Alternatifim Cafe

Türk Devlet ve Siyaset Adamları

Discussion started on Tarih

Çandarlılar

Osmanlı Devletine hizmet etmiş asil bir Türk âilesi. Bu âileden en yüksek ilmî, idârî, mülkî, askerî makamlarda vazîfe almış şahsiyetler çıkmıştır.

Çandarlı âilesinin atası Kara Halil Hayreddin Paşa, Eskişehir’in Sivrihisar kazâsının Cendere köyündendir. Kara Halil Hayreddin Paşa, ahîlerden olup, Şeyh Edebâlî’nin akrabâlarındandı. Bilecik, İznik ve Bursa’da kadılık yaptı. Bursa kadısıyken, Birinci Murad Han zamânında, 1362’de, Osmanlı Devletinin o devirdeki en yüksek ilmiye makâmı olan Kazaskerliğe tâyin edildi. Sultânla Rumeli’ye geçip Karaferya, Serez ve Selânik fethinde, Arnavutluk’ta da askerî harekâtlarda bulundu.

Kara Halil Hayreddin Paşa, iyi bir teşkilâtçıydı. Beyliğin ilk askerî teşkilâtı olan yaya ve müsellem teşkilâtını kurarak, muntazam askerî birliklerin ilk temelini attı. Ancak, fetihlerin ilerlemesi ve elde fazla kuvvet bulundurulması zarûret hâline gelince, yine Kara Halil’in tavsiyesiyle, muhârebede esir düşen genç Hıristiyanların, Türk köylüsünün yanına verilmek sûretiyle, İslâm terbiyesi üzere yetiştirilip, Türkçe'yi de öğrendikten sonra, acemi ocağına verilmesi ve oradan da yeniçeri olmaları usûlü kabul edildi. Bu sûretle kurulan ocağa, yeniçeri ocağı denildi. Kara Halil, ulemâdan Kara Rüstem’le birlikte mâliye teşkîlâtını kurdu. Osmanlılarda vezirlerin idârî, mâlî işlerinden başka, mülkî ve askerî bütün işlerine bakan ilk veziri Kara Halil Hayreddin Paşadır. O, Balkanlarda fetihler yaparken, oğlu Ali Paşa da, Sultan Birinci Murad Hanın yanında Anadolu’da gazâlara katılıyordu.

Çandarlı Kara Halil Paşanın Osmanlıya hizmetleri, devlet içinde bu âileye verilen değeri arttırdı. 1387’de Paşa’nın Serez’de vefâtıyla, oğlu Ali Paşa, vezirliğe getirildi. Ali Paşadan sonra, kardeşi İbrâhim Paşa, Fetret devrinden sonra Çelebi Mehmed Han tarafından önce vezirliğe, sonra da vezîriâzamlığa getirildi. Vezîriâzam İbrâhim Paşa, ölüm târihi olan 1429’a kadar bu görevde kaldı. İbrâhim Paşanın iki oğlu vardı. Büyük oğlu Halil Paşa, babasından sonra vezîriâzam olmuştur. Küçük oğlu Mahmud Çelebi de, Çelebi Mehmed’in kızı Hafsâ Sultanla evlenmiştir.

Sultan İkinci Murad’ın fevkalâde îtimâd ettiği vezîriâzamı Çandarlı Halil Paşanın, 1444’te Osmanlı tahtının yeni sâhibi küçük yaştaki İkinci Mehmed Han devrinde de devleti bildiği gibi idâre etmesi, genç Sultan’ın dikkatinden kaçmıyordu. Bu arada Macar kralı, Osmanlı tahtında genç birisinin bulunmasından faydalanmak istedi. Fâtih’in şahsiyetine bütünüyle vâkıf olmayan vezîriâzam Çandarlı, Osmanlı menfaati için Segedin Antlaşmasından sonra Manisa’ya çekilmiş olan İkinci Murad’ı tekrar hükümdâr îlân ettirmek için çâreler aradı ve Osmanlı sarayındaki devşirmeleri harekete geçirip, İkinci Mehmed Han aleyhinde propagandaya sebep oldu. Sonunda İkinci Mehmed Hanı da iknâ edip, babası İkinci Murad Hanın tekrar tahta çıkmasını temin etti. Murad Han, Osmanlı ordusuna, 1448’de Kosova’da, büyük bir zafer daha kazandırdı. İkinci Murad Hanın ölümünden sonra, yerine ikinci defâ tahta geçen İkinci Mehmed Han (Fâtih) zamanında da vezîriâzamlık görevini sürdürdü. İstanbul’un fethi öncesi ve fetih esnâsında, aleyhinde yapılan propagandaların netîcesinde, Haziran 1453’te azledilerek, çocuklarıyla berâber Yedikule zindanına hapsedilip, mallarına da el konuldu. Bir süre sonra, Çandarlı Halil Paşa öldürüldü. Çocukları serbest bırakılıp, malları da geri verildi. Halil Paşanın kabri İznik’tedir.

Halil Paşanın iki oğlu vardı. Büyüğü Süleymân Çelebi, kazasker; küçüğü İbrâhim Çelebi de Bursa kadısı idi. Çandarlı Halil’in oğlu İbrâhim Paşa, önce kadılıktan azledilip zindana atıldı ise de serbest bırakıldı. Fâtih Sultan Mehmed Han, Çandarlı İbrâhim Paşayı, Amasya kadılığına tâyin etti. Şehzâde İkinci Bayezid Han, babasının vefâtından sonra, lalası Çandarlı İbrâhim Paşayı İstanbul’a götürüp önce kazasker sonra da vezîriâzam tâyin etmiştir. 1499 İnebahtı Seferi esnâsında vefât eden vezîriâzam Çandarlı İbrâhim Paşa, babası Çandarlı Halil Paşanın İznik’teki türbesine nakledilmiştir.

Çandarlı âilesinden, 1499’da vefât eden İbrâhim Paşadan sonra vezîriâzam tâyin edilmemiştir. İbrâhim Paşanın oğullarından Hüseyin Paşa, Diyarbakır, Îsâ Paşa da Şam Beylerbeyliklerinde vazîfe yapmışlardır. Îsâ Paşanın oğlu, şâir ve edebiyâtçı Halil Beyden sonra Çandarlı Sülâlesinden, 1791’de vefât eden vezir Ali Paşadan başka, kayda değer bir devlet adamı görülmemiştir
#76 - Eylül 22 2008, 20:00:04
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Çerkes Hasan

Abdülazîz Hanın tahttan indirilmesinde ve katlinde mühim rol oynayan Hüseyin Avni Paşayı öldüren subay. 1850 senesinde Silivri’de doğdu. Babası İsmâil Bey, Rus mezâliminden dolayı Kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya yerleşmiş bir Çerkes Beyi idi.

Çerkes Hasan, 1864’te kardeşi Osman Beyle birlikte Bahriye İdâdîsine girdi. Sonra bu okulun kara kısmına geçerek teğmen oldu. Subay çıktıktan sonra bir yandan atıcılığı ve biniciliği ile pâdişâhın takdîrini kazandı. Aynı zamanda ablası Neşerek Kadınefendi, Sultan Azîz’in zevcesi olduğu için kendisi de pâdişâhın kayınbirâderi oluyordu. Şehzâde Şevket Efendi ile Esmâ Sultânın dayısıdır. Bu yüzden Sultan Abdüzazîz Hanın büyük oğlu Yûsuf İzzeddîn Efendinin yâverliğine getirildi.

Bu sırada 30 Mayıs 1876 günü Sultan Abdülazîz birkaç insafsız ve safdil devlet adamının şahsî çıkarları uğruna ve batılıların da kışkırtmalarıyla tahttan indirildi. Bunların başında “Kinim dînimdir!” diyecek kadar kindâr olan Hüseyin Avni Paşa geliyordu. Hasan Beyin ablası Neşerek Kadınefendi, Sultan Abdülazîz Hanın hal’ edildiği gün, Dolmabahçe Sarayından Topkapı Sarayına nakledilmesi esnâsında mücevher sakladığı şüphesiyle omzundaki şal, pâdişâhın gözleri önünde çekilip alınarak hakârete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık olarak boğazı geçmiş ve hastalanmış, Sultan Azîz’in ölümü üzerine de şok geçirerek 11 Haziran günü vefât etmiştir.

Hüseyin Avni Paşa, hal’den sonra Çerkes Hasan’ın İstanbul’da Birinci Orduda bulunmasını tehlikeli görmüştü. Bu sebeple kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle onu merkezi Bağdat’ta olan Altıncı Orduya tâyin etmişti. Ancak Hasan Bey gelişen olaylar üzerine Bağdat’a gitmeyi reddetti. Bilhassa ablasına karşı yapılan muâmele kendisini son derece sarsmış olup, Hüseyin Avni Paşaya haddini bildirmeye karar vermişti. Bağdat’a gitmeyi reddeden Hasan Bey tutuklandı ise de, gideceğine söz verdiği için serbest bırakıldı. Hasan Bey eniştesi olan Ateş Mehmed Paşanın Cibali’deki evinde halasının yanında oturuyordu. Bekârdı. Bu konağa gidip baştan aşağı silahlandı.

Abdülazîz Hanı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde Midhat Paşanın Beyazıt'taki konağında 15 Haziran gecesi toplanmışlardı. Bu sırada Çerkes Hasan Bey konaktan içeri daldı. Üniformalı olduğu ve sarayla ilgisi bulunduğu için haber getirdi zannetmişlerdi. Bu sebeple kolayca konağın üst katına çıktı ve elinde tabancalarından biri olduğu halde kabinenin toplandığı salona daldı: “Davranmayın!” diye bağıran Hasan Bey aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşayı göğüs ve karnından vurdu. Paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken diktatör Hüseyin Avni can havliyle kendini sofaya attı. Lâkin Hasan Bey onun işini bitirmeye azmetmişti. Üzerine yürürken beline sarılan ve kendisini durdurmaya çalışan Bahriye Nâzırı Kayserili Ahmed Paşanın ellerini ve kulaklarını doğradı. Aynı zamanda diktatör Avni Paşanın üzerine çökerek kamasını birkaç defâ karnına sapladı. Avni Paşayı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey Hariciye Nazırı Raşid Paşayı da öldürdü. Bu sırada yetişen askerler tarafından yaralı olarak tevkif edildi. Merdivenlerden inerken Bahriye Kolağası Şükrü Beyin hakâreti üzerine birkaç manga asker arasında çizmesine sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü. Hâdiseyi işiten İngiliz Büyükelçisi Sir Henri Eliotte; “Midhat Paşaya bir şey oldu mu?” diye sormuştur. Çünkü, Abdülazîz Hanın tahttan indirileceğini bilen dört kişiden biri de bu büyükelçiydi. Midhat Paşa ve Hüseyin Avni’nin samîmi arkadaşıydı.

Yaralarını tedâvi ettirmeyen Hasan Bey, kısa süren duruşmasından sonra îdâma mahkum oldu ve ertesi gün Beyazıt meydanında îdâm edildi. Diktatör Hüseyin Avni Paşanın ölümü halk arasında sevinçle karşılandı. Çerkes Hasan’a ise o nispette acı duyuldu ve gönüllerde millî kahraman olarak yerleşti.

Edirnekapı’ya defnedilen Çerkes Hasan Beyin demir parmaklıklı mezârının büyük taşında “Ümerâ ve guzât-ı çerâkiseden İsmâil Beyin oğlu olup, Harb Okulunu bitirip, kıdemli yüzbaşı rütbesindeyken genç yaşında velînîmeti uğrunda fedâ-yı cân eden Çerkes Hasan Beyin kabridir” yazılıdır.
#77 - Eylül 22 2008, 20:00:56
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Çorlulu Ali Paşa

Osmanlı sadrâzamlarından. 1669 senesinde Çorlu’da doğdu. Çorlulu bir çiftçi veya berberin oğluydu. Kapıcıbaşılardan Türkmen Kara Bayram Ağa çok zekî olduğunu anlayıp, evlâtlık aldı. Enderûn’da yetişti. İkinci Mustafa Han zamânında silâhdar oldu (1700). Silâhdarlığında, bütün saray memuriyetlerinin rütbe ve derecelerini tâyin eden yeni bir nizamnâme vücûda getirdi. Nizamnâmesinde, kendi makâmını da Enderûn-ı Hümâyûnun en büyük zâbitliği derecesine çıkardı. Sarayda pâdişâhla sadrâzam arasındaki haberleşmeyi Dârüssaâde ağaları yerine getirirken, bu hizmeti de silâhdar ağanın yapmasını karâra bağladı.

