Alternatifim Cafe

Sağlık Haberleri

Discussion started on Sağlık


Adana Çukurova Devlet Hastanesi Cildiye Uzmanı Dr. Ayla Çayhan, banyo ve duş sonrası kurulanmayan vücutta mantar oluştuğunu söyledi.


Daha çok yaz aylarında sıcak ve nemli ortamlarda deri üzerinde mantar hastalığına rastlandığını kaydeden Dr. Çayhan, tedavi edilmediği takdirde hastalığın bütün vücuda yayılacağı uyarısında bulundu.

Hastalığın, denize, havuza ya da duşa girildikten sonra nemli kalan vücutta daha çok oluştuğuna dikkat çeken Çayhan şöyle konuştu; "Bu hastalığın görüldüğü kişiler kullandıkları banyo havlusunu, keseleri ve günlük yaşamda giydikleri kıyafetlerini ya değiştirmeli ya da kaynatıp ütülemeli. Bir buçuk aylık tedavi süreci var. Genelde tedaviye başlayınca 15 gün içerisinde hastalık ortadan kalkıyor. Ancak ilaç ve krem tedavisine devam edilmediği için mantar tekrar ilkbahar ve yaz başında ortaya çıkıyor. Onun için bir buçuk ay tam tedavi yapılması gerekiyor."

Halk arasında 'samyeli' hastalığı olarak bilinen rahatsızlığın cilt enfeksiyonu olduğunu kaydeden Çayhan, "Bu cilt renginde değişmeler olur. Kolda, göğüste ve sırtta, bazen yüzde ve boyunda belirebilir. Güneş yanığında daha belirgin hale gelir. Koyu ciltlerde belirgindir. Bazı insanlarda şiddetli kaşıntı ile birlikte cilt döküntüsü yaşanır." dedi. Çayhan, bulaşıcı hastalık olan samyelinin nemli ortamda çabuk ve hızlı çoğaldığına dikkat çekti.
#26 - Haziran 02 2007, 15:24:00
Hayatım Kural Dışı Olmuş.Kendimin Kuralıyım ߣN ...

 
£я§@N_05


Türkiye'nin 'kene' uzmanlarından Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zati Vatansever, Türkiye'de 5 yılda 62 kişinin ölümüne sebep olan Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığının dünyanın en büyük salgını olduğunu açıkladı.

"Hyalomma" isimli kene türünden bulaşan Kırım Kongo hastalığından 3 kişinin ölmesi üzerine Çorum mercek altına alındı. Sağlık Bakanlığı heyetinin ardından Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan gelen yetkililer, şehir genelinde inceleme ve bilgilendirme çalışması yaptı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Zoonoz Hastalıklarla Mücadele Şube Müdürü Mustafa Emrem ile Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zati Vatansever, Turgut Özal Konferans Salonu'nda çevre iller, Çorum merkez ile ilçelerinden gelen sağlık, tarım ve eğitim alanında görev yapan yetkilileri kene hakkında bilgilendirdiler.

Toplantıda konuşan Mustafa Emrem, ölümcül kenelere karşı ilgili bakanlıkların çalışmalarının sürdüğünü söyledi. Keneler ve Kırım Kongo hastalığı hakkında teknik bilgiler veren Zati Vatansever ise 890 türü olan kenelerin örümcek sınıfından olduğunu ve Türkiye'de sadece 32 türünün görüldüğünü kaydetti. "Hyalomma" isimli kenelerin ölümcül virüs taşıdığını bildiren Vatansever, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların artık tüm kenelere karşı dikkatli olmaları gerektiğini bildirdi. Kenelerin 800 kadar patojeni naklettiğini dile getiren Vatansever, kenelerin en çok yerden beslenen kuşlar, tavşanlar, sığırlar ve yaban domuzlarında görüldüğünü belirtti. Bazı kenelerin insanları ısırmadığını açıklayan Zati Vatansever, "Ölümcül virüs taşıyan keneler diğerlerinin aksine insanlara daha çok bulaşırlar. Çok aç gözlü ve zararlılardır. Vatandaşlarımız 'bu bizim kene' diye sorumsuzca davranmamalıdır. Ölümcül virüs, bilinen kenelerde de olabilir. Bilinçli ve dikkatli davranmak en önemli öncelik." şeklinde konuştu. Vatansever, "Trakya ve Çanakkale'den topladığımız kenelerde de virüse rastladık." derken Türkiye'de ilaçlama komedisi yaşandığını söyledi. Dağ-taş ne varsa ilaçlandığını vurgulayan Vatansever, bir tane vakanın bile görülmediği İstanbul'un kene mücadelesini abarttığına dikkat çekti.
#27 - Haziran 02 2007, 15:26:18
Hayatım Kural Dışı Olmuş.Kendimin Kuralıyım ߣN ...

 
£я§@N_05

allahtan tarım işiyle uğraşmıyorum :muhah valla çok korkarım keneden
#28 - Haziran 03 2007, 00:47:57
Gölgemdeki asaleti farkedince başladı karanlığa hayranlığım...

Bilimadamları uyarıyor: Giderek artan şeker hastalığı saatli bomba gibi... Son 20 yılda sayıları ikiye katlanan obez gençler, tip-2 şeker hastalığından her zamankinden daha fazla etkileniyor.


İSTANBUL - Tüm dünyadan toplanan verileri inceleyen uzmanlar, gençlerde hızla artan tip-2 şeker hastalığının gelecek birkaç yılda karşılaşılacak en ciddi sağlık sorunları arasında yer aldığını vurguluyor.

Tip-2 şeker, obezite yani aşırı şişmanlıkla yakından ilişkili. Uzmanlar, tip-2 şekerin son yıllarda gençler arasında hızla yayılmasını büyük oranda obeziteye bağlıyor. Zira son 20 yılda dünyadaki obez çocukların sayısı ikiye katlandı.

Üstelik, kalp, karaciğer ve böbrek rahatsızlıklarıyla tansiyon ve körlüğe de yol açabilen tip-2 şekerin gençlerde yarattığı tahribat çok daha büyük oluyor.

Gençler, arkadaş gruplarına uyum sağlamaya çalıştıklarından, beslenme ve yaşam standartlarını kontrol etmeleri de zor oluyor.

Bu hastalığı bir saatli bomba gibi gören uzmanlar, gençleri korumak için bir an önce tedbir alınması gerektiği görüşünde birleşiyor.
#29 - Haziran 05 2007, 17:25:11
Hayatım Kural Dışı Olmuş.Kendimin Kuralıyım ߣN ...

 
£я§@N_05



Sağlık Bakanlığınca, Türkiye'de tüm ölümlerin ilk sırasında kalp-damar hastalıklarının yer aldığı, vatandaşların özellikle yaz aylarında daha fazla dikkatli olmaları gerektiği bildirildi.

Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, Türkiye'de yaklaşık 2 milyon koroner kalp hastası bulunduğu ve bu hastaların yılda 130 bininin hayatını kaybettiği ifade edildi.

Türkiye'de gerçekleşen tüm ölümlerin ilk sırasında kalp-damar hastalıklarının yer aldığına dikkat çekilen açıklamada, vatandaşların özellikle yaz aylarında daha fazla dikkatli olmaları gerektiği belirtildi.

