Alternatifim Cafe

Dünya Dönüyor => İslam Dünyası => Diğer Dünya Dinleri => Konuyu başlatan: merkür - Ağustos 30 2013, 23:38:45

Başlık: HAYATIMIZI KADER Mİ YÖNETİYOR?
Gönderen: merkür - Ağustos 30 2013, 23:38:45
Hayatımızı kader mi yönetiyor?





Bazıları öleceğimiz günün kaderimizde yazılı olduğunu, yani bizzat Yaratıcı'nın ne zaman öleceğimize karar verdiğini iddia eder. Böyle kişiler bazı temel olayların yaşanmasının da kaçınılmaz olduğunu düşünür. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?
 
Kendinize şunlara benzer sorular sorabilirsiniz.
 " Bir olayın sonucu Tanrı tarafından belirlendiyse, yani alın yazımızı değiştiremeyeceksek dua etmemizin ne anlamı var? Ayrıca kaderimiz zaten belirlendiyse neden güvenliğimiz için önlem alalım? O zaman arabayla yolculuk ederken emniyet kemeri takmaya ne gerek var?"
 
Kitab-ı Mukaddes böyle ihmalkar davranışları kesinlikle hoş görmez. Herşeyin kaderin ellerinde olduğunu öğretmez, tersine İsrailoğulları'na can güvenliğinin öneminin bilincinde olmaları emredilmişti. Örneğin onlara evlerinin düz damlarına korkuluk yapmaları emredilmişti. Bunun amacı birinin kazaen damdan düşmesini önlemekti. Fakat kişinin damdan düşüp öleceği kaderinde varsa Tanrı neden böyle bir emir versin? ( Tekrar 22:8)
 
Doğal afetler ya da kontrolleri dışındaki trajik olaylar nedeniyle ölenler için ne söylenebilir?
 
Kutsal Kitabı kaleme alanlardan biri olan Kral Süleyman hepimizin beklenmedik zamanda beklenmedik olaylarla karşılaştığımızı söyler.( Vaiz 9:11) Dolayısıyla durum ne kadar tuhaf ya da şaşırtıcı olursa olsun yaşanan trajik olaylar önceden belirtilmemiştir.
 
Bazıları yukarıdaki sözlerin Kral Süleyman'ın daha önce ifade ettiği şu gözlemiyle çeliştiğini düşünüyor:
"Her şeyin bir zamanı, gökler altında her işin bir vakti var, doğumun vakti, ölümün vakti var" ( Vaiz 3:1,2) Süleyman grçekten kaderci bir göüşü mü destekliyordu? Bu sözlere yakından bakalım.
 
Süleyman doğum ve ölümün önceden belirlendiğini söylemiyordu. Aslında onun dediği doğum ve ölümün de başka birçok şey gibi devamlı görülen olaylar olduğuydu. Elbette hayatta inişler ve çıkışlar olacak. Süleyman "Ağlamanın vakti, gülmenin vakti var" der. O böyle tekrarlanan olayların ve beklenmedik felaketlerin, gökler altındaki her işin yani yaşamın bir parçası olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Süleyman Yaratıcımızı unutacak kadar günlük işlere dalmamamız gerektiği sonucuna varır.( Vaiz 12:1,13)
 
Yaratıcımız yaşam ve ölüm üzerinde tam bir hakimiyete sahip olsa da bizi zorla uymak zorunda olduğumuz bir kadere mahkum etmez. Kutsal Kitap Tanrı'nın hepimize sonsuz yaşam fırsatı sunduğunu öğretir. Fakat Tanrı verdiği bu fırsatı kabul etmeye bizi zorlamaz. Bunun yerine Tanrı'nın Sözü şöyle der:
 " Dileyen ücretsiz olarak hayat suyu alsın" ( Vahiy 22:17)
 
Evet, hayat suyu almayı- biz-dilemeliyiz. Dolayısıyla geleceğimiz kader tarafından belirlenmemiştir. Geleceğimizi asıl belirleyen kendi kararlarımız, tutumumuz ve yaptıklarımızdır.
 
İnsan Kaderini Arıyor
 
KADER inancı neden böylesine yaygın? İnsan çağlar boyu, yaşamın gizemlerini çözmeye ve gelişen olaylarda bir amaç bulmaya uğraşmıştır. Tarihçi Helmer Ringgren şu açıklamada bulunuyor: “Bu noktada, olayların kişilik sahibi bir güçten veya kişiliksiz bir düzenden ya da tersine, düzen yokluğundan kaynaklanmasına bağlı olarak, ‘tanrı’, ‘kader’ ve ‘şans’ gibi kavramlar ortaya çıkıyor.” Tarih, kader ve talihle bağlantılı inançlar, efsaneler ve mitlerle doludur.
 Asurolog Jean Bottéro şöyle diyor: “Bize kültürümüzün özelliklerini kazandıran en önemli etken Mezopotamya uygarlığıdır.” Daha sonra “insanlığın, doğaüstüne ilişkin en eski algılanabilir tepkilerine ve görüşlerine, yani tanımlanabilir en eski dinsel yapıya,” eski Mezopotamya ve Babil’de rastladığımızı ekliyor. Burada da kader inancının köklerini buluyoruz.
 
