Alternatifim Cafe

Cumhuriyetimizin Değerlerine Özde Sahip Çıkmak

Discussion started on Atatürk Köşesi

C_R_A_Z_Y

    “Cumhuriyetimizin temel değerlerine sözde değil, özde sahip”[1] çıkabilmek için önce, özde Kemalist (Atatürkçü) olmak gerekir. Özde Kemalist olmak ise Atatürk’ü, Atatürk’ün yaptıklarını ve yapmak istediklerini doğru anlamayı, devrimini tam bağımsızlıktan ödün vermeksizin koruyup geliştirmeyi, O’nun yapmak isteyip de yapmaya fırsat bulamadıklarını yapmayı gerektirir.

Atatürk’ün kişiliği ile ilgili en özlü tanımı; “Bağımsızlık benim özyapımdır (karakterimdir)” diyerek, Atatürk’ün kendisi yapmıştır. Bu bağlamda özet bir yaklaşımla Atatürk’ü; kişiliği bağımsızlıkla bütünleşen, tam bağımsızlığı gerçekleştirmeyi hedefleyen devrimci kişi olarak tanımlamak mümkündür.Atatürk’ün yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlayabilmek ise Kemalist Büyük Türk Devrimi’nin içeriğini bilmek ve diğer devrimlerden farkını kavramakla mümkündür.

Kemalist Büyük Türk Devrimi, insanlık tarihinde önemli izler bırakan Fransız ve Rus Devrimlerinden farklı özeliliklere sahip bulunmaktadır. Hem Fransız hem de Rus Devrimleri halkın ayaklanması sonucunda gerçekleşmelerine karşın Kemalist Devrim, yurdu işgal eden emperyalist güçlere karışı örgütlenen Kuvay-ı Milliye’nin öncülüğünde kazanılan Ulusal Kurtuluş (Bağımsızlık) Savaşı sonucunda halkın hizmetine sunular değerler bütünüdür.

Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik söylemlerini ilke edinen ve 1789’da gerçekleşen Fransız Devrimi, insanlar arasında sınıf ayrımını ortadan kaldıramadığı gibi, Kapitalizmin (Sanayi Devriminin nimetlerinden de yararlanarak) güçlenip emperyalizmin yaygınlaşıp yoksul insanların sömürülmesine kolaylık sağlamıştır.

Sanayi Devrimi süreci, yeni bir sınıf olan “işçi sınıfı”nı ortaya çıkarmış, Sanayi Devriminin ve sendikal gelişimi Avrupa’da gelişmesine karşın, Rusyada insan yaşamına uygun olmayan koşullar ayaklanmalara neden olmuş, köylü ve askerlerin de desteğiyle 1917’de sosyalist düzen özlemiyle, Sovyet Rus Devrimi gerçekleşmiştir. 

Fransız Devrimi’nin plânlayıcılarının ve devrimin gerçekleşmesi için gerekli parasal katkıyı verenlerin Yahudi bankerleri[2] ile masonluk içindeki gizli bir mezhebin olduğu, Rus Devrimi’ni gerçekleştirdikten sonra yönetimi ellerinde tutan 50 kişiden, 44’ünün Yahudi oldukları [3] bilinmektedir. Bilinen bir başka gerçek ise; “Benim doğmamdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmiş olmamdır” diyen, Kemalist Büyük Türk Devriminin gerçekleştiricisi Atatürk, kendi döneminde mason örgütlerini kapatmış ve ulusalcı siyaset izlemiştir.

Tarihi süreç içinde gelişen köleci, feodal, kapitalist, devlet düzenlerinde olduğu gibi sosyalist düzende de mülkiyet kavramı üzerinde insanları uzlaştıracak bir ortak zemin bulunamamıştır.

Öte yandan, kapitalist sistemde ve kapitalizmin destekleyicisi Fransız Devriminin sağladığı ortamda mülkiyet; kapitalistin olmuştur. Kapitalist gücünü kârdan almış, kâr etmek için halk olabildiğince sömürülmüş, sömürülen sınıf hep var olmuştur.

İşçinin ve köylünün sömürüye son verileceği beklentisi olan sosyalist düzende de beklenen olmamış, mülkiyetin ortaklığı görünümü altında, komünist partisi mülkiyetin sahibi olmuştur.