Erken ölümlere yol açan ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen kronik hastalıklardan korunmanın alınacak koruyucu önlemlerle mümkün olduğu ifade edilerek, dünyada her yıl yaklaşık 17 milyon kişinin hayatını kaybetmesine yol açan kalp damar hastalıklarının ülke de en önemli halk sağlığı sorunu olarak varlığını sürdürdüğüne dikkat çekildi.
Sıcaklara dikkat


Açıklamada şöyle denildi:

"Özellikle sıcak yaz aylarında hayvansal kaynaklı gıdaların yoğun olarak tüketimi, yemeklerin aşırı yağlı pişirilmesi, meyve ve sebze tüketiminin yeterli düzeyde olmaması ve fiziksel aktivitelerin yetersizliği, yüksek tansiyon, sigara ve alkol kullanımı, şişmanlık ve diyabet, kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskini artıran faktörlerin başında yer alıyor."

Kalp-damar hastalıklarının yol açtığı ölümlerin önemli bir bölümünün sigaraya bağlı nedenlerden gerçekleştiğine işaret edilerek, sigara dumanının içerdiği karbon monoksitin kan dolaşımına girerek pıhtılaşmaya yol açtığı ve atardamarların iç duvarlarına zarar vererek kalp krizlerine neden olduğu kaydedildi.

Sigaranın sıcakların etkisiyle bunalan insan vücuduna 2 kat olumsuz etki yaptığı vurgulanan açıklamada, "Kalp-damar hastalıklarının oluşumunu önlemek için özellikle yaz aylarında sigaradan hem aktif hem pasif içici olarak uzak durun" denildi.

Beslenmede ise doymuş yağ oranını azaltarak tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri içeren yağların oranının artırılması, besinler yoluyla alınan kolesterole dikkat edilmesi, posa içeren yiyeceklerle meyve-sebze tüketiminin artırılması, şeker ve tuzun alt düzeyde tüketilmesi gerektiği bildirildi.
#30 - Haziran 05 2007, 17:29:40
Hayatım Kural Dışı Olmuş.Kendimin Kuralıyım ߣN ...

 
£я§@N_05

beslenme çok etkili daha dikkatli olunması lazım yedigimiz şeylere
daha gördügümüz sıcak bukadarla kalıcak degil
#31 - Haziran 05 2007, 17:40:30
''Cehennem, başkalarıdır. ''

bildiğiniz gibi kanal Dde yayınlanan yabancı damat dizisi herkese kanser hakkkında bilgi verdi.ve bu bütün dünyanın ilgisini çekti.
#32 - Haziran 15 2007, 12:07:30
girl aysu

Sağlıkta eşitlik başlıyor.


Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve SSK ayrımı olmaksızın tüm sigortalılar, üniversite hastaneleri dahil sözleşmeli kamu veya özel sağlık tesislerine sevksiz başvurabilecek.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 25 Mayıs'ta Resmi Gazete'de yayımladığı, "Sağlık Uygulama Tebliği" ile sağlıkta tek çatı dönemini başlatacak esasları ilan etti.
Böylece bugün itibarıyla SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı kapsamında sağlık işlemleri yürütülen kişiler için uygulama birlikteliği sağlandı. Aileleriyle birlikte 47 milyon kişiyi kapsayan tebliğle sağlıkta tek çatı için en önemli ikinci adım atılmış oldu. İlk adım, Sağlık Bakanlığı bünyesinde tüm kamu sağlık kuruluşlarının tek elde toplanmasıyla atıldı.

Eski uygulama neydi?
Sağlıktaki tarihi adım öncesinde, Emekli Sandığı'na bağlı memur ve memur emeklileri, üniversite hastanelerine sevksiz başvuru hakkına sahipti. SSK'lılar ise devlet hastanelerinden sevk alarak yararlanabiliyordu. Ancak SSK'nın sevk konusundaki kısıtlamaları uygulamada da kangrene dönüşen sorunları beraberinde getiriyordu. Bağ-Kurlular da üniversite hastanelerine başvurduklarında, tedavi giderlerini önce ceplerinden ödüyor, sonra fatura bedelini Bağ-Kur'dan talep etmek zorunda kalıyordu.


Tek evrakla başvuru
Aktif görevdeki memurlarla yeşil kartlılar için Maliye Bakanlığı'nca hazırlanan Bütçe Uygulama Talimatı (BUT) yürürlükte olduğundan SGK tebliği 2007'de bu kesimi kapsamayacak. Tebliğle birlikte bugünden itibaren sağlık alanında geçerli olacak yeni esaslar şöyle:

SSK'lılar artık sağlık tesislerine; vizite kâğıdı, sağlık karnesi ve resmi kimlik belgesinden sadece biriyle başvurabilecek.
Şehir içi ve şehirlerarası ambulans bedellerini SGK ödeyecek.


Tek raporla 2 yıl ilaç
Tansiyon, şeker gibi uzun süre ilaç kullanılmasını gerektiren hastalıklarda, rapor ve reçete sadece bir kez düzenlenerek, her seferinde reçete yazdırmadan 2 yıl boyunca hastalar doğrudan eczaneye giderek üçer aylık miktarlarda ilaçlarını alabilecek.
15 Ekim 2007'den itibaren yatarak tedavilerde ilaçlar ve tıbbi malzemeler hastane tarafından temin edilecek. İlke olarak artık hastalara ilaç temin ettirilmeyecek.
Muayene katılım payı, SSK ve Bağ-Kur kapsamındakilerden muayene oldukları ayı takiben aldıkları maaşlarından tahsil edilecek. Diğer kişilerden de ilaç alımı yaptıkları sırada eczanelerden tahsil edilecek.
İlaç katılım payı SSK'lılardan ilacı aldıkları ayı takiben maaşlarından, diğer kişilerden eczanelerden doğrudan alınacak.

Tüp bebekte 3 hak
Sünnet giderleri, sağlık kurulu raporuna gerek olmaksızın ödenecek.
Engelliler, diş tedavileri için sağlık tesislerine doğrudan müracaat edebilecek.
Kadının 40 yaşını aşmamış olması şartıyla, 3 tüp bebek uygulaması ödeme kapsamında olacak.
Motorlu sakat arabası kullanılması gerekli görülen kapsamdaki kişilere bunun bedeli ödenecek. SSK'lı çalışanlar bu olanaktan yararlanabiliyordu. Bağ-Kur ve Emekli Sandığı'nda ödeme yapılmıyordu.




SSK'lılar sürprizle karşılaşabilir
SGK, bugün itibarıyla tüm sigortalılara üniversite hastaneleri dahil sözleşme yapılmış kamu veya özel sağlık tesislerine doğrudan başvurma hakkı tanıdığını açıklamasına rağmen sigortalılar henüz bu haktan bekledikleri gibi yararlanamayacak. Bazı üniversite hastaneleri, SGK ile sözleşme imzalamadıkları için SSK'lı kabulü yapmayacak. Bazıları da onay alma işlemi için gerekli bilgi işlem altyapısını henüz tamamlamadığından SSK'lı hasta başvurularını reddedecek.


'Bekleme süresi ikiye katlanacak'
Prof. Dr. Mithat Erenus (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı): "Talep ikiye katlanacaktır ve bekleme sırası artacaktır. Şu anda bizim bekleme sıramız var, randevu alana bakıyoruz. Bir beyin ameliyatı için 2 ay sıra bekleniyorsa şimdi 4 ay beklenecek."
Prof. Dr. Mustafa Keçer (İstanbul Tıp Fakültesi Dekanı): Homojen bir sistem getirildiği için herkesin zararı ve kârının aynı oranda olacağını düşünüyorum. İstanbul Tıp Fakültesi'ne sevk olmadan herkes gelirse işlev bakımından biraz sıkıntıya düşülecek gibi."
#33 - Haziran 16 2007, 13:59:54

AĞRI KESİCİLER YARARDAN ÇOK ZARAR MI ?
Hızla oluşsa veya yavaşça gelişse de, ağrı bir trafik sıkışıklığı gibidir: ne kadar erken atlatabilirseniz o kadar iyidir.