Kader İnancının Eski Kökleri
 
Arkeologlar Mezopotamya’nın bugün Irak topraklarında bulunan kısmındaki eski harabeler arasında bilinen en eski yazmaları buldular. Çivi yazısıyla yazılmış binlerce tablet eski devirlerdeki Sümer ve Akad uygarlıkları ile ünlü Babil kentindeki yaşam hakkında net bir görüş kazandırıyor. Arkeolog Samuel N. Kramer’e göre “insanların çektiği acılar, özellikle de bunun esrarengiz nedenleri” Sümerleri kaygılandırmıştı. Cevap arayışları onları kader düşüncesine yöneltti.
 Arkeolog Joan Oates, Babylon kitabında şöyle diyor: “Her Babilli’nin kişisel bir tanrı ya da tanrıçası vardı.” Babilliler tanrıların “tüm insanlığın kaderini, bireysel düzeyde ve de topluca belirlediğine” inanıyorlardı. Kramer’e göre Sümerler “evreni denetleyen tanrıların, uygarlığın bir kısmı ve vazgeçilmez bir parçası olarak kötülüğü, sahteliği ve şiddeti planlayıp başlattığına” inandılar. Kader inancı çok yaygındı ve büyük itibar görüyordu.
 Babilliler tanrıların planlarını “tanrılarla bir iletişim yöntemi” olarak kabul edilen falcılık yoluyla öğrenmenin mümkün olduğunu düşünüyorlardı. Falcılık, nesneleri ve olayları gözlemleme, şifresini çözme ve yorumlama yoluyla geleceği önceden bildirmeyi içeriyordu. Tipik olarak, düşler, hayvan davranışları ve iç organlar incelenirdi. (Hezekiel 21:21; Daniel 2:1-4 ile karşılaştırın) Geleceği açıkladığı söylenen beklenmedik ya da olağandışı olaylar kil tabletler üzerine kaydedilirdi.
 Eski uygarlıklar uzmanı Fransız Édouard Dhorme’ye göre, “Mezopotamya tarihinde ne kadar geriye gidersek gidelim, kehanet ve falcılık düşüncesini buluruz.” Falcılık yaşamın ayrılmaz bir parçasıydı. Profesör Bottéro diyor ki, “her şey, tetkik edilerek falcılık tahmininde bulunulabilecek bir nesne olarak değerlendirilebilirdi . . . . Tüm maddi evrene, dikkatle araştırıldığında, gelecek hakkında ipucu verebilecek bir malzeme gözüyle bakılırdı.” Mezopotamyalılar geleceği tahmin etmek üzere astroloji uygulamalarına hararetle dalmışlardı.—İşaya 47:13 ile karşılaştırın.
 Ayrıca Babilliler falcılıkta zarlar ya da kuralar kullanırlardı. Deborah Bennett, Randomness adlı kitabında, bunların “olası insan faktörünü yok etmeye ve böylece tanrılara kendi iradelerini ifade edebilecekleri bir kanal açmaya” yönelik olduğunu açıklıyor. Gelgelelim, tanrıların kararları değiştirilemez değildi. Kötü kaderden kurtulmak üzere tanrılara yakarılabilirdi.
 
Eski Mısır’da Kader
 
MÖ 15. yüzyılda, Babil ve Mısır arasında yoğun bir temas vardı. Kaderle bağlantılı dinsel uygulamalar, bu temas sonucu başlatılmış kültürel alışverişe dahil edildi. Mısırlılar kader inancını neden kabul ettiler? Oxford Üniversitesinde Eski Mısır bilimi profesörü John R. Baines’a göre “[Mısır] dininin büyük bölümü, önceden kestirilemeyen talihsiz olayları kavrama ve bunlar karşısındaki davranışı belirleme girişimleriyle ilişkiliydi.”
 Birçok Mısır tanrısı arasında İsis “yaşamın kraliçesi, kaderin hâkimi” olarak tanımlanmıştı. Mısırlılar falcılık ve astrolojiyle de uğraştılar. (İşaya 19:3 ile karşılaştırın.) Bir tarihçi şöyle diyor: “Tanrılara soru sorma konusundaki yaratıcılıkları sınırsızdı.” Yine de Mısır bu inancı Babil’den alıp benimseyen tek uygarlık değildi.
 
