Alternatifim Cafe

Dünya Dönüyor => Tarih => Konuyu başlatan: ^^ChaTLaKK^^ - Mayıs 07 2006, 02:40:38

Başlık: Yabancı Mezarlıklar Ve Anıtlar
Gönderen: ^^ChaTLaKK^^ - Mayıs 07 2006, 02:40:38
MONDROS, SEVR VE LOZAN'DAN GÜNÜMÜZE, GELİBOLU YARIMADASINDAKİ YABANCI MEZARLIKLAR VE ANITLAR
 



 

Giriş

Lozan Barış Görüşmelerinde, bir kısmı bugün de bizim için güncelliğini koruyan çok önemli konular tartışılmış, taraflar arasında çetin pazarlıklar yapılmış ve zaman zaman görüşmeler kesilme noktasına bile gelmiştir. Sonuçta, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Andlaşması Senedi ile, Osmanlı Borçları (Düyun-u Umumiye), Ahali Mübadelesi, Azınlıkların Durumu, Arazi Meseleleri ve Kapitülasyonlar gibi önemli sorunlar çözülebilmiştir. Bir kısım sorun da, ilgili devletler arasında daha sonra yapılacak görüşmelerle çözülmek üzere ertelenmiştir.

 

Lozan'da üzerinde çok ciddi tartışma ve pazarlıklar yapılan bir diğer önemli konu da, Türk Boğazlarının statüsüyle ilgili olup bu sorun, Boğazlar Sözleşmesi olarak bilinen ve Lozan Andlaşması'nın bir parçası olan sözleşme ile çözüme kavuşturulmuştur.

 

Türk Boğazları görüşülürken üzerinde önemli tartışma ve gene çetin pazarlıkların yapıldığı bir diğer sorun ise, Türkiye'deki ve özellikle Gelibolu Yarımadasındaki yabancı mezarlıkların durumu olmuştur. Sonuçta konu, Lozan Anlaşması'nın V, Bölümünde yer alan 129. Madde'de ayrıntılı olarak çözüme kavuşturulmuş.

 

Bu incelemede Gelibolu Yarımadası'ndaki Yabancı Mezarlıklar konusunu ele alışımızın temel nedeni ise, son zamanlarda yerel ve genel basınımızda kısaca yer alan, ancak üzerinde pek durulmayan şu iki gelişmedir:

 

Gelibolu Tarihi Milli Parkı'nın Dünya Miras Listesine alınması ve bu çerçevede Avustralya Hükümeti'nin Anzak koyu olarak belirtilen bölgenin de bu listeye alınmasına ilişkin çabaları.

 

Milli   Parklar   İdaresinin   aşamalı   planlayıp   eşzamanlı   olarak uygulamaya geçirdiği proje çerçevesinde, Yarımada'da raylı sistem yoluyla ulaşımın gerçekleştirilmesine ilişkin, Avustralya ve Yeni Zelanda    basınında    yer    alan,    Gelibolu    Disneyland'a    mı dönüşecek? şeklindeki tepkiler.

 

Aslında,   Dünya   Miraslarını   listeye   alma   konusu   UNESCO'ya   bağlı Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından yürütülmektedir. Birleşmiş Milletler Dünya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Sözleşmesi 17 Aralık 1975 yılında yürürlüğe girmiş olup, Türkiye bu sözleşmeye 16.8.1983'ten beri taraftır. Ancak yaptığımız kısa bir inceleme, Gelibolu Milli Parkı ile ilgili olarak ortada farklı yaklaşımların ve girişimlerin olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Biz Gelibolu Milli Park Alanı'nın tümünü Dünya Kültür mirası'na alınmasını isterken, Avustralya Hükümeti'nin düşüncesi, Gelibolu Yarımdasının Dünya değil Avustralya Miras Listesi'ne sokmaktır.

 

Konu bu yönüyle ilginç ve önemli olduğu için inceleyip tartışmak ve bazı noktalara dikkati çekmek yararlı olacaktır. Bunu yaparken de işe önce, Mondros Silah Bırakışması ve Sevr Andlaşması'na varan görüşmelerde konunun nasıl ele alındığını ve özellikle de, Galip Devletlerin algılayış ve yorum biçimlerini anlamak gerekmektedir.

 

Mondros ve Sevr'de Gelibolu Yarımadasındaki Yabancı Mezarlıklar 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Silah Bırakışması ve daha sonra hazırlanan Sevr Barış Andlaşması, Osmanlı Devleti'nin tarih sayfalarından silinişini amaçlayan belgelerdir. Kısaca belirtmek gerekirse Sevr, doğrudan Osmanlı topraklarının parçalanmasını ve uzun yıllardan beri Avrupa'nın başını ağrıtan Doğu Sorunu'nu kökünden çözmeyi amaçlamaktadır. Andlaşmanın hükümleri incelenip, nelerin nasıl düzenlendiğine bakıldığında, bu husus çok açık bir şekilde görülmektedir.

 

Sevr Andlaşması'nda “Savaş Suçluları ve Mezarlar" başlığı altında düzenlenen, Gelibolu Yarımadasındaki mezarlıklara ilişkin maddeler de aynı özelliği yansıtmakta kesin, bağlayıcı ve çok geniş bir alan üzerinde İngitere, Fransa ve İtalya'ya geniş yetkiler tanımaktadır. Sevr Andlaşması'nın 18. maddesi mezarlarla ilgili düzenlemeyi yapmakta ve şu çerçeveyi oluşturmaktadır.

