Alternatifim Cafe

Sağlık Haberleri

Discussion started on Sağlık

Bitkisel Kürler rehberi

Çınar yaprağının faydalarını öğrenince üzerine basamayacaksınız.

Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, Bitkisel Kürler Rehberi kitabını tamamladı. Çınar yaprağının faydalarını öğrenince üzerine basamayacaksınız.

Kireçlenmenin ilacı çınar yaprağı
Yıllardır bitkilerin insan vücuduna etkisini araştıran Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu, merakla beklenen 'Bitkisel Kürler Rehberi' kitabını nihayet tamamladı. Kitabıyla ilgili bugüne kadar ser verip sır vermeyen, ancak 'çınar yaprağının faydalarını öğrenince üzerine basamayacaksınız' şeklinde tiyolar veren Saraçoğlu'nun kitabı çıktı.

En çok kireçlenme sorunu çekenler sevinecek
Saraçoğlu'nun açıklamaları en çok kireçlenme sorunu çekenleri sevindirecek. Malumunuz ülkemizde orta yaşın üzerindeki pek çok kişi kireçlenmeye bağlı ağrılar çekiyor, dizlerini bükemiyor, merdiven çıkamıyor ve yürümekte zorlanıyor. 'Doğadaki hangi bitkide bunun şifasını bulurum?' diye yola çıkan Saraçoğlu, sürdürdüğü araştırma sonrası çınar yaprağının kireçlenmeyi tedavi edici etkisini ortaya çıkardı.

Çınar yaprağının en ideal kullanım şekli suda kaynatıp içmek. Olgun ve tazesi tercih edilen yaprağın miktarı, suyunun ölçüsü ve ne kadar kaynatılacağı çok önemli. Önümüzdeki haftalarda çıkacak olan kitapta bütün bu bilgileri öğrenebileceğiz.

Allah'ın soğanı kadınlar için yarattığını düşünüyor.
Bu senenin hemen başında gerçekleşen bu keşif sebebiyle 2009 yılı çınar yaprağı yılı olacak. Hatırlarsanız geçtiğimiz yılı da Saraçoğlu 'sarı soğan yılı' ilan etmişti. Çünkü geçen yıl içerisinde gelen birçok kadın hasta yumurtalık kistlerinden, yumurtalık kanserinden, miyomdan ve erken menopozdan şikâyetçi olmuş. Ünlü doktor, bu yüzden Allah'ın soğanı kadınlar için yarattığını düşünüyor. Ama soğanı öyle yemeklerin içine katarak ya da yanında tüketerek yemeyeceksiniz. Soğandan şifa bulmanın en etkili yolu tüm bitkilerde olduğu gibi suda kaynatma. Ancak burada da unutulmaması gereken önemli bir nokta bulunuyor. O da bitkileri kaynatma süresi. Mesela bir brokoliye 6 dakika kaynatma süresi verildiyse bu 7 dakikaya çıkmamalı. Aksi halde bitkiler yüzde 90 özelliklerini kaybedebilir.

Karnabahar ülsere, havuç unutkanlığa, papatya sinüzite, kekik mide bulantısına karşı etkili. Ama mesela karnabaharı tuz, baharat, salça, kıyma ile pişirirseniz kimyası bozuluyor ve tedavi edici özelliği kayboluyor. Bütün bitkilerin amaca uygun kullanılması kür şeklinde kullanmakla mümkün. Ancak burada unutulmaması gereken çok önemli noktalar var. Başta da dediğimiz gibi bitkilerin miktarı, ne kadar su kullanılacağı ve kaç dakika kaynatılacağı çok önemli. Saraçoğlu'na göre bir de belirli zaman aralıklarıyla bunu yapmalı. Çünkü ancak o zaman önleyici ve tedavi edici gücünden faydalanılabilinir.

Kronik yorgunluk, romatizma ve mantar hastalıklarına yönelik kürler
Bu yeni kitapta ilk kez kronik yorgunluk, romatizma ve mantar hastalıklarına yönelik kürler bulunuyor. Özellikle eklem romatizmaları için önerilen kiraz sapı ve ısırgan muhteşem bir ikili oluşturuyor. Mantar için aynısafa bitkisi etkili. Bu bitkileri aktarlardan alırken raf ömürlerinin bir yılı geçmemiş olması gerekiyor. Aksi halde hiçbir faydası olmayabilir. Bitkilerin taze olduğunu anlamanın da püf noktaları var.

#126 - Mart 07 2009, 14:28:54

İktidarsızlık korkusuna neden oluyor

Erkeklerde, cinsel hayatın başlamasıyla görülen prostat nezlesi iktidarsızlık korkusuna neden oluyor.

Prof. Dr. Cüneyt İşeri, hastalıkla ilgili şu bilgileri verdi:

50 yaş üstü sık görülüyor “Kronik prostatit sendromu, 20'li yaşlardan 40-50'li yaşlara kadar erkeklerin yaklaşık yüzde 5'inde görülüyor. 50 yaşın üstündeki erkeklerde de en sık rastlanan üçüncü hastalık olarak biliniyor.
Kronik prostatit, idrar yaparken yanma ve sık idrar ihtiyacı gibi yakınmaların yanı sıra genital bölge ağrılarına da neden oluyor. Tedavisi zor ve uzun süreli..

Kronik prostatit bulaşıcı değil ancak kesin tedavisi çok zor olan ve yıllarca devam edebilen bir hastalık. Bu nedenlere hekimler kronik prostatiti olan hastalardan kesin olarak tedavi edilemeyenlere bu hastalıkla birlikte yaşamayı öğretiyor...

Kronik prostatit hastalarının;

Prostatını sıcak tutmaları,

Düzenli bir cinsel hayatlarının olması,

Kabızlıktan korunmaları gerekiyor.

Düzenli egzersiz de ağrıları azaltıyor. Kronik prostatit, hastalarda sıklıkla psikolojik sorunlara yol açıyor. Bu nedenle cinsel hayatı da olumsuz yönde etkiliyor. Kronik prostatiti olan erkeklerin genital bölgelerinde ağrı duyuyor olmaları bu kişilerde iktidarsızlık endişesine de yol açıyor.

Johns Hopkins Medicine hekimlerinin yaptığı bir araştırma; düzenli yapılan sporun, kronik prostatit hastalığı olan erkekleri ağrılardan koruduğunu gösteriyor.”
#127 - Mart 09 2009, 14:24:17

Biyonik kulak SGK'dan

SGK artık 40 bin TL'yi bulan biyonik kulak masraflarını da karşılıyor..

SGK Başkanı Fatih Acar: İşitme cihazlarında doktor yazarsa iki kulağın da fiyatını ödüyoruz. 40 bin TL'yi bulan biyonik kulak masrafları da karşılanıyor..

Sosyal Güvenlik Kurumu SGK, işitme cihazı kullananlara da büyük kolaylıklar ve avantajlar sağlıyor. Üstelik verilen cihazlar Avrupa Birliği belgeli.

* İşitme cihazlarına ne kadar ödeniyor?

SGK işitme cihazlarına 350 TL fiyat ödüyor. "Bu fiyata işitme cihazı bulamıyoruz, işitme cihazları çok pahalı" diyenler Sosyal Güvenlik Kurumu'nun 177 hattından kaliteli işitme cihazları konusunda bilgi alabilirler. Bizler bu fiyatları belirlerken CE yani Avrupa Belgesi almış cihazları seçtik. Seçtiğimiz cihazların ucuz ve kalitesiz olduğunu kesinlikle düşünmeyin, en iyilerini belirledik.

6 AY İŞİTME CİHAZI ŞARTI

Doktor yazarsa iki kulaklığın da fiyatını da ödüyoruz. Tek şart, önce insanlar bu cihazları ödüyor, sonra faturasını bize getiriyor, biz de ödemesini hemen yapıyoruz. Ancak hiçbir gecikme olmuyor en fazla bir hafta içinde ödeme gerçekleşiyor. Doktor iki kulak diyorsa iki kulak birden ödenecektir. Ancak bu cihazlar için çalışanlar yüzde 20 emekliler yüzde 10 katılım payı ödemek zorunda kalıyorlar.

* Kızım Ayşenur'a biyonik kulak taktırmıştık, işitme cihazı da kullanıyor, ama kardeşi Emin'in de ihtiyacı oldu. İşitme cihazları çok pahalı, kızımın işitme cihazını kardeşine verdik. Çocukların her türlü sağlık güvencesi karşılanıyorsa bu neden karşılanmıyor?
Çocuklara biyonik kulak masrafları SGK tarafından karşılanıyor bunun masrafı her bir çocuk için 40 bin TL'yi buluyor. Ve ailelerin katılım payı ödemesine gerek kalmıyor. Ancak biyonik kulak takılmadan çocukların altı ay süreyle işitme cihazı kullanma şartı var. Kızınıza işitme cihazı bu nedenle alınmıştır, biyonik kulak takıldıktan sonra işitme cihazına zaten gereksinimi kalmaz.

OKUL DÖNEMİ AVANTAJI

Çocuklarınız okul döneminde olduğu için şöyle bir avantajınız daha var, 350 TL'lik işitme cihazlarının yerine bir buçuk kat hatta iki kat pahalı özellikli dijital cihazlardan da alabilirsiniz. Devlet çocuklar için bunun ödemesini yapıyor, ancak bu cihazlar için çalışanların yüzde 20 emeklilerin yüzde 10 katılım payı ödemesi gerekiyor, yani 700 TL'lik bir cihaz için 140 TL ödeme yeterli.
#128 - Mart 09 2009, 14:24:50

Havalar cinselliği etkiliyor

Hava kirliliği, sadece akciğerleri değil, tüm vücudu etkiliyor.

