Şebnem Evren: Umut Sarıkaya güne nasıl başlar?
Umut Sarıkaya: Dergide oluyorum ben genelde. Çok fazla aktivitem olmuyor. Haftanın 3 günü çalışıyoruz; ikisi çok yoğun oluyor. Diğer günlerde de evde oturuyorum.
Şebnem Evren: Peki, karikatürle ilk tanışman?
Umut Sarıkaya: Karikatür dergilerini okumuyordum çok fazla aslında. Sadece elime geçtiği zamanlar okuyordum. Fanı değildim. Dershanedeyken abim Leman getirmişti. Çok sevdim. Diğer dergilerden daha çok sevmiştim. Ben de çizerim dedim. Ne var ki bunda, ben de yaparım dedim. Ama yapamadım! 4 yıl amatörlüğüm sürdü. Leman’ın amatör günlerine gidiyordum. Oradan başladık işte. Sonra okul bitti, kısa bir süre mühendislik yaptım. Sonrasında da yine karikatüre döndüm.
Şebnem Evren: Ne oldu da mühendislikten vazgeçip derginin yolunu tuttun?
Umut Sarıkaya: Mühendisliği çok yapmak istemiyordum açıkçası. Karikatürü sürekli yapmak istiyordum ama olmuyordu bir türlü. Yani tam istediğim şey olmuyordu. Çok satan bir dergide çizmek istiyordum her zaman. Ancak ya az satanlarda, ya da çok satanların amatör kısımlarında yer alıyordu çizimlerim. Herhalde başarısızım diyerek mühendislik yaptım o dönemde. Mühendislikten kaçış için, legalleştirmek adına yüksek lisansa başladım.
Şebnem Evren: Kime karşı legalleştirmek istedin? Kendine? Ailene?
Umut Sarıkaya: Aileye karşı. Bizim oğlan okudu, sonra bıraktı demesinler diye yüksek lisansa başladım.
Şebnem Evren: Şu an devam ediyor mu?
Umut Sarıkaya: Yok, şu an onu da yarım bıraktım.
Şebnem Evren: Artık burada legalleşince tabii...
Umut Sarıkaya: Evet, burada SSK'mı da yaptılar.
Şebnem Evren: Peki bugün bir geriye dönüş yaşıyor musun? Mühendislik yapsaydım diye?
Umut Sarıkaya: Ya, aslında mühendisliği seviyordum. Sosyalliğinden kaçtım ben biraz bu işin. Orda sürekli birileriyle iletişim kurmak, birilerine bir şey kabul ettirmek zorundasınız.
Şebnem Evren: Sosyallik hangi anlamda seni rahatsız etti?
Umut Sarıkaya: Çalıştığın zaman bir yerde; hiç sevmediğin bir insanla da olmak zorunda kalabiliyorsun. Yani karını daha fazla görmek istiyorsun ama sen o adamı daha fazla görüyorsun. Aslında bu insanlık için çok kötü bir durum. En azından canın istediğinde öğleden sonra 3'te çıkıp bir yerde oturamıyorsun. Çok büyük bir kayıp değil mi yaşamımız için? Çok seviyordum öğrenciyken de Kadıköy'de sosisli yemeyi. Çok özlemiştim o günleri. Karikatürde hiçbir şeyi kimseye anlatmak zorunda değilsin. Çalışma arkadaşınla konuşmak zorunda değilsin. İstersen evinde de oturup çizebilirsin. Zor filan diye şımarıklıktan diyoruz biraz da. Hepimiz belli bir yeteneği olan insanlarız.
Şebnem Evren: 'Güldürürken düşündürmek’ gibi bir kaygın var mı?
