Alternatifim Cafe

Ulus-Devlet ve -Devir-Teslim Konuşması-(İlker Başbuğ )

Discussion started on Tarih

Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar, Kahraman Silah Arkadaşlarım,

 

Törenimizi onurlandırdığınız için hepinize teşekkür ederim.

 

Genelkurmay Başkanlığı görevini, Değerli Komutanım Orgeneral Sayın Yaşar BÜYÜKANIT’dan teslim almak üzere burada bulunmaktan onur duyuyorum.

 

Bir Türk subayının meslek hayatında ulaşabileceği en yüce ve en kutsal makam olan Genelkurmay Başkanlığı görevinin sorumluluğunu, ağırlığını ve onurunu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde fiilen 46 yıl hizmet etmiş, bu süreçte çok şey görmüş ve yaşamış bir asker olarak çok iyi bilmekteyim.

 

Türkiye, tarihin bütün dönemlerinde dünyanın odaklandığı kriz bölgelerinin tam ortasında yer almıştır. Durum değişmeyecektir. Anadolu coğrafyasına ve bu coğrafya üzerinde yaşanan tarihe bakarsanız, bu coğrafya üzerinde ancak güçlü devletlerin varlıklarını sürdürebildiklerini, güçsüzlerin ise kısa sürede tarih sahnesinden silindiklerini görebilirsiniz. Bu tespit, bize “Tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır” sözünü hatırlatmalıdır.

 

Bugün çevremize baktığımızda Irak, Afganistan, İsrail - Filistin, İran, Kafkaslar ve Balkanlar’daki gelişmelerin kriz bölgeleri olarak öne çıktığını söyleyebiliriz. Bu kriz bölgelerindeki gelişmelerin, Türkiye’nin ulusal menfaatlerini ve güvenliğini değişik boyutlarda etkilediği ise yaşanan bir gerçektir.

 

Napolyon’un söylediği gibi, “Bir ülkenin coğrafyası o ülkenin kaderidir.”

 

Berlin duvarının yıkılışı ve 11 Eylül olayı uluslararası ilişkileri, ittifakları, stratejik düşünceleri, “tehdit” ve buna bağlı olarak “güvenlik” kavramlarını temelden sarsmıştır. Özellikle terörizmin öne çıkışı ve küreselleşmesi birçok ülke için coğrafi sınırlara dayalı savunmayı öngören stratejik düşünceden, coğrafi sınırlara bağlı olmayan güvenliğe dayalı stratejik düşünceye dönüşümü zorunlu kılmıştır.

 

Daha önce de defalarca söylediğim gibi, artık “Küresel anlamda barış ve güvenlik ya her yerde, ya da hiçbir yerdedir.” Bu saptama barış ve güvenliğin ne tek başına ülkeler, ne de ittifaklar tarafından sağlanabileceğini göstermektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde barış ve güvenliğin tehlikeye girmesi, dünyanın o yere en uzak köşesini de tehlike ve riskin içine çeker.

 

Bu nedenle de görmemek, anlamamak, çözüm için samimi çaba içinde olmamak, hiçbir ülkeyi ve anlayışı tehlikeden uzak tutmaya yetmez.

 

Türkiye bu gerçekler çerçevesinde, bulunduğu zor coğrafyada, simetrikten asimetriğe doğru uzanan geniş bir risk ve tehdit yelpazesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle, birbirini tamamlayan ve destekleyen güçlü politik, ekonomik, teknolojik, sosyo-kültürel ve askeri güç unsurlarına sahip olmak zorundadır. Bu aslında “yumuşak gücün” ve “sert gücün” toplamından oluşan “akıllı güç” kavramının ve gerçeğinin ta kendisidir.

 

Sıkça ifade edilen düşüncelerin aksine, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi şartlar ve zorunluluklar, bazı Avrupa ülkelerinin içinde bulunduğu koşullarla aynı değildir. Bu şekildeki düşünceler büyük bir yanılgıya ve tamir edilemez sonuçlara neden olabilir.

 

 

Sayın Cumhurbaşkanım;

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi bir devrimdir ve aynı zamanda, Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün gerçekleştirdiği bir mucizedir.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ulus devlet, üniter devlet ve laik devlet temeline dayanmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Mustafa Kemal’in çizdiği Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin kollanması ve korunmasında her zaman taraftır.