Yunan ve Roma
 
Jean Bottéro, dinsel meseleler söz konusu olduğunda “eski Yunan uygarlığının yaygın ve yoğun Babil etkisinden kaçamadığına” dikkat çekiyor. Profesör Peter Green kader inancının Yunanistan’da neden çok yaygın olduğunu açıklıyor: “İnsanların kendi kararlarının sorumluluğunu taşıma konusunda gitgide isteksizleştiği ve genelde kendilerini, esrarlı olduğu kadar da inatçı bir Kader’in isteğiyle oradan oraya sürüklenen kuklalar gibi hissettiği belirsizliklerle dolu bir dünyada, tanrısal kehanet hükmü [tanrıların belirlediği kader], kişinin yararına ayrıntılarıyla belirlenmiş geleceği bilmenin bir yoluydu. Kader tarafından belirlenenler, özel yetenek ve anlayış sayesinde önceden tahmin edilebilirdi. Bu, kişinin duymak istemediği şeyler olabilirdi; fakat, en azından önceden hazırlanması için uyarılırdı.”
 Kader inancı, kişilerin geleceğe ilişkin korkularını yatıştırmaktan başka sinsi amaçlara da hizmet etti. Kader düşüncesi kitlelere boyun eğdirmek üzere kullanıldı. Bu nedenle, tarihçi F. H. Sandbach’a göre, “dünyanın tümüyle Takdiri İlahi’nin yönetimi altında olduğu inanışı, yöneticiler için çekici bir görüştü.”
 Neden? Profesör Green’in açıkladığına göre, söz konusu inanç, “kurulu toplumsal ve siyasal düzenin, kendi varlığını haklı çıkarmak üzere yapısında barındırdığı ahlaksal, dinsel ve anlamsal gerekçedir: Bu, Helenistik yönetici sınıfın kendi varlığını sürdürmek amacıyla icat ettiği en etkili ve kurnazca araçtır. Herhangi bir şey olmuşsa, bu mukadder kılınmış demektir; insanlık takdiri ilahi sayesinde doğadan yalnızca olumlu şeyler bekleyebileceğinden, yazgı kesinlikle en iyisi olacaktır.” Gerçekteyse bu, “acımasız çıkarcılığa haklı bir neden” sağlamaktadır.
 Böyle bir kader anlayışının genel anlamda kabul gördüğü Yunan edebiyatından açıkça bellidir. Eski edebi tarzlar arasında destanlar, efsaneler ve trajediler vardır ki, kader bunlarda kilit roldedir. Yunan mitolojisinde insanın kaderi Moira’lar olarak adlandırılan üç tanrıçayla temsil edilir. Klotho ömür ipliğini eğirendir, Lakhesis ömrün uzunluğunu saptar, Atropos da insana payı olarak verilmiş zaman bittiğinde ömrü keser. Romalıların da Parcae (Parkalar) olarak adlandırılan benzer üçlü tanrıları vardı.
 Romalılar ve Yunanlılar kaderlerinin ne olduğunu öğrenmeye çok istekliydiler. Bu yüzden Babil’den astroloji ve falcılığı alıp daha da geliştirdiler. Romalılar geleceği önceden kestirmekte kullanılan olaylara portenta, yani alamet derlerdi. Bu alametlerin verdiği mesaj omina diye adlandırılırdı. MÖ üçüncü yüzyıla gelindiğinde, Yunanistan’da astroloji çok rağbet görür olmuştu; MÖ 62’de, bilinen en eski Yunan horoskopu ortaya çıktı. Yunanlılar astrolojiyle öylesine ilgiliydi ki, Profesör Gilbert Murray’a göre, “astrolojinin Helenistik düşünüş üzerindeki etkisi, tecrit edilmiş bir adada yaşayan halkı yeni bir hastalığın etkilemesi gibiydi.”
 Geleceği bilmeye yönelik bir girişim olarak Yunanlılar ve Romalılar geniş çapta kâhinler ya da medyumlar kullandılar. Bu kişiler aracılığıyla sözde tanrılar insanlarla iletişim kurdu. (Resullerin İşleri 16:16-19’la karşılaştırın.) Bu inançların etkisi ne oldu? Düşünür Bertrand Russell şöyle diyor: “Korku umudun yerini aldı; yaşamın amacı olumlu bir şeye erişmekten çok, talihsizlikten kurtulmaktı.” Benzer temalar Hıristiyan âlemindeki tartışmaların da konusu haline geldi.
 
