Alternatifim Cafe

Dünya Dönüyor => Atatürk Köşesi => Devrimcilik => Konuyu başlatan: Bogürtlenli Reçel - Aralık 23 2007, 10:48:42

Başlık: 19 Aralık Katliamını Unutmadık...
Gönderen: Bogürtlenli Reçel - Aralık 23 2007, 10:48:42
19 ARALIK KATLİAMI VE KOMUTANIMIZ MURAT YOLDAŞ
19 Aralık 2000'de devlet 20 ayrı cezaevine birden “Hayata Dönüş” adı altında bir operasyon gerçekleştirmişti. Bu bir anlamda tekelci sermaye için “hayata dönüş”tü. Büyüyen devrimi engellemek için önce onların öncülerini yok etmek gerekliydi. 19 Aralık katliamı bu anlamda burjuvaziye bir hayat öpücüğüydü. 19 Aralık zindan katliamı sırasında onlarca devrimci tutsak ölümsüzleşti ve yüzlercesi de yaralandı. Murat Ördekçi yoldaş da bu katliam sırasında tutsaktı. Ve bu katliam sırasında en önde savaşarak ölümsüzleşti.
Yoldaş Adıyamanlı bir işçi ailenin oğludur. Daha küçük yaşlarda çalışmaya başlayan Murat Yoldaş yol yapım işlerinden şoförlüğe, çelik-pres işçiliğine kadar pek çok işte çalışır. Yine çok genç yaşta İstanbul'da kolektifle tanışır, ilk olarak genç işçiler arasında faaliyet yürütmeye başlar. Bu alanda hızla kendisini geliştiren Murat Yoldaş gelişimini çok yönlü olarak sürdürür ve Leninist Gerilla Birlikleri kurulduktan kısa bir süre sonra artık mücadeleye gerilla alanında devam eder. Bir eylem hazırlığındayken polis operasyonuyla tutsak düştüğünde 22 yaşındadır.
Yoldaş, hiç bir zaman disiplinsizliği sevmezdi. Onun yaşam kuralı “az laf çok iş”di. Murat yoldaşın yaşamı başlı başına örnek alınması gereken bir yaşamdır. Komutan yoldaş, 19 Aralık zindan katliamı sırasında devrimci iradenin bir kez daha ateşle sınanması gerektiğinde en önde yerini aldı ve yine ölümsüzleştiğinde yoldaşlarına zengin bir örnek yaşam miras bıraktı; komutanımızdı öğretmenimiz oldu. Şimdi katliam sırasında yaşananları ve Kombat Muratımızı bir yoldaşından dinliyoruz:
“O gün... silah ve slogan sesleri arasında uyandık. Gözüm Murat'a ilişti hemen. Adeta fırladık ve demir çubuklarımıza uzandık. Bulunduğumuz üst kattaki yatakhaneden alt kata indik ve koridora çıktık. O anda 250 metrelik koridorun 50 metrelik bölümünün askerler tarafından işgal edildiğini gördük. Aklıma ilk gelen ve bir dahada çıkmayan kadın yoldaşlarımız olmuştu. Onların koridora açılan koğuş kapılarının önünde askerler vardı ve bize doğru ateş ediyorlardı. Biz ise 12. koğuştaydık. Bizden sonra ise DHKP-C'li tutsakların kaldığı 13,14,15 ve 16. koğuşlar yer alıyordu. Ölüm Orucu yapan tutsaklar, toplu halde 14. koğuşta kalıyorlardı. P/C'li tutsaklarla birlikte düşünmeden öne atıldık. Silahlar durdurmadan önce Murat tutmuştu bizi “Başlıyoruz” dedi... Ve demir masaları kendine siper ederek bir kaç devrimci tutsakla beraber askerlerin yönündeki 11. koğuşun koridor kapısına kadar ilerledi. Buranın biraz ötesine ilk barikat kuruldu. Kelimenin tam anlamıyla kurşunların üzerine yürüdüler. Operasyon başlayalı 10-15 dakika olmamıştı üç ağır yaralımız vardı.
Koğuşumuzun üst katındaki pencereler için, daha önce hazırladığımız malzemeleri takamadık. Tüm bunların daha önce tespit edilmiş komite ve sorumluları vardı. Ancak, çatılardan, gözetleme pencerelerinden açılan çok yoğun ateş bunu yapmamızı engelledi. Bir kaç metre öteden yoğun ateş altındaydık. Koğuşumuz başlıca hedeflerden biriydi. Bunu sonradan daha iyi anlayacaktık.
Bu arada askerlerden “Teslim ol” çağrısı yapılıyordu. Murat yoldaşın buna yanıtı o günü, bu günü ve hatta yarını özetliyordu “Asıl siz teslim olun! Türk ordusu etrafınız kuşatıldı. Buradan çıkış yok!” Kafasının içinde taşıdığı koca bir dünya kadar cesaret ve cürete sahip bu katıksız devrimcinin her hareketi bizi derinden etkiliyordu. Haklıydı da. Devrim onları kuşatmıştı. Devrimden aldığımız güçle savaşımızı sürdürüyorduk.