Kemalist Devrimi ise; mülkiyetin halka ait olduğunu ortaya koyarak, mülkiyet konusuna açıklık getirmiş, yeryüzünde gerçekleşen tüm devrimler içinde insanlığın barışı için evrensel ilkeleri hedefleyerek ezilen ve sömürülen ülkelere örnek olmuş, bu nedenledir ki, kapitalizmin ve emperyalizmin boy hedefi durumuna gelmiştir.

İnsanları oldukları yerde tutsak etme gücüne ele geçirmiş olan iletişim olanakları (basılı ve görsel basın=Medya), egemen güçlerin yönetim ve denetiminde olduğu için Kemalist Büyük Türk Devrimin, hak ettiği övgüye ve yaygınlığa dünya kamuoyunda kavuşmadığı gibi Türkiye’de de doğru anlatılmadığı ve anlaşılmadığı da bir gerçektir.

Bu konuda, Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM'de yaptığı şu değerlendirme, aradan onlarca yıl geçmesine karşın, güncelliğini ve anlamını artırarak korumaktadır.

"Efendiler, dünyada birçok devrimler görülmüştür,  Fransa Devrimi, Rus Devrimi! Fakat yayın araçlarına (günümüzde medya) sahip olan milletler bu devrimlerini önemli ve yüksek göstermişlerdir. Ancak, bizim milletimizin geçirdiği şu iki senelik devrim, dünyanın en büyük devrimidir ve sürekli olarak tarihte yeni gelişmelere, yeni yaşama doğru devrimler yapan milletimiz, ölüm durumunda olan milletin ölmeyen azmi, imanını dünyaya göstermiştir. Dünyanın görmediği bu kabiliyeti, dünyanın yaratamadığı be eseri yaratan millete bu kürsüden teşekkürü görev bilirim."[4]

Söz de değil, özde Kemalist olanların öncelikli görevi; bu devrimin içeriğini öğrenmeli, kendi halkına ve dünyaya tanıtmak olmalıdır.

Özde Kemalist olmak, çağdaş olmayı gerektirir. Bilinmelidir ki; çağdaş olmak, modaya uymak ya da açık saçık giymek, yabancı müzik mırıldanmak, Türkçe sözcükler yerine yabancı sözcükler kullanarak konuşmak demek değildir. Çağdaş insan; sömürmeye ve sömürülmeye karşı olan, emperyalizme karşı dik durma niteliği taşıyan, kendi kişisel çıkarı peşinde olan değil, başkalarının mutluğu için çaba içinde olan insandır.

Türkiye Cumhuriyeti devlet yönetiminde yetkili ve etkili olma olanağını elde eden kişilerin, çağdaş anlamda özde Kemalist olabilmelerinin ölçüsü; Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimine, hiçbir dış gücün karışmasına izin vermeden, çağdaş dünyayı yakalamak ve onları da geçmek için bilime katkı vermeleridir.

Çağdaş devletin varlığını sürdürebilmesi için kimi çağdaş düzenlemelerin yapılması zorunludur. Bu zorunluluk, diğer uluslar ile yarışır düzeyde ve devlet yaşamının her alanında dengeli ve düzenli gelişmeyi gerektirdiği gibi, bu gelişme belli bir izlenceler dizisi doğrultusunda yapılmayı gerektirir. Kemalist bağlamda bu izlenceler dizisi; altı ilke ve bu ilkeleri devlet yaşamında geçerli kılmanın ideolojik bütünlüğünü oluşturan; tam bağımsızlık, ulusal egemenlik, ulus devlet ve çağdaş devlet olma koşuludur. Özde Kemalist olmak, Kemalizm’in ilkelerini bilmeyi ve ideolojik bütünlüğüne uymayı gerektirir. Cumhuriyetimizin temel değerlerine yaraşır yönetici ve yurttaşların bilmesi ve uyuması gerekenleri aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

·        Özde Cumhuriyetten yana olmak; “Cumhuriyetin erdeme dayanan bir irade” ve “Cumhuriyet (in) erdem”[5] “Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, ulusun insanca yaşamasını bilmeyi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu …” öğrenmeyi gerektirir. İnsanca yaşamının neye bağlı olduğunu öğrenmek ise çağdaş eğitime bağlıdır.

Söz de değil, özde Kemalist olmanın göstergesinden olan çağdaş eğitim; ulusal olmalıdır: Atatürk’e göre; Bir ulusun yükselmesi ve gerilemesi de eğitimin ulusal olup olmaması ile ilgilidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitimi; “... Doğudan ve Batıdan gelebilen tüm etkenlerden tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür” doğrultusunda olmalıdır.