ZONGULDAK'taki Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç.Dr. Levent Kart, hava kirliliğinin sadece akciğerleri değil, tüm vücudu etkilediğini belirterek, "Kirli hava, vücutta bir takım süreçlerin başlamasını tetikliyor. Bu süreçler kalp krizi tetiklemesi, hamilelerde erken düşükler, üreme sistemiyle ilgili sorunlar ve cinsellik gibi problemlere yol açabiliyor" dedi.

Zonguldak'ta yaygın olarak kömürün yakıt olarak kullanıldığını, bu nedenle hava kirliliğinin zaman zaman insan sağlığını tehdit eden boyutlara ulaştığını belirten Doç.Dr. Levent Kart, hava kirliliğinin özellikle bronşit ve astım hastalarında solunum yetmezliğine yol açabildiğini söyledi. Doç.Dr. Kart, şöyle konuştu:

"Zonguldak'ta yıkanmamış kömür sıklıkla kullanıldığı için, yanmış kömürden çıkan zehirli gaz var. Bu gaz kısa vadede hem üst solunum yollarında, hem de alt solunum yollarında tahrişe neden oluyor. Bronşitli ve astımlı hastalarda, hastalıkların ilerlemesine ve solunum yetmezliğine neden oluyor. Özellikle kış aylarında Zonguldak'ta biz bunu çok sıklıkla görüyoruz."

Zehirli gazların, uzun vadede hastalarda solunum yollarında tahribata ve akciğer kanserine yol açabileceğini vurgulayan Doç.Dr. Kart, şöyle devam etti:

"Hava kirliliğinin çok ileri boyutlarda olduğu yerlerde ani kalp krizleri, ani solunum yetmezliklerine bağlı ölümler görülebilir. Zonguldak'ta şu ana kadar öyle toplu problemlerle karşılaşmadık. Daha çok bireysel problemlerle karşılaşıyoruz. Solunum yetmezliğine neden olan enfeksiyonlar, üst solunum yolu enfeksiyonları, gribal enfeksiyonlar hava kirliliğiyle birleştiği zaman daha da ölümcül olabiliyor. O nedenle biz bronşitli hastalarımızın özellikle kış aylarında, havası daha temiz yerlerde yaşamasını öneriyoruz."

Birçok rahatsızlığı tetikleyen hava kirliliğinin cinsel yaşamı da olumsuz etkilediğini açıklayan Doç.Dr. Kart, şöyle dedi:

"Havada bulunan partiküller, gazlar sadece akciğerleri etkilemiyor. Tüm vücudu etkiliyor. Tüm vücuda akciğerler yoluyla giren kirli hava, vücutta bir takım süreçlerin başlamasını tetikliyor. Bu sürçler; kalp krizi tetiklemesi, hamilelerde erken düşükler, üreme sistemiyle ilgili problemler, cinsellik gibi problemlere yol açabiliyor. `Hava kirliliği direk cinsel bozukluğa yol açar' diyemeyiz. Ama başlayan bir süreci tetiklemesine neden olur."

Yıllarca hava kirliliğine maruz kalmış kişilerin vücut bağışıklık sisteminin zayıfladığını, bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla da enfeksiyonlara yatkınlığın arttığına dikkat çeken Doç.Dr. Kart, "Bunun sonucunda yaşamda kısalmalara neden oluyor. Yani temiz havada aynı genetik özelliklerde daha uzun yaşayabilecek bir kişi, kirli havada bu faktörler nedeniyle daha az yaşayabiliyor. Hastalarımızı hava kirliliğinin arttığı dönemlerde uyarıyoruz. Özellikle bronşit, akciğer hastalığı olan hastalarımızı uyarıyoruz ki, hava kirliliğinden etkilenmemeleri gerekiyor. Başka yerlere, havası temiz olan bölgelere gitme imkanları varsa bu havaya maruz kalmasınlar."
#129 - Mart 09 2009, 14:25:23

Kalp hastalarını rahatlatan mevsim

Damarlar genişliyor, tansiyon düşüyor böylece kalbin yükü azalıyor...

Bahar mevsiminin gelmesiyle bazı hastalıklar yükselişe geçerken, kalp hastaları ise inanılmaz ölçüde rahatlıyor.

Bursa Özel Bahar Hastanesi'nden Dr. Yavuz Okur, kışın damarların büzüştüğünü, vücudun bu nedenle ısısını koruyabildiğini belirterek, havaların ısınmasıyla damarların genişlediğini, vücuttaki kan miktarının organlardan azalarak damarlara gittiğini vurguladı.

Dr. Okur, "Damarlar genişlediği için tansiyon düşüyor, kalbin taşıdığı yük bu dönemde azalıyor. Kan damarlara gittiğinden kalp rahatlıyor. Kalp hastalarının aksine bahar mevsiminde mide hastalıkları artıyor. Yeni yetişen meyve ve sebzelerin pişirilmeden tüketilmesinin ülser ve gastridi artırdığını unutmamamız lazım. Mide kanamalarının da bu dönemde sık görüldüğünü, polenler ve tozların alerjisi olanları zor durumda bıraktığını rahatlıkla söyleyebiliriz." dedi. Sinüzitin de bahar aylarında görülme sıklığının arttığını dile getiren Okur, üşütmeye bağlı olarak üst solunum yolu enfeksiyonları, farenjit, bademcik iltihaplanmaları zatürre ve bronşite varan sonuçlar doğurabildiğine işaret etti.
#130 - Mart 09 2009, 14:26:01

Neden hata yaptığımız anlaşıldı

Tekrar ve monoton işler yapılırken, beynin hata yapmadan yaklaşık 30 saniye önce dinlenmeye geçtiği ortaya çıktı.
Norveç'teki Bergen Üniversitesinden Tom Eichele, "Beynin biraz molaya ihtiyacı olduğunu söylediği ve sizin o anda hiçbir şey yapamadığınız böyle bir durum söz konusu" dedi.

Araştırmanın başındaki Eichele, beynin bilgiyi alamadığı ya da verimli çalışamadığı o anda kanın beynin dinlenme modunda daha aktif olan kısmına hücum ettiğini söyledi.

Eichele, bu durumun bir hata yapılmadan 30 saniye kadar önce başladığını, dolayısıyla, örneğin hava trafik kontrol kulesi görevlilerinin konsantrasyonunu ve dikkatini artırmak için bir uyarı sistemi geliştirmenin mümkün olabileceğini söyledi.

BEYİN KARARLARI İÇİN ALET GELİŞTİRİLİYOR

Bu tür kararlar alması gerekenlerin başına koyulmak üzere bir alet geliştirilebileceğini söyleyen Eichele, "Sinyali ölçebilir ve kullanıcıyı, beyninin o anda aldığı kararların iyi olmayacağı bir durumda olduğu yolunda bilgilendirebiliriz" diye konuştu.

Aletin prototipinin geliştirilmekte olduğu ve 10-15 yıla kadar piyasaya sürülebileceği kaydedildi. Araştırma, Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin (PNAS) dergisinde yayımlanıyor.
#131 - Mart 09 2009, 14:26:57

AIDS yayılıyor

DSÖ, çağın hastalığı AIDS'e karşı uyardı.

DSÖ, HIV/AIDS bulaşmasını önlemeye yönelik çalışmaların eşcinsel erkeklerin küçük bir bölümünü kapsadığını belirterek, bu durumda Asya'da AIDS hastalığının yaygınlaşabileceği uyarısında bulundu.

“AIDS ÇALIŞMALARI EŞCİNSEL ERKEKLERİN SADECE YÜZDE 1'İNİ KAPSIYOR"
Sağlık Araştırmaları Sitesi'nde yer alan Dünya Sağlık Örgütü'nün uyarısında, Asya'da HIV/AIDS bulaşmasını önlemeye yönelik çalışmaların eşcinsel erkeklerin sadece yüzde 1'ini kapsadığı; Asya-Pasifik ülkelerinde ise HIV/AIDS'i önlemeye yönelik stratejik planların eşcinselleri kapsamadığı belirtildi. Ayrıca, yapılan çalışmalar sonrasında erkekler arası eşcinsel ilişki ile HIV bulaşının önceden düşünüldüğünden daha önemli olduğuna da işaret edildi.

Öte yandan, Çin'de yürütülen bir araştırmada; eşcinsel ilişki yaşayan erkeklerin HIV enfeksiyonu taşıma riskinin diğer erkeklere oranla 45 kat daha fazla olduğu tespit edildi. Ayrıca; HIV/AIDS hizmetlerine ulaşımla ilgili sorunların ise; eşcinsel ilişkinin bazı toplumlarda hoş karşılanmamasına bağlı olarak damgalanma kaygısından kaynaklanabileceği ifade ediliyor.
#132 - Mart 10 2009, 14:54:14

Egzersiz yapmadan kilo verilmiyor

Egzersiz yapmadan fazla kilolardan kurtulmak yeterli değil..

Çağın sorunu olarak nitelendirilen şişmanlıktan kurtulmak için zayıflama haplarının tek başına yeterli olmadığı, egzersizin yer almadığı bir zayıflama programının başarılı olma ihtimalinin bulunmadığı bildirildi.