1703’te silâhdarlıktan alınıp, kubbe vezirliği ile saraydan uzaklaştırıldı. Önce sadâret kaymakamlığına, Sultan Üçüncü Ahmed’in tahta çıkmasından sonra da Halep vâliliğine tâyin edildi. Aynı sene dördüncü kubbe vezirliğine tâyin olunan Ali Paşa, 1704’te Trablusşam vâliliğine getirildi. İki ay sonra tekrar kubbe vezirliğine getirildi. 1705’te Baltacı Mehmed Paşanın sadâretten azli üzerine sadrâzam oldu.

Poltava Muhârebesinde Ruslara yenilen Demirbaş Şarl’ı desteklemesi ve Osmanlı Devletini harbe sürüklemesi üzerine, sadrâzamlıktan azlolundu ve Midilli’ye sürgüne gönderildi (1710). 1711’de burada îdâm edildi.

Ali Paşa, servetini hayırlı eserlere harcamış olup, câmi, çeşme, dârülhadîs, kütüphâne, tekke, imâret, hamam, şadırvan yaptırmıştır. İstanbul Çemberlitaş’taki medresesi çarşı olarak kullanılmaktadır.
#78 - Eylül 22 2008, 20:02:17
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Çubuk Bey

Selçuklu beylerinden. On birinci yüz yılda, Selçuklu sultânı Melikşah’ın Anadolu'daki fetih seferlerine katıldı. Emrindeki Türk boyları ile Murat Suyu vâdisinde konaklayan Çubuk Bey, 1083 senesinde Şerefüddevle Müslim’e karşı Harran’ı müdâfaa etmek için harekete geçti, fakat Cüllab Suyu sâhilinde yenildi. Aynı sene Mervanîlerden Mensur’a karşı yapılan harekâtta Artuk Beyin yanında, Sa’düddevle Gevherâyin kuvvetlerine katıldı. 1084 senesinde Diyarbakır üzerine yapılan seferde Çubuk Bey başarı gösterdi. 1085’te Diyarbakır ele geçirilince, Emir Yakut’un idâresindeki Harput, Çubuk Beye verildi. Burada bir Çubuk Beyliği kuruldu ve bir müddet hüküm sürdü. Daha sonra Melikşah’ın Mısır’ı fethetmek, Fâtımî-Şiî hâkimiyetini ortadan kaldırmak için yaptığı harekâta katıldı.

1091 senesinde Sultan Melikşah’ın Bağdat’ta yaptığı toplantıya katılan beyler ve emirler arasında Çubuk Bey de bulunuyordu. Nitekim Melikşâh’ın emri üzerine 1092’de Sa’düddevle Gevherâyin ile beraber Hicaz’ın kontrolü ve Yemen ile Aden’in devlete katılması için Arabistan’a gitti. Çubuk Bey Yemen’e giderken, Beyliği oğlu Mehmed Beye bıraktı. Çubuk Beyin bundan sonraki faaliyetleri hakkında bilgi yoktur. Mehmed Beyin vefâtından sonra, beylik Emir Belek’e geçti. Çubuk Beye bağlı boylar bundan sonra batıya doğru göç ettiler. Doğuda Germiyan ilinde uzun süre ikâmet ettikleri için Germiyanlı adını aldılar ve bu beyliğin içerisinde hizmetlere katıldılar.
#79 - Eylül 22 2008, 20:03:12
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Damat Ferit Paşa

Osmanlı sadrâzamlarından. Şûrâ-yı Devlet üyelerinden Seyyid İzzet Efendinin oğlu olup, İstanbul’da 1853 yılında doğdu. Tahsilini tamamladıktan sonra Hâricî Teşkilâtta görev aldı. Paris, Berlin, Petersburg ve Londra elçilikleri kâtipliklerinde bulundu. Daha sonra Sultan Abdülmecid’in kızlarından Mediha Sultanla evlendi. 1884 yılında Şûrâ-yı Devlet üyeliğine tâyin edildi. İki sene sonra da vezir rütbesi verilen Damat Ferid Paşa, Londra Büyük Elçiliğine tâyinini istediyse de, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından bu isteği reddedildi. Bunun üzerine memuriyetten ayrılıp, Meşrûtiyetin îlânından sonra Âyân Meclisi üyesi oldu. Devamlı yükselmek arzusunda olduğundan İttihat ve Terakki Cemiyeti ileri gelenlerine yaklaştı. Ancak anlaşamamaları sonucu onların aleyhinde çalışmaya başladı.

İmparatorluğun son zamanlarında beş defâ sadârete getirilmiştir. Sadâreti zamânında yaptığı tutarsız icrâatı sebebiyle memleketin içte ve dışta zor durumlara düşmesinde büyük tesiri olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, Osmanlıların son sultânı, Sultan Altıncı Mehmed (Vahîdeddîn Han) de kendisini sevmeyip daha şehzâdeliği zamânında, Ferid Paşaya karşı sâhib olduğu düşüncelerini açıklamıştı. Zekî, vatanını seven ve son derece nâmuslu olan Sultan Vahîdeddîn’in Ferid Paşayı defâlarca sadârete getirmesini târihçiler, zamanın kritik oluşundan ve mecburiyetten ileri geldiğini söylerler.

Nitekim İşgâl altındaki bir memlekette baskıların çok olması, Tevfik, Ali Rızâ, Sâlih Paşa kabinelerinin kısa zamanda görevden ayrılmaları, işgal idâresinin devamlı tazyiki, onu 13 ay müddet içinde beş defâ sadrâzamlığa getiren önemli sebeplerdir. Ferid Paşa, Tevfik Paşanın kurduğu üçüncü kabînenin 3 Mart 1919’da düşmesi üzerine, 4 Mart 1919’da ilk defâ sadârete getirildi.

15 Mayıs 1919 Yunanlıların İzmir’i işgâline kadar 2.5 ay ilk sadareti sürdü. Ferit Paşanın 19 Mayıs’ta kurduğu hükümet, 20 Temmuz 1919’a kadar devâm edebildi. Ancak bir gün sonra tekrar kabîneyi kurmakla görevlendirildi. Bu üçüncü sadâreti ise 30 Eylül 1919’da sona erdi.

Ali Rızâ Paşa kabînesinin 3 Mart 1920’de düşmesi, arkasından kurulan Sâlih Paşa hükümetinin 25 günlük iktidârdan sonra çekilmesi, Tevfik Paşanın tekrar hükümet kurmayı kabul etmemesi, Ferid Paşanın 5 Nisan 1920’de tekrar sadrâzamlığa gelmesine sebep oldu. 30 Temmuz 1920’de kabînesini yenilemek için istifâ etti. Bir gün sonra da son kabînesini kurdu. Bu beşinci ve son kabînesi, 17 Ekim 1920’ye kadar devâm etti.

Ferid Paşanın 13 aylık iktidârı sırasında önemli olaylar; Meclis-i Mebusan’ın kapatılması, Sevr Barış Antlaşmasını imzâlaması ve Kuvâ-yı Milliyeye karşı davranışlarıdır. Anadolu’da hiç sevilmeyen Ferid Paşa, Millî Mücâdelenin zafere ulaşması üzerine, Avrupa’ya kaçtı. 6 Ekim 1923’te Fransa’nın Nice şehrinde öldü.
#80 - Eylül 22 2008, 20:03:47
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Damat İbrahim Paşa

Sultan Üçüncü Mehmed Han zamânında üç defâ sadârete gelmiş Osmanlı sadrâzamı. Sultan Üçüncü Murad’ın kerîmesi Ayşe Sultanla evlendiği için Dâmâd olarak anılan İbrâhim Paşa, Kanije Kalesini fethetmesi sebebiyle de Kanije Fâtihi unvânı ile meşhurdur.

Aslen Bosnalı olan İbrâhim Paşanın doğum târihi bilinmemektedir. 1531’de Enderûn-ı Hümâyûna alınarak yetiştirildi.Sarayda çeşitli görevler yaptıktan sonra Üçüncü Murad’ın cülûsu esnâsında Rikabdarlığa, cülûsundan sonra 1574’te Silâhdarlığa ve 1580’de Yeniçeri Ağalığına getirildi. 1581’de Rumeli Beylerbeyliğine tâyin olunan İbrâhim Paşa, bir müddet sonra Kubbe vezirleri arasına girdi. Mısır Vâlisi Mürteşî Hasan Paşanın Mısır’da meydana getirdiği karışıklıkları gidermek ve Mısır vâridâtını yeniden tanzim etmek üzere 1583’te Mısır vâliliğine tâyin olundu. Bir buçuk yıl sonra da Lübnan’da Dürzî İsyânını bastırdı. Bu hizmetlerine karşılık ikinci vezirliğe getirildi.

1586 yılında Sultan Üçüncü Murad’ın kızı Ayşe Sultanla evlendi. 1595’te Sadrâzam Ferhad Paşa Eflâk Seferine çıkınca, sadâret kaymakamı oldu. Nihâyet Sinân Paşanın vefâtı ile 5 Nisan 1596’da kendisine vezîriâzamlık verildi. Sultan Üçüncü Mehmed Hanın da iştirak ettiği Eğri’nin fethi ve Haçova Meydan Savaşlarında büyük yararlıklar gösterdi. Ancak Avusturya Seferine Kırım kuvvetlerinin gelmemesi ve Kırım Hanı Gâzi Giray’ın İbrâhim Paşanın tesiriyle Fetih Giray’ı öldürtmesi yeniden azline sebep oldu.

İbrâhim Paşa, 1599’da Cerrâh Mehmed Paşanın yerine üçüncü defâ vezîriâzam ve Avusturya seferine serdâr-ı ekrem tâyin edildi.

Sefer hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1599’da İstanbul’dan Belgrad’a doğru harekete geçti. Edirne’ye geldiğinde Avusturya seraskeri olan Satırcı Mehmed Paşayı başarısızlığı sebebiyle katlettirdi. Daha sonra Belgrad’a, oradan Macaristan’a giren İbrâhim Paşa, Estergon üzerine yürüdü. Ancak bu hareketi, muhârebe yapmak veya kale fethetmekten ziyâde uzun süren muhârebeler netîcesinde dağılan veya Osmanlılar aleyhine cephe alan yerli halkın yeniden kazanılması, serhat kalelerinin tâmiri gâyesine yönelikti. Kışı Belgrad’da geçiren Vezîriâzam İbrâhim Paşa, 1600 senesi baharında Estergon üzerine yürüyüşe geçti. Tiryaki Hasan Paşanın da bulunduğu toplantıda, her zaman için tehlike teşkil eden Kanije’nin fethi kararlaştırıldı. Kırk günden fazla muhâsara edilen kale, bir taraftan gelecek yardımdan ümit kesilmesi, diğer taraftan kalenin barut mahzenine ateş düşmesi üzerine İbrâhim Paşaya teslim edildi. Burası beylerbeyilikle Tiryâkî Hasan Paşaya verildi. Avusturyalıların mühim hudut kalelerinden olan Kanije’nin düşmesi, düşmana büyük bir darbe idi. Bu muvaffakiyetinden çok memnun olan Pâdişah, vezîriâzam İbrâhim Paşaya gönderdiği hatt-ı hümâyûnda onu tebrik etti ve hayatta olduğu müddetçe makâmında kalacağını vaad etti. Bu fetihle İbrâhim Paşa, Kanije Fâtihi unvânını aldı.

Dâmâd İbrâhim Paşa, serhadde almış olduğu tedbirler ile askerin, serhad gâzilerinin ve yerli halkın derin sevgisini kazanmış, bu mıntıkada Avusturya harplerinin zuhûrundan beri devâm eden âsâyişsizliği bertaraf etmişti.