Bilinmelidir ki; “Ulusal olmayan eğitimimiz, yüzyıllardan beri süregelen yıkımlarımızın temel nedenidir.”[6]

·        Özde ulusçu (milliyetçi) olmak; ulus olmak bilinciyle önce kendi yurduna ve yurttaşına hizmet etmeyi gerektirir. Ulus olgusu, insan toplumunun ulaştığı en son aşamadır. Ulus olabilmenin koşulu; aynı acılara üzülerek, aynı başarılara sevinerek aynı tarih birliğini oluşturmak, ulus devleti oluşturan aynı bağımsız yurt parçasında maddi ve tinsel (manevi) değerlere sahip olma sevincini duymak; aynı tarih birliği bilincinde olmak, aralarında dil, kültür ve duygu birliği olmaktır. Bu nedenle; kültür ve duygu birliğini zedeleyici, ulusal birliği, dirliği ve ulus devlet bütünlüğünü yıkıcı yönde; bölgesel, yöresel, dinsel, mezhepsel etnik ayrımcılık yapmak ulusçuluğa, ulus devlet bütünlüğüne ihanet olduğu için ülkeye ihanet ile eş anlamlıdır.

Konuya Atatürk’ün özdeyişiyle yaklaşmak gerekir ise; “Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.” [7]

·  Kemalist devrim bütünü içinde ''halkçılık'', sözde bir söylem değil, diğer ilkelerle bütünleşen ve halkın dünya görüşünü evrensel düzeyde geliştirmeye yönelik ilkedir. Halkçılık egemenliğin ve yönetim gücünün doğrudan doğruya halka verilmesini de içerir. Bu bağlamda halkçılık, tüm hakların kaynağının halk olduğunu benimseyen bu yönü ile de demokrasi ile bütünleşen, demokrasinin temelini oluşturan bir ilkedir. Ancak halkın bu gücünü kusursuz kullanabilmesi ve Cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkabilecek bilinçte olabilmek için, çağdaş ve ulusal içerikli eğitim süzgecinden geçirilmesi gerekir.

Kemalist bağlamda özde halkçı olmak; halkın kendi gücünün farkında varmasını sağlayacak düzeyde eğitimden geçirilerek, tarikat, ticaret, siyaset ve her türlü din tacirleri ile dış etkenlerin güdümünden kurtarılmasını gerektirir.

Öte yandan, Avrupa'nın çağdaş devletleri liberalizme yönelirken, Atatürk döneminin Türkiye’si, Kemalizm devletçilik ilkesini benimsemiş olması, emperyalizme karşı dik durabilmek için devletin ekonomik yönden güçlü olması gereğinin bir sonucudur. Varsılların (zenginlerin) devlet olanakları ile devletin kaynaklarını ve devletin temel dayanağı olan halkı sömürmelerini önleyebilmek, liberalizm yerine devletçiliği yeğlemekle mümkündür. Avrupa'nın çağdaş devletlerinden ayıran önemli fark bu noktada kendini göstermektedir. Kemalist Büyük Türk Devriminin önderine göre; “Liberalizm, sömürgelerde uygulanmış bir sistemdir! … Oysa biz sömürge değiliz ve olmayacağız. Liberalizmi düşünmek devremi inkâr etmektir.” [8] 

·                    Devletçilik yönünden özde Kemalist olmak; kamu işletmelerini özelleştirme ile haraç mezat yerli işbirlikçilere ve yabancılara satmayı değil, sosyal devlet anlayışı doğrultusunda halkın yararına verimli durumda işletmeyi gerektirir. Özde Kemalist olan kişi bilir ki; özeleştirme "sosyal devlet" ile birlikte, Kemalizm’in geleceğinin güvencesi olan "ulusal devlet"i de yok etmeye yönelik uygulamaların uzantısıdır. Toplumun ortak yararı için kurulan kamu işletmelerinin amacı, daha çok kâr etmek olan ve bu amacı gerçekleştirmek için uluslararası sermayenin sömürücü amaçları ile işbirliğinden çekinmeyenlere satılması, özde Kemalist olmakla doğrudan çelişkidir. Çünkü “Güzel yurdumuzu fakirliğe, memleketi yıkıntıya sürükleyen çeşitli nedenler içinde en büyüğü ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan yoksun oluşumuzdur.” [9]