 

Aslında ATATÜRK devriminin ana hedefi, ulus devletin yaratılmasıdır. Ulus; dil, kültür ve ülke birliği ortak paydaları ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal bir birliktir. Ulus devlet yapımızın temelinde; vatandaşlık esasına dayanan düşünce yer almaktadır. Bu düşünce; ırksal, etnik ve dinsel öğelere kesinlikle bağlı değildir, bağlanmaya çalışılması da olumlu sonuçlar doğurmaz.

 

Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal ve arkadaşları, ulusu oluşturan bütün unsurların varlığını ve olabilecek farklı alt kimliklerini hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Farklı kimliklerini korurken, ortak paydalar üzerinde kendi istekleriyle birleşen ve bir üst kimlik altında yaşamayı kabul edenlere “Türk Milleti” ismini vermişlerdir. Bununla birlikte elbette, ortak paydalara ve üst kimliğe zarar verebilecek faaliyetlere de hiçbir zaman müsamaha göstermemişlerdir.

 

Bu anlayış çerçevesinde; Türkiye’nin bütün vatandaşları “Ne Mutlu Türküm” ve “Ben Türk Ulusunun Bir Ferdiyim, Vatandaşıyım” demekten çekinmemeli ve onların bu konudaki tereddütleri de giderilmelidir.

 

Yaşanmakta olan küreselleşme çağında, ulus devlet yapısının sorgulandığı bir gerçektir. Hatta bazıları çok ileri giderek, ulus devlet yapısının artık ömrünü tamamladığını bile söylemektedirler

 

Ulus devletin çeşitli tehditler altında olduğunu söylemek ile ulus devletin artık ömrünü tamamladığını söylemek çok farklıdır. Birincisini söylemek ne kadar doğruysa, ikincisini iddia etmek o kadar yanlıştır.

 

Bugün küreselleşmenin bazı baş aktörleri de küreselleşmenin olumsuzluklarına karşı koymak için, kendi ulusal yapılarını korumaya ve güçlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu durumun ABD’de ve Avrupa Birliği ile üye ülkeler arasında da yaşandığını görmemezlikten gelemeyiz. Önemli düşünürlerden HABERMAS’ın “Uluslar üstü kuruluşların oluşturduğu uluslararası sahnede ve küresel oyuncular arasında ulus devletler hâlâ en önemli oyunculardır” şeklindeki ifadesi de bu düşünceyi doğrulamaktadır.

 

Bize göre Türkiye’nin ulus devlet yapısı tartışılacak ve tartışmaya açılabilecek bir konu değildir. Çünkü bu yapı Türkiye’nin varlığı ile doğrudan doğruya ilgilidir.

 

Ulus devlet yapısını zayıflatmaya çalışmak ve tartışmak Türkiye’nin ülkesi, ulusu ile bütünlüğünü istememek demektir. Her konuyu tartışabilme özgürlüğü, devletlerin varlığını riske sokacak konuları içermez. Devlet içinde entelektüel tartışmaların yapılabilir olması, devleti ayakta tutan unsurların tartışmaya açılması anlamını taşıyamaz. Bu gerçek yalnızca Türkiye için değil, çağdaş devlet tanımı taşıyan tüm devletler içinde tavizsiz olarak geçerlidir.

 

Burada üzerinde düşünülmesi gereken nokta, ulus devletin nasıl daha güçlendirilebileceğine yönelik tedbir ve çareler üretmektir.

 

Bu konuya ilişkin bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum;

 

-   Yaşamakta olduğumuz küreselleşme çağında, küreselleşmeye toptan karşı çıkarak, ülkeleri küreselleşmenin dışında tutmaya çalışmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Önemli olan, ulusal menfaatlere ve ulusal kültüre zarar vermeden, küreselleşmenin içinde yer almaktır.

 

Bunun en kısa ifadesi ise “Küresel düşün, ulusal hareket et” düşüncesidir.

 

-   Ulus devletlerin işlev sahaları küçültülebilir, ancak bunu yaparken devletin anayasal organlarının ve demokrasiyi hedefleyen kurumlarının güçlendirilmesi zorunludur.

 

-   Küreselleşme çağında, bireyin ve özgürlüklerin daha çok öne çıkışı doğaldır. Ancak “Devlet”, “Birey” ve “Özgürlük” kavramları var olabilmek için birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Birinin diğerinin aleyhine genişlemesi her üçünü birden tehlikeye sokar. Dolayısıyla, bu hassas dengenin korunması demokrasiler için özel bir önem taşır. Bu dengeyi sağlamak ve korumak ise siyaset adamlarına düşen önemli bir görevdir. Bu noktada kitle iletişim araçlarına, medyaya da sorumluluk düşmektedir. Bugünün ulusal ve uluslararası politik ortamında, medyanın sağladığı olanaklarla insanların zihinleri gerçek anlamda bir mücadele alanıdır. Dolayısıyla insanların zihinleri yeni savaş alanlarıdır. Bu saptamadan hareketle hem medyanın hem de kurumların sorumlulukla ve titizlikle davranması çok önemlidir.

