Alternatifim Cafe

Sağlık Haberleri

Discussion started on Sağlık

Çocuğunuz için 18 iyi öneri

Pedagoglar ve çocuk gelişimi uzmanları anne-babaları iyi örnek olmaları konusunda uyarıyor.

Çocukların pek çok şeyi izleyerek öğrendiğini belirten pedagoglar ve çocuk gelişimi uzmanları anne-babaları iyi örnek olmaları konusunda uyarıyor. Birkaç basit noktaya dikkat ederek çocuğunuzun zekasını açmanız mümkün...

Onunla konuşun. Araştırmalara göre, bebeğinizle konuşma şekliniz farklıdır ve bebeğiniz de konuşmayı sizin sözlerinizden öğrenir.

Bebeğinize şarkılar söyler, şakalaşırsanız daha erken konuşur.

Nesneleri anlatın. Ona bazı nesneleri isimlendirip tarif edip, diğer nesnelerle karşılaştırın, ne işe yaradıklarını açıklayın. l Arka plandan gelen sesleri kesin. Televizyon ya da radyonun sesini kısın sizi dinlemesini sağlayın.

Konuşurken bütün dikkatinizi ona verin. Sırtınızı dönmemeye çalışın, diz çöküp göz kontağı kurun.

Çocuğunuza bir şeyler okumak, dilini öğrenmesini sağlar, algılarını, dikkat genişliğini artırır. İlgisini çekmeye başladığında harflerin şekillerini göstererek okuyun, böylece bazı çocuklar okumayı 3 yaşından itibaren öğrenebilir.

Büyük küçük gibi niceliklerden bahsedin. "Masadaki tabakları sayabilir misin?" "Büyük olanı mı yoksa küçük olanı mı istersin?" gibi...

Aynaları kullanın. Bebeğinizin yansımasını izleyerek vücudunu ve hareket kabiliyetini fark ettirin.

Anne sütüyle besleyin. Bebeğiniz en az 6 aylık olana dek onu emzirin.

Bırakın boyasın. Çocuklarınızın boya kalemleri ve oyun hamurlarıyla vakit geçirmesine engel olmayın çünkü bunlar el becerilerini artırır ve sanatsal bir şekilde kendilerini ifade etmelerine yardımcı olur.

MATEMATiĞİ erken öğretin

Beğenilerinizi sunun, iltifat edin.

Sanatsal faaliyetler için malzemeler bulundurun. Yumurta kutularını, alışveriş paketlerini saklayın, tuvalet kağıtlarındaki ruloları da kesmek ve yapıştırmak için kullanın.

Sayıları hayatınızın bir parçası haline getirin. Matematiği ne kadar erken öğrenirse, o kadar rahat eder ve kendine olan güveni artar. Merdiven basamaklarını saymakla başlayın.

Sayıları melodik öğretin. "Beşten sonra altı nerde kaldı kahvaltı, altıdan sonra yedi kedi ciğeri yedi" gibi.

Sevdiği müziği seçtirin

Müzik çalın, müzik onun zihinsel ve duygusal gelişimini zenginleştirecektir.

Uyuturken şarkı söyleyin. Hem çocuğunuz rahat uyur, hem tekrar ile kelime hazinesi gelişir.

Müzik eşliğinde diğer şeyleri de öğretin. " 1- 2 -3 işte yıkıyoruz ellerimizi 4- 5- 6 şimdi diş fırçalama zamanı..." gibi melodiler çocuğunuzun konsantre olmasına ve kelimeleri hatırlamasına yardımcı olur.

Sevdiği müziği seçmesine izin verin, davullar, ziller kullanarak gürültü patırtı çıkarmasına bir süre katlanın.
#151 - Mart 17 2009, 12:52:23

Gece çalışanlara kanser tazminatı

Danimarka hükümeti, uzun süre gece vardiyalarında çalıştıktan sonra meme kanserine yakalanan kadınlara tazminat ödemeye başladı.

Birleşmiş Milletler'e bağlı bir kuruluş gece vardiyalarının kansere yakalanma riskini artırıyor olabileceği yönünde bir açıklama yapmıştı.

BBC İskoçya Radyosu'na bilgi veren uzmanlar ve sendika liderleri İngiltere hükümetinin de bu riski daha ciddi bir biçimde ele alması gerektiğini söyledi.

Gece vardiyalarının sağlığa olumsuz etkilerine ilişkin uzun yıllardır sürekli olarak birtakım kanıtlar ortaya çıkmaktaydı. Bu belirtilerden bazıları, uyku bozuklukları, bitkinlik, sindirim sorunları ve iş kazaları riskindeki artış olarak sıralanıyor.

Aile geçmişi riski

Ancak Danimarka'daki tazminat ödemeleri, uzun süre gece vardiyalarında çalıştıktan sonra meme kanserine yakalanan kadınlara yapılan ilk resmi ödeme niteliğinde. Danimarka'da şu ana kadar 40 kadın tazminat almaya hak kazandı. Ancak aile geçmişlerinde meme kanseri görülmüş olan kadınların tazminat talepleri reddedildi. Danimarka hükümetinin bu adımı, BM'ye bağlı Dünya Sağlık Örgütü'nün bir alt kuruluşu niteliğindeki Uluslararası Kanser Araştıma Kurumu'nun açıkladığı bulguları izliyor.

Risk faktörleri

Uluslararası Kanser Araştıma Kurumu, kansere yol açan risk faktörlerini araştırıyor ve sınıflandırıyor. Buna göre "Birinci Kategori" risk faktörleri, asbest benzeri kanserojen maddelere maruz kalmak şeklinde açıklanıyor. Gece vardiyaları ise bu seviyenin sadece bir basamak altında yer alan bir kanser risk faktörü olarak sınıflanıyor.

Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu'ndan Dr. Vincent Cogliano, bulgularının insanlar ve hayvanlar üzerine yapılan bir dizi çalışmanın sonuçlarına dayandığını söyledi.

Buna göre uyku kalıplarını değiştirmenin vücuttaki melatonin üretimini baskı altına alabileceği yönündeki hipotezi destekleyen kanıtlar bulunuyor.

İngiltere'de durum

Dr. Vincent Cogliano, melatoninin ise kansere yol açan bazı aşamaları önlemede faydalı bazı etkilerinin bulunduğunu söyledi.

Cogliano, "Elde edilen kanıtın düzeyinin, sanayi kimyasallarına maruz kalma sonucunda oluşabilecek olandan farkı olmadığını" da söyledi.

BBC İskoçya Radyosu'na bilgi veren uzmanlar ve sendika liderleri İngiltere hükümetinin de bu riski daha ciddi bir biçimde ele alması gerektiğini söyledi.

İngiltere'deki sendikalar, ulusal işgücü toplamının yüzde 20'sinin gece vardiyalarında yer aldığını tahmin ediyor.

#152 - Mart 17 2009, 12:53:02

Sağlıklı atıştırmalık Betaglucare

Öğün aralarında ne yiyeceğim diye düşünenler ve kiloları ile ilgili endişelenenler için artık yeni bir ürün var.

Betaglucare 3 gr'lık paketlerde 21 günlük tüketim için tasarlandı. Kalp sağlığına iyi geldiği klinik deneylerle ispatlanan ürün, minik kalpler şeklinde çerez gibi tüketime uygun olarak biçimlendirildi. İsveç yulafının yüksek teknolojiyle işlendiği ve tamamen doğal olan üründe, hiçbir katkı maddesi yok. Kilosunu ve sağlığını korumak isteyenler için her yerde tüketimi kolay ve doyurucu olması özelliğiyle Betaglucare, yaşamınıza sağlık ve kalite getiriyor. Sabah kahvaltılarda süt, yoğurt gibi katkı maddeleri ile tüketilebilen Betaglucare, aynı zamanda nötr tadı sayesinde de 3 gr'lık paketlerde her zaman sağlıklı atıştırmalık olarak yanınızda bulundurabiliyorsunuz. Yüzde yüz doğal olan ürün kötü kolestrolü düşürüp, kan şekerini azaltırken, tokluk hissi yaratarak, abur cubur atıştırmanıza engel oluyor.

Betaglucare'i www.betaglucare.info adresinden ve bazı anlaşmalı eczanelerden bulmanız mümkün.

Ürünün satış fiyatı: 49 TL
#153 - Mart 18 2009, 14:00:00

Günübirlik ameliyat ünitesi

Erzurum'da, Atatürk Üniversitesi Aziziye Araştırma Hastanesi bünyesinde kurulan günübirlik ameliyat ünitesi törenle hizmete sunuldu

AÜ Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, törende yaptığı konuşmada, bölge için çok büyük hizmetler verecek günübirlik ameliyat ünitesinin açılışını yapmaktan büyük mutluluk duyduğunu söyledi.
Hizmete sundukları günübirlik ünite sayesinde hastalara hızlı hizmet ulaştırma imkanına sahip olduklarını belirten Koçak, şöyle konuştu:

“Bu ünite hasta yakınlarını, hastaları rahatlatacaktır. Hastalar, herhangi bir bürokratik işleme takılmadan ameliyata alınacak. Fıtık gibi basit ameliyatlar için artık hastalarımız günlerce bekletilmeyecek. Sadece Erzurum'a değil bölgemize de hizmet sunacak bu ünite, sağlık hizmetlerinde önemli bir eksikliği gidereceğine inanıyoruz.”

Aziziye Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. İlhan Yıldırgan da 3 ameliyat odasının bulunduğu ünitede bir günde 20 ameliyat yapmayı planlandıklarını söyledi.
Yıldırgan, 17 yatak kapasiteli günübirlik ameliyat ünitesinin kurulumunun yaklaşık 1 milyon TL'ye mal olduğunu kaydetti.

Rektör Prof. Dr. Koçak, Baro Başkanı Naci Turan ve öğretim üyeleri, konuşmaların ardından açılışı yapılan günübirlik üniteyi gezdi.
#154 - Mart 18 2009, 14:00:30

Papa AIDS'e çareyi açıkladı

AIDS ile savaşın temelde “prezervatif dağıtımıyla değil, riyazet (nefsi kırma) ile” mümkün olduğunu söyledi.

Prezervatif dağıtımıyla AIDS'in daha da yaygınlaştırıldığını söyleyen Papa çareyi de açıkladı.

Papa 16. Benediktus, AIDS ile savaşın temelde “prezervatif dağıtımıyla değil, riyazet (nefsi kırma) ile” mümkün olabileceğini söyledi.

İlk Afrika ziyareti için Kamerun ve Angola'ya giden Papa, özel Boeing papalık uçağında yaptığı açıklamada, “Prezervatif dağıtımıyla yetinmek, insanları AIDS hastalığından korunmayı değil, bilakis bu hastalığın daha da yayılmasına neden olmaktadır” dedi.

Dünyada AIDS'in en çok görüldüğü kıta olan Afrika'ya ilk kez giden Papa 16. Benediktus, kıtanın boğuştuğu hastalıklar, muazzam fakirlik ve silahlı çatışmalar üzerine, Katolik aleminin merkezi Vatikan'ın “adalet ve barış ideali” için temaslarda bulunacak.
#155 - Mart 18 2009, 14:01:36

Dayanılmaz bir salgı: Koku

Bazen itici bazen çekici gelebilir. En hoş koku hangisi? Ona da genler karar verir!
İnsan burnu inanılmaz derecede hassastır. Ufak miktarlarda bile olsa kokuyu alır ve birbirinden farklı 10.000 kokuyu tanırız. 1990'lara kadar bunun nasıl olduğunu tam olarak bilmiyorduk ama Linda Buck ve Richard Axel adındaki iki Amerikalı araştırmacı gerçekleştirdikleri çalışmalar sayesinde koku alma ve kokuyu tanıma sistemimizin nasıl çalıştığını açığa çıkardılar. Bu çalışma onlara 2004 Nobel ödülünü kazandırdı.

Hangi kokunun 'hoş koku' olduğu konusunda herkesin farklı fikri vardır. Koku zevkleri ülkeden ülkeye veya kültürden kültüre değişir. Bu nedenle kozmetik firmaları değişik ülkelerde pazarladıkları ürünlerin kokularını da farklılaştırmak zorunda kalırlar.

KOKUMUZU MHC BELİRLİYOR

Diğer insanların hoş kokup kokmadığına karar vermemize neden olan ana unsur ise genetik yapımızdır. Kendi vücut kokumuzu belirleyen şey MHC adı verilen gen blokudur. Bu gen blokunun görevlerinden biri, bağışıklık sitemimize kendi hücrelerimizi yabancı hücrelerden ayırdetmesini öğretmektir. Böylece bağışıklık sistemimiz vücuda giren yabancı doku ve hücreleri yani mikrop ve bakterileri ayırt eder ve onlarla mücadeleye girişir.

Aynı gen bloku bizim kokumuzu ve koku alma zevkimizi de belirlemektedir. Garip bir paradoks olarak, bizimle aynı MHC blokuna sahip olan karşı cinsin kokusunu itici buluruz. İnsan türü, eşinin hoş kokmasını arzular ve hoş kokuya doğru bir çekim duyar. Genetik yapısı itibarıyla bizimkinden daha farklı MHC gen bloku sahibi biriyle eşleştiğimizde bu birliktelikten doğacak çocukların bağışıklık sistemi daha sağlam olmakta. Anlaşıldığı kadarıyla evrimsel süreçte gen bloku bizimkinden farklı olan eşler seçmeye ve onların kokusunu 'hoş' bulmaya programlandık.

Koku alma duygusu aynı zamanda bir ön alarm niteliğindedir. Yabancıların, yani bizden farklı olanların kokusunu da çok çabuk ayırt ederiz. Evrimsel süreçte bu özelliğin de 'düşmanları erken tanıma' konusunda insanlığa yardımcı olduğu sanılıyor.
#156 - Mart 18 2009, 14:02:54

Öğrencileri bekleyen tehlike

Okullardaki menülerin fast-food tüketimine özendirdiği açıklandı.


Türkiye Diyetisyenler Derneği Başkanı Prof. Dr. Yasemin Beyhan, Türkiye'deki okullarda menülerin çocuklara göre hazırlanmadığını öne sürerek, ''Birçoğu fast-food tüketime benziyor ya da özendiriyor. Menü, çocukların yaşı ve aktiviteleri göz önünde bulundurularak ayarlanmalı'' dedi.