 

"Türk Hükümeti ülkesi sınırları içerisinde kalan ve sınırları Sevr ile belirlenen toprak parçası üzerindeki mülkiyet (ownership) ve münhasır kullanım haklarını (exclusive rights) tümüyle İngiltere, Fransa ve İtalya'ya devredeceklerdir. Bu ülkeler söz konusu ve gerekecek topraklarda çarpışmalarda vurulup ölen, yaralanıp ölen asker ve gemicilerine mezar, anıt; buralara ulaşım için yol yapacaklardır.

 

18. madde dikkatle incelendiğinde, mezarlık ve anıt yapımı amacıyla ve buralara ulaşım sağlamak için yapılacak yollar için, çok geniş bir arazi tanımı yapılmaktadır.

 "Çarpışmalar sırasında vurulup ölen çarpışmalarda yaralanıp sonra ölen salgın hastalığa yakalanıp ölen  kaza sonucu ölen asker ve gemiciler için mezar ve anıt yapmak amacıyla..."

 

" Ayrıca bu yerlere ulaşacak yol yapımı için gerekecek toprak..."

 

Görüldüğü gibi istenen toprak parçası ve/veya parçalarının yeri ve sınırı, büyüklüğü kesin değildir. Gerektiğinde yani yerler istenebilecek ve bunun için de Galip Devletlere açık yetki veren bir durum söz konusudur.

 

Anlaşıldığı kadarıyla, Çanakkale'de önce deniz, daha sonra da kara muharebelerinde uğradıkları yenilgi ve bu yenilginin getirdiği askeri, iktisadi, siyasi, sosyal ve psikolojik yıkımın etkisiyle İngiltere başta olmak üzere Galip Devletler, özellikle Gelibolu Yarımadası'ndaki mezarlar konusunda daha kızgın, hırslı ve tavize yanaşmaz bir tutum içindedirler. Onların bu tutumu Lozan Konferansı görüşmelerinde de devam edecektir.

 

LOZAN GÖRÜŞMELERİ'NDE GELİBOLU YARIMADASI'NDAKİ MEZARLIKLAR

 

Lozan Barış Andlaşması bizim açımızdan Osmanlı İmparatorluğu'nu gömerken, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşunu da belgeleyen uluslar arası bir sözleşmedir.

 

Lozan Andlaşması'na varan görüşmeler sırasında, Başta İngiltere olmak üzere Müttefik Devletler ise 1918 galipleri oldukları noktasında ısrar ederken, biz bu yenilgiyi kabullenmeyip, 1919-1923 arası verdiğimiz ulusal kurtuluş mücadelesi sonucu masaya oturduğumuzu ve durumumuzun 1918’den çok farklı olduğunu vurguluyorduk. Gerçi görüşmeler öncesi tarafların eşit şartlarla masaya oturacağı teorik olarak kabul edilmişti ama, Müttefik Devlet temsilcileri uygulamada, yani konferans başladıktan sonra bu şartı başka yönlere çekmeye, 1918’e götürmeye uğraşmışlardır.

 

Tarafların konuya bu farklı yaklaşım, tutum ve ısrarları, görüşmelerde ele alınan tüm sorunlar tartışılırken görülmüştür. Aynı durum, Gelibolu Yarımadası'ndaki Yabancı mezarlıkların konumu tartışılırken de egemendir. "Prof. Dr. Seha L. Meray'ın günümüz Türkçesi'ne kazandırdığı “Lozan Barış  Konferansı Tutanaklar-Belgeler" adlı çok değerli bir çalışmada, tüm bu gerçekler belgeleriyle yer almaktadır. Bu çalışmada, konuya ilgili duyanlara yardımcı olmak amacıyla görüşmelerin mezarlıklara ilişkin bölümlerini bir araya getirerek, derli toplu sunmayı amaçladık.

 

Örneğin 8 Aralık 1922 Cuma günü öğleden sonra yapılan oturumda İngiltere temsilcisi Lord Curzon ile, Türk temsilci İnönü arasında geçen tartışmalar bu açıdan ilginçtir:

 

Lord Curzon " ...Son olarak, görüşmelerimizde söz konusu edilmeyen bir nokta kalmaktadır; bu nokta üzerinde Müttefik Devletler direnmek zorundadırlar. Biz savaş sırasında ölen kahraman askerlerimizin ve denizcilerimizin Türk ülkesinin çeşitli yerlerinde bulunan mezarlarını kapsayan toprakların, mülkiyetiyle birlikte Müttefiklere verilmesini istemek zorundayız. Bizim için bu yerler kutsal topraklardır, ben, birçok defa ulusal duygulara seslenmiş olan Türk Temsilci Heyeti'nin, bu pek doğal isteği yerine getirmekte hiç bir itiraz öne sürmeyeceği kanısındayım"

 

İsmet Paşa "Lord Curzon'un Gelibolu mezarlarına ilişkin isteğine cevap vererek, bütün mezarları ve özellikle savaş alanında ölmüş askerlerin mezarlarına saygı göstermenin, Türklerin bir geleneği olduğunu hatırlattı. Bununla birlikte, mezarların bulunduğu toprağın mülkiyetine ilişkin olarak Lord Curzon'un kullandığı terimleri anlayamamış olduğunu" söyledi. Ve özetle. Türk Temsilci Heyetinin, uzmanlarla çalıştıktan ve gereken ayrıntılı bilgileri elde ettikten sonra, bu sorunu yeni bir açıdan inceleyeceğini bildirdi.

 

Lord Curzon, egemenlik ve mezarlarla ilgili olarak İsmet Paşa'yı şöyle yanıtlar:

 

"Egemenlik, souverainete, sovcreignty teriminden mülkiyet (propriete), ownership terimini bilerek kullanılmıştır. Bu konuda Müttefiklerin düşüncesini tam olarak gösteren Sevres Andlaşması'nı 18. Maddesinin hazırlanması sırasında, bu sorun enine boyuna tartışılmıştı. Müttefiklerin bugünkü istekleri de aynıdır."

 

Fransız temsilcisi M. Barrere de Lord Curzon'u destekler ve şöyle der:

 

"Bu konuda Müttefiklerin isteklerine benzer bir ayrıcalığı, Fransız Hükümeti'nin yakın zamanlarda, Suriye'deki Süleyman Şah'ın mezarına ilişkin alarak Türkiye'ye tanıdığını" hatırlatır.

 

Lord Curzon'da Mr. Barrere'e destelemek için, "Kraliçe Viktorya'nın zniyle Saint-Helene adasında (Napolyon'un son altı ayını yaşadığı ada) çok geniş bir toprağın, Fransız Hükümetinin mülkiyetine bırakılmıştır. Orada Fransız konsolosu oturur. Bu Gelibolu'ya benzer" şeklinde bir değerlendirme yapar.

 

İsmet Paşa "Uzmanlarla işbirliği yapılarak yürütülmesi gereken pek çok iş olduğunu bildiğini söyledi. Kendisi, kara ve denizle ilgili askeri hükümlerin, Boğazlara ilişkin hükümlere sıkı sıkıya bağlantılı olarak incelenmesinin zorunlu olduğu kanısındadır. Birinci konu üzerinde iyice bilgi edinmeden, ikincisinin olumlu olarak ele alınmayacağı anlaşılmalıdır" der.

 

Görüşmeler sonucu Mezarlıklar Alt- Komisyonu bir rapor hazırlamıştır. Bundan sonra yapılan görüşmelerde, Lord Curzon ve İsmet Paşa arasında gene ilginç tartışmalar geçmiştir. Bunlara da kısaca bakmak, konunun önemini ve bugünkü sorunu anlamak açısından yararlı olacaktır.

 

İsmet Paşa, Türk Temsilci Heyetinin, karşılıklı olmak şartıyla, mezarların bakımlı tutulmasına ilişkin bütün tedbirlerin uygulanmasını elden geldiği ölçüde kolaylaştırmayı, bir insanlık görevi saydığını söyledi. Ölülerin gömülü bulunduğu yerlere saygı göstermek Türklerin geleneklerindendir. Bununla birlikte, şu da kabul edilecektir ki, ölülerin gömülmesi ve onları anmak için anıt dikilmesi amacıyla bir toprak parçası ayrılırken, ilk yapılacak şey, önce, bu toprak parçalarının sahipleriyle anlaşmaktır. Gelibolu Yarımadasında bulunan mezarlıklar, daha önceden bu amaçla ayrılmış olduğundan, bunların bulundukları yerlerde bırakılmasını, Türk Temsilci Heyeti, kendiliğinden kabul etmektedir. Bu da, Türk Temsilci Heyetinin, bu gibi yerlere ne derin bir saygı duyduğunu göstermeğe yeterlidir. Söylemek bile gerekmez ki, bu mezarların genişliğini ve yüz ölçümü saptarken, bunu, Mezarlıklar Komisyonundaki Türk üyenin de uygun bulmuş olması kesin olarak zorunludur. Sonradan öne sürülecek itirazlar üzerine, ayrılmış bu toprak parçasının gerektiğinden daha geniş olduğu anlaşılırsa, Türk Temsilci Heyeti, artan toprak parçasının, mezarların yerlerini değiştirmeye kalkışmadan, geri verilmesi gerekeceği düşüncesindedir.

 

Silah-bırakışımından (mütarekeden) bu yana Müttefiklerin askeri işgali altında konulmuş bir bölgede, ölülerin kalıntılarının henüz bir araya toplanmamış olması mümkün değildir. Öte yandan, Türk Temsilci Heyeti Arıburnu'ndaki mezarlıklara karşılık olarak çok geniş bir toprak parçasının ayrılmasını öngören ve onaylanmamış Sevres Andlaşma tasarısından alınmış bir maddeyi metinden çıkartmamayı kesin olarak haksız bulmaktadır.

 

Birçok başka haklar gibi, Türk ulusu da, anayurt dışında bulunan pek çok ülkelerde ve sayısız savaş alanlarında kanını bol bol akıtmıştır. Böyle olunca, Türk Temsilci Heyeti, düşünüş biçiminin ve öne sürdüğü kanıtların doğruluğunu olduğu kadar, haklılığını da, müttefik Temsilci Heyetlerinin göreceklerini ve mezarlara ilişkin tasarının 6. maddesinden vazgeçememekte direnmeyeceklerini

ummaktadır.

           

İsmet Paşa, önce en sağlam ilkeleri belirtmekle söze başlamış, sonra da, ölülere ve yattıkları yerlere Türk ulusu kadar derin saygı gösterme eğiliminde olan başka hiçbir ulusun bulunmadığını söylemiştir. Lord Curzon, olayların, bu söylenen sözlere tam uygun düşmüş olmalarını dilemekle birlikte gerçeğin böyle olmamasından korkmaktadır. Savaştan bu yana üstelik, geçen yıl bile, Lord Curzon, mezarlıklara karşı Türk askerlerinin inanılmaz bir saygısızlık gösterdikleri konusunda pek çok olay öğrenmiştir. Lord Curzon, İzmir'deki İngiliz Mezarlığının şimdi ne durumda bulunduğunu göstermek için de İzmir'e -Fransız mezarlığının durumunu göstermek için de Antep'e- götürmek ve böylece, biraz önce ismet Paşa'nın belirttiği çok güzel ilkeleri yetkili Türk makamlarının nasıl uyguladıklarına kendisini inandırmak istedi. Şimdiki soruna gelince, Lord Curzon, Komisyonun ve dünyanın, Türk Temsilci Heyetiyle, Müttefik Temsilci Heyetleri arasında tartışılan konunun tam olarak ne olduğunu anlamasını istemektedir; çünkü, ona (Lord Curzon'a) öyle gelmektedir ki, bütün dünya, Türk Temsilci Heyetinin şimdiki tutumu gibi bir davranışı gerçekten gösterebilmiş olduğuna inanmakta çok güçlük çekecektir.

 

Türk Temsilci Heyetinin birinci çekincesi (ihtirazi kaydı), İngiliz İmparatorluğu ve barış uğruna savaşmak üzere, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi uzak ülkelerden gelerek can vermiş insanların yatmakta oldukları bir toprak şeridine ilişkin, 6.madde konusundadır. Bu insanlar, en yüksek yurtseverlik duygusuyla, ülkülerin en soylusu uğruna savaşmak üzere, dünyanın en uzak ülkelerinden gelmişleridir. Bu ölülerin huzur ve saygı içinde yatmalarına izin vermek mümkün olmayacak mıdır? Söz konusu toprak şeridi 4,5 kilometre uzunluğunda ve 1,5 km genişliğinde, çorak bir toprak parçasıdır. Bugün de bu toprak parçasında 19 mezarlık vardır, bu mezarlıkların arasında bulunan ve yarı dolmuş ya da olduğu gibi duran siper kalıntılarından oluşmuş toprak parçasının her yanında, kimlikleri belirsiz birçok başka asker ölüleri de yatmaktadır. Bu bölgede kimse oturmamaktadır; etkili bir toprak da değildir. Bu toprak parçasının ne Türk Hükümeti ne de herhangi bir kimse için bir değeri vardır; fakat oğulları ve kardeşleri orada yatmakta olan Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar için, bu toprak parçası, tarih ve duygu yönünden, çok derin bir anlam taşımaktadır. Türk Temsilci Heyeti, bu 19 mezarlığın varlığını kabul etmeye hazır olduğunu bildirmektedir; fakat aynı zamanda bu mezarlıkları ayıran küçük toprak parçasının bu özel bölge dışında tutulmasını istemekten de çekinmemektedir. İngiliz temsilci Heyeti ise, bu bölgenin tümüyle bir bütün sayılmasını ve buraya kutsal bir toprak parçası olarak saygı gösterilmesini istemektedir. Lord Curzon, herhangi bir ulusun ölülere karşı başka türlü bir ödev duygusu taşımasının mümkün olmayacağı kanısındadır; İngiliz Temsilci Heyeti, tutumunun hakseverliğe uygun olduğuna Komisyonu inandırmak için, durumu Komisyona anlatmanın yeterli olacağını düşünmektedir.

 

Türk Temsilci Heyetinin ikinci çekincesi, 7.maddeye ilişkindir; bu çekince, Gelibolu Yarımadası'nın çeşitli yerlerinde, bir İngiliz Komisyonunca, daha önceleri yapılmış mezarlar konusundadır. Müttefikler, yeni mezarların yerlerini saptama ve mezarlıklarda değişiklikler yapılmasına göz yummazlar. Şüphe yok ki, Türk yetkilileri bu mezarları ziyaret edebilirler; ne biçim olduklarını görebilirler; fakat; İngiliz Temsilci Heyeti, bunlarda herhangi bir değişiklik yapılmasına razı olmaz.Gelibolu Yarımadası'nda savaşarak binlerce ölü veren İngiliz İınparatorluğu'nun çeşitli bölümlerini temsil etmek üzere kurulmuş Savaş Mezarları imparatorluk Komisyonu, çeşitli savaş alanlarında can vermiş İngiliz İmparatorluğu askerlerinin kalıntılarını mezarlıklarda toplamak gibi genel bir amaçla, şimdiden, büyük paralar harcamış bulunmaktadır. Lord Curzon, bu konunun tartışılacağını bilseydi, bu toprak parçasının durumunu komisyona göstermek için fotoğraflarını da getirtirdi. Komisyonun işi gerçekten sona ermiştir; İngiliz Temsilci Heyeti, Türk Temsilci Heyetinin şimdi işe karışmasına ve daha önceden uygulamaya konulmuş planları değiştirmeye ya da kısıtlamaya çalışmasına razı olamaz.

 

İsmet Paşa ölülere karşı Türklerin gösterdiği saygıdan söz ederken, Lord Curzon, Alt-komisyonun ilk oturumlarında Türklerin, daha önce bu mezarlıklara gömülmüş ölülerin çıkartılmasını ve Gelibolu'da büyük bir mezarlık kurularak, bütün ölülerin buraya gömülmesini teklif etmiş olduklarını hatırlatmaktan kendini almamıştır. Bu teklif müttefiklerce korkunç bir şey olarak karşılanmış ve Türk Temsilci Heyeti de bu teklifinde direnememiştir.Lord Curzon'un az önce belirtmiş olduğu ve İngiliz Temsilci Heyetini özellikle ilgilendiren bu iki noktada, İngiliz Temsilci Heyeti kesin olarak fedakarlıkta bulunmama kararındadır. İsmet Paşa karşılıklı olma (reriprocite) gereğinden söz etmiştir. Lord Curzon, bu ilkeyi tamamıyla kabul etmektedir: İsmet Paşa, gitsin de, İngiliz yetkililerinin Mezopotamya'da, Filistin'de, Süveyş Kanalı boyunca Türk mezarlıklarına nasıl davrandıklarını görsün. Bu, çok iyi bir deney olacaktır.

 

Ölüler üzerinde pazarlık yapılmaması gerekir. Türk Temsilci Heyeti son haftalar içinde yaptığı gibi, başka her konuda pazarlığa girişebilir, fakat ülkeleri uğruna canlarını vermiş olan askerlerin ölüleri üzerinde pazarlığa girişemez. Böyle bir konuda, Türk Temsilci Heyeti'nin karşısına, insanlığın yaralanmış duyguları dikilecektir. Müttefikler, Türkiye'nin duygularına saygılıdırlar. Türkiye de onların duygularına saygı göstermelidir. Lord Curzon, bir Türk camiine girdiği zaman, Türklerin kutsal saydıkları döşeme taşlarına ayakkabı ile basmamak için terlikler giymeye hazırdır. Müttefikler de, askerlerinin ölüleri gömülü olan yerler için aynı duyguları beslemekte ve bunların gereken saygıyla çevrili bulunmalarında direnmektedirler. Lord Curzon, İstanbul'daki İngiliz birliklerini geri çekmekten başka bir şey düşünmediğini az önce söylemiştir. İngiliz Hükümeti, Gelibolu'daki İngiliz birliklerini geri çekmeyi de daha az istememektedir; bununla birlikte, bu sorun, saygı, hak gözetirlik ve onur duyguları içinde çözümlenmedikçe, tek bir asker bile geri çekilmeyecektir.

 

İsmet Paşa, Lord Curzon'un birtakım iddialarına karşılık vermenin yararlı olacağını söyledi. Türk Temsilci Heyeti, mezarlıklar ve mezarlar sorunlarını incelemenin ve tartışmanın çok nazik bir şey olduğunun farkındadır. İsmet Paşa, her türlü yanlış anlamaları ve kasıtlı yorumları ortadan kaldırmak için, bu sorunu Temsilci Heyeti Başkanı, İzmir'de ve başka yerlerde meydana geldiği söylenen birtakım olaylara değinmiştir. Lord Curzon, vaktiyle de buna benzer olaylardan söz edildiğini ve Türk makamları gerekli soruşturmaları yaptıktan sonra, bu araştırmaların sonuçlarının, İngiliz makamlarını tamamıyla tatmin ettiğini hatırlayacaktır. Askeri hareketler süresince bile aynı nitelikte üzücü olaylar görülmüştür., fakat bu olayları Türklerin yapmamış olduğu ortaya çıkmıştır; tam tersine, herkesçe bilinmektedir ki, Türk makamları bu olayları İngilizlere kendileri bildirerek, gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını istemişlerdir. Böyle olunca, Türk Temsilci Heyeti, İngiliz ve Fransız mezarlıklarının korunması için de gereken bütün tedbirlerin alınmış olduğu konusunda, İngiliz Temsilci Heyeti başkanına güvence (teminat) verebilme durumundadır. Askeri hareketler sırasında orada ya da burada birtakım tek tek olaylar meydana gelmişse, bunları Türk ordusuna veya Türk makamlarına yüklemek için de hiçbir neden ya da hiçbir kanıt kesinlikle yoktur. Buna karşılık, Türk birlikleri Çanakkale'ye yaklaştıkları zaman, Türk mezarlıklarına karşı hem Türklerin hem de Müttefiklerin, yabancı mezarlıklara dilediklerinden çok başka bir biçimde davranılmış olduğunu, büyük bir üzüntü içinde görmüşlerdir. Bu yüzden, Türk Temsilci Heyeti, bütün tarafların yakınmalarının bu ölçüde dürüstlük içinde dinlenilmesi, gerçek olup olmadıkları denetlenmemiş söylentilere güvenmekle yetinilmemesi gerektiğini de belirtmek ister.