 

-   Cumhuriyet ve ulus devlet rejiminin temel ilkesi erdemdir. Burada kastedilen erdem siyasal bir erdemdir. Bu ise demokrasi içinde yasalara saygı ve bireyin topluluğa bağlılığının ifadesidir. Bireyin topluluğa nasıl bağlı olacağı ise işin özünü oluşturmaktadır. Bu sorunun cevabı “Ortak Bilinç”, “Ortak Vicdan” kavramlarında bulunabilir. ATATÜRK de, her toplumun bir ortak vicdana sahip olmasının önemine her zaman dikkat çekmiştir.

 

Bireyci toplumda sorun, asgari ortak bilinci korumaktır. Gerektiğinde kişisel çıkarlarını aşabilen, toplumun genelini ilgilendiren konularda kamuoyu oluşturabilen vatandaşlardan oluşan “kamu çıkarını gözeten sivil toplum” oluşumuna sahip olan ülkelerin bu sorunu büyük ölçüde aştığı görülmektedir. Bu nedenle kendi çıkarları yerine, ülke çıkarlarını gözetebilen sivil toplum örgütlerine sahip olunması demokrasinin vazgeçilmez bir unsurudur.

 

-   Bizim ortak bilincimiz ve ortak vicdanımız ise genel anlamda ülkenin ulusal menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesidir. Ulusal menfaatlerimiz ise Cumhuriyetin temel niteliklerine sıkı sıkıya bağlı kalarak, devletin varlığının, bekasının korunması ve ulusun refah seviyesinin artırılmasıdır.

 

Beka tedbirleri ile refah seviyesini artırıcı tedbirler arasında hassas dengenin bulunması, ilgili kurumların düşünce ve görüşlerini de dikkate alarak yine demokratik yaşam içerisinde, siyasi makamlara düşen bir görevdir.

 

-   Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölücü terör hareketinin temelinde etnik milliyetçilik vardır. Bazı kesimler etnik kimliklerinin anayasal güvenceye kavuşturulmasını sık sık ve açıkça dile getirmektedirler. Bu görüş ulus devlet yapısını hedef almaktadır.

 

Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti kültürel farklılıklara saygılıdır. Türkiye Cumhuriyeti kültürel alanda bireysel kalmak ve ulus devlet yapısına zarar vermemek şartıyla kültürel zenginliklerin yaşanması ve yaşatılması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirmiştir. Bunun ötesinde, kimse Türkiye’den belirli bir etnik gruba kültürel alanın dışında, siyasal alanda grupsal düzenlemeler yapmasını demokratik istekler aldatmacasıyla gizleyerek isteyemez ve bekleyemez. Daha önce de ifade ettiğim gibi, her konuyu tartışabilme özgürlüğü, devletlerin varlığını riske sokacak konuları içermez.

 

Ayrıca kültürel alandaki düzenlemeler herhangi bir şekilde siyasal alana doğru götürülmeye ve alt kimlikler üst kimliğe dönüştürülmeye çalışılırsa ve bu konular ülke gündemine kasıtlı olarak devamlı sokulursa, korkarız ki ülke kutuplaşmaya ve ayrışmaya sürüklenebilir. Bu Türk toplumuna karşı yapılabilecek en büyük kötülüktür.

 

Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin diğer temel direği olan üniter devlet yapısına gelince;

 

Üniter devlet ülke, ulus, egemenlik unsurları, yasama, yürütme, yargı erkleri bakımından “teklik” özelliği gösterir. Üniter devlet eşitlik ilkelerinin korunmasının, bölgecilik ve ırkçılık, yapılmamasının ve azınlık yaratılmamasının garantisidir. Üniter devlet yapısına zarar verecek düzenlemelerden ve düşüncelerden kaçınılmalıdır.

 

 

Sayın Cumhurbaşkanım;

 

Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Bu nitelikler, Cumhuriyetin değiştirilemez temel niteliklerini oluşturmaktadır.