Beyhan, toplu beslenme alanında hizmet veren kurum ve kuruluşlarda, mutlaka alanında eğitim görmüş bir beslenme uzmanı çalışması gerektiğini belirterek, ''Eğer bu yerler beslenme uzmanı tarafından yönetilmez ve denetlenmezse başta gıda zehirlenmesi olmak üzere çok ciddi halk sağlığı sorunları görülebilir'' dedi.

Gıdaların seçilme, saklanma, pişirilme ve sunulma aşamalarının her birinin çok önemli olduğunu ifade eden Beyhan, özellikle toplu gıda tüketiminin yapıldığı lokanta, yurt, okul, bakım evi ve kurum-kuruluşlardaki yemekhanelerde zehirlenme vakalarının görülebildiğini söyledi.

Besin zehirlenmesinin üç ana nedeni olduğunu kaydeden Beyhan, ''Besin hazırlanan ve üretilen yerlerin fiziki koşullarının yetersiz olması, yiyecek içecek hazırlayan personelin kişisel hijyene dikkat etmemesi ve tarladan mutfağa, mutfaktan çatala kadar gelen aşamada besin hijyenine özen gösterilmemesi besin zehirlenmesine yol açabilir'' diye konuştu.

Beyhan, beslenme uzmanının düzenli olarak pişirilmiş gıdaların iç sıcaklıklarını yemek termometresi kullanarak ölçmesi gerektiğini belirterek, ''Yemeklerin iç sıcaklığı, 60 derece ve üzerinde olmalıdır. Hatta toplu beslenilen yerlerde 70 derecenin üstünde olması önerilmektedir. Besinlerin sağlıklı tüketilmesi için bu şarttır'' dedi.

Dijital göstergeli termometrenin, sulu yemeklerin ve etin içine batırılarak iç sıcaklığın belirlenebildiğini anlatan Beyhan, bu işlemin ''kritik kontrol noktalarında tehlike analizi'' diye isimlendirildiğini ve beslenme uzmanı tarafından yapılması gerektiğini söyledi.

Beyhan, besin zehirlenmesi açısından özellikle protein oranı yüksek ve besin zehirlenmesi yapabilen bakteriler için en uygun ortamı oluşturabilen et, yumurta, pişmiş yemek, süt-süt ürünleri ile sosların potansiyel riskli gıdalar olduğunu belirterek, ''Bu ürünler, oda sıcaklığında 2 saatten fazla kaldığında besin zehirlenmesi yapan bakteriler hızla çoğalmaktadır. Bu nedenle, bu tür gıdalar kesinlikle dış ortamda fazla bekletilmemeli'' uyarısında bulundu.

-ÇOCUKLAR İÇİN ÖZEL MENÜ HAZIRLANMALI-

Beyhan, özellikle okul çocuklarında ve yaşlılarda besin güvenliğinin çok önemli olduğunu vurgulayarak, ''Çocuklar, bağışıklık sistemleri tam gelişmediği, yaşlıların da savunma mekanizmaları zayıf olduğu için risk altındadırlar. Bu nedenle besin zehirlenmeleri bu gruplarda sık görülmektedir'' diye konuştu.

''Çocukların zihinsel ve fiziksel gelişimleri için yaşlarının gereksinimlerine uygun gıdalarla beslenmeleri gerektiğini, menülerin, çocukların yaşı ve aktiviteleri göz önünde bulundurularak ayarlanması gerektiğini'' belirten Beyhan, şunları söyledi:

''Ancak Türkiye'deki genel görünüme bakıldığında, ya okul aile birliğinden birisi menüyü hazırlıyor ya da hizmet alınan yemek şirketinin uzmanı tarafından hazırlanmamış olabilen yemek listesi çocuklara sunuluyor. Bunların birçoğu da fast-food tüketime benziyor ya da özendiriyor.

Çözüm için bir beslenme uzmanı ile çalışmayan okul idaresi, İl Sağlık Müdürlüklerine başvuruda bulunabilir. Burası tarafından bölge bölge görevlendirilecek diyetisyen ve beslenme uzmanları okullarda çalışabilirler. Bölgedeki 3-5 okula bakan uzman, hem okul çocuklarının menülerini hazırlayabilir hem de denetimlerini yapabilir. Velilere, okul yönetimine sağlıklı beslenme konusunda eğitim verebilir ya da dersin bir bölümünde sağlıklı beslenme hakkında öğrencilere bilgi verebilirler.''
 
#157 - Mart 18 2009, 14:04:21

Sütü kaynatmayın!

Besin değeri düşüyor.


Yapılan araştırmalarda, açıkta satılan sütteki mikropları öldürmek için 10- 15 dakika kaynatılması nedeniyle vitaminlerin yüzde 12 ile 66 oranında azaldığı belirtildi.

Uzmanlar, sokakta satılan açık sütün sağlığa zararlı mikroorganizmaların yok olması için 90-95 santigrat derecede en az 10-15 dakika kaynatılması gerektiğine dikkat çekiyor.

Uzm. Dr. Ahmet Özkul, kaynatma işlemiyle sütün besin değerinin düştüğünü söyledi. Yapılan araştırmalarda, insan beslenmesi için önemli bir besin maddesi olan sütün tüketiminin Türkiye'de düşük olduğunun tespit edildiğini anlatan özkul, "Tüketilen içme sütünün büyük kısmının da sağlıksız, açıkta satılan ve ısıl işlem görmemiş sütler olduğu belirlendi. Bu sütlerdeki mikrobiyolojik kalite sorununu aşmanın tek yolunun kaynatmak olduğunu unutmamak gerekir. Sütün kaynatılması durumunda da besin değerinin azaldığı da bilinmeli" dedi.

Araştırmalarda, geleneksel kaynatmanın sütün besin değerine olan etkisinin incelediğine işaret eden Uzm. Dr. Özkul, sokakta alınan açık sütün sağlığa zararlı mikroorganizmaların yok edilmesi için uzun süre 90-95 santigrat derecede en az 10- 15 dakika kaynatılması gerektiğini ifade etti. 15 dakikalık süre sonrasında çiğ sütteki vitaminin yüzde 66, riboflavin ve folik asitin yüzde 50, niasinin yüzde12 oranında azaldığını, B12 vitaminindeki kaybın da 20 dakika sonunda yüzde 30'a ulaştığını belirten özkul, şu bilgileri verdi: "Araştırmalar için alınan numunelerin vitamin değerlerin de beklenilenin çok altında olduğunu, sütlerin içine su katılmış olabileceğini düşünüyoruz. Satışı yasak olmasına karşın Türkiye'de süt tüketiminin yüzde 62'si açıkta satılıyor."
 
#158 - Mart 18 2009, 14:05:13

Kalbinde pil olanlar anne olabiliyor mu?

"Eyvah! Yoksa anne olamayacak mıyım?" sorusunu sormak gereksiz...

 
Doç. Dr. Kani Gemici, kalp pillerinin hamilelik sürecine etkileri hakkında bilgi verdi.

Birçok hasta grubu gibi ritim bozukluğu nedeniyle kalbine pil takılan hastalar da, hamilelik öncesi aynı korkuyu yaşıyor.

Ancak yaşadıkları bu korku tamamen yersiz. Çünkü kalbinde pille yaşayan kadınlar hamile kalabiliyor, normal doğum ya da sezaryen ile bebek sahibi olabiliyor. 

Dünyada milyonlarca kişi kalp pili ( pacemaker) taşımaktadır. Bu ileri teknoloji ürünü küçük cihazlar, kalp hızının yavaşlamasını engellemekten kalp yetersizliğini tedavi etmeye, kalbe pompa görevi yapmaktan ani ölümleri engellemeye kadar birçok amaç için kullanılmaktadır. Takıldıktan sonra yaşanılan şikayetleri ortadan kaldıran cihaz, hastanın yaşam kalitesini artırarak normal hayata dönmesine yardımcı olmaktadır. Kalp pili ile yaşayan kişiler işlerini yapabilir, araba kullanabilir, yolculuk edebilir, yüzebilir, hobilerine ve cinsel yaşamlarına devam edebilir hatta anne olabilirler.

Kalbine pil takılmış olan hastaların büyük bir kısmını, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar oluşturmaktadır. Aritmi yani ritim bozukluğu, kalp vuruşları arasındaki düzenin kaybolması bununla birlikte ya da yalnız başına ritmin normal sınırların üzerinde hızlanması ya da belirgin seviyede yavaşlaması durumudur. Özellikle kadınlar, daha çok hormonal sebeplere bağlı olarak ritim bozukluğu sorunu ile karşı karşıyadır. Ritim bozukluğu, çocukluktan itibaren var olan altyapıyı tetikleyen; aşırı stres, yoğun efor, korku ve gerilim gibi nedenlerle ortaya çıkabildiği gibi, genç kızlık döneminde ilk adet ile birlikte, bunu takip eden regl dönemlerinde ve hamilelikte de ortaya çıkabilir.       
 
Ritim bozukluğu kendini nasıl gösterir?
Hastalar; ‘çarpıntım var’, ‘kalbim tekliyor’, ‘göğsüme yumruk hissi var’, ‘göğsümde kuş çırpınıyor’, ‘kalbim sürekli koşuyor’ gibi şikayetlerde bulunur. Ritim bozukluğu ilk ortaya çıktığı anda ölümcül olabileceği gibi, artıp şiddetlenerek kalp fonksiyonlarında hasara hatta kalp yetmezliğine neden olabilir. Bu nedenle altta yatan neden mutlaka araştırılmalı, EKG, EKO, efor, Holter gibi tetkiklerle aritminin sebebi belirlenmelidir. Ailesinde ani kalp ölümü hikayesi olan kişilerin ritim bozuklukları ise, genetik incelemeler ile birlikte yapılarak altta yatan neden detaylı olarak araştırılmalıdır.

Ritim bozukluğu gebelik döneminde ortaya çıkabilir mi?
Gebelik döneminde gebeliğin verdiği stres ve yük nedeniyle bazı ritim bozuklukları ortaya çıkabilir. Bu aritmilerde betabloker ilaçlar kullanılmaktadır. Bu grup ilaçlar, yan etkileri diğer ilaçların yan etkileri göz önüne alındığında, güvenilirdir. Radikal olan ve tedavi edilemeyen ritim bozukluklarında kullanılan öteki antiaritmik ilaçlar gebelik sırasında kesilmektedir. Bu ilaçlar daha az yan etkisi olan diğer ilaçlarla değiştirmek zorunda kalınabilir. Hamilelik döneminde özellikle bradikardiler, yani kalbin yavaş çalıştığı durumlar çok önemlidir. Normal yaşamda tolere edilebilen bazı kalp hızları
(45-50) hamilelik döneminde bebeğin beslenmesini olumsuz etkilemekte, düşük kalp hızları bebek için tehlike oluşturmaktadır.

Aritmi sorunu yaşayan bir kadın anne olabilir mi?
Gebelik döneminde normal bir kalpte bile ritimde bazı düzensizlikler olabilir. Ancak bu tolere edilebilir sınırlardadır. Çoğu zaman hastanın endişelerinin giderilmesi yeterli olmaktadır. Ancak hastanın daha önceden belirlenen bir ritim bozukluğu varsa ve gebelik planlanıyorsa, hastanın yakın takip altında olması gerekir. Çünkü ritim bozukluğu için kullanılan ilaçlar, betablokerler dışında, bebek için güvenli olmayan ilaçlardır. Bunun için ritim bozukluğunu radikal olarak kökten tedavi etme şansı varsa; elektrofizyolojik işlem ve radyofrekans kateter ablasyonu gibi girişimsel yöntemlerle bu mümkün olabiliyorsa, hastaların gebelikten önce bu tedavileri uygulatmaları gerekir. Çünkü işlem sırasında yoğun radyasyon alınmakta ve bu miktar da bebek için tehlike oluşturmaktadır. Bebek çok özel korumalarla, kurşun önlüklerle korunabilir ancak bu durum, hekimler tarafından tercih edilmemektedir. Bu nedenle hastaların bu işlemleri gebelik öncesinde yaptırmaları önemlidir.

Tedavi için hamilelere kalp pili takılabilir mi?
Tedavi bakımından, ‘henüz kalp pili takılması için erken’ gibi düşünülen ancak artık gebeliği gündemde olan bir kişinin kalbine pil takılması, gebelik öncesine alınabilir. Takılan kalp pili ile bebeğin yaşamının önündeki risk de engellenmiş olur. Kalp pili takılması işlemi anjiyo – elektro fizyoloji laboratuvarında yapılmakta, anne az da olsa radyasyona maruz kalmaktadır. O nedenle pil işleminin gebelik öncesine alınması bir avantajdır.

Kalbinde pille yaşayan bir kadın anne olabilir mi?
Bebeklik döneminde bile hastalara kalp pili takılabilmektedir. Birkaç aylık, hatta birkaç günlük bir bebeğe kalp pili takılabilir. Gençlerde de sıklıkla kalp pilinin takılmasının gerekli olduğu durumlar ortaya çıkabilir. Kalbinde pil olan kişiler sosyal yaşamlarında evlilik ve sonrasında çocuk sahibi olmak isteyebilirler. Bu kişilerin evlenmelerinde ve çocuk sahibi olmalarında bir sakınca yoktur. Kalbinde pille yaşayan kadınların anne olmalarının önünde bir engel bulunmamaktadır. Ancak bu durumdaki anne adaylarının normal gebelere göre yakın takibi yapılmalıdır. Kalp pili taşıyan hastaların pil kontrolleri zaten periyodik olarak 6 ayda bir yapılmaktadır. Kalp pili olan gebelerde hastanın ihtiyacına göre değişmek kaydı ile bu kontroller 3 ayda bir yapılabilir. Ancak bazı durumlarda ayda bir de yapılabilir. Buna doktoru karar verir. Bu kontrollerin hastaya ya da bebeğe bir zararı yoktur. Sadece kalp pilinin iyi bir şekilde çalıştığını ve yeterli desteği verdiğini görmek bakımından çok önemlidir.