Umut Sarıkaya: Hiciv olarak bakmıyorum ben yaptıklarıma. İnsan bir yazarı-çizeri kendine çok yakın hissettiği için seviyor. Genelde arkadaş olabilirim herhalde ben bu adamla diye düşünebiliyor. Bize elma yollamışlardı mesela Amasya'dan. Hiçbir gazete yazarına herhangi bir çıkarı olmadan kimse elma yollamaz. Dur, Oktay Ekşi'ye elma yollayayım demezsin. Okur seninle arkadaş olmak istiyor. Tek olayı bu aslında. O yüzden mesela dergiye reklam almıyoruz. Ben arkadaşımla konuşurken X çikolata markası güzel desem, övsem canı sıkılır. 'Ne diyor lan bu!' der. Yaptığımız tek şey, okurla arkadaşlık kurmaya çalışmak. Gençler öyle çok öğreten adamı istemiyor. Onun gibi düşünen birini görmek istiyorlar karşılarında. Herkes kendini özel hissediyor ama aslında insanlar çok sıradan birer hayat yaşıyor. Tek sırrı bu herhalde. Ben Bukowski'yi okurken, Bukowski ile arkadaş olmak istiyordum mesela. Güzel adam, doğru diyor falan diyorsun. Onun düşüncelerine hak veriyorsun. Ama hayatta her şey böyle oluyor herhalde? Mesela bazı siyasilerle halkımız çok da arkadaşlık etmek istemiyor. Bazı siyasi figürler var ki daha halkı karşılayan, baba gibi, bıyıklı, kızıyor, bağırıyor; mahallenizdeki bir adam gibi davranışları. Tamamen insanlar birbirini sevip sevmeme üzerine peşinden gidiyorlar bir insanın. Eğer o adamın silahı yoksa tabii. Silahı olanı herkes seviyor tabii. Abi bize bir şey yapma diye! Ecevit mesela niye çok sevildi? Çok baba gibi, memur baba figürü Ecevit de var aslında. Davranışlarında, kıyafetinde, konuşma sitilinde. 2000'li yılların konuşma stilini Tayyip Erdoğan karşılıyor aslında. Tüm dünyanın liderlerinde de durum böyle. Chavez'de çok kabadayı, Ahmedi Nejat’ta… Hepsi, mahallede böyle adamlar vardır ya, onlar gibi. Noluyor lan diyorsun. Demek ki politikacılar arasında da böyle trendler oluyor. Şimdiki trende göre aslında hareket ediyor Erdoğan da. Churcill gibi adamlar da vardı, onlar da geçti. Bütün liderler arasında bir furya oluşuyor aslında. G8 olaylarında ben çizmiştim. Çok coşkunlardı. Kaddafi filan var bir yandan. Bayağı çekineceğin adamlar gibi. Sokakta görsen n'apıyor lan bunlar dersin! Kız arkadaşınla yürüyor olsan, onları görünce hızlı hızlı yürüyüp gidecek gibisin.
Umut Sarıkaya
Şebnem Evren: Yazı nasıl başladı?
Umut Sarıkaya: Penguen için köşe hazırlayacaktım. Orada boşluk kalmıştı. Bir karikatürüm eksik kalmıştı. Bulamıyordum onun yerine de. Oraya yazı yazsam olur mu diye sordum. Kolay olduğu için yazı yazayım dedim. Sonradan büyüttüler onlar. Metin Üstündağ çağırdı, ‘Taşıyalım bunu, ayrı bir köşede yaz !’ dedi.
Şebnem Evren: Yazmak ve çizmek arasındaki denge nasıl?
Umut Sarıkaya: İkisi aynı gibi geliyor bana, destekliyor aslında birbirini. Tek başına karikatür çizseydim bu kadar anlaşılmayabilirdim. Yazıda dünya görüşümü anlamak kolaylaşıyor. Yazıyla okura bir önyargı kazandırıyorsun.
Şebnem Evren: Kitap nasıl çıktı peki?
Umut Sarıkaya: O dönem dergimizde furya olmuştu. Herkes kitap çıkarıyordu. Doğan Kitap istemişti. Biz de verdik. Şimdi ikinci kitabı çıkarıyoruz.
Şebnem Evren: Uykusuz Dergisi'nin kapağı nasıl çıkıyor? O hafta ne yapılacağına nasıl karar veriyorsunuz?
Umut Sarıkaya: 6 kişi karar veriyoruz. Ne yapalım diye konuşuyoruz. Konu netleşince de çiziyoruz. Kimin çizgisi uyuyorsa ya da kimin vakti olursa o çiziyor. Genelde benim vaktim olduğu için son zamanlarda ben çiziyorum. Kendi çizdiklerimi beğenmiyorum ama. Kapağa göre yetersiz kalıyor çizgim.
Umut Sarıkaya
Şebnem Evren: Uykusuz iki yılını doldurdu. Uzun bir süre olmuş ama Penguen'den ayrılma sürecinden bahseder misin?
Umut Sarıkaya: Genel olarak bir dergide çalışanlar, kendilerine ait bir dergide çalışmak isterler. Kendi dergisi olsun ister, dergi tasarımları yaparlar. Şimdi bile yapılıyor içerde şöyle bir dergi olsa, çizgisi şu şekilde olsa. Daha başka bir şeyler yapmak istiyorsun. Evden ayrılmak gibi aslında. Belli bir yaşa gelince; annene, babana ben gidiyorum diyorsun. Onlar da tamam diyor. Doğası böyle. Tabii bir gerginlik oluyor. Yanında çalıştığın ustan da aynı şekilde kıllanıyor. Niye dükkanda çizmiyor ki diyor. Yani üzülme de oluyor. Benim de burada bir arkadaşım gitse üzülürüm. Enderler, Cihanlar var. Muhabbet ediyorsun. Bir kırılma da olabiliyor başlarda. Ama şimdi Bahadır'ı (Baruter) gördük. Bayağı oturduk, muhabbet ettik. Kırgınlık geçiyor. Artık herkes biliyor bu iş böyle bir şey.
