Alternatifim Cafe

KARLSBAD GÜNLÜĞÜ

Discussion started on Atatürk Köşesi

KARLSBAD GÜNLÜĞÜ



30 Haziran 1918 - 1 Temmuz 1918
0 Haziran 1918 Pazar günü öğleden sonra saat 7.30'da Karlsbad istasyonuna muvasalat edildi, istasyonda muvasalatıma intizâr eden otel kapıcısının getirdiği arabaya eşyalarımızı da tahmil ederek, ihzar bulunan ikametgâha gelindi.

Cottage Sanatorium doktorlarından Markotein'in Karlsbad'da bulunan dostu doktor Vermer'e vukuu bulan tavsiyesiyle, mumaileyh tarafından bulunan ikametgâh adeta hususi bir evden ibarettir. İsmi Rudolfshof olan bu ikametgâh otel Pupp mebanisi ittisalinde (yapı kompleksinde) ve büyük hamamın karşısındadır. Doktor Vermer mezkûr evde benim için bir salon, bir yatak odası, bir uşak odası (bir emirber neferim Şevki için) ve hamamdan ibaret aksamı haftalığı 140 krona tutmuş. Ben ilk nazarda memmun olmadım. Pupp'a buna mümasil meban-i âliye (ana bina) ve müdebbdenin (debdebe) şaşaası ve menban-i mezkûre (adı geçen bina)
 
  dahillerindeki haşmetin yanında, hemen ittisalinde onlara nisbeten basit kalan bu benim yeni ikametgâhım o kadar cazib görünmedi. Yarım saat sonra aynı zamanda beni tedavi etmesi de kendisine yazılmış olan Vermer geldi.

İkametgâh hususunda neşesizliğimi gizleyemedim. Ellibir yaşında henüz teehhül etmemiş (evlenmemiş) bulunan doktor, ciddi ve tecrübekâr bir vaz ile bana dedi ki:

- Sen buraya ciddi bir kür yapmak için mi geldin, yoksa lüks ve debdebeli gürültüler içinde zevk etmek, yorulmak için mi? Ne istiyorsunuz, işte, sakin ve rahat bir apartman. Şimdi müsaade edin sizi muayene edeyim ve suret-i hareketinizi çizeyim. Göreceksiniz ki dediğim şeyleri harfiyyen takib edince başka bir şey düşünmeye vakit bulamayacaksınız.

Ben, artık sözü uzatmadım. Doktor vazifesini yaptı ve nihayet takib edeceğim programı yazıp bıraktıktan sonra, yine görüşürüz dedi gitti.
 
 Gece
udolfshof direktrisi ihtiyar madamın buldurduğu bir, iki kap yemeği yedikten sonra, ertesi gün mutadım hilafında olan erken kalkacağımı düşünerek yattım. Kapıcı saat 5.30'da kaldıracaktı. Saat 7'de su içilecek mahalde bulunabilmek için 1-2 saat evvelden kalkmaklığımı ihtiyatkâr buldum.
 
#1 - Haziran 08 2006, 15:51:19

1 Temmuz 1918 Pazartesi
anenin Josef isminde kapıcısının hiç anlaşılmaz aksanla kapıyı vurarak bir şeyler söylemekte olduğunu işitmekle uyandım. Akşamdan tembih ettiğim için uyandırdığını hatırladım:

-Ya, ya! diye seslendim.

Bu kadar erken kalkmağa alışmamış olan neferim Şevki de, müşkilâtla yatağını terkederek geldi. Traş etti. Fakat bu erkenciliğin mahmurluğunu bertaraf edebilmek için behemahâl bir hamam almak lâzım geldiğine kani oldum. Onun da hazırlanmasını bekledim. Nihayet tuvaletimizi ikmâl ederek saat yedide evden çıkabildim. Josef bize delalet edecekti. Direktrisin iare ettiği (ödünç verdiği) su bardağı elinde olduğu halde Şevki de beraberdi.

...
 