‘Eyvah anne olamayacağım’ korkusu yaşamayın! 
Kalp pilinin çocuğa da bir zararı bulunmamaktadır. Aksine, aritmi nedeniyle zarar görebilecek olan çocuğun anne karnında sağlıklı bir şekilde büyümesi için annenin kalbine pil takılmaktadır. Kalbinde pille yaşayan hamilelerin kardiyolog ve kadın doğum uzmanı ile iyi bir işbirliği içinde takipleri ve sağlıklı bilgi alış verişi yapıldığında, anne adayı için herhangi bir sorun yoktur. ‘Eyvah anne olamayacağım’ korkusu yaşamaları yersizdir. Kalp pili taşıyan hamileler normal doğum ya da sezaryen ile bebeklerini dünyaya getirebilir. Hamilelik süresince de normal sağlıklı anne adaylarının dikkat etmesi gerekenler dışında bir kurala da uymaları gerekmez. 

Defibrilatör kullananlar dikkat etmeli!
Pek çok çeşit kalp pili vardır. Genellikle defibrilatörler dışındaki kalp pilleri için annenin ve bebeğin hayatını tehdit edici bir engel yoktur. Ancak defibrilatörler konusu biraz daha özel bir alanı ilgilendirmektedir. Defibrilatörler hayatı tehdit edici özelliği olan ritim bozukluklarında takılan kalp pilleridir. Elbette yaşamı tehdit edici ritim bozuklukları gebelik döneminde ve doğum esasında bir risk oluşturabilir. Bu hastalarda ancak çok özel durumlarda, çok dikkatli ve iyi bir değerlendirme sonucu bir gebeliğe karar verilmelidir.       
#159 - Mart 18 2009, 14:06:19

PROTEZ TEMİZLEME TABLETLERİYLE MİKROPLARI UZAKLAŞTIRIN



Yaşlılıkta diş bakımı yaparken doğru yöntemleri uygularsanız uzun yıllar ağız sağlığınızı koruyabilirsiniz. Bu nedenle; akşam uyumadan önce protezlerinizi çıkarıp soğuk suya bırakmayı, protez temizleme tabletleri ve dişi ipi kullanmayı ama en önemlisi de diş hekiminize altı ayda bir uğramayı ihmal etmeyin!

Akıp giden yıllar dişlerimizde bazı değişikliklere neden olsa da, ağız sağlığının bozulması, aslında yaşlanmanın doğal bir sonucu değil. Örneğin; diş bakımına özen gösteren, diş hekimine düzenli olarak giden yaşlı birinin dişleri, yarı yaşındaki bir gencinkinden çok daha sağlam ve sağlıklı olabilir!

Medical Park Bahçelievler Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Mihmanlı, yaşlılıkta dişlerde meydana gelebilecek değişimleri ve ilerleyen yıllarda dişlere uygulanması gereken bakım yöntemlerini anlattı:

Ağız sağlığının bozulması, aslında yaşlanmanın doğal bir sonucu değildir. Bu durum; koruyucu diş hekimliği hizmetlerinin yetersizliğine, sistemik hastalıklara, ilaç kullanımına, yanlış ve yetersiz beslenmeye ve uygun yapılmayan ağız bakımına bağlı olarak gelişir. Hatta çoğu zaman ağız hijyenine dikkat eden yaşlı bireylerin ağız sağlığı, ağız hijyenine dikkat etmeyen genç bireylerden daha iyi olabiliyor.

DÜNYA YAŞLANIYOR, DİŞLER GENÇLEŞİYOR!

Yakın bir gelecekte; dünya nüfusunun yüzde 20’sinin 65 yaşın üstünde olacağı öngörülüyor. Diğer sağlık sorunlarında olduğu gibi, diş ve ağız sağlığı bakımından da eğitim ve bilinç düzeyinin artmasının olumlu yansımaları oluyor. Örneğin; diş sağlığı konusundaki bilincin artması, doğru beslenme yöntemlerinin uygulanması sayesinde, ileri yaş nüfusunun artışına rağmen, günümüzde dişler daha uzun süreler ağızda kalabiliyor. Özellikle de düzenli diş hekimi kontrolleri, yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyebiliyor.

Düzenli diş bakımıyla ağız sağlığını koruyabilsek de; yaşlanmaya paralel olarak minede meydana gelen aşınma sonucu dişlerde şekilsel değişiklikler görülebilir. Bu durum basit yüzeysel aşınmalardan, önemli madde kaybına kadar ilerleyebilir. Genel olarak, yaşlanma ile ilgili olduğu düşünülen ağız içi değişiklikler; diş kaybı, dişlerin renginde koyulaşma, dişetlerinde çekilmeler, tükürük miktarının azalması, ağız dokusunda ve kaslarda zayıflama ve tat duyusunun azalmasıdır.

Yaşla birlikte tükürük akışkanlığı azaldığı için bakteriyel plak birikimi dolayısıyla çürük ve dişeti hastalık riski artar.

PROTEZLERİNİZİ YILDA BİR KEZ CİLALATIN

GECE ÇIKARIN VE SOĞUK SUDA BIRAKIN

Yaşlanma ile ilgili olarak ağız içi ve çevre dokularda şekil ve fonksiyon açısından birtakım değişiklikler meydana gelebilir. Bu değişikliklerin ağız sağlığının bozulmasına neden olmaması için; kişisel bakımın ve düzenli diş hekimi kontrollerinin çok önemli olduğu unutulmamalı.

Yaş ilerledikçe en sık karşılaşılan sorun, dişeti çekilmeleri ve dişlerde aşınmalardır. Ancak dişler, evde yapılan düzenli bakım ve düzenli diş muayeneleri ile bir ömür boyu sağlıklı kalabilir.

Yaşlılıkta sistemik hastalıklarda artış olduğu için daha özenli ağız bakımı ve 6 ayda bir diş hekimi kontrolü gerekir. Ancak, ağız bakımı iyi olmayan ve ağız dokularını etkileyen sistemik hastalığı olanlar, daha kısa (1-3 ay gibi) aralıklarla doktora gitmelidir.

Her zaman olduğu gibi yaşlılıkta da dişler günde en az iki kere florürlü bir macunla fırçalanmalı.

Dişeti dokusunun kaybı sonucu oluşan dişler arası boşluklar, besin birikimine neden olacağı için, bu alanların temizliğinde özellikle de gece ağız bakımı sonrasında arayüz fırçası ve diş ipi ile yapılmalıdır. Ağız gargaraları da önerilir.

Yaşlılarda dişeti mekanik kuvvetlere karşı dirençli olmadığı için, bu hastalara yumuşak kıllardan oluşan diş fırçaları tavsiye edilir.

FLOR UYGULAMASI YAPILMALI

Dişlere yapılan flor uygulamaları ile kök çürüklerinin oluşumu veya başlangıç halindeki çürüklerin ilerlemesi önlenebilmektedir.

Protez diş kullanan yaşlılar ise yemeklerden sonra protezlerini mutlaka fırçalamalıdır. Ayrıca kullanılan protezlerin yılda bir kez diş hekimine gidilerek profesyonel olarak temizliği yapılmalı, cilalanmalı ve gerekli görüldüğünde yenilenmeli.

Protezler gece mutlaka çıkarılmalıdır; çünkü dişetlerinizin de dinlenmeye ve havalanmaya ihtiyacı vardır. Çıkarılan protezler temizlenmeli ve soğuk su içinde tutulmalıdır.

YUMUŞAK FIRÇA VE DİŞ İPİ KULLANIN

Protez temizleme tabletleri de protezlerin mikroplardan arınmasına yardımcı olur.

Tüm bunların yanında yumuşak dokular düzenli kontrol edilmeli, olası değişiklikler kanser yönünden mutlaka incelenmelidir.

Yaşlıda diş kaybı fazla olduğu için, kalan dişler sabit veya hareketli protezlerin tutuculuğunda önemli rol oynarlar. Bu yüzden, çürük dişlerin tedavisi gereklidir.

Sürekli alınan bazı ilaçlar ağız kuruluğuna neden olabilirler. Tükürük, dişleri çürüğe karşı koruyan doğal bir salgıdır, bu nedenle tükürük salgısında azalma varsa diş hekimine danışılmalı.

Ağız bakımını gerçekleştiremeyen yatağa bağımlı hastalarda bu işlemler, hasta yakınları ve yardımcı sağlık personeli tarafından yapılır.
#160 - Mart 28 2009, 09:34:53
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


“OTTUR ZARARI YOKTUR” DEMEYİN, BİTKİSEL ÜRÜNLERİ KULLANIRKEN DİKKAT EDİN



Memorial Hastanesi İç Hastalıkları Bölüm Koordinatörü Prof. Dr. Yavuz Baykal, Halk arasında sıkça kullanılan bitkisel ürünlerin zararları ve tüketirken dikkat edilmesi gereken noktalar hakkında bilgi verdi.

Bitkisel Ürünler İlaçlardan Güvenli Değildir

Bitkisel ürünlerde zayıflama ilaçlarından, aktarlarda satılan karışımlara, zayıflama çaylarına kadar çok geniş bir pazar söz konusudur. Birçok bitkisel kaynaklı ürünler yıllardır kullanılmakta ve yararlı olduğu bilinmektedir. Bununla beraber bazı bitkisel ürünler kullanıcılar üzerinde ciddi yan etkilere neden olabilmektedir. Dikkat edilmelidir ki, bitkisel ürünler ilaçlardan daha güvenli değildirler. Hepsi olmamakla beraber bitkisel ürünlerin çoğu zararlı etkiler göstermektedirler. Ticaretini yapanlar kullanıcılara bu bitkisel ürünlerin çoğunun natürel oldukları söylemektedirler.

İlaçlardan farklı olarak bitkisel ürünler kullanılmadan önce test edilmezler ve dolayısıyla güvenli oldukları söylenemez. Bu ürünlerden bazıları toksik maddeler ve polen içerir ki; bu durum bazı kişilerde hastalıklara neden olabilmektedir. Bazılarının içersinde üzerindeki etikette belirtilmeyen steroid ve östrojen gibi maddeler bulunabilmektedir. Bir kısmının içersinde ise arsenik, civa, kurşun ve pestisid gibi zehirli maddeler bulunabilmektedir.

Kullanılan Bitkisel Ürünlerde Dikkat Edilmesi gereken Durumlar;

Bir bitkisel ürünün üzerinde doğal olduğunu belirten bir etiketin bulunması onun güvenli olduğunu göstermez. Örneğin kava ve eşek kulağı bitkisi ciddi karaciğer hastalığına neden olabilmektedir.

Bitkisel ürünler bir ilaç gibi düşünülerek, doğru kullanılmadığında veya büyük miktarlarda alındığında ciddi sağlık problemlerine neden olabilmektedir.

Hamile kadınlar veya emziren anneler özellikle dikkatli olmalıdırlar. Çünkü bu ürünler ilaç gibi etki gösterebilirler.

Bazı bitkisel ürünler ilaç gibi etki gösterdiğinden, kullanılan ilaçlarla etkileşerek, zararlı olabilmektedirler.

Birçok bitkisel kaynaklı ürünlerin içerisindeki aktif madde bilinmemektedir. Bu ürünlerin içerisinde onlarca, yüzlerce madde veya bileşik bulunmaktadır. Bilim adamları faydalı olduğu ileri sürülen ürünler içerisindeki bileşenleri tespit etmeye çalışmaktadırlar.

Yapılan araştırmalar sonucu bitkisel ürünlerin etiketleri üzerinde belirtilen bileşiklerin haricinde daha birçok maddeler tespit edilmiştir.

Bazı bitkisel ürünlerin içerisinde metaller, etiketsiz ürünler, mikroorganizmalar ve diğer maddeler bulunmaktadır.

Bitkisel Ürünler Sizi Hasta Edebilir

Tedavi veya destek amacıyla kullanılmakta olan yüzlerce bitkisel ürün mevcuttur. Bunlar içerisinde en çok bilinenler; sinameki, bitkisel çaylar, papatya türleri, yosun hapları, kondriotin sülfat, ekinezya, efedra, garlik, ginkgo biloba, ginseng, kava, glukozamin, melatonin ve fitoöstrojenlerdir.

Sık kullanılan ilaçlardan biri olan sinameki, vücuttaki suyun atılmasını hızlandırıcı etkiler içermektedir. Kullanılan diüretik çaylar (zayıflama ve form çayları) bağırsaklarda bulunan “mikrovillus” adı verilen tüycüklerin kısalmasına ve düzleşmesine, dolayısıyla kabızlığa yol açmaktadır. Sinameki kullanıldığı durumlarda besin öğelerinin emilimlerinde sıkıntılar yaşanabilir. Mesela potasyum emilimi azalınca kalp kaslarına olumsuz yönde etki eder. Sonuç, kalp hastalığına kadar gidebilir.

Özellikle Zayıflamak için Kullanılan Yosun Haplarında Ciddi Yan Etkiler Söz Konusudur

Bu tip hapların içersinde “sibutramin” adlı iştah azaltıcı bir madde yer almaktadır. Gerçekte insanlar yosunla değil sentetik bir madde ile zayıflıyorlar ve madde kontrolsüz kullanıldığı için birçok kişinin ölümüne yol açmıştır. Doğadan toplanan mantarlar ile zehirlenen insanlara yönelik haberler basında bol miktarda mevcuttur. Doğadan toplanan ve demlenerek içilen papatyalar da kimi zaman ciddi zehirlenmelere yol açabilmektedir. Çok çeşitli papatya türlerinden bazıları böcek öldürücü, bir başkası migren, diğeri ise soğuk algınlığı tedavisi amacıyla kullanılmaktadır.

Yaşlılar ve Hastalar Özellikle Dikkat Etmeli

Kullanılmakta olan bu bitkisel ürünler bazı hastalık durumlarında güvenli değillerdir. Bu ürünler özellikle yaşlı kişilerde tehlikeli olabilmektedir. Dolayısıyla bitkisel kaynaklı ürünleri aşağıdaki sağlık problemi olanlar kullanırken çok dikkatli olmalıdırlar.

Kanama problemi olanlar
Kanserli hastalar
Şeker hastalığı olanlar
Prostat rahatsızlığı olanlar
Sarası (epilepsi) olanlar
Göz tansiyonu (glokom) olanlar
Kalp hastalığı olanlar
Hipertansiyonu olanlar
Psikiyatrik hastalığı olanlar
Parkinson hastalığı olanlar
Karaciğer hastalığı olanlar
Felçli hastalar
Tiroid hastalığı olanlar
Bağışıklık sistemi yetmezliği olanlar.