 

İsmet Paşa, bundan sonra Gelibolu mezarlıkları sorunun incelenmesine yeniden dönerek konferans önünde olduğu kadar, uygar dünyanın kamu oyu önünde de açıkça belirtmek ister ki, hem kendisi hem de silah arkadaşları- başka bir deyimle, silahlanmış bütün Türk ulusu-için, yurt ayrımı yapmaksızın şerefle canlarını vermiş, düşünülebilecek ülkülerin en yücesi olan yurt sevgisi yolunda ölmüş savaşçılar kadar hiç kimse en derin bir saygı duyulmasını hak etmemektedir. Türkler, savaş alanında ölenleri ermiş ve kutsal saymakta, günahlarını Tanrı'nın bağışlamış olduğunu kabul etmektedirler. Türkler bu saygıya büyük önem verdikleri içindir ki, bu duygunun siyasal ya da stratejik amaçlarla tüketilmesine karşı çıkmaktadırlar. Türkiye'de ve Gelibolu'da yabancı mezarlıkların korunması, onlara saygı gösterildiğini ispat eder; fakat bundan, mezarlıkların kapsadığı alanın genişletilmesine bir vesile olarak kullanılması anlamı da çıkmaz. Nitekim, iki ölünün gömülmesi için bu Konferans salonunun yüzölçümü kadar bir toprak parçası gerekirse, bütün Ouchy bölgesini bir duvarla çevirmeye kalkışmak yetersiz olur. Böyle olunca, gereksiz oldukları anlaşılan tedbirlerin alınmış bulunduğu durumlarda, bu tedbirleri yeniden gözden geçirmek ve bulunan ölülerin gömülmesi için gerekli olmayan toprakları sahiplerine geri vermek doğal görünmektedir.

 

Bundan sonra Arıburnu sorununa geçen İsmet Paşa, Türklerin, orada bulunan mezarlıklar için gerekli bütün toprakları vermiş olduklarını söyledi. Toprağa olan ihtiyacın sonu gelmez bir biçimde artması düşünülemez. Mezarlıklardan sonra, şimdi de savaş alanları istenmektedir. Bunun mezarlar konusuyla hiçbir ilgisi olmadığı anlamaktan daha kolay hiçbir şey yoktur. Lord Curzon'un istemekte olduğu toprak parçası bir mezarlık değil, fakat Çanakkale Savaşları sırasında askeri hareketler için temel olarak kullanılan ve her zaman böyle bir amaçla kullanılabilecek bir toprak şerididir. İsmet Paşa, bu konunun mezarlar sorunuyla ne ilgisi olduğunu Konferansa sormak istemektedir. İsmet Paşa'nın kanısınca, mezarlar gibi nazik bir soruna başka davaları, siyasal ve askeri maksattan ekleyerek, sorunu karmaşıklaştırmamak ve içinden güç çıkılır bir duruma sokmamak da Temsilcilerin görevleri arasındadır. İsmet Paşa, dürüst bir tutumla cesaretle yapılmış olan bu açıklamaların, kahramanların kalıntılarına karşı Türklerin duydukları sonsuz saygı konusunda olduğu kadar, bu konuya, yaşayanların çıkarlarını bulaştırmaktan tiksinti duyduklarına da, dünya kamuoyunu inandıracağını ummaktadır.

 

Lord Curzon, İsmet Paşa'nın dediklerine tek bir cümle ile karşılık vereceğini söyledi: Lord Curzon, Türk Temsilci Heyetinin, basit bir insanlık ve şeref davranışında bulunmak fırsatını bir kez daha kaçırmış olduğuna üzülmektedir.

 

İsmet Paşa, Lord Curzon'un bu sözüne karşı, şimdiye kadar acıma ve şeref duygularıyla ilgili ödevleri yerine getirme fırsatlarından hiç birini kaçırmamış olan Türk Hükümetinin, bütün öteki yabancı Hükümetler kadar ve onlar gibi, böyle davranmaya ara vermemekten mutluluk duyacağını söyledi. İsmet Paşa, mezarlara Türklerin öteki uluslardan daha az saygı göstereceklerini sanmak için ortada hiçbir neden olmadığını yeniden belirtti.

 

Bilindiği gibi Lozan'da görüşmeler 24 Temmuz 1923'e kadar sürecektir. Mezarlıklar konusuna ilişkin sorunlar da aynı süreçte ele alınacak, ilgili taraflar, bu konuda hazırlanan farklı rapor ve metinlerde yer alan öneri ve karşı önerilerde olabildiğine kendi isteklerini kabul ettirmeye çalışacaklardır. Görüşmelere ilişkin belgeler incelendiğinde, Türk Temsilci Heyeti'nin, başta İsmet İnönü olmak üzere ne denli direnip pazarlıklar yaptıkları, nasıl kıran kırana bir diplomasi ve    sinir    savaşı    vererek,    ulusal    çıkarları    nasıl    korudukları    açıkça anlaşılabilmektedir.

 

Artık genel bir barışa doğru yaklaşılmaktadır. Büyük sorunların önemli bir bölümü üzerinde taraflar görüş birliğine varmıştır. Ancak pazarlıkların ve görüşmelerin hızı hiç kesilmemiştir. Türk Heyeti Temsilcileri sık sık "... yaptıkları özverilerin sınırına geldiklerini, kanlı çarpışmalar yeniden başlarsa bundan kendilerinin sorumlu tutulamayacağını tüm dünyanın bilmesi gerektiğini" ısrarla dile getirmek gereğini duymaktadır.

 

Dışişleri Bakanı İnönü'nün, Müttefik Devletler Dışişleri Bakanlarına yolladığı 8 Mart 1923 tarihli mektup, aynı noktayı dile getirmekte ve karşı tarafa sorumluluklarını hatırlatmaktadır. İnönü bunun ardından da Mezarlıklar konusunda Türk karşı önerilerini sunmaktadır. Söz konusu mektubun son paragrafı aynen şöyledir.