#2 - Haziran 08 2006, 15:51:42

2 Temmuz 1918 Salı
aha giyinmeden direktris geldi, taleb ettiğim Almanca muallimesinin geldiğini haber verdi. Muallimeyi salonda bekleterek giyindim.

Almanca muallimesi Paula Klemm fransızca olarak

- Efendim, bir muallime istemişsiniz, mükâleme için mi, yoksa gramer mi okuyacaksınız...

- Evet istedim, dedim. Fakat ne okuyacağımı bilmem...

- Benim kitablarım vardır. Size gramer kitabı getirdim, oradan okuruz.

- badmazel, dedim, ben senelerce mektebte gramer okudum, lektür yaptım, resitasyon ezberledim; fakat Almanca'yı öğrenemedim. Şimdi Almanca öğrenmek istiyorum.

- Öyle ise, efendim belki, biraz mükâleme ve dikte...

 
  - Pek güzel, fakat Almanca yazarım, dikteye ihtiyacım yok. Mükâlemeye gelince, Almanca olarak dedim ki, onu her gün her yerde bizzaruri yapmaktayım. Ancak bildiğim kelimeleri tekrardan ibaret kalıyor. Maksadımı söyledim, Almanca öğrenmek. Bunun için ne yapmak lazım geleceğini siz tayin ediniz. Bana kalırsa, siz beni evvelâ imtihan edin, ondan sonra kararınızı verirsiniz. Büroya geçtik... Görülüyor ki, kadıncağıza karşı pek müşkülpesent bulundum ve işi talik edip, biraz düşünmek istedim. Kendisine haber göndereceğimi beyan ederek mülakatı ikmâl ettik...
 
 
#3 - Haziran 08 2006, 15:52:07

3 Temmuz 1918 Çarşamba
aat 6'da kalkmayı düşünürken saat 7'de kalktım. Şevki beni kaldıracaktı, halbuki ben onu kaldırdım, hiddetlendim. Şevki'ye çıkışmaya başladım. Şevki traş ediyordu. Mahmurluktan, benim çıkışmamdan büsbütün şaşırdı. Usturayı sol bıyığımın yanında yanağıma bastırdı. Kan başladı, dindirmek mümkün değil, asabiyetim arttıkça arttı. Çabuk gideyim derken şimdi kanı dindirememek yüzünden tamamen gecikiyordum. Nihayet, şap, pudra, kolonya... Kan durur gibi oldu. Acele acele Şevki ile beraber Markbrun'a gittim. Şevki kadehi dolu olarak alacağı yerde, boş olarak bırakmak istiyor. Kızlar alay ederek, gülerek gideceği yeri gösteriyor. Orada daima hazır duran polis, beni ve Şevki'yi tanımış olduğundan delalet maksadıyla, fakat Şevki'nin kolundan tutarak, bir çocuk gibi kadehi vermek lâzım olan yere götürüyor. Şevki ben görmüyor muyum diye polise tâbi olarak yürüdüğü sırada, yan yan benim bulunduğum tarafa bakıyor. Nihayet
 
  dolu kadehle geldi, kadehi aldım. Suyu orada yavaş yavaş içtim. Bugün geciktiğim zamanı adeta her şeyde istimal ederek telâfi etmek istiyorum.

Su bitince boş kadehi Şevki'ye verdim ve Mülbrun'a gidip, orada beni beklemesine söyledim. Hergün beraber giderdik, bu gün o kadar asabi bulunuyordum ki, Şevki'nin yanımda yürümesinden hiddetleniyordum.

Mustafa Kemal aynı günün akşamı yemeğe gidişini anlatıyor günlüğünde. Bu bölümün başına "Manasız Üzüntü" ibaresini koymuş.

...Asker elbisemi giydim. Saat 7'de imperial'e gittim. Daha henüz salonları temizliyorlardı. Pelerinimi garde de robe'a bıraktım. Otelin bahçesinde epeyce dolaştım. Canım sıkılıyordu. Bir aralık yağmur yağmaya başladı, tekrar otele girdim. Bu defa salona oturdum. Henüz kimse yok. Saat 8 oldu. Müzik başladı. Yemek salonuna geçtim. Obert'e hazırladığı yeri sordum.
 