Atatürk’e göre; ''Ekonomik kalkınma; Türkiye'nin özgür, bağımsız, her zaman daha güçlü, her zaman daha gönençli Türkiye ülküsünün, belkemiğidir.'' Bu ''belkemiğin''nin sağlıklı ve dayanıklı olması yani, ulusun yüksek çıkarlarına ağırlık verilmesi, ulusun gönencinin sağlanması için, ekonomi yönetimini devlet elinde tutmalıdır. Böylece gereğinde ekonomiye yön vermek için “… Genel çıkarları doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumları ve ekonomik kuruluşları mali ve teknik gücümüzün izni oranında devletleştirmek" [10] gerekir.

Bilinmelidir ki, Kemalist Büyük Türk Devrimi’nin yadsınılmaz hedefi; tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlığın ön koşulu ise, ekonomik bağımsızlıktır. Onca olanaksızlıklara karşın kazanılan başarının, ekonomik başarılarla taçlandırılmadığı sürece zarar göreceğinin, emperyalistlerin Mondros ve Sevr süreci sonrasında Lozan’da elde edemediklerini, ekonomik yoldan elde etme gayreti içinde olacaklarının farkında olan Atatürk, ekonomide güçlü olabilmek için devletçiliği yeğlemiştir.

Devletçilik; “Ulusu gönence ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde -özellikle ekonomik alanda- devleti fiilen ilgilendirmektir."[11]

Devletçilikte amaç, tam bağımsızlık ilkesinde olduğu gibi ekonomik yönden de kendine egemen, çağdaş tekniklere sahip ve sınıf kavgalarına sosyal yapı nedeniyle sürüklenmeden, uyumlu bir güvenceye kavuşmaktır. Sanayi kurmak ve onu, özel sermayenin yaratacağı şımarıklıktan korumaktır.

Kemalizm için amaç tam bağımsızlık olduğundan, özde Kemalist yöneticiler devletçilik ilkesinin “araç” olmaktan öte, “amaç” özelliği taşıdığını görmelidirler. Bu bağlamda ulusal bölüşüm yönünden özde Kemalist olmak; son yıllarda satılarak ulusal ekonomik dengenin bozulmasına neden olan, ulusal bütünlüğün bozulmasını kolaylaştıran, Atatürk döneminin saygın kuruluşlarından Kamu İktisadi Kuruluşlarının, özelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ ya yayınlaştıralar bölgesel dengenin sağlanmış olduğunun bilincinde olmayı ve bu dengenin korunmasını gerektirir.

·   İktidarı ele geçirmek ve “ ... Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar, zayıf yöneticilerdir; adeta halkı bir kapana...” [12] Kıstıracakları bilinciyle, Laiklik bağlamında özde Kemalist olmak; dini, inancı ve insanlar için kutsal değerleri kişisel ve siyasal çıkar için kullanmamayı gerektirir.

Öte yandan, özde Kemalist olmanın ölçüsü salt laikliği savunmak, laikliği dilden düşürmemek de değildir. Laiklik, çağdaşlığa erişmenin araçlarından birisidir. Doğu toplumundan önce çağdaşlığa erişen Batı toplumu olmuştur. Batı toplumu çağdaşlığa, kendileri dışında bir güç olan Katolik Kilisesi'ne karşı sürekli bir uğraş verdikten sonra, laikliği benimseyip özgür düşünceye kavuşabilmiştir. Kemalizm’in ana hedefi ve Kemalizm’in anlamı tam bağımsızlık olduğu için laikliğin de güvencesi tam bağımsızlıktır. Laiklik, ancak tam bağımsız yönetimde anlam kazınmaktadır.

·        Bilinmelidir ki; “Memleketimizde geri kalmış yaşam düzeninin yok edilmesi ve yerine ileri, çağdaş medeniyetlerin kurumlarının korunması” demek olan devrimcilik de ancak tam bağımsız olmakla olasıdır. Çünkü “Devrim hareketi, yıpranmış ve geri kalmış durumda olan kuruluşları sadece devirerek değil; yapıcı, yeniliklere uygun ve ilerleyebilen kuruluşlar oluşturduğu zaman bir değer taşır.”[13]

Yeniliklere uygun ve ilerleyebilen kuruluşların yaşama geçirilmesi ancak tam bağımsız ortamda gerçekleştirilebildiği gibi Kemalist ilkelerin devlet yaşamında var olmasının ve süreklilik sağlayabilmesi için tam bağımsızlık, Kemalizm’in ayrılmaz özelliğidir.

