10:50:46

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.