Bitkisel ürünleri kullanan ve cerrahi müdahale geçirecek olan kişiler bu durumu mutlaka doktoruna belirtmelidirler. Çünkü bitkisel ürünler kanama ve anestezide bazı sorunlara yol açabilmektedir. Bu gibi durumlarda bitkisel ürünün iki hafta önceden kesilmesi gerekmektedir.

Bitkisel ürünler özellikle böbrek ve diyaliz hastalarında; kan basıncı, kan şekeri ve pıhtılaşma üzerine tahmin edilemeyen etkiler ve elektrolit dengesizlikleri nedeniyle zararlı olabilmektedir.

Bu Bitkileri Bu İlaçlarla Kullanmayın!

Ekinezya; aspirin ve kortizon tipi ilaçlarla
Efedra; burun açıcı (dekonjestan) ilaçlar, kafein, tansiyon ve kalp ilaçları ile
Garlik; Aspirin ve romatizma ilaçları ile
Ginkgo biloba; aspirin, romatizma ilaçları, kan sulandırıcı ve idrar söktürücülerle
Ginseng; aspirin-romatizma ilaçları, kalp ilaçları, şeker hapları, idrar söktürücülerle
Glukozamin; idrar söktürücü ve insülinler
Kava; Parkinson ilaçları ve kan sulandırıcılarla
Melatonin; romatizmal ilaçlar, kortizon ve beta blokerler ile
Kondriotin sülfat; aspirin ile birlikte kullanılmamalıdır.

Yan Etkileri Göz Önünde Bulundurun

Ekinezya kullananlarda; mide rahatsızlığı, ishal, kabızlık, allerji,
Garlik kullananlarda bulantı, ishal, kanama, alerji
Ginseng kullananlarda baş ağrısı, uyku problemi, ürtiker, vajinal kanama, göğüslerde hassasiyet, tansiyon problemi
Ginkgo biloba kullananlarda mide rahatsızlığı, ishal, baş ağrısı, kanama, epilepsi, kramplar
Glukozamin kullananlarda mide rahatsızlığı, şişkinlik, gaz, ishal
Kava kullananlarda uyuklama, kaşıntı, karaciğer rahatsızlığı
Melatonin alanlarda uyuklama, baş ağrısı, depresyon, mide rahatsızlığı
Fitoöstrojen alanlarda meme ve rahim rahatsızlıkları, tiroid problemleri
Sarımsak ve zencefil gibi bitkiler kandaki pıhtılaşmayı azaltır. Bu nedenle cerrahi müdahalede bulunulacak kişiler ile aspirin ve ağrı kesici kullananların bu bitkisel ilaçları almaması gerekir.
Efedra alanlarda baş ağrısı, sinirlilik, tansiyon yüksekliği, felç ve kalp krizi görülebileceği unutulmamalıdır.

#161 - Mart 28 2009, 09:35:23
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


OFİSİNİZ SPOR SALONUNUZ OLSUN



Memorial Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Murat Öztürk, “Ofis yaşamında hareketsilik ve uzun süren çalışma saatleri” nedeniyle ortopedik şikayetlerin görülebileceğine dikkat çekerek, ofis çalışanlarına tavsiyelerde bulundu.

Artan Rekabet ve Kariyer Planı Ofiste Geçirilen Zamanı Artırıyor

İş yaşamında artan rekabet ve pozisyonların korunması isteği günümüzde ofiste geçirilen zamanı artırdı. Elbette ofiste evinizdeki konforu bulmanız mümkün değil, ancak birkaç ayrıntıya dikkate ederek iş yaşamında da sağlığınızı korumanız mümkün.

Çalışma saatlerini, işi ya da şirketin insan kaynaklarının tavrını değiştiremiyorsak, davranışları ve alışkanlıkları değiştirmeliyiz. Yani “İş yine bize mi kaldı?” diye düşünmeyin, pes etmeyin ve hep beraber neleri değiştirebiliriz gözden geçirelim.

İçinizdeki Polyanna’yı Harekete Geçirin

Öncelikle pozitif bakış açısı için içinizdeki Polyanna’yı harekete geçirme zamanı. Zamanınızın çoğu ofisinizde geçiyor, ofis geniş olmayabilir, az gün ışığı alıyor olabilir, telefonlar durmadan çalıyor olabilir, ama bu ofis unutmayın ki saatlerinizi geçirmek durumunda olduğunuz yer.

Stajyerleri Unutun

Ofisinizi sizi ifade eden hale dönüştürün. Örneğin poster, resim, zevkinizi ve farklılığınızı yansıtan bir masa ve masa lambasıyla bunu sağlayabilmeniz mümkün. Sonrasında alışkanlıklarınızı değiştirme zamanı; kısaca daha çok hareket etme zamanı. Her bir dosyayı bir başka dolaptan almak gerektiğinde, uzak yazıcıdan çıktıları almak için ya da fotokopi çekmek gerektiğinde stajyerleri unutun. Ofis hayatının kalori yakmak için her fırsatın değerlendirilebileceği bir ortam olduğu algısı yerleşmelidir. Aşırı ergonomik ofisler hareket bloklayıcıdır, ‘’uzaktan kumandayı’’ işe taşımaktır.

Ofisteki Koltuğunuz Sizi Kucaklamalı

Ofis ekipmanlarını değiştirme zamanı; hepsini değil tabiî ki en önemli olanları. El bileğinizin sağlığı için yastıklı bir mouse pad tercih etmelisiniz. Birçok problemin kaynağı olan oturduğunuz ‘’sandalyenizi’’ değiştirmeniz gerekmektedir. Ofisteki koltuğunuz-sandalyeniz evdeki koltuğunuz neyse o olmalıdır, sizi kucaklamalı, sarmalı ‘’kollukları’’ olmalıdır. Alt bel bölgenizi desteklemeli ya da sizin ekstra destekleyiciniz olmalıdır. Yüksekliği ve yatırılabilirliği “ayarlanabilir” özellikte, ayak tabanları yerle tam temas halindeyken, dizlerin 90 derece bükülmesine izin veren yükseklikte olmalıdır.

Baş önde, omuzlar göğüs kafesinin gerisinde, karın bölgesi gevşemiş, anormal omurga eğrisi ve sıkıntı çeken organlar. Bu, uygun olamayan koltuk ve sandalye ile gelişebilecek klasik bir görüntüdür.

“Tekrarlayan Gerilme Yaralanmaları” diyebileceğimiz ‘’Tendinitis, Tenisçi Dirseği, Aşırı Kullanma, Karpal Tunel Hastalığı’’ ofis hayatının belki bulaşıcı değil ama dilden dile dolaşan kronik rahatsızlıklarıdır.

Esneme Hareketlerini Unutmayın

Ofis rahatsızlıklarının ana nedeni uzun süreler aynı poziyonda kalma ve hareket azlığıdır. Bunlardan dolayı da hareketler, zaten zamanla yarışılan ortamda kalori yakmayı amaçlayan ya da uzun tekrarlar içeren ‘’gerçekçi olmayan’’ öneriler yerine ‘’esneme’’ odaklı olmalıdır. Yarım saatlik aralar ideal olsa da, saat başlarında el bileği omuz, boyun ve sırt için esneme hareketleri 5 dakikalık aralarda yapılabilir. Her bir esnemeyi 15sn-1dakika süresince devam ettirin.

Omuzlar ve Sırt

Ellerinizi başınızın arkasında birleştirerek dik bir şekilde oturun.
Pozisyonunuzu koruyacak şekilde dirseklerinizi yapabildiğiniz kadar arkaya doğru yavaşça çekin.
Üst Gövde

Sandalyenin ucuna doğru oturup sandalyenin arkasını sıkıca tutun.
Kollarınızı kırmayın.
Belinizi dik tutup, omuzlarınızı, sırtınızı ve göğsünüzü esnetmek için gövdenizi ileriye doğru çekin.

Bacaklar

Oturun.

Ayaklarınızı esnetirken sandalyenin oturma yerini sıkıca tutun ve bacağınızı havaya kaldırın.

Bacağınızı yavaşça önce dışarıya doğru, daha sonra geri, orta ve aşağıya doğru hareket ettirin. Bu bacağınızın uyluk kısmını kuvvetlendirir.

Temel amaç kısa süreler ile “esnemek” ve her işi bir hareket bahanesi olarak görmektir. Bu sizin günde ekstradan 400-450 kcal/gün yakmanızı sağlar. Günlük ihtiyacınızın 2000-2500kcal olduğu düşünüldüğünde, yediği bir iri dilim pastanın ya da sütlü-kremalı bir mocha’nın yakılması demektir. İşinizde, ofisinizde artmış hareket size iki defa kazandırır.

#162 - Mart 28 2009, 09:35:59
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Hamilelikte aşırı kafein düşük riskini artırıyor



Çoğumuz için sabahları bir fincan kahve içmek bir ritüel halini aldı. Üstelik bunun haklı gerekçeleri de var. Kahvenin içeriğindeki kafeinin vücudumuzda yarattığı en önemli etkiler bizi uyarması ve mutluluk hormonu olarak bilinen dopaminin salgılanmasını sağlamasıdır. Ancak kafein aşırı derecede alındığında hamileler için tehlike oluşturabilir. VKV Amerikan Hastanesi Kadın Sağlığı Ünitesi uzmanlarından ve www.tupbebek.com sitesinin medikal direktörü Dr. Senai AKSOY hamilelikte kafein alımı hakkında en önemli soruları yanıtladı.

Hamilelikte kafein alımı ne tür etkiler yaratır?

İlk önce akılda tutulması gereken kafeinin bir vitamin ya da besin maddesi olmadığıdır. Kafeinin hiçbir besleyici değeri yoktur.

Yapılan çalışmalar hamilelikte yüksek miktarlarda kafein alımının (günde 6 fincandan fazla kahve) özellikle ikinci trimester düşükleri başta olmak üzere düşük ile ilişkili olabileceğini göstermektedir.

Hamile olmayan kadınlarda kafeinin asıl etkisi kalp ve dolaşım sistemi ile sinir sitemi ve davranışlar üzerindedir. Hamilelik ya da emzirme süresinde alınan kafein fetus ve yeni doğanda da benzer etkiler yaratır. Hamilelikte kafeinin yarı ömrü 11 saate kadar uzayabilir. Fetus da ise durum daha ürkütücüdür: 100 saat. Bu ne demektir? İçtiğiniz kahveden bebeğe geçen kafeinin yarısından fazlası 100 saat sonra bile hala daha karnınızdaki bebeğin kanında dolaşmaktadır. Bebeğiniz ne kadar küçük ise onun kafeini detoksifiye etme yeteneği de o kadar azdır.

Alınan orta düzeyde kafein anne adayında çarpıntı ve benzeri yakınmalar yaratmasa da bebeğin kalp atımlarında ve solunumunda (bebek daha doğmadan da anne karnında solunum hareketleri yapar) belirgin artışa neden olabilir.

Yapılan hayvan deneylerinde anne karnında orta ya da yüksek düzeyde kafeine maruz kalan fetusların beyin ağırlıklarında azalma ve beyin gelişiminde dalgalanmalar izlenmiştir. Benzer şekilde bu fetuslar da doğumdan sonra öğrenme ve hatırlama güçlükleri ortaya çıkmaktadır.

Öte yandan kafein; alkol, nikotin ve bazı diğer ilaçların kanser yapıcı etkilerini arttırmaktadır.

Öte yandan kafein bir idrar söktürücüdür. Hamilelik sırasında fazla miktarda alınımı sıvı ve kalsiyum kaybı ile dehidratasyona yol açabilir.

Özellikle yemeklerden hemen sonra alındığında bağırsaklardan demir emilimini %40 oranında azaltır ve bu demir gereksiniminizin çok yüksek olduğu hamilelik döneminde oldukça önemlidir.

Bu bilgilerin ışığında Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi (FDA) 1981 yılında yayınladığı görüşünde hamile kadınların kafein içeren gıda ve içeceklerden uzak durmalarını ya da sınırlı miktarda tüketmelerini önermektedir. Yine aynı kurum gebeliğin ilk trimesterinda kesinlikle kafein alınmamasını önermekte.

Hamile kalınca kafein alımını mutlaka bırakmalı mısınız?

Her zaman değil. Aşırıya kaçmamak kaydıyla kafein içeren içeceklerin keyfine varabilirsiniz. Yapılan pek çok araştırma hamilelik sırasında alınan az ya da orta düzeyde kafeinin bebek ya da anne adayına zarar verme riskinin düşük olduğunu göstermektedir. Orta düzeyde kafein (300 - 400 mg) günde 2-3 fincan granül kahveye denk gelmektedir.

Önerilenden fazla kafein almanız çok mu tehlikelidir?

Gerçekte bunun cevabını kimse tam olarak bilememektedir. Konu ile ilgili olarak elde yeterli bilimsel kanıt yoktur. Bu nedenle size bilimsel bir tavsiyede bulunamayız.

Bazı çalışmalar yüksek miktarda kafein alımının düşük, düşük doğum ağırlığı ve yarık damak yarık dudak gibi anomalilerle ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Ancak bu çalışmalarda eksik olan nokta alkol alımı, sigara gibi bu durumlara yol açabileceği bilinen diğer risk faktörlerinin dikkate alınmamış olmasıdır.

Tüm dünyada bugün kabul gören görüş çok fazla miktarda kafein tüketiminin düşük doğum ağırlıklı bebeklere neden olabileceği ve kafeinin sadece çok yüksek dozlarda alındığında risk yaratabileceğidir.

Hangi besin maddesinde ne kadar kafein bulunur?

Kafein tahmin ettiğinizden daha fazla maddenin içinde bulunur. Örneğin çikolata ve bazı bitkisel çaylarda da kafein vardır. Bazı soğuk algınlığı ilaçları ile ağrı kesiciler dekafein içerir. Benzer şekilde alerji ilaçlarında da kafein olabilir.

Çay ve kahve gibi içeceklerin içerdiği kafein miktarı demleme ya da hazır olmasına yada kahvenin türüne göre değişebilir. Sanılanın aksine kola dışındaki pek çok meşrubatta da kafein bulunmaktadır. Aşağıdaki tabloyu inceleyerek sık tüketilen bazı maddelerin kafein içeriklerini kontrol edebilirsiniz. Sonuçta aslında farkında olmadan ne kadar fazla kafein aldığınızı göreceksiniz.