Şebnem Evren: 'İşimdeyim, Gücümdeyim' Köşenin ismi nasıl çıktı?
Umut Sarıkaya: Onu Bülent Üstün koymuştu. Köşeye isim düşünüyordum. O da söyledi. İyi tamam dedim, güzelmiş. Sana da uyuyor demişti. Bir de en çok kullanılan noktalar da bunlar aslında. Türkiye'de en çok sevilen şey de işine gücüne bakan adam oluyor. Genellikle hiç etrafına bulaşmayan adamı daha çok seviyorlar.
Şebnem Evren: Evet, gerçekten de senin de içe dönük, kendi halinde bir duruşun var. Çizimlerde de öyle...
Umut Sarıkaya: Tabii, bizim aile ve çevre adetlerinde de öyleydi ki. Sessiz adamı daha çok severler. Çok konuşan çocuğu sevmezsin yani. Çok bilmiş çocuk da sevmezler.
Şebnem Evren: Peki neyle besleniyor, nelerden etkileniyorsun?
Umut Sarıkaya: Kadınlar! Kadın erkek ilişkileri oluyor genelde. O dönemde neyle ilgileniyorsam onu çiziyorum. İlgilenmediğim şeyleri çizmiyorum. Bazen isim vererek de karikatürler çiziyorum Bayağı, adamın ismini yazıp bu o diyorum. Mesela o adamla ilgilenmesem, hiç umurumda olmasa oturup çizmem gecenin üçünde. Çok düşünmekten o da yani. Çok sevmekten. Çok sevmediğim şeyleri çizmek istemem. Daha böyle arkadaşlarınla yaptığın geyiği çiziyorsun. Birde ünlüyü çiziyorsun, çünkü zaten herkes ilgileniyor o adamla, yaptığı işle. Herkes konuşuyor bir şekilde. Marx'ı ilk çizdiğimde tepki almıştı. Artık almıyor. Sonuçta onunla ilgileniyorsun. Yazdığı, söylediği fikirleriyle. Ama genelde figür olarak kullanıyorum ben. Tam olarak o adam böyledir demiyorsun da, o adamın temsil ettiği bir figür var toplumda. Yani Kafka böyledir değil de, Kafka yazar figürü. İçine kapanık yazar figürü.
Şebnem Evren: Peki, çizimlerine ya da yazılarına dönüp bakar mısın? Dergi son haliyle önüne geldiğinde nasıldır tepkin? Kimi kişiler dönüp bakmazlar yazdıklarına çünkü.
Umut Sarıkaya: Yok, biz zaten sanat değil de, iş diyoruz yaptıklarımıza. Dönüp bakıp, okuyorum.
Şebnem Evren: Eleştiriyor musun peki ürettiklerini?
Umut Sarıkaya: Tabii, kimse beğenmez ki dergide yaptığı işi. Ben daha beğenenini görmedim. Ama ben bu işin zaten tam olmaması gerektiğine inanıyorum. Yani çok şahane çizilmiş bir şeyi istemiyor aslında insanlar. Görkemli bir şeyler koysak, ona bakmaktan canı sıkılır sonuçta. Çok yakışıklı bir arkadaşın olması gibi. Böyle bir arkadaşın olsa onunla muhabbet etmek pek istemezsin sonuçta. Ben bununla çok gezmeyeyim dersin. Biraz yamuk olması iyi bir şey. Yani Dali'yi severken başka seviyor ve beğeniyorsun. Ya da Piacasso'yu. Ulan, çok acaip adam diyorsun sonuçta. Hayranlıkla bakıyorsun. Ama arkadaşına hayran olmak istemezsin. Onu hatta yokmuş gibi görmek istersin. Herkes sana, nerede o falan diye arkadaşını sorsa çok canın sıkılır.
Şebnem Evren: TÜYAP Fuarında önünüzde oluşan uzun kuyruklarla ilgili hislerin?
Umut Sarıkaya: Yorucu oluyor öncelikle. Çok gergin oluyorum. Çok sevmiyorum imza günlerini. Çok coşku oluyor. İnsanları tam beden olarak karşılayamıyorsun. Hayalindeki gibi olmuyorsun. Bu muymuş diyorlar! Konuştuğumuz zaman söyleşilerimiz de çok kötü geçiyor. Salakmış bu! diyebiliyorlar.