Ve günümüzde mevcut olan tezgah üstü (OTC-Over-the-counter) ağrı kesici veya analjezik zenginliğiyle bu sızı ve ağrıları atlatmak  asla daha kolay olmamıştır. Fakat hızlı bir rahatlama için güvenliğinizi mi feda ediyorsunuz? Bu ilaçların suistimalinin (yanlış kullanımının) tehlikeli  -hatta yaşamı tehdit edici- yan etkilere neden olabildiği gerçeğine rağmen, çalışmalar suistimalinin çok yaygın olduğunu göstermektedir. Şaşırtıcıdır ki bazı kişiler hiç bilmeden bu reçetesiz satılan ağrı kesicileri suistimal ediyor  olabilirler. 

Sahte bir güvenlik hissine kapılmayın. Günümüzde mevcut olan reçetesiz satılan analjezikler doğru kullanıldıklarında iyi bir güvenlik kaydına sahiptirler. Bir OTC analjeziğinin ağrınızı hafifletmek için en iyi yol olduğunu hissettiğiniz zamanlarda, sağlığınızı istemeden riske atmaktan kaçınmak için aşağıdaki hususları aklınızda bulundurun.

#34 - Haziran 24 2007, 13:29:00

tamam ben daha hasta olmak tskler arkadaslar bılgıler ıcın
#35 - Temmuz 24 2007, 00:55:42

2025'den İtibaren Ölümlerin İlk Sebebi Kanser Olacak 

Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Tuncer, kanserin 2025 yılından itibaren dünyada ve Türkiye'de ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alacağını söyledi.


Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. MuratTuncer, kanserin Türkiye'de ve dünyada ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer aldığını, dünyada her yıl yaklaşık 7 milyon insanın kansere yakalandığını ve 5 milyon insanın kanser nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirtti. Türkiye'de ise her yıl 150 bin kişinin kansere yakalandığını, yaklaşık 400 bin insanın da kanserle yaşadığını bildiren Tuncer, "2025'ten itibaren her yıl 10 milyonun üzerinde insan ölecek. Toplam 75 milyon insan, kanserle yaşıyor olacak" diye konuştu. Kanserin ciddi şekilde artış gösterdiğini ve inanılmaz boyutlara ulaştığını ifade eden Tuncer, "Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye'de her yıl yarım milyon insan kansere yakalanacak gibi görünüyor" dedi. Tuncer, Türkiye'deki 150 bin vakanın yaklaşık 100 bininin sigaraya bağlı olduğunu da dile getirdi.
#36 - Ağustos 09 2007, 10:29:18
||  İçimde bir yerde düello var, seyredaldı elalem.  ||

bilgiler için teşekkürler
#37 - Temmuz 25 2008, 19:33:36
Boğulmak değil korkum inan nefes alamamak
Rüyayı gerçek etmenin kolayı uyumak
Bir şeyi çok isteyip de hiçbir zaman alamamak
Hayat çocukken oynadığım kırık bir oyuncak

İştahınızla başa nasıl çıkarsınız

Herşeyi denemenize rağmen iştahınıza dur diyemiyorsanız, size 5 önerimiz var..

1. Daha uzun süre çiğneyin

Yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmak, beyinin vücuda giren besinleri kaydetmesine zaman tanımak anlamına gelir. Üstelik tat alma duyusu da daha fazla tatmin edilir. Böylece doyduğunuzu anlamazla yemeye son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor. Fazla yemekten kaynaklanan sindirim sorunlarından kurtulmanız da cabası...

2. Güç harcayarak egzersiz

Egzersizleriniz zorlaştıkça vücut isiniz artıyor ve daha fazla kalori yakmaya başlıyorsunuz. Bu durumda egzersizi takip eden bir kaç saat boyunca iştahınızın bastırılmasına neden oluyor. Böyle bir durumda, normal öğün saatinden bir kaç saat önce egzersiz yapmak başlamak en mantıklısı. Çünkü öğün saati geldiğinde spor yapmanın verdiği etkiyle iştahınız biraz daha kapalı olacaktır. Ama asla öğün atlama hatasına düşmeyin. Hem vücudunuz güçsüz düşer, hem de bir süre sonra aşırı yeme isteği duyarsınız.

3. Tat alma duyunuzu tatmin edin

Yapılan araştırmalara göre değişik tatlarla bu duyuyu tatmin etmek, daha az miktarla yetinebilmemizi sağlıyor. Sürekli ayni yemeği yemek ise, özellikle de tadı hoşunuza gitmiyorsa, bir süre sonra tat alma mekanizmanızın kendini iptal etmesine neden oluyor. Bu yüzden de kendinizi sanki hiç yemek yememiş gibi hissedebiliyorsunuz. Bu durumu engellemek için öğünlerinizi taze otlarla ve baharatlarla tatlandırabilirsiniz.

4. Atıştırma krizlerini engelleyin

Gün içinde sık ve az öğünler yemek, iştahınızın kontrolden çıkmasını önlemenin en kolay yolu. Belki yine arada birseller atıştırmak isteyebilirsiniz ama sizi doyuracak miktarla çok az olacaktır. Böyle bir durumda atıştırmak için sağlıklı karbonhidratlara yönelin. Çünkü bu besin türü sindirim sisteminde daha uzun süre kalıyor ve seker seviyenizi yavaşça yükselterek daha uzun süreli bir tokluk hissi sağlıyor.

5. Daha fazla su için

Su içmek kendinizi tok hissetmenize yardımcı olduğu için önemli Ayrıca vücudunuz susuz kaldığında çoğu zaman açlık hissine benzeyen sinyaller gönderiyor. Bol su içmek bedeninizin su istediği zamanlarda yemeğe yönelmenizi de önler.

#38 - Şubat 09 2009, 21:12:46

Cipsin sigaradan bir farkı yok

Uzun süreli patates cipsi tüketiminin, kanserojen akrilamid maddesinin kanda birikmesine neden olduğu bildirildi.

Prof. Dr. Necat Yılmaz, doğal beslenmenin, sağlığı korumanın en kolay ve ucuz yolu olduğunu söyledi. Doğal beslenme konusunda kendilerini destekleyen son bir çalışmanın İsveç ve Polonyalı araştırmacılar tarafından yapıldığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, bu araştırmanın, patates cipsi gibi çok yaygın olarak tüketilen yiyeceklerin nasıl sağlığa zarar verdiğini gösterdiklerini ifade etti.

ÜRKÜTEN SONUÇ
Araştırmacıların yetişkin 40 sağlıklı insana 4 hafta boyunca 160 gram patates cipsi yedirdiğini, bu miktar cipsin içinde 157 miligram akrilamid maddesi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yılmaz şöyle dedi: ''Akrilamid sık tüketilen birçok yiyecekte bulunan bir molekül olup en fazla kızarmış patates ve mısır gevreğinde bulunur. Dört hafta sonrasında araştırmaya katılanların kanlarında akrilamid birikimi olmuş, ayrıca iltihaplanmaya yol açan hs-CRP, IL- 6 ve oksijen radikallleri artmıştır. Ayrıca kanda iltihabi reaksiyonlara cevap olarak beyaz kan hücrelerinin aktivasyonu da artmıştır.''

HA SİGARA HA CİPS
Prof. Dr. Yılmaz, akrilamidin; yüksek ısıda besinlerde çıkan vücuda zararlı kimyasal bir madde olduğunu, yüksek ısıda protein ile şekerin kimyasal reaksiyona girip 'akrilamid'i doğurduğunu vurgulayarak, ''Bu madde plastik sanayiinde kullanılıyor. Sigarada kansere yol açtığı sanılan maddeler, arasında akrilamidde bulunuyor'' diye konuştu.