Madde Miktar Kafein
Filtre kahve 1 fincan 135-200 mg
Espresso 1 fincan 100 mg
Cappuccino 1 fincan 100 mg
Hazır kahve 150 cc 57 mg
Türk kahvesi 1 fincan 57 mg
Dekafeine kahve 150 cc 5 mg
Demleme çay 175 cc 20 - 110 mg
Ice Tea 330 cc 70 mg
Hazır çay 200 cc 30 mg
Kola 1 Kutu 30 - 56 mg
Diyet Kola 1 Kutu 38 - 45 mg
Kola dışı meşrubat 1 Kutu 50 mg civarı
Meyveli gazoz 1 Kutu 0 mg
Çikolata 60 gram 10 - 50 mg
Kakao 1 küçük fincan 4 mg
Bazı ağrı kesici ve soğuk
algınlığı ilaçları 1 tane en az 30 mg

Hamilelikte kafein alımını nasıl kontrol edebilirsiniz?

Gün içinde aldığınız kafein miktarını bazı küçük değişikliklerle azaltabilirsiniz. Örneğin sallama çay içiyorsanız poşeti suda 5 dakika yerine 1 dakika bekleterek kafein oranını yarı yarıya azaltmanız mümkündür. Bitkisel çay tercih ediyorsanız mutlaka kutusundaki uyarıcı etiketleri kontrol edin. İçindeki kafein ve diğer maddelerin miktarını kutusunda yazmayan markları tercih etmeyin. Bu şekilde hamilelikte kullanılması sakıncalı olabilecek katkı maddeleri içermediğinden de emin olabilirsiniz.

Eğer kahve sizi zihinsel açıdan rahatlatıyorsa, ya da sabah ritüeliniz ise kafeinsiz kahveleri tercih etmeye çalışın.

#163 - Mart 28 2009, 09:36:27
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


BEYNİN KÖTÜ ŞAKASI; PANİK ATAK



Gittikçe zorlaşan hayat şartları, yaşanan yoğun stres ve benzeri birçok olumsuzluk ile ortaya çıkabilen “panik atak”, çağın hastalığı haline geliyor. Hastalığı “Akut ve ani olarak gelişen yoğun korku ve anksiyete nöbeti” olarak tanımlayan Reem Nöroloji Merkezi kurucularından Doktor Mehmet Yavuz, panik atak hastalarının endişe ve panik dolu yaşamlarını, tedavi yöntemlerini, alınması gereken tedbirleri şöyle anlatıyor…

Hastalığın beynin kişiye kötü bir şakası olduğunu belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, atak esnasında kişinin, öleceğini ya da çıldıracağını düşünerek panik havası ile ne yapacağını şaşırdığını vurguluyor. Beyin henüz belirlenemeyen bir sebepten dolayı vücuda acil hastalık alarmı veriyor, bu andan itibaren vücudun tüm organları aslında mevcut olmayan bu hastalığa karşı savunmaya geçiyor. Panik atak rahatsızlığında kişi çoğunlukla kardiyovasküler rahatsızlıklar, felç ve beyin kanaması gibi beyin hastalıkları, mide kanaması, bulaşıcı hastalıklar gibi durumlar ile karşılaştığını düşünüyor.

Dr. Mehmet Yavuz panik atakla ilgili şu örneği veriyor:

“Diyelim ki, beyin kalp krizi alarmı verdi. Bu durumda nabız hızlanır, tansiyonda iniş çıkışlar (daha ziyade yükselme) yaşanır, terleme olur, kana geçen fazla miktarda adrenalinden dolayı ısı derecesi düşer, el ve kollarda uyuşmalar olur, vücut beyinden gelen alarma karşı üst düzey savunmaya geçer. Böylece kalp krizi geçirdiğini sanan birey, yaşadığı yoğun ölüm korkusu ile kendini en yakın sağlık merkezine zor atar. Ancak hastanedeki tüm tetkikler kalp krizinin olmadığını gösterir. Kişi bununla da yetinmez olası tüm araştırmaları farklı sağlık merkezlerinde tekrar yaptırır. Hiçbirinde sonuç farklı değildir. Tüm doktorlar kalp yönünden sağlam raporu vermesine rağmen, bilinmeyen bir zamanda yine aynı sendrom yaşanır. Kişi her defasında “Ya gerçek kalp krizi yaşıyorsam…” şüphesi ile yine hastanelere koşar. Bu durum böyle yaşanır durur.”

Araştırmalar sonucunda bu rahatsızlığa yakalanan kişilerin çoğunluğunun zeki, mesleklerinde başarılı, iş-güç sahibi kimseler olduğunu belirten Dr. Yavuz, bu kişilerin genelde hassas, kendilerine ve çevrelerine önem veren, dostluklara değer veren tipler olduğunu vurguladı. Dr. Yavuz, dolayısıyla panik atağın, kişilik zayıflığından kaynaklanmadığını ve kendi iradesi ile üstesinden gelebileceği bir durum olmadığının da altını çiziyor.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, insanın bu rahatsızlık süresinde yaşadığı zorluklardan şöyle bahsediyor: “Normalde insan bir kez ölümü yaşar ve hayat biter. Ancak panik atak hastaları için durum böyle değildir. Onlar her atakta bir defa ölürler. Panik atak hastaları, birçok hekim farkında olmasa da aslında tedavi açısından en öncelikli hastalardır. Atak esnasında panik halinde en yakın sağlık kurumuna koşarlar. Hatta atak gelir de müdahale yapılamaz korkusu ile hastanelerden çok uzaklaşmamaya çalışırlar. Hayat tarzlarını her an hastaneye ulaşacak şekilde programlarlar. Atak olarak hissettikleri belirtilerin psikolojik olduğunu ve aslında gerçekten o hastalığın olmadığını düşünselerde, kendilerini ikna edemezler. Bu konuda çevrenin telkinleri de çok etkili olmaz. Kişi, her atak olduğunda hissettiği hastalığı, tüm gerçekliği ile vücudunun tüm sistemleri ile belirtileri yaşar.

Panik atak nasıl tedavi edilir?

Panik atak tedavisinde ilaç tedavisi, psikoterapi ve TMS uygulamaları, başlıca tedavi seçenekleridir.

Uzun soluklu olan panik atak tedavisinde ilaçlar yaklaşık 2 hafta sonrasında etkisini göstermeye başlar. Bu sebeple tedavide sabır en önemli unsurdur. Hastaların ilaç tedavisini iyileştiklerini düşünerek yarım bırakmamaları da oldukça önemlidir.

Ağır vakalarda ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik destek ve psikoterapi de uygulanabilir. Psikoterapi de hasta da panik atağa neden olan etkenlerin telkin yoluyla ortadan kaldırılması esasına dayanır. Hastaya panik atakla baş etme mekanizmaları öğretilir. Atağı yatıştıracak nefes alıp verme teknikleri öğretilir.

Özellikle ilaçlara cevap vermeyen ya da tam düzelmeyen hastalarda TMS seansları denenebilir. Manyetik stimülasyonla, depresyon ve panik atak merkezi resetlenerek temelden tedavi imkânları araştırılır. Bu tedavinin bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Her yaşta hastaya uygulanabilir. Hamile bayanlar gönül rahatlığı ile TMS tedavisi görebilirler. Antidepresanlar gibi kilo aldırıcı yan etkileri olmaz.

#164 - Mart 28 2009, 09:36:57
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


BAHARLA BİRLİKTE GELEN POLEN MEVSİMİ KABUSUNUZ OLMASIN



Memorial Hastanesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun Soysal, “Bahar alerjileri” hakkında bilgi verdi.

Duyarlı kişilerde alerjik reaksiyonlara sebep olan maddelere “alerjen” denir. Alerjenler vücuda hava/solunum yoluyla (polenler, küfler, ev tozları gibi), ağız yoluyla (besinler, ilaçlar gibi) ve deri yoluyla (kimyasal maddeler, böcek ısırıkları gibi) girebilir. Alerjik hastalıklar arasında astım, saman nezlesi, egzama, ürtiker (kurdeşen), göz nezlesi sayılabilir.

Alerji, genetik eğilimi olan kişilerde çevresel faktörlerin etkisi ile ortaya çıkabilmektedir. Alerjisi olmayan sağlıklı bir birey polenleri soluduğunda herhangi bir sorun yaşamazken, alerjik yapıdaki kişilerde hapşırık, burun akıntısı, nezle, nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır.

Polenler rüzgarla yayılarak oldukça geniş bir çevreyi etkileyebiliyor

Alerjik kişilerin güzel bahar günlerini kabusa çeviren polenler ya da diğer adıyla çiçek tozları, bitkilerin erkek tohumlarıdır. Küçük polenler, rüzgarla taşındıklarından bitkiden kilometrelerce uzaktaki kişide bile alerjiye neden olabilir. Alerjik bireylerin polen alerjileri farklılık gösterir. Ağaç polenleri daha çok Şubat-Mayıs, ot polenleri Mayıs-Haziran aylarında, yabani ot polenleri ise yaz ortasından sonbahara dek yakınmalara neden olur. Sabah saatlerinde havadaki polen miktarı genellikle daha fazladır. Yağmurlu günlerde havada uçuşan polen miktarı azaldığından polen alerjisi olan kişiler rahat eder. Tam tersine sıcak ve rüzgarlı günlerde polen yayılımı artar. Bazı kişilerde alerjik oldukları polenle benzer aileden olan bitkilere karşı da alerji görülebilir. Buna “çapraz alerji” adı verilmektedir. Örneğin, huş ağacı polenine alerjisi olan kişiler, elma, armut, havuç, kereviz ve domates yediklerinde dudaklarında ve damaklarında kaşıntı olabilir.

Polenler alerjik hastalıkları tetikliyor

Polenler, saman nezlesi (alerjik nezle) ve astım belirtilerini tetikleyebilirler. Saman nezlesi aslında “mevsimsel alerjik rinit” olarak bilinen hastalığın halk arasındaki adıdır. Çoğunlukla ilk belirtiler çocuklukta ve gençlikte ortaya çıkar. Burunda ve genizde akıntı ve kaşıntı, hapşırık, gözlerde sulanma/yaşarma/kızarıklık, gözaltlarında morarma gibi yakınmalara neden olur. Çocuklarda burnun elle yukarı doğru sürekli itilmesiyle (“alerjik selam”) burun üzerinde çizgi şeklinde iz görülebilir. Hayat kalitesini oldukça bozan bu rahatsızlık, polenlerin solunmasıyla ve gözlere temas etmesiyle ortaya çıkar. Allerjik nezlesi olan bazı hastalar, mikrobik bir solunum yolu enfeksiyonu geçirdiklerini düşünebilirler. 1-2 haftayı geçen şikayetleri olan hastalar, mutlaka bir hekime başvurmalıdır.

Saman nezlesinden korunmada ilk adım, hastanın hangi polene karşı alerjisinin olduğunun saptanmasıdır. Bu amaçla hızlı ve kolay uygulanan deri testlerinden, kimi zaman da kan testlerinden yararlanılır. Alerji yapan etken saptandığında, kişi bundan olabildiğince uzaklaşmalıdır. Tedavide alerji önleyici ilaçlardan yararlanılır. Uygun kişilerde aşı tedavisi de belirtilerin giderilmesine yardımcı olabilir.

Bahar ayları astım şikayetlerini artırıyor

Nefes darlığı, hava açlığı, öksürük, balgam çıkarma, göğüste tıkanma hissi gibi belirtilerle seyreden astım, bahar aylarında polenlerin yayılmasıyla kötüleşebilir. Polen alerjisi olan astımlı hastaların alerjik oldukları polenlerin yayıldığı haftalar/aylar boyunca şikayetleri artabilir. Bu dönemde hastanın ilaç tedavisinin yeniden düzenlenmesi gerekebilir. Diğer alerjenlere göre polenlerden kaçınmak biraz daha zordur. Bunun için alınacak bazı tedbirlerle kişinin maruz kaldığı polen miktarı azaltılabilir. İdeal olan kişinin alerjisinin olduğu bitkinin yetiştiği bölgeden başka bir yere taşınması gibi görünse de bir polene alerjisi olan kişi, yeni bir bölgeye taşındığında zaman içinde maruz kaldığı yeni polenlere karşı alerji geliştirebilmektedir.

- Astım hastaları polen mevsiminde nelere dikkat etmeli?

Araba ve evlerin pencereleri kapalı tutulmalıdır. Polenler daha çok sabah saat 05.00-10.00 arasında yayıldıklarından ev öğleden sonra havalandırılmalıdır.

Hasta mümkün olduğunca sokağa çıkmamalıdır. Dışarı çıktığında yapabiliyorsa polen maskesi kullanmalıdır.

Polen mevsiminde açık havada spor yapmak doğru değildir.

Dışarı çıkarken gözlerin yanını da örten güneş gözlüklerinin faydası olabilir.

Dışarıdan eve gelindiğinde hemen giysiler değiştirilerek yıkanmalı, mümkünse burun içini dahi yıkayarak banyo yapılmalıdır. Saçların yıkanması da buraya yapışan polenlerin temizlenmesi açısından yarar sağlar.

Çamaşırlar dışarıda kurutulmamalıdır, üstlerine polen yapışabilir. Mümkünse polen mevsiminde çamaşır kurutma makinesi kullanılmalıdır.

Evde ve arabadaki klimaların polen filtreleri sık sık değiştirilmelidir.

Ev içi hava temizleyiciler eve giren polenlerin ortadan kaldırılmasında faydalı olabilir.

Polen mevsiminde toz, sigara dumanı, boya kokusu, parfüm gibi irritanlardan uzak durmak, polen alerjisi olan kişinin şikayetlerinin ağırlaşmasını engeller.

Kişi kalıtsal olarak alerjiye eğilimli de olsa, alerji gelişiminde çevrenin rolü yadsınamaz. Alerjiye genetik yatkınlığı olan kişilerin alacağı alerji karşıtı önlemler, alerjik yakınmaların ortaya çıkmasını engeller, ya da geciktirir.

#165 - Mart 28 2009, 09:37:34
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızl??ktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Bahar kâbusunuz olmasın!



Alerjik rinit, yaşam kalitenizi bozmasın…

Havalar artık ısınmaya başladı. Güneşli günlere hiçbirimizin diyeceği yok. Bir de bahar nezlesi olmasa…

Alerjisi olanlar için ise bahar tam bir kâbusa dönüşebilir. Baharla birlikte başlayan peş peşe aksırıklar, burun akıntısı, gözlerde kızarma ve sulanma, gözyaşlarının kontrolsüzce akması… Tüm bunlar, can sıkıcı bahar nezlesinin belirtileridir.