Şebnem Evren: Bu biraz da üreten ya da yapamadıklarını yapan birini çekememe durumu sanırım!
Umut Sarıkaya: Tabii, güncel olanın başına kötü bir şey gelmesini istiyoruz. Sürünsün istersin tabii ünlü olan birisi. Ama bizde öyle bir durum olmadığı için, hayranlıkla baktığın insanlarda genelde bunu istersin. Bir bar çıkışı polisle gazeteciler sarhoş yakalasa da eğlensek diye akşam evde oturuyoruz ister. Hep biz mi çekicez, biraz da o çeksin diyorsun. Ünlü, sadece dalga geçilen adam gibi.
Şebnem Evren: Gelecek? Dergicilik açısından kendini nerede görüyorsun, ne yapmak istiyorsun?
Umut Sarıkaya: Derginin ömrü 5-6 yıl. Gerçi Leman, Gırgır gibi dergiler uzun süredir var. Ancak dergi devam etse de aynı kadrosunu 5 sene sonra sürdürmüyor. Derginin sürekli yenilenmesi gerekiyor. İlk sayılarda çizdiklerime baktığımda değiştiğini görüyorum. O zaman Penguen'de çizdiklerimi şimdi çizmem mesela. Bu böyle giderse, yani Penguen'de çizdiklerimi şimdi de çizersem o zaman köşe kötü olur. Ayrıca çizenin kendi hayatı da var. Yaşlanıyor. Artık 16 yaşındaki çocuklarla muhabbet etmek istemeyebilir. Ya da 16 yaşındaki çocuk senden bir tat alamaz. Gençleri çok seven yaşlılar olarak devam edersin. İnsanlar yavaş yavaş evlenmeye başladı. Bir süre sonra ben de evleneceğim ve birisinin babası olacağım. Birisinin babasıyla da kimse arkadaş olmak istemez. Artık sana Faruk'un babası gözüyle bakacak, Faruk'un babası geliyor diyecek. Çocuğunun arkadaşıyla arkadaş olmak da çok saçma. Faruk, sen ve arkadaşı gezilmez yani. Babalar babalarla arkadaş olur sonuçta. Ne yapacağız be de bilmiyorum açıkçası. Bildiğim şey mizah anlayışım değişecek yavaş yavaş, gençleri anlamaya çalışmayacağım.
Şebnem Evren: Eskizle mi çalışıyorsun?
Umut Sarıkaya: Yok, ben direkt kağıdın üzerinde çalışıyorum. Eskizle çalışmıyorum. Benimki biraz daha gelişine vurmak gibi. Çok taktikle çalışmıyorum. Eskiz var ve en doğru çalışma şekli. Bir formülü var. Bir formül uyguluyorsun çizerken eskiz çok önemli bir şey. Nerede ne oluyor görmek için.
Şebnem Evren: Gelecek demişken, bu işi yapmak isteyen gençlere tavsiyelerin?
Umut Sarıkaya: Tavsiyem yok aslında. Dergiyi alıp okuduğun zaman anlıyorsun nasıl çizileceğini, Kimse kimseye bir şey aslında öğretmiyor. İlk başta çok okuyup sonra çizmeye başlıyorsun. Bir de çok ucuz bir meslek aslında; bir kalem ve bir kağıt alıyorsunuz. Yapacakları tek şey evde oturup çizmek. Şöyle çiz denilmesi o çizeri kötü etkileyebilir. O içinden geleni çizecek. Sadece okurun anlayabileceği şeyler yapması için önerilerde bulunuyoruz. Teknik noktalar, kadraj, espriyi anlaşılır kılmak. Bu meslek İstanbul işi. Uzaktan zaten çok zor bunu yapmak. Selçuk (Erdem) mesela Eskişehir'de okuyormuş, çizmiş, yollamış, dergide olumlu karşılanınca da İstanbul'a gelmiş. Herkese de İstanbul'a gelin demek de çok doğru değil. Sonuçta herkes karikatürist olmuyor. Amatör günlerine gidip geldik biz de. Herkes buradan geliyor. Ben çoğu arkadaşımı amatör günlerinden tanıyorum. Beraber gidip geliyorduk. Amatör günü olmasa bile insan kendi içinde analiz edebilir sonuçta, bakar neye dikkat etmiş sonra onu kendin bile çözersin. Yetenekten ziyade birazcık çalışmayla alakalı. Biz buna iş diyoruz. Sonuçta bu bir zanaat. Hep başında durmak, kağıtla çok uğraşmak. Onlar önemli.
Röportaj: Şebnem EVREN