 
Dün tembih etmiştim. - Buyrun Miralay (albay) Efendi! Dedi. Adam zahir halimize bakarak demek ki, ancak miralaylık tevcih ediyordu. General olduğumu anlatmaya çalışmak bir mesele. Sesimi çıkarmadım. Bir küçük masaya oturttu. Yemekten sonra - Bu masanın her vakit akşam yemekleri için bana tahsis olunmasını söyledim. Ve kendimi tanıtmak için kartımı verdim.

Moustapha Kemal Pasha Armeefuhrer

Herr Obert'in bütün bu tafsilatlı karta rağmen bizi Miralay efendilikten başka bir şey telakki edemediğini ve Pacha'nın merkum nazarında tahminini tebdil etmediğini Armeefuhrer'in de medlulünü hiç düşünmediğini zannederim. Çünkü ertesi gün masa üzerine bıraktığı Bestellt (rezerve) levhasının altında kurşun kalemle şu isim yazılı idi. Monsicur Kemal Pacha.
 

#4 - Haziran 08 2006, 15:52:48

4 Temmuz 1918 Perşembe
rogram mucibince saat 7'de Marksbrun önünde kadehimi içiyorum, kadehi yarıladıktan sonra yudum yudum hem içiyor ve hem de Mühlbrun'a doğru yürüyorum. Yağmur yağdığı için açık olana şemsiyemle başımı muhafaza ediyor, paltomu ıslanmaktan vikaye edemiyorum. Muşammamı Şevki'ye vermiştim. O da arkamdan geliyordu. Su bitti, hatvelerimi (adımlarımı) sıklaştırdım. Hızlı hızlı adeta asker yürüyüşüyle yürüyordum. Herkesin bana baktığını ve gülmekte olduğunu gördüm. Yürümeğe devam etmekle beraber etrafıma, geriye bakmıyordum. Bir de ne göreyim. Benim Şevki hemen bir, iki adım mesafayle bana ayak uydurmuş, yere kadar uzanan benim muşammam içinde kendinden geçmiş, kollarım sallayarak beni takib ediyor. Talimhane meydanında acemi efradın yürüyüş talimi esnasında tatbik olunan şekillerinden biri. Ben de gülmeğe başladım. -Ne yapıyorsun? -Hiç efendim, dedi. Zaten Mühlbrun'a gelmiştik....
#5 - Haziran 08 2006, 15:53:36

5 Temmuz 1918 Cuma
ugün sabahleyin her vakitki gibi rahatsız olmadım. Şevki dün satın aldığımız termosları men'balardan doldurup getirdi ben de yatağımda içtim. Ufak bir tuvaletten sonra saat 7.30'da dünkü hatıratı kaydetmek üzere bu masamın başına geçtim. Cemal Bey ve arkadaşı geldiler. Bürodan çıktım. Onlara beyân-ı itirazdan sonra pijamalı bir kıyafette salonda kabul ettim. Cemal Bey:

- Cümleye, yeni padişaha ömür versin dedi!

Birdenbire şaşırdım. Ne var ne oldu, dedim.

- Malûmatınız yok mu? Padişah vefat etti!

- Teessür ve teessüf ederim, dedim.

Bu zevat bu sözlerin medlulünü anlayamadılar. Hakları vardı. Çünkü ben, ne ölen padişaha acıdığımdan ve ne de yeni padişahın ömrünün uzun veya kısa olacağından müteessir değilidim. Teessüf ettiğim cihet İstanbul'da bulunmayışımdı. Fakat bunun için de neden teessüf ettiğimi kendim de takdir
 
  edemiyordum. Filhakika Padişah'ın değişmesi bir memleket ve millet için pek büyük bir hadisedir. Ben veliaht hazretlerini Almanya seyahati münasebeti ile pek iyi tanımıştım. Aramızda bir dereceye kadar hususiyet ve samimiyet de hasıl olmuştu. Gönlüm onu tahta cülus ettiğini mütaakıb bizzat tebrik etmek mi istiyordu? Acaba bunun için mi teessür ediyordum! Hayır zannederim bu da değil! Kendisiyle başlamış olan münasebeti azami derecede ilerletmek fırsatı elimde iken, müstağni (çekingen) davrandım. Bir defadan maada ziyaretine gitmedim. Hattâ bu defa İstanbul'dan ayrılırken veda' dahi etmedim. İşte teessür bundan ileri geliyor.
#6 - Haziran 08 2006, 15:57:06

6 Temmuz 1918 Cumartesi
ustafa Kemal bugünde her sabah olduğu gibi 7 de kalkıp gündelik yaşamına başlar. Akşam Miralay Emin Bey ve eşi tarafından Imperial otelde yemeğe davetlidir.

....Akşam taamı esnasında hep askerlikten bahsettik, ben biraz Arıburnu ve Anafartalar'dan, biraz da Bitlis Muş cephelerinden bahsettim.

Hanımefendi, asker kızı, asker refikası, asker hemşiresi olduğundan bu hikâyattan zevk alıyordu.

Kumandanların en büyük cesareti mesuliyetten korkmamalarıdır, dedim, filhakika mesuliyetin ağırlığını ben kendi nefsimde tecrübe ettim. Namuslu ve izzet-i nefis sahibi bir kumandan için ölüm hiç bir vakit varid-i hatır olmaz, onu düşündüren icraatının isabet ve adem-i isabettir. Bilakis, ric'at (geri çekilme) manevrası için kumandada pek büyük isabet-i karar,
 
  nüfuz-i nazar olmak lâzımdır. Bizim ordumuzu felâketlere sevkeden ekseriya ric'at manevrası için sahib-i azim ve karar kumandanlarımızın mefkudiyeti olmuştur. Faik düşman taarruzu karşısında ekseriya kumandanlar, askerin kendi kendine terk-i mevki ettikleri zamana kadar karar vermekten tehaşi ederler ve sonra da ric'ati bir kabahat ve askeri kabahatli görürler.

Hanımefendi bir muharebeden sonra muzaffer bir kumandanın dolaşması kim-bilir ne kadar zevkli olacak dedi.

Bunu tasdik etmekle beraben, -Bendenize, dedim, hayat-ı askeriyemde en çok zevk duyuran, Muş cephesinde Sekizinci Fırka ile yaptığım ric'at manevrasındaki muvaffakiyet olmuştur. Bu hareketin kıymetini evvelâ kimse takdir edememiştir, İstanbul'dan ve benden evvel urdu Kumandanı olan izzet Paşa hazretlerinden vürud eden telgraflarda bir inhizal ve felâket mi olduğundan ve bu hal-imeş'umdan sonra düşmanın nerelere kadar gelebileceğinden, daha ne kadar kuvvet istediğimden bahsediliyordu. Bu telâşta müşarünileyhin hakkı da yok değildi. Çünkü ben tatbik ettiğim manevranın benim içinde bulunarak, görüp takdir ettiğim esbâb-ı mucibesini izaha vakit bulamıyordum. Ve daha doğrusu hareketimin esbâb-ı muhaffefe ve ilmiye ve fenniyeye müstenid olduğu kanaât-i kamilesi beni, "Şunun için veya bunun için fırkayı çekiyorum..." demeğe tenezzül ettirmiyordu. Sadece vaziyet şu kararı icab ettirdi diyor ve aynı zamanda tatbik ediyordum. Düşmanın beş misli faik kuvvet karşısında arkadaşım Mehmet Nuri Beyin fırkası katiyyen mağlup olmadan ve bilakis pek şanlı muharebat yaparak, adeta bir manevra meydanında talim ettiriyor gibi, 3 gün birinci ilk bulunduğu mevzide muharebe ettirdikten sonra, Tarkos hattına ve oradan da bir gece manevrasıyla daha geriye ikinci hatla çektim.