Bahar aylarında sık görülen saman nezlesi (alerjik rinit) hastalığı birçok kişinin yaşam kalitesini bozuyor. Toplumun yüzde 20’sini etkileyen bu hastalıkla ilgili merak edilenleri soruları Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Süreyya Şeneldir cevapladı.

Alerjik rinit (saman nezlesi) nedir?

Rinit, burun iç kısmını döşeyen ve mukoza adı verilen dokunun iltihabi reaksiyonudur. Rinitlerin yaklaşık yarısı alerjiye bağlıdır.

Alerjik rinit, ortamda bulunan bir alerjenin, nefes alma sırasında burna alınıp, burnun iç yüzeyine yapışması ile bu alerjene karşı hassasiyeti olan kişilerin burnunda mikrobik olmayan bir iltihap sonucu ortaya çıkan şikâyetler ve bulgulardır.

Hastalık, ilk dönemlerde yanlış bir isimlendirme ile ‘saman nezlesi’ olarak tanımlanmış, daha sonra hastalığın polenlerle ilgili olduğu belirlenmiş ancak ‘saman nezlesi’ terimi kullanılmaya devam edilmiştir.

‘Alerjik rinit’in görülme sıklığı nedir?

En sık görülen alerjik hastalıktır. Toplumun yaklaşık % 20’sini etkilemektedir.

Her yıl çok sayıda insan alerjik rinite yakalanmaktadır. Bazıları çok hafif atlatırken bazıları için çok ağır geçmekte, işlerini engelleyerek yaşam kalitesini bozmaktadır. Hastalık her yaşta ortaya çıkabilir ancak genelde 1-20 yaş arası başlar. Çoğunlukla ailede aynı ya da benzeri hastalıklar mevcuttur.

‘Alerjik rinit’in belirtileri nelerdir?

Burunda kaşıntı, sulanma (şeffaf), hapşırma, aksırma nöbetleri, damakta kaşınma, öksürük ve boğaz ağrısı, boğazı temizleme isteği, gözlerde sulanma ve kaşıntı en temel belirtilerdir.

‘Alerjik rinit’e hangi alerjenler neden olur?

Havada taşınabilecek kadar küçük ve hafif olan hayvan ve bitki proteinleri gözümüz, burnumuz ve boğazımızdaki zarlar üzerinde birikirler. Polenler, mantar sporları, hayvan tüyleri ve ev tozları bu parçacıkların en sık rastlanılanlarıdır.

İlkbaharın erken dönemlerinde alerjik rinite sıklıkla polenler veya çevrede yaygın olarak bulunan ağaçlar neden olmaktadır. İlkbaharın geç dönemlerinde ise polenler

çayırlardan kaynaklanmaktadır. Renkli süs bitkileri nadiren alerjiye neden olurlar, çünkü polenleri havayla taşınamayacak kadar ağırdır.

‘Alerjik rinit’in çeşitleri nelerdir?

Mevsimsel Alerjik Rinit

Ağaç poleni, çayır poleni ve yabani ot polenlerine karşı alerji gelişmesi sonucunda ortaya çıkar. Şikâyetler bu alerjenlerin atmosferde yoğun olduğu dönemlerde belirgindir. Hastalığın yıl içindeki süresi coğrafi bölge ve iklim ile yakından ilişkilidir. Polen mevsimi dışında hastalar genelde rahattır.

Yıl Boyunca Devam Eden Alerjik Rinit

Alerjenlere temasın yıl boyu devam ettiği ve şikâyetlerin genellikle tüm yıla yayıldığı alerjik rinit şeklidir. Neden olan alerjenler ev tozu akarları (mite), hamamböcekleri, ev hayvanı alerjenleri (kedi, köpek, hamster gibi) ve mantar sporlarıdır (küf).

En önemli alerjen ev tozu akarlarıdır (mite). Hastanın yaşadığı ortamda sürekli olarak akar alerjenlerine maruz kalması şikâyetlerinin yıl boyu devam etmesine neden olur. Hamamböcekleri de önemli bir ev içi alerjen kaynağıdır. Alerjisi olanlar, hamamböceği alerjenlerine maruz kaldıklarında rinit şikâyetleri ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir ev içi alerjen ise ev hayvanı alerjenleridir. Özellikle kedi antijenleri çok önemlidir. Bulaştığı ortamda aylarca varlığını devam ettirebilir. Sadece ev içinde değil, okul, işyeri ve toplu taşıma araçlarında da yüksek düzeylerde tespit edilmiştir.

Ayrıca mantar (küf) alerjisi olanlarda, ev içi mantarlara maruziyet şikâyetleri tetikleyecektir.

Mesleksel Alerjik Rinit

Çalışma ortamındaki alerjenlere ya da irritan (tahriş edici) maddelere bağlıdır. Hapşırma, burun akıntısı ve burun tıkanıklığı gibi alerjik rinit bulguları çalışma ortamına girdikten sonra ortaya çıkar. Hastalar hafta sonlarında ve tatillerde rahattır.

‘Alerjik rinit’in diğer alerjik hastalıklarla bir ilişkisi var mıdır?

Bu hastaların yaklaşık % 30 ilâ 40’ında bronş hassasiyeti ve alerjik astım, daha az sıklıkla da diğer alerjik hastalıklar birlikte bulunabilir.

Tedavi Nasıl Uygulanır?

Alerjen uyaranlarla temasın kesilmesi

Alerjik rinit tedavisinde temel yöntem tüm alerjik hastalıklarda olduğu gibi alerjenden korunmaktır. Polen alerjisinde bu pek kolay değildir ve tam olarak gerçekleştirilemez.

Polenden korunmak için alınacak önlemler;

*Polenlerin en fazla uçuştuğu sabahları saat 05.00 ile 10.00 arası açık havaya çıkmayın. Ancak ağız ve burnu kapatan maskelerle çıkabilirsiniz.

*Polen zamanı açık havada spor yapmayın.

*Saçlar tozu tutar. Bu nedenle her akşam saçlarınızı yıkayıp duş alın. Böylece üzerinizdeki tozlardan arınabilirsiniz.

*Çocuklar sokaktan geldiği zaman üstlerini hemen değiştirmelerini sağlayın.

*Arabada giderken camları açmayın. Hava değişimi için klimadan yararlanın.

*Tatil için deniz kenarını tercih edin.

*Dışarıda gözlük ve şapka kullanın. Gözlükleri her gün akarsuyun altında yıkayın.

*Alerjiye karşı doktora başvurun.

*Çim biçmekten kaçının ya da maske takıp yapın.

#166 - Mart 28 2009, 09:38:03
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


FAST FOOD YİYECEKLERDEKİ “YANMIŞ YAĞ” REFLÜ YAPIYOR



Mide içeriğinin yemek borusuna geri dönmesiyle ortaya çıkan, yaşam kalitesini bozabilen bir sağlık sorunu olan reflü, mide fıtığı, alt yemek borusu adalesinin gevşekliği, mide çıkışında darlıklar gibi yapısal nedenlerle ortaya çıkabiliyor. Bazı yiyecekleri fazla miktarda ve hızlı tüketmek de reflüye yol açabiliyor.

International Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Sadık Yıldırım, insanların yüzde 60'ının 15 günde 3-5 defa reflü yaşadığını belirtiyor. Reflünün fizyolojik olarak insanlarda bulunduğunu ve özellikle yemekten sonra bir miktar reflü olabileceğini, bu reflünün çok kısa sürdüğünü belirten Yıldırım, “Ancak fizyolojik reflülerin sayısının ve süresinin fazla olması yemek borusunda hasara yol açabilir. Biz bu durumu “Gastroözafagiyel Reflü” hastalığı olarak tanımlıyoruz” dedi.

Reflü Yapan Yiyecek, İçecek Ve Maddeler

En çok fast food tarzı çabuk hazırlanan yiyecekler
Derin yağda kızartılan yiyecekler
İçeriğinde yanmış yağ bulunan yiyecekler
Kafein
Sigaradaki nikotin
Çikolata
Kahve
Baharat
Alkol
Asitli içecekler

Doç. Dr. Sadık Yıldırım, reflü nedenleri, hastalığın teşhis ve tedavisi hakkında şu bilgileri verdi:

Yemek borusunun alt kısmındaki kalınlaşmış adale tabakasının midedeki içeriğin yukarı çıkmasını engelleyen mekanizması çeşitli nedenlerle bozuluyor. Böylelikle mideden yemek borusuna geri kaçış oluyor.

Orta yaşlarda en sık gördüğümüz reflü hastalığının nedeni yemek borusunun alt kısmındaki gevşekliktir. Kesin nedeni bilinmemekle birlikte reflünün gıdalara bağlı olabildiğini, özellikle hormon ilaçları ve bazı kalp ilaçlarına bağlı geliştiğini biliyoruz.

Reflü, kayma fıtığı denilen mide fıtığına bağlı olarak da görülebiliyor. Bu durum mide ve yemek borusunun birleşme yerinin göğüs boşluğuna doğru hareket etmesidir. Mide içeriği böylece daha kolay yemek borusuna geçer. Reflü, ileri yaşlarda daha sık görülür.

Çocuklarda çok görülen reflüde ise, yemek borusundaki basıncın midedeki basınca göre daha düşük olmasıyla, mide içeriği yemek borusuna geçer.

Midenin ya da on iki parmak barsağının daraltıcı hastalıklar gibi mide çıkışını daraltan hastalıklarda da reflü oluşabiliyor.

Hangi Belirtiler İle Görülüyor?

Reflü çocuk, erişkin ve ileri yaşlarda görülebiliyor. Bebeklik çağından itibaren oluşan reflünün küçük bir kısmı kendiliğinden kayboluyor. Reflü, en sık şu belirtilerle ortaya çıkıyor:

Göğsün ön kısmında veya karnın üst kısmında yanma veya ağrı.
Ağıza acı su gelmesi.
Kronik öksürük.
Ses kısıklığı.
Nefes darlığı.
Daha ileri dönemlerde yemek borusunun alt kısmında oluşan ülserler.
Yutma zorlukları, darlıklar.

Şu dört hastalıkla karışıyor, dikkat!

Astım bronşiyel diye tedavi edilen birçok hastanın aslında yakınmalarının nedeni reflüye bağlıdır.

Uyku apnesi denilen hastalıkta bazı tip larenjitlerde asıl neden reflü olabilir.

Kulak iltihaplarının azımsanmayacak miktarında reflü olduğu ortaya konulmuştur.

Kalp şikayeti olduğunu düşünüp kardiyologlara giden kalp hastalığı olmadığı saptanan hastalarda, kalbe bağlı olmayan göğüs ağrısında, reflü hastalığı düşünülmelidir. Çünkü bunların önemli bir bölümünde neden olan reflüdür. Bir kısmı da yemek borusunun fonksiyonel bozukluğuna bağlıdır.

Reflü, gastrit ve ülserler ile karışabilir, ayırıcı tanıyı yapmak gerekir.

24 Saat Boyunca Yemek Borusu Asidini Ölçüyoruz

Reflüye bağlı olarak yemek borusunda bazı değişiklikler meydana geliyor. Doç. Dr. Sadık Yıldırım, yemek borusunun alt kısmında iltihabi değişiklikleri derecelendirdiklerini, bunların görülmesinin reflünün varlığını göstermek için en güvenilir kanıt olduğunu belirtiyor.

Bunun dışında “Ph metre” ölçümü yapılıyor. Yemek borusuna, mide ile yemek borusunun birleşme yerinin beş santimetre üstüne kateter yerleştiriliyor, bu kateter 24 saat boyunca yemek borusundaki asit miktarını ve bu asitle yemek borusunun temas süresini ortaya koyuyor. Bunların sonucunda bir değer veriyor. Bu değerin belli bir sınırın üzerinde olması, asit reflüsünü güvenilir şekilde kanıtlıyor. Reflü deyince sadece asit reflüsü olmuyor, safra reflüsü de olabiliyor. Onikiparmak barsağıyla mide arasında geri akım olan hastalarda safra kesesi ameliyatı geçirenlerde, mide çıkış yetmezliği olanlarda, safra mideye geri akım yaparak daha sonra yemek borusuna geçebiliyor, asit ile beraber safra da yemek borusuna geçince, buradaki tahribat artıyor.

Başka hangi incelemeler yapılıyor?

Yemek borusunun fonksiyonel durumu inceleniyor.
Endoskopi yapılıyor.
Ph metre ile asit ölçülüyor.
Manometrik incelemeler yapılıyor. Manometrik ölçümle, yemek borusunun alt kısmındaki “kapak” denilen adalenin basıncı ölçülür. Yemek borusunun kasılma şiddeti ve düzenini grafik olarak EKG gibi verir. Özellikle fonksiyonel yemek borusu hastalıklarının tanısında önemlidir. Reflü hastalığında genellikle alt adale basıncı düşüktür.

İlaçlar Asit Salgısını Azaltmaya Yarıyor

Tüm yanma şikayeti olanlara endoskopi gerekmiyor. Sürekli ilaç kullanması gerekenlerde mutlaka endoskopi yapılarak reflünün oluşturduğu tahribatın ortaya konulması gerekiyor. İlaç tedavisi ilk sırada uygulanıyor. Bunlar asit salgısını azaltmaya yarıyor. Doç. Dr. Sadık Yıldırım, reflünün tedavisi hakkında şunları söyledi:

“Proton pompa inhibitörleri dediğimiz ilaçlar, midedeki asiti yüzde 90 azaltıyor. Yüksek doz ilaç kullanması gereken ileri reflü hastalarında, uzun süre ilaç kullanması gereken hastalarda cerrahi tedavi düşünülür.”

Laparoskopi İle Yemek Borusundaki Adale Sıkılaştırılıyor

Son zamanda dünyada laparoskopik cerrahinin yaygınlaşmasıyla bu ameliyatlar çok yüksek başarıyla yapılıyor. Ameliyatta yemek borusunun mideyle birleşme yerindeki zayıf adale bölümü, midenin bir kısmının yemek borusu etrafına güçlendirici bir ameliyatla tesbit edilmesiyle güçlendirilmiş olur. Sadece midenin üst bölümü yemek borusu etrafından çevrilerek yemek borusunun üzerine dikiliyor. Mide içinde basıncı arttırdığımız zaman gıdalarla yemek borusunun alt kımında daha yüksek basınç oluşuyor. Buna anti reflü ameliyatı diyoruz. Başarılı bir ameliyattır, hastaların yüzde 95'inde belirtiler ameliyat sonrasında düzeliyor.