Sağlıklı Beslenme ve Yaşam Uzmanı Dr. Ender Saraç, ortalama yaşam süresinin kısalmasında obezitenin çok etkili bir faktör olduğunu, bunun günümüzde "korkunç bir sorun" haline geldiğini ifade etti.

Obezitenin, özellikle genç çağda çığ gibi artığına dikkati çeken Saraç, bunda yanlış beslenme, hareketsizlik, fast-food tarzı yiyecekler ve stres gibi pek çok faktörün etkili olduğunu kaydetti.

Saraç, Türk kadınlarının en büyük sorununun da göbek ve bel çevresindeki yağlanma olduğuna işaret ederek, "Düzensiz beslenme ve doğumlar, hareketsizlik, bolca tüketilen hamur işleri kadınlarımızı göbekli hale getiriyor. Ama biraz gayret ve egzersiz ile bu sorundan kurtulmak mümkün" dedi.

Bel çevresinin, kadınlarda 95, erkeklerde ise 100 santimetrenin üzerinin risk oluşturduğunu belirten Saraç, şu bilgileri verdi:

"İnsanımız, 'bir ilaç olsun yutayım, bütün iştahımı kessin, beni inceltsin' istiyor. Oysa bu mümkün değil. Zayıflama hapları, kilo vermede tek başına yeterli değil. Haplar, tek başına hiçbir fayda sağlamaz. Bu tür ürünlerin mutlaka diyet ve egzersizle birlikte kullanılması gerekir. Egzersizin yer almadığı bir zayıflama programı düşünülemez ve zaten başarılı olma ihtimali de yoktur. Egzersizin, tek başına bile orta derecede kilo verdirdiği görülmüştür. Ancak fazla kilo vermek isteyen bir kişide, egzersiz tek başına arzu edilen kiloya ulaşılmasında yeterli değildir."
#133 - Mart 10 2009, 14:54:49

İlköğretim okulunda Hepatit A paniği

Kuyu suyundan bulaştığı anlaşıldı.

TEKİRDAĞ'ın Şarköy İlçesi'ne bağlı Mürefte Beledisi'nde 585 öğrencinin eğitim gördüğü ilköğretim okulunun şebeke suyuna kanalizasyon karıştığı ve bu sudan içen 19 öğrencide Hepatit A hastalığı saptandığı belirtildi. Olayın gerçekleştiği hafta, okulda 2 gün süreyle eğitime ara verildi, dezenfekte çalışması yapıldı ve öğrencelere aşı vuruldu.


585 öğrencinin eğitim gördüğü Mürefte İlköğretim Okulu'nda geçen hafta, öğrenci velileri ve okul yönetimi, okulun şebeke suyu yetersiz kalınca kuyu suyunu şebeke suyuna bağladı. Ancak kuyu suyuna karışan kanalizasyon şebeke suyuna da geçince çeşmelerden akan suyu içen öğrencilerde halsizlik belirtileri baş göstermeye başladı. Bunun üzerine aileleri tarafından hastanelere götürülen bazı öğrencilerde Hepatit A tespit edildi.


Kuyu suyundan bulaştığı anlaşılan Hepatit A için İl Sağlık Müdürlüğü okulda dezenfekte çalışması başlattı. İl Hıfzısıhha kararı ile geçen hafta 2 gün süreyle okulda eğitime ara verildi. Sağlık Müdürlüğü yaptığı çalışma sonunda kuyu suyunu kapatarak okulun su şebekesini değiştirdi. Sarılık şüphesi ile İl Sağlık Müdürlüğü görevlileri 585 öğrenci ve veliler üzerinde tarama yaptı. Şüpheli görülen 125 öğrenciden kan örnekleri alan yetkililer bunların 19'unda sarılık tespit etti. 14 öğrencinin tedavisi tamamlanırken, 5 öğrencinin ise tedavilerinin devam ettiği bildirildi. Tarama yapılan velilerde ise sarılığa rastlanmadığı açıklandı.


VALİ: HER ŞEY KONTROL ALTINDA


Tekirdağ Valisi Aydın Nezih Doğan, Okul Aile Birliği'nin okul bahçesindeki bir su kuyusunu okul şebekesine bağladığını belirterek şu açıklamayı yaptı:
“Tabi bu su çeşitli etkiler ile kirlenince, öğrencilerde Hepatit A tanısı ile sağlık ocağına ve Şarköy Devlet Hastanesi'ne gönderildiği bilgisi geldi. Gerekli dezenfeksiyon çalışmaları yapıldı. Okulu Hıfzısıhha kararı ile eğitim ve öğretime kapatıldı. Salgının geçmesinin ardından eğitime yeniden başlandı. Okuldaki 585 öğrencinin tamamı birden fazla uzman hekim kontrolünden geçirildi. Bunlar içerisinde Hepatit A şüphesi bulunan öğrencilerden kanlar alındı ve tahlil edildi. Öğrenciler ve aileleri tıbbi tedavi altına alındı. Okulun su şebekesi yenilendi. Zaten okulda genel bir tadilat vardı, tuvaletler ve lavaboları değiştiriyorduk. Konuyu Milli Eğitim teşkilatımızdan görevlendirdiğimiz arkadaşlarımız inceliyorlar. Sağlık teşkilatı da inceliyor. Bu çalışma yaklaşık 10- 15 gün daha sürecek.”
#134 - Mart 10 2009, 14:55:20

Yaşlı babaların çocukları daha başarısız

Zihinsel performanslarının daha düşük olduğu ortaya çıktı

Yaşlı babaların çocuklarının, bebeklik ve çocuklukta yapılan ve zihinsel performanslarını ölçen testlerde genç babaların çocuklarından başarısız oldukları ortaya çıktı.

Queensland Üniversitesi'nin yaptığı, sonuçları PLoS Medicine dergisinde yayımlanan araştırma çerçevesinde, 1959 ile 1965 yılları arasında ABD'de doğan 33 bin 437 çocukla ilgili veriler incelendi.

Bu çocuklardan her birinin, 8 aylıkken ve 4 ile 7 yaşlarında zihinsel performansları ölçen testlere tabi tutulduğu, araştırma çerçevesinde ailenin geliri ve eğitim durumu gibi sosyo-ekonomik faktörlerin de dikkate alındığı belirtildi.

Araştırma, babanın yaşı büyüdükçe çocuğun çeşitli testlerde düşük puan alma olasılığının arttığını, ancak aksine yaşlı annelerin çocuklarının, hafıza, öğrenme ve konsantrasyon gibi yetileri ölçen bu testlerden diğerlerinden daha yüksek puan aldıklarını gösterdi.

Araştırmacılar, yaşlı babaların çocuklarındaki bu başarısızlığa, erkeğin yaşlandıkça spermlerinde meydana gelen mutasyonun neden olabileceği, sosyal faktörlerin etkisinin de göz ardı edilmediği kaydedildi.

Yaşlı babaların çocuklarında, doğumda sakatlık ile şizofreni, otizm ve akıl hastalığı gibi nöropsikiyatrik bozukluk olasılığının arttığı biliniyor.

#135 - Mart 10 2009, 14:57:53

Kişiye özel diyet için ipuçları

Yaz geldi, sıkı bir diyete ihtiyacınız var. Peki sizin için en uygun diyet hangisi?

Uzmanların beslenme konusundaki yaklaşım ve görüşleri geniş çapta farklılıklar göstermesine rağmen hepsinin üstünde birleştiği nokta: En iyi kilo verme programı, sizin sonuna kadar takip edebileceğiniz programdır.

Şüphesiz herkes en çabuk ve sıkıntısız şekilde kilo vereceği sihirli bir diyet reçetesi arıyor. Ama işin gerçeğiyle yüzleşmemiz lazım:

Böyle sihirli bir reçete yok. Hızlı kilo vermenize yardımcı olacak her türlü diyet, kısa sürede bu kiloları tekrar ve fazlasıyla almanıza sebep olur.

Sağlıklı bir diyet programının özellikleri


Bir egzersiz planı
Bütün besin gruplarından derlenmiş menü
Profesyonel uzmanlar tarafından tasarlanmış olması
Yavaş ama istikrarlı bir kilo kaybı vaat etmesi
Yemek porsiyonlarının kontrolüne dair ipuçları
Yemek aralarında ufak atıştırmalara izin vermesi
Fazlaca ilaç desteği gerektirmemesi
Sevdiğiniz yemek ve içeceklerden küçük porsiyonlarda bulşundurması
Bilimsel olması
Bir destek planına sahip olması
Çokça su içmenizi tavsiye etmesi


Size önerilen diyet reçetesinin size uygunluğunu anlamak için şu ipuçlarını kullanabilirsiniz

1- Benim yeme stilime uyuyor mu?
Sıklıkla seyahat eden veya dışarıda yemek yiyen biriyseniz, ev yapımı yemeklere ağırlık veren bir diyet de sizin için uygun olmayacaktır.

2.Benim egzersiz düzeyime uyuyor mu?
Düzenli bir şekilde devam ettiremeyeceğiniz bir egzersiz programı öneren diyet reçetesi –ne kadar hızlı kilo kaybı önerirse önersin- size uygun değildir.

3. Bu diyeti ömrümün sonuna kadar sürdürebilir miyim?
Bir diyete başlamayı düşünürken, o programa ömrünüzün sonuna kadar sadık kalabilecek misiniz? Değilse, hiç zahmet etmeyin. Çünkü diyerti bıraktığınızda kilolarınız geri gelecek.