“Saat beşe beş var
dağlar
aydınlanıyor
bir yerlerde bir şeyler yanıyor
gün ağardı ağaracak
kokusunu tütmeye başladı
anadolu toprağı uyanıyor
ve bu anda kalbi bir şahin gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes macerada
ön safta en ön sırada
şahlanıp ölesi geliyor insanın”
İşte tam bu sıralar, Fırat Tavuk adlı devrimci üzerine bir şeyler döktü, arkadaşlarıyla vedalaştı. Askerlerle aramızdaki barikatlara gelip yanındakilere son kez veda ettikten sonra kendisini tutuşturdu. İki eli zafer işaretinde ve sloganlarla ve yanarak ama düşmeden yalpalamadan düşmanın üzerine doğru yürüyordu. Ve bundan çok korkan düşman onu tarayarak öldürdü. Kendi korkularına ateş ediyorlardı. Gerçek bir savaşın içindeydik.
Gün ağarıyordu... Muazzam buzlu bir cam gibiydi gök yüzü... Ve hava eti keser gibi kaskatıydı... Beton... Beton... Ve silahlar. Ve hemen yanı başımızda, ortasında olup mahrum kaldığımız İstanbul... Hızla artan bir rüzgar gibi aydınlık, sürdü zindanın üstüne bulutları...
Vakit hızla ilerliyordu ve içeride kavgayla olduğu gibi dışarıda da doğayla çıkıyorduk aydınlığın tepesine...
Koridorda 11. Koğuşun kapı bölümünden başlayan bir iki barikatımız vardı. Bunları yakmıştık. Bu bize zaman kazandıracaktı. Koğuşumuzun koridora açılan alt katındaki kapı için hazırladığımız barikat tamamdı. P/C'lilerin önerisiyle ölüm orucu savaşçılarını koğuşumuza aldık. Onları en güvenlikli yere yerleştirdik. Devrimci dostluktan ne anladığımızı pratikte bir kez daha gösterdik. Ama 19 Aralık, sürdürülen ölüm orucuna müdahale değil; tüm devrimci tutsaklara yönelik bir saldırıydı. Nitekim, koğuşumuz dört beş noktadan ağır silahlarla ve durmaksızın taranınca, P/C'liler ölüm orucu savaşçılarını geri istediler. Bu süreçten sonra eylemimizi daha da bütünleştirdik. Murat yoldaş, bu koordinasyonu sağlıyordu.
Bir ara 12 ve 13. koğuş arasında bulunan ara mazgal denilen yere askerler girmişti. Oradaki duvara bir kaç sefer vurdum. Arkalarına bakmadan kaçtılar. Bu kadarına da bende çok şaşırmıştım. Bunu sonradan öğrendik: operasyona katılan askerler genel kurmaya bağlı özel kuvvetlerden oluşuyordu.
Düşman 11. koğuş tarafındaki barikatı aşmak üzereydi. Koğuşta bulunan herkes, 15 ve 16. koğuşların önüne doğru uzanan koridora doğru geçti. Bu, P/C ile bizim kararımızdı. Oraya geçecektik ama, koğuşumuzda düşmana sağlam teslim edilmemesi gerekenler vardı. Ve Leninist Gerillaların kaptanı Murat yoldaş koğuştaki son işleri halleden ve koğuşu en son terkeden insandı. Kurşun ve ateş altında üst kata çıktı işini bitirdi, aşağıya inip 13. koğuşun önüne kurulan barikatın öte tarafına geçmişti. Düşman ilk barikatı aşmıştı... Kurşun yağmuru altında dövüşe dövüşe ve yakarak denizden bir duman altında geriye doğru çekiliyorduk.
“Hayatın ve aşkın adamları
tepeden tırnağa kan içindeler
ve gözlerinde henüz şaşkın duran intikamları,
hayatın ve aşkın adamları
çekiliyorlar içlere çarpışarak
yanıyor alabildiğine
yanıyor alabildiğine arkalarında toprak”
Koridorda hep beraber 100 insan yan yanaydı. Koridorun bitimindeki ve düşmanın geldiği yöndeki barikatlar güçlendiriliyordu. Barikatlardaki ateşi canlı tutmak için elimizden geleni yapıyorduk. Murat yoldaş cebine aldığı son belgeleri de yakıyordu. Burada, tüm zindanlara saldırıldığını öğrendik. Ordu ve zindan... Devletin kökenini ve temelini oluşturan iki temel kurum. Ve devlet bunlardan birine, kendi temellerine saldırıyordu. Kapitalizmin mezar kazıcılarını yaratması gibi, burjuva devlette, kendi sonuna gidecek en önemli tarihsel adımını atmış buluyordu. Radyoda adalet bakanının demeçlerini dinliyorduk. Sözüm ona kaleşnikoflarımız varmış. İşte bunu o an çok istedik. Elimize bu silahlardan bir tane bile olsaydı, işleri askeri olarak da tersine çevirecektik.