 

Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinin temel direklerinden biri olup, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm değerlerin de temel taşıdır. Laikliğin işlevsel tanımı; Anayasanın başlangıç ile 24’üncü ve 174’üncü maddelerinde yer almaktadır.

 

Anayasa Mahkemesinin, Anayasayı resmen yorumlamaya yetkili tek organ olarak, laikliğe ilişkin yapmış olduğu yorumlar, laikliğin anlamının ortaya konulmasında vazgeçilmez kaynaktır.

 

Laikliğin ne anlama geldiğini ifade ederken çokça yapılan hata, laikliğin ne anlama geldiğine ilişkin düşüncelere bir bütün olarak bakılmamasıdır.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin laikliğe ilişkin vazgeçilmez duruşu; Anayasanın 24’üncü maddesinde açıkça ifade edilen “Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne surette olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez veya kötüye kullanamaz” ilkesine herkesin sıkı sıkıya bağlı kalması, dinin veya dini duyguların, dince kutsal sayılan şeylerin istismar edilmemesidir.

 

Şu konuyu da açıkça ifade etmek isterim ki askerlik mesleği, moral değerlere önem veren mesleklerin başında gelmektedir. Elbette bireysel moral değerler açısından din de bir unsurdur.

 

ATATÜRK; 10’uncu Yıl Nutku’nda bizlere şu hedefi vermiştir: “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız.” O’na göre ulusal kültürün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması, Türk Halkının bütün anlam ve görüşleriyle medeni bir toplum haline dönüştürülmesi demektir.

 

Buna karşılık bugün, toplumun bir kesimi, yeni bir kültürel kimliğin, yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük bir ağırlık verildiğini düşünmekte ve gelişmelerden büyük bir endişe duymaktadır. Bu endişe ciddiye alınmalıdır. Çoğulcu demokrasi anlayışı çerçevesinde, toplumsal huzur için bu zorunludur.

 

Cumhuriyetin diğer temel niteliği ise demokrasidir. Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye ve demokratik kurallara karşı saygılıdır. Demokrasi temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı da güvencede olduğu bir rejimdir. Bu nedenle, demokratik yaşamda çoğulculuk esas olmalıdır.

 

Laiklik ilkesinin demokrasi ile çatıştığını iddia etmek de sağlam bir temele dayanmamaktadır. Aksine, laik düzen Türk demokrasisinin gelişmesinde ana itici gücü oluşturmuştur. Etrafımızdaki bazı ülkelere bakılırsa bu gerçek görülebilir.

 

Prof. John ESPOSİTO’nun ifade ettiği gibi, “demokrasinin aşırı şekilde popüler amaçlara yönlendirilmesi de, laik düzenin aleyhine sonuçlar doğurabilir.”

 

Cumhuriyetin diğer iki temel niteliği olan sosyal ve hukuk devleti ilkeleri de çok önemlidir.

 

Herkesin insan onuruna yakışır asgari bir hayat seviyesini sağlamak, sosyal devletin bir görevidir. Sosyal devlet niteliğinin zayıflamasının toplumları cemaatleşmeye ittiği de bir gerçektir. Bu kapsamda giderek güçlenen bazı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Ancak bu sosyal gerçek doğru analiz edildiği takdirde, bu oluşuma karşı alınacak tedbirlerin başarı şansı olabilir.

 

Hukuk devleti ise; genel anlamda hukuk kurallarına bağlı olan ve bütün vatandaşlarına hukuki güvenceler sağlayan devlettir. Hukuk devletinin herkes için ne kadar önemli olduğu ise aşikârdır.

 

Türkiye’nin yakın güvenliğiyle ilgili bazı önemli uluslararası ilişkilere de kısaca değinmek istiyorum;

 

-   Irak’ta bugüne kadar oluşan ve gelecekte oluşabilecek gelişmeler, Türkiye’nin güvenliğini önemli boyutlarda etkilemektedir ve etkilemeye de devam edecektir.

 

Bu nedenle Irak’la ilgili sorunların her zaman yönetilebilecek seviyede tutulması çok önemlidir. Bunun için de, devletin ilgili kurum ve kuruluşları arasında görüş birliğinin ve koordinasyonun sağlanması zorunludur.

 

Türkiye için Irak’a ilişkin öncelikli önemli siyasi hedef; Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünün korunmasıdır.

 

Toprak ve siyasi bütünlüğünü koruyamamış Irak’tan en çok zarar görecek ülke Türkiye olabilir.

 

Irak’taki mücadelenin esasını, politik gücün ve Irak’ın gelir kaynaklarının paylaşımı oluşturmaktadır. Bulunabilecek bir denge ile bu sorun aşılabilir.

 

Irak’ın kuzeyindeki oluşum ise diğer bir gerçektir. Bu oluşum Irak’ın toprak ve siyasi bütünlüğünün aleyhine gelişmemelidir. Bu nedenle, başlangıçtan itibaren savunduğumuz gibi, Kerkük’e özel bir statü verilmesi çok önemlidir. Aksi durumlar herkes için Irak’taki durumu daha da içinden çıkılmaz bir duruma getirebilir.

 

Böyle bir durumda, Irak’taki soydaşlarımız olan Türkmenlerin çatışan taraflardan biri haline gelmesi Türkiye için diğer bir endişe kaynağıdır.

 

Bölücü terör örgütünün, Irak’ın kuzeyinde barınması ve bu bölgeden beslenmesi, Irak’a ilişkin bir diğer önemli sorunu oluşturmaktadır. Irak Merkezi Yönetiminin ve şu anda Irak’ın kuzeyinde bulunan Bölgesel Yönetimin, bu bölgedeki terör unsurlarına karşı etkin yaptırımlarda bulunmasını beklemekteyiz. Bölgenin güvenliği ve huzuru bu beklentinin karşılanmasını zorunlu kılmaktadır.

 

Irak’ın kuzeyindeki terör örgütü mensuplarına karşı Aralık 2007’den beri, Türk Silahlı Kuvvetleri çok etkin hava ve kara operasyonları icra etmiştir ve etmeye devam edecektir. Bu operasyonların icrası öncesi ve icrası esnasındaki, Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD Silahlı Kuvvetleri arasındaki işbirliği ve anlayış mükemmel seviyededir. Bu nedenle, önemli görevlerimizden birisi de, bu işbirliğinin korunmasıdır.

 

-   Türk Amerikan ilişkileri iki ülkenin ortak değerleri üzerine inşa edilmiştir, köklüdür ve tarihidir. Bugün bu ilişkiler, iki ülke için her zaman olduğundan çok daha önemlidir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri, belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır.

 

-   Kıbrıs sorunu, Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliklerini de ilgilendiren ulusal bir sorundur.

 

Kıbrıs sorununa, Birleşmiş Milletler çerçevesinde bütünlüklü müzakereler yoluyla, kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması elbette istenilen bir husustur.

 

Gerçekten Kıbrıs sorununa kapsamlı, adil ve kalıcı bir çözüm bulunması isteniyorsa herkes tarafından; ilk önce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1959/60 anlaşmalarına dayalı “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti” olmadığının, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir gerçek olduğunun, eşit ve egemen şekilde Kıbrıs Türk Halkının ve Garantör Devlet olarak Türkiye’nin kabul edebileceği bir çözüm ortaya konulmadan, sorunun çözülemeyeceğinin kabul edilmesi gerekir.

 

-   Türk Silahlı Kuvvetleri, cumhuriyet tarihinde her zaman çağdaşlığın ve ilericiliğin simgesi ve destekleyicisi olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri için; Avrupa Birliğine tam üyelik, ATATÜRK’ün amaçladığı “çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma” doğrultusunda, önemli bir araç anlamını taşımaktadır. Bu süreçte AB’den beklentimiz Türkiye’ye diğer ülkelere olduğu gibi eşit davranılması ve Türkiye’den ulus devlet ve üniter devlet yapısını zayıflatabilecek isteklerde bulunulmamasıdır.

 

Ayrıca şu iki konuyu hatırlatmakta yarar görüyorum; birincisi, Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmeyen bir AB’nin özellikle Ortadoğu ve Kafkaslar bölgeleri üzerindeki etkisinin Balkanlarda biteceğidir. İkincisi, Türkiye’nin coğrafi olarak nerede olduğu kadar ne olduğu da önemlidir. Türkiye bölgedeki en güçlü demokratik ve laik rejime sahip olan ülkedir.