4. Sevdiğim, hazırlayabileceğim ve bütçeme uygun yemekler var mı?
Yemeklerin yanında içmeniz tavsiye edilen bazı içecekleri tüketmek uzun vadede bütçenizi sarsacak mı? Bu sorulara olumlu cevap bulümıyorsanız, incelediğiniz diyet reçetesi size uygun olmayabilir.

5. Ne kadar hızlı kilo vereceğim?
Yarım kilo yağ 3.500 kaloridir. Yani zayıflamak için çok fazla yağ yakmanız gerekiyor. Hızlı kilo verdiren diyetlerde genellikle yağ değil su kaybedersiniz. Özellikle diyete başlangıcın ilk evrelerinde hızlı kilo kaybı yaşanırsa, bunun vücudun su kaybından kaynaklandığını bilmelisiniz.

6. Diyet programı kötü alışkanlıklarımla uyuşuyor mu?
En ideal diyet, size diyet yaptığınızı hissettirmeyen diyettir. “Diyete girmek” fikri insanı psikolojik olarak rahatsız eder ve yemek konusunda takıntı yaratabilir.

7. Sevdiğim yiyecekleri yemeye devam edebilecek miyim?
Bazı diyet reçetelerinde kesinlikle yasaklanmış yiyecekler listesi bulunur. Oysa insanlara “bu yemekleri yemeniz yasak” gibi kural empoze ettiğinizde, genellikle bu yiyecekleri yeme arzusunu tetiklemiş olursunuz.

8. Küçük ama sürekli değişiklik söz konusu mu?
İnsanın yaşam ve beslenme alışkanlıklarını değiştirmesi kolay değildir. Yaşam ve beslenme tarzınızda ‘küçük’ ama istikrarlı değişiklikler öneren bir reçete sizin için daha uygun olacaktır.

9. Diyet reçetesi bir takım destek hapları veya detoks formülleri içeriyor mu?
Sağlıklı bir diyet programı, günlük multi-vitamin tabletleri dışında bir beslenme veya destek ilaç takviyesi içermez.

10. Diyet yaparken detaylı bir plan mı yoksa esnek bir plan mı istiyorsunuz?
Diyet planınızın sizi ihtiyacınız olan kalorilerden mahrum etmeyeceğini ve günlük yaşantınızda sizi halsiz bırakmayacağından emin olun.
#136 - Mart 10 2009, 14:59:13

  İlaç fiyatları zamlandı! 

İşte zam oranları ve yeni fiyatlar

İlaç fiyatlarına ortalama yüzde 8 oranında zam yapıldı. 1 Kutu Aspirin 1.26 TL oldu.

AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürülüğü Fiyat Değerlendirme Kurulunun ilaç firmalarının talebi doğrultusunda aldığı karar gereği, ilaç fiyatları yüzde 8 oranında artırıldı.

Ağrı kesici olarak kullanılan Aspirin 500 mg. 20 tablet 1.26 TL olurken, tansiyon ilacı olarak kullanılan Norvac 5 mg. 13.59 TL. antibiyotiklerden Zinnat 500 mg. 68.98 TL kalp hastalarının kullandığı Dıgoxın tablet ise 1.54 TL oldu.

Bazı ilaçların eski ve yeni eczane satış fiyatları, TL olarak şöyle:


İLAÇESKİ FİYATYENİ FİYAT
Aspirin 500 mg 1.17 1.26
Minoset plus 20 tb. 3.22 3.47
Norvac 5.mg. 12.59 13.59
Vıagra 50 mg. 62.09 67.45
Dıgoxın tb. 1.44 1.54
Alfoxıl 1 gr. 9.07 9.80
Zinnat tb. 63.49 68.98
Azosilin tb. 15.55 16.78
Salbutol tb. 2.38 2.56
Termalgine tb. 1.85 2.00
Gripin kaşe 0.24 0.25
Bactrım 30 tb. 9.94 10.74
Norvasc 30 tb. 12.59 13.59

#137 - Mart 10 2009, 15:00:00

Kelliğin sebebi!

En çok da beylerin kabusu olan kellik en çok neden mi kaynaklanıyor?

Belli bir yaşam periyodu olan saç, kafamızdaki büyüme dönemini tamamladıktan sonra kafa derisinden ayrılarak dökülür. Saçın günlük 80-100 adet arası dökülmesi normal olarak değerlendirilir. Ancak bundan daha fazla olan dökülmeler, başta erkeklerde olmak üzere kelliğe yol açar.

Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Hekimi Dr. Nuri Soysal saç ekim yöntemleri ve saç dökülmeleri ve kelliğin sebepleri ile ilgili olarak detaylı bilgi verdi.

Kelliğin Birçok Sebebi Bulunuyor

•    Stres
•    Yanlış kozmetik kullanımı
•    İlaç ( kanser ilaçları, fazla A vitamini,vs.)
•    Hormonal bozukluklar
•    Ateşli hastalıklar
•    Anemi
•    Troid hastalığı
•    Demir, çinko, protein eksikliği
•    Genetik kaynaklı

Erkeklerde en sık görülen ve kelliğe yol açan saç dökülmesi ise ‘dihidrotestesteron’ da denilen erkeklik hormonunun genetik olarak kafa derisindeki saç foliküllerini etkilemesinden kaynaklanan  ‘Androgenetik alopesi’dir.

Babada Kellik Varsa Oğlunun da Saçları Dökülür mü?

Halk arasında babada kellik varsa oğlunda da mutlaka görüleceğine dair yaygın inanışın aksine, babada kellik görülmesi, çocukta da saç dökülmesi olacağı anlamına gelmez. Saç dökülmesi, anne ve babanın her ikisinden gelen genlerin birleşmesiyle farklı bir yol izler. Bu farklı yol, erkek çocukta babasından tamamen farklı bir saç geleceği hazırlayabilir.

Erkeklerde saç oranı testesteron hormonuna bağlıdır. Bu oranın yüksekliğini ise %90 oranında anneden gelen genler belirler. Bu nedenle annenin ailesindeki erkeklerin saç durumu, babanın saçlarından daha fazla önem taşır. Fakat hala anneden gelen kromozomların neden daha büyük öneme sahip olduğu tam olarak anlaşılamamıştır.

Hangi Yaşta Ne Kadar Saç Dökülmesi?

Nadir olarak kadınlarda da görülen saç dökülmesi ve kellik, ağırlıklı olarak erkeklerde daha fazla görülen bir durumdur. 25 yaş üzerindeki erkeklerin yaklaşık % 25’inde saç seyrelmesi görülür. 50 yaşındaki erkeklerde ise bu oran %50’lere kadar ilerleyebilir. Ancak yaş ve saç dökülmesi arasında doğru orantı olduğunu söylemek yanlış olur. Kişide genetik yatkınlık söz konusu ise, saç dökülmesi 20’li yaşlarda bile başlayabilir. Dökülme en yoğun olarak 25-35 yaşlar arasında görülür. 45’li yaşlardan sonra ise saç dökülmesinin azaldığı durumlar görülmekle beraber, 40’lı yaşlardan başlayıp hızlı bir şekilde devam eden saç dökülmeleriyle de karşılaşılabilir. 

Kadınlar da Kel Olabilir!

Kadınlarda kellik çok nadir görülür. Kadınlardaki saç dökülmesinin başlıca nedeni, kalıtsal faktörler, hormonal değişiklikler, gebelik, aşırı stres, troit rahatsızlıkları, anemi, hamilelik,  kötü beslenme ve çok erken yaşlarda menopoza girilmesidir.  Bunun yanı sıra saç kıran, mantar ve sürekli bir bölgeden saç koparma (Trikotilomani) da bölgesel saç dökülmelerine neden olarak sayılabilir. 

Kellik Artık Kader Değil…
Normalin üzerinde bir saç dökülmesi görüldüğünde öncelikle sebebi araştırılmalı ve buna göre bir tedavi planı uygulanmalıdır. Ancak tedaviye rağmen dökülmenin devam ettiği durumlarda ise tek ve kesin çözüm saç ekimidir.
Saç ekiminin tüm dünyada bir kişiden ziyade bir ekiple yapılmakta olduğunu belirten Dr. Nuri Soysal, ekipte doktor, anestezi uzmanı ve hemşireler olduğunu ifade etti ve şunları ekledi:

“Alınan dokunun hazırlanması ince bir çalışma gerektiriyor. Saçlı deri için bunları yapacak ekip 2 bine yakın saç folikülünü kısa sürede naklediyor. Bu, bir günde 6-7 saat içinde gerçekleştiriliyor. Saç kökleri fidan diker gibi adeta ekiliyor. Geçmişe göre daha başarılı olunan bu işlemin başarısında şaç yapısı ve kalitesi önemli rol oynuyor. Belli saç yapıları işlemde çok daha olumlu sonuç veriyor. Ense kökünden saçlı flep alınıyor ekiliyor ya da oralardan tek tek alınarak ekiliyor. Eğer alınacak ve ekilecek miktar çoksa köküyle birlikte alınıp naklediliyor. Açık alanın fazlalığı işlemin başarısını etkiliyor. Bu işlem için ağırlı olarak gençler ve orta yaş grubundan talep geliyor.”

Günümüzde dünya çapında uygulanan 2 yöntem vardır: Foliküler Ünite Transplantasyonu (FUT) ve Foliküler Ünite Ekstraksiyonu (FUE)
FUE Yöntemi: Saç köklerinin özel ince uçlu iğneler ile ense üzerinden ya da vücudun belirli bölgelerinden tek tek alınarak seyrelmiş ya da tamamen dökülmüş olan bölgeye nakledilmesidir.  Ense üzerinde dikiş olmadığı için, dikiş izi de söz konusu değildir.

FUT Yöntemi: Dünyanın en ileri ve gelişmiş saç nakli kliniklerinde en fazla uygulanmakta olan tekniktir. Bu yöntemde, ense üzerindeki sağlıklı ve dökülmemiş bölgeden çıkarılan saçlı deri, mikroskop altında doğal yapıları bozulmadan uygun tekniklerle saç köklerine ayrılarak,  seyrelmiş ya da tamamen dökülmüş olan bölgeye yerleştirilir. Şerit olarak alınan kısım, plastik ve rekonstrüktif cerrahiye uygun olarak dikilir. Bu sayede, arkadaki dikiş izi en aza indirgenmiş olur ve iz ancak saç tamamen kazıtıldığında görülebilir. Dikiş, ameliyatı takip eden 12-15. günde alınır.
#138 - Mart 11 2009, 14:00:01

Türkiye'de her 6 kişiden birinde bu hastalık var

Böbrek hastalığıyla mücadele edenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Türk Nefroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Nefroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Taner Çamsarı, Türkiye'de yetişkin her 6 kişiden birinin kronik böbrek hastası olduğunu bildirdi.

Prof. Dr. Çamsarı, yaptığı yazılı açıklamada, böbrek hastalıklarının son 20-30 yılda arttığını, hastalığın artışına dikkati çekmek amacıyla her yıl mart ayının ikinci perşembe gününün ''Dünya Böbrek Günü'' ilan edildiğini belirtti.

Türk Nefroloji Derneği'nce Sağlık Bakanlığı ve TÜBİTAK desteğiyle Türkiye'de 15 bin gönüllü üzerinde CREDİT isimli büyük kitle araştırması yapıldığını bildiren Prof. Dr. Çamsarı, araştırma sonucunda, böbrek hastalıklarının ciddi bir sağlık sorunu haline geldiğinin anlaşıldığını vurguladı.

Prof. Dr. Çamsarı, çeşitli derecelerdeki kronik böbrek hastalığının toplumun yüzde 17.5'inde var olduğunun ortaya çıktığını belirterek, şunları kaydetti:

''Araştırmanın ilk sonucunda toplam 8 milyon kişinin değişik derecelerde böbrek hastalığı bulunduğu anlaşılmıştır. Bu durumda Türkiye'de yetişkin her 6 kişiden birisinde kronik böbrek hastalığı bulunmaktadır.

Yetişkin her 18-19 kişiden birisinde kritik düzeyde böbrek hastalığı var. Bu, gelecek yıllarda ne kadar ciddi sorunlarla karşılaşacağımızın önemli bir göstergesidir.''

#139 - Mart 11 2009, 14:00:54

Menopoz döneminde göz kuruluğu

Menopoz dönemindeki kadınların göz kuruluğu ve katarakt riski altında olduğunu bildirildi.

Doç. Dr. Şengör, yaptığı yazılı açıklamada, gözyaşı yapımından sorumlu olan ana gözyaşı bezleri ile gözyaşına koruyucu destek sağlayan ve göz kapağı kenarında yer alan yağ bezlerinin büyük oranda cinsiyet hormonlarının etkisi altında olduğunu belirtti.

Menopoz döneminde östrojen hormonunun yapımının düşük seviyelere inmesi,androjen hormonunun desteğinin azalması sonucu hem gözyaşı yapımının azaldığını hem de gözyaşı buharlaşmasının arttığını ifade eden Şengör, ayrıca menopoz döneminde verilen hormon destek tedavisinin de sanıldığının aksine göz kuruluğuna neden olabildiğini vurguladı.

Bunun nedeninin azalan androjen seviyelerine rağmen östrojenin artış göstermesi yani göreceli olarak dengenin androjen aleyhine bozulması olduğunun düşünüldüğünü belirten Şengör, şu bilgileri verdi:

''Menopoz dönemindeki kadınlar, yüzde 29-69 oranında göz kuruluğu riski altındadır. Menopozdan sonra gözlerde yanma, batma, kızarma gibi şikayetlerle ortaya çıkan bu göz kuruluğunun tedavisinde yapay gözyaşı damlaları ve gözyaşı salgısını artırıcı damlalar yanında destekleyici tedaviler de uygulanmaktadır. Diğer taraftan gözyaşı yapımını azaltan ve menopoz döneminde kullanımında artış görülen antidepresan ve antialerjik ilaçların kullanımının azaltılması da önem taşımaktadır.

Katarakt, menopoz sonrası kadınlarda daha sık görülmektedir. Menopozdan sonra kadınlarda katarakt gelişim riski aynı yaştaki erkeklere göre daha fazladır. Menopoz sonrası östrojen kullanımı, katarakt riskini azaltıyor. Menopoz öncesi dönemde ise östrojen, lensin iyonik yapısını ve su dengesini korumasını sağlamaktadır. Adet döngüsüne göre kadınlarda kornea (gözün saydam tabakası) kalınlığı değişmektedir. Adet döneminin 15 ve 16. günlerinde kornea kalınlığı yüzde 5,6 oranında artmaktadır. Hamilelikte de her 3 aylık dönemde korneada yüzde 3'lük bir kalınlık artışı oluşmaktadır. Kornea adet döngüsü boyunca şekil olarak da değişmekte ve adet döngüsünün başında daha dik olan kornea, yumurtlamadan sonra daha düz bir şekil almaktadır.''
#140 - Mart 11 2009, 14:01:38

Göbek büyükse akciğerde sorun olabilir

Karın bölgesinde yağlanma ile akciğer fonksiyonunun azalması arasında önemli bağlantının bulunduğunu ortaya koydu.

Fransa'da yapılan bir araştırma, karın bölgesinde yağlanma ile akciğer fonksiyonunun azalması, cinsiyet ve vücut kitle endeksi ile başka komplikasyonlar arasında önemli bağlantının bulunduğunu ortaya koydu.

ERKEĞİN 89, KADININ 101.5
Fransız Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırma Enstitüsünün Paris'teki Önleyici Teşhis ve Klinikler Merkezinden 120 bin hasta üzerinde yaptığı araştırma sırasında, hastaların yaşadıkları yer, sigara ve alkolle ilgileri, akciğer fonksiyonları, nefes hacimleri, vücut kitle endeksleri, karın çevreleri ve diğer metabolik sağlık ölçümleri tahlil edildi. Araştırmanın sonucunda, obezitede sınır, erkeklerde göbek çevresi 89 santimetre, kadınlarda ise 101,5 santimetre olarak hesaplandı.

ARADA KUVVETLİ İLİŞKİ VAR
Araştırmacılar, yayımladıkları açıklamada, yaş, cinsiyet, vücut kitle endeksi, sigara ve alkol alışkanlığı, boş zamanlarda fiziksel aktivite, kalp-damar geçmişi, metabolik sağlık durumu ile akciğer faaliyetinin azalması arasında kuvvetli bir ilişki bulunduğunu belirterek, "Akciğer faaliyetinin azalması ve karın bölgesinde yağlanmaya bağlı metabolik sendrom arasında bağımsız bir ilişki tespit ettik" dediler. Bulgular, Amerikan Göğüs Vakfının tıp dergisinde yayımlandı.
#141 - Mart 11 2009, 14:02:07

Sağlıklı dişler için 5 pratik öneri

İdeal ağız ve diş bakımı için sadece diş fırçalama ve diş ipi kullanımından daha fazlası gereklidir.

İdeal ağız ve diş bakımı için sadece diş fırçalama ve diş ipi kullanımından daha fazlası gereklidir. İlerleyen yaşla beraber insanların çoğu dişlerini kaybedeceklerini düşünürler ama bu şekilde olmak zorunda değildir, bunun için basit birkaç öneriye uymanız gerektiğini belirten Diş Hekimi Mehmet Zahid Kazandı bize profesyonel tavsiyelerde bulunuyor.

İşte uzun yıllar sağlıkla gülebilmemiz için yapmamız gerekenler;

1.Ağız Sağlığını Korumanın En Önemli Üç Elemanı

”Diş fırçası, diş macunu ve diş ipi”

Ağız hijyeninin olmazsa olmaz en önemli üç bakım elamanı diş fırçası, macunu ve diş ipidir. Toplum olarak ağız ve diş sağlığına gereken önemi vermediğimizin altını çizen Diş Hekimi Mehmet Zahid Kazandı oysa gün içerisinde ayıracağınız 10 dakika kadar kısa bir süre de sağlıklı dişlere ve dişetlerine kavuşabileceğimizi belirtiyor. Günde 2 defa diş fırçalamak ve bir defa diş ipi kullanımının sağlıklı bir ağzın anahtarı olduğunun altını çizen Kazandı bu alışkanlığın çocuk yaşta kazanılması taktirde bireylerin ilerleyen yaşlarda da sıkıntı yaşamayacaklarını ifadelerine ekliyor.

Peki en doğru diş fırçalama tekniği hangisi?

