Alternatifim Cafe

Dünya Dönüyor => Tarih => Konuyu başlatan: kartopu - Temmuz 24 2006, 09:16:29

Başlık: Lozan Nihai zafermidir.
Gönderen: kartopu - Temmuz 24 2006, 09:16:29
     Lozan nihaî zafer mi?

        Lozan’ı kendi koşulları içinde Türk milletinin kazanımlarının bir başlangıcı değil de ulaşılmış en son bir aşama olarak gördüğünüzde bırakın Osmanlının devasa hinterlandı ve Misak’ı Milli sınırları içerisinde etkin ve yetkin olmayı, bugünkü sınırlarınızı dahi koruyamaz ve aynı zamanda ABD, evangelist ve Siyonist cephenin ürettiği politikaların objesi durumuna düşersiniz. Son zamanlarda alışılmadık bir şekilde bazı kesimler tarafından Lozan barış anlaşmasının  bayram havasında kutlanması her şeyden önce Türk milletinin tarihsel ve toplumsal hafızasını yeniden gözden geçirmesini zorunlu kılmaktadır. Zira Cevdet Paşa’nın deyimi ile  “tarih bilmeyen bireyler, pusula bilmeyen gemi kaptanlarına  benzerler, hepsi de gemiyi karaya oturturlar.”  Hele inançlarını yitirmişlerse gemiyi kurtarıp tekrar yüzdürmeleri ise asla mümkün değildir. Lozan  antlaşması gibi bir çok antlaşmaya,  imzalandığı  dönemin sosyo-politik, askeri ve ekonomik koşullarını göz önüne almadan, hiçbir analitik bakışa ve kritiğe  yer vermeksizin   onu  bir milletin kazanılmış en büyük zaferi olarak görmek,  yahut  en hafif şekli ile bir  hezimet  olarak nitelemek  daha çok kendi tarihlerini ve tarih felsefesini  inşa  edemeyen  sosyal muhayyilesi ve siyasal aklı alinasyona  (yabancılaşmaya) uğramış  toplumların karakteristik  tarih anlayışını oluşturur. İşte Türkiye  bu anlayışın  sergilendiği tipik ülkelerden biridir. Zira  global düzeyde dünyanın en muhteşem imparatorluklarını kurmuş, hakkın ve adaletin simgesi olmuş,  tarihsel yürüyüşü en az M.Ö. 300’lerde  başlamış bir milletin tarihini 1923’ten başlatmak kelimenin tam anlamıyla  tarihsel hafızamızın, kendi tarihsel ve toplumsal kimliğimize aykırı olarak dönüştürüldüğünü, yeniden inşa edilip (reconstraction) tam bir yabancılaşmaya kanalize olduğunu ifade eder. Çünkü Lozan ne bir hezimettir ne de milletimizin  ebediyete kadar kazanılmış muhteşem zaferidir.
        Misak-ı Millî sınırları korunamadı
        Lozan bir boyutu ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin  o dönemin koşullarında, gücü ölçüsünde işgal  edilmiş ve parçalanmış devasa imparatorluktan, sadece Anadolu topraklarının kurtarılmasını ve bu topraklar üzerinden asla Osmanlının hiterlandı üzerinde hak ve siyasi etkinlik iddia etmeyeceğini ifade ettiği gibi;  bir yönüyle de, referansları İslam’a dayanmayan,  felsefi ve kuruluş ilkelerini  kendisini işgal eden Batılıların  aydınlanmacı ve modernist  pradigmasından alan laik bir cumhuriyetin kurulmasını sembolize eder. Bilindiği gibi Lozan’da yapılan anlaşmada, bütün çabalara rağmen,  misak-ı milli sınırları olarak kabul edilen Batı Trakya, On iki Adalar, Musul, Kerkük, Batum hatta halk tercihiyle bize katılan Hatay ilimiz dahi işgalcilerden alınamamıştır. Ancak bu durumu illa mutlak anlamda bir hezimet olarak nitelemek doğru değildir. Zira tarih bir övgü ve sövgü temeli üzerine kurulamaz ve anlaşılamaz. Doğrusu şudur ki, Ankara hükümeti Lozan’da  ancak gücü ve diplomatik manevra kabiliyeti ölçüsünde başarı kazanmıştır.Yani yeni cumhuriyetin ve Türk delegasyonunun ne misakı- milli sınırlarını koruyacak gücü vardı ne de Osmanlının tüm mirasına  sahip çıkmayı isteyen bir iradesi. Dolayısı ile Lozan’ı mutlak bir anlamda, kutsal bir başarı yahut dünyanın en kötü hezimeti olarak sunmak  objektiviteden tamamen uzak bir yaklaşım tarzıdır. Ancak tarihsel, toplumsal ve siyasal derinliği olmayan bazı siyasilerin, yazarların, akademisyenlerin Lozan’ı ebediyete kadar Türk milletinin kazanmış olduğu nihai bir antlaşma olarak sunmaları  uzak vadede emperyalistlerin amaçlarına hizmet eden mistifikasyonlardan başka bir şey değildir. Çünkü Lozan’ı nihai zafer kabul etmek zımmen  global düzeyde hak ve adaleti merkeze alan  imparatorluklar kurmuş bir maziden gelen Türkiye Cumhuriyeti’ni  Anadolu topraklarına sıkıştırmayı, bölgesinde etkisiz ve yetkisiz  bir devlet olmayı içine sindirmekle eş bir anlam taşır. Tıpkı Sevr anlaşmasında olduğu gibi, milletimizin Konya ve Kayseri havzasına haps edilmek istenmesi gibi. Filhakika Türkiye’nin derin stratejik sınırları, Edirne, Kars, Hakkari, Hatay ve İzmir’den başlamaz. Türkiye’nin derin stratejik sınırları en azından Batı’da Bosna Hersek, Doğu’da Batum, Bakü, Tebriz, Güneyde, Filistin, Şam, Bağdat, Musul, Kerkük, Telafer ve nihayet Kuzey’de Kırım ve Hazar havzasından başlar. Hattızatında buralarda vuku bulan her sosyo-politik, askeri ve ekonomik gelişmeler Türkiye’nin Jeostratejik ve Jeopolitik  konumunu, durumunu, güvenliğini yakından hatta doğrudan ilgilendirir.  Zira ülkemiz bu bölgelerden gelen milyonlarca vatandaşımızla doludur ve hakeza bu bölgelerde halen soydaşlarımız ve dindaşlarımız yaşamaktadır. Bundan dolayı Lozan’ı kendi milletinin tarihsel ve toplumsal kimliğine, kültürüne, değerlerine, sembollerine, anlam ve kavram çerçevelerine velhasıl sosyal ve siyasal muhayyilesine yabancılaşmış yarı aydın ve at gözlüğü ile meselelere bakan tarihçiler gibi aşılamaz en son kutsanmış bir zafer olarak görmek son tahlilde emperyalizme hizmet eden bir işlevi içerisinde barındırır. Neden? Çünkü Lozan’ı  kendi koşulları içinde Türk milletinin kazanımlarının bir başlangıcı değil de ulaşılmış en son bir aşama olarak gördüğünüzde bırakın Osmanlının devasa hinterlandı ve Misak’ı Milli sınırları içerisinde etkin ve yetkin olmayı, bugünkü sınırlarınızı dahi koruyamaz ve aynı zamanda ABD, evangelist ve Siyonist cephenin ürettiği politikaların objesi durumuna düşersiniz. Ve maalesef  özne olabileceğimiz politikalar üretemediğimiz gibi tam anlamıyla sınırlarımızı da  koruyamıyoruz . PKK istediği şekilde Irak, Suriye, İran, Ermenistan üzerinden  sızarak yerli işbirlikçilerin yardımıyla Türkiye’de hunharca eylemler yapmaktadır. Bilindiği gibi ABD Kongresi Lozan’ı kabul etmemiştir. Bunun siyasal ve diplomatik okuması gerçekte Türkiye sınırlarının ABD için tartışmalı olduğudur. Gerçi Lozan’ın altında imzası olan Avrupalı emperyalistlerde milyonlarca kilometre vatan toprağından güç bela kurtardığımız 780 bin kilometre kare toprağı ve coğrafi alanı içine sindirmiş değillerdir. Zira bu yargımızın en büyük delili bizim devletlülerin de zaman zaman itiraf ettği gibi sözde müttefiklerimizin etnik, kültürel ve insan hakları  gibi kavramların şemsiyesi altında PKK gibi bölücü örgütlere açıktan siyasal, ekonomik ve lojistik destek vermeleridir. Bu, açıktan  ta Malazgirt zaferinden itibaren Türkleri mutlaka Ural dağlarının ardına göndermek gerekir şeklimdeki Batılı ortak kanaati  açığa vurmak demektir.
          İslâm dünyası köleleştirilmek isteniyor
          Bundan dolayı diyebiliriz ki; Türkiye ve müttefiklerimiz sayılan ABD,  Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan ve  stratejik  ortağımız olarak ilan edilen İsrail  arasında,  PKK üzerinden ilan edilmemiş, örtülü, halktan gizlenen gizli bir çatışma cereyan etmektedir, öyleyse Türk askerine ve milletine PKK vasıtası ile  sıkılan bütün  kurşunlar  hakikatte, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi ile  özelde Türk milletlini, genelde tüm İslam dünyasını köleleştirmek isteyen  emperyalistlerin sıktığı kurşunlardır. Öyle ki, ülkemizdeki  PKK ve bölücü örgütlerin hamisinin Batı olduğu artık ayyuka çıkmıştır. İşte bütün bunları milletimizin sosyal muhayyilesine dayanan siyasal bir akılla değerlendirdiğimizde şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır: Lozan’ı kıyamete kadar  kazanılmış en büyük zafer olarak kabul etmek,  gücümüz yetmediği için zorla giydiğimiz bu  dar elbise ile yaşamayı kabul ettiğimizi, Türkiye’nin derin stratejik sınırlarını ilgilendiren bölgelerde hiçbir iddiamızın olmadığını, ABD; İsrail ve Siyonist cephe tarafından Ortadoğu’da sahnelenen politikaların küçük ve sadık bir takipçisi olarak  kalacağımızı kabul etmekle eş bir anlam taşır. Yine Lozan’daki kazanımları yeterli saymak global düzeyde hiçbir medeniyet iddiamızın olmadığını, bölgesel bir güç olarak dahi tarih sahnesinde yer almak istemediğimizi, sınırlarımızın yanı başında olan tüm hadiselere bigane kalacağımızı deklare etmek  anlamını içerir.  Lozan’ı aşılamayacak bir şekilde milletimizin ulaştığı en son başarı gibi sunmak  evrensel anlamda kendi tarihsel yürüyüşümüze uygun, bizi  tarih sahnesinde var kılan milletimize hayat ve kimlik veren  maddi ve manevi değerlerimizi merkeze alan bir tarih felsefesine ve dünya görüşüne sahip olmadığımızı onaylamak demektir.
         Tarih bilincimizi yeniden kazanmalıyız
          Velhasıl Lozan’ı  devasa bir imparatorluk deneyimi ve kültüründen sonra, Türk milletinin geldiği en son aşama olarak nitelemek  zımmen küçülmeyi, daralmayı, parçalanmayı içselleştirmek demektir. Çünkü Lozan bugünkü haliyle Türk milletine dar gelmekte, etrafında oluşan son derece hayati önem taşıyan hadiselere müdahele  etme anlamında yetersiz bırakmaktadır. Bu coğrafyada devlet olan bir millet, Ortadoğu’nun yapısı ve jeopolitik konumu  gereğince ya büyümek zorundadır ya da küçülerek koloni devlet haline dönüşmek. Tarihi tecrübe bu yargımızın en büyük delilidir. Zira küçülmeden, parçalanmadan büyümek zorunda olduğumuzu tarih ve coğrafya, aynı zamanda şanlı mazimiz biz istemesek de bir nevi bize dayatmaktadır. Biz Türk milleti olarak Lozan’da güç bela kazandığımız kazanımlarla yetinemeyeceğimize göre en azından tarihi bilincimizi yeniden kazanmak zorundayız. Böyle bir dönüşüm de Lozan’ı geldiğimiz en son aşama olarak gören politikalarla değil, onu geliştiren, aşan, kendi doğal uzantısı olan coğrafyalarda etkin ve yetkin bir politika realize etmekle mümkündür. Bunu başaramadığınız taktirde ABD, İsrail ve Avrupalı emperyalistlerin yanı başımızda Bağdat’ta, Musul’da, Kerkük’te, Filistin’de Tiflis’te, Bakü’ de, Balkanlarda, Bosna Hersek’te, Kafkasya’da hatta Kıbrıs’ta  yaptığı operasyonları ve kuşatmaları  engellemeniz mümkün değildir. Yine istemeyerek de  olsa imzalamak zorunda kaldığımız Lozan’ı  hiç bir şekilde kritiğe tabi tutmadan, analitik bir şekilde incelemeden hezimet veyahut  en büyük  başarı olarak sunmak gerçekçi bir tarihsel akılla bağdaşmaz.
Batı’nın dayattığı çürütücü anlayıştan vazgeçilmeli
               Artık Batı’nın bize dayattığı çürütücü,  ayrıştırıcı, çözücü, bunalım ve nihilite(hiçlik) üreten velhasıl öldürücü mikroplar taşıyan kültürünü, anlamlar ve kavramlar çerçevesini, bize ait olmayan  bir tarih ve toplum anlayışını,  körü körüne takip etmekten vazgeçmeliyiz.  Öyleyse Lozan nedir? Neyi sembolize eder? Lozan şüphesiz ne bir hezimettir ne de kutsanması gereken büyük bir başarıdır. O milletimizin milyonlarca evladını şehit vererek yeni Türkiye Cumhuriyeti olarak tarih sahnesine çıkmasının en önemli diplomatik adımıdır. O büyük bir zafer yahut  hezimet olmasının ötesinde, Türk milletinin yeniden büyük devlet olma sürecinde, sınırlı da olsa  kazandığı kazanımların kilometre taşını oluşturan, yeni Türk devletini uluslararası arenada tescil ettiren bir anlaşmadan başka bir şey değildir. Yani o, ulaşılması gerken bir ideal değil, milletimizin muhtemel olarak yapmak  zorunda olduğu  büyük tarihsel yürüyüşünün sadece diplomatik bir başlangıcıdır. Yapılması gereken Lozan’ı kutsamak veya  yerin dibine batırmak değil, onu istikrarlı  bir büyüme, ayakları yere basan bir yapılanmayla,  toplumun sosyal muhayyilesine (social imagination) dayanan siyasal bir akılla  aşmaktır.
                                                                      DR. LÜTFÜ ÖZŞAHİN