Düşman bizi mağlûb ettiğine kani' oldu, daha
 
  ziyade takib etmedi. Karşımda dağınık üç grup halinde tertibat aldı. On gün sonra Bitilis cephesinde beraber olmak üzere burada icra ettiğim taarruzla düşmanı mağlup ve perişan ederek Muş'u zaptettim. Aynı gün Bitlis'i de zaptetmiştim.

Yemekten sonra oturduğumuz salon, dans salonunun ittisalinde idi. Gayet zarif, latif bir kaç genç kadın simokinli erkeklerle dans ediyorlardı, iki salon arasındaki büyük camlı kapı köşede işgal ettiğimiz fotöylerden bu tekerrür ve temadi eden Vonstep'leri seyre pek müsaitti.

- Ne güzel, dedim. Dansı çok sevdiğimden ve ataşemiliterlik zamanımda birinci valsörlerden addedildiğimden bahsettim.

Hanımefendi de kızlık hayatında çok dans ettiğinden ve dansı sevdiğinden bahsetti ve sonra ilave etti...

- Bu hayatın bizde teessüsü ne kadar müşkül...
 
 Dedim ki, ben her vakit söylerim, burada da bu vesile ile arzedeyim benim elime büyük selâhiyet ve kudret geçerse, ben hayat-ı ictimâiyemizde arzu edilen inkılâbı bir anda bir "Coup" ile (darbe) tatbik edeceğimi zannederim. Zira ben, bazıları gibi efkâr-ı avamı, efkâr-ulemâyı yavaş yavaş benim tasavvuratım derecesinde tasavvur ve tefekkür etmeğe alıştırmak suretiyle bu işin yapılacağını kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Neden, ben, bu kadar senelik tahsil-i âli gördükten, hayat-ı medeniye ve ictimâiye-yi tetkik ve hürriyeti tezevvuk (zevk almak) için sarf-ı hayat ve evkat ettikten sonra, avam mertebesine ineyim . Onları kendi mertebeme çıkarayım, ben onlar gibi değil. Onlar benim gibi olsunlar. Mamafih bu meselede şâyân-ı tetkik bazı noktalar var. Bunları iyice takarrür (düşünüp taşınmadan) ettirmeden işe başlamak hata olur.

Ben henüz mücerret (yalnız) bir adamım. Benimle, bir müteehhilin (evli) bu babtaki tarz-ı muhâkemâtı arasında arasında fark olabilir.
 
  Fakat bu hususta tamamen bitaraf olmak ve hisiyat-ı hasiteden tecerrüt etmek (arınmak) lâzımdır. Şimdi şunu demek istiyoru, ahlâk, her zümre-i ictimâiyenin telakkisine göre başka mana, başka renk başka maksat gösteriyor gibidir.

Mesela bizde iffet ve ismet pek büyük ve sıkı kuyûdaâta (kayıtlar) tabidir. Bir Avrupalı bu kuyûdu tanımıyor. Onun bizim nazarımızda tamamen ahlaksız, onlar nazarında biz tamamen vahşi.

Binâenaleyh iki felsefeden birini tercih etmek gerekiyor. Hal-i asli tabiîye avdet (doğal duruma geri dönme) fakat daha süslü, daha insanî erkek ve kadın tamamen hür ve müstakil madam-ül hayat (hayat sürdükçe) hiç bir muayyen rabıtaya tâbi (ilişkiye bağlı) olmayacak. Fakat idâme-i beşeriyet, temin-i refah-ı cemiyet, muhafaza-i intizam-ı umumiyet için kanunlar, kaideler olacak bunlara riayet edilecek.
 
 Veyahut kemâle gelen her erkek ve kadın kendine her nokta-i nazardan küfüv (her açıdan denk) olan bir eş buluncaya kadar muhafaza-i nezahat edecek ve bulduktan sonra teşekkül edecek çift bir ocak vücuda getirecek. Tarafeyynden (taraflardan) biri ölünceye kadar, veyahut şimdiye kadar mer'i kavaid, ve kavanin-i şeriyenin mesağ gördüğü esbâb tahtında tantında iftirak edinceye kadar (yürürlükteki kuralların izin verdiği sebeplerle boşanana kadar) erkek karısına, kadın yalnız kocasına manen, fikren, maddeten hasr-ı mevcudiyet edecek.

Zevceynde (karı koca), harice taşmak istidadında olan hissiyat ve temayülâtı boğmak için tedbir alalım: İslamiyette tatbik edilmekte olan tesettür, kadınların kocalarından başka erkekle kat'iyen temasa gelmemeleri ve hayal-ı hariciyeye mâlik olmamaları bir dereceye kadar kadınları tevkif eder, fakat erkekler için, bugünkü zemin-i medeniyette bir mania icat etmek müşkül. Vakıa onları ciddî ve sürekli mesaî içinde bulundurmak suretiyle meşgul
 
  etmek varid-i hatır olur (akla gelir). Pek güzel, o kadar ciddî ve yorucu meşagilden sonra, son asır terakki ve medeniyetin şuaatiyle (ışığıyla) ve dimağı tenevvür etmiş (aydınlanmış) bir erkek, işinden doğru evine gelüp, kapanmak suretiyle yarın için icab eden zevk ve kuvvet-i mesaiyi iktisab edebilir mi? Biraz hava, biraz musikî, biraz tiyatro, hülasa bir hayat arzu etmez mi? Bu icabat'ı tabiiye ve medeniyeyi tatbik ederken yanında karısı bulunmazsa, bu noksanı telâfi etmek lâzım gelmiyecek mi? Çünkü bir erkek için kadın huzurundan, kadın sözünden, kadın refakatinden mahrum bulunmak bir noksandır. Bu behemehal (mutlaka) tatmin olunur. Fakat evde erkeksiz kalacak kadın için erkek ihtiyacı aynıdır.

Ecdadımızın, Osmanlı dilaverlerinin izdivaç usulü mağrur erkeklerin tercih edeceği bir tarzdır. Bir Osmanlı için, o da her emir ve işaretine amade yalnız kendine hasr-ı vücut etmiş veya etmeğe mecbur kalmış bir veya daha ziyade kadın vardır. At ve silah ile icra ettiği askerlik sanat ve muzafferiyet ve ganaimi kendince eğlendirmeğe kâfidir.

Fakat zannediyorum, artık bugün kadınları büyük babalarımızın müthiş nazarları altında sinmiş olduğu gibi bulunduramayacağız.

Velhasıl netice: Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım. Açılsınlar onların diğamlarını (başlarını) ciddi ulûm ve fünûn (fen) ile tezyin edelim (donatalım), iffeti, fenni sıhhî surette izah edelim. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede ehemmiyet verelim. Sonra şahsi irtibata gelince, tabiat ve ahlakımıza muvafık (kabul eden) karı arayalım ve onunla şurût-i izdivaciyemizi (evlilik şartları) açık ve kat'i kararlaştıralım. Ona riayette kusur edince onun icabatını yapalım. Kadın da böyle hareket etsin.

 
 
#7 - Haziran 08 2006, 15:58:46

10 Temmuz 1918 - 11 Temmuz 1918
u iki günün suret-i güzerânını yazmayacağım. Birçok hatıratım gibi bunların da nisyâna karışmasında (unutulmasında) ne beis va. Yalnız şu kadar diyelim ki, insanlar hakikati daima gizlerler
 
#8 - Haziran 08 2006, 15:59:09

12 Temmuz 1918 Cuma
Sabahleyin saat 9.20'de ancak kalkabildim. Bugün su içmek, hamam almak hususlarında program altüst oldu. Akşam üzeri yalnız yürüyerek birkaç saat tenez-zühten (gezinti) sonra Veishaupt lokantasında yemek yedim. Eve avdet ederken ev sahibesini ve kızını gördüm. Yarın gece Courfaus'daki Concert'e davet ettiler. Evde soyundum, çalışacaktım. Bir Fransız madamın bir mösyö ile beraber geldiğini kapıcı haber verdi. Salona kabul ettirdim. Tekrar giyindikten sonra yanlarına çıktım. Bu kadın iki gün evvel Almanca muallimesinin takdim ettiği İsviçreli bir âmâ idi. Fransızca dersi veriyordu. Genç güzel bir kadın, gözleri tatlı bir mavilikte, âmâ olduğu farkedilmiyor. Malûmatlı. Alman, ingiliz, Fransız milletlerinin ıslahîyat ve terakkîyatı hakkında birçok müdâvele-i efkar etti (fikirlerini anlattı). En nihayet kendisinden Fransız lisanında istifade etmek istediğimi söyledim. Haftalığı 100 Kron'a uzlaştık. Beni bu âmâ kadından fransızca ders almağa sevkeden âmil nedir?
 