Öncelikle diş fırçası çok sert olmamalı ve fırçayla dişlerinizi aşındıracak kadar baskı uygulamamalısınız. Birçok bireyin dişlerinin beyazlaması için diş fırçasını bastırarak kullandığını belirten Diş Hekimi Mehmet Kazandı bunun son derece yanlış bir davranış olduğunu beyazlatmanın aksine dişlerde aşınmalara neden olduğunu söylüyor. Dişlerimizi fırçalarken diş macununu diş fırçasına sürmemiz gerektiğini ancak diş macununu bilinenin aksine suyla ıslatmanın yanlış olduğunu belirten Diş Hekimi Mehmet Kazandı ıslanan diş macunun etken maddesini kaybettiğini belirtti. Daha sonra dairesel hareketlerle yaklaşık olarak 2 dakika boyunca dişler fırçalanmalıdır. En son dişetinden aşağıya doğru bir süpürme hareketiyle işlem tamamlanır. Dişlerin iç yüzeyleri, özellikle ön bölgeler dar olduğundan fırça dik olarak sokularak fırçalanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bakteri plağı ve yiyecek artıklarının yoğun olduğu dişlerin arka yüzleri, arka dişler ve dil de temizlenmelidir. Genellikle sadece ön dişlerin ön yüzeyleri fırçalandığından çürükler daha çok arka bölgelerde oluşmakta , diş taşları ise çok az fırçalanan alt ön bölgede olmaktadır.

2. Ağzınızı Düzenli Olarak Kontrol Edin

Her ne kadar diş hekimine düzenli olarak gidiyorsanız da, kendi ağzınızı düzenli olarak kontrol edin. Kontrol zamanınız gelene kadar ağzınızda olan bir problemi fark etmeniz yapılacak tedaviyi daha kolay ve daha masrafsız hale getirebilir. Diş kırılması, dişetlerinde oluşan şişmeler, renkleşmeler ya da ağzınızda oluşan ve iyileşmeyen yaralar dikkatli bir şekilde kontrol ettiğinizde sizin gözlemleyip doktorunuza bildirebileceğiniz birçok durum arasındadır. Bu kontrol özellikle sigara içenler için daha önemlidir, ağız kanserine yakalanma açısında daha büyük risk taşıdıkları için aksatmadan bu kontrolleri yapmaları gerekir.

3. Sigaradan Uzak Durun

Sigara kullanımının vücudumuzdaki diğer organlar kadar dişlerimize de zarar verdiğini belirten Kazandı “sigara ağız içi kanser riskini önemli oranda arttırır, dişeti hastalıklarının oluşmasına yol açar, dişlerinizde renkleşmeye neden olur ve nefesimizin kötü kokmasına neden olur” diyor ve sağlığımız için sigarayı bırakmamızı öneriyor.

4. Su İçmek Önemli
Yemek yedikten sonra diş için yapılacak en iyi şey su veya süt içmektir. Yemekten sonra içilen bir bardak su, yemek parçalarını ağızdan uzaklaştırır ve ağızdaki asidik ortamı nötrler. Ayrıca süt içmek dişte kalsiyum oluşumuna neden olur.

5. Düzenli Olarak Diş hekiminizi Ziyaret Edin
Diş hekimine yapılacak düzenli ziyaretler dişlerinizde oluşabilecek problemlerin öneminin önceden alınmasına ve daha büyük sorunlara neden olmadan önlenmesine neden olduğunu belirten Kazandı altı ayda bir diş hekimi ziyaretini önerdiklerini ekledi.
#142 - Mart 11 2009, 14:02:42

Stresle iki şekilde başa çıkın

Hayatın deneyleri ve darbeleri bazılarımızı olgunlaştırır, bazılarımızı imha eder; yani stres karşısında herk esin farklı tepkileri vardır. Herkes iki yoldan birini seçmek zorundadır. Ya olgunlaşacağız ya da yıkılacağız...

Stres verici uyaranlara karşı psikolojik tepkinin şekillenmesi ve olayı tehdit olarak değerlendirilmesinde kişiliğe bağlı eğilimler, zihinsel kapasite, geçmiş yaşantı ve tecrübeler önemli rol oynar.

Stresli vücudun psikolojik cevabı; koku, endişe, gerilim, kaçınma davranışı şeklinde olurken, fizyolojik cevabı da; çarpıntı, kızarma- sararma, terlemesoğuma ve nefes sıkışması gibi belirtiler şeklinde kendini gösterir. Kişinin zihinsel şartlanmalar ve davranış modeli, çocukluk dönemlerinden beri gelen öğrenme süreci yanında, genetik eğilimler ve çevreyle de ilgilidir.

İki uçtaki tepkiler
İçe dönük-dışa dönük
Sert-yumuşak
Ölçülü-ölçüsüz
Normal-nevrotik

Kendi stresini yönetme teknikleri
Kronik tekrarlayan stresler çoğu defa akut streslerden daha yıkıcıdır. Böyle streslere maruz kimsenin daha yapıcı uyum geliştirmelerine katkı sağlamak, zihinsel stratejiler öğrenmek tedavinin hedefleridir. Kişilerin alkol ve sigaraya sık başvurmalarını önlemek hekimin görevidir. Bireylere bu yanlış alışkanlıklar yerine düzenli gevşeme egzersizleri, meditasyon, self-hipnoz gibi teknik ve zihinsel stratejiler öğretilmelidir. Kişi bu tekniklerden kendine uygun olanına hekimiyle birlikte karar verebilir.

Gevşeme tekniği
Gevşemenin amacı sinir sisteminin gerilimini azaltmaktır. Relaksasyon teknikleri önce çizgili kaslardaki gerginliği azaltırken dolaylı olarak da iç salgı, kalp, kan basıncı ve solunumda düzelme sağlar. Gevşeme tekniklerinin amacı bedeni denetim altına almaktır. Bütün teknikler bu yolla gevşemeyi sağlar. Teknikler zor değildir. Herkes üstesinden gelebilir. Bununla beraber otomatikleşmeye kadar hangi teknik uygunsa onu uygulamak gerekir. Teknikler o kadar otomatik hale gelmelidir ki uygulamak isteyen kişi rahatlamak istediği zaman öğrenmeye gerek duymamalıdır.
#143 - Mart 13 2009, 13:29:37

Türkiye'de bir doktora 653 kişi düşüyor

Türk Sağlık-Sen, Tıp Bayramı öncesi yaptığı bir araştırmayla Türkiye'nin doktor haritasını çıkardı.

Türk Sağlık-Sen, çıkardığı Türkiye'nin doktor haritasında çarpıcı bilgilere yer verdi. Araştırmaya göre Türkiye'de yaklaşık 108 bin doktor görev yapıyor. Bu doktorlardan 26 Bin 330'u uzman, 37 bin 596'sı ise pratisyen doktor ve asistan olmak üzere 63 bin 926'sı Sağlık Bakanlığı'na bağlı sağlık kuruluşlarında görev yapıyor ve Türkiye'de bir doktora 653 kişi düşüyor. Sadece Sağlık Bakanlığı'nda görevli doktorlar dikkate alındığında ise bir doktora bin 104 kişi düşüyor.

EN FAZLA DOKTOR İSTANBUL'DA, EN AZ DOKTOR BAYBURT'TA
Araştırma'da Sağlık Bakanlığı'nda görev yapan doktorların illere göre dağılımı ile ilgili bilgilere de yer verildi. Sonuçlara göre Türkiye'de en az doktor, 77 doktor ile Bayburt'ta görev yapıyor. Bayburt'u sadece 78 doktorun görev yaptığı Tunceli ve 80 doktorun çalıştığı Ardahan İzliyor. En çok doktorun görev yaptığı il ise 7 bin 39 doktor ile İstanbul. Bu şehri 4 bin 783 doktor ile Ankara, 3 bin 962 doktor ile İzmir izliyor.

Sadece 43 pratisyen doktorun görev yaptığı Tunceli ise en az pratisyen doktorun görev yaptığı il olarak dikkati çekiyor. En az uzman doktorun görev yaptığı il ise sadece 31 uzman doktor ile Bayburt. 4 bin 211 uzman doktorun ve 2 bin 828 pratisyen doktorun görev yaptığı İstanbul hem pratisyen hem de uzman doktorların en fazla bulunduğu il olarak sıralamadaki yerini alıyor.