Sabahın ışıkları bir daha gitmeyecekmiş gibi etrafımızda yanıyordu. Aşur adlı bir devrimci, yine arkadaşlarıyla sakince vedalaşıp havalandırmaya çıktı. Kendini yaktı! Bir odadan öbürüne geçer gibi, ölümsüzler kervanına katıldı.
Saatler ilerliyor savaş yoğunlaşıyordu. 13. koğuşun ordaki barikatı aşıyorlardı. 15 ve 16. koğuşlara çekildik. Burada da direnişimizi sürdürdük. Biz 15. koğuştaydık bir süre sonra askerler kapı önüne geldiler. Onlarla aramızda yalnızca bir kapı vardı. Ve 16 koğuşa çekilen diğer grupla anlaştığımız üzere halaya çıktık.
Çatılardaki askerler hayret içine bize bakıyordu. Ne yapacaklarını bilemediler ölüme çeyrek kala oldukları halde zaferlerini kutlayan devrimci tutsaklar karşısında. Rüzgar aydınlık, bulut ve yanmış koğuşlar... Üzerinize doğrultulmuş katil namlular... Tutsakların yüzü kapkara... Ama gözleri parlıyor... Her biri, madencilere benziyor... Bir devrim, ağız dolusu gülümseyişlerle güzelliğini sergiliyordu... Yaralılarımızı ortamıza almıştık. Ve düşmanın şaşkın, çaresiz bakışları arasında türkülerimizi, marşlarımızı, sloganlarımızı haykırıyorduk.
Buna dayanamadı düşman. Yüzlerce ve her türden gaz bombasını aynı anda attılar. Ardından da ateş ediyorlardı. ciğerlerim sanki yerinde yoktu... Bir süre nefes alamamıştık... Ama onlarında üstesinden geldik. Dışarıda halay çeken bir çok devrimci tutsak, bu kargaşa esnasında 15. koğuşa yeniden geçti ve burada bir süre kaldıktan sonra, yine dışarı çıkmak için hazırlanıyorduk. Dışarıda duvarın öbür tarafında koğuş kapısının aksi yönünde kalan tutsaklar arasında Murat'ta vardı. O ve eylemin başını çeken diğer bir devrimci tutsakla beraber içeri girmeye çalışıyorlardı. Yerden akan bir su gibi içeri doğru yani havalanma kapısına doğru süzüldüler. Ve Murat yoldaş burada vuruldu...
“Kloçkof Diev attı son bombayı
tank durdu ve göçtü ve göçerken ateş açtı
Kloçkof yıkıldı delik deşik
gözleri yumuşacık örtüldü
nefes aldı: doymuş ve rahat
ve sanki 100 yaşında
ve beyaz yatağında öldü”
Dışarı çıkmak için hazırlındık ve tam havalandırma kapısına adım atacaktık ki, koridor kapısını aralayan düşman güçleri hunharca yarım saat bizi taradı. On metre kare gibi ufak bir alanda sıkışık durumdaki 60'a yakın tutsağa ateş ettiler. 40 kişinin yaralanıp 3 kişinin öldüğü an işte bu andı.
“Düşman haşin, zalim ve kurnaz
ölüyor çarpışarak insanlarımız
halbuki nasılda hak etmişlerdi yaşamayı
ölüyor insanlarımız
ne çok sanki şarkılar ve türkülerle
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç öyle fütursuz”
Bir süre daha geçti ve temsilciler burada mı, yoksa dışarıda mı ölme konusunda konuştular. Dışarı yeniden çıkma kararı alındı. Ve çıktık. Bu sefer taramadılar. Ancak “sinir savaşı” vardı ve burada biz kazandık. Silahlarını indirdiler.
İşte Murat'ı burada gördüm, yanına yatırıldım. Erkek yoldaşlar olarak 7 kişiydik altımız yaralıydı... Ama Murat canından kalan son zerresinide bırakıyordu kanıyla yeryüzüne...
Hastaneye gönderilen tutsaklar içinde sloganlar atanlar vardı. Ve devrimci tutsaklar kırılan havalandırma duvarından merdivenlerden inerken zafer ve savaş sloganlarını bir kez daha haykırıyordu.”
Başlık: Ynt: 19 Aralık Katliamını Unutmadık...
Gönderen: Funeral - Ocak 16 2008, 11:48:07
.
Başlık: Ynt: 19 Aralık Katliamını Unutmadık...
Gönderen: !Dalga! - Ocak 17 2008, 22:20:15
Hiçbir şey kan donduramaz,hiçbir şey....
Birkaç görüntü hariç belleklere kazınmış:

Demir parmaklıklara tutunmuş,battaniyelere sarılmış alevler içindeki bir genç kız...
Ambulanstan inen yanık yüzüne pomadlar sürülmüş,acı içinde"Altı yoldaşımızı,bizi yaktılar!"diye bağıran bir genç kadın...
Pek kimsenin bilip de görmediği,bilmediği bir görüntü daha vardır bu katliamda kan donduran;
Yıkılmış duvarların,yanan koğuşların içinden,direncimizi görsünler deyip,halay çekerek çıkan özgür-tutsak kadınların görüntüleri....

Ölüme De Tililili

Ve bir tutsağın katliamdan sonra açıkladığı şu cümle vardır:"İlk saldırılar başladığında bayan yoldaşlarımızın koğuşlarından yükselen 'zılgıt' sesleriyle direnişin sürdüğünü anladık"

Biz Altı Kadındık Mapus Damında

Diri diri yakılan;Yazgülü Güler Öztürk
Seyhan Doğan
Özlem Ercan
Şefinur Tezgel
Gülser Tuzcu
Nilüfer Alcan'dır bu "operasyon"sansürlü katliamın özeti....


Yanıyor duvarlar beton yanıyor
Bombalar yağıyor duman çöküyor
Cehennemi dünyada yaşıyoruz biz
Kahkahalar atıyor zebanilerimiz

Biz altı kadındık mahpus damında
Açlığımızla yürürdük halkın bağrına
Yüreğimiz yanarken vatan aşkıyla
Bedenimizi yaktılar kahkahalarla

Seni çok sevdik ey güzel vatan
Ekmeğini hasretini sevdalarını
Aynı hasret için ölebiliriz
Aynı sevda için ölebiliriz

Yoksulluğumuz kardeştir bizim
Aynı kurşunlarla vururlar bizi
Aynı ateşlerde yakarlar bizi
Yangınlarda diri diri yakarlar bizi....