  Okuyamaz, yazamaz, yazılan şeyi görüp tashih edemez. O halde bu nasıl muallime olabilir?
 
#9 - Haziran 08 2006, 15:59:34

13 Temmuz 1918
abah saat 8'de uyandım. 20 dakika arayla içmek zorunda olduğum.... suyunun birinci ve ikinci bardağı arasındaki 20 dakikalık zaman içinde Şevki beni traş etti. Banyomu yaptım. Bütün tuvaletim bittikten sonra büroya geçerek Fransızca bir kitabtan biraz okudum ve Almanca dersini çalıştım. Bugün, kendisinden Fransızca dersi alacağım Madam Heinrich'e gitmem gerekiyordu. 11.30 ders için kararlaştırılmış zamandı. Tam o saatte orada olmak için evden ll'de çıktım. Ağır bir yürüyüşle, bir çeyrekte Madam Heinriche'in mağazasına vardım. Mağazadan bir çocuk beni evin üçüncü katında bulunan daireye götürdü.

Çocuk: "Burası beyefendi" demekle yetinerek giriş kapısının önünde benden ayrıldı.

Madam Heinrich beni dairesinin salonunda bekliyordu. Beni nezaketle kabul ederek pencerenin yanına konmuş olan koltuğa oturmaya davet elti. O da önünde yuvarlak bir
 
  masanın bulunduğu divanda yerini aldı. Ben, üç katın merdivenlerini çıkarken yorulduğum için, nefes nefese olmaktan kendimi alamıyordum. Görmemesine rağmen soluk almam dikkatini çekmişti: Sayın General, bu zahmetli merdivenler sizi yordu değil mi? Ve aniden konuşma mevzuunu değiştirerek:

-Yanılmıyorsam beyefendi henüz evli değil! Acaba bir Avrupalı kadınla mı yoksa sizin milletinizden bir kadınla mı evlenmek isterdiniz?

Farketmez diye cevap verdim.

Hakikatte düşüncem, evlenirsem bir Türk kadınını tercih edeceğim yolundaydı. Fakat gücenebileceği uzun bir muhavereye (konuşma) girmemek için evlenme mevzuundaki konuşmayı kesmeyi tercih ettim.
 
   
 
#10 - Haziran 08 2006, 15:59:55

27 Temmuz 1918 Cumartesi
arlsbad'da geçen günlerimin hatıratını tamamen ve olduğu gibi bu defterlere tevdi'i edemedim. Bunun iki sebebi var, birincisi lüzumu kadar yazı yazmak için vakte mâlik olamadım; ikincisi her düşündüğümü, her yaptığımı yani bütün esrar-ı fikrîye ve hayatiyetimi bu deftere nasıl ehemmiyet edebilirdim Hattâ bu yazdıklarımı bile birgün, ihtimâl pek yakın bir günde mahvetmeyecek miyim. Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, mazbut bir hatıra ve mecmuam yoktur, tîde sükûnetli ve tamamen bîtaraf bir vaziyette ve bir köşede kendi âlemimde yaşamağa muvaffak olursam, ihtimâl o zaman hatırat-ı hayatımı yazmak benim için bir meşgale olacaktır, çünkü hayatımın her safhasını bütün teferruatıyla dimağımda mazbut bulundurabiliyorum, yalnız tarih, gün, isim hatırımda kalmıyor, bunları da ihtimal başka bir vasıta ile temin ederim.
 
#11 - Haziran 08 2006, 16:00:19

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.