 

Buraya kadar ifade etmeye çalıştığım bütün bu düşünceler çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olacağı güvenlik stratejisinin dört temel dayanağı olmalıdır. Bunlar;

 

-   Ülkenin toprak bütünlüğüne, ulusal birliğine ve Cumhuriyetin temel niteliklerinin devamlılığına yönelik risk ve tehditlere karşı gerekli tedbirlerin alınması,

 

-   Çevremizde olabilecek simetrik risk ve tehditlere karşı ve yaşadığımız coğrafyada Lozan Andlaşması ile kurulan mevcut dengeleri ve ulusal menfaatleri korumak için caydırıcı bir gücün varlığı,

 

-   Kıbrıs Türk halkının güvenliğinin sağlanması ve Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki ulusal menfaatlerinin ve güvenliğinin temel noktalarını oluşturan hak ve menfaatlerinin korunması,

 

-   Uluslararası terörün Türkiye’deki faaliyetlerinin ve ülke dışındaki menfaatlere zarar vermesinin önlenmesi ve BM ya da NATO şemsiyesi altında alınabilecek barışı koruma görevlerine hazır olunmasıdır.

 

Türk Silahlı Kuvvetleri sahip olduğu caydırıcı gücün katkısıyla, her zaman bulunduğu bölgenin ve dünyanın bir barış ve huzur ortamına dönüşmesine, mevcut sorunlara barışçı yaklaşımlarla çözümler bulunmasına katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Maalesef her zaman istekler gerçekleşememektedir. Unutulmamalıdır ki, dünya kolaylıkla daha büyük boyutlarda bir savaş alanına dönüşebilir. Bu güzel gezegen yapılan yanlış hesaplar ve ihtiraslar nedeniyle zarar görebilir. Ne var ki akıl, bilim ve teknolojik gelişmeler dünyayı savaş alanı değil, barış ortamı yapmaya yetmiyorsa, insanlığı ilerlemiş kabul edebilir miyiz?

 

Bu nedenlerle; ülkemizin güvenlik stratejisinin uygulanmasında belkemiğini oluşturan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, simetrik (konvansiyonel) harekât ile asimetrik harekâtı, her üç kuvvetin müştereken birlikte icra edebileceği, modernize edilerek küçültülmüş ancak daha nitelikli ve beka kabiliyeti yüksek, modüler, esnek ve her türlü ortamda kesintisiz görev yapabilecek caydırıcı bir kuvvet yapısına sahip olması her zaman dikkate aldığımız bir hedeftir.

 

 

Sayın Cumhurbaşkanım;

 

Genelkurmay Başkanlığı görevini, Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesinde engin bilgi ve tecrübesiyle görev yapmış Genelkurmay Başkanım Orgeneral Sayın Yaşar BÜYÜKANIT’tan biraz sonra teslim alacağım.

 

Kendisini askerlik mesleğine ilk adımımı attığım günden beri tanıyorum. Bu görevi kendisinden almaktan büyük bir onur ve gurur duyuyorum. Sayın Komutanım, özellikle komutanlığınız döneminde, bölücü terörle mücadele konusunda gösterilen kararlılık ve tüm güvenlik güçlerince yapılan başarılı harekât ile ulaşılan nokta her türlü takdirin üzerindedir.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerine vermiş olduğunuz çok değerli hizmetler daima şükranla anılacaktır.

 

Sayın Komutanıma, eşleri Sayın Hanımefendiye ve tüm aile bireylerine bundan sonraki yaşamlarında sağlık, mutluluk ve huzur dolu uzun ömürler diliyorum.

 

Ordular temelde gücünü silahtan alır. Türk Ordusu ise, gücünün kaynağını ulusunun güven ve sevgisinden, halkının yüreğinden alır. Türk Ordusunun bu niteliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde tarihsel ve sosyal olarak biçimlenen kopmaz bağlarla perçinlenmiştir.

 

Türk Ordusunda vazife, onur ve vatan her şeyin üzerindedir. Türk ordusunun karakterinin temelini ise gururu, gücü, ilkeleri ve halkıyla kurduğu bağ belirler.

 

Unutulmamalıdır ki, Türk Ordusunun ve Türk Ulusunun Ebedi Başkomutanı ve Lideri, Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. O’nun yarattığı “Atatürkçü Düşünce Sistemi”nin ışığı her zaman yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.

 

Bu düşüncelerle, bu anlamlı törene katıldığınız için tekrar teşekkürlerimi sunuyor ve Genelkurmay Başkanlığı görevini Genelkurmay Başkanım Orgeneral Sayın Yaşar BÜYÜKANIT’dan teslim alıyorum.

 

Arz ederim.

 

İlker Başbuğ

Kara Kuvvetleri Komutanı, Orgeneral, 28 Ağustos 2008


--------------------------------------------------------------------------------

Kaynak: http://www.tsk.mil.tr/
#1 - Eylül 18 2008, 23:16:37
''  Kaybedecek neyin var,ihtimalinden başka...

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.