“Hıristiyanlıkta” Kader Tartışması
 
İsa’nın ilk takipçileri Yunanlıların ve Romalıların kader düşüncelerinin iyice etkisinde kalmış bir kültürde yaşadılar. Örneğin, kilise babaları diye adlandırılan kişiler Aristoteles ve Platon gibi Yunan filozoflarının yapıtlarından büyük ölçüde yararlandılar. Çözüm aradıkları sorunlardan biri, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, ‘sonu başlangıçtan bildiren’ bir Tanrı kavramıyla sevgi Tanrısı kavramının nasıl uzlaştırılabileceğiydi. (İşaya 46:10; I. Yuhanna 4:8) Onlar şöyle akıl yürüttüler: eğer Tanrı sonu başlangıçtan biliyorsa, insanın günaha düşüşünü ve bunun yol açacağı felaket niteliğindeki sonuçları da kesinlikle biliyor olmalıydı.
 İlk Hıristiyan yazarları arasında en çok eser vermiş olanlardan Origenes, akılda tutulması gereken önemli unsurlardan birinin özgür irade kavramı olduğunu savundu. “Gerçekten, Kutsal Yazılarda irade özgürlüğünün varlığını son derece net bir şekilde ortaya koyan sayısız pasaj bulunmaktadır,” diye yazdı.
 Origenes, davranışlarımızın sorumluluğunu bir dış güce yüklemenin “ne doğru ne de akla uygun olduğunu, yalnızca özgür irade kavramını yok etmek isteyenlerin bir söylemi olduğunu” belirtti. Origenes, Tanrı olayları tarih sırasıyla önceden bilebiliyorsa da, bu, bir olayın O’ndan kaynaklandığı ya da herhangi bir şekilde zorunlu kılındığı anl***** gelmez, düşüncesini savundu. Ancak herkes onunla aynı görüşte değildi.
 Nüfuzlu bir kilise Babası olan Augustinus (MS 354-430) özgür iradenin olaylardaki rolünü azaltarak tartışmayı daha karmaşık duruma getirdi. Augustinus Hıristiyan âleminde takdiri ilahiye teolojik temeli kazandırdı. Başta De libero arbitrio olmak üzere onun yapıtları Ortaçağda tartışmaların merkezinde yer aldı. Tartışma sonunda, Hıristiyan âleminde takdiri ilahi konusunda ciddi bölünmelere yol açan Reform döneminde doruğa ulaştı.
 
Yaygın Bir İnanış
 
Ancak, kaderle ilgili düşünceler Batı dünyasıyla sınırlı değildir. Müslümanların bir felaket karşısında kullandıkları “öyle yazılmış” ifadesi kader inancını ortaya koyar. Birçok Doğu dininde bireyin kendi mukadderatında oynadığı rol vurgulanırsa da, öğretilerinde kadercilik unsurları bulunmaktadır.
 Örneğin, Hinduizmdeki ve Budacılıktaki Karma, önceki yaşama ait işlerin sonucu olan kaçınılmaz bir akıbettir. Çin’de bulunan en eski yazmalar kehanette kullanılan kaplumbağa kabukları üzerindeydi. Kader, Amerika yerlilerinin inançlarında da yer alıyordu. Örneğin, Aztekler, kişilerin mukadderatını göstermekte kullanılan kehanet takvimleri tasarlamışlardı. Yazgıcı inanışlar Afrika’da da yaygındı.
 Kader kavramının geniş çapta kabul edilmesi insanın doğaüstü bir güce inanma ihtiyacını gösteriyor. John B. Noss, Man’s Religions adlı kitabında şunu kabul ediyor: “Tüm dinler şu ya da bu şekilde insanın kendi başına ayakta durmadığını ve duramayacağını söyler. Kendi dışındaki Doğa ve Toplum güçleriyle arasında yaşamsal bağlar vardır, hatta onlara bağımlıdır. İnsanın, kendisinin dünyadan ayrı var olabilecek bağımsız bir güç merkezi olmadığı hakkında net olsun ya da olmasın, bilgisi vardır.”
 Tanrı’ya inanma ihtiyacına ek olarak, çevremizde olup bitenleri anlamak da bizim için temel bir ihtiyaçtır. Ancak, her şeye gücü yeten bir Yaratıcı’yı kabul etmekle kaderimizi değişmez şekilde belirleyen birine inanmak farklı şeylerdir. Geleceğimizin biçimlendirilmesinde bizim rolümüz nedir? Tanrı’nın rolü nedir?
 
Yehova'nın Şahitleri'nin Gözcü Kulesi ve Uyanış dergilerinden alınmıştır.