 

" Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, dünyanın esenliğini yeniden tehlikeye düşürebilecek etkenleri ortadan kaldırmanın ve bütün halkların istemekte oldukları barışçı ve olağan ilişkiler yerine, son yıllardaki korkunç yıkımların yeni bir parlama sonucunda bir kez daha ortaya çıkmasını önlemenin, ilgili taraflar için kesin bir görev olduğunu göz önünde tutarak, Müttefik Devletlerden cevaplarını mümkün olduğu kadar kısa bir şiire içinde bildirmelerini diler"

 

Türk Hükümeti mezarlar konusunda verdiği teklifte konuyu her yönüyle ayrıntılı olarak dile getirmekte ve herhangi bir yanlış anlaşılmaya ya da farklı yoruma yer vermeyecek biçimde ortaya koymaktadır. Mezarlıklar konusundaki Türk önerileri, aynen şöyledir:

 

"Türk hükümetince kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında özellikle İngiliz İmparatorluğu için, Anzac (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.

 

İngiliz   imparatorluğu 'nıın   yukarıda   adı geçen   toprak   parçasından yararlanması aşağıdaki şartlara bağlı olacaktır:

 

1.Bu toprak parçası, Barış andlaşmasıyla belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır; bu yüzden hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla, ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan baışka hiçbir amaçla kullanılmayacaktır.

 

Türk Hükümeti'nin bu toprak parçasını mezarlıkları da kapsamak üzere, denetlemeğe her zaman hakkı olacaktır,

 

3.Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı mezarlık basına bir bekçiden çok olmayacaktır.Mezarlıklar dışındaki toprak parçası için ayrıca bekçiler bulunmayacaktır.

 

4.Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında, yalnız bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılmayacaktır.

 

5.Bu toprak parçasının kıyısında, insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkartmayı kolaylaştıracak hiç bir rıhtım, dalga kıran ya da iskele yapılmayacaktır,

 

6.Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Ege Denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra izin verilecektir.

 

7.Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunan kimseler silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır.

 

8.Türk Hükümeti 150 kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarının gelişinden en az bir hafta önce haberdar kılınacaktır.

 

LOZAN BARIŞ KONFERANSI NİHAİ BARIŞ SENEDİ'NDE MEZARLIK VE ANITLAR

 

Sonuçta 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Barış Andlaşması ile büyük sorunlar yanı sıra, Mezarlar konusu da çözüme bağlanmıştır. Andlaşmanın başlangıç kısmında taraflar şu ortak görüş ve iradelerini dile getirmektedirler.

 

"1914 yılından beri Doğu'nun huzurunu bozan savaş durumuna kesin bir son vermek için aynı istekle duygulu olarak, ulusların ortaklara refah ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak özlemi içinde, ve bu ilişkilerin, Devletlerin bağımsızlığına ve egemenliğine saygı temeline dayanması gerektiğini düşünerek, bu  amaçla bir Andlaşma yapmayı kararlaştırmışlar ve tam yetkili temsilcilerini atamışlardır "

 

Lozan Andlaşmasının V. Bölümü Savaş Tutsakları ve Mezarlarla ilgili sonuç hükümlerini düzenlemektedir.

 

konusundaki   temel   ilkeleri   ortaya 124.   madde   Mezarlar   ve   Anıtlar koymakta ve genel çerçeveyi çizmektedir.

 

"... Bağıtlı Yüksek Taraflar, içlerinden her birinin, 29 Ekim 1914 tarihinden bu yana savaş alanında can vermiş, ya da yaralanma, kaza ve hastalık yüzünden ölmüş askerleri ve denizcileriyle, aynı tarihten bu yana tutsaklıkta ölmüş savaş tutsakları ve göz altı edilmiş sivillerin, kendi yetkileri (otoriteleri) altındaki topraklarda bulunan mezarlıklarına ve kemiklerine ve onları anmak için dikilmiş anıtlarına saygı gösterecekler ve bunların bakımını sağlayacaklardır.

 

Bağıtlı Yüksek Taraflar, karşılıklı olarak ülkelerinde, sözü geçen mezarlıkların, kemiklerin ve mezarların kimliğini ortaya çıkartmak ve bunları kütüğe yazmak, bunların bakımıyla uğraşmak, ya da bunların bulundukları yerlere uygun düşecek anıtlar dikmek işleriyle her birinin görevlendirilebileceği Komisyonlara, görevlerini yerine getirmeleri için her türlü kolaylıkları gösterme konusunda anlaşacaklardır. Bu Komisyonların hiçbir askeri niteliği olmayacaktır."

 

129. Madde ise, özellikle Gelibolu Yarımadasındaki Mezar ve Anıtlarla ilgili ayrıntılı bir düzenleme getirmektedir:

 

Türk hükümetince kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında özellikle İngiliz İmparatorluğu için, haritada gösterilmiş olan Anzac (Arıburnu)bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.