Araştırmada uzman ve pratisyen doktorların en fazla ve en az görev yaptığı 5 il ise şu şekilde sıralandı:

-Uzman doktor sayısı en fazla olan 5 il: İstanbul: 4 bin 211, Ankara: 3 bin 198 , İzmir: 1967, Bursa:879, Antalya: 614

-Uzman doktor sayısı en az olan 5 il: Bayburt:31, Ardahan: 33, Tunceli:35, , Kilis:39, Gümüşhane:42

-Pratisyen Doktor sayısı en fazla olan 5 il: İstanbul: 2 bin 828, İzmir: Bin 995, Ankara: Bin 585, Bursa: 979, Adana: 905

-Pratisyen Doktor sayısı en az olan 5 il: Tunceli: 43, Bayburt: 46, Ardahan: 47, Kilis:53, Gümüşhane: 68,

2008'DE 30 BİN 274 DOKTOR İSTİFA ETTİ
Araştırma sonuçlarına göre Sağlık Bakanlığı 2008 yılında 2 bin 72'si uzman olmak üzere toplam 6 Bin 101 doktor atadı. Buna karşılık 2 bin 443'ü uzman olmak üzere 5 Bin 551 doktor görevinden ayrıldı. Sadece 2008 yılında Bin 525'i uzman doktor, Bin 749'u pratisyen olmak üzere toplam 3 Bin 274 doktor Sağlık Bakanlığı'ndaki görevinden istifa etti. Diğer ayrılışların 699'u emeklilik, bin 379'u muvafakat verme ve 199'u başka sebepler yolu ile gerçekleşti.
#144 - Mart 13 2009, 13:35:42

40 dakika durdu

Kalp krizi geçiren Sağlam'ın duran kalbi, müdahale sonucu 40 dakika sonra çalıştırıldı

Dağlıoğlu Mahallesi'nde oturan 2 çocuk babası Süleyman Sağlam, 1 Mart gecesi mide bulantısı ve kusma şikayetiyle Özel Adana Hacettepeliler Tıp Merkezi'ne götürüldü. Sağlam, acil servisten içeri girdiğinde, “Doktor bey, ben çok kötü oluyorum” dedikten sonra bir anda yere yığıldı. Kalp krizi geçirdiği anlaşılan Sağlam'a merkezin acil doktoru Uğur Aslan Yanarkaya ile hemşire Baran Gül müdahale etti. Kalbi duran, nabzı atmayan Sağlam'a elektroşok uygulandı.

Solunumu da duran Sağlam'a müdahale sürerken, 112'ye de haber verildi. Doktor ve hemşireler, elektroşokun yanı sıra kalp masajı yapmayı sürdürdü. Sağlam'ın yaklaşık 40 dakika çalışmayan kalbi, önce zayıf şekilde atmaya başladı, sonra ritmi normale döndü.


BENİ HAYATA DÖNDÜREN DOKTORA ÇOK TEŞEKKÜRLER
112 Acil Servis doktoru Turgut Yavuz'un gözetiminde ambulansla Adana Numune Hastanesi Seyhan Uygulama Merkezi'ne götürülen Sağlam'a, hastanede yapılan anjiyoda bazı kalp damarlarının tıkandığı saptandı. Tıkalı damarları balon ve stent ile açılan Sağlam, 2 gün yoğun bakım ünitesinde kaldıktan sonra kardiyoloji servisine alındı. Tedavisi süren Sağlam, ikinci kez dünyaya geldiğini belirterek, “Her hafta futbol oynuyor, spor yapıyorum. Kalple ilgili hiç problemim yoktu. Kalp krizi geçirdiğim, damarlarımın tıkalı olduğu söylendiğinde şaşırdım. Yeniden doğmuş gibiyim. Yaşamın kıymetini daha iyi anladım. Bundan sonra hayata daha sıkı sarılacağım. Allah beni eşime, çocuklarıma bağışladı. Kalbimin 40 dakika boyunca durduğunu anlattılar, inanamadım. Beni hayata döndüren doktor ve sağlık görevlilerine çok teşekkür ederim” dedi.


Sağlam'a ilk müdahaleyi yapan Dr. Uğur Aslan Yanarkaya da, hastanın hayata dönmesinin mucize olduğunu yaşadıklarını şöyle anlattı;
“Hasta merkezimize geldiğinde kalp ritmi durmuştu. Çok zor bir müdahaleydi. Solunumu durdu, kalp ritmi durdu, nabzı atmıyordu. Kalp masajı yaptık, soluk borusuna hortumla oksijen vererek, solunumu dışardan takviye ettik. Elektroşok uyguladık, ilaç verdik. Müdahalemiz 40 dakika sürdü. Hasta 40 dakika boyunca gitmişti. Hayata döndüğünde hepimizin sevinçten gözleri yaşardı. Vücudunda hiçbir hasar oluşmaması da mucize. Solunumun durması, beyine oksijen gitmemesi vücudu etkileyebilirdi. Hastanın hayata dönmesi bize en güzel Tıp Bayramı hediyesi oldu. Hem bizim, hem 112 Acil Servis'teki görevlilerin çok iyi müdahale ettiğimize inanıyorum. Hastanın beyni de, vücudu da soyadı gibi sağlammış.”

Kardiyoloji uzmanı Doç. Dr. Mustafa Kemal Batur da, kalbin durmasının organları hemen etkilemeyebileceğini belirterek, “Kişi, bir saat sonra da hayata dönebilir. Bu durumda karşılaşıldığında müdahale eden kişinin bilgisi ve ekipman durumu, uygun müdahale önemlidir” diye konuştu.
#145 - Mart 15 2009, 13:40:10

Rahmi karnından delik açılarak alındı

Bu yöntem Türkiye'de ilk kez uygulandı.

Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı'nda, 43 yaşındaki hastanın rahmi, karın bölgesinden tek delik açılarak alındı.

EÜ'den yapılan yazılı açıklamaya göre, karın bölgesinden tek delik açılması esasına dayanan ''Single Port Laparaskopik Histerektomi'' ameliyatı Ayten Baki (43) isimli hastaya uygulandı.

Ameliyatı gerçekleştiren EÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Şendağ, bu ameliyat tekniğinin Türkiye'de ilk kez kendileri tarafından uygulandığını kaydetti.

Doç. Dr. Şendağ şöyle devam etti:

''Normal laparoskopik ameliyatında hastaların karın bölgesinde 3 delik açılırken, bu yöntemle tek delikten operasyonu yapma olanağı sağlanıyor. Karın çukurunda tek delik açılarak rahim alındığı için ameliyat sonrası yara ve kesik izi kalmıyor. Bu da özellikle kadınlar için çok önemli. Estetik boyut ön plana çıkmış oluyor. Ayrıca hasta 1-2 gün içinde taburcu edilebiliyor.''

#146 - Mart 15 2009, 13:40:47

Böbrek hastalıkları neden artıyor

Böbrek yetmezliği artık çocuklarda bile görülüyor.

Adnan Menderes Üniversitesi (ADÜ) Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Çocuk Nefrolojisi Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ferah Sönmez, ''Böbrek yetmezliği hastalığı bilgisizlik nedeniyle artmaktadır'' dedi.

Prof. Dr. Sönmez, kronik böbrek yetmezli hastalığının, çocukların üçte birinde önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık iken bilgisizlik nedeniyle bunun sağlanamadığını ifade etti.

İsveç gibi gelişmiş ülkelerde yineleyen idrar yolu enfeksiyonlarına bağlı kronik böbrek yetmezliğinin artık hiç görülmediğini ifade eden Prof. Dr. Sönmez, şöyle devam etti:

''Dünyada 1.5 milyon, ülkemizde 40 bin civarında diyaliz hastası var. Çocuklarda da böbrek yetmezliği görülebilmektedir. Ülkemizde 400 civarında çocuk hemodiyaliz, 800 civarında çocuk da periton diyalizi hastası. Şimdiye kadar 200'ün üzerinde çocuğa da böbrek nakli yapılmıştır. Dünyada ve ülkemizde yetişkinlerde şeker hastalığı, hipertansiyon ve kronik nefritler en sık kronik böbrek yetmezliğine neden olmaktadır. Oysa ülkemizde çocuklar için durum daha farklıdır. Son yılın kayıtlarına göre ülkemizde çocuklarda yineleyen idrar yolu enfeksiyonları ve mesaneden böbreklere geri kaçış durumu olan reflü anomalisi yüzde 25'lere varan oranlarda en sık kronik böbrek yetmezliği nedenidir. Diğer bir deyişle kronik böbrek yetmezliği çocukların hemen hemen üçte birinde önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık iken bilgisizlik nedeni ile artmaktadır.''

Çocuklarda 5 yaşına kadar, böbrek iltihabının böbrek hasarına daha kolay yol açtığından hemen tedavi edilmesi gerektiğini anlatan Prof. Dr. Sönmez, çocuğun neden idrar yolu enfeksiyonu geçirdiğinin araştırılmasının önem taşıdığını anlattı.

Prof. Dr. Sönmez, şöyle devam etti.

''Yineleyen idrar yolu enfeksiyonu olan bebeklerin üç ya da beşte birinde reflü saptanmaktadır. Böbrekte anomali olduğu son gebelik aylarında da ultrason ile gösterilebilir. Çocuklarda erken tanı ve tedavi ile yıllık maliyeti 22 bin dolar olan, aile ve ülkeye maddi ve manevi ağır yükler getiren diyaliz tedavisine çoğunlukla gerek kalmayacaktır. Bunun için bebeklerde açıklanamayan ateş, huzursuzluk, kilo alamama, erkek bebeklerin idrarını fışkırtarak yapamaması, yeni doğan bebeklerde sarılığın üç haftadan uzun sürmesi, daha büyük çocuklarda sık sık ateşlenme, bel ve karın ağrısı, idrarını yaparken yanma olması, kanlı idrar yapma, idrar kaçırma, göz kapaklarında ve vücutta şişme gibi belirtiler mutlaka hekime gitme nedeni olmalıdır.''
#147 - Mart 17 2009, 12:50:08

Cinsellik ayıp ya da günah mı

Türkiye'de bu konuda henüz yeterli bilinç oluşmadı.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği Başkanı Dr. Cem Keçe, cinsel açıdan mutlu olunmasının yolunun eğitimden geçtiğini, ancak Türkiye'de bu konuda henüz yeterli bilincin oluşmadığını söyledi.

Dr. Cem Keçe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, cinselliğin ülke genelinde hala bir ''tabu'' olarak görüldüğünü, ''ayıp, yasak ve günah'' olarak algılandığını belirtti.