Ayrıca, özde Kemalist olmanın, Cumhuriyetimizin değerlerine sözde değil, özde sahip çıkmanın şaşmaz ölçüsü; Atatürk’ün henüz Ulusal Kurtuluş (Bağımsızlık) Savaşı öncesinde söylediği ve Kemalist Büyük Türk Devrimin içeriğini özetleyen şu sözlerine sözü ve özü ile bağlı olmaktır:

“Tam bağımsızlık demek, elbette siyasa, ekonomi, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir...." [14]

Bağımsızlıktan yoksun olmamak için emperyalizme ve emperyalizmin yeni boyutu olan Yeni Dünya Düzenine (Küreselleşmeye) karşı olmak ve emperyalizmin plânları karşısında ulusal plânların uygulamaya konulmasını gerektirir.

Özel sektör bağlamında sözde değil özde Kemalist olma onuruna elde etmek isteyenler unutmamalıdır ki; Cumhuriyetimizi kuranlar, Osmanlı döneminde tamamına yakını yabancıların denetiminde olan ekonomimizi ulusal bünyeye kavuşturup, ulus devleti ayakta tutmak için devlet olanakları ile ulusal burjuvazi yaratma zorunda kalmışlardır. Bu bağlamda burjuvazinin “ulusal” olma saygınlığını korumaları; ulusal kaynakları, dış güçlerle işbirliği içinde (kompradorlaşarak) olmadan, ulusal çıkarlar önde tutmalarına bağlıdır.

Görsel ve basılı yayın organlarının sahipleri ile bu kuruşlardaki görevliler yönünden özde Kemalist olmak; Türkiye’nin birliğine, dirliğine bölünmez bütünlüğüne olumsuz etki yapacak yayın yapmamayı, ulusal kültüre hizmet etmeyi gerektirir. Çünkü ulus olarak var olmak ya da kültür yozlaşması içinde erimek, kültür ile doğrudan ilişkilidir. Bilinmelidir ki; Kemalizm’in hedefi, Batı kültürü içinde eriyip gitmek değil, tam tersine ulusal kültürü koruyarak, Batı kültürünün ulusal bünyeye yararlı olanlarından yararlanmaktır.

Özde Atatürkçü (Kemalist) olmanın bir başka ölçüsü; Atatürk’ün; "Biz büyük bir Devrim yaptık. Memleketi bir çağdan alıp, yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumları yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. .."[15] uyarısının bilincinde olmayı gerektirir.

Fırsat bekleyenlere fırsat vermemek ise; stratejik ve coğrafi konumu yönünden yeryüzünün en dikkat çeken bölgesinde yer alan ülkemizin, yeraltı ve yer üstü zenginliklerinin farkında olarak, kuşatma altına alma gayreti içinde olan emperyalist güçlerin işini kolaylaştıran; etnik, dinsel, bölgesel ayrımlar yaratma tuzaklarına karşı önlemler almayı gerektirir.

Atatürk’e göre; “... Dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak özelliklerini ve gücünü kendinde görmelidirler. ... Bu uğurda her türlü özveriye razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir uygar ulus, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez.”[16]

Bu bağlamda; özde Kemalist yöneticilerin başta NATO ve Avrupa Biriliği ile ilişkiler olmak üzere, tüm uluslararası ilişkilerde ödün verilemez ilke; “insan olmak özelliklerini ve gücünü” kendilerinde görerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin onca olanaksızlıklara karışın, kağnıya kamyonun üstünlüğünü sağlayan Kuvay-ı Milliye ruhunu bağlı olarak, Türkiye’nin tam bağımsızlığını korumak olmalıdır. 

Özde Kemalist olanlar; etkili ve yetkili devlet kademelerinde bulunmasalar, bulundukları görevden uzaklaştırılsalar bile, kendilerine görev verilmesini beklemeden, bilgi birikimlerini zenginleştirerek, durumdan görev çıkarmayı bilerek, insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özeliklerden birisi olan “onur” olgusuna en çok yaraşır düzeyde ilkeleri içeren, Kemalist Büyük Türk  Devrimi’ni, halkına ve dünyaya tanıtarak, özde Kemalist olduklarını kanıtlarlar.
#1 - Temmuz 14 2007, 20:43:53

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.