Alternatifim Cafe

Sağlık Haberleri

Discussion started on Sağlık

BESİN ZEHİRLENMELERİNE KARŞI YEDİKLERİNİZE DİKKAT EDİN



Besinlerin uygun ortamlarda saklanmaması, yeterli derecede pişirilmemesi ve hazırlanmaları sırasında hijyen kurallarına uyulmaması, besin zehirlenmelerine yol açıyor. Amerikan Hastanesi’nden Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Emin Yekta Kişioğlu, çok şiddetli enfeksiyonlarda bağırsak delinmesine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişebileceğini söylüyor.

Besin zehirlenmesi nasıl olur?

Besin zehirlenmesi bakteri, virus veya kimyasal toksinlerle kontamine olmuş veya temas etmiş besinlerin alınması ile gerçekleşen, kusma, ishal karın ağrısı ateş gibi belirtilerle seyreden hastalığa denir.

Besin zehirlenmesine neden olan nedir?

Besinler, temiz koşullarda ve uygun ortamlarda saklanmamaları, hazırlanmaları sırasında kişilerin ellerindeki mikropların bulaşması, yeterli derecede ısı ile pişirilmemeleri veya servis sırasındaki koşulların temiz olmamasından dolayı, mikroorganizmalar tarafından kontamine olurlar (kirlenirler). Bu durumda tüketilen besinlerin içindeki mikroorganizmalar veya bazı besinlerdeki kimyasal toksinler, sindirim sisteminde çeşitli yollarla hasara yol açarak zehirlenmeyi oluştururlar.

Hangi besinler zehirlenmeye daha çok neden olur?

Hemen hemen temiz koşullarda bulunmayan her besin zehirlenmeye neden olabilir. Ancak en sık zehirlenme salata, et, yumurta, kümes hayvanları, süt ürünleri ve kontamine su ile olur.

Besin zehirlenmesi nasıl belirtiler gösterir?

Bulantı, kusma, ateş, karın ağrısı ve ishal görülen belirtilerdir. Nadiren de olsa, sindirim sistemi belirtileri olmaksızın felç, hafıza kaybı, baş ağrısı, hepatit, menenjit ve düşük görülebilir.

Besin zehirlenmesinde ilk olarak yapılacaklar nelerdir?

Yukarıda saydığımız sindirim sistemi belirtileri olan hastalar öncelikle etraflarındaki kişilere de hastalığı bulaştırmamak için tuvalet ve el temizliklerine çok dikkat etmelidirler çünkü bu mikroorganizmaların çoğu dışkı yoluyla yayılabilir. Belirtiler görüldüğünde, bol sıvı ve su içilmelidir. Besin zehirlenmesi genellikle 2-3 gün içinde kendiliğinden düzelebilen bir durumdur. 2-3 gün içinde düzelme belirtisi yok ise mutlaka doktora başvurulmalı, doktora başvurmadan herhangi bir ilaç alınmamalıdır.

Besin zehirlenmesinin doğurabileceği sonuçlar nelerdir?

Kusma ve ishal gibi sindirim sistemi belirtileri dışında, sinir sistemini de etkileyen besin zehirlenmesi türleri az da olsa vardır. Ayrıca Hepatit ve Üre’ye neden olabilen mikroorganizmalar bulunmaktadır. Bazen ishal, dizanteri şeklinde yani kanlı ve mukuslu olabilir. Çok şiddetli enfeksiyonlarda bağırsak delinmesine kadar gidebilecek komplikasyonlar gelişebilir.

Besin zehirlenmesinden korunmak için nelere dikkat etmek gerekir?

Yiyecek alırken;

Donmuş bile olsa pişmemiş besin ile yan yana olan pişmiş besinleri tüketmeyin.
Hasarlı hiç bir konserve besini almayın.
Buzdolabında olmayan hiçbir kırmızı ve beyaz eti almayın.
Saklama;

Et ve balıkların diğer besinlerle temasını plastik kap veya ambalaj kullanarak önleyin.
Bozulabilecek besinlerin alındıktan sonra 1 saat içinde tekrar buzdolabına konması gerekir.
Buzdolabı içi 0-4 derece, buzluk ise -18 derecede tutulmalıdır.
Beyaz ve kırmızı etler, 48 saat içinde pişirilmeyecek ise dondurulmalıdır.
Balıklar 48 saat buzdolabında saklanabilir.
Yumurtaları buzdolabının kapağında (yeterli soğukluk olmayabilir) saklamayın.
Pişirilmiş yiyecekleri 2 saat içinde buzdolabına koyun.
Yemekleri ikinci kez yerken 74 derecede az ısıtın.

Yemek Hazırlama;

Yemek hazırlamadan önce ve çiğ et, balık ve yumurta elledikten sonra mutlaka ellerinizi sabunla yıkayın.
Donmuş et veya balıkları oda sıcaklığı yerine buzdolabında veya mikrodalgada çözün. Marine işlemini de oda sıcaklığı yerine buzdolabında yapın.
Çiğ et, balık ve yumurta ile temas eden mutfak gereçleri mutlaka çok iyi yıkanmalıdır.
Pişmiş ve pişmemiş yiyeceklerin birbirine temasını önleyin.
Taze sebze ve meyveyi çok iyi yıkayın.
Pişmemiş yumurta ile yiyecek hazırlamayın.

Pişirme;

Mümkünse et termometresi kullanın, dana ve kuzu etini 63 derece, beyaz eti ise 77-82 derece iç sıcaklıkta pişirin.
Yumurtaları sarısı katılaşana kadar pişirin.

Servis;

Gıdaları oda sıcaklığında 2 saatten fazla, oda sıcaklığı 32 dereceden yüksek ise 1 saatten fazla bırakmayın.
Dışarıda yemek yerken yapılabilecek tek şey güvendiğiniz ve bildiğiniz restoranlara gitmektir.

Besin zehirlenmesinde nasıl bir tedavi uygulanır?

Besin zehirlenmesi belirtileri çoğunlukla 2-3 gün içinde kendiliğinden geriler ve herhangi bir tedavi gerektirmez. Bu süre içinde bol miktarda su ve yağsız sıvı alınması, ishal ve kusma ile kaybedilen sıvının yerine konması için gereklidir. Kusma var ise bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir. Ancak çok şiddetli kusma ve çok fazla sıvı kaybı yapacak ishal varsa veya belirtilerde 2-3 gün içinde gerileme olmuyor ise doktora başvurmalıdır. O zaman destekleyici damardan sıvı tedavisi, zehirlenmenin nedeninin araştırılması ve gerekirse antibiyotik tedavisi gündeme gelebilir.

Halk arasında bilinen yanlış tedavi yöntemleri var mı, neler, yapılmaması gerekenler neler?

Bu konuda yapılan en sık hatalardan birisi ishali kesici ilaçların kullanılmasıdır. Bu durumda mikroorganizma veya toksinin bağırsaktan atılması gecikeceği için hastalığın hem seyri uzayabilir hem de şiddeti artabilir.

İkinci sık görülen yanlış davranış ise hemen antibiyotik kullanılmasıdır. Bu yanlışlık ise çok ciddi böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişmesinden, antibiyotiğe bağlı olabilecek bağırsak problemlerine kadar birçok ilave soruna yol açabilir.

Amerikan Hastanesi
Gastroenteroloji Uzmanı Dr. Emin Yekta Kişioğlu

#76 - Şubat 27 2009, 20:07:32
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


DOĞUM SONRASI BESLEMENİN 11 PÜF NOKTASI



Doğum sonrasında annelerin aklına gelen soruların ilki, fazla kilolardan nasıl kurtulacaklarıdır. Ama lohusalık döneminde kilolarınızı dert edinmeyin. Emziren annelerin hem kendilerini hem de bebeklerinin sağlıklarını ön planda tutması gerektiğini söyleyen Amerikan Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Ayşe Korkmaz kadınlara doğum sonrası beslenme ile ilgili ipuçları veriyor.

Aslında hamilelik döneminde uyguladığınız beslenme programıyla doğum sonrası beslenme planınız arasında pek fark yok. Süt kalitesinin iyi olması emzirme dönemindeki yeterli ve dengeli beslenme ile bağlantılıdır. Bu dönemde dikkat etmeniz gereken bazı hususlar var:

Öncelikle emzirmenin yoğun olduğu ilk 6 ayda kilo vermek için hiçbir zayıflama diyeti uygulamayın.
Özellikle yağlı yemekler yapmaktan kaçının. Daha çok ızgara veya buharda pişirme yöntemlerini kullanın.
Emzirme döneminde zayıflama diyeti uygulamayınız. Ancak aşırı yağlı, unlu ve şekerli gıdaları çok fazla tüketmemeye çalışınız.
“Sütüm olacak” diye kilolarca tatlı yemenize gerek yok. Çünkü şeker ve şekerli besinler sütünüzü artırmaz.
Aspirin bile olsa, doktorunuza başvurmadan ilaç almamalısınız. Bunlar sütünüze geçebilir veya sütünüzün azalmasına neden olabilir.
Doğumdan sonra emzirme döneminiz içerisinde günlük 2,5-3 litre sıvı almaya özen gösteriniz. Hazır meyve suları ve asitli içecekler yerine, az şekerli komposto suyu ve taze sıkılmış meye sularını tercih ediniz.
Hamilelikle birlikte aldığınız fazla kilolardan kurtulmak için ayda 1-2 kilodan fazla vermemelisiniz.
Canınız tatlı yemek istediği zaman sütlü tatlıları tercih ediniz. Böylece hem kilo kontrolü açısından hem de kalsiyum alımı açısından iyi bir tercih yapmış olursunuz.
Şekerli gıdalarda şeker yerine pekmezi tercih ederek kansızlığa karşı önlem almış olacaksınız.
Bazı besinlerdeki gaz yapıcı öğeler sütünüze geçebilir bu da bebeğinizin rahatsız olmasına neden olabilir. Bu besinleri tüketirken dikkati olunuz. Bu besinler arasında; süt, yoğurt, karnıbahar, brokoli, lahana yer almaktadır. Yalnız unutulmamalıdır ki gaz yapacak besinler kişiden kişiye değişklik gösterebilmektedir.
Kansızlığa neden olabileceği için yemekler ile birlikte çay tüketmemeye dikkat ediniz. Yemek yedikten 1-2 saat sonra açık ve limonlu olarak tüketebilirisiniz.
Kaynaklarda tatlandırıcı kullanmanın bir sakıncası olmadığı söylense bile anne sütü verdiğiniz süre içerisinde tatlandırıcı ve tatlandırıcı ile yapılmış ürünlerden uzak durmaya özen gösteriniz.
Anne sütüne geçtiği için bebeği etkileyeceğinden emzirme döneminde alkol kullanımı sakıncalıdır.

Hamileliğiniz sırasında “biz artık iki kişiyiz” mantığıyla aldığınız kilolar doğum sonrasında sizi iyice rahatsız etmeye başlar. Çünkü amacınıza ulaşmış; bebeğinizi dünyaya getirmişsinizdir. Geriye kalan fazla kilolarınızdan nasıl kurtulacağınızdır. Ancak doğum sonrasında (eğer emzirmenize bir mani yoksa) en az altı ay bebeğinizi emzireceğinizden beslenmenizdeki ayarlamaları bu koşula göre yapmalısınız.

Ayrıca şunu da ilk madde olarak belirtmekte fayda var ki bebeğinizi emzirmek kilo vermenizi kolaylaştıran en etkili yöntemdir. Çünkü emzirme sırasında bazal metabolizma hızı denilen vücudun harcadığı enerji, normal dönemden daha fazladır. Bu nedenle, bu dönemde uygulanan sağlıklı bir beslenme programı ile hem kilo vermek kolaylaşıyor hem de bebeğinizi daha kaliteli sütle beslemiş oluyorsunuz. İlk maddesi emzirmek olan bu 11 maddelik listemiz ise beslenmenizdeki yeni düzenlemeler için size yol gösterici olabilir:

1-Kalorilere dikkat!

Şu anda her lokmanız bir zamanlar içinizde gelişmekte olan bebeğinizle paylaştığınız kadar önemli olmasa da, besin seçiminiz süt kaliteniz açısından önem taşımaktadır. Özellikle yeni bir anne olarak çok daha fazla enerjiye ihtiyacınız olacak. Bu nedenle eğer emziriyorsanız hamilelik öncesi ağırlığınızı korumak için almanız gereken kalori miktarına günde 400 ile 500 ekstra kalori eklemeniz gerekiyor.

2-Proteinler; beslenmenin yapı taşları

Hamileliğiniz boyunca aldığınız proteinler, yavrunuz henüz bir embriyo iken onu sağlıklı bir bebeğe dönüştürmek için gerekli olan hücrelerin meydana gelmesini sağlayacak oluşumda en büyük görevi üstlendi. Şimdi ise, yeterli ve dengeli bir beslenme uygulamak için proteinlere ihtiyacınız bulunmaktadır. Enerjinin %15’i proteinlerden gelmelidir. Et, tavuk, balık, yumurta ve kurubaklagiller proteinler zengin olan besinlerdir. Ayrıca bu besinler B grubu vitaminleri, demir ve çinko açısından da zengindir.

3-Kalsiyum; gelecek için önemli

Bu dönemde kalsiyum ihtiyacınızı tam anlamıyla karşılamak en çok dikkat etmeniz gereken konulardan biridir. Günlük beslenme içerisinde 3 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketmek yeterli olacaktır. Kilo kontrolü açısından az yağlı olanları tercih edebilirsiniz.

4-Doğal vitamin kaynakları sebze ve meyveler

Meyve ve sebzelerde hayati önem taşıyan vitaminler ve mineraller bulunur. Her öğünde mutlaka sebzeve meyve tüketmeye çalışınız. Pişirme şekli vitamin ve mineral içerikleri üzerinde etkilidir. Bu nedenle sebzeler önce yıkanıp sonra mümkün olduğu kadar büyük parçalar şeklinde çiğden olacak şekilde pişirilmelidir.

5-Demir açığınızı mutlaka telafi edin

Vücuttaki demir eksikliği hamilelik döneminde birçok kadının karşısına çözülmesi gereken bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Bunun için hamilelikte demir ihtiyacına yönelik beslenmenin yanı sıra doktorun önerdiği şekilde dışarıdan demir takviyesi yapılıyor. Çünkü hamileliğin ikinci yarısında bebeğiniz, demir depolarını oluştururken sizin demir depolarınızdan yararlanır. Bu nedenle, doğum sonrasında da devam eden demir eksikliğinizi gidermek için öğünlerinizi demir yönünden zenginleştirmek için kırmızı et, pekmez, yumurta sarısı günlük beslenmeye eklenmelidir.Yiyeceklerle beraber alınan demirin vücutta kullanılmasını önemli ölçüde engelleyen çay tüketimini ise mümkün olduğunca azaltmalısınız. Ayrıca demir emilimini arttırmak için C vitamini içeren besinler ile tüketilmesi daha iyi olacaktır. Salata, taze sıkılmış meyve suları gibi.

6-Folik asiti ihmal etmeyin

Emzirme döneminde de tıpkı hamileliğinizde olduğu gibi folik asit yönünden zengin besinler tüketmelisiniz. Folik asit en fazla yapraklı yeşil sebzeler, karaciğer, böbrek, yumurta, kabuklu tahıllar, ceviz, badem, fındık, fıstık, mercimek, baklagiller ve taze sıkılmış portakal suyunda bulunuyor. Hamilelikte ve emzirme süresinde 400-800 mikrogram alınması gerekiyor. Bu miktarı besinlerle karşılamak zor olduğu için vitamin haplarıyla açığı kapatabilirsiniz. Ayrıca folik asit vücutta depolanamadığı için her gün almak gerekiyor.

7-Yağlarlardan uzak durun

Enerjinin %30’u bu gruptan sağlanmalıdır. Özellikle n-3, n-6 ve n-9 yağ asitleri örüntülerine dikkat edilmelidir. n-3 yağ asitleri deniz ürünleri özellikle yağlı balıklarda (somon, uskumru), soyayağı, kanola yağı, yumurta sarısı ve anne sütünde bulunmaktadır. n-6 yağ asiti; soyayağı, ayçiçek ve mısırözü yağında bulunmakta, n-9 yağ asiti ise fındık ve zeytinyağında bulunmaktadır.

8-İyotlu tuz dostunuz

Hamilelik dönemi vücudun iyot gereksiniminin arttığı bir dönem. Çünkü hamilelikte görülen iyot eksikliği düşük, ölü doğum ve bebek ölümlerinde artmaya neden olurken, bebeklerde zeka geriliğine, sağırlık ve cüceliğe neden oluyor. Emzirme döneminde iyotlu tuz kullanmak iyot ihtiyacını karşılamak için yeterli olacaktır. Tuzu kapalı ve ışık almayan yer saklayınız.

9-Bol bol sıvı tüketin

Doğumdan sonra emzirme döneminiz içerisinde günlük 2,5-3 litre sıvı almaya özen gösteriniz.Bu miktar sıvının tamamını su ile tamamlayabilirsiniz veya hazır meyve suları ve asitli içecekler yerine, az şekerli komposto suyu ve taze sıkılmış meyve sularını tercih ediniz.

10-Vitamin takviyesi gerekebilir

Emzirme dönemi içerisinde doktor tavsiyesi ile ek vitamin takviyesi alınabilir. Bu noktada sebze-meyvede bulunan doğal vitaminlerden daha fazla yararlanabilmek için ;meyve suları sıkıldıktan sonra yarım saat içinde tüketlimeli, salata yaparken mümkün olduğu kadar az bıçak ile işlem uygulanmasına dikkat edilebilir. Ayrıca salatanın limonu yemeden hemen önce sıkılmasına dikkat edilmelidir.

11- Enerji için karbonhidrat tüketiniz

Emzirme döneminde hamilelikte olduğu gibi günlük enerjinin %55-60’ını karbonhidratlardan sağlamanız gerekmektedir Burada dikkat edilecek nokta şeker gibi basit karbonhidrat yerine pilav, makarna, patates, ekmek gibi kompleks karbonhidratlar tercih edilmelidir. Kilo kontrolü sağlamak açısından iyi olacaktır.

Amerikan Hastanesi
Beslenme ve Diyet Bölümü
Dyt. Ayşe Korkmaz

#77 - Şubat 27 2009, 20:08:17
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


KÖTÜ AYAKKABI SEÇİMİ TIRNAK BATMALARINA NEDEN OLUYOR



Küçük bir sorun olarak başlayan ancak tedavi edilmediğinde cerrahi müdahaleye kadar gidebilen tırnak batmalarına günlük hayatta yaptığımız bazı hatalar neden oluyor. Tırnak kesiminde dikkat edilecek birkaç önemli nokta, tırnak batması sorununun önüne geçebilir. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Deri Hastalıkları Uzmanı

Dr. Mehmet Coşkun Acay, tırnak batmaları ile ilgili sorularımızı yanıtladı

Genetik eğilim, aşırı terleme, sentetik, solumayan, dar ve darbe oluşturan ayakkabılar nedeniyle oluşan tırnak batmaları tedavi edilmezse cerrahi müdahaleye gerek duyulabiliyor. Tırnak kesiminde dikkat edilecek birkaç önemli nokta, küçük bir sorun olarak başlayan tırnak batmalarının önüne geçebilir. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Mehmet Coşkun Acay, tırnak batmaları ile ilgili sorularımızı yanıtladı.

Tırnak batması neden kaynaklanıyor?

Ayak tırnakları pek çok nedenle batabiliyor. Her yaşta olabilen ağrı, şişlik ve ikincil enfeksiyon gibi tablolara yol açabilen bu durum, en sık ayak birinci parmak tırnaklarında görülüyor. Genetik eğilim, aşırı terleme, terlemeyi artıran faktörler, sentetik, solumayan ayakkabılar, dar ve darbe oluşturan ayakkabılar tırnak batmasının en sık rastlanan nedenleri arasında yer alıyor.

Uygunsuz, kadınlarda topuklu ve sivri burunlu, erkeklerde sert ve sivri burunlu ayakkabılar ile yapılan uzun yürüyüşler ve spor, tırnakların yanlış kesilmesi ve pedikür de sık rastlanan nedenler. Tırnakların düz yerine U şeklinde, içe doğru kesilmesi, yan kenarlarının testere şeklinde düzensiz kesilmesi, kısa kesilmesi, tırnak kenarlarının koparılması tırnak batmasına yol açabiliyor

Nasıl bir tedavi süreci yaşanıyor? Tedavi yöntemleri neler?

Kısa süreli vakalarda, öncelikle bölgesel kurutucular, antibiyotikli kremler, gerektiğinde ağızdan antibiyotik gibi ilaçla tedavi yöntemleri deneniyor. Bazı tırnak mantarı olgularında da tırnakta batma olabiliyor. Bu durum farklı ilaç kullanımı gerektirebiliyor. Bu tedavilerle yanıt alınamadığında, oluşan rahatsızlığın boyutuna göre, kimyasal koterizasyon, elektrokoterizasyon, krioterapi, tırnak yatağı cerrahisi (tırnak yatağı revizyonu, kısmi tırnak cerrahisi) uygulanabiliyor. Uzun süreli vakalarda cerrahi yöntemler öncelikle tercih ediliyor.

Tırnak batması rahatsızlığı olanlar neye dikkat etmeli? Ne yapmalı?

Ayak tırnaklarında batmayı engellemek için, oluşturucu etkenlerden sakınmak, tedavinin temel prensibini oluşturuyor. Tırnak batmasını engellemek için yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

Uygun ayakkabı seçimi : Ayağı sıkmayan, darbe oluşturmayan, alçak topuklu, olabildiğince yumuşak, hava döngüsüne izin veren ayakkabılar seçilmeli.

Tırnakların doğru kesilmesi: Tırnak uçları düz, yan kenarlara aşırı girmeden, hafifçe ovalleştirerek kesilmeli. Bu yolla yan kenarların düzensizleşmesine izin verilmemeli. Tırnak kenarları kesinlikle koparılmamalı.

Aşırı terlemeye yol açacak faktörlerden kaçınma: Sentetik olmayan, hava döngüsüne izin veren ayakkabılar seçilmeli. Pamuklu çorap giyilmeli, ayak yıkandıktan ve uzun su içi aktivitelerden sonra iyi kurulanmalı.

Temiz , steril şartlarda pedikür uygulanmalı.

Tırnak çevresinde hafif bir kızarma, hassasiyet olduğunda, basit bir nemlendirici kullanılmalı. Yakınmalar artınca bir deri hastalıkları uzmanı ile görüşülmeli.

Tırnak batması sorunu olanlar hastanelerde hangi bölüme gitmeli? Hangi bölümler bu alanla ilgili?

Öncelikle bir deri hastalıkları uzmanına başvurulması gerekiyor. İlk olarak kesin tanının konmasının ardından, gerekli tedavi yöntemi (İlaç ve cerrahi tedaviler) uygulanmalı.

Türkiye'de yaygın bir rahatsızlık mı?

Oldukça sık rastlanılan bir hastalık. Artırıcı etkenlerden uzak durmak ve erken evrede planlanan tedaviler hastayı cerrahi tedavilerden koruyabilir.

#78 - Şubat 27 2009, 20:08:46
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Kırmızı Halı Gülüşü



Oscar törenlerinin en etkileyici geleneklerinden ‘Kırmızı Halı’ geçişi bu sene de nefesleri kesti. Geçişten en çok aklımızda kalan ise starların göz kamaştırıcı gülüşleri oldu…

Kırmızı halı üzerinde yürüyen birbirinden güzel ve yakışıklı Hollywood yıldızlarının ortak özelliği mükemmel gülüşleriydi. Kırmızı halı üzerinde doğal ve kusursuz gülüşleriyle objektiflere poz veren Hollywood starları gibi gülmek için doktorların kullandığı tedavi yöntemlerini Plusdent Diş Kliniği’nden Diş Hekimi Mehmet Zahid Kazandı’dan öğrendik;

İste Starların Gülüşüne Sahip Olmak için Uygulanabilecek Tedaviler;

Porselen Vener; Hemen hemen hepimizin aklına bu kadar kusursuz gülüşlere nasıl sahip oldukları, doğal dişlerinin nasıl bu kadar güzel olabildiği gelir. Oysaki onların bu kadar çarpıcı gülüşlerinin arkasında estetik diş hekimliği vardır. Starların birçoğunun sıralı olmayan, çarpık, ayrık, renkleşmiş dişleri için tercih ettiği yöntemin venerler olduğunu belirten Plusdent Diş Kliniği’nden Diş Hekimi Mehmet Zahid Kazandı porselen venerlerin dişinizin yüzeyinin çok az bir miktarda aşındırılmasıyla diş yüzeyine yapıştırılan tırnak kalınlığında ince porselenler olduğunu, bu uygulamayla bireylerin 4-7 gün gibi kısa bir süre de Hollywood starları gibi mükemmel gülüşlere sahip olunabileceğini söylüyor.

Venerlerin en önemli özelliğinin ise gerçek dişler kadar doğal görünmeleri olduğunu belirten Kazandı bu tedavi yönteminde bireylerin gülüşlerini seçmelerinin de mümkün olduğunu belirtiyor ve açıklıyor; “Estetik diş hekimliğine başvurmadan önce heralde hemen hemen herkes sonucun nasıl olacağını merak eder? Acaba doğal olacak mı, çevremdekiler ne tepki verecekler diye herkes merak eder. İşte tüm bu sorulardan artık bilgisayar destekli gülüş tasarımı programları sayesinde kurtulmak kolay. Geliştirilen bu teknoloji sayesinde dişlerinize hiçbir işlem yapılmadan işlemin sonucunda yeni gülüşünüzün yüzünüzde nasıl duracağının tahmini sonuçlarını verilebiliyor. Bununla da kalmıyor; yeni dişleriniz ve yeni gülüşünüzün olduğu portre fotoğrafınızın bir adet çıktısını alıp yanınızda götürebiliyor ve sevdiklerinizin de fikrini alarak tedaviye karar verebiliyorsunuz. “

Diş beyazlatma; Holywood starlarının gülüşlerinin en önemli özelliği hiç kuşkusuz bembeyaz dişlerdir. Hepimiz onların sahip oldukları gibi bembeyaz dişlere sahip olmak isteriz. Hatta bunun için kulaktan dolma bir sürü yöntemi kullanırız. Oysa bembeyaz dişlere sahip olmak, sigara ve kahvenin ağzımızda bıraktığı lekelerden kurtulmak çok da zor değil. Ofis tipi veya ev tipi diş beyazlatma yöntemlerini kullanarak Hollywood starlarının sahip olduğu gibi bembeyaz dişlere sahip olabilirsiniz. İşte diş hekimlerinin kullandığı yöntemler;

Öğle arasında bembeyaz dişler; Klinikte Diş Beyazlatma yöntemiyle bir saate bembeyaz dişlere sahip olabilirsiniz. Son günlerdeki trend kişilerin öğle aralarında diş hekimlerini ziyaret edip dişlerini beyazlatmak oldu. Bir saat gibi kısa bir sürede yapılan işlem bir çok ünlü ismin tercihi oldu. Diş hekiminin ilk önce gerekliyse dişleri plaktan arındırmak için yapacağı diş taşı temizliği ve parlatmadan sonra dişler hazır hale getirilir. Beyazlatma jelinin dişe uygulandıktan sonra bu jelin halojen/led ışık kaynakları ya da lazerle aktive edilmesi sonucu dişin içindeki renkli sıvının dişten uzaklaştırılmasıyla elde edilir. Lazer veya diğer ışık kaynakları dişi beyazlatmaz, sadece beyazlatma jelinin aktive olmasını sağlayarak gerekli kimyasal reaksiyonu başlatır.

Evde Diş Beyazlatma: Ev tipi beyazlamada ise hastanın ağzının ölçülerine göre yapılan diş kılıflarına jeller konulup, bu şekilde ağızda 2-3 saat tutulmasıyla uygulanır. Ancak ofis tipi diş beyazlatma işleminde kullanılan solüsyonların içeriği ofis tipinde uygulanana göre daha düşüktür. Bu işlemle elde edilen beyazlık da ofis tipine göre daha uzun sürede elde edilir.

Peki hangisi daha iyi? Bu tamamen sizin seçiminize kalmış. Kısacası her iki yöntemde etkin olmasına rağmen tercih, renkleşmenin derecesine, tedavinin ne kadar çabuk sonlandırılmak istendiğine ve hekimin görüşüne bağlıdır. Dişlerin beyazlamaları öncelikle başlangıç renkleri ile de ilgilidir. Sarı ton dişler kolaylıkla 3-4 ton beyazlayabilirken, yeşil-gri tonundaki dişlerin beyazlaması daha zor olmaktadır. Kısacası beyazlama miktarı kişiden kişiye değişmektedir. Ancak diş renginiz çok koyu ise en uygun yöntem ofis tipi ve ev tipi beyazlatma işlemi beraber kombine uygulanmasıdır. Bu şekilde hiç beyazlamayacağını düşündüğünüz dişleriniz bile inci beyazlığına kavuşur.

İmplant; Yıldızlarında çeşitli nedenlerden dolayı diş kaybı yaşadıklarında en çok tercih ettikleri yöntemin implant tedavi yöntemini olduğunu belirten Diş Hekimi Mehmet Zahid Kazandı bu şekilde kusursuz gülüşlerini koruduklarını belirtiyor. İmplant geleneksel köprü ve protezlere göre daha iyi konuşma ve çiğneme fonksiyonu sağlarken, yüzünüzde doğal bir görünümü de beraberinde getirir. Bu yöntemle eksik dişlerinizin yerlerini dolduklarını ve doğal dişler kadar sağlam ve doğal bir görüntü elde ettiklerini de ekliyor. “İmplant tedavisinde her hangi bir yaş sınırlaması bulunmamaktadır. Her yaştaki hastalar için uygundur. Sadece gençler için kemik gelişiminin tamamlanmasını beklemek gerekmektedir. Kemik gelişimide 18 yaşına kadar gerçekleşmektedir. Erişkinlerde ise herhangi bir üst yaş sınırı yoktur. Sadece yaş sebebiyle oluşabilecek riskler mevcut ise yapılmayabilir.”

#79 - Şubat 27 2009, 20:09:19
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


ÇOCUKLARDA DEMİR EKSİKLİĞİ ZEKA DÜZEYİNDE KALICI DÜŞÜKLÜĞE NEDEN OLABİLİR



Suadiye Memorial Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü'nden Uz. Dr. Selase Koç Sansar, "Çocuklarda demir eksikliği ve tedavisi" hakkında bilgi verdi.

Ekonomik Sorunlar da Kansızlık Nedeni

Demir eksikliğine bağlı kansızlık çocukluk ve süt çocukluğu döneminde en sık görülen kan hastalığıdır. Her sosyoekonomik koşulda görülmesine rağmen düzey düştükçe kansızlık artmaktadır. Pek çok çalışma Türkiye'de demir eksikliğinin çok yaygın olduğunu göstermiştir. Ekonomik sorunlar kadar yanlış beslenme alışkanlığının da katkısı bulunmaktadır.

Bebeğinize 6. Aydan İtibaren Demir İçerikli Ek Gıdalar Verin

Demir eksikliğinin büyüme gelişme ve beslenmeyle yakın ilişkisi vardır. Diyetteki demirin % 10 nu emildiği için çocukluk döneminde diyetle günlük 8-15 mg demir alınması gerekir. Sağlam ve zamanında doğan bir bebekte depolardaki demir ilk 5-6 aydaki kan yapımı için yeterlidir. Düşük doğum ağırlıklı ve erken doğan bebeklerde demir depoları daha önce tükenir ve diyetteki demir önem kazanır. Yenidoğan ve süt çocuğunun temel besini süttür. Ne yazık ki anne sütü ve inek sütündeki demir miktarı yetersizdir. Anne sütünün en önemli üstünlüğü içerdiği demirin % 49 unun emilmesidir. İnek sütündeki demirin sadece %10'u emilir. Yine de anne sütü alsa bile 6. aydan itibaren demir içeren ek gıdalar başlanmalıdır.

Çocuğunuz Buz ya da Toprak Yiyorsa Demir Eksikliği ile Karşı Karşıyasınız

Çocukların büyük kısmı ilk 2 yaşta çok süt tükettiği için 6-24 ayda demir eksikliğine sık rastlanmaktadır. Demir emilimini engelleyen gıdaların fazla alımı da eksikliği tetikler. Daha büyük çocuklarda kansızlık görüldüğü zaman demirin yetersiz alımı dışında kan kaybı da düşünülmelidir. Demir eksikliğinde büyüme, motor gelişim, davranış ve bilişsel fonksiyonlar, bağışıklık sistemi, deri ve mukozalarda değişiklikler oluşmaktadır. Solukluk, halsizlik, iştahsızlık, huzursuzluk, sık enfeksiyon çok rastlanan bulgulardır. Demir eksikliği olan hastalar buz ya da toprak gibi değişik

maddeler yiyebilirler. Hızlı beyin büyümesinin ve psikomotor becerilerin kazanıldığı süt çocukluğu döneminde demir eksikliği zeka düzeyinde kalıcı düşüklüğe neden olabilir.

Uygun Tedavi ile Demir Eksikliği Sorunu Ortadan Kaldırılabilir

Demir eksikliğinde önce depo demiri, sonra kan demiri azalır ve arkasından kansızlık eklenir. Türkiye'de demir eksikliğinin mutlaka talasemi (Akdeniz anemisi) taşıyıcılığından ayrılması gerekir. Genelde %2-3 oranında olan bu kansızlık güney bölgelerde %10-15'e ulaşır.Genetik geçişli bir hastalık olduğu için aile taraması önemlidir. Demir eksikliğinde yeterli miktarda demire yanıt hem tanı koydurucudur, hem de tedavide önem taşır. Demir tedavisi sırasında kabızlık ve karın ağrsısı en sık rastlanan yan etkilerdir. Günlük tedavi dozu 6 mg/kg ağız yolu ile alınan demirdir. Demir tedavisi

günde 2-3 doza bölünerek öğün aralarında yapılmalıdır. Bu şekilde verildiğinde emilim daha iyi olur ayrıca mide bağırsak sistemi yan etkileri de en aza iner. Nadiren ciddi demir emilimi bozukluğunda enjeksiyon şeklinde de demir tedavisi yapılabilir.

Gıdaların Demir Emilimi Üzerindeki Etkisi Büyük

Sağlam çocuk takibinde her 6 aylık bebeğe 1 mg/kg gün şeklinde demir takviyesi yapılmasında fayda vardır. Beraberinde demirden zengin et, yumurta, meyvalar, karaciğer, yeşil yapraklı sebzeler, kuru yemiş ve kaşık mamaları takviyesi bebeğin ayına göre diyete eklenmelidir. Demir emilimini

kolaylaştıran limon, mandalina, portakal bol miktarda verilirken; demir emilimini azaltan çay verilmemelidir. Beslenme düzeni iyi bile olsa ilk 1 yaşta her bebeğe tam kan sayımı yapılıp kansızlık düzeyi araştırılmalıdır. Bebek cilt rengi her zaman kansızlık konusunda tam bilgi vermeyebilir. Çok

soluk görünmesine karşın kansızlığı olmayan pek çok çocuk vardır. Kansızlık ve demir eksikliği saptanan bebeğe demir depolarını doldurmak için 6 ay tedavi verilmelidir. 3 ve 6 yaşta da birer kez kan sayımı yapılmasında fayda vardır.

İnek Sütüne 1 Yaşından Önce Geçilmemelidir

İlk 6 ayda tercihen anne sütü, anne sütü yoksa demir katkılı formül mamalar alınmalıdır. İnek sütüne bir yaşından önce geçmek sakıncalıdır. Bir yaştan sonra ise günlük süt alınımı 500 cc yi geçmemelidir. Prematüre ve yetersiz demir alan bebeklere günlük 2-4 mg/kg demir takviyesi yapılması uygundur.
#80 - Şubat 27 2009, 20:09:52
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Ebeveynler dikkat! Bademcik ve geniz eti çocuğun psikolojisini etkiliyor…



Çocuğunuzdaki bademcik ve geniz eti sorununu hafife almayın! Her çocukta olur diyip geçilen bademcik ve geniz eti rahatsızlıkları çocukların psikolojisini, sosyal hayatını, okuldaki başarısını bile olumsuz etkileyebiliyor. KBB Uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir, çok sık karşılaşılan bu sağlık sorunu ile ilgili neler yapılması gerektiğini bakın nasıl anlatıyor…

Çocukluk çağının önemli ve sık tekrarlayan rahatsızlıklarından geniz eti ve bademcik rahatsızlıkları, kimi zaman yatakta geçirilen sıkıntılı günlere neden oluyor. Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir, geniz eti ve bademcik sorunlarının hastanın günlük yaşantısını etkilediği gibi okul çağındaki çocukların başarısının da ciddi oranda etkilediğini, karşımıza ciddi bir sosyal ve eğitim sorunu olarak çıktığını belirtiyor.

Yaşanan bu sağlık sorunu ile ilgili yapılması gerekenler konusunda bilgi veren Dr. Şeneldir, miniklerin korkulu rüyası haline gelen geniz eti ve bademcik rahatsızlıkları nedeniyle çocuklarda burun tıkanıklığından, gündüz yorgunluk hissi ve baş ağrısına, horlamadan uykuda nefes kesilmesine, davranış bozukluklarından hiperaktiviteye kadar birçok sorun yaşanabildiğini ifade etti. Dr. Şeneldir, bu rahatsızlığın, yalnızca sağlık açısından değil psikolojik açıdan da sıkıntı yaratabildiğini vurguladı.

Kalp romatizmasına bile yol açabiliyor!

“Geniz eti ergenlik sonrası gerileyen, bademcik ise daha çok 3-10 yaş arasında görülen bir rahatsızlık olma özelliğine sahiptirler ve vücudun bağışıklık sisteminde görev alırlar” diyen KBB Uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir, buna rağmen bademcik ve geniz eti operasyonlarının neden yapıldığı ve bademciklerin neden ameliyatla alındığının en büyük merak konusu olduğuna değindi. Dr. Şeneldir, bu konuya şöyle açıklık getirdi: “Sağlıklı olmayıp işlevini yerine getiremeyen bademcikler, vücudu dışardan giren mikroplara karşı savunmak yerine sürekli iltihaplanarak bırakın vücudu savunmayı, aksine vücut için mikrop kaynağı oluşturmaktadırlar. Daha da önemlisi, çok sık geçirilen bademcik iltihapları sadece o bölgeyi etkilemekle kalmayıp; kalp, eklem ve böbrek romatizması için de önemli bir risk oluşturmaktadır.”

Bu konuda başarılı çalışmalara imza atan Dr. Süreyya Şeneldir, geniz eti ve bademcik hastalıklarının tedavisinde öncelikli olarak ilaç tedavisi uygulanması gerektiğini, uygulanan ilaç tedavisine rağmen sonuç alınmayan durumlarda ise cerrahi yola başvurulması gerektiğinin altını çizdi.

Geniz eti ameliyatlarına hangi durumlarda karar vermeliyiz?

KBB Uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir, geniz eti ameliyatına hangi durumlarda karar verilmesi gerekenler konusunda ebeveynleri şöyle bilgilendirdi:

1- Ortaya çıkan geniz eti iltihapları çocuğun sık tekrarlayan orta kulak iltihabı geçirmesine sebep oluyorsa,
2- Geçirilen geniz eti iltihapları kronik orta kulak enfeksiyonlarına yol açmışsa,
3- Senede 5 veya daha fazla sayıda geniz eti iltihabı geçiriliyorsa,
4- Ağzı açık uyuma, gündüz ağzı açık dolaşma, burun tıkanıklığı ve horlamaya yol açan geniz eti büyüklüğü varsa,
5- Uykuda nefes kesilmelerine sebep olan geniz eti büyümesi varlığında geniz eti ameliyatı yapılmalıdır.

Bademcik ameliyatı şu durumların herhangi birisinin olması durumunda gereklidir:

1- Sık bademcik iltihabı geçiriyorsa (senede 5 veya daha fazla sayıda),
2- Uykuda horlama ve nefes kesilmesine sebep olacak kadar sorun çıkaran büyük bademciklerin varlığında,
3- Çocuğun havale geçirmesine sebep olan sık bademcik iltihapları oluşuyorsa,
4- Beslenme bozukluğu ve kilo kaybına yol açıp büyüme gelişmeyi bozacak kadar büyük bademciklerin varlığında,
5- Erişkinlerde tüm tedavilere rağmen geçmeyen bademcik taşı ve ağız kokusu varlığında,
6- Geçirilen bademcik iltihapları kalp, eklem ve böbrek romatizmasına yol açmışsa.

KBB Uzmanı Dr. Süreyya Şeneldir’in belirttiğine göre, bahsedilen bu sıkıntılar yaşandığı takdirde bademcik ve geni ameliyatına gerek olduğuna kadar veriliyor. Bademcik ameliyatlarında teknolojik gelişmelerin sayesinde artık yeni yöntemler kullanılıyor. Thermal welding sistem denilen ve ameliyat sırasında dokulara verilen termal hasarı minimuma indirmeyi hedefleyen bu yeni yöntem sayesinde bademcik ameliyatları klasik yöntemlere oranla çok daha kansız geçiyor, kısa sürüyor ve termal hasarın minimuma inmesi, ameliyat süresinin kısalması gibi avantajları sayesinde ameliyat sonrası dönemde ağrı da büyük ölçüde azalıyor. Çocuk sadece birkaç gün içerisinde iyileşiyor ve kısa sürede okul yaşantısına geri dönebiliyor.
#81 - Şubat 27 2009, 20:10:31
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Kanserden korunmak için

Bazı kanser vakalarının yüzde 39'unun daha sağlıklı bir yaşam tarzıyla önlenebileceği belirtildi

İNGİLTERE'DE Dünya Kanser Araştırmaları Vakfı tarafından yapılan araştırmanın sonuçları, daha sağlıklı beslenme alışkanlıkları, daha az alkol kullanımı ve daha çok spor yaparak kanserden korunmanın mümkün olduğunu gösterdi. Araştırmacılar, 12 kanser türünde ortaya çıkan kanser vakalarının yüzde 39'unun, daha sağlıklı bir yaşam tarzıyla önlenebileceğini ifade etti. Bu oranın ABD'de yüzde 34, Brezilya'da yüzde 30 ve Çin'de yüzde 27 olduğunu kaydeden uzmanlar, daha az kırmızı et tüketerek bağırsak kanserlerinin yüzde 43, daha az içki kullanarak göğüs kanserlerinin yüzde 42, daha çok meyve-sebze, daha az alkol tüketerek ağız kanserlerinin yüzde 67 oranında önlenebileceğini belirtti. Araştırmacılar, 2005 yılında İngiltere'de ortaya çıkan 12 kanser türündeki 200 bin yeni vakadan 78 bininin, sağlıklı yaşam tarzıyla önlenebilir hale gelebileceğini vurguladı. Sigara kullanımı, araştırmaya dahil edilmedi.
#82 - Mart 01 2009, 01:10:53

İyi hafıza için uyku şart

Yeterli uyku alınmaması kişinin bellek, dil becerisi ile bilişsel fonksiyonların işlevlerini bozuyor.

Yeterli uyku alınmaması durumunda kişinin bellek, dil becerisi ile bilişsel fonksiyonların işlevlerinde bozulma meydana geldiği bildirildi...

İstanbul'daki özel bir hastanede görev yapan Nöroloji Uzmanı Dr. Ferda Korkmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tıp adamlarının uykuyla ilgili henüz bilmediği çok şey bulunmasına rağmen bedenin onarımı, çeşitli madde ve hormonların sentezi, hafızanın yapılandırılması ve psikolojik dinlenmenin, uykunun belirli dönemlerinde gerçekleştiğinin bilindiğini söyledi.

Uykunun tekdüze bir süreç olmadığına, ''uykuya dalış'', ''yüzeysel uyku'', ''derin uyku'' ve ''rüya ile ilişkili REM (rapid eye movement- hızlı göz hareketleri)'' olmak üzere 4 dönemi bulunduğunu kaydeden Korkmaz, uyku süresinin yaşla birlikte değişmekle birlikte herkesin uyku süresinin kendine has olduğunu, bunu değiştirebilmenin pek mümkün olmadığını belirtti.

Korkmaz, bazı kişilerin günde 12 saat, bazı kişilerin ise 4 saat uykuya ihtiyaç duyduklarını bildirerek, şöyle konuştu:

''Ancak toplumda birçok erişkinin ortalama uyku süresi 6-8 saattir. Yaşla birlikte hem uyku süresinde hem de uyku mimarisinde değişiklikler olur. İnsanlar yaşlandıkça, toplam uyku süresinde ve rüyayla alakalı uyku evresinde geçen sürede bir düşüş başlar. Yeni doğmuş bir bebek günde 16 saat uyur, rüya ile ilişkili REM dönemi oldukça yoğundur. Buna karşın bebeğin 30 yaşındaki annesi, eğer şanslıysa günde 6 saat uyur ve bu sürenin sadece dörtte birlik bölümünü REM'de geçirir.''

''Uykusuz kalındığında bozulan ilk işlevlerden biri de bellek, dil becerileri, soyut düşünme ve değerlendirme gibi bilişsel fonksiyonlardır'' diyen Korkmaz, sözlerini ''Geç saatlere dek uykusuz kalmak bir süre sonra kişide bellek sorunlarının oluşmasına yol açar. Verimli bir iş yaşamı için kişinin ortalama 8 saat uyuması gerekir'' diye sürdürdü.

Orta yaşlardan itibaren uyku süresinin azalmaya başlamasının yanı sıra uykunun karakterinin de değiştiğine dikkati çeken Korkmaz, bu yaşlardaki insanların rüyayla ilişkili evrede daha az uyurken, yüzeysel uyku dönemlerinin daha uzun sürdüğünü söyledi.

Korkmaz, insanların yaşlandıkça daha erken uyuyup daha erken kalktıklarını, gençlerde ise tam tersi bir durumun söz konusu olduğunu belirterek, şöyle devam etti:

''80'li yaşlarda bu değişiklik daha belirgindir. Gün içindeki uyuklamalarla birlikte günlük toplam uyku süreleri 6-7 saat olabilir. Bu kişiler gün içinde birçok kez uyuklasalar da bunların toplamı nadiren bir saati geçer. Yaşlıların günde 8-10 saat uyumaları gerektiği söylemi doğru değildir.''

UYKUSUZLUK
Uykudan yoksun kalan kişilerin bazı olumsuzluklar yaşadığını ifade eden Ferda Korkmaz, şu bilgileri verdi:

''Uykusuz kalan kişide, gün içinde uykulu olma halinin yanı sıra düşünmeyle ilgili sorunlar da ortaya çıkıyor. Yeni şeyleri öğrenme daha yavaş gerçekleşiyor, bellek ile ilgili ve karar verme süreçlerinde sorunlar yaşanabiliyor. Uyku yoksunluğu dışında birtakım uyku rahatsızlıklarında da özellikle uykuda solunum bozukluklarında, uyku mimarisindeki ve kan oksijen düzeyindeki değişikliklerin tetiklediği olaylar, ciddi bilişsel ve bedensel bozulmalara neden oluyor. Bunlar arasında kalp, akciğer ve hormonal hastalıklar yer alıyor.''

Korkmaz, yaşlı kişilerin, uykusuzluk kalmaları halinde kendilerini gençler kadar çabuk toparlayamadıklarına işaret etti. Kişilerin 24 saat boyunca uyanık bırakıldığı bir araştırmada, 70'li yaşlardaki kişilerin kendilerine gelmelerinin, gençlere göre en az bir gün daha uzun sürdüğünün ortaya çıktığını bildiren Korkmaz, cinsiyetin de uykusuzluğun etkisi açısından önemli olduğunu, kadınların erkeklere göre uykusuzluktan daha az etkilendiğini belirtti.
#83 - Mart 01 2009, 16:01:14

''Peeling'' yapmadan önce uzmana danışın

Basit bir işlem gibi görünse de kalıcı izlere neden olabiliyor.

Güneş ışınları ve yaşlanma gibi faktörlerin deride oluşturduğu kırışıkların, lekelerin, akne izlerinin giderilmesinde kullanılan ''Peeling'' yönteminin, mutlaka uzman hekim tarafından yapılması gerektiği bildirildi.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilgün Atakan, ''Peeling (cilt soyma)''in derinin yapısını düzelten, değiştiren, canlandıran, gençleştiren tıbbi bir işlem olduğunu söyledi.

Peeling işlemleriyle güneş ışınları ve yaşlanma gibi faktörlerin deride oluşturduğu kırışıkların, lekelerin, akne lekelerinin giderilebildiğini ifade eden Prof. Dr. Atakan, ''Bu işlemlerde kullanılan kimyasal solüsyonlar, cilde sürülerek bir tahriş oluşturulur. Daha sonra bu tahrişin iyileşmesi bekleniyor. İyileşme sırasında da cilt kendini yeniler. Peelingin mekanizması budur'' dedi.

Prof. Dr. Atakan, peelingin çok basit bir işlemmiş gibi algılanmasının yanlış olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Peeling, basit bir işlem değil. Mutlaka uzmanları tarafından yapılmalı. Deride oluşturulan soyulmanın ardından yeni deri gelir. Yeni gelen cildin dokusu ve rengi daha düzgün ve daha homojendir. Peeling sırasında ciltte tahriş oluşturulur. Bunun için de cildin nasıl yenileneceğini, yenilenirken neler ortaya çıkabileceğini bilmek gerekiyor. Bu nedenle peeling, bu işi çok iyi bilen deri uzmanları tarafından yapılmalı. Uzman olmayan kişilerce yapılan bu tür işlemler sonrasında, kalıcı izler, ciltte renklenmeler gibi bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir.''

Prof. Dr. Nilgün Atakan, hekimin gerekli gördüğü her yaşta uygulanabilen bu yöntemin, orta yaş ve üzerindeki kişilerce daha çok tercih edildiğini bildirdi.

Peeling işlemlerinin yaz aylarında yapılmaması gerektiğini belirten Prof. Dr. Atakan, şöyle devam etti:

''Peeling yaptırmak için güneş ışınlarının etkisinin daha az olduğu kış ayları tercih edilmeli. Kış ayları, güneşten korunmak daha kolay olacağı için peeling için en uygun mevsimdir. İşlem sonrasında da cilt güneşten korunmalı ve nemlendirilmelidir.''

#84 - Mart 03 2009, 14:22:31

Doğum kontrol hapı içen çocuk zehirlendi

3 yaşındaki çocuk tedavi altına alındı.

Eskişehir'de annesinin kullandığı doğum kontrol haplarından 20 adet içerek zehirlenen 3 yaşındaki erkek çocuğu tedavi altına alındı.

Alınan bilgiye göre, 75. Yıl Mahallesi'nde yaşayan M.A.Y, evlerinde oyun oynadığı sırada masa üzerinde duran annesine ait doğum kontrol haplarından 20 adet içti.

Bir süre sonra rahatsızlanan M.A.Y, haber verilmesi üzerine 112 Acil Servis sağlık ekipleri tarafından Eskişehir Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine kaldırıldı.

Tedavi altına alınan ve midesi yıkanan M.A.Y'nin hayati tehlikeyi atlattığı bildirildi.

#85 - Mart 03 2009, 14:24:42

Uzun süre araç kullanmak zararlı

Sırt ve boyun ağrıları, siyatik ve bel fıtığına neden olabilir

Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Fizik Tedavi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ömer Faruk Şendur, uzun süre otomobil kullanmanın, sırt ve boyun ağrılarına, siyatik ve bel fıtığı gibi rahatsızlıklara neden olabildiğini bildirdi.

Prof. Dr. Şendur, AA muhabirine yaptığı açıklamada, şehirlerdeki yoğun trafiğin, uzun iş seyahatlerinin bazı zamanlarda sürücülerin saatlerce direksiyon başında kalmasına neden olabildiğini söyledi.

Uzun süre otomobil kullanmaya bağlı olarak boyun ve sırt ağrılarının oluşabildiğini ifade eden Prof. Dr. Şendur, sadece otomobil kullanmakla kalmayıp, bilgisayar ekranı karşısında geçirilen uzun saatlerin de kişilerin omurgasında bozukluklara yol açabileceğine dikkati çekti. Prof. Dr. Şendur, şöyle konuştu:

''Uzun süre otomobil kullanmak, sırt ve boyun ağrılarına siyatik ve bel fıtığı gibi rahatsızlıklarına neden olabilir. Bu tür durumlarda hareketsizlik, kaslarımızın zayıflamasına ve eklemlerimizin daha çabuk zarar görmesine yol açıyor. Uzun süre otomobil kullanmak zorunda kalanların düzenli yürüyüş ve egzersiz yapmaya, otururken doğru pozisyonu seçmeye dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle özellikle şehirlerde yaşayan ve vaktinin büyük kısmını otomobilde ve masa başında geçiren bireylerin, hareketsizliğin olumsuz sonuçlarına karşı dikkatli davranmaları gerekir. Bu bireylerin her gün en azından yaklaşık 5-6 kilometre yürümesi şart. Bu aktivite kronik hastalıkların ortaya çıkmasını engelleyecektir. Bu aktiviteye eklenecek bel, boyun, sırt egzersizleri ise kişilerin sadece omurga sağlığına yardımcı olur.''

-OTURMA ŞEKLİ ÖNEMLİ-

Prof. Dr. Şendur, otomobilde oturma şekli düzeltilerek olası bel kemiği, sırt ve boyun problemlerinin önlenebileceğini bildirdi.

Prof. Dr. Şendur, otomobilde koltuğun yerden 100 derece açı yapacak şekilde, dik hale getirilmesi, dizlerin kalçadan hafifçe yüksek tutulması, sırtın dikey pozisyonda tutulup, başın, koltuk başlığının ortasını desteklediğinden emin olunması gerektiğini belirtti.
#86 - Mart 03 2009, 14:25:13

İktidarsızlık ÖLÜMCÜL olabilir

İktidarsızlığın, önemli hastalıkların belirtisi olabileceği ortaya çıktı.

İşte Prof. Dr. Selahattin Çayan, erkeklerde cinsel iktidarsızlığın ölümle sonuçlanabilen kalp, damar, tansiyon, diyabet hastalıklarının belirtisi olabileceğini söyledi.

Toplumda erkek egemen izleniminin önyargı oluşturduğunu, bu nedenle erkeklerin cinsel fonksiyon bozukluklarında doktora gitmediğini belirten Prof. Çayan, toplumda ön yargıyı yıkmak için Bayer Türk'ün desteğiyle derneğin uygulamaya koyduğu 'Erkek erkeğe sağlık konuşuyoruz' projesini başlattıklarını söyledi. Prof.Dr. Çayan, şöyle konuştu:

ERKEK DOKTORA GİTMİYOR
“Toplumda yer edinmiş belirli kurallar var. Erkekler ailenin temel direğidir. Eve para götürür, eşine çocuklarına bakar, yani evinde iktidardır. Ama cinsel sorunlar iktidarsızlık anlamına gelir. Erkek için çekilmez sorundur. Erkekler cinsel sorunlarını anlatmaktan, doktorla paylaşmaktan çekiniyor. Kadınlar böyle sorunlarında yüzde 90 oranında doktora giderken, erkeklerde bu oran yüzde 10'a düşüyor. Şunun toplumda iyi bilinmesi gerekiyor; cinsel ilişkilerde kişisel ya da partnerle yaşanan sorunların arkasında büyük rahatsızlıklar çıkabilir. Erkekteki cinsel fonksiyon bozukluğunun büyük bölümü kan dolaşım sistemindeki rahatsızlıktan oluşur. Stresten uzak durmak, yağlı yiyeceklerden kaçınmak cinsel yaşam süresini uzatır.”
#87 - Mart 03 2009, 14:26:06

Düz bir karın için..

Düz bir karın için spor kadar ne yediğinizde önemli. Peki sıkı bir karın için ne yemeli?

İşte düz bir karına sahip olmanıza yardımcı olacak besinler;

Badem: Badem protein ve lif içeriyor. Ayrıca iyi de bir magnezyum kaynağı. Günlük 23 adet badem tüketin!

Yumurta: En güçlü protein kaynağı. Yumurta vücuttaki hücrelerin yenilenmesini sağlıyor. Her gün bir yumurta tüketebilirsiniz.

Soya: Protein, lif ve anti-oksudan bakımından mükemmel bir kaynak olan soya fasulyesi, her gün bir öğün yenmesi gereken besinler arasında...

Elma: Düşük kalorisi ve lezzetiyle diyet yapanların en yakın dostu haline gelen elma kolay kilo verdiriyor.

Çilek: Yüksek lif oranlarıyla dikkat çeken bu meyve, aynı zamanda yüksek bir antioksidan. Gün içinde bir öğün tüketmenizde fayda var.

Yeşil yapraklı sebzeler: Yeşil yapraklı sebzeler düşük kalorili olmaları nedeniyle mide ve karın bölgenizde farklılık yaratıyor. Günde üç öğün yemeklerinizle ya da tek başına yeşil yapraklı sebze tüketebilirsiniz.

Yoğurt: Yoğurtta bulunan probiyotik bakteri, sindirim sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı oluyor. Yemeklerinizin yanında bir ila üç kâse yârım yağlı ya da yağsız yoğurt tüketin!

Sebze çorbası: Günde iki kez sebze çorbası yerseniz, kilo vermede daha başarılı olursunuz.

Somon: Omega 3 yağ asidi kaynağı olması nedeniyle somon, düz bir karın için büyük önem taşıyor. Yemeklerinizde haftada en az iki-üç kez somona yer verin!

#88 - Mart 03 2009, 14:26:51

Şizofreninin anahtarı okulda

Milyonlarca insanın korkulu rüyası meğer erken yaşta ortaya çıkıyormuş.

Avusturya'daki Inssbruck Üniversitesi Psikiyatri Bölüm Başkan Yardımcısı ve Biyolojik Psikiyatri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Walter Fleischhacker, dünyada her 100 kişiden birinin yakalanma ihtimali olan şizofreni hastalığının ilk fark edildiği yerin okul olduğunu söyledi.

Belek beldesinde düzenlenen Şizofreni Akademisi toplantısına katılan Prof. Dr. Walter Fleischhacker,  dünyada her 100 kişiden bir kişinin yakalanma ihtimali olan şizofreninin, erkeklerde 15 - 25, kadınlarda 25 - 35 yaş arasında ortaya çıktığını kaydetti. Şizofreni hastalığına yakalanmada genetik yatkınlığın yanı sıra kişinin maruz kaldığı stres faktörünün de etkili olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Fleischhacker, şizofreninin, hastalığa yakalanana olduğu kadar, ona bakan ailesi ile topluma da maddi ve manevi büyük bir yük getirdiğini belirtti.

Hastanın, durumunun verdiği sıkıntı ve iş gücü kaybı yaşadığına işaret eden Fleischhacker, aile bireylerinin de hasta bireye çok zaman ayırdıkları için iş yaşamlarında verimsiz olma riski yaşadığını, bu hastaların tedavisi için kullanılan ilaçların ve yataklı tedavi kurumlarında yatmalarının masrafının da toplumun üzerine yük olduğunu ifade etti. Diğer pek çok hastalıkta olduğu gibi şizofreni hastalığında da erken teşhisin önemli olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Walter Fleischhacker şunları söyledi:

''Bir kişinin şizofreniye yakalandığını genelde ilk fark eden sınıf arkadaşları oluyor. Örneğin, 'En iyi arkadaşımdı ama artık onu anlayamıyorum' diyorlar. Öğretmenler de aynı şekilde, mükemmel bir öğrenci olan çocuğun derslerinde başarısız olmaya, takip edildiği, birinin onu öldüreceği gibi tuhaf inançlara kapıldığını gözlüyor. Genel ilgi alanlarını, hobilerini ve insan ilişkilerini yitirdiğini fark ediyor. Kişisel bakımına eskisi kadar özen göstermediğini görebiliyor. Şizofreninin erken teşhisinde eğitim kurumlarına çok iş düşüyor. Bu nedenle dünyada birçok ülkede şizofreniyi önleme programları çerçevesinde okullara uzman gönderilerek okul psikologları ve öğretmenler eğitiliyor. Çağımızda maalesef anne ve babalar, çocuklarının eğitiminin sorumluluğunu öğretmenlerin üzerine yüklemeye başladı. Oysa aileler, çocuklarının öğretmenleri ve arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurarsa, onun hastalığa yakalandığını çok çabuk anlayabilir.''

Prof. Dr. Fleischhacker, gençlik çağında hemen hemen her insanın davranışlarında değişiklikler olduğuna da dikkati çekerek, ''Davranışları değişen her gencin şizofreniye yakalandığını düşünmek yanlış olur. Gençteki değişikliğin iyi ve uzun süreli gözlemlenmesi bu açıdan çök önemli'' dedi.

Fleischhacker, şizofrenide erken dönemde yeni nesil ilaçlarla tedaviye başlandığında hastalık belirtilerinin tamamen ortadan kalkmasında yüzde 40 oranında başarı elde edildiğini, hastaların yüzde 80'inde ise belirtilerin gerilediğini sözlerine ekledi.
#89 - Mart 04 2009, 00:27:09

Siyah çayı yabana atmayın

Almanya'da bir sağlık enstitüsü tarafından hazırlanan raporda siyah çayın, yeşil çay kadar faydalı olduğu belirlendi.

Almanya'da bir sağlık enstitüsü tarafından hazırlanan raporda siyah çayın, yeşil çay kadar faydalı olduğu belirlendi.

Rapora göre, siyah çayın içindeki 'teaflavins' maddesi kana zararlı kolestrol karışımını bloke ediyor. Bu da siyah çayın fazla içildiği taktirde kalp hastalıklarına yol açtığı iddialarını çürütüyor.

Uzmanlar günde ortalama 3 bardak çayın kolestrol düzenleyici etki yaptığını söylüyor.

#90 - Mart 04 2009, 00:28:01

Cinsel performans nasıl ölçülmeli

Çiftler arasında sağlıklı bir cinsel hayat için uzmanlardan hayati uyarılar...

Pek çok kişinin cinselliğin uzun sürmesini iyi performans olarak düşündüğünü vurgulayan Prof. Dr. Halim Hattat, “Oysa performans sadece süreyle belirlenmez. Önemli olan partnerinizle birlikte sizin de mutluluk ve tatmin yaratan bir cinsellik yaşamanızdır”dedi.

İşte Hattat'ın önerileri...

Tek seferlik başarısızlıkta hemen panik olmayın
Cinsel performansınız fiziksel sorunlar kadar uyku seviyeniz, stres düzeyiniz, duygusal durumunuz, ortam, partneriniz gibi pek çok faktörden etkilenir. Tek sefer başarısızlığı nihai sonuç zannetmeyin. Sorununuz devam ediyor ve cinsel yaşam kalitenizi azaltıyorsa doktorunuza danışın.

Sağlık sorunlarınızı geciktirmeyin
Şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları, yüksek kolesterol, kanser, hormonsal dengesizlikler ve depresyon gibi sağlık sorunları erkeklerde sertleşme problemi, kadınlarda orgazm ve uyarılma sorunları başta olmak üzere çeşitli cinsel sorunlara yol açabiliyor. Bu açıdan, genç yaşlardan itibaren, düzenli sağlık kontrolleri yaptırmanız sağlıklı bir cinselliğin anahtarı olacaktır.

Cinsel sorunlar kader değildir
Bazı tansiyon ilaçları, depresyon ve endişe ilaçları, uyku hali yaratan sedatifler ve bazı hormon ilaçları cinselliğinizi etkileyebilir. Yeni başladığınız bir ilaç sonrası cinsel performans ve istek sorunları yaşıyorsanız vakit kaybetmeden doktorunuzla görüşüp, ilacınızın böyle bir etkisi olup olmadığını öğrenin. Doktorunuz gerektiğinde ilaç değişikliğine gidecektir. Özellikle antidepresan ilaçlar alıyorsanız cinsel sorunlarınızı etkilediğini düşünerek ilaçlarınızı bırakmayın. Bu ilaçları kullanırken de cinsel performansınız artıracak yöntemler vardır.

Bel çevrenizi ölçün
Karın içi yağlar ve kilo fazlalığı hem hormonal dengesizlik yaratır, hem de tansiyon, şeker hastalığı, kalp-damar problemleri gibi sağlık sorunlarını sıklaştırarak cinsel performansı azaltır. Son yıllarda yapılan çalışmalar özellikle bel çevresi kalınlığının seks hormonlarının seviyelerini önemli ölçüde azaltarak, cinsel istek ve performansı olumsuz etkilediğini ortaya koydu. Bu nedenle bu yıl bel çevrenizi kadınsanız 80 cm, erkekseniz 94 cm altında tutmaya gayret edin.

Dış görünüşe sadece gereği kadar önem verin
Yılların vücudunuza getirdiği değişimler ve ideal imaj takıntısı özgüveninizi zedeleyip sizi cinsellikten uzaklaştırabilir. Ancak zihinsel ve ruhsal çekimin en az fiziksel çekim kadar önemli olduğunu unutmayın. Dış görünüşünüze özen gösterin ancak aşırılıktan kaçının.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklara dikkat
Cinsel yolla bulaşan hastalıkları aklınızdan hiç çıkarmayın. Cinsel ilişkilerde korunmaya özen gösterin. Buna rağmen sorununuz olduğunda vakit kaybetmeden tedavi olun.

Sağlıklı yaşam hormonlarınızı düzenler
Her gün 30-35 dakikalık hafif-orta tempolu yürüyüşler yapın. Bu yürüyüşleri eşinizle beraber yapıp ilişkinize keyif de katabilirsiniz. Tükettiğiniz besinlerdeki kolesterol, trans ve doymuş yağ miktarını azaltın. Omega-3, meyve, sebze tüketiminizi arttırın. Akdeniz mutfağına ağırlık verin. Daha az kalori tüketmeye gayret edin.

Önce ilişkinize odaklanın
Kaliteli bir cinsel yaşam için öncelikle sevgi, saygı ve anlayışa dayalı, kaliteli bir beraberlik gerekir. Cinsellik esnasında sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz davranışları partnerinize doğru bir şekilde aktarın. Eşinizin de ihtiyaç ve tercihlerini öğrenin. Ona sürprizler hazırlayın.

Yatak odanıza stresi sokmayın
Yüksek stres düzeyi, gerginlik, endişe hali, öfke sertleşme sorunu, erken boşalma, cinsel isteksizlik gibi pek çok cinsel soruna zemin hazırlıyor. Cinsellikte hayatınızın streslerini bir kenara bırakmayı deneyin.

Ondan kaçmayın, konuşun
Cinsel bir sorununuz olduğunda bunu partnerinizle paylaşmaktan kaçınmayın. Cinsel problemler bazen ilişki sorunlarının ana nedeni bazen de sonucu oluyor. Sebep ne olursa olsun onunla konuşun, paylaşın, anlatın. Gerektiğinde profesyonel yardım alın.
#91 - Mart 04 2009, 13:41:04

Safra kesesinden 200 taş çıktı!

İlk kez uyguladıkları operasyonda başardılar...

Konya'da ameliyat edilen bir kadının safra kesesinden 200'e yakın irili ufaklı taş çıktı.

Şenay Başkaya (40), bir süre önce karın, sırt bölgesinde ağrı, bulantı ve kusma şikayetleri nedeniyle Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesine başvurdu.

Yapılan tahlillerinde safra kesesinde çok miktarda irili, ufaklı taş olduğu tespit edilen Başkaya'nın hayati tehlike arz eden taşlarının tek delikten kapalı ameliyat yöntemi alınması yönünde görüş birliğine varıldı.

Doktorlar, Başkaya'ya durumu anlatarak Konya'da ilk kez uygulayacakları yöntem hakkında bilgi verdi.

Geçen hafta ameliyata alınan ve yaklaşık 2 saat süren operasyonda Başkaya'nın göbek deliğinden 1 santimetrelik kesi yapılarak safra kesesinde bulunan irili ufaklı 200 kadar taş çıkarıldı.

Ameliyatı yapan Başhekim Yardımcısı ve Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Celalettin Vatansev, ''Normalde 4 delikten yapılan kapalı safra kesesi ameliyatı bu kez tek delikten ve göbekten yapıldı. Bu nedenle hastanın iyileşme süresi kısalıp ameliyat sonrası ağrısı azaldı ve kozmetik açıdan karın yüzeyinde hiçbir kesi izi kalmadı'' dedi.

Kapalı ameliyatların tüm dünyada yaygınlaştığını belirten Vatansev, tek delikten ameliyat yöntemini dalak, kalın bağırsak ve diğer organ cerrahilerinde de kullanmayı hedeflediklerini ifade etti.

Ameliyat sonrası kısa sürede sağlığına kavuşan Başkaya ise doktorların ilk kez farklı bir yöntem deneyeceklerini söylediğinde tedirgin olduğunu dile getirerek, ''Şimdi sağılığıma kavuştum. Tedavimde emeği geçen başta Doç. Dr. Vatansev ve ekibi olmak üzere tüm hastane personeline teşekkür ediyorum'' diye konuştu.
#92 - Mart 04 2009, 13:45:09

Hasta olmamak için ne yapılmalı?

Mevsim geçişlerinde hasta olmamak için yapılması gerekenler     
Mart ayı ile birlikte bahar resmen yüzünü gösterdi. Ancak baharın tipik özelliği olan havaların bir ısınıp bir soğuması hasta olma riskini artırıyor. Sakarya Vatan Hastanesi Dahiliye uzmanı Dr. Hüsnü Yeşilot, mevsim geçişlerinde yaşanan ısı değişikliğinin vücudun savunma mekanizmasını zayıflattığını, bunun da soğuk algınlığı, grip ve nezle vakalarına sebep olduğunu belirtti.

Mevsim geçişlerinde hasta olmamak için dengeli beslenmenin çok önemli olduğunu ifade eden Yeşilot, şu uyarılarda bulundu: "Özellikle vücudun direncini artıran C vitamini içeren gıdaların tüketilmesini öneriyoruz. Portakal başta olmak üzere taze meyve ve sebzelerin bolca tüketilmesini tavsiye ediyoruz. Hareketlilikte bedenin savunma gücünü artırır. Ağır olmayan kültür fizik hareketleri ve yürümekte faydalı olur. Ayrıca kalabalık ve havasız ortamlardan mümkün olduğunca kaçınmak gerekir."

BAHAR DA NASIL GİYİNMELİ

Baharda ısının aynı gün içinde değişiklik gösterdiğini, en çok üşütme sebebiyle soğuk algınlığı, grip, nezle gibi vakaların arttığını vurgulayan Yeşilot, "Bahar geldi diye hemen ince giysiler giymemeliyiz. Çok soğuk günlerde olduğu gibi tabii ki kat kat giyinmekte doğru olmaz. Kişi üşümeyecek ve terlemeyecek şekilde giyinmeli, havanın aniden soğumasına karşı tedbirli olmalı. Bahar genelde yağışlı geçen günlerdir. Hasta olmamak için ıslanmaktan mümkün olduğunca korunmak gerekir. Eğer ıslanıldıysa ıslak giysilerin en kısa sürede kuru giysilerle değiştirilmelidir. Çünkü ıslak giysiler vücut ısısını hızla düşürür ve hasta eder." bilgisini verdi.
#93 - Mart 04 2009, 13:45:37

Tamiflu gripe karşı etkisini yitirdi

ABD hükümetine bağlı Hastalıktan Korunma ve Kontrol Merkezi 'Tamiflu'yu virüsler üzerinde denedi.

Araştırmanın sonucunda virüs örneklerinin yüzde 98'inin, Tamiflu'ya karşı dirençli olduğu belirlendi.

Tamiflu'ya karşı direnç H1N1'in tek bir mevsimsel türüyle sınırlıdır. ABD'de yer alan Hastalıktan Korunma ve Kontrol Merkezi, bu grip mevsiminde ABD'de H1N1 grip virüsüne yakalanan kişilerin alternatif bir nöraminidaz inhibitörü ya da rimantadin ve Tamiflu kombinasyonu ile tedavi edilmelerini önermiştir. Tamiflu, H1N1 dışındaki diğer mevsimsel grip virüslerine karşı etkili olup ilgili tedavilerde kullanılabilmektedir.

Avrupa Hastalıktan Korunma ve Kontrol Merkezi tarafından yapılan açıklamada, 2008-2009 sezonunda Avrupa'da baskın grip virüsü İnfluenza A'dır (H3N2) ve bu virüs Tamiflu gibi nöraminidaz inhibitörü antiviral ilaçlara karşı duyarlıdır.

Tamiflu, halen, İnfluenza A (H5N1) enfeksiyonlarının (kuş gribi) tedavisinde Dünya Sağlık Örgütü'nün öncelikle önerdiği antiviral seçeneği konumunu korumaktadır.

#94 - Mart 04 2009, 13:46:24

İyotu yeteri kadar alıyor musunuz

Araştırmalar, Türkiye'de kişilerin günlük almaları gereken iyotun ortalama 4'te birini aldıklarını gösteriyor

Guatr oluşumunda, iyot eksikliği, çevre faktörleri, ırsi faktörler ve bünyesel faktörlerin etkili olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mete Düren, şöyle devam etti:
“Araştırmalar, Türkiye'de kişilerin günlük almaları gereken iyotun ortalama olarak 4'te birini aldıklarını gösteriyor. İyot eksikliği olan Orta Avrupa ülkelerinde fırınlarda pişen ekmeğe ve sofrada kullanılan tuza eklenen iyotla eksiklik ve buna bağlı gelişen guatr sorunu büyük ölçüde çözülmüştür. Türkiye'de iyotun guatrı olmayan kişilerce korunmak amacı ile alınması gerekir. Aksi takdirde guatrı olan hasta bundan kurtulmak amacı ile iyot aldığı taktirde bunun faydadan çok zararı olmaktadır.”

TRAFİK KAZASINDA ÖLME RİSKİ DAHA YÜKSEK
Troid kanserlerinin büyük çoğunluğunun çok selim tabiatlı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Düren, “Tiroid kanserinden bir hastanın ölmesi, ABD'de by-pass ameliyatlı bir hastanın yaşam şansı ile aynı tutuluyor. Bizde ise hastanın trafik kazalarından yaşamını yitirme olasılığı daha yüksek görülüyor” ifadesine yer verdi.

GENETİK FAKTÖR ORTADAN KALDIRILIYOR
Tiroid kanserinde son yıllarda kaydedilen çok önemli gelişmelerden birinin de medüller tipte tiroid kanseri olan anne veya babanın kanında yapılan genetik bir araştırma ile çocuğuna bu hastalığın geçip geçmeyeceğinin anlaşılması olduğunu belirten Düren, şöyle devam etti:
“Çocuklarında da bu test pozitif çıkarsa o çocuğun 25-30 yaşına kadar tiroid kanserine yakalanacağı yüzde 100 olduğundan bu çocuklarda koruyucu olarak tiroid bezi tamamen alınıyor ve yüzde 100 şifa sağlanıyor. Bu genetiğin tıbba uygulama alanında yapmış olduğu en önemli katkılardan biri olarak kabul ediliyor. Bizim de böyle hastalarımız ve ailelerimiz var. Ancak çocuklarında hiçbir hastalık yokken annelerini çocuklarını ameliyat ettirmeye ikna etmek oldukça zor görünüyor.”
#95 - Mart 05 2009, 13:30:26

Ağız kokusuna elveda

Sosyal hayatı ve ilişkileri olumsuz etkileyen ağız kokusundan bazı önlemler ile kurtulmanız mümkün. İşte etkili 10 adım...

Dişlerinizi ve diş etlerinizi koruyun
Diş çürükleri, diş eti iltihapları ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Ağız içi herhangi bir enfeksiyon bakteri üremesini artıracağı için daima ağız kokusuna neden olur. Bu yüzden diş hekimlerinin önerilerine kulak asmalısınız.

Ağzınızda var olan protez ve köprüleri kontrol ettirin
Ağız içinde var olan eskimiş köprü ve protezler zamanla gıda birikmesine yol açacağından kötü kokulara yol açabilir. Bu durumda yenilenmesi gerekenleri değiştirmeli, eksik olan dişlerin yerleri için gerekli tedavileri yaptırmalısınız.


Sakız çiğneyin
Tükürük, ağız kokusu ile savaşın en güçlü yoludur. İçinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antibiyotikler vardır. Bu nedenle şeker gibi bazı hastalıklarda, pek çok ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkan kuru ağızlar daima kötü kokuludur. Gece boyunca tükürük salgısının azalması ve yemek parçacıklarının diş aralarında kalması sabahları ağız kokusunun oluşmasına neden olur. Şekersiz sakızlar tükürük salgısını arttırarak, ağız temizliğine yardımcı olur. Nane şekerleri ve şekerli sakızlar ise çoğu zaman sanılanın aksine durumu kurtarmak yerine kötüleştirmeyi başarırlar. Ancak içinde xylitol içeren sakızlar ağız kokusunu önleyebilir.


Tarçın kullanın
İçeceklerinizde ve uygun yiyeceklerinizde tarçın kullanabilirsiniz. Tarçın ağız içi bakterilerle mücadelede önemli bir silahtır. Tarçınlı şekersiz sakızlar durum için kurtarıcı bir öneri olabilir.

Daha fazla su için
Özellikle yaşla artan vücut kuruması pek çok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Çok su içmek bir çok yararının yanı sıra dilin kurumasını da önler ve ağız kokusu ile mücadelede önemli bir silah haline gelir. Su ağız içindeki bakterinin minimumda tutulması için direkt yardımcıdır.


Asla burnunuz tıkalı uyumayın
Sinizüt gibi havayolu rahatsızlıkları ve burun tıkanmasına neden olan diğer durumlar, geceleri ağız yolu ile nefes alınmasına neden olur. Bu durum ağız ve boğazı kurutarak bakteri oluşumu için uygun bir ortam sağlar. Azalan tükürük salgısı durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir. Bu nedenle kesinlikle burnunuz tıkalı uyumamalısınız.


Basit şeker tüketimini azaltın
Beyaz un, beyaz şeker, glikoz, fruktoz şurubu ile tatlandırılmış tüm hazır gıdalar, ağız içi bakterileri için inanılmaz bir hazinedir. Bu tür şekerleri çok kolay kullanarak hızla çoğalırlar. Basit şekerler diş çürümelerine neden olur ve ağız sağlığını hızla bozarlar.


Lokmaları iyice çiğneyin
Bu sayede yiyeceklerle tükürük salgısı iyice karışır ve ağızda yemek parçası kalma olasılığı düşer. Daha çok çiğneme hareketi bakterilerin bulundukları yerlerden koparak mideye gitmelerini sağlar.

Diş ipi kullanın
Diş ipi sayesinde fırçanın çıkaramadığı yerlerdeki bakteri ve yemek artıklarını sökebilirsiniz. Özellikle diş gövdeleri arasındaki dar bölgelerde biriken yemek artıkları hızlı bir bakteri çoğalmasına neden olur.

Sigara içmeyin
Sigarara içmek ağız kuruluğuna neden olduğundan kötü kokulara yol açar. Ayrıca bir diğer ağız kokusu nedeni olan diş eti hastalıklarına da zemin hazırlar.
#96 - Mart 05 2009, 13:30:56

Sigarayı bırakırken kilo almayın

Araştırmalara göre, sigarayı bırakanların yüzde 80'i kısa zaman içinde kilo alıyor.

Sigarayı bıraktıktan sonra kilo alınmasının birkaç sebebi var. Öncelikle sigarayı bıraktıktan sonra kişilerin beslenme alışkanlıklarında değişiklikler meydana geliyor. Tatlı ve karbonhidratlı gıdaların tüketimindeki artış, kilo alımında önemli bir etken. Nikotinin iştah baskılayıcı etkisinin yanı sıra bir alışkanlık haline gelen sigara içme davranışının yerine kişilerin atıştırmayı koymaya çalışması bunun sebeplerinden biri. Sigara içen kişilerde, sigarayı bırakmadan önceki dönemde atıştırma ve tatlı tüketiminin, sigarayı bıraktıktan sonraki dönemlerle karşılaştırıldığında çok düşük olduğu ortaya çıkıyor. Kişilerin beslenme alışkanlıklarındaki bu değişim kilo artışını da beraberinde getirebiliyor (1).

Ayrıca araştırmalara göre, sigara içen kişinin sigarayı bırakmadan önceki ve sonraki enerji harcama düzeyleri arasında da büyük farklılıklar bulunuyor. Çalışmalar, sigara içen kişilerin bazal metabolizmasının, yani kişinin dinlenme halindeki metabolizmasının, sigara içmeyenlere oranla yüzde 10 oranında daha hızlı olduğunu gösteriyor. Üstelik bu metabolizma düzeyindeki düşüş, kişinin aktivite düzeyiyle de ilintili değil. Hem beslenme alışkanlıklarındaki değişim hem de enerji tüketimindeki azalma, kilo artışının temel nedenlerini oluşturuyor (1).

Sigaranın bırakılmasını takip eden 1 yıl içinde, kadınlar genellikle ortalama 4, erkekler ortalama 3 kilo alıyor. Bu rakamlar, aktivite düzeyleri ve beslenme alışkanlıklarına göre artabiliyor (2).

Kiloda yaşanan bu artış, özellikle kadınlar için sigarayı bırakma girişiminde bulunmama kararına neden olabiliyor. Yapılan çalışmalar, sigara içen kadınların yüzde 67'sinin sigarayı bırakma sonrasında kilo alma konusunda endişelendiğini gösteriyor (3). Ortaya çıkan bu endişe neticesinde ise, sigarayı bırakma düşüncesi veya girişimde bulunma oranları düşük seviyede kalıyor. Sigaranın olumsuz etkileri ve neden olduğu hastalıklar göz önüne alındığında, önemsiz olarak sayılabilecek kilo artışı, sonuç olarak pek çok kişinin sigarayı bırakamama nedeni olabiliyor.

Sigarayı bıraktıktan sonraki kilo artışını önlemede yardımcı tedaviler

Sigara bırakıldığında kilo alınmasının temel nedeni olarak gösterilen nikotin alımının bırakılması nedeniyle metabolizma hızının yavaşlaması ve alışkanlık haline gelen sigara içme davranışının yerine başka şeylerin konması, sigarayı bırakmada destek tedavilerinin önemini daha da artırıyor. Sigaradan alınan nikotinin yerine geçerek sigarayı bırakmaya yardımcı olan nikotin replasmanı, yani nikotin sakızı, dilaltı tableti gibi yerine koyma tedavileri sigarayı bırakmaya yardımcı olurken, özellikle sigarayı bırakmaktan kaynaklanan kilo artışı, gerginlik, huzursuzluk gibi durumların yaşanmasını da engelliyor.

Çeşitli nikotin replasman tedavilerinden olan nikotin sakızı, dilaltı tablet ya da bantlar ülkemizde de bulunabiliyor. Nikotin replasmanı, irade gücü ile sigarayı bırakmaya göre bırakma şansını iki kata kadar artırabiliyor.

Sigarayı bırakmada temel problem, genellikle sigaranın bırakılması ile beraber nikotinin de bir anda bırakılmasına bağlı olarak yaşanan ve “yoksunluk belirtileriı” adı verilen olumsuz hisler ortaya çıkıyor. Bu hisler gerginlik, yerinde duramama, huzursuzluk, a??ırı sinirlilik, konsantrasyon kaybı ile iştah ve kilo artışı olarak tanımlanabilir. Sigaraya yeniden başlamada önemli etkisi bulunan bu hislerin önlenmesinde, ülkemizde 2 ve 4 miligramlık dozlar halinde bulunan nikotin sakızı ve dilaltı tableti nikotin replasman tedavileri kullanılabiliyor.

Sigarayı bırakma sürecinde bırakmadan önceki günlük sigara tüketimine göre dozu 2 ila 4 miligram arasında değişen nikotin sakızlarının nikotin replsman tedavisi olarak kullanımı kilo kontrolünü kolaylaştırıyor. Araştırmalar nikotin sakızı kullanan kişilerde kilo alımının herhangibir nikotin replasman tedavisi almayan gruptakine göre daha az olduğunu ortaya koyuyor (4). Ayrıca nikotin sakızının kilo kontrolüne destek olduğunu gösteren bir başka çalışma, bu etkinin kullanılan nikotin sakızının dozu ve kullanılan nikotin sakızı adedine bağlı olduğunu gösteriyor (5). Bu da, nikotin sakızlarının nikotin bağımlılığı yüksek olan kişilerde, yani basit anlamıyla günde bir paketin üzerinde sigara kullanan kişilerde 4, daha az sigara tüketen kişilerde 2 miligramlık sakızların önerilen süre ve adetlerde kullanılmasının önemini gösteriyor.

Nikotin replasman tedavileri, içerdikleri nikotin sayesinde sigaranın bırakılmasıyla yavaşlayan metabolizmayı hızlandırmaya yardımcı olurken, özellikle sakız ya da dilaltı tablet gibi ağızdan alınan formları ile davranış alışkanlıklarının da yerine geçebiliyor. Yani kişiler sigara içme isteği duyduklarında sigara içmek ya da zararlı atıştırmalıklardan yemek yerine nikotin sakızı ya da dilin altında eriyen tabletlerden aldıklarında davranışsal olarak ihtiyaçlarını da karşılamış oluyorlar.

Nikotin replasman ürünleri sayesinde sigarayı bırakmada başarı oranı, hekim ya da eczacıların yoğun tavsiye ve desteği ile 6 kata kadar artabiliyor.

Nikotin replasman tedavileri 2 ve 4 miligramlık doz seçenekleri halinde Johnson & Johnson firması tarafından eczanelerde satılıyor. Eczacı ya da hekime danışarak kullanabileceğiniz bu ürünlerin yanı sıra, sakız çiğnemeyi tercih etmeyenler için dilaltı tabletler de yine eczanelerden satın alınabiliyor.

Yaşam tarzında bazı değişiklikler yapmak, günlük alınan kalori miktarına daha fazla dikkat ederek daha hafif beslenme biçimine geçmek ve egzersizi ihmal etmemek gibi etkenlerin de sigarayı bırakma sonrası kilo kontrolünde etkili olacağını unutmayın.
#97 - Mart 05 2009, 13:31:33

Artık erkekler de kaş ektiriyor

Bu yöntemle elde edilen sonuç doğal mıdır?

Kişinin nasıl bir kaş istediği çok önemlidir nasıl ki herkesin saçı, kaşı birbirinden farklılık arz ediyor. Buna bağlı olarak ekilecek kaşın kalınlığı, inceliği kişinin daha önceki kaşına ve saç yapısına uygun olmalı.Çok sık ve gür bir saça sahip olan bir kişiye seyrek ya da çok ince bir kaş modeli uygun olmayacağı gibi saçları seyrek olan birine de sık ve kalın bir kaş uygun olmaz. Bu nedenden dolayıdır ki kişi kaş ekiminden önce doktoruna nasıl bir kaş istediğini ve doktorunun da kendisine nasıl bir kaş  modelinin, kaş kalınlığı, kaş çizgisi, yüz hatları uygun olabileceğini  ayrıntılı bir şekilde tesbit edilmelidir ki kaşlar çıktıktan sonra hayal kırıklığı yaşanmasın ve kişinin istediği gibi doğal
estetik bir görüntü ortaya çıksın. 

SÜRECİN TAMAMLANMASI 5-6 AYI BULUYOR

Kaş naklinin sonuçları ne zaman görülmeye başlanır?

Kaş ekimden 3 hafta sonra kaşa nakledilen saç telleri dökülür  sanki hiç kaş ekimi yapılmamış gibi bir görüntü oluşturabilir. Bu dökülme kaş köklerinin tamamen kaybı gibi anlaşılmasın, sadece saç kökleri nakledildiği ortama adapte olabilmesi için saç tellerini taşıyamazlar. Ekilen kaşlar 2 ay sonra cilt altından yavaş yavaş çıkmaya başlar ve bu sürecin tamamlanması 5-6 ay'ı bulmaktadır.

 Ekilen kaşlar kalıcı mıdır?

Kesinlikle aynı saç ekiminde olduğu gibi kaş ekimi de ekilen greftler ömür boyu dökülmezler. Daha önceki kaşlarımıza nasıl bakım yapıyorsak ekilen kaşlarımıza da aynı şekilde istediğimiz gibi inceltme, boya ve diğer işlemleri uygulayabiliriz.

AĞRISIZ YÖNTEM

Operasyon anında ve sonrasında sorun yaşanıyor mu? (Ağrı-sancı gibi)

Kesinlikle hayır. İşlemden önce lokal anestezi yapılacak olan alana soğuk spreylerle yada pomatlarla acı hissiyatı ortadan kaldırılır. Kaşlara yaptırılan dövmeler bile daha fazla acıya neden olmaktadır. Sadece kaşlar çıktıktan sonra normal saç gibi uzamasından dolayı hafta bir kısalmak gerekecektir.

Maliyeti ortalama ne kadar?

Maliyeti kaş ekimi yaptıracak kişiyi görmeden veremiyoruz. Saç ekimi maliyetinin yarısı kadar diyebiliriz.

Erkekler de rağbet gösteriyor mu? Siz kaç erkeğe böyle bir operasyon yaptınız?

Bayanlara göre çok az.%90 bayanlar,%10 erkekler kaş ekimi yaptırıyorlar. Saç ekimide de tam tersi %90 erkekler,%10 bayanlar saç ekimini yaptırıyorlar. Saç ekimi operasyonlarımız yılda ortalama 1000 kişi ve %90 yurdışından gelen misafirlerimizden oluşmaktadır.

SANAT VE SOSYETE DÜNYASININ İLGİSİ BÜYÜK

Op. Dr. Aytuğlu açıklamalarına son olarak şunları da ekledi: "Kaş ekimi de  2008 yılının son 6 ayından sonra ciddi bir yoğunluk yaşanmaya başlandı. Nedeni son zamanlarda dünyaca ünlü yıldızların kaş ekimi yaptırması ve Türkiye'de de sanat ve sosyete camiasında kalın kaş modasına yoğun bir ilginin olmasından kaynaklanmaktadır."

#98 - Mart 05 2009, 13:32:38

"Bebekler anne karnında şiddete maruz kalıyor"

Aile içi şiddet çocukları vuruyor.

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Didem Öztop, Türkiye'nin aile içi şiddet sıralamasında Pakistan, İran ve Hindistan'dan sonra dördüncü sırada geldiğini söyledi.

Öztop, çocuğu korkutmak, aşağılamak, reddetmek, tehdit etmek ve özgüvenini sarsmak amacıyla yapılan her türlü sözlü ve fiili davranış biçiminin duygusal istismar olarak kabul edildiğini belirtti.

Aşırı otoriter davranmak ve çocuğun davranışlarıyla uyumsuz ağır cezalar vermenin de duygusal istismara yol açtığını vurgulayan Öztop, şöyle devam etti:

''Duygusal istismarda fiziksel istismar yok ama fiziksel ya da cinsel istismarın yanında her zaman çocuğun duygusal istismarı söz konusu olmaktadır. Çocuğun temel bakım ihtiyaçları olan beslenme, giyim ve tıbbi gereksinimlerini, duygusal ihtiyaçlarını, optimal yaşam koşullarını sağlayamama durumu da yine duygusal istismar içinde yer almaktadır. Öte yandan çocuğu terketme, gereksinimleri ile ilgilenmememe, yok sayma, çocuğun iletişimine tepkisiz kalma gibi eylemsizlikler de duygusal istismar olarak karşımıza çıkmaktadır.''

Kişilerin bedensel olarak zarar görmesine yola açan davranışlar olan fiziksel istismarın insanlık tarihinin başlangıcından bugüne dek varolduğunu, ancak ilk kez 1962 yılında tanımlandığın anlatan Öztop, üniversitelerinde 2007 yılında 47, 2008 yılında ise 80 fiziksel istismar vakasıyla karşılaştıklarını söyledi.

Öztop, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Bu fiziksel istismarın artığı anlamına gelmiyor, ancak sadece olaya yönelik duyarlılık arttı. Buna rağmen hala fiziksel istismarla ilgili bildirimler daha az. Çalışmalarda fiziksel istismarın sıklığının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Çünkü Avrupa ülkelerinde çocuğa tokat atmak bile bir istismar biçimiyken, bizde ağzına biber sürmek, kulağını çekmek, tokat atmak bir disiplin yöntemi olarak kabul edilmekte ve çocuk tarafından da travmatik olarak algılanmamaktadır. Bu nedenle ülkeden ülkeye, kültürden kültüre fiziksel istismarın tanımı değişmektedir.''

-''BEBEKLER ANNE KARNINDA ŞİDDETE MARUZ KALIYORLAR''-

Çocukların her yerde şiddete maruz kaldıklarına dikkati çeken Öztop, bu sürecin gebelik döneminde annenin şiddete maruz kalmasıyla birlikte başladığını vurguladı.

Aile içindeki şiddet sürecinde çocuğun da örselendiğine işaret eden Öztop, ''Çocuk şiddeti bir davranış biçimi olarak algılamakta, kurban rolündeyken erişkinlik döneminde şiddet uygulayan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır'' dedi.

Türkiye'nin aile içi şiddet sıralamasında Pakistan, İran ve Hindistan'dan sonra 4. sırada yer aldığını belirten Öztop, şu bilgileri verdi:

''Ülkemizde yapılan bir çalışmada fiziksel istismar sıklığının yüzde 30-35, cinsel istismar sıklığının ise yüzde 13 olduğu ortaya çıktı. Ancak, bu rakamlar gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Çünkü ülkemizde epidemiyolojik çalışma yapmak çok güç. Aileler arasında yapılan anketlerde her 100 aileden 34'ünde şiddete başvurulduğu görülmektedir.''

Ailelerin kaygı ve sıkıntılarının fazla olduğu durumlarda, çocuğun yaptığı ya da söylediği birşeyden dolayı gelişen öfkeyi kontrol edememelerine neden olduğunu dile getiren Öztop, bunun bazen şiddet olarak ortaya çıktığını, bazen de görmezden gelindiğini söyledi.

Anne babanın içsel durumunun, duygularının, içinde bulunduğu ruh halinin, çocuğa yönelik tutum ve davranışlarını etkileyebildiğini kaydeden Öztop, ''Fiziksel ceza, bizim kültürümüzün bir parçası olarak, bir disiplin yöntemi olarak kullanılıyor. Çocuğun iyi terbiye edilebilmesi için cezalandırılması amacıyla fiziksel şiddet uygulanabiliyor. Bunu da toplum olarak normal kabul ediyoruz ve kanıksıyoruz. Çeşitli araştırmalarda çocukların yüzde 60'ının fiziksel ceza aldıkları ortaya çıkmıştır'' diye konuştu.

#99 - Mart 05 2009, 13:33:17

Kolon kanserinde erken teşhis önemli

Türkiye'de öldüren 3-4 kanser çeşidinden biri olduğu açıklandı.

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, kolon kanserinin, Türkiye'de öldüren 3-4 kanser çeşidinden biri olduğunu söyledi.

Kolon kanserinde erken teşhisin önemine dikkat çekmek amacıyla Radisson Sas Otel'de düzenlenen basın toplantısında konuşan Tuncer, kanserlerin önlenmesi için çalışmalar yürüttükleri anlattı.

Tuncer, ''Bu tip sindirim sistemi kanserlerinin ilk taşı, daha doğarken konuluyor. Maalesef özellikle özel hastanelerde doğan çocukların yüzde 100'ü, o ilk kanseri önleyici sindirim sistemindeki bağışıklığı hemen kuran annenin ilk sütünü alamıyor. Çünkü annenin sütü gelmiyor diye hemen çocuğa mama veriliyor'' dedi.

Prof. Dr. Tuncer, çocuklarda ''Kolik'' denilen yaygın görülen karın ağrısına karşı piyasada tamamı Sağlık Bakanlığı'ndan ruhsatsız, sadece Tarım ve Köyişleri Bakanlığı onaylı çok sayıda ilaç bulunduğuna dikkat çekerek, ailelerin bu tür ilaçları kullanmaması gerektiğini belirtti.

Ağrının nedeni ve rahatsızlığın gerçekten ''Kolik'' olup olmadığının araştırılması gerektiğini kaydeden Tuncer, şöyle devam etti:

''Bu ilaçların kullanımı ile sindirim sistemi kanserlerinin ilk riski verilmiş oluyor. Çünkü bu ilaçların çoğu barsak gerilmelerini durdurmak ve yavaşlatmak üzere kurgulanmış. Bu ilaçlar bir süre sonra kronik kabızlık nedeni oluyor. Türkiye'de sadece kabızlık nedeniyle kakasını kaçıran bu derece ağır kabızlık çeken 50 bin çocuğumuz var. Sadece kabız olan hastaların ömür boyunca hem kalın barsak, hem sindirim sistemi kanserine yakalanma riski çok yüksek. Yani çocuğu kanser riskinden korumak için anne sütünden azami yararlanmasını sağlamak ve olur olmaz ilaçları kullanmamak gerekir.''

Tuncer, yeterli kalsiyum alınmasının da hastalığın önlenmesinde etkili olduğunu, süt ve süt ürünleri tüketimine ağırlık verilmesi gerektiğini, lifli besinlerin tercih edilmesi ve her gün en az yarım saat yürüyüş yapmanın kanseri önleyici tedbirler arasında olduğunu ifade etti.

Prof. Dr. Tuncer, obezite, alkol ve sigaranın kansere yol açan riskler arasında bulunduğunu söyledi.

-MEME, RAHİM AĞZI VE SİNDİRİM SİSTEMİ TARAMASI-

Prof. Dr. Tuncer, Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanlığı olarak, ülke genelinde 85 adet bulunan Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) aracılığıyla meme, rahim ağzı ve sindirim sistemi kanserlerine karşı tarama yapıldığını ve hedeflerinin 2010 yılının sonuna kadar bu 3 kanser türü açısından taranmamış tek bir kimsenin bile kalmaması olduğunu vurguladı.

Tuncer, 35 yaşına gelmiş her kadının, yılda en az bir kez smear testi yaptırması, 49 yaşındaki her kadının mutlaka mamografi çektirmesi, 50 yaşında girmiş kadın ve erkek herkesin yılda bir defa dışkısında gizli kan olup olmadığına baktırması gerektiğini bildirdi.

Kolon kanserinin erkeklerde daha sık görüldüğünü, genel olarak görülme sıklığının 100 binde 12 civarında olduğunu dile getiren Tuncer, her mesai saatinde 2 kişiye kolon kanseri tanısı konulduğunu ve bu 2 kişiden birinin hayatını kaybettiğini anlattı.

Hastalığın ortaya çıkmadan önlenmesinin hastalığın tedavisinde çok daha kolay ve maliyet açısından düşük olduğunu ifade eden Tuncer, şunları kaydetti:

''Kolon kanseri, Türkiye'de öldüren 3-4 kanser çeşidinden biri. Türkiye'de toplam kanser türlerinde 2 puanlık artış var. Kanser tedavisi için yılda 2,6 milyar avro harcama yapıldı. Hastalık konusunda toplumu bilinçlendirmek, korunma yolları, erken teşhis ve tarama konularında halkımızı mutlaka bilinçlendirmeliyiz. Biz bu farkındalığı yaratmak için bu yıl çok büyük bir bütçe ayırdık.''

-YILDA BİR KEZ KOLONOSKOPİ YAPTIRILMASI ÖNERİSİ-

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cebeci Hastaneleri Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Demirkazık da dışkıda kan görülmesi ve uzun süreli kabızlık çekilmesi halinde mutlaka bir uzmana başvurulması gerektiğini söyledi.

Kolon kanserinin genelde belirti vermediğini, gizli kanama yaptığını bunun da anemiye (kansızlık) yol açtığını anlatan Demirkazık, ''Bir kişide anemi varsa bunun mutlaka nedeni araştırılmalı. Bu konuda hekimler de bilinçlendirilmeli. Anemisi olan hastalara demir ilacı verip gönderilmemeli'' dedi.

Kolon kanserinin teşhisinde erken teşhiste iyileşme şansının çok yüksek olduğu vurgulayan Demirkazık, erken teşhiste hastalığın ömür boyu yüzde 80-90 oranında bir daha tekrar etmediğini dile getirdi.

Demirkazık, 50 yaşın üzerinde olan, ailesinde kalın barsak kanseri hastalığı bulunan herkesin yılda en az bir kere kolonokoskopi yaptırması gerektiğini vurguladı.

#100 - Mart 05 2009, 13:33:48

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.