Cerraha Pilot Gibi Laparoskopi Eğitimi Veriliyor

Cerrahi tedavinin bu eğitimi görmüş deneyimli cerrahlar tarafından yapılması çok önemlidir. Bunun için kurslar var, sertifakalar alınıyor, sanal ortamda aynı pilotların uçak kullanmasını öğrenmesi gibi çok yüksek teknoloji ürünü sanal cihazlarla eğitim yapılıyor. İlaç ve ameliyatın dışında, yatağın baş kısmını yükseltmek, kilo vermek, reflüyü tetikleyen gıda maddelerinden uzak durulması gibi tedbirler alınmalıdır.

#167 - Mart 28 2009, 09:38:29
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


“SARI NOKTA”YA DİKKAT!



Yaşa bağlı makula dejeneresansı nedeniyle her yıl dünya genelinde 500 bin kişi görme kaybı yaşıyor.

Halk arasında Sarı Nokta adıyla bilinen “yaşa bağlı makula dejeneresansı” ileri yaşta görülen ve ihmal edilmemesi gereken önemli göz hastalıkları arasında yer alıyor. Prof. Dr. Murat Karaçorlu Sarı Nokta adıyla bilinen yaşa bağlı makula dejeneresansı hastalığının ismi ve içeriği ile ilgili halkın doğru bilgilendirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Halk dilinde Sarı Nokta olarak bilinen hastalık genç-yaşlı herkesin bilinçli olmasını, nedenlerini, korunma yöntemlerini bilmesini gerektiren bir göz rahatsızlığı… Bu hastalık ile ilgili doğru bilgilendirme yapılması çok önemli çünkü hem ülkemizde hem de dünyada bu hastalığa sahip kişilerin sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüde ve artmaya da devam ediyor.

İstanbul Retina Enstitüsü doktorlarından Prof. Dr. Murat Karaçorlu öncelikle toplumda hastalığın ismi ile ilgili önemli bir yanlış anlaşılma olduğunun altını çiziyor. Sarı Nokta’nın her sağlıklı gözün retina kısmında yer alan bir bölüm olduğuna dikkat çeken Prof. Karaçorlu, Sarı Nokta’yı retinanın tam merkezindeki 1 milimetrelik bir alanı işgal eden anatomik bir bölge olarak tanımlıyor. Karaçorlu, günlük kullanımda Sarı Nokta adıyla dilimize yerleşen hastalığın, doğru ismiyle yani Yaşa Bağlı Makula Dejeneransı (YBMD) olarak bilinmesinin önem taşıdığını vurguluyor.

Yaşa bağlı makula dejeneresansının oluştuğu makula bölümü gözün arkasında, 4-5 mm çapındaki bir alanın tam ortasında yer alıyor. Makulanın en ortasında ise fovea adı verilen sarı renkli çukur bulunuyor. İçindeki sarı rengi veren pigmentlerden dolayı Sarı Nokta adı verilen bölge, en keskin gördüğümüz merkezi oluşturuyor. Bu bölgenin retinada kapladığı alan % 1 civarında iken, beyindeki görme merkezinde kapladığı alanın % 50 civarında olduğu biliniyor. Bu oranlar sarı noktanın görme açısından taşıdığı önemi gözler önüne seriyor.

Yaşa bağlı makula dejeresansının, gözün Sarı Nokta bölümünde bulunabilecek onlarca hastalıktan sadece biri olduğunu belirten Prof. Dr. Murat Karaçorlu; şeker hastalığının, bazı genetik hastalıkların, travmaların, retina delinmelerinin ve göze gelen darbelerin de Sarı Nokta’da hastalık oluşturabileceğini, bu nedenle yaşa bağlı makula dejeresansının Sarı Nokta olarak adlandırılmasının çok doğru olmadığını dile getiriyor.

Sarı Nokta'nın bir hastalığı olan Yaşa Bağlı Makula Dejeneresansı’nda (YBMD) beslenme değiştirilebilir bir risk faktörü olarak kabul ediliyor. YBMD’nin ilerlemesinin önlenmesi için besin desteğine ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlar Omega 3, Lutein ve antioksidanlardır. Omega 3, somon, morina ve ton balığı gibi derin deniz balıklarında; Lutein, ıspanak, brokoli gibi yeşil sebzelerde ve sarı renkli meyvelerde; antioksidanlar ise bazı sebze, meyve, tahıl ve baklagiller ve benzeri besinlerde bulunuyor. Ancak bu öğeler besinlerde düşük konsantrasyonda bulunuyor. Dolayısıyla YBMD hastalığını önlemek için gerekli miktarı besinler yoluyla almak çok güç olabiliyor. Bu öğeler, vitamin desteği olarak kolayca dışarıdan alınabilir. C ve E vitaminlerinin birlikte alınması, özellikle retinanın görme merkezi gibi davranan makula bölgesinde yaştan kaynaklanan bozulmaların ilerlemesini yavaşlatabiliyor.

YAŞA BAĞLI MAKULA DEJENERESANSI NEDİR ?

Gözün makula ismi verilen ve keskin görmeden sorumlu bölümünün hasarlanması sonucu ortaya çıkan göz hastalığıdır. Genellikle 50 yaş üzerinde görülen yaşa bağlı makula dejeneresansı (YBMD), en önemli görme kaybı nedenlerinden biridir. Bazı hastalarda şikayetler başladıktan hemen sonra hızlı bir görme kaybı meydana gelebilir. Görme kaybı yaşayan hastaların görememe oranı % 100’e yaklaşır. Bu hastalıkta erken teşhis çok önemlidir. Erken teşhis ve tedavi ile görmenizin korunması veya daha fazla bozulmasının engellenmesi mümkün olabilir. Bir ülkede ortalama yaşam süresi arttıkça bu hastalığın görülme sıklığı da artmaktadır. Hastalığın en çok görüldüğü 65 ve üzeri yaşlarda risk oranı %30 civarındadır. Bir gözünde YBMD bulunanların yaklaşık %40’ında 5 yıl içinde diğer gözde de YBMD gelişir.

“MAKULA DEJENERESANSI” TİPLERİ:

Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD), kuru tip ve yaş tip olmak üzere ikiye ayrılır. Kuru tip, daha sık görülmekte (%85-90) ve daha yavaş ilerlemektedir. Yaş tip ise daha az görülmekte (%10-15) ve kalıcı görme kayıplarına neden olabilmektedir. Yaş tip YBMD, bu hastalığın neden olduğu görme kaybının %90’ından sorumludur. Kuru tip YBMD bazen yaş tipe doğru değişim gösterebilir.

“MAKULA DEJENERESANSI” BELİRTİLERİ NELERDİR?

YBMD’nda görme keskinliğinin azalması, bulanık görme, görme alanının ortasında siyah noktalar, renk görmenin azalması, renkleri soluk ve donuk görme, çizgileri dalgalı, kırık, eğri veya silik görme, hastalığın bilinen belirtileri arasında yer almaktadır. YBMD’na bağlı görme azalmasıyla beraber okuma-yazma, televizyon izleme, araç kullanma, spor yapma ve yemek yapma gibi bazı aktivitelerin yapılması zorlaşabilir.

“MAKULA DEJENERESANSI”NDA MİKRONUTRİSYONUN ÖNEMİ:

YBMD’nda değiştirilebilir bir risk faktörü olarak tanımlanan beslenme, hastalığın gelişimini önlemek açısından son derece önemlidir. Mikronutrisyon, mikro beslenme ile eş anlamlı olup, özellikle vücut için gerekli besin desteklerinin istenen oranda alınması şeklinde tanımlanabilir. Mikro beslenmenin en net örneklerinin de vitaminler olduğu söylenebilir. Mikro hale getirilmiş vitamin/besin destekleri vücudumuzun ihtiyacı olan vitaminlerin yeterli miktarda alınmasında büyük rol oynar. “Makula Dejeneresansı”nda mikro beslenme hastalığa yakalanma riskinde veya ilerlemesinde rol oynayabilir.

#168 - Mart 28 2009, 09:39:17
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Alkol organizmada zararlı etkilere yol açan, vitamin, mineral ve protein içermeyen, besin değeri çok az olan bir maddedir. Uzun süre aşırı alkol tüketmek beslenme yetersizliklerine, bozukluklarına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açar.
Alkol merkezi sinir sistemini baskılayarak sakinleştirir ve bilinç durumunu da değiştirir. Çok fazla içildiğinde öldürücü bir zehir olabilir. Bir gram yağın içerdiği kaloriden biraz daha az kalori içerdiğinden teknik olarak bir besin maddesi olan alkolün büyük bölümü ince bağırsaktan emilse de ağız, yemek borusu ve midede de az miktarda emilebilir. İnce bağırsaktan emilen alkol miktarı çeşitli faktörlere bağlıdır.
Eğer mideniz boşsa alkolün büyük bir bölümü hızla emilerek kana geçer. Mide ve ince bağırsakta, özellikle büyük parçalı ve yağlı besinlerin bulunması midenin boşalmasını ve böylece alkolün emilmesini yavaşlatır.
Alkol kana geçtiğinde hızla bütün vücuda dağılır, hücre içi de dahil su bulunan her yere taşınır. Hamile kadınlarda bebeğe, emziren kadınlarda da anne sütüne geçer.

Bir gramı 7 kalori
Vücudunuz alkolü diğer besinleri kullandığı gibi kullanır. Enerji sağlamak için alkol karaciğerde yakılır. Bir gram alkol yakıldığında 7 kalori oluşur. Bira ve tatlı şarabın şeker ve karbonhidrat içerikleri ek kalori verir. Kronik alkoliklerin beslenmesi çoğu kez yetersizdir. Bunlarda en sık tiamin (B1 vitamini), riboflavin (B2 vitamini), niasin, folik asit, pridoksin (B6 vitamini), magnezyum, potasyum ve çinko yetersizliği görülür. Aşırı alkol kullanımı karaciğer sirozu olarak bilinen bir durumla sonuçlanabilir. Alkol geçici bir bellek kaybına da neden olabilir.


Gilaburu
Gilaburu, hızla büyüyen çok yıllık bir bitkidir ve yüksekliği 1.3 metreden 3.5 metreye kadar çıkabilir. Bitki dikimden 3 yıl sonra ürün vermeye başlamakta ve dip sürgünleri sayesinde 300 yıl kadar yaşayabilmektedir. Gilaburu hem meyve olarak tüketilebilir hem de suyu çıkarılarak tüketilebilir. Gilaburu suyunun böbrekte oluşan kum ve taşları eritici özelliği bulunmaktadır.

Ne kadar alkol!
Bazı klinisyenler, kandaki HDL - kolesterolü yükselttiği ve kan pıhtılaşma riskini azalttığı düşüncesiyle ılımlı alkol tüketimini önermektedir.
Ancak alkol bağımlılık yapan bir madde olduğu için ailesinde alkolizm hikayesi olanların ve kan trigliserit seviyesi yüksek bulunanların tüketimden sakınmaları gerekir.
#169 - Mart 30 2009, 13:10:46
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Aşırı sıcak karamsar yapıyor

Uzmanlar, aşırı sıcaklar ve nemin insanlarda öfke, karamsarlık ve bıkkınlığa sebep olabileceğini belirtiyor

 Türk Psikologlar Derneği Gaziantep Şube Başkanı Bahadır Bilgin, insanların psikolojik anlamda sıcak havadan hoşlanmadıklarını, aşırı sıcakların ve nemin toplumda zaten az olan hoşgörüyü ortadan kaldırdığını söyledi.
Bu durumun, öfke, karamsarlık, bıkkınlık, isteksizliğe, yorgunluğa ve refleks zayıflığına sebep olduğunu, sıcakların hormonal dengeyi, davranışı etkilediğini ve algı bozukluklarına neden olabileceğini
anlatan Bilgin, "Bu durumda sinir sistemi, ruhsal yapıyı etkileyebiliyor. Bunların sonucunda kişi panik atak, obsesyon ve depresyona varan psikolojik rahatsızlıklar yaşabiliyor" dedi.
Kişinin, öfkesini denetleyemeyerek, ani tepkilerden kaçınmadığını, saldırgan davranışlarda bulunabildiğini ifade eden Bilgin, bunun trafik kazalarına, cinayetlere sebep olabildiğine dikkati çekti.
Yaz aylarında şiddet olayları ve trafik kazaları haberlerine sıkça rastlanmasının en büyük nedeninin sıcakta yaşanan sinir bozukluğu olduğunu söyleyen Bilgin, şöyle konuştu:
"Kişi sıcak yaz aylarında ani tepkilerden kaçınmalı. Düşünerek, sabırla nefes egzersizleri yaparak sakin davranmalı. Tepkilerinin insancıl olması gerektiği telkiniyle dışarı çıkmalı. Kendine dinlenecek zaman ayırmalı. Bol sıvı alınmalı.
Serin bir ortamın olduğu araçlarda ve mola vererek seyahati tercih etmeli. Dikkat gerektiren işleri sıcakların az olduğu saatlere kaydırmalı. Sıcaktan bir an evvel kurtulmak için işlerini aceleye getirmeleri iş kazalarına neden olacağından acele etmemeli."
SICAĞA PSİKOLOJİK OLARAK HAZIRLANIN
Bilgin, kişinin kendini sıcağa karşı psikolojik anlamda hazırlamasının yaşanabilecek olumsuz davranışların da önüne geçebileceğini belirterek, evden dışarı çıkarken, "Bugün sıcak olabilir, gösterilmemesi gereken tepkiler verilebilir. Ama ben sinirlenmemeliyim" düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiğini söyledi.
İnsanın bilinçaltına yerleştirdiği düşüncelerin kendisini yönlendirdiğini dile getiren Bilgin, "Bilinçaltına ne yüklenirse hareketlerde o görülür. Bu nedenle 'sakinim ve sıcaktan etkilenmeyeceğim' dediğiniz zaman sinirlerinize hakim olabilir ve kendinizi olumsuzluklara hazırlayabilirsiniz" dedi.
#170 - Mart 30 2009, 13:11:10
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Horlama hastalığı umutsuz değil

Normal erişkin insanların en az %45'i zaman zaman horlamaktadır. %25'i sürekli olarak horlamaktadır. Horlama problemi en sık şişman erkeklerde görülür ve yaşla birlikte her geçen gün artar

 A.B.D. de 300 den fazla firma horlamaya karşı cihaz geliştirmiştir. Bazı modeller pijama arkasına tenis topu yapıştırmak gibi eski bir modelin modifikasyonlarıdır (Sırt üstü yatarken horlama daha çok artar.). Çene ve boyun askıları, boyunluklar ve ağız içine yerleştirilen cihazlar hiçbir yarar sağlamamıştır. Horlama sesi ile çalışıp hastayı uyandıran elektronik cihazlar bulunmuştur. Bütün bunlar hastanın horlamadan uyuma alıştırmaları olarak düşünülmüştür. Ancak maalesef horlama kişinin kontrolünde olmayan bir problem olup tüm bu cihazlar hastayı sadece uyutmamaya yöneliktir.