ÇOCUKLAR İÇİN RİSKLİ
Prof. Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Patates cipsi, kalp, obezite ve kanser riskini artırıyor. Çocukların geleceğini karartıyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, bir yetişkinin günde en fazla 6 gram tuz alması, 65 gram yağ tüketmesi gerekiyor. Yani günde 2 paket cips yiyen çocuk, bu oranları fazlasıyla aşıyor.

Çocukların bayıldığı cips, minik vücutlar için zehirden farksız. Dünya Sağlık Örgütü verileri, günde 2 paket cips yiyen çocuğun, yetişkinin bile almaması gereken oranda yağ ve tuz tükettiğini gösteriyor. Sigara kadar tehlikeli olan trans yağların ise hiç tüketilmemesi gerekiyor.''
#39 - Şubat 09 2009, 21:13:18

Bırakın hasta olsun

Uzmanlar, çocuklarınızın mikroplara karşı hazırlıklı olması açısından hasta olmaları gerektiğini dile getiriyorlar.

Dr. Burhanettin Alkan, "Dünyaya alerjiye yatkın olarak gelen çocuklar, geçirdikleri enfeksiyonlar sayesinde mikroplarla mücadeleyi öğreniyor. Bağışıklık sistemi bu enfeksiyonlar sayesinde güçleniyor. Buna karşılık, çok temiz ortamlarda büyüyen, çok az enfeksiyon geçiren ve çok sık antibiyotik verilen çocuklar, yeteri kadar mikropla karşılaşmadığından, alerjiye daha yatkın oluyorlar" dedi.

Dr. Alkan sözlerini şöyle sürdürdü "Çok çocuklu ailelerde ve erken yaşta yuvaya gönderilen çocuklarda astım ve alerjik hastalıkların daha az görülmesi, bu çocukların daha çok enfeksiyon geçirmeleriyle açıklanır. Çocukken çok sık antibiyotik kullanılması astım riskini artırır. Çocuğunuzun boğazı ağrıyor, ateşi var, diye hemen antibiyotiklere sarılmayın.”
#40 - Şubat 09 2009, 21:13:47

Kışın suyu azaltmayın

Sıcak havalarda daha fazla ihtiyaç duyulur, ama kış aylarında da su tüketiminin önemi büyüktür

Su, insan vücudunda ve yeryüzünde en çok bulunan maddedir ve yaşamak için en az oksijen kadar gereklidir. Ortalama olarak yetişkin bir bireyin vücut ağırlığının yüzde 55 - 75’i (38 - 46 litre) sudur. Bu yüzdeler kişiye, vücut bileşimine, yaşa, cinsiyete ve diğer faktörlere bağlı olarak değişir.

Sıcak ve yaz ayları suyu daha fazla hatırlatsa da kış aylarında da su tüketiminin önemi büyüktür. Vücut suyunun azalması ciddi tehlikedir. Bu sebeple vücudunuzu kesinlikle susuz bırakmayın.

-Kan yüzde 83
- Kas yüzde 73
- Vücut yağı yüzde 25
- Kemikler yüzde 22 oranında su içerir.

Susamayı beklemeyin

Susama hissi geliştiğinde yüzde 1’lik su kaybı olmuştur ve bu durum beyne iletilmiştir. Sakın su içmek için susamayı beklemeyin. Her vücut hücresi, dokusu, organı ve vücudun her türlü fonksiyonunu doğru olarak sağlamada su gereklidir. Su aslında vücudun en çok gereksinim duyduğu besin öğesidir. Vücut suyunun yüzde 10’unu kaybedersek, yaşamımız tehlikeye girer. Su vücuttan sadece idrar yoluyla atılmaz, deri, akciğerler ve bağırsaklardan da su atımı olur.

Günlük sıvı ihtiyacımız

Su ihtiyacı vücudun kullandığı enerji miktarına bağlı olarak değişir. Yetişkinlerde enerji harcamasının her kalorisi başına 1- 1,5 mL su gereklidir. Buna göre yetişkin bireylerin günlük ortalama 1,5 - 2 litre su alması yeterli olur. Bu miktar basitçe şu şekilde de hesaplanabilir: Vücutta her bir kalorinin metabolize olabilmesi için 1 mL suya ihtiyaç vardır. Sizin enerji alımınız eğer 1400 kalori ise ortalama 1, 4 litre su almanız gerekir. Kısaca 1 kalori için 1 mL su gerekir.

Vücuttaki su nasıl atılır?

- Deri yoluyla: Ortalama 500 ml
- Akciğerlerden: Ortalama 300 ml (nefes alıp verirken)
- Böbreklerden (idrar yoluyla): Ortalama 1500 ml
- Bağırsaklardan: Ortalama 200 ml

Suyu nasıl alırız?

Metabolik su: Besin öğelerinin vücutta kullanılması ile oluşur.
1g karbonhidrat = 0.6 g su
1g protein = 0.4 g su
1g yağ = 1.0 g su bırakır, bu yolla vücutta yaklaşık 260 mL su oluşur.
Besinler yoluyla alınan su: Yiyeceklerin bileşiminde bulunan suyun alınmasıdır. Örneğin sebze ve meyvelerin yüzde 80- 90’ı sudur.
İçeceklerle alınan su: İçeceklerle aldığımız sudur.

Su kaybı ne zaman artar?
- Sıcak- soğuk havalar
- Ağır fiziksel aktivite durumunda
- Enfeksiyon hastalıklarında

Vücut ne zaman su tutar?
- Böbrek hastalıklarında
- Tuz alımının artmasında

Su tüketimini artırmak için
- Gün içinde çay/kahve yerine su için.
- Masanızda hep bir şişe su bulundurun.
- Yemeklerde suya önem verin.
- Fiziksel aktivite öncesi, esnasında ve sonrasında su için.
- Çantanızda su bulundurun.

Sıcak su yağları eritir mi?
Soğuk suyla sıcak su arasındaki tek fark, mideyi terk etme hızıdır. Soğuk su mideyi 20 dakika içinde, sıcak su ise 80 dakikada terk eder. Mide hacmini dolu tutmasını sağlamak için düşük kalorili diyetlerde sıcak su verilse de, yağ yaktığı düşünülmemeli.


SUYUN GÖREVLERİ

- Besinlerin sindirimi
- Besinlerin emilimi ve taşınması
- Eklemlerin kayganlığının sağlanması
- Elektrolitlerin taşınması
- Besin öğelerinin metabolizması sonucu oluşan artık maddelerin atılması
- Vücut ısısının denetimi
#41 - Şubat 09 2009, 21:14:35

Hayvanınız için sigarayı bırakır mısınız

Bir araştırmaya göre sigara tiryakileri, besledikleri kedi veya köpeğin hatırına sigara içmeyi temelli bırakabilir.

ABD'de yayımlanan ''Tobacco Control: Tütün Denetimi'' dergisinde çıkan araştırmaya katılanların yüzde 28'i, ''kedi-köpek ve diğer beslenen hayvanların duman altı içiciliğinden ciddi zarar görebileceklerini'' düşünerek ''bırakmayı denerim'' dedi.

Araştırmaya katılanların yüzde 21'i de ''sigarayı bırakmayı düşünürüm'' cevabını verdi.

ABD'de 71 milyon kişi evinde hayvan besliyor ve besleyenlerin beşte biri sigara (veya nargile-pipo-puro) içiyor.

Nüfusu 300 milyonu aşkın ABD'de sigara içenlerin oranı yine beşte bir.

Araştırmayı yürüten Detroit Henry Ford Sağlık Sistemi kuruluşundan Sharon Milberger, ''Kişinin beslediği hayvanı çocuğundan veya kendinen fazla sevmesi önemli değil. Sırf hayvanı düşünerek bırakma güdüsü kuvvetli olabilir'' dedi.