 

İngiliz    İmparatorluğu'nün    yukarıda    adı geçen    toprak   parçasından yararlanması aşağıdaki şartlara bağlı olacaktır:

 

1.Bu toprak parçası, Barış andlaşmasıyla belirtilen amacından başka herhangi bir amaçla kullanılmayacaktır; bu yüzden hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla, ya da yukarıda belirtilen asıl amacı dışında kalan başka hiçbir amaçla kullanılmayacaktır;

 

2.Türk Hükümeti'nin bu toprak parçasını-mezarlıkları da kapsamak üzere deınetlemeğe her zaman hakkı olacaktır;

 

3.Mezarlıkları korumakla görevli sivil bekçilerin sayısı mezarlık başına bir bekçiden çok olmayacaktır Mezarlıklar dışındaki toprak parçası için ayrıca bekçi bulunmayacaktır;

4.Bu toprak parçasında, ister mezarlıklar içinde ister dışında, yalnız bekçiler için kesin olarak gerekli konutlardan başka konutlar yapılmayacaktır;

 

5.Bu toprak parçasının kıyısında, insan ya da yük yüklemeyi ya da karaya çıkartmayı kolaylaştıracak hiçbir rıhtım, dalga kıran ya da iskele yapılmayacaktır;

 

6.Bu toprak parçasını ziyaret için gerekli bütün işlemler yalnız Boğazların iç kıyısında yapılabilecek ve bu toprak parçasına Ege Denizi kıyısından girmeye, ancak bu işlemlerin tamamlanmasından sonra izin verilecektir.

 

Türk Hükümeti, mümkün olduğu kadar basit olması gereken söz konusu işlemlerin, Türkiye'ye gelecek öteki yabancıların bağlı tutulacakları işlemlerden daha külfetli olmaması ve gereksiz her türlü gecikmeye yol açmayacak koşullar altında yapılmasını, işbu Maddenin öteki hükümlerine halel gelmemek şartıyla, kabul eder;

 

7.Bu toprak parçasını ziyaret isteğinde bulunan kimseler silahlı olmayacaklardır; Türk Hükümetinin bu yasağın uygulanmasını denetlemeye hakkı olacaktır;

 

8.Türk Hükümeti 150 kişiyi aşan ziyaretçi topluluklarını gelişinden en az bir hafta önce haberdar kılınacaktır.

 

Gelibolu Yarımadası'ndaki mezarlık ve anıtlarla ilgili genel  sonuç niteliğindeki çerçeve budur. Günümüzde de ilgili konular bu çerçevede düzenlemektedir.

 

Gelibolu Milli Parkı'nm UNESCO Dünya Miras Listesine Alınması Çalışmasının başlangıcında değinildiği gibi bu konuda biz Gelibolu Milli Park Alanı'nın tümünün Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmasını isterken Avustralya aynı yeri dünya değil, Avustralya Miras Listesi'ne sokmak istemektedir.

 

Aslında  Türkiye   bu   sözleşmeye   1983'ten  beri   taraf olup,   ülkemizde bulunan çeşitli tarihi yerler dünya miras listesine alınmıştır. Başka tarihsel-doğal değerlerimizin de aynı listeye alınması için hükümetlerimiz çaba harcamaktadırlar.

 

Çünkü bu sayede, kendi olanaklarımızla, yeterince koruyup restore edemediğimiz tarihsel-kültürel eserlerin, uluslar arası işbirliği yoluyla daha etkin korunabilmesi mümkün olabilmektedir.

 

Gelibolu Tarihi Milli Parkı konusunda akla takılan soru, bir ülkenin başka bîr ülkedeki tarihi varlığı, sözü edilen uluslar arası sözleşme gereği kendi miras listesine aldırıp aldıramayacağı ve bunun nedenleri noktasıdır.

 

Aslında böyle bir örnek vardır. Eski Kudüs ve Surları, Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Bunu isteyen Ürdün Hükümeti olup, Eski Kudüs ve Surları, Sözleşmeye taraf olmayan İsrail sınırları içinde yer almasına ve bu ülkenin itirazına karşın, bölgenin İsrail işgali altında bulunduğu gerekçesiyle kabul edilmiştir.

 

Bir diğer ve aksi yöndeki olumlu Örnek ise, ABD ve Kanada'nın ortaklaşa koruma altına aldıkları Dünya Miras Listesi'nde bulunan iki park alanıdır. Yani sözleşme çerçevesinde, taraf devletler uygun koşullarda birlikte başvuruda bulunarak, herhangi bir tarihi eseri Dünya Miras Listesi'ne aldırabilmektedir.

 

Ancak Gelibolu Tarihi Milli Park alanı ve içinde yer alan yabancı mezarlıkların durumu farklıdır. Kuşkusuz sözleşme çok açıktır ve "o yerin yer aldığı ülke devletinin Sözleşmenin öngördüğü bir şekilde bir öneride bulunması ve her durumda onayının aranması gerekliliğini" öngörmektedir.

 

Ancak Gelibolu Yarımadası'ndaki Mezarlıkların, yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi, Lozan Andlaşması'nda da kabul edilen statüsünün uluslar arası hukuk açısından taşıdığı özel koşullar, biraz konuyu belirsizleştirmektedir.

 

O nedenledir ki Gelibolu Yarımadası'ndaki Mezarlıkların, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme çerçevesinde nasıl ve ne şekilde yer alabileceği ilginç ve önemli bir konudur. Konu özellikle bizim için çok önemli ve duyarlı olup; ilgili gelişmelerin büyük bir titizlik ve dikkatle izlenip, ön hazırlıkların yapılması gerekmektedir.

 

Özellikle, Mondros, Sevr ve Lozan'da dile getirilen gerçekler anımsanırsa...

Çanakkale Araştırmları Türk  Yıllığı