HORLAMANIN NEDENİ NEDİR?

Ağız ve burun arkasındaki hava yolunda darlık olduğunda ortaya çıkan gürültü biçiminde ki sese horlama denir. Dilin arkası ve yumuşak damak ve küçük dilin olduğu kısmın genizle birleştiği bölge kendiliğinden daralabilen bir bölgedir. Bunlar birbirleri üstüne geldiğinde solunumla birlikte titreşmekte ve horlama ortaya çıkmaktadır. Horlayan biri aşağıdaki problemlerden en az birine sahiptir.

Dil ve boğaz kasları gerginliği azalmıştır. Gevşek kaslar sırt üstü yatınca dilin boğaz arkasına doğru kaymasına engel olamaz. Bu olay alkol yada ilaç alarak gevşemiş birinin uykusunda kas kontrolünün kaybolması ile ortaya çıkar. Bazı insanlarda uykunun derin fazında gevşemeye bağlı olarak yine horlama görülebilmektedir.

Boğazdaki dokuların aşırı büyük olması. Büyük bademcik ve geniz eti çocuklarda en sık rastlanan horlama nedenidir. Şişman insanlarda kalın boyun dokusu sebep olarak gösterilir. Kist ve tümörlerde nadir olarak bu yolla horlama yapabilmektedir.

Yumuşak damak ve küçük dilin aşırı sarkık ve uzun olması boğaza doğru hava yolunu daraltır. Hava yoluna sarktığı için bir valv gibi horlamaya neden olur.

Burun tıkanıklığı olan kişi havayı almak için genizde aşırı vakum yaratır. Bu vakum boğazda kollabe olabilen dokuları hava yoluna doğru çeker. Böylelikle burun açık iken horlamayan kişide horlama görülmeye başlar. Bu durum neden bazı insanların sadece allerjik dönemlerde veya grip, sinüzit olduğu zamanlarda horladığını izah etmektedir. Burun deformasyonları bu tip burun tıkanıklığı nedenleri olarak bilinir. Deviasyon burun orta bölmesinin yan taraflara taşması olarak tanımlanır. Burun içi deformasyonları içinde en sık rastlanılanıdır.

HORLAMA CİDDİ BİR SORUN MUDUR?

Sosyal olarak evet! Bu aile yaşamında ciddi bir şekilde tehdit eder. Horlayan kişi alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Horlayan kişi tatil ve iş gezilerinde istenilmeyen oda arkadaşı olur. Tıbbi olara evet! Kişinin kendine verdiği zarar daha büyüktür. Dinlenilmeden geçirilen geceler vardır. Aşırı horlayan kişilerde yüksek tansiyon horlamayan kişilere göre daha sık görülür. Horlamanın en ağır formu "tıkayıcı tipte horlama hastalığıdır."
"Uyku apnesi" diye bilinen bu hastalıkta şiddetli horlama nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7 den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Bu durumda doktorunuzun size bir uyku merkezinde inceleme yapılmasını önerecektir. Apneli (nefesin kesilmesi) hastalarda saatte 30-300 defa tıkanmalara rastlanılmaktadır. Böylelikle uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer. Oksijenin düştüğü bu dönemde kalp kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi yerleşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz gerçek dinlenme için tek yoldur. Dinlenmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Araba kullanırken yada iş başında uyuklamalar görülecektir.

HORLAMA TEDAVİ EDİLEBİLİRMİ?

Horlamanın bir çok tipi tedavi edilebilir. Erişkin horlayan kişiler için aşağıda sıralanan önerilere uyulmalıdır.


İyi bir adele tonusu kazanmak için sportif bir yaşam biçimi seçilmeli.

Horlayan kişiler uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen allerji ilaçlarını uykudan önce almamalı.

Uykudan 4 saat önce alkol almaktan sakınmalı.

Uykudan 3 saat önce ağır yemekten sakınmalı.

Aşırı yorgunluktan sakınmalı.

Uykuda sırt üstü yatmak yerine yana yatmak tercih edilmeli. Eski bir öneri olarak pijama sırtına tenis topu dikmek hala faydalı bir metot dur. Böylelikle sırt üstü uyumaya engel olunur.

Yatağınızın baş tarafı daha yukarıda olacak şekilde tüm yatağınız yaklaşık olarak 10 cm bir tarafa doğru çeviriniz. Bu amaçla yatağınız bir tarafı altına bir tuğla yerleştirmek amacınıza uygun olacaktır.

Evde horlamayan kişilerin sizden önce uykuya geçmeleri için onlara süre tanıyın.

Her pozisyonda horlayan kişiler "ağır horlayan" olarak isimlendirilir. Bu kişilerin yukarıdaki önerilerden daha fazla yardıma ihtiyaçları vardır.

Horlama kişi ve ailesi için zararlı hale geldiğinde uzman doktorunuz ile görüşmeniz uygun olacaktır. Bu özellikle uyku sırasında nefes alamama problemi olduğunda (Yüksek sesli horlama nefessiz kalma dönemi ile kesilmektedir.) Doktorunuza baş vurmanız daha da önem kazanmaktadır. Horlama hastasının burun, ağız, boğaz ve boynunun detaylı muayenesi yapılmalıdır. Horlamanın boyutu ve horlayan kişinin sağlığını belirlemek açısından uyku laboratuarı çalışmaları değerlidir.

TEDAVİ
Tedavi şüphesiz tanıya dayanır. Bu allerji veya enfeksiyon tedavisi gibi basit yada bademcik geniz eti veya burun bozukluklarının cerrahi gerektirir biçimdedir. Horlama - Nefessiz kalma hareketli dokuların sabitleştirilmesi ve hava yolunun daha genişletilmesini sağlayan horlama ameliyatlarından başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Buna uvulopalatofarengoplasti ameliyatı (UPPP) adı verilmektedir. Hasta için bademcik ameliyatından çok farklı his vermez. Laser'ın kullanıldığı Laser-assisted uvulopalatoplasti (LAUP) lokal anestezi ile yapılabilen bir başka ameliyattır. Cerrahinin çok riskli veya hasta tarafından istenilmediği durumlarda boğaza basınçlı hava veren maske takarak (CPAP) uyuyabilir. Kronik olarak horlayan her çocuk KBB uzmanı tarafından detaylı olarak muayene edilmelidir. Bademcik ve geniz eti ameliyatının gerekli olduğu durumlarda cerrahi müdahale çocuk sağlığına ve gelişimine çok önemli yararlar sağlayacaktır.

Unutmayın: Horlama nefes almanın tehlikeli biçimde kesilmesidir. Horlama komik değildir, umutsuz hiç değildir.
#171 - Mart 30 2009, 13:11:51
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


15 dakikada prostat tedavisi

Erkeklerin önemli sağlık sorunlarından biri olan "iyi huylu prostat büyümesi", cerrahi müdahaleye gerek kalmadan ortadan kaldırılıyor

 Ayşegül A. Atakan


HER dört erkekten birini etkileyen "iyi huylu prostat büyümesine" artık 15 dakikada, ameliyatsız çare bulunabiliyor. "Mikrodalgayla termoterapi" esasına dayanan, yüzde 80'lik başarı oranıyla cerrahi kadar etkin olduğu ispatlanan yeni yöntem, bu alanda yeni 'Altın Standart (en etkin tedavi)' adayı olarak gösteriliyor. Yeni yöntem CoreTherm, narkoz, ameliyat, ameliyat komplikasyonları ile hastanede kalma gibi durumları da ortadan kaldırıyor.

ÖZELLİKLE ameliyat stresi yaşamak istemeyen hastalara büyük avantaj sağlayan yöntem, bugüne kadar 20 binden fazla hastada başarıyla uygulandı. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onaylı CoreTherm, riskin minimuma indiği bir yöntem olarak gösteriliyor. Tedaviden hemen sonra hastanın işine veya günlük yaşamına devam edebildiği yöntemin en büyük özelliklerinden biri de tedaviye bağlı seksüel problemleri yarı yarıya indirmesi.

#172 - Mart 30 2009, 13:12:17
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Migreni tetikleyen besinler

Sıcaklarda artan migren ataklarında nasıl beslenmeli, nelerden kaçınmalıyız?

 TAYLAN KÜMELİ / bir kibrit kutusu lezzet


Ataklar halinde oluşan bir tür baş ağrısı olarak tanımlanan migreni hangi faktörlerin tetiklediğini bilmeniz önemlidir. Bunun için atak geldiği sırada neler yiyip içtiğinizi düşünebilirsiniz. Beklenen bir krizden yaklaşık üç gün önce, bir günlük meyve ve sebze orucu tutun. Sonraki iki gün şunlardan kaçının: Kahve, şeker, peynir ve süt, mayalı ürünler, narenciye, konserve ürünler, kızarmış yiyecekler, baharatlı yiyecekler, fıstık, alkol.
Kriz döneminden önceki 4 - 6 hafta içindeki her haftada 1 gün bol bol su için. Kriz sırasında 2 kivi, 1 orta boy elma yiyin. İlk belirtilerin gözlenmesinden önceki üç gün boyunca, günde iki defa naneli yeşil çay için. En az bir defa boyun ve omuz bölgesine derin doku masajı yaptırın. Her sabah 10 - 15 dakika yoga yapın. Akşam yemeğini en geç saat 20.00'de, yavaş yavaş yiyin. Fırsatınız olursa yürüyün ya da yüzün. Gece geç vakte kadar uyanık kalmaktan kaçının.


Fırında kabak
Malzemeler: 1 kg kabak, 2 domates, 45 sivri biber, 45 diş sarmısak, yarım demet dereotu, 1 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz.
Hazırlanışı: Kabaklar soyulur, halkalar halinde dilimlenir. Bir tepsiye yayılır. Üzerine soyulup doğranmış domatesler, iri parçalar halinde biberler ve küçük doğranmış sarmısaklar konur, tuzlanır. İnce kıyılmış dereotu da en üste yayıldıktan sonra zeytinyağı gezdirilip fırında kızarıncaya kadar pişirilir. Afiyet olsun.

Ağrılı günlerde ne yemelisiniz?
Sebze çorbası, rafadan yumurta, patates ve diğer sebzelerin püreleri, ızgara balık, muz, elma ve armut, papatya ve nane çayı, bol su.
Asitli ve baharatlı yiyeceklerden ise kaçının.
#173 - Mart 30 2009, 13:12:44
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Kalp çarpıntılarının tedavisi mümkün

Avuç içi kadar özel bir kalp pili, ilaçlarla tedavisi mümkün olmayan çarpıntılarda ölümleri büyük oranda önlüyor

 Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Kalp Damar Hastalıkları Önleme Projesi Türkiye Koordinatörü Prof. Dr. Bülent Görenek, avuç içi kadar özel bir kalp pilinin ilaçlarla tedavisi mümkün olmayan çarpıntılarda ölümleri büyük oranda önlediğini söyledi.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Kardiyoloji Derneği Kalp Çarpıntıları ve Kalp Pilleri Çalışma Grubu Yönetim Kurulu Üyesi de olan Prof. Dr. Görenek, pillerin takıldığı hastaların filmlerde görülen şoklama cihazlarının minyatür şeklini vücutlarında taşıdıklarını ifade etti.
Alışveriş sırasında, otobüste, evinde ya da işyerinde, kişide ölümcül kalp çarpıntısı olduğunda bu cihazın hastaya şok verdiğini anlatan Prof. Dr. Görenek, şöyle konuştu:
"Kişi bu şokla biraz sarsılıyor, ancak daha sonra bir şey olmamış gibi günlük işine devam edebiliyor. Son yıllarda dünyada yaygın kullanım alanı bulan bu cihazlar Türkiye'de de kullanılıyor.
Ancak, ülkemizdeki en büyük sorunu fiyatı. Hayat kurtaran bu cihazların fiyatı 30 bin YTL civarında."
Prof. Dr. Görenek, diğer adı ritim bozukluğu olan kalp çarpıntılarının en önemli kalp sorunlarının başında geldiğini anlatarak, "Bu çarpıntıların bir kısmı kalbin kulakçık dediğimiz üst kısımlarından kaynaklanmaktadır. Nispeten daha masum olan kulakçık çarpıntılarının bir bölümü stresle, fazla kahve ve çay içimi ile ya da sigara ile artış gösterebilmektedir. Karıncıklardan kaynaklanan
çarpıntılar daha tehlikeli olurlar" dedi.
"ICD CİHAZLARI HAYAT KURTARICIDIR"
Bu tür hastaların çoğunda kalp kaslarında önceden bir hasar ya da zedelenme meydana gelmiş olduğunu bildiren Prof. Dr. Görenek, kalp krizi geçirmiş hastalarda krizin tahrip ettiği kalp bölgesinin bu tür ciddi çarpıntıları üretebileceğini, ciddi kalp yetmezliği olanlarda da bu tür çarpıntıların görülebildiğini belirtti.
Pof. Dr. Görenek, "avuç içi kadar özel bir kalp pilinin ilaçlarla tedavisi mümkün olmayan çarpıntılarda ölümleri büyük oranda önlediğini" dile getirerek, şunları kaydetti:
"Kalp ne kadar hasar görmüş, kalp krizi ne kadar ağır atlatılmışsa bu ciddi çarpıntılar da o denli fazla ve tehlikeli olacaktır. Bu tür çarpıntıