Alternatifim Cafe

Besteciler ve Opera Sevgileri

Discussion started on Klasik Müzik

İnsanlığın ortak dili müzik, beraberinde yaşam sevinci getirmesine karşın,
bestecilerine çoğu zaman “doğum sancıları” da çektirmiştir. Hemen her
bestecinin yaşam öyküsünde, “doğurduğu” bestelerinin  olumlu ya da
olumsuz etkileri, izleri görülmektedir. Çoğu müzik yapıtları ile
bestecilerinin yaşam öyküleri bir bütünlük oluşturmaktadır. Yaşamlarında
estirdiği fırtınlara karşın müzik, yine de, sanatçılar için vazgeçilmez
bir aşk özelliğini her zaman korumuştur.


Opera, Latince "yapıt" anlamına gelen "opus" sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcük günümüzde müzikli sahne oyunu anlamında kullanılmasına karşın gerçekte, birçok sanat dalının biraraya getirilmesiyle yaratılan büyük bir "yapıtlar topluluğu"dur. Orkestra, koro ve şefleri, şan sanatçıları, bale ve tiyatro sanatçıları, kostüm ve dekor ekipleri, ışık ve diğer teknik elemanların oluşturdukları "mozaikler"den oluşan bir sanat mozaikleri yapıtı"dır, opera.

Operanın doğum nedeni ve kaynağı "Madrigal"dir. Madrigal, 14’üncü yüzyılın nakaratlı, yalın bir vokal türüdür ve din dışı şarkıların başlamasına neden olmuştur.

İtalya’nın Rönesans sonundaki en ünlü madrigal bestecisi, Venosa Prensi Carlo Gesualdo’dur. Besteci, Rönesans’ın son döneminde yenilikleriyle dikkat     çekmiş, müziğe bir yandan dramatik bir anlatım katarken, bir yandan da şaşırtıcı armoniler kullanmıştır. Müzik tarihindeki ünü, yalnızca özgün yapıtlarından değil, skandallarla, hatta cinayetlerle dolu özel yaşamından da kaynaklanmaktadır.

Napoli’nin eski ve soylu ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya gelen Gesualdo, 1590 yılında eşini ve onun sevgilisini, ardından da iki kızını öldürmekle suçlanmıştır. Tüm İtalya’da uzun süre dillerden   düşmeyen bu büyük skandaldan sonra dört yıl "bir köşeye çekilmiş" ve kendini toplumdan uzaklaştırmıştır.

İkinci evliliğini d’Este Ailesi’nden bir prenses ile yapan Gesualdo’nun bir katil olup olmadığı sorusu, yüzyıllarca yanıtı bulunamayan özelliğini bugün de sürdürmektedir. Beethoven, sağlığında tanınmış, başarıya ulaşmış bir sanatçıydı. Yaşamında, yokluk nedeniyle sıkıntılar içinde geçirdiği günleri, tabanı delik ayakkabısını onartamadığı için evden çıkamadığı günleri de olmuştur.

Böylesi sıkıntılar içindeki günlerinden birinde dostu Maelzer, ondan yeni bir yapıt hazırlamasını istedi. Maelzer metronomu icat etmişti ve büyük besteciye de, sağırlığına bir ölçüde çözüm oluşturan işitme aygıtları yapmaktaydı. Çünkü Beethoven, bestelerini yaparken, sağırlığı nedeniyle dişlerinin arasına bir çubuk alıyor, piyanoya dayıyor, piyanodaki ses titreşimlerini duyumsayarak, "müziğin sesini" duyabiliyordu.

O sıralarda İngiliz generali Wellington, Napoleon’un ordusunu bozguna uğratmıştı. Maelzer bunun bir senfoniye konu olabileceğini söyledi. Beethoven kısa zamanda "Wellington Savaşı" adlı yapıtı besteledi. Yapıt ilk kez Viyana’nın tüm müzisyenleri ve büyük bir dinleyici topluluğuna sunuldu. Konserin bitiminde salon alkıştan inledi. Bu başarı üzerine dostları, Beethoven’ı opera yazmaya teşvik ettiler. Kendisi bu alana ilgi duymamasına karşın, yarım kalan "Fidelio" operası üzerinde dost larının ısrarı sonucu yeniden çalışmaya başladı. Yapıt, 1814 Mayıs ayında tamamlandı ve ilk temsilinde orkestrayı Beethoven yönetti. Yalnız tüm müzisyen ve opera sanatçılarının gözleri, salonda dinleyiciler arasında oturan asıl orkestra şefi Umlauf’taydı. Çünkü Beethoven, kulakları duymadığı için orkestrayı denetleyebilecek durumda değildi ve Umlauf ise, salondan orkestraya yaptığı birtakım işaretlerle, operanın başarısızlığa uğramasını önlemeye çalışmaktaydı.

“Fidelio" operasının mükemmel geçen bu ilk temsilinden altı yıl sonra, 1824’de Beethoven, Viyana Kärtner Tiyatrosu’nda yapıtını yine kendisi yönetmek istedi. Ne yazık ki sağırlığı yüzünden başarısızlığa uğradı. Orkestra ile şarkıcılar arasında bir uyuşmazlık başgösterdi. Dinleyiciler hayretlere düşmüş, salon karışmıştı. Beethoven ise, şaşkın şaşkın bakınmakta ve soğuk terler dökmekteydi. Birinci perdenin sonunda tiyatro müdürü, Beethoven’a bir pusula gönderdi. Pusulada "Rica ederim devam etmeyin" sözleri yazılıydı. Beethoven başını eğdi, bir iki dakika öylece kaldı ve sonra birden fırlayarak kendini tiyatrodan dışarı attı. Hızla eve dönerken ellerini yüzüne kapatmış, hıçkırarak ağlıyordu.

 Ondokuzuncu yüzyılın başlarında İtalya’nın en önemli bestecisi Rossini idi. Onun akıcı modeller içeren, sevimli, eğlenceli müziği ve zekâ pırıltılarıyla dolu operaları, tazeliklerini bugün de korumaktadır.

Pek çok bestecinin genç yaşta öldüğü bir dönemde Rossini, yetmişaltı yaşına dek yaşamıştır. Otuzyedi yaşında, otuzdokuz opera yazdıktan sonra beste yapmaktan vazgeçmiş, kendini mutfak sanatına vermiş, yeni yemekler "yaratmaya" başlamıştır. İtalyan mutfağının yemek listelerinde özel bir yeri olan ünlü "Bistecca alla Rossini" (Rossini usulü biftek), bestecinin operalarından hiç de geri kalmayan bir üne sahip "yapıtı"dır. Wagner başta olmak üzere pek çok ünlü, onun sofralarının konukları olmuşlar. Bu sofralarda yemek konularında yapılan söyleşiler yanısıra, müzik tarihi üzerinde tartışmalar da yapılmaktaydı.

 Romantizm’in İtalyan operasını etkileyen en önemli öğesi "ulusçuluk" kavramı olmuştur. Verdi ilk ünlü operası "Nabucco" ile başlayarak kendi ulusunun şarkı söyleme tekniğini, insan sesi yapısını ve kendine özgü yerel havalarını incelemiş, özel sorunlarını yansıtan konuları içermişti. Verdi tüm kalbiyle şuna inanmaktaydı:

"Her ülkede, kendi kültüründen fışkıran yerel müzik işlenmelidir."

1838-1840 yılları, Verdi’nin yaşamının "acılarla dolu" bölümüdür. Bu dönemde önce eşi Margherita’yı yitirmiş, onun ölümünden sonraki yirmiiki ay içinde iki çocuğunu da yitirince kendini bu dünyadan "koparmış", kendi yarattığı bir "bunalımlar dünyası"na girmiştir. Onu bu dünyaya, La Scala’nın yönetmeni döndürmüştür. Yönetmen, 1842 yılında ona bir metin getirmiş ve "Hiçbir mazeret istemiyorum, çünkü hiçbir mazeret dinlemeyeceğim" diyerek konuşmaya başladıktan sonra, isteğini bir komut verircesine şöyle bildirmişti:

"Bu konuyu opera olarak yazmasını istiyorum."

Verdi’nin ağzından mazeret olarak tek sözcük çıkmadı. Ve "Nabucco" böyle doğdu.

 “Nabucco", Avrupa’nın tüm kültür merkezlerinde, özellikle konusu ve görkemli işlenişi nedeniyle Amerika’nın kuzey ve güneyinde büyük ilgiyle karşılandı. Üçüncü perdedeki "Esirler Korosu", o sıralarda Avusturya ve İspanya egemenliğindeki İtalya kentlerinde özgürlük marşı olarak benimsendi.

1850’lerde Verdi artık uluslararası önemde bir kişiliğin sahibiydi. Politikayla ilgilendiği bu dönemde Garibaldi, Fransız ordularını güney İtalya topraklarından temizlemiş, Avusturyalılar Lobardiya’yı boşaltmışlar ve sonunda Vittorio Emmanuele, İtalya kralı olabilmiştir ve... Verdi de, İtalya’nın birleşmesinden sonra kurulan ilk Millet Meclisi’nin, seçilmiş bir üyesidir. Halk, “İtalya Kralı Vittorio Emmanuele” sözcüklerinin başharflerini ustalıkla biraraya getirerek, bu harflerden “VERDI” sözcüğü oluşturmuştu. Kralı selamlamak için “Yaşasın İtalya Kralı Vittorio Emmanuele” (Viva Vittorio Emmanuele, Ré D’İtalia) diye her haykırışında halk, bu duygusunu yalnızca “Viva Verdi” sözcükleriyle dile getirmiş, böylelikle, onun adını, İtalya’nın birleşmesi savaşımında kullanılan bu sloganla ölümsüzleştirmişti.

27 Ocak 1901 yılında Milano’da öldüğü zaman cenazesi, "Esirler Korosu"nun müziği eşliğinde devlet töreniyle kaldırılmış ve ülkede ulusal yas ilan edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra onarılan La Scala Tiyatrosu’nun yeniden açılışı ise "Nabucco"yla yapılmış, böylece yeni kurulan İtalya Cumhuriyeti’nde "Esirler Korosu", bestelendiği günden yüzdört yıl, bestecinin ölümünden kırkbeş yıl sonra, bir kez daha, kişilerin yüreklerindeki ve beyinlerindeki özgürlük aşkının ve özleminin zaferini ilan etmiştir.

#1 - Şubat 06 2009, 17:27:52

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.