Hayvan besleyenlerin yüzde 16'sı sigara içen konuğuna ''bırakmasını tavsiye edeceğini'' belirtirken, yüzde 24, ''misafire evin dışında içer misiniz'' diye ricada bulunacağını belirtti.
#42 - Şubat 09 2009, 21:15:17

Sokaktaki çiğköftelere dikkat

Sokak aralarında satılan çiğköftelerin paraziter hastalıkların yayılmasına neden olduğu açıklandı.


Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bilal Dik, sokak aralarında satılan çiğ köftelerin paraziter hastalıkların yayılmasına neden olabildiğini söyledi.

Dik, et, pastırma, sucuk ve kavurma gibi et ürünleri ile sakatatların beslenmedeki öneminin büyük olduğunu belirtti.

Buna karşın et ve sakatatlarla insanlara doğrudan veya dolaylı yollarla bulaşan birçok paraziter hastalık olduğunu ifade eden Dik, ''kaçak ve kontrolsüz kesimler, sağlıksız ortamlarda hazırlanan et ve et ürünlerinin tüketilmesi, birçok paraziter, viral ve bakteriyel hastalığın insanlara bulaşmasına, hatta ölümlere sebep olabiliyor'' dedi.

HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELER?

Prof. Dr. Dik, doğrudan ve dolaylı yollarla bulaşan paraziter hastalıklar arasında en önemlilerinin tenyalar, solucanlar, tek hücreli parazitler ve kistik ekinokokkozlar (kurtçuk hastalığı) olduğunu dile getirerek, bu parazitlerin, türlerine göre iştah bozukluğu, karın ağrısı, bulantı, ishal, kabızlık, görme bozukluğu, ateş, kulak çınlaması, koma hali ve sara benzeri belirtilere yol açabileceğini, hatta bazılarının ölüme dahi neden olabildiğini bildirdi.

SOKAK ARALARINDA SATILAN ÇİĞ KÖFTE SAĞLIKSIZ

Et, et ürünleri ve sakatatlarla doğrudan bulaşan paraziter hastalıklardan korunmak için, bunların çiğ veya az pişmiş olarak tüketilmemesi gerektiğini vurgulan Dik, şunları kaydetti:

''Fakat, çiğ köftenin sokak aralarında rahatlıkla satılması, bazı davetlerde özellikle çiğ köfte ikram edilmesi, paraziter hastalıkların yayılmasına neden oluyor. 2004 yılında İzmir'de bir salgın ortaya çıkmış ve aynı yerden çiğ köfte yiyen yaklaşık 300 kişiden 100 kadarında daha çok domuz etinden bulaşan parazite rastlanmış. Yapılan tetkiklerle, söz konusu salgının aynı parazitten kaynaklandığı doğrulanmıştı. Bu çiğ köftelerin de bir kısmının saf domuz etinden yapıldığı, bazılarına da domuz eti karıştırıldığı ifade edilmişti. İzmir'de çıkan bu salgın, konunun ne kadar önemli olduğunu açıkça göstermektedir.

Çiğ köfte ne kadar çok acıyla yoğrulursa yoğrulsun hastalık bulaşma riski azalmaz. Çünkü çiğ köfteye atılan acı, çiğ et içindeki hastalığa neden olan paraziti öldürmez. Çiğ köftenin tüketilmemesi en doğru olanı.''

PİŞMEMİŞ ET TENYALARIN BULAŞMASINI KOLAYLAŞTIRIYOR

Prof. Dr. Dik, ayrıca kadınlarda özellikle sarma ve dolma yaparken tadına bakma alışkanlığının tenyaların ve toksoplasmozun bulaşmasını kolaylaştırdığını belirterek, et ve et ürünleriyle ilgili mesleklerle uğraşan kişilerin bilgilendirilmesi, çiğ et yeme ve çiğ etle uğraşmanın risklerinin anlatılması gerektiğini vurguladı.

El ve tırnak temizliğinin hastalıklara karşı korunmada büyük önem taşıdığını anlatan Dik, şöyle devam etti:

''Etlerle uğraşılırken eldiven giyilmeli. Etler küçük parçalar halinde doğranmalı ve kısık ateşte pişirilmelidir. Sucuk ve pastırma gibi et ürünleri olgunlaştıktan sonra yenilmelidir. Sığır etlerindeki sistiserkler (tenya larvası) sucukta 7 gün, pastırmada 14 gün içinde canlılığını kaybettiğinden dolayı, bu ürünler belirtilen süreden önce tüketilmemelidir. Sistiserkler sıfır derecenin altındaki sıcaklıklarda kısa sürede öldüğü için, bu şekilde değerlendirilen etlerde bu parazitin bulaşma riski ortadan kalkmaktadır.''

Prof. Dr. Dik, et ve sakatatlarla bulaşan hastalıkların kontrolünde mezbahalarda mutlaka bir veteriner hekim görevlendirilmesi, hastalıklı organ ve dokuların yakılması için bir yakma fırın yapılması veya derin çukurlara gömülerek üzerleri sönmemiş kireçlerle kapatılması gerektiğini sözlerine ekledi.
#43 - Şubat 15 2009, 03:38:40

Bebeği yürüteçle yürütmeyin

Yürüteçler, bebekleri fiziksel, zihinsel ve psikolojik açıdan olumsuz etkileyebilir.

AtaŞehİr Memorial Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü'nden Uz. Dr. Esra Dolar, yürüteçlerin bebekleri fiziksel, zihinsel ve psikolojik açıdan olumsuz etkileyebileceğini belirtti.

Dr. Dolar, 'Yürüteç bebeğin doğal yürüme dönemleri sırasında duraklamaya ve kesintiye neden olur. Omurga eğrilikleri, ayak deformiteleri, kalça problemleri görülebilir. ABD'de yapılan araştırmalarda 1-12 ay arasında geçirilen kafa travmalarının nedenleri arasında, yüzde 90 oranında yürüteç kazaları tespit edilmiştir' dedi.
#44 - Şubat 15 2009, 03:39:19

Türk erkeğini utandıran hastalık

Türk erkeği prostattan değil, utançtan ölüyor

Genç Türk erkekleri arasında prostat kanserine yakalanma oranı yaşlı Avrupalı erkeklerle aynı seviyelere geldi. Tek fark Türkler utandıkları için doktora geç gidiyor.

PROSTAT ve mesane kanserilerine endüstrileşmiş Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da, Asya ve Ortadoğu ülkelerine oranla on kat daha fazla rastlanıyor. Genç nüfusuyla öne çıkan Türkiye ise yaşlılık hastalığı olan bu kanserlere yakalanma oranında Avrupa'ya yaklaşırken doktora gitme konusunda çok ihmalkar davranıyor.

Türk Üroloji Derneği'nin KKTC'de düzenlediği Üroonkoloji Kış Sempozyumu'nda uzmanlar prostat, mesane, penis, böbrek gibi kanser tiplerinde erken teşhisin hayat kurtardığına dikkat çekti. Sempozyum Eşbaşkanı Derya Balbay, hastalıkların tanı ve tedavisinde artık farklı teknik ve tedavi yöntemleri kullanılmaya başlandığını dile getirdi.


Sempozyumda görüştüğümüz İzmir Yeşilyurt Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden Uzman Dr. Mahmud Mustafa, tıbbın prostat ve mesane kanserinin tedavisinde önemli ilerlemeler kaydetmesine rağmen, doktora geç gitme sebebiyle geciken teşhisin hayatlara mal olduğu vurgulandı. Dr. Mustafa, Türk erkeklerinin doktora genelde son aşamada gitmeleri yüzünden kanserin durdurulamaz noktalara geldiğini, oysa erken tedaviye başlandığında kanserden kurtulma mümkün olurken yaşam kalitesinin de büyük oranda iyileştiğini söyledi.