Vezîriâzam ve serdâr-ı ekrem İbrâhim Paşa Belgrad’da bir taraftan sefere hazırlanırken, diğer taraftan da kendi kethüdâsı Mehmed Ağa ile Murad Paşayı, îcâbında sulh için görüşmek üzere, tâlimât verip Budin’e gönderdi. Ancak bir müddet sonra rahatsızlanan İbrâhim Paşa, 10 Temmuz 1601’de vefât etti. Cenâze namazı ordugâhta kılındıktan sonra naaşı Belgrad’a nakl ve daha sonra İstanbul’a getirilerek Şehzâde Câmiinin caddeye bakan cephesinde inşâ ettirdiği türbesine defnedildi.

İbrâhim Paşanın âlicenâp, cömert ve gayretli bir vezir, muvaffak bir kumandan olduğunda bütün kaynaklar müttefiktirler. Emrine verilen orduları sevk ve idâreyi bilmiş ve bilhassa zemin ve zamâna göre aldığı siyâsî tedbirler ile Lübnan harekâtında ve Macaristan serhâdlerinde Osmanlı nüfûz ve hâkimiyetini süratle tesise muvaffak olmuştur. Gerçekleştirmeye çalıştığı Avusturya sulhu plânları, ölümü ile netîcesiz kalmış; fakat Macaristan serhadlerinde ardından gidecek olan Lala Mehmed Paşa ve Kuyucu Murâd Paşa gibi kuvvetli iki devlet adamının yetişmesini sağlamıştır.
#81 - Eylül 22 2008, 20:05:06
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Davud Paşa (Derviş, Koca)
Sultan İkinci Bâyezîd devri sadrâzamlarından. Arnavut asıllı devşirme olup, Müslüman olduktan sonra kâbiliyetli görüldüğünden Enderûn’a alınıp yetiştirildi.

Fâtih Sultan Mehmed Han devrinde Anadolu Beylerbeyliği hizmetinde bulundu. 1472’de Karaman vâlisi Şehzâde Mustafa ile Akkoyunlu hükümdârı Uzun Hasan’ın yeğeni Yusufça Mirzâ arasında vukû bulan harpte Şehzâde’nin maiyetinde çarpışmaya katıldı. 1473 yılında meydana gelen Otlukbeli Muhârebesinde ise öncü kuvvetlerin komutanı olarak hizmet etti. 1476’da Fâtih Sultan Mehmed Hanın Boğdan ve Macaristan seferlerine Anadolu Beylerbeyi olarak katıldı. 1478’de Süleymân Paşa yerine Rumeli Beylerbeyi oldu. Bu görevdeyken Arnavutluk’un fethi için fevkalâde hizmet etti. Bu muharebeler için döktürdüğü çeşitli toplarla askerlikteki üstün kâbiliyetini göstermişti. Leş, Digros ve Gölbaşı denilen yerleri bu toplarla zaptettikten sonra İşkodra’nın ele geçmesini de kolaylaştırdı.

Fâtih Sultan Mehmed Hanın vefâtı üzerine tahta geçen Sultân İkinci BâyezîdHan zamanında vezir oldu. 1483’te İshak Paşanın yerine sadrâzamlığa tâyin edildi. Tam on beş sene bu mühim hizmeti mahâretle yürüttü. Sadrâzamlığı sırasında iki defâ sefere çıktı. Birçok yerlerin Osmanlı ülkesine katılmasını sağladı. Hersekzâde Ahmed Paşanın yenilerek esir düşmesi üzerine 1487’de Memlûklüler üzerine yapılan muhârebenin komutanlığını yürüttü. Adana ve Tarsus’u ellerinden aldı. Memlûklular ile harp çıkmasına sebep olan Karaman Beyi Turgut oğlu Mehmed Beyi tâkip etti ise de yakalayamadı. Bulgar dağlarında yaşayan ve Karamanlılara bağlı olan Varsak Türkmenlerini Osmanlı Devletine bağladı. 1497’de sadrâzamlıktan alınarak Dimetoka’da oturmaya müsâade edildi.

1499’da burada vefât eden Dâvûd Paşa, İstanbul’a getirilerek kendisinin yaptırdığı câmi-i şerîfin mihrâbı önündeki özel türbesine defnedildi.

Gâyet dindâr ve dirâyetli bir vezir olan Dâvûd Paşa, âlimleri sever ve hürmet ederdi. Ordu hizmetlerinde bulunduğu sırada çoğu defâ en ön safta yalın kılıç düşman üzerine yürürdü. Çocukluk yaşlarından beri hiçbir seferden geri kalmamıştı. Bu seferler esnâsında ele geçen ganîmetleri isrâf etmediği için zengin olmuştu. Fakirleri gözetip onlara yardım etmeyi pek severdi. Âbid, zâhid ve mücâhid idi. Yâni çok ibadet eder, dünyaya düşkün olmayıp, Allah’ın dînini yaymak için hiçbir şeyden çekinmezdi. İstanbul’da büyük bir câmi-i şerîf (Dâvûdpaşa semtinde), bir medrese, imâret, mektep ve çeşme yaptırmıştır. Ayrıca İstanbul’da şehrin dışında Osmanlı ordularının Rumeli seferlerine çıkmak için hazırlık ve toplantı yeri olarak yaptırdığı Davutpaşa Kışlası meşhurdur (Bkz. Dâvûdpaşa Kışlası). Davutpaşa Külliyesindeki kitâbenin metnini Şeyhülislâm Kemâl Paşazâde Ahmed Şemseddîn Efendi yazmıştı. Hattı ise Hamdullah Efendiye âittir.
#82 - Eylül 22 2008, 20:06:48
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Derviş Mehmed Paşa
Sultan Dördüncü Mehmed Han zamânında hizmet gören Osmanlı vezir ve sadrâzamlarından. Aslen Çerkez’dir. Evliyâ Çelebi ona Bıyıklı Mehmed Paşa demektedir. Yaklaşık 1585 yılında doğmuştur. Nasıl yetiştiği hakkında klasik kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Sultan Dördüncü Murad’ın vezîriâzamı Tabanıyassı Mehmed Paşanın kethüdâlığından yetişerek 1637’de Şam, 1638’de Diyarbakır vâliliğine getirildi. 1638 yılı Bağdat Seferinde Diyarbakır Beylerbeyi sıfatıyla muhâsaraya katıldı. Sefer dönüşü ise Bağdat Beylerbeyliğine tâyin edildi (1639). Derviş Mehmed Paşa, Bağdat’taki görevi sırasında âsâyişi temin ettiği gibi harpler dolayısıyla şehirde meydana gelen tahribâtı büyük ölçüde îmâr etti. Zirâat ve ticâretin gelişmesini sağladı. 1644’te vezirlik pâyesiyle Halep, 1646’da Anadolu daha sonra da Silistre’ye tâyin olundu. Bu esnâda meydana çıkan Girit harbi dolayısıyla Çanakkale Boğazına gelen Venedik donanmasına karşı, boğazın kara tarafından korunması görevini üstlendi. Mahâretle yerleştirdiği toplar sâyesinde büyük zâyiât veren düşman donanması kaçmak zorunda kaldı (1649). 1651 yılında Anadolu Beylerbeyliği zamânında zuhûr eden Celâlî eşkıyâsına karşı sert tedbirler aldı. 1652’de kapdân-ı deryâ olan Mehmed Paşa, Sadrâzam Tarhuncu Ahmed Paşanın azli üzerine, Sultan Dördüncü Mustafa Han tarafından bu göreve getirildi. 1654 yılında sadrâzamlık görevinden alınan Mehmed Paşa, 1655 senesi Rebîülevvel ayının başlarında vefât etti. İstanbul’da Çemberlitaş’ta Atik Ali Paşa Câmi-i şerîfi avlusuna defnedildi.

Ölümünde yaşı altmışa yakındı. Huy olarak halîm ve orta derecede iktidarlı olup, çok cömertti. “Para kazanmak; zirâat, ticâret ve imâretle olur.” derdi. Nitekim kendisi de Bağdat vâlisiyken, Basra yoluyla Hindistan, İran ve Haleb’e adamları vâsıtasıyla para gönderip muhtelif eşyâ satın alarak maiyetinin (emri altında çalışanların) ihtiyâcını temin ettikten sonra kalanını tüccara sattırır ve bundan külliyetli kâr temin ederdi. İran aşîretlerinin yaylak için Şehrezur sahralarına çıkışlarında onlardan ucuz fiyatla tedârik ettiği koyunları, Bağdat’ta yaptırdığı kasap dükkanlarında kestirip maiyetinin ihtiyaçlarını dağıttıktan sonra narhtan bir akçe noksanıyla halka sattırırdı. Ayrıca Bağdat’ta birkaç yerde fırın yaptırıp maiyeti olan levent, içoğlanı ve sâir kimselerden on bin kişinin ekmeğini verdikten sonra, kalanını ucuz fiyatla halka sattırırdı. Bu hâlleri dolayısıyla Bağdat’ta, paşanın kalabalık maiyeti ve muhâfız askerden dolayı iâşe sıkıntısı olmaz ve halk da bundan istifâde ederdi. Bu sebeple pek çok sevilip sayılırdı.
#83 - Eylül 22 2008, 20:08:18
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Ebüssuud Efendi
On altıncı asrın meşhûr Osmanlı âlimlerinden. On üçüncü Osmanlı şeyhülislâmıdır. Tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlimdi. İsmi, Ahmed bin Muhammed’dir. Ebüssü’ûd el-İmâdî ismiyle meşhur olup, Hoca Çelebi adıyla da tanınmıştır. 1490 (H.896) senesinde İskilip’te doğdu. 1574 (H.982)te İstanbul’da vefât etti. Bazı kaynaklarda İstanbul yakınlarındaki Müderris köyünde doğduğu da bildirilmektedir. Âlimler yetiştiren bir âileye mensuptur. Dedesi, Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa İmâdî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Babası âlim ve kâmil bir zât olup, Hünkâr şeyhi olarak bilinirdi.

Ebüssü’ûd Efendi, önce babasından ilim öğrendi.Gençlik çağında da babasının derslerine devâm ile icâzet(diploma) aldı. Babasından sonra Müeyyedzâde Abdurrahmân Efendi, Mevlânâ Seyyid-i Karamânî ve İbn-i Kemâl Paşadan ilim öğrendi.Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı yaşında müderris oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. 1532’de Bursa kâdılığına bir sene sonra da İstanbul kâdılığına tâyin edildi.Üç sene İstanbul kâdılığı yaptı. 1537’de Rumeli kazaskerliğine tâyin edildi. Sekiz sene bu vazifede bulundu.

Ebüssü’ûd Efendi, Kânûnî SultanSüleymân Hanın sevip değer verdiği, pek kıymetli bir âlimdi. Kânûnî, onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541’de Pâdişâh’ın emri üzerine,Budin’in ve Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir işlerini yaptı. 1545 senesinde elli beş yaşındayken, Fenârîzâde Muhyiddîn Efendiden sonra şeyhülislâm oldu.

Kânûnî Sultan Süleymân ile İkinci Sultan Selîm Hanın saltanatları zamânında 30 sene şeyhülislâmlık yaparak din ve devlete üstün hizmetlerde bulundu. Osmanlı şeyhülislâmları arasında en çok bu makamda kalıp hizmeti geçen Ebüssü’ûd Efendidir.

Süleymâniye Câmiinin temel atma merâsiminde, mihrâbın temel taşını Ebüssü’ûd Efendiye koydurtan Kânûnî Sultan Süleymân Hân, onu çok sever ve her önemli işinde onun fetvâsına mürâcaat ederdi. Devrinde âlimler arasında bir mesele hakkında farklı hüküm ortaya çıksa, Ebüssü’ûd Efendinin tarafını tercih ederdi. Ebüssü’ûd Efendi, o devirde, devlet kânunlarını dînin hükümlerine uygun şekilde telif etmiştir. Tımar ve zeâmetlere dâir mevzûlarda verilen kararlar, genellikle Ebüssü’ûd Efendinin fetvâlarına dayanmıştır. Mülâzemet usûlü de onun zamânında tesis edilmişti. Kânûnî, Arâzî Kânunnâmesi’ni de Ebüssü’ûd Efendiye hazırlatmıştır.

Kânûnî Sultan Süleymân Hanın cenâze namazını Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Pâdişâh’ın vefâtı üzerine bir mersiye yazdı. Bu mersiyesi de, edebiyattaki yüksek derecesini göstermiştir.