Keçe, bu nedenle de cinsellikle ilgili doğru ve güvenilir bilgi edinmenin zorlaştığını ifade ederek, bilgisizlik ve deneyimsizliğin kaçınılmaz olarak mutsuzluğu beraberinde getirdiğini vurguladı.

Cinsel mutluluğun sağlanmasında kişinin, önce kendi bedenini sevmesi ve tanıması gerektiğine işaret eden Dr. Keçe, şöyle konuştu:

''Ancak biz önce kendi bedenimizi tanımıyoruz ve bilmiyoruz ki, diğer bedenleri nasıl tanıyalım ve cinsellikten nasıl zevk alalım? Yani yine aslında işin ucu cinsel eğitime dayanmaktadır. Kendi bedenini tanıyan, nelerden zevk aldığını bilen, cinsellikle ilgili olumlu düşünce ve duygulara sahip bir insan cinsellikten keyif alır. Ayıp, yasak, günah duygularıyla dolu ve yaptığı eylemlerden dolayı suçluluk duyan bir insan ise cinsellikten zevk alamaz. Bu nedenlerden dolayı Türk insanının cinsel açıdan mutlu olduğunu söylemek güçtür.''

Keçe, cinsel sorunların çoğunun temelinde bilgisizlik, olumsuz duygu ve düşüncelerin yanı sıra ön yargı, suçluluk ve günahkarlık duygularının yattığını belirtti

-''CİNSEL EĞİTİM AİLEDE BAŞLAR, OKULDA DEVAM EDER''-
Cinsel eğitimin, öncelikle ailede başladığını ve daha sonra da okulda devam ettiğini anlatan Keçe, şunları kaydetti:

''Türk toplumu olarak bizim en büyük eksiklerimizden biri, ülkemizde cinsel eğitimin olmamasıdır. ABD'de okullarda cinsel eğitim verilmesi tartışmalarının 1880'lerde başladığını ve şu an Avrupa'nın çoğu ülkesinde anaokulundan itibaren cinsel eğitim verildiğini düşünürsek, bizim bu konuda ne kadar geride kalmış olduğumuz da daha iyi anlaşılacaktır. Çocuklar 3-4 yaşlarından itibaren cinsellikle ilgili sorular sormaya başlarlar ve genellikle bu sorular karşısında aileler paniğe kapılıp, ne diyeceklerini bilemez. Çünkü kendileri de bu konularda ailelerinden bir şey öğrenmemişlerdir. Bu nedenle bu soruları ya duymazdan gelirler ya da geçiştirirler. Oysa ki çocukların sorularına onların yaşına ve düzeyine uygun bir şekilde cevap verilmelidir. Çünkü aileden cevap alamadıkça bu defa arkadaşlar, dergiler ya da internetten yaşlarına ve düzeylerine uygun olmayan bilgiler edinebilmektedirler.''

Keçe, ne kadar serbest ve rahat görünülürse görünülsün aslında cinsellik konusundaki tutuculuğun hala devam ettiğini, bu nedenle geçmişten bugüne cinsellik konusunda ülkede olumlu gelişmeler kaydedildiğini söylemenin pek mümkün olmadığını ifade ederek, bunların giderilmesi için de toplumun cinsel yönden eğitilmesi ve bilinçlendirilmesinin şart olduğunu sözlerine ekledi.
#148 - Mart 17 2009, 12:50:47

Anne sütünde tarım ilacı tehlikesi

Sebze ve meyvelerdeki tarım ilacı kalıntılarına dikkat edin!

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Deneysel ve Gözlemsel Öğrenci Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr. Gülnaz Tınaz, sebze ve meyvelerdeki tarım ilacı kalıntılarına dikkat edilmesi gerektiğini, anne sütünde bile bu kalıntılara rastlanıldığını bildirdi.

Doç. Dr. Tınaz, 2000 yılında SDÜ'nün öncülüğünde kurulan ve Akdeniz, Ege ile Balıkesir üniversiteleri işbirliğinde çalışan Deneysel ve Gözlemsel Öğrenci Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde biyoteknolojik analizler gerçekleştirdiklerini söyledi.

Analizlerde tarım ilacı kalıntılarına yönelik çalışmaların daha sık yapıldığını belirten Tınaz, ''Isparta bir tarım kenti. Isparta'da üretilen tarım ürünleri yurt içinde pazarlıyor, çeşitli ülkelere ihraç ediliyor'' dedi.

Meyve ve sebzelerde tarım ilacı kalıntısının olup olmadığının önem taşıdığını vurgulayan Tınaz, şöyle konuştu:

''Yaptığımız analizlerde anne sütünde bile tarım ilacı kalıntısına rastlanıyor. Anne, yediği meyve ve sebzeden etkilenebiliyor. Meyveyle alınan tarım ilacı kalıntısı anne sütüne geçiyor. Dolayısıyla bebek sadece anne sütüyle beslense bile tarım ilacı kalıntısıyla karşı karşıya kalıyor.''

İnsan sağlığı, çevre ve yeraltı su kaynaklarına büyük zararlar veren zirai ilaçlamayla mücadele için 17 Martta ''İhracatta Tarım İlacı Sorunları ve Çözümünde Yeni Açılımlar'' konulu kongre yapılacağını belirten Tınaz, kongrede meyve ve sebze üretimi yapan çiftçilere zirai ilaç kalıntısı konusunda eğitim verileceğini kaydetti.
#149 - Mart 17 2009, 12:51:22

Suyla ilgili doğru bildiğimiz 7 yanlış

Dünya Su Forumu'nu izlerken su konusunda 'doğru bildiğimiz 7 yanlışa' dikkat!

Doğa Derneği, Dünya Su Forumu öncesinde suyla ilgili doğru sandığımız 7 temel yanlışa dikkat çeken bir rapor yayınladı.

Türkiye'de ve dünyada su kaynaklarının yönetimi yedi büyük yanılgı üzerine inşa edilmiş ve bu yanılgılar kodlanmış mesajlar halinde pek çoğumuzun zihnine kazınmıştır. 5. Dünya Su Forumu sırasında da bu yanılgıların sıkça tekrar etmesi beklenmektedir. Dünya Su Forumu'nu sağlıklı bir şekilde izlenebilmesi için bu doğruların bilinmesi büyük önem taşımaktadır.Doğa Derneği, bu nedenle suyla ilgili doğru bildiğimiz yanlışları içeren bir rapor hazırlamıştır.

Suyla ilgili doğru bildiğimiz 7 yanlış:

1. Su boşa akmaz.

2. Çok baraj, çok kalkınma değildir.

3. Günümüzde göllerin kuruyor olmasının en temel nedeni küresel ısınma değil, yanlış tarımsal sulama projeleridir.

4. En çok su tasarrufu evde değil, tarlada yapılır.

5. Sulu tarım her zaman daha karlı değildir.

6. Nehirleri taşı*** her zaman su sorunu çözülmez.

7. Türkiye'de doğayı yok eden en büyük etken orman yangınları veya çölleşme değil, yanlış su politikalarıdır.



Devlet Su İşleri (DSİ), bugüne kadar Türkiye'deki su kaynaklarının yönetimini büyük ölçüde bu 7 yanlış üzerine inşa etmiştir ve bu nedenle su kaynaklarımız hızla yok olmaktadır. Doğa Derneği, bu durumun değişebilmesi için su kaynaklarının yönetiminin havza ölçeğinde yapılmasını talep etmektedir. Türkiye göllerinin yarıya yakınının kurumasına neden olan, Türkiye'nin önemli doğa alanlarını tehdit eden yanlış su politikaları Türkiye'nin geleceğini tehlikeye sokacak kadar ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır.

Sulama ve baraj projelerinin gerek planlama gerekse uygulama aşamasında tarımsal, çevresel ve orta vadeli ekonomik etkileri göz ardı ettiğini belirten Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, bunun sonucunda, yer altı ve yer üstü sularının kalite ve miktarında son 20 yıl içerisinde ciddi azalmalar ortaya çıktığını söyledi.

Su konusunda Türkiye'de kamuoyunun bilimsel temeli olmayan “suyumuz boşa akıyor” cümlesiyle yanıltıldığını bildiren Eken, bilinenin aksine doğada tek bir damla suyun boşa akmadığını kaydetti ve raporda belirtilen diğer yanlışlara dikkat çekti.

DSİ'nin yanlış su politikaları nedeniyle 20 yıl içinde Marmara Denizi büyüklüğünde (1,5 milyon hektar) sulakalanının kuruduğuna dikkat çeken Güven Eken "Türkiye'nin su kaynaklarının her şeyden önce entegre havza yönetimi ilkesi doğrultusunda yönetilmesi gerekirken bunun yerine sularımız DSİ tarafından ihale ölçeğinde yönetilmektedir. Zaman kaybetmeden bu anlayış terk edilmelidir. Su kaynaklarına yönelik her türlü müdahalede gelecek kuşakların yaşam hakkını da dikkate alan üstün kamu yararı gözetilmelidir. Su yatırımlarında şirketlerin elde edeceği kazançlar yerine suyun doğal döngüsü ve akışından elde edilen ekolojik ve ekonomik kazanç dikkate alınmalıdır. Suyun kullanımında arzın yönetimi yerine talebin yönetilmesi benimsenmelidir. Aksi takdirde su bitecek, Türk bakacak" dedi
#150 - Mart 17 2009, 12:51:55

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.