ORTADOĞU'DA ÇOK DÜŞÜK
Dünyanın en önemli üroloji cerrahlarından Lübnan Beyrut'taki Amerikan Üniversitesi Hastanesi'nin Klinik Şefi Prof. Dr. Raja Khauli de, prostat ve mesane kanserinin Ortadoğulu erkeklerde daha az görünmesine rağmen doktora gitmeme sebebiyle hayatlarını kaybettiklerini ifade etti. Ortadoğu'da deniz ürünleri, Akdeniz tipi beslenme olan ülkelerde daha az prostat kanseri vakasına rastladıklarını belirten Prof. Dr. Khauli, kırmızı etin ağırlıkla tüketildiği bölgelerde yoğunluğa dikkat çekti. Khauli, özellikle Suudi Arabistan, Katar gibi diğer ülkelerde rakamların çok düşük olduğunu söyledi. Sempozyumda ayrıca Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde Doç. Dr. Eyüp Gümüş'ün 56 yaşındaki Recep Önal'a 'Da Vinci' robotu ile yaptığı prostat kanseri ameliyat da canlı olarak yayımlandı.


#45 - Şubat 15 2009, 03:39:54

Sigara 70 milyon lira

Türkiye'de, sigara almak için günde 70 milyon lira harcanıyor

Sigara kullanımının yüksek olduğu ülkelerin başında gelen Türkiye'de, sigara almak için günde 70 milyon lira harcandığı bildirildi.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir, “Ulusal Tütün Kontrol Programı” çerçevesinde Bursa Sağlık Müdürlüğünde düzenlenen toplantıda, “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkındaki Kanun”un kapsamının, 19 Temmuzda restoran, bar ve kahvehaneleri kapsayacak şekilde genişleyeceğini belirtti.

Kapsamıyla Türkiye'yi dünyadaki 13 ülkeden biri haline getiren kanunla, sigara içmeyenin sağlığının korunması ve içilmesinin azaltılmasının hedeflendiğine işaret eden Bilir, kanunların uygulandığı ölçüde hayat bulduğunu, bu nedenle ilgili tüm kuruluşlara büyük görev düştüğünü anlattı.

Türkiye'de günde 70 milyon liranın sigara için harcandığını belirten Bilir, şunları kaydetti:

“Yani yılda 25,5 milyar lirayı, sağlığımızı bozmak için harcıyoruz. Sigara kullanımının yol açtığı hastalıkların tanı ve tedavisi için de bir bu kadar daha kaynak harcanıyor. Bu, Türkiye'nin bütçesinde önemli bir miktarı oluşturuyor. Ayrıca yabancı tütün firmalarının ağırlık kazanmasıyla, sigara için harcanan paranın önemli kısmı da yurt dışına gidiyor.”

“ULUSAL TÜTÜN KONTROL PROGRAMI”
Prof. Dr. Bilir, “Ulusal Tütün Kontrol Programı” çerçevesinde Dünya Sağlık Örgütü, Bloomberg Vakfı gibi uluslararası kuruluşlardan 10 temsilci ile Türkiye'den 10 uzmanın, 7 gruba ayrılarak sigara kullanımına ilişkin çalışma yaptığını dile getirdi.

Bilir, grupların bir araya gelerek durum değerlendirmesi yapacağını ve gelecek hafta şu anki eksikliklerin ve “Ulusal Tütün Kontrol Programı”nda geliştirilmesi gereken yanların yer alacağı bir rapor hazırlayacaklarını ifade etti.

Bloomberg Vakfı Sigara ile Mücadele Küresel Girişiminden Dr. Neena Prasad ise orta ve düşük gelir grubuna sahip 15 ülke için sigarayla mücadele programları ürettiklerini belirterek, Türkiye'nin dünya sigara tüketiminin 3'te 2'sini kapsayan bu ülkeler arasında 8. sırada yer aldığını kaydetti.
#46 - Şubat 15 2009, 03:40:26

Öğrencileri bekleyen tehlikeli hastalıklar

Okul-kreş gibi toplu ortamlarda bu hastalıkların sayısı artıyor.

Kış aylarında soğuğa bağlı direnç düşmesi sonucu hastalık sayısı özellikle okul- kreş gibi toplu ortamlarda artmaktadır. Virüs ve bakteriler damlacık enfeksiyonu şeklinde çocuktan çocuğa bulaşır. Bu damlacıklar saatlerce havada asılı  eşyaların üzerinde aktif olarak kalabilmektedirler ve bu eşyaları ele alan, ağzına götüren çocuk enfeksiyona yakalanır.  Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Keyhan Fidan, kış aylarında çocuklarda en sık görülen enfeksiyonlar ve tedavi yöntemleri hakkında bilgiler veriyor.

Pnomoni ( Zatürre)

Akciğerde bulunan hava keseciklerinin iltihabı olduğundan oksijen alışverişi etkilenebilir ve O2 düşer, bu yüzden hastanın genel durumu daha kolay bozulur. Kronik hastalığı olanlar, küçük çocuklar ve yaşlılarda bu hastalık daha ağır seyreder. Virüsler ve bakteriler hastalığa sebep olabilir. Ateş 39 seyreder, öksürük ve balgam en önemli bulgularıdır.

Bronşit:
 
Büyük havayollarının iltihabıdır. Akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılır. Akut bronşitte etken sıklıkla virüslerdir. Ayrıca bakteriyel enfeksiyonlar, pasif sigara içiciliği ve mide içeriğinin akciğerlere kaçması denilen reflü de akut bronşite neden olabilir.

Esas yakınma öksürük ve balgamlı kusmadır. Tedavide bol sıvı alınması, istirahat ve sigara dumanından uzak durmak gerekir. Bakteriyel enfeksiyonlarda ise antibiyotik başlanabilir. Kronik bronşit yakınmaları  4 haftadan uzun sürmesi halinde düşünülür. Ancak bu durumda mutlaka altta yatan bir hastalık vardır. Bu genellikle astımdır. Ayrıca  tüberküloz, kistik fibrozis, yabancı cisim ve bağışıklık yetersizliği gibi başka hastalıklar aramak gerekir. Tanıda bu hastalıklara yönelik tanı testleri kullanılır. Tedavide ise saptanan hastalığa uygun ilaçları kullanmak gerekir.   

Bronşiyolit:

Solunum yollarının en küçük dalları olan bronşiyollerin (bronşçuk) enfeksiyon nedeni ile daralması sonucu oluşur. Akut bronşiyolit; erken yaşamda üst solunum yolu bulguları sonrası gelişen hışıltı ile giden hastalık olarak tanımlanabilir. Bronşiyolit ülkemizde kış aylarında epidemilere yol açar. Daha çok bir yaşın altında olmak üzere  kalabalık ortamda yaşayan, sigara dumanına maruz kalan ve anne sütü almayan bebeklerde daha sık görülür. Sıklıkla viral etkenler bazen bakteriyel enfeksiyonlar da  bronşiyolite yol açar. İlk bulgular burun akıntısı, öksürük ve hafif ateş gibi üst solunum yolu infeksiyonu şeklindedir. Bir-iki gün içerisinde bunu solunum sayısında artış, göğüste çekilmeler  ve hışıltılı solunum izler. Huzursuzluk, beslenme güçlüğü ve kusma gözlenebilir. Fizik muayenede solunum sayısı artmıştır, taşikardi vardır. Vücut ısısı normal olabileceği gibi yüksek ateş de görülebilir. Konjünktivit, otit ve farenjit de bazı hastalarda eşlik edebilir. Morarma ve nefes durması  görülebilir. Karaciğer büyüyebilir, bu bulgu akciğerlerdeki aşırı havalanmaya bağlı olabilir. Radyolojik olarak her iki akciğerde havalanma fazlalığı gelişebilir. Klinik ve radyolojik olarak akut bronşiyolit düşünülen hastalarda etkenin gösterilmesi için başka  incelemeler yapılması rutinde önerilmez.

Gastrointestinal Sistem İnfeksiyonları:

-  Gastroenterit: Bulantı, kusma, ishal ve karında rahatsızlık oluşur.

- İshal-diyare: Sulu ishal ve elektrolit kaybı vardır.

-  Dizanteri: Karın ağrısı, kramp,kanlı mukuslu ishal olabilir.

-   Rotavirus: Eylül - Nisan ayları arasında çocuk ve yaşlılarda görülür. Ateş, kusma, bulantı ve sıvı kaybı vardır. Başlama süresi 2 - 4 gün, diyare uzarsa dehidratasyon ile hastaneye yatış olabilir. Rotavirüs çok bulaşıcıdır. Mikrop bulaşmış su veya gıdayla, mikrobu taşıyan eller yoluyla vücuda alınır. Yuva gibi kalabalık ortamlarda, özellikle çocuklar tuvaletten sonra ve yemekten önce ellerini yıkamayı unuttuklarında kolayca yayılır. O kadar bulaşıcıdır ki, genel hijyen koşulları ne kadar iyi de olsa, hemen her çocuk 5 yaşını doldurmadan rotavirüs ishali geçirmiş olmaktadır. Ülkemiz gibi ılıman iklim kuşağındaki ülkelerde, kış aylarında görülür. Özellikle 2 yaş altı küçük çocuklar etkilenir. Erişkinde ise, daha hafif seyreder. 

#47 - Şubat 17 2009, 16:20:43

Spor yaparken gözlere dikkat

Soğuk havada yapılan spor göz sağlığınızı bozabilir

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr Nilüfer Alpaslan, kuru ve soğuk hava koşullarında spor yapan kişilerde gözde yanma, batma, kızarıklık ve bulanık görme gibi semptomların kuru göz hastalığını işaret edebileceğini belirtti.

Prof. Dr. Alpaslan, yaptığı yazılı açıklamada, kışın en çok tercih edilen spor dalının kayak olduğunu, ancak kayağın özellikle göz sağlığı açısından önemli tehlikeler içerdiğini kaydetti.

Kuru hava ve rüzgarın ''kuru göz hastalığını'' tetikleyerek göz sağlığını olumsuz yönde etkilediğine işaret eden Alpaslan, açıklamasında ''Kuru ve soğuk hava koşullarında spor yapan kişilerde gözde yanma, batma, kızarıklık ve bulanık görme gibi semptomlar ortaya çıkabilir. Bu belirtiler çok yaygın olduğu halde farkında olmadığımız kuru göz hastalığını işaret edebilir'' ifadesine yer verdi.

Alpaslan, halk dilindeki ''göz kuruluğunun'' tıp dilinde ''keratokonjunktivitis sicca'' denen hastalık olduğunu ve bunun da gözyaşı üretiminin azalmasıyla ortaya çıktığını belirtti. ''Gözyaşı, gözün sağlıklı kalmasını ve göz kırpma hareketini yaparken rahat hissetmemizi sağlar. Bazı insanlarda gözyaşı üretimi azalır veya üretilen gözyaşı kalitesinde bozulma meydana gelir. Bu durumda ortaya çıkan rahatsızlık 'kuru göz' olarak bilinir'' görüşünü dile getiren Alpaslan, gözlerin göz yüzeyini korumak için kesintisiz bir gözyaşı tabakasına gereksinim duyduğunu ve buna da ''gözyaşı filmi'' dendiğini dile getirdi.Alpaslan, şu bilgileri verdi:

''Doğal gözyaşı filmi, kornea üstünde sağlıklı bir göz yüzeyi yaratmasına ve gözün tamamını kayganlaştırmasına ek olarak, enfeksiyonla savaşma işlevi görür, önemli beslenme sağlar ve net görüş için hayati öneme sahiptir. Uzun süreli gözyaşı üretimi azaldığı zaman, gözün ön kısmında kalıcı hasar ve skar (yara izi) oluşumu ihtimali ortaya çıkar. Ciddi bir göz kuruluğu durumunun zaman içinde tedavi edilmediği vakalarda, enfeksiyon riskinde artış ve görmede ciddi bozulma meydana gelir.

Suni gözyaşları, kuru göz hastalığının başlıca tedavi yöntemidir. Dünya çapında birçok suni gözyaşı bulunmaktadır ve aralarındaki farklılıklar, içerdikleri etken maddeye ve ambalajına göre değişir. Suni gözyaşları sadece göz yüzeyini yıkayıp uzaklaşırken, kronik kuru göz hastalarında suni göz yaşı tedavisi tek başına yeterli olmamaktadır. Bu hastalarda gözyaşı üretimi ile gerekli dokularda etkisini göstererek, kişinin doğal gözyaşı yapımını arttıran ilaçlar kullanılır.''

#48 - Şubat 17 2009, 16:21:31

Diyet efsanelerine kanmayın

Kulaktan kulağa yayılan bazı yanlış bilgiler, diyet yapanlara yarardan çok zarar veriyor.

Zayıflamak için en doğru yolun “dengeli beslenip günlük yaşam aktivitelerini artırmak” olduğunu her fırsatta dile getirmemize rağmen deyim yerinde ise “Efsane”ler kulaktan kulağa çok daha hızlı yayılıyor. Bugün gerçek olmayan üç efsane ve bilimsel açıklamalarını sizlerle paylaşmak istedim. Sağlıklı olmak için hayatınızı zorlaştırmayın, daha esnek ama belirli bir çerçeve içinde bir beslenme modelini tercih edin.


EFSANE 1
Diyette havuç, mısır ve bezelyeyi unutun
GERÇEK: Bu sebzeler yavaş sindirilen lif içerir ve doygunluk hissinizi artırır. Günlük diyetinizden bu nişastalı sebzeleri uzaklaştırmak yerine diğer sebzelerle birlikte rahatlıkla tüketebilirsiniz.
Havuç: İçerdiği A vitamini ile iyi bir antioksidandır. 100 gramında (yaklaşık bir orta boy) 42 kalori içerir. Orta büyüklükte yarım havuç A vitamininin günlük gereksinimine yüzde 67 oranında katkı sağlar. Havuç, bilinen en iyi karotenoid kaynaklarındandır. A vitamini de yağda eridiği için havucun biyoyaralılığını artırmak için yağ eklenerek tüketilmelidir. Kilo verme diyetlerinde havuç yeşil salata içinde renk olarak yer alıyor ise rahatlıkla tüketebilirsiniz ama sadece havuç salatası tüketmek isterseniz yanında yoğurt ve tam tahıl ekmeği ile bir öğün olarak düşünülebilir.
Mısır (taze): Mısır; B1 (tiamin), B5 (pantotenik asit), folat, lif, C vitamini, fosfor ve maganezin iyi bir kaynağıdır. İçeriğindeki folat ile kalp sağlığını destekleyici etki göstermektedir. Folat, doğum anomalilerini engellemenin yanı sıra homosistein seviyelerini düşürmeye yardımcı olmaktadır. Ayrıca içeriğindeki yüksek tiamin ile hafızayı korumaktadır. Pantotenik asit yardımı ile stres altında dahi enerji üretimini desteklemektedir.  1 dilim ekmek yerine 2 çorba kaşığı haşlanmış mısır veya 1 su bardağı patlamış mısır yiyebilirsiniz.
Bezelye: 100 gramında 84 kalori içerir. Çözülebilir lif içeriği ile kabızlığı önler ve kalp damar sağlığının korunmasında, özellikle kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürmesiyle etkilidir. Bezelye, 8 vitamin, 7 mineral, lif ve protein içeriği ile günlük diyette yer alması gereken önemli bir besindir. C vitamini, K vitamini, manganez, lif, folat ve tiamin  çok iyi bir kaynağıdır. Aynı zamanda  A vitamini, fosfor, B6 vitamini, protein, niasin, magnezyum, riboflovin   (B2 vitamini), bakır, demir, çinko ve potasyumun iyi bir kaynağıdır.
Bezelye özellikle kemik sağlığının devamlılığı için önemli besin öğeleri içerir. K vitamini bu konuda görev yapar. Ayrıca içeriğindeki folik asit ve B6 vitamini ile kardiovasküler sağlık için önem taşır. 