Ebüssü’ûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selim Han zamânında şeyhülislâmlık yaptı.

Ebüssü’ûd Efendi, 25 Ağustos 1574 târihinde 84 yaşında vefât etti.İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı.Cenâze namazını Kazasker Muhşi Sinân Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı. Cenâze namazı için o devrin âlimleri, vezirler, dîvân erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı. İkinci Selim Han, Ebüssü’ûd Efendinin vefâtından dolayı pek ziyâde üzülmüştür.

Ebüssü’ûd Efendi dînî hükümleri çok iyi bilen, sağlam karakterli, kimseye haksızlık etmeyen, hatır için aslâ söz söylemeyen, gâyet tedbirli bir âlimdi. Devrin durumunu, şartlarını, halkın örf ve âdetlerini dikkate alır, işlerinde dînin emirlerinden aslâ dışarı çıkmazdı.

İstanbul ve İskilip’te hayrât yaptırdı.İskilip’te, babası Muhyiddîn Mehmed İskilibî’nin ve annesinin medfûn bulunduğu türbenin yanında bir câmi ve bir medrese, o civarda bir de köprü yaptırmıştır. İstanbul’da, Eyüp’te bir medrese yaptırdı. Kabri, bu medresenin yanındadır.Yine İstanbul’da Şehremini ve Mâcuncu semtlerinde birer çeşme ve hamam yaptırmıştır. Mâcuncu’da bir konağı ve Sütlüce’de bahçeli bir yalısı vardı.Tefsirini bu yalıda yazmıştır.

Osmanlı sultanlarından İkinci Selim, Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed’in zamanlarında hizmet veren; Ma’lûlzâde Seyyid Mehmed,Abdülkâdir Şeyhî, Hoca Sa’deddîn, Bostanzâde Mehmed Sun’ullah Efendi, Bostanzâde Mustafa, meşhur şâir Bâki Efendi, Hâce-i Sultanî Atâullah Efendi, Kınalızâde Hasan ve Ali Cemâlî Efendinin oğlu Fudayl Efendi gibi pekçok âlimin hocasıdır.

Eserleri: Ebüssü’ûd Efendi, tefsir, fıkıh ve diğer ilimlerde pekçok eser yazmıştır. Bâzıları şunlardır:

İrşâdü’l-Aklisselîm: Meşhûr tefsiridir. Ma’ruzât, Hasm-ül-Hilâf, Gamzetü’l-Melîh, Kevâkib-ül-Enzâr, Fetvâlar, Kânûnnâmeler, Münşeât, mektupları, şiirleri ve diğer eserler.
#84 - Eylül 22 2008, 23:24:46
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Edebâlî (Üdebâlî)
Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında yaşamış büyük İslâm âlimi,Osman Gâzinin kayınpederi ve hocası. Şeyh Edebâlî ismiyle meşhur oldu. Karamanoğulları topraklarında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1326 (H.726) târihinde, Bilecik’te vefât etti.

Edebâlî ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şam’a gitti. Pek çok âlimden fıkıh, tefsir, hadis ve diğer ilimleri tahsil edip, üstün derecelere yükseldi.Tasavvuf yoluna girip mânevî olgunluğa kavuştu.İnsanlara doğru yolu anlatıp, hak dîne kavuşturmak için memleketine döndü. Bir rivâyette Baba İlyâs Horasânî’nin halîfelerinin ileri gelenlerindendi. Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde ikâmet eder, ilim öğretmekle meşgul olurdu. İslâm dünyâsında eskiden beri mevcud olan fütüvvet ehli ve Anadolu’da mühim bir yeri olan ahîlerle irtibâtı vardı.Anadolu Selçuklu Devleti sultânı tarafından devletin Batı Anadolu sınırlarındaki Söğüt yöresine yerleştirilen Kayı Boyu mensuplarının reîsi Ertuğrul Beyin oğlu Osman Bey, kendisini, ilim ve feyzinden istifâde için sık sık ziyâret ederdi.

Edebâlî hazretleri, kendi parasıyla Bilecik’te bir dergâh yaptırarak, gelen geçenlere, fakir ve muhtaçlara ikrâmda bulundu.Osman Bey de bir çok defâ burada misâfir kaldı.Hattâ bir gece dergâhta yatarken rüyâsında Şeyh Edebâlî hazretlerinin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının âlemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan istifâde ettiğini görmüştü. Sabah olup rüyâyı anlatınca, Edebâlî hazretleri, bu güzel rüyâyı şöyle tâbir etti:

"Sen, Ertuğrul Gâzî oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Mal Hâtunla evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek, onlar nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allahü teâlâ nice insanın huzûr ve saâdete kavuşmasına, İslâm dîni ile şereflenmesine senin soyunu vesîle edecektir."

Sonra Osman Beyi tebrik etti.Gözünün nûru kızını bu mübârek insana nikâh etti.

1326 (H. 726) senesinde 125 yaşlarında Bilecik’te vefât etti. Dergâhının yanında defnedildi. Eskişehir’de de adına bir türbe yapıldı.Vefâtından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da dâmâdı Osman Gâzi vefât etti.

Edebâlî, dâmâdı Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi. Sultan Osman’ın hürmet ettiği, her hususta istişârede bulunup danıştığı en yakın yardımcılarından oldu. Âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini gâyet iyi bilen Osman Gâzi, kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına bıraktığı vasiyetnâmesinde İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye ederek, cihânın en büyük devleti olmanın yolunu gösterdi.
#85 - Eylül 22 2008, 23:27:01
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Edebâlî (Üdebâlî)
Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında yaşamış büyük İslâm âlimi,Osman Gâzinin kayınpederi ve hocası. Şeyh Edebâlî ismiyle meşhur oldu. Karamanoğulları topraklarında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1326 (H.726) târihinde, Bilecik’te vefât etti.

Edebâlî ilk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Şam’a gitti. Pek çok âlimden fıkıh, tefsir, hadis ve diğer ilimleri tahsil edip, üstün derecelere yükseldi.Tasavvuf yoluna girip mânevî olgunluğa kavuştu.İnsanlara doğru yolu anlatıp, hak dîne kavuşturmak için memleketine döndü. Bir rivâyette Baba İlyâs Horasânî’nin halîfelerinin ileri gelenlerindendi. Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde ikâmet eder, ilim öğretmekle meşgul olurdu. İslâm dünyâsında eskiden beri mevcud olan fütüvvet ehli ve Anadolu’da mühim bir yeri olan ahîlerle irtibâtı vardı.Anadolu Selçuklu Devleti sultânı tarafından devletin Batı Anadolu sınırlarındaki Söğüt yöresine yerleştirilen Kayı Boyu mensuplarının reîsi Ertuğrul Beyin oğlu Osman Bey, kendisini, ilim ve feyzinden istifâde için sık sık ziyâret ederdi.

Edebâlî hazretleri, kendi parasıyla Bilecik’te bir dergâh yaptırarak, gelen geçenlere, fakir ve muhtaçlara ikrâmda bulundu.Osman Bey de bir çok defâ burada misâfir kaldı.Hattâ bir gece dergâhta yatarken rüyâsında Şeyh Edebâlî hazretlerinin göğsünden bir ayın çıkıp kendi göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç bitip dallarının âlemi kapladığını, altından birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan istifâde ettiğini görmüştü. Sabah olup rüyâyı anlatınca, Edebâlî hazretleri, bu güzel rüyâyı şöyle tâbir etti:

"Sen, Ertuğrul Gâzî oğlu Osman, babandan sonra bey olacaksın. Kızım Mal Hâtunla evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek, onlar nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar, Allahü teâlâ nice insanın huzûr ve saâdete kavuşmasına, İslâm dîni ile şereflenmesine senin soyunu vesîle edecektir."

Sonra Osman Beyi tebrik etti.Gözünün nûru kızını bu mübârek insana nikâh etti.

1326 (H. 726) senesinde 125 yaşlarında Bilecik’te vefât etti. Dergâhının yanında defnedildi. Eskişehir’de de adına bir türbe yapıldı.Vefâtından bir ay sonra kızı, dört ay sonra da dâmâdı Osman Gâzi vefât etti.

Edebâlî, dâmâdı Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi. Sultan Osman’ın hürmet ettiği, her hususta istişârede bulunup danıştığı en yakın yardımcılarından oldu. Âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini gâyet iyi bilen Osman Gâzi, kendisinden sonra gelecek Osmanlı sultanlarına bıraktığı vasiyetnâmesinde İslâm âlimlerine hürmet edilmesini, onlara her türlü kolaylığın gösterilmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye ederek, cihânın en büyük devleti olmanın yolunu gösterdi.
#86 - Eylül 22 2008, 23:28:08
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Edhem Paşa (Gazi, İbrahim)
Osmanlı müşiri ve 1896 Yunan Harbi başkumandanı. 1844’te İstanbul’da doğdu. Harbiyeyi bitirdi.

Yarbayken 1876 Rus Harbine iştirak etti. Bâzı hücumlarda yararlılığı görülerek miralaylığa (albay) yükseltildi. Düşman muhasarası altında kalan Plevne’ye erzak yetiştirmekle görevlendirildi. Dubnik Muhârebesinde başından yararlanmakla berâber muhâsarayı yararak Plevne’ye girmeye muvaffak oldu. Bu başarısı üzerine ferikliğe yükseltildi. 1895’te müşir oldu. 18 Nisan 1897’de başlayan Yunan Harbine Sultan Abdülhamîd Han tarafından başkumandan tâyin edildi. Abdülhamîd Han, büyük devletlerden her an gelebilecek bir müdâhaleye fırsat vermemek için Edhem Paşadan yıldırım harbi yapmasını istedi. Bu direktifle harekete geçen Edhem Paşa savaşın hemen başında Milano Muhârebesini kazandıktan sonra 25 Nisan’da Yenişehir’i, 26 Nisan’da Tırhala’yı zaptetti. Bu muhârebeler sırasında çok sayıda mühimmat ve cephâne ele geçirildi. Yunan Prensi Konstantin, Dömeke’ye çekilerek savunma hattı kurmaya çalıştı ise de, Edhem Paşanın sevk ve idâresi altında Yunan ordusuna kesin bir darbe daha vuruldu. Dömeke kasabası 17 Mayıs’ta düştü. Osmanlı ordusu, Alman kurmaylarının “altı ayda geçilemez” diye rapor verdikleri Termopil Geçidini yirmi dört saatte aşarak Atina yolunu açtı.

Bu durum Atina’da büyük kargaşalığa sebep oldu.Kabîne istifâ etti.Rus Çarı,Abdülhamîd Hana başvurarak savaşın durdurulmasını istedi. Yeni kabîne, sulhu sağlamaları için büyük devletlere başvurdu. Avrupalı devletlerin de müdâhale etmeleri üzerine İkinci Abdülhamîd Han, 20 Mayıs 1898’de mütârekeyi kabul ederek Edhem Paşaya ateşkes için emir verdi.

Yunan Harbinde gösterdiği üstün başarı dolayısıyla Edhem Paşaya “Gâzi” unvanı verildi. Meşrûtiyetin ilânından sonra (1908) Âyân âzâlığına getirildi. 1909’da Harbiye Nâzırı oldu. Ancak sıhhati bozulduğundan Mısır’a gitti ve çok geçmeden de orada vefât etti (1909). Cenâzesi İstanbul’a getirilerek Eyüp Sultan Kabristanlığına defnedildi.
#87 - Eylül 22 2008, 23:30:30
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Edhem Paşa (İbrahim)
Sultan İkinci Abdülhamid Han devri sadrâzamlarından. Devlet ve ilim adamı. 1818 yılında Sakız’da doğdu. Koca Hüsrev Paşa tarafından yetiştirildi.

Öğrenim için Fransa’ya giden ilk öğrenci grubu içerisinde bulundu (1830). 1839’da Paris Mâden Okulunu bitirerek diploma aldı. Avrupa mâden bölgelerinde uzun bir tetkik seyâhatinden sonra Türkiye’nin ilk mâden mühendisi olarak İstanbul’a döndü.

Önce Sarıyer bakır mâdeninde, sonra Gümüşhacıköy mâden müdürlüğünde çalıştı. 1845’te Keban ve Ergani mâdenleri başmühendisliğine tâyin edildi. 1847’de saray hizmetine alındı. Bu sırada Sultan Abdülmecîd Hana Fransızca vesâir ilimler okuttu. Encümen-i dâniş ve Tanzimât meclisi üyeliklerinde bulundu. 1856’da vezir rütbesiyle Hâriciye Nâzırı oldu ise de beş altı ay sonra çekildi. Daha sonra Ticâret Nâzırlığı (1858) Meclis-i Vâlâ-yı Ahkam-ı Adliye üyeliği (1862), Adliye Nâzırlığı (1870), Berlin elçiliği (1876) görevlerinde bulundu. 1877’de Midhat Paşanın yerine sadrâzamlığa getirildi. 1878’de bu görevden alınarak Viyana elçiliğine, 1883’te ise Dâhiliye Nâzırlığına tâyin oldu. 1893’te İstanbul’da vefât etti.

Değerli bir ilim ve devlet adamı olan Edhem Paşa, Jön Türk hareketine karşıydı. Bu faaliyetlerin devleti felâkete götüreceği endişesiyle dâimâ pâdişâhın yanında yer aldı. Devletine ilmî hizmetleriyle faydalı oldu. Jeolojinin bilim dalı olarak yerleşmesine katkıda bulundu. Dârülfünûn’un biyoloji dersleri için mühim koleksiyonlar hediye etti.
#88 - Eylül 22 2008, 23:31:56
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Elmas Mehmed Paşa
On yedinci yüzyıl Osmanlı devlet adamlarından. 1662’de Kastamonu’nun Cide kazâsına bağlı Hoşalay’da doğdu. Babası Sadık Reis, bir gemi kaptanıydı. Genç yaşta Divrikli Mehmed Ağanın hizmetine girdi. 1677’de Mehmed Ağanın Şam Trablus vâliliğine tâyini üzerine, onunla birlikte gitti. Daha sonra Sultan Dördüncü Mehmed’in isteği üzerine Enderun’da Hazine Odasına, 1685’te de Hasoda’ya alındı. Süratle terfi ederek çuhadar ve rikâbdar oldu. İkinci Süleymân Han zamanında silahdâlığa getirildi (1687). 1688’de beylerbeylik pâyesiyle nişancı oldu. 1689’da vezir rütbesini aldı.

Elmas Mehmed Paşa, 1695 Nisanında Sürmeli Ali Paşanın yerine veziriâzam oldu. Sultan İkinci Mustafa’nın üç seferine de iştirak etti. Lipva ve Lugoş kalelerinin Avusturyalılardan alınmasında önemli rol oynadı. 1697’deki son seferde Zanta bozgunu sırasında askerin geri dönmesini önlemek isterken yeniçeriler tarafından parçalanmak suretiyle öldürüldü. Veziriâzamlığı iki buçuk sene kadar olup ölümünde otuz altı yaşlarındaydı. Yakışıklı olmasından dolayı “Elmas” lakabı almıştır. Muktedir ve işinin ehli bir devlet adamıydı.
#89 - Eylül 22 2008, 23:33:24
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Emir Sultan
Osmanlıların kuruluş devrini yaşamış olan büyük âlim ve evliyâ. Yıldırım Bâyezîd Hanın dâmâdıdır. Nesebi (soyu) hazret-i Hüseyin’e dayanır. İsmi, Muhammed bin Ali, lakabı Şemsüddîn’dir. 1368 (H.770) târihinde Buhârâ’da doğdu. 1430 (H. 833) târihinde Bursa’da taûn hastalığından vefât etti. Kendi ismiyle anılan câmi yanındaki türbesinde medfûndur. Ziyâret edenler mübârek rûhundan feyz almaktadır.

Emir Sultan, âlim ve ilim menbaı olan Buhârâ’da yetişti. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvverede ilim tahsil etti. Medîne-i münevvereye yerleşmek ve ömürlerinin sonuna kadar orada kalmak niyetindeyken, bir rüyâ gördü. Rüyâsında Peygamber efendimiz ile hazret-i Ali yan yana oturmuşlardı. Yanlarına vardı ve diz çöküp oturdu. Hazret-i Ali ona; “Ey oğlum! Sana cenâb-ı Hak tarafından ceddin Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetini, takvâ yoluyla öğretmen için Rûm iline gitmen işâret olundu. Önünde giden nûrdan üç kandil belirecek, o kandiller nerede gözünden kaybolursa orada kalacaksın. Mezârın da orada olacak” dedi. Emir Sultan uykudan uyanınca; “Demek ki takdîr-i ilâhî böyle” diyerek yola çıktı. Hazret-i Ali’nin dediği gibi, üç kandil ona kılavuzluk etti. Bursa’ya geldiği zaman, önündeki nûrdan üç kandil, pınar başında üç servi civârında fakirler için tahsis edilmiş eski bir kilisenin yanında kayboldular. Böylece Emir Sultan Bursa’ya yerleşti.

Bursa’da Şemseddîn Fenârî’den ders aldı ve icâzet diploması hocası tarafından yazıldı. Başta Yıldırım Bâyezîd Han olmak üzere, Bursalıların sevgisini kazandı. Sultan Yıldırım Bâyezîd Hanın kızı Hundi Hâtunla evlendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd Hana Abbâsî halîfesi tarafından Sultân-ı İklim-i Rûm unvânı verildiğinde, kılıcı Pâdişah’a Emir Sultan kuşattı.

Emir Sultan, Kerâmetler Sultânı diye de anılmıştır. Zamânındaki Osmanlı sultanları kendisine hürmet eder, sefere çıkacaklarında huzûruna gelip, mübârek duâsını alırlardı. Onun eliyle kılıç kuşanırlardı. Emir Sultan hayâtı boyunca din ve vatan için yapılan gazâları teşvik etti. Talebelerine bu işlerin kudsiyetini devamlı anlatırdı. Vefâtından sonra bile mânevî yardımlarının serhat boylarındaki gâziler tarafından görüldüğü devamlı anlatıla gelmiştir.

Emir Sultan hazretleri çok gayret göstermesine rağmen, Timur-Yıldırım çarpışmasının önüne geçemedi. Savaş Emir Sultan’ın işâret ettiği gibi Yıldırım Bâyezîd’in aleyhine sonuçlandı.

Ledünnî ilme sâhip olan Emîr Sultan hazretlerinin çok kerâmeti görülmüştür.

Bursa’da Yıldırım Bâyezîd Han tarafından yaptırılan Ulu Câminin açılışında bulundu.

Emîr Sultan hazretleri, devamlı olarak sazdan örülmüş hasır üzerinde otururdu. Mübârek dudakları devamlı hareket eder ve şu şiiri sık sık söylerdi.

Eğer gönlün benimle olursa
Yemen’de olsan bile yanımdasın
Eğer gönlün benimle değilse
Yanımda olsan bile uzaktasın

Dinle bak Hak ne hoş söyledi
Zebur’unda Dâvûd’a buyurdu
Düşman ol önce nefs belâsına
Ondan, bana uymakla kurtulasın

Gel şimdi sen de düşman ol nefsine
Zâyi eyle onu her ne dilerse
Sen bu işte atarak riyâyı
Kendine rehber kıl evliyâyı

Eğer anlarsan budur sana ol
Nefsinin şerrinden halâs ol
Nefsinin murâdından uzak dur
Düşersen eğer şeytana uzak dur
#90 - Eylül 22 2008, 23:37:48
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Enver Paşa
Osmanlı Devletinin son yıllarında devlet kademelerine hâkim olan İttihat ve Terakki Partisinin ileri gelenlerinden. 1881 yılında doğdu. İlk tahsiline İstanbul’da başladıktan sonra, babasının Manastır’a tâyin olması ile orada tamamladı. 1894’te Manastır Askerî Rüşdiyesini 1897’de Soğukçeşme Askerî İdâdisini ve 1899’da Harp Okulunu bitirdi. Harp Akademisini de yüzbaşı rütbesiyle 1902’de tamamlayarak merkezi Selânik’te olan Üçüncü Orduya tâyin edildi.

Balkanlar’da komite ve eşkıyânın çoğalmasından dolayı bunların tâkibi işlerinde görev aldı. 1905’te kolağası, 1906’da binbaşı oldu. Asker olmasına rağmen, o zaman merkezi Paris’te olan Terakki ve İttihat Cemiyetine katıldı (1907). Daha sonra İttihat ve Terakki adını alan bu cemiyette Talât Bey ile tanışarak faal rol oynamaya başladı. Siyâsetle uğraşması, Selânik Merkez Komutanı Albay Nâzım’a suikasttaki rolü, onun Selânik’ten kaçarak dağlara çıkmasının önemli sebepleriydi. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın tahttan indirilmesi ve meşrûtiyetin tekrar ilânı için İttihat ve Terakki Cemiyetinin çıkardığı karışıklık ve mücâdelelere kolağası Resneli Niyâzi Bey ve diğer bâzı subaylarla birlikte katıldı. Makedonya’nın Köprülü kazâsında tek başına meşrûtiyetini ilân etti (10 Temmuz 1908). Aynı gece Birinci Meşrûtiyette uygulanan anayasa yürürlüğe konuldu. Böylece Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından İkinci Meşrûtiyet resmen îlân edilmiş oldu. Eşkıyâlıktan İstanbul’a dönen Enver Paşa “hürriyet kahramanı” olarak karşılandı.

Makedonya’da bir müddet müfettişlik yaptıktan sonra Berlin Askerî Ataşeliğine tâyin oldu (1909). Alman hayranlığı burada başlayan Enver Paşa, 31 Mart Vakası üzerine İstanbul’a dönerek, Harekat Ordusuna katıldı. Trablus’a İtalyanların saldırması üzerine oraya gitti ve cephe komutanlığı yaptı. Burada yarbay oldu. 1912’de Balkan Harbi çıkınca yurda döndü. Fakat Balkan cephesindeki savaşlara iştirak etmeyerek, İstanbul’da politik hâdiselerle meşgul olmayı tercih etti. Etrafına topladığı çoğu sokak kabadayısı sınıfından kimselerle birlikte Bâbıâli Baskınını düzenledi (23 Ocak 1913). Bu baskın esnâsında zamânın harbiye nâzırı Nâzım Paşa, Enver Paşanın teşvikiyle vurularak öldürüldü. Sadrâzam Kâmil Paşa istifâ ettirilerek yerine Mahmûd Şevket Paşa başkanlığında İttihatçı bir kabîne kuruldu. Balkan Harplerine bizzat iştirak edip, muhârebe etmediği halde Balkan Savaşlarında başarılı olduğu söylenerek üst seviyeli idârî kademelerde yer tutmuş İttihat ve Terakki mensuplarınca üç sene kıdem verilip, rütbesi albaylığa, sonra da paşalığa (generalliğe) yükseltildi. Bu arada Şehzâde Süleymân Efendinin kızı Nâciye Sultanla evlenerek saraya dâmât oldu. Albaylıktan üstün rütbeye yükseltmek hakkı sâdece pâdişâha âit olduğu halde, Sultan Reşad’dan habersiz paşa yapıldı. Aynı gün Harbiye Nâzırlığı da verilerek el çabukluğu ile ordunun başına getirildi. Arkasından Cemal Paşa’nın Bahriye Nâzırı olması ile berâberce orduyu gençleştirme arzularından hareketle tecrübeli ve yüksek rütbeli 1200 Erkân-ı harp ve zâbitanı (subay) emekliye ayırdı.

Otuz devletin iştirâki ile yeryüzüne felâket getiren Birinci Dünyâ Harbine Osmanlı Devletinin girmesine hiçbir sebep yokken yanlış, aceleci ve çoğunlukla tek başına yaptığı değerlendirmelerle devleti harbe sokarak yıkılışa ve büyük maddî ve mânevî zararlar getiren çılgınca harp mâcerâlarına sebep olduğu bilinmektedir. Osmanlı Devletinde bütün muhârebeler sarayda toplanan fevkalâde meclislerin karârıyla ilân edilmesine rağmen, Birinci Dünyâ Harbine girişin ana sebebi olan Türk-Alman ittifakı sarayın ve kabînedeki bâzı bakanların haberi olmadan İttihatçı ileri gelenleri tarafından imzâlandı. Bunların başında Enver Paşa vardı.

Mason olan Enver Paşa’nın askerî idâresinin çok zayıf olduğu harp târihçileri tarafından söylenmektedir. Sâdece Kafkas cephesindeki harekâtı ile koca bir ordunun boşu boşuna kırdırılması buna bir örnektir. Kafkas cephesinin komutanı Hasan İzzet Paşa tarafından Ruslara taarruz emrine îtirazda bulunulmuş, mevsimin şiddetli kış, havanın çok soğuk olması, yapılacak taarruzun aleyhimize netîce vereceğinin anlatılmasına rağmen kararında ısrarı ve aksi görüş söyleyenleri görevlerinden azletmesi en büyük gafletlerinden biri olarak kaydedilir. Kumandayı bizzat Enver Paşanın ele aldığı meşhur Sarıkamış Harekâtı 20 Aralık 1914’te böylece başlatıldı. Bu çılgınlık 90.000’e yakın vatan evlâdının canına mal oldu. Kanal Harekâtı ve diğer cephedeki başarısızlıkları da aleyhine değerlendirilen hususlardandır.

Birinci Cihan Harbi sonunda Enver Paşa diğer İttihatçılar gibi vatandan kaçarak önce Odesa’ya, Berlin’e sonra da Moskova’ya gitti. Türkistan’a geçip oradaki mücâdeleye katıldı. Hazırlık yapmadan kendisini destekleyen Türk beylerinin kuvvetlerini toplayarak yaptığı savaşı kaybetti. Kızılorduların bir koluyla yaptığı savaşta öldürüldü (Tacikistan, 1922).
#91 - Eylül 22 2008, 23:39:46
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Esad Paşa (Toptanî)
Arnavut asıllı Osmanlı paşalarından. 1862’de Tiran’da doğdu. Süleymân Paşazâde Ali Toptânî’nin oğludur. İkinci Abdülhamîd Han zamânında mîrimîran rütbesiyle Yanya Jandarma Kumandanlığında bulundu. Yunan Harbindeki yararlılığından dolayı paşalığa yükseltildi. Daha sonra Sultan Abdülhamîd Hana karşı cephe alarak Jön Türk hareketine katıldı. Hedefi olan Arnavutluk istiklâlini gerçekleştirebilmek için, Abdülhamîd Han’ın tahttan uzaklaştırılmasının şart olduğunu görüyordu. Bunun için İttihat ve Terakki liderlerine bütün gücüyle yardım etti. İkinci Meşrûtiyetten sonra Arnavutluk Mebusu seçilerek meclise girdi. Abdülhamîd Hana tahttan indirildiğini bildirmek için seçilen mebuslar arasında o da vardı. Bu büyük Türk halîfe ve pâdişâhına karşı çok edepsiz bir şekilde, “Seni millet azl etti!” demek küstahlığında bulundu.

Balkan Harbinde Redif Gönüllü Kuvvetleri kumandanı sıfatıyla İşkodra’da bulunuyordu. Sırplılar ve Karadağlılar tarafından sarılmış İşkodra Kalesini kahramanca müdâfaa eden Hasan Rızâ Paşayı öldürterek kalenin Karadağlılar eline geçmesini sağladı. Böylece Arnavutluk’un istiklâlini gerçekleştirmek için resmen harekete geçmiş oldu. Balkan Savaşları sonunda Arnavutluk istiklâline kavuştu. Büyük devletlerce Arnavutluk kralı îlân edilen Prens Wilhelm’in geçici saltanatı sırasında savaş ve içişleri bakanlıkları yaptı. 1919’daki barış konferansında Arnavutluk heyetine başkanlık etti. Bu arada İtalyanlar Arnavutluk’un kendilerine verilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Esad Toptânî ise büyük devletlere mürâcaatlarda bulunabilmek için Fransa’ya gitti. Ancak İtalya hesâbına çalışan bir Arnavut genci tarafından Paris’te vurularak öldürüldü (1919).
#92 - Eylül 22 2008, 23:58:19
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Evliya Çelebi
Seyâhatnâme’siyle meşhur bir Türk yazarı ve seyyahı. 1611’de İstanbul’un Unkapanı semtinde doğdu. Aslen Kütahyalı olan âilesi, fetihten sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Babası Saray-ı Hümâyûn kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendidir. Devrin büyük imâmlarından Evliyâ Mehmed Efendiye çok hürmet duyduğu için oğlunun ismini Evliyâ koydu.

İlk tahsilini Sıbyan Mektebinde yapan Evliyâ Çelebi, daha sonra Unkapanı’nda Fil Yokuşu’ndaki Hamid Efendi Medresesinde, yedi yıl eğitim gördü. Bu arada Sâdizâde Dârülkurrâ’sına giderek Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Babasından da zamânın güzel sanatlarından olan hat, nakış, tezhib öğrendi. 1635 yılında, teyzezâdesi Silahdâr Melek Ahmed Ağa vâsıtasıyla Ayasofya Câmiinde Dördüncü Murad Hana takdim edilen Evliyâ Çelebi, yüksek seviyede devlet adamlarının, ilim erbâbının ve askerî şahsiyetlerin yetiştiği kaynakların en büyüklerinden biri olan Enderûn Mektebine alındı. Burada dört yıl kaldıktan sonra 40 akçeyle sipâhî zümresine katıldı.

Evliyâ Çelebi, genç yaşta (1630’larda) seyâhat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mîmârî eserleri tanımak arzusuna düştü. Buna, içinde yaşadığı çevrenin büyük ölçüde sebep teşkil ettiği görülmektedir. Babasının Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinden kalma, güngörmüş bir kişi olması, hepsi hoş-sohbet kimseler olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler, zâten insanları, yeryüzünü tanımaya meraklı olan Evliyâ Çelebi’yi gezip görmeye, tanımaya daha da heveslendirdi.

Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini düşündüğünü; “Peder ve mâder (anne) ve üstad ve birâder kahırlarından nice halâs olup, cihânkeş olurum.” sözleriyle belirten Evliyâ Çelebi, Aşure Gecesi, rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmiinde kalabalık bir cemâat arasında Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüş, huzûruna varınca; “Şefâat yâ Resûlallah!” diyecekken, heyacanla; “Seyâhat yâ Resûlallah!” demiştir. Peygamber efendimiz de tebessüm buyurup, bu gence hem şefâatini müjdelemiş, hem de seyâhati ihsân etmiş, orada bulunan Sa’d bin Ebî Vakkas (radıyallahü anh) da gezdiği yerleri ve gördüklerini yazmasını tavsiye etmiştir.

Uykudan uyanınca ilk iş olarak, rüyâsını zamânın meşhur yorumcularından, Kâsım Paşa Mevlevihânesi Şeyhi Abdullah Dede’ye anlatır. Dede, bu parlak rüyâyı güzelce yorumladıktan sonra; “İptidâ, bizim İstanbul’cağızı tahrir eyle” tavsiyesinde bulunur. Evliyâ Çelebi’nin ilk faaliyeti olan İstanbul gezileri netîcesinde başlıbaşına bir İstanbul târihi sayılabilecek Seyâhatnâme’nin birinci cildi meydana gelmiştir. Ancak, babası, Evliyâ Çelebi’nin taşraya çıkmasına uzun zaman karşı koyup, izin vermemiştir. Fakat 1640’ta, eski dostu Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa’ya giden Evliyâ Çelebi’nin bu yolculuğu bir ay sürer. Dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlayan babası, seyâhate çıkmasına izin verir. Türk İslâm edebiyâtının, dünyâca tanınmış bir şahsiyeti böylece doğar.

İstanbul’da dört yıl kaldıktan sonra, Yûsuf Paşa ile Hanya Seferine katılan Evliyâ Çelebi, sonra tekrar İstanbul’a döndü. Ertesi yıl (1647’de) Defterdârzâde Mehmed Paşa ile Erzurum’a gitti ve bu arada Tiflis ile Bakü’yü gezdi. Defterdârzâde’nin Şuşik Beyi üzerine yaptığı sefere de katılan Çelebi, Âzerbaycan ve Gürcistan’ı da görmek fırsatını buldu. Gürcistan Seferinde bulunduktan sonra 1647 kışını Erzurum’da geçirdi. Bu sırada devlet, Vardar Ali Paşa isyânına karşı gerekli işlerle uğraşırken, Anadolu’daki paşalarla anlaşmaya çalışan Defterdârzâde, Evliyâ Çelebi’yi kuvvet toplamak ve mektup getirip-götürmekle görevlendirdi.

1650’de Melek Ahmed Paşanın sadrâzam olması üzerine, Evliyâ Çelebi’nin eline pekçok yeri gezme fırsatı geçti. Celâlîleri cezâlandırmak üzere ordu ile Söğüt yöresine gitti. Sadrâzam, Özi Beylerbeyliğine tâyin olununca, Evliyâ Çelebi’nin de ilk Rumeli seyâhati başladı (23 Ağustos 1651-Haziran sonları 1653). Seyâhate, bâzan Melek Ahmed Paşa ile bazen de yalnız çıktı. Rusçuk’tan İstanbul’a mektup getirip-götürdü. Silistre’ye gitti. Özi eyâletinin kasaba ve köylerini dolaştı. Baba dağı köylerinde gördüklerini yazdı. Sofya’da bulundu.

Vasvar Antlaşmasından sonra elçi olan Kara Mehmed Paşanın maiyetinde Viyana’ya gitti. 1668’de ise İstanbul’dan çıkıp kara yolu ile Batı Trakya, Makedonya ve Teselya’yı gezdi. Mora sâhillerine ve oradan da Kandiye’nin fethinde bulunmak üzere Girit Adasına geçti. Mayna İsyânı üzerine tekrar Mora’ya dönüp, Adriya sâhillerini dolaştı. Senelerce at üzerinde seyâhat etmesi, cirit oynaması, iyi silâh kullanması, Evliyâ Çelebi’nin çevik ve sıhhatli bir yapıya sâhib olduğunu göstermektedir. Evlenmediği, çocuğu olmadığı bilinmektedir. Zengin ve köklü bir âileye mensup olup, gezi gâyesiyle gittiği çeşitli yerlerde vazîfeler almış, katıldığı pek çok savaştan aldığı ganîmetler, verilen hediyeler ve gezdiği yerlerde yaptığı ticâretten elde ettiği para ile rahat bir hayat sürmüştür. Ölüm târihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1682 olduğu tahmin edilmektedir.

Evliyâ Çelebi, gerek pâdişahlar ve gerekse diğer ileri gelen devlet erkânıyla, yakın ahbaplıklar kurmuş olmasına rağmen, hiçbir makam-mevki hırsına kapılmadığı görülüyor. O, ömrünü, gezip-görmeye, yeni insanlar ve beldeler tanımaya, onlar hakkında bilgiler edinmeye adamıştır. Seyâhat hâtırı için pek çok kimseyle, maiyetinde bulunduğu kişilerle hoş geçinmek gibi zor bir işin üstesinden gelen Çelebi, uysal yaradılışlı, zekâsı, nüktedânlığı ve kültürü sâyesinde meclislerin neşesi olan, her yerde aranan pek sevimli bir zâttı. Bütün sâmimiliğine ve hoşgörüsüne rağmen, gördüğü uygunsuzlukları, açık veya kapalı bir dille tenkid etmekten çekinmedi.

Evliyâ Çelebi’nin kendinden sonrakilere, bilhassa târih ve coğrafya alanında büyük hazîne olarak bıraktığı Seyâhatnâme’nin aslı on cilttir. İstanbul Kütüphânelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dil bakımından dikkat çeken eserin imlâsında tutarsızlık görülür. Bu tutarsızlık, her memleketin ağzına göre kaleme alınmasından ileri gelmektedir. Eser bu açıdan ele alınınca büyük bir diyalektik malzeme olarak ortaya çıkar.

Eserin birinci cildinde İstanbul’un târihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki mübârek makamlar, câmiler, Sultan Süleymân Kânunnâmesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimâtı, çeşitli kimselerin yaptırdığı câmi, medrese, mescit, türbe, tekke, imâret, hastane, konak, kervansaray, sebilhâne, hamamlar... Fâtih Sultan Mehmed zamânından îtibâren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar, İstanbul esnâfı ve sanatkârları yer almaktadır.

İkinci ciltte Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa’nın âlimleri, vezirleri ve şâirleri, Trabzon ve havâlisi, Gürcistan dolayları; üçüncü ciltte Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu şehirleri hakkında geniş bilgiler; dördüncü ciltte İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliyâ Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler; beşinci ciltte Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyâletler; altıncı ciltte Macaristan ve Almanya; yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı; Ejderhan havâlisi; sekizinci ciltte Kırım ve Girit olayları, Selânik ve Rumeli’deki hâdiseler; dokuzuncu ciltte İstanbul’dan Mekke ve Medîne’ye kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, evliyâ menkıbeleri ile Mekke ve Medîne hakkında geniş bilgiler; onuncu ciltte ise Mısır ve havâlisi yer almaktadır.

Seyâhatnâme ilk olarak 1848’de Kâhire Bulak Matbaasında Müntehâbât-ı Evliyâ Çelebi adıyla yayınlanmıştır. İkdam Gazetesi sâhibi Ahmed Cevdet Bey ile Necib Âsım Bey, Pertev Paşa Kütüphânesindeki nüshayı esas alarak 1896 senesinde İstanbul’da basmaya başladılar. 1902 senesine kadar ancak ilk altı cildi yayınlanabilmiştir. Yedinci ve sekizinci ciltleri 1928’de Türk Târih Encümeni, dokuz ve onuncu ciltleri ise 1938’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Daha sonraları ise eser ya kısaltılarak veya seçmeler yapılarak çeşitli araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.
#93 - Eylül 22 2008, 23:58:44
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Evrenos Bey
Osmanlıların meşhur kumandanlarından. On dördüncü asır başlarında Karasi diyârında dünyâya gelmiştir. Âilenin reisi olan Îsâ Bey ile oğlu Evrenos Bey, Karasi Beyliği ümerâsından iken, Beyliğin Orhan Gâzi tarafından fethedilmesi üzerine Osmanlıların hizmetine geçtiler.

Şehzâde Süleymân Paşanın maiyetine verilen Evrenos Bey, onunla birlikte Rumeli’ye ilk ayak basan yiğitler arasında yer alıp; İpsala, Malkara, Dimetoka vesâir kalelerin alınmasında son derece mühim rol oynadı. Babası Îsâ Bey ise, bu akınların birinde şehit düştü. Şehzâde Süleymân Paşanın vefâtı üzerine Rumeli’de meydana gelen gerileme esnâsında Evrenos Bey ile Hacı İlbeyi’nin üstün gayretleri netîcesinde vahim bir durum meydana gelmedi. Aynı zamanda karşı akına geçen bu kumandanlar, Keşan ile İpsala’yı zaptederek Rumeli’ye geçmiş olan Murâd Hüdâvendigâr Gâzinin iltifâtına mazhar oldular. Sultan, Evrenos Bey’i Edirne üzerine yürüyen ordunun sol koluna tâyin etti ve Makedonya’daki Sırp kuvvetlerinin üzerine gönderdi. Evrenos Bey daha sonra Serez’de akıncı kumandanı olarak görülür. Burasını kendisine karargâh yapan genç kumandan, Makedonya’ya yaptığı akınlarla mühim kale ve şehirleri fethetti. 1385 yılında vezir Çandarlı Halil Paşa ile Makedonya’nın ele geçirilmesi harekâtına katıldı. Bu harekâtın tamamlanmasından sonra hacca giden Evrenos Gâzi, dönüşünde Kosova Savaşına katılmış ve Sultan Murâd, onun tecrübelerinden çok faydalanmıştı.

Kosova Savaşından sonra, Sultan Yıldırım Bâyezîd Han zamânında da Hacı Evrenos Beyin fetih faaliyeti devâm etti. Vadine ve Çitroz kasabalarını ele geçirdikten sonra, 1390 yılından îtibâren altı yıl Arnavutluk üzerine amansız akın hareketlerinde bulundu. Niğbolu Muhârebesinde ve Eflâk Seferinde büyük kahramanlıklar gösterdi. Evrenos Bey, Sultan Yıldırım Bâyezîd’in vefâtı ile ortaya çıkan karışık devrede, önce Emir Süleymân tarafını tuttu ise de, onun vefâtını müteâkip bu gâilelere karışmamak için geri çekildi. Kendisi Rumeli’deyken Mûsâ Çelebi’nin onu ve diğer beyleri Emir Süleymân tarafını tutmakla suçlaması ve tazyik etmesi netîcesinde, el altından Mehmed Çelebi’ye haber göndererek Rumeli’de uygulayacağı siyaset hakkında bilgi verdi. Netîcede Çelebi Mehmed bu gâzi beylerin yardımı ile Osmanlı birliğini yeniden kurmaya muvaffak oldu.

Hacı Evrenos Gâzi, 100 yaşını geçmiş olduğu hâlde 1417 Kasımı’nda vefât ederek Vardar Yenicesi’ndeki türbesine defnedildi. Evrenos Beyin buradaki türbesinden başka câmi, medrese ve imâreti ile diğer şehirlerde hayır eserleri mevcuttur. Evrenos âilesi, Rumeli’de “Evlâd-ı Fâtihân” teşkilâtının başında olarak on dokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar gelmiştir.
#94 - Eylül 23 2008, 00:04:46
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Eyüp Sabri Paşa
Sultan İkinci Abdülhamid Han devri amirâllerinden. İsmi Eyyûb Sabri olup, Yenişehir civârındaki Urmiye’de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1890 (H.1308) târihinde İstanbul’da vefât etti. Bayramiye yolu büyüklerinden, ilim irfân sâhibi olan hocası İdrîs-i Muhtefî’nin Kasımpaşa’da Kulaksız Câmii karşısında bulunan yokuşun alt başındaki kabrinin ayak ucuna defnedildi.

Eyüp Sabri Paşa, Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânında yetişen, çalışkan, âlim bir deniz paşasıydı. Bir kısmı henüz basılmayan çok kıymetli eserler yazdı. Basılanlar şunlardır:

Mir’ât-ı Mekke, Mir’ât-ı Medîne, Terceme-i Şemâil-i Şerîf, Ahvâl-i Cezîret-ül-Arab, Şerh-i Kasîde-i Bânet Süâd, Târih-i Vehhâbiyân, Mahmûd-üs-Siyer, Necât-ül-Mü’minîn, Tekmilet-ül-Menâsik, Riyâd-ül-Mûkınîn, Mir’ât-ü Cezîret-il-Arab.

İlk iki eser ile sonuncusu, Mir’ât-ül Haremeyn ismiyle yazılmış olup, mukaddes Hicaz bölgesi hakkında dînî ve târihî bilgileri ihtivâ etmektedir. Herkes ve bilhassa hacılar için lüzumlu bir kitaptır. Eyyûb Sabri Paşanın kitaplarında Vehhâbîler hakkında geniş bilgi vardır.

Ahvâl-i Cezîret-ül Arab, Arabistan Yarımadası hakkında yazılan coğrafya kitaplarının en kıymetli ve en geniş olanıdır. Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî’nin kelâm ilmindeki Bidâyet-ün-Nihâye isimli kitâbını Eshâb-ül-İnâye ismiyle tercüme edip bastırmıştır.

Bu eserin başındaki beyit şöyledir:

Tâbi-i şer-i şerîf olmayanın dünyâda,
Hâli pek müşkil olur Mahkeme-i ukbâda.
#95 - Eylül 23 2008, 00:13:14
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Fahreddin Paşa (Gâzi, Türkkan)
Medîne müdâfii. 1868’de Rusçuk’ta doğdu. Babası Mehmed Nâhid Bey, annesi Fatma Âdile Hanımdır. Âilece 93 Harbinden sonra Rusçuk’tan ayrıldılar. Fahreddîn Paşa 1888’de Harbiye Mektebini, 1891’de Erkân-ı Harbiyeyi bitirdi.

Erzincan’daki 4. Orduda vazîfe yaptı. 31 Mart Vak’asında Dîvân-ı Harb başkanıydı. 1911-12 Türk-İtalyan Harbinde Kurmay Albay olarak bulundu. Balkan Savaşında Çatalca Muhârebelerinde yaptığı taarruzla Bulgarları bozguna uğrattı ve Edirne’nin geri alınmasında en önemli rolü oynadı. Birinci Dünyâ Savaşı başladığında Musul’da On İkinci Kolordunun komutanıydı. Bu sırada Osmanlı Devletinde idâreyi elinde tutan İttihat ve Terakki liderleri hatâlı bir politika ile halife ve Osmanlı hükümdarlarına bağlı Şerîf Hüseyin ve taraftarlarını hâin ilân ettiler. Fahreddîn Paşa da Şerîf Hüseyin’e karşı savunma yapmak üzere Medîne’ye gönderildi. Bu kahraman Türk kumandanı, İttihatçıların çılgınca verdikleri emirlere uymayı bir vatan borcu bildiği için, Medîne’de hareketsiz kalmış, azılı İslâm düşmanı İngilizlerle savaşmak fırsatını bulamamıştı. Böylece yıllarca mukaddes topraklarda kardeş kardeşi boğazladı. Netîcede Müslümanların bu gafletinden İngilizler ve Vehhâbîler istifâde ettiler. BirinciDünyâ Harbinin kaybedilmesi ve Mondros Mütârekesinin imzâlanmasından sonra Mekke veMedîne Vehhâbîlere terk edildi. İngilizler teslim aldıkları Fahreddîn Paşayı Malta’ya sürdüler. 1921’de esâretten kurtulan Fahreddîn Paşa, Başkomutanlık Meydan Muhârebesine 12. Fırka Komutanı olarak katıldı. 1922’de TBMM hükûmeti tarafından Kâbil elçiliğine tâyin edildi. 1926’ya kadar bu görevde kaldı.

1948’de İstanbul’da vefât eden Fahreddîn Paşa Rumelihisarı Kabristanlığına defnedildi.
#96 - Eylül 23 2008, 00:13:47
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Fazıl Ahmed Paşa
Köprülü Mehmed Paşanın büyük oğlu. 1635 yılında Vezirköprü kasabasında doğdu. Yedi yaşında İstanbul’a geldi ve burada medrese tahsilini meşhur Karaçelebizâde Abdülazîz Efendiden alarak mezun oldu. On altı yaşındayken müderris oldu ve yirmi iki yaşına gelince Sahn-ı Semân Medreselerine müderris tâyin edildi. Sonra babası tarafından ilmiye sınıfından ayrılması istendi ve 1659 târihinde vezirlikle Erzurum vâliliğine gönderildi. Daha sonra Şam ve Halep vâliliklerinde bulunan Fâzıl Ahmed Paşa, babasının hastalanması üzerine, ona vekâlet etmek üzere Edirne’ye çağırıldı. Nihâyet 1661 yılında babasının ölümü ile 26 yaşındayken veziriâzamlığa getirildi.

Fâzıl Ahmed Paşa, fâsılasız olarak 15 sene sadârette bulundu. Bu süre ile Çandarlızâde Halil Hayreddin Paşa ile oğlu Çandarlızâde Ali Paşadan sonra Osmanlı târihinin en çok iktidarda kalan sadrâzamıdır. Ahmed Paşanın on beş sene süren sadâretinin dokuz senelik bir devri cephelerde muhârebeyle geçti. Üç sene Avusturya ile Macaristan’da ve iki buçuk sene Venediklilerle Girit’te ve üst üste üç sene de Lehistan’da savaştı.Osmanlı Devletine parlak zaferler kazandırdı. 1676 yılında pâdişâhla berâber Edirne’ye giderken yolda hastalandı ve hastalığı ağırlaşarak yola devâm edemedi. Ergene civârında, Karabiber çiftliğindeyken 3 Kasım gecesi 43 yaşında olduğu halde vefât etti.Cenâzesi İstanbul’a getirilerek Divanyolu’nda babasının yanına defnedildi.

Târihî kaynaklara göre Fâzıl Ahmed Paşa, vücutça uzun boylu, beyaz renkliydi. Hal ve tavrı mütevâzıydı. Çok düzgün konuşur, karşısındaki kimseyi kolaylıkla ikna ederdi. Cömertti. Haksızlığın büyük düşmanıydı. Çabuk kavrayışlı, metin muhâkemeli, işlere kısa yoldan gitmesini bilen ve meselelere vakıf bir şahsiyetti. İhtiyatlı konuşur, gevezelikten hoşlanmazdı. Yapamayacağı şeyleri îmâ yoluyla da olsa, vaad etmezdi. Fâzıl Ahmed Paşa, fikir ve mütâlaaya kıymet verir, söz dinler, tecrübeli adamların fikirlerinden istifâde eder ve sonra harekete geçerdi. Muhârebelerde askerin gayretini arttırmak için esir ve belli sayıda kelle getirene yirmi kuruş bahşiş vermekte idi. Fâzıl Ahmed Paşa, hemen hemen bir altının dörtte biri veya yarısı olan bu parayı tamâmen kendi kesesinden sarf ederdi. Bir gün kethüdâsı kendisine:

“Bu ihsâna sel gibi akça olsa yine dayanmaz!” demesi üzerine:

“Ya bizim akçemiz ne gün içindir. Hepsi böyle günlere fedâ olsun. Eğer kifâyet etmezse, ödünç alır yine veririz.” cevâbını vermişti.

İlmiye sınıfından yetişen Fâzıl Ahmed Paşa, fıkıh ve kelâmda âlimdi. Yazısı güzel olup, sülüs ve nesih yazısını, meşhur hattat Derviş Ali’den öğrenmiştir.Hocası kendisini ziyârete geldiği zaman elini öper ve makâmında yanına oturturdu. Paşa, Devletin her yerinde hayır eserleri yaptırdı. Bunlar arasında Divanyolu’nda kütüphâne ve Dârülhadîs, Uyvar Kamaniçe ve Kandiye’de câmi, İzmir ve Çemberlitaş’taki han en önemlileridir.
#97 - Eylül 23 2008, 00:16:28
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Fazıl Mehmed Paşa
Dağıstan’da Rus birliklerine karşı çete savaşlarına katılan Türk komutan. Şeyh Şâmil’in yakın akrabâlarından olup, Dağıstan’da doğdu.

Ruslar Kafkasya’yı işgâl ettikleri sırada Şeyh Şâmil’le berâber yıllarca vatan müdâfaasında bulundu. Ancak Çarlık Rusyasına karşı giriştiği bu amansız mücâdele esnâsında esir düştü. Esâret hayâtı sırasında, Rusya’da askerî bir okulda eğitim gördü. Daha sonra Çar’ın muhâfız kıt’sında görev yaptı. Türkiye’ye geçtiği zaman kolağası rütbesiyle Osmanlı ordusuna katıldı. Bir çok muhârebelere katılarak başarılar kazandı. 1882 yılında liva rütbesiyle Belgrad’a gönderildi. Daha sonra Musul ve Bağdat’ta görev verilen Fâzıl Mehmed Bey, buralarda gösterdiği başarılar sebebiyle önce ferik sonra da birinci ferik rütbesiyle taltif edildi.

1914’te Birinci Dünyâ Harbi sırasında ordudan ayrılmış bulunan Fâzıl Paşa, ihtiyâç üzerine yeniden orduya katıldı. Kendisine önce Kafkas, sonra Irak cephesinde süvârî komutanlığı görevi verildi. İyi ata binmesi, iyi silâh kullanması ve cesâreti ile tanınan Fâzıl Mehmed Paşa, 1915 yılında vefât etti.Mezarı Bağdat’ta Azamiye Kabristanındadır.

Fâzıl Mehmed Paşa'nın, Fâzıl Ahmed Paşa ve Fâzıl Mustafa Paşa gibi devlet adamları yetiştiren Köprülüler âilesi ile bir münâsebeti yoktur.
#98 - Eylül 23 2008, 00:18:03
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Fazıl Mustafa Paşa (Köprülüzade)
Köprülü Mehmed Paşanın küçük oğlu. 1637’de dünyâya geldi. Uzun müddet medrese tahsili görmüş olup, 1669’da babasının sadâreti zamânında zeâmetle dergâh-ı âli müteferrikaları arasına girmiş ve burada ilimle meşgul olup, vezir oluncaya kadar zeâmetle geçinmiştir.

Haziran 1680’de vezir olan Fâzıl Mustafa Paşa, 1683’te Niğbolu sancağı da verilmek suretiyle Silistre (Özü) vâlisi ve Lehistan serdarı oldu. Lâkin veziriâzam Kara Mustafa Paşanın katli üzerine bu da gözden düşerek aynı yıl serdarlıktan azl olunup, emekli edildi. Kendisine Azaz ve Kilis sancakları arpalık olarak verildi. 1684 sonlarında Sakız muhâfızlığına gönderilen Mustafa Paşa, 1686’da Boğaz muhâfızı olup, kapıkulu ocaklarının cephede isyânı ve İstanbul’a hareketleri sırasında sadâret kaymakamlığıyle İstanbul’a dâvet olundu (1687). Bu sırada pâdişah bulunan Sultan Dördüncü Mehmed Hana karşı orduda bir isyan hareketi meydana gelmişti. Bu isyan ateşinin önüne geçilemediğinden, ordu daha İstanbul’a girmeden alınan tedbirlerle Dördüncü Mehmed Han hal edilip yerine kardeşi İkinci Süleymân Han pâdişah yapıldı.

Bu sırada veziriâzam olan Siyavuş Paşanın katline kadar, işler kayınbirâderi olan Fâzıl Mustafa Paşanın elindeydi. O, yeniçerilerin zorbalıklarına son verilmesi için veziriâzamı sıkıştırıyordu. Bunu bilen yeniçeriler veziriâzamı ölümle tehdid ederek onu Boğaz muhâfızlığı ile İstanbul’dan çıkarttılar. Hattâ katli için Şeyhülislâmdan fetvâ dahî istediler, ancak alamadılar.

Bu sırada Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulması için çâreler arıyan Sultan İkinci Süleymân, Şeyhülislâmın tavsiyesiyle 1689’da Fâzıl Mustafa Paşayı veziriâzamlığa getirdi.

Veziriâzamlığı zamânında önemli işler yapan Mustafa Paşa, ilk iş olarak bâzı vergileri kaldırdı. Yeniçeri ağalığına getirdiği Eginli Haseki Mehmed Ağa vâsıtasıyla yeniçeri ocağını ıslah edip,maaşlardan epey tasarruf etti. Bir kış boyu gerekli tedbirleri aldıktan sonra, Rumeli’yi Avusturyalılardan kurtararak Belgrad’ı geri aldığı gibi, düşmanı Tuna ve Sava’nın ötesine attı. 1691’de düzenlediği seferde Macaristan topraklarında Slankamen mevkiindeki muhârebede şehid düştü. Ancak cesedi bulunamadı. 55 yaşında şehid düşen Mustafa Paşanın veziriâzamlığı iki sene üç ay sürdü. Avusturya’ya düzenlediği ikinci seferi esnâsında Sultan İkinci Süleymân vefât edip, yerine kardeşi Sultan İkinci Ahmed Han pâdişah olmuştu.

Fâzıl Mustafa Paşa, açık sözlü, riyâdan hoşlanmayan bir insandı. Cesur, atılgan ve son derece cömertti. İdâreyi ele alır almaz, hükümeti ve orduyu işe yaramayanlardan derhal temizlemiş, Rumeli’de gayrimüslimlerin yer yer ayaklanıp düşmana yardım etmelerinin sebebinin vergiler olduğunu görerek, onları hafifletmiş, ticârete serbesti vermiş ve bu sâyede dâhilî asâyişi temin eylemiştir.

İlme son derece düşkün olan Fâzıl Mustafa Paşa, ulemâya çok rağbet eder, fırsat buldukça da ilimle meşgul olurdu. Hadis ilminde ihtisas sâhibiydi. Konağı yanına yaptırmış olduğu kütüphâneden birçok âlim ve muhaddisler istifâde ederlerdi.
#99 - Eylül 23 2008, 00:20:02
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Ferhad (Ferhat) Paşa
On altıncı yüzyılda iki defa sadrâzamlık yapan Osmanlı devlet adamı. Arnavut olup küçük yaşta devşirme olarak Enderun'a alındı. Burada Türk-İslâm terbiyesi ile yetiştirildi. Kânûnî’nin teveccüh ve itimadını kazandı. Sigetvar (Zigetvar) Seferine katıldı. Bu seferde vefât eden Kânûnî Sultan Süleymân Hanın nâşı, Ferhad Ağanın nezâreti altında İstanbul’a naklolundu. 1581’de yeniçeri ağası oldu. Şehzade Mehmed’in (III) sünnet düğünü sırasında yeniçerilerle sipâhiler arasında çıkan olaylar yüzünden sadrâzam Koca Sinan Paşa tarafından azledildi (1582).

Sinan Paşanın sadâretten azledilmesinden sonra Rumeli beylerbeyliğine getirildi(1583). Aynı yol veziriâzam Siyavuş Paşanın tavsiyesiyle ve dördüncü vezirlikle İran’a serdar tâyin edildi. Ferhad Paşa Revan Kalesini tahkim edip içine lüzumu kadar asker, top vesair mühimmat koydu ve beylerbeyliğine Cağalazâde Sinan Paşayı getirdi. Tiflis’e yardım ederek askerin durumunu düzeltti. Lori ve Gürî kalelerini zaptetti. Gürcistan’a akınlarda bulundu.

Ferhad Paşa, Özdemiroğlu Osman Paşanın ölümünden sonra 1586’da ikinci defa İran serdarlığına getirildi. Bu seferinde de muvaffakiyet gösterdi. Tebriz’i İran kuvvetlerinin muhâsarasından kurtardıktan sonra kendisine merkez yaptı. Gence ve Karabağ mıntıkasını zaptetti. Nihavend’i aldı. İran Şahı Birinci Abbas ile sulh yaparak birçok memleketlerin Osmanlı ülkesine katılmasına sebep oldu. Şah Abbas’ın birâderinin oğlu Haydar Mirza’yı rehin olarak İstanbul’a getirdi. Bu mühim başarıları sebebiyle ünlü vezir olarak tanındı.

Ferhad Paşa Ağustos 1591’de Koca Sinan Paşanın azli üzerine sadrâzam oldu. Kendisine hasım olan Sinan Paşaya karşı çok lütufkâr davrandı ve hürmet gösterdi. Ancak Sinan Paşa onun bu iyi niyetini takdir etmeyip dâimâ aleyhinde bulundu.

Ferhad Paşa Erzurum esnafı ile yeniçerilerin kavgası sebebiyle sekiz ay sonra görevinden alındı ise de 1595’te ikinci kez sadârete getirildi. İsyan hâlinde bulunan Ferhad Paşa üzerine sefere çıktı. Ancak Sinan Paşa ve taraftarlarının onun aleyhinde konuşmaları ve Eflak Voyvodası ile anlaştığı yolunda dedikodular çıkarmaları üzerine tekrar azledildi ve çok geçmeden de îdâm olundu (Ekim 1595). Nâşı Eyüp’teki türbesine defnolundu.

Ferhad Paşa, 16. yüzyıl sonlarında gelen liyâkatli vezirlerden biri olup kendisine her verilen vazifede başarı göstermiştir. Sadâreti ve sadâret kaymakamlığı görevleri sırasında rakibi olan Sinan Paşanın tahrikleriyle devamlı olarak kapıkulu ocaklarının hücumuna mâruz kaldı. Son sadâretinde Eflak İsyânını bastıracağında şüphe yokken Eflak sınırını geçmeye hazırlandığı sırada azledilip katli için emir verilmesi Eflak işinin felâketle uzamasına sebep oldu. Osmanlı târihçileri onun doğru ve açık sözlü bir vezir olduğunda ittifak etmektedirler. Sultan Üçüncü Mehmed Han sonradan onun hakkında söylenenlerin iftira olduğunu anlayınca çok müteessir olmuştur. Ferhad Paşa Kumkapı’da Mualla Mescidini, Halvetiye şeyhlerinden Mahmud Efendi için yaptırmıştır.
#100 - Eylül 23 2008, 00:21:31
‎ Unutma! Kendine yarattığın dünyada, içine aldığın tüm vatandaşlar arasında en 'solcu' benim!
Mercey.


Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.