EFSANE 2
Öğünler dışında atıştırmayın
GERÇEK: Arada yapılan atıştırmalar iştah kontrolünde en büyük yardımcılardır! Üstelik ana öğünlerde çok yemek yemenizi önler. Kilo kaybetmek istiyorsanız günde 5 - 6 öğün tüketmeniz gerekiyor, bu şekilde kan şekeri dengesi ve metabolizmayı hızlandırma daha kolay olur. Ancak burada önemli olan nokta, atıştırmalık olarak hangi besinleri seçtiğimizdir. Kalorisi yüksek cips, şeker ve kurabiyelerden uzak durmalısınız. 100 - 200 kalori civarında sağlıklı seçimler yapabilirsiniz. Ara öğünlerde protein ve lifin beraber yer alması sizi oldukça tatmin edecektir. Örneğin; elma dilimleri ile 1 - 2 kaşık fıstık ezmesi, tam tahıllı kraker ile ayran veya az yağlı yoğurt ile meyve veya kuru kayısı ile ceviz gibi.


EFSANE 3
Kırmızı etten uzak durun
GERÇEK: Vejetaryen beslenmede olduğu gibi günlük diyette etin yer almaması daha az kalori alınacağı anlamına gelmez. Şöyle düşünün; kremalı bir pasta, patates ve pane edilmiş sebze kızartmaları. Hepsi de etsiz yapılan yiyecekler ancak hepsi de bol kalori ve yağ içermekte.
Bu nedenle vejetaryen olan her yemeğin kilo vermenize yardımcı olacağını düşünmeyin.
Çeşit çeşit yağlı peynir, yağda pişirilmiş yiyecekler ve hazır yiyecekleri tüketmek ile az işlem görmüş sebze ve meyve, tam tahıllı besinler ve kuru baklagilleri tüketmek arasında büyük farklar bulunmaktadır. Eğer etsiz bir beslenme tercih edecekseniz, vejetaryen besinlerin etiket bilgilerine, atıştırmalık ürünlere ve şekerlemelere iki kere dikkat etmelisiniz. Görünür yağı ayrılmış kırmızı etin sağlıklı bir diyetin parçası olduğu da unuymayın.
Kırmızı et günlük beslenme için önemli demir, magnezyum ve çinko için önemli bir kaynaktır. Eksik tüketimi özellikle çocuk ve gençlerde büyüme ve konsantrasyon güçlüğü yaratabilir.

#49 - Şubat 20 2009, 13:58:01

Bu cihaz olsa Kemal Sunal ölmezdi

Havalimanlarına elektroşok cihazı...

Türk Kardiyoloji Derneği, Atatürk, Esenboğa ve Adnan Menderes havalimanları'na, kalp krizi vakalarında kullanılmak üzere dörder adet otomatik elektroşok cihazı bağışladı. Cihazları havalimanlarının kritik noktalarına monte ettirdiklerini belirten Dernek Başkanı Prof. Dr. Çetin Erol, 2000 yılında bindiği uçakta geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Kemal Sunal'ın, bu cihazın uçakta bulundurulması halinde şu an hayatta olabileceğini söyledi.

İSTANBUL (AJANS HABERTÜRK)

Halkın kalp ve damar sağlığını korumayı amaç edinen Türk Kardiyoloji Derneği (TKD), yolcu yoğunluğunun en çok olduğu dört havalimanına kalp sağlığı desteğinde bulundu. Dernek, son 10 yılda ölümle sonuçlanan 50'den fazla kalp krizi vakasının yaşandığı İstanbul Atatürk, Ankara Esenboğa ve İzmir Adnan Menderes havalimanlarına dörder adet otomatik elektroşok cihazı hibe etti. Fiyatı 3 bin dolar olan elektroşok cihazı, kalp krizi geçiren yolcunun hayata döndürülmesi için son derece önemli.

Kullanımı çok kolay

Cihazları havalimanlarının kritik noktalarına monte ettirdiklerini belirten TKD Başkanı Prof. Dr. Çetin Erol, "Bu cihazlar ani kalp durmalarında hastaya ilk 5 dakikada müdahale etme imkanı sağlıyor. Bugüne kadar dört havalimanında 87 personel ve 8 hekime cihazın kullanımı konusunda eğitim verdik. Ancak bu cihazlar tıp eğitimi olmayan insanların da güvenle kullanabildiği, kalbi yeniden çalıştıran özelliklere sahiptir. Zamanında etkili müdahale, ani kalp durmalarında yüzde 80'e varan oranda hastalara hayata dönme şansı tanımaktadır." diye konuştu. Bir gazetecinin "Kemal Sunal uçakta geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmişti. Bu cihaz olsa yaşar mıydı?" şeklindeki sorusuna "Bu cihaz o dönemde uçakta olsaydı Kemal Sunal şu an hayatta olabilirdi" dedi.

Ölümlerin yüzde 48'i kalpten

Her yıl yüz ölümden 48'inin kalp ve damar hastalıklarından kaynaklandığına dikkat çeken Erol, "Önlem alınmazsa 20 yıl içinde bu hastalıklardan ölenlerin sayısı 205 bin'den 400 binlere çıkacak. Havalimanlarımızda hızla artan uçuş sayıları ve yolcu yoğunluğu öncelikle buralarda yeni bir atılımı zorunlu kıldı" dedi.

THY'nin uzun menzilli uçaklarında var

THY uçaklarda kalp elektrosok (defibrillatör) cihazı bulundurmaya başladı. Türk Hava Yolları (THY), ABD'nin getirdiği zorunluluk üzerine uçaklarda 2004 yılından itibaren kalp elektroşok cihazı (defibrillatör) bulundurmaya başladı. THY, ABD Federal Havacılık Dairesi'nin (FAA), kendisine gelen ve giden tüm ticari uçaklarda bu cihazlardan bulundurma zorunluluğu getirmesi üzerine, 2002 yılında defibrillatör alımına karar vermişti. THY'den ilk etapta uzun menzilli "A 340'' uçaklarında hazır bulundurmak üzere söz konusu cihazın alımına karar verilmiş ve 12 Mayıs 2004'ten itibaren bu cihazların uçuşlarda bulundurulmaya başlanmıştı. Uzun menzilli A 340'lara yerleştirilen cihazlarıyla gerekli müdahaleleri, eğitim almış kabin personeli yapıyor. İstatistiklere göre elektro şok cihazı kullanıldığı takdirde kalbin durmasından itibaren ilk 8 dakika içinde hastaların ortalama yüzde 40`ı kurtulabiliyor.
#50 - Şubat 20 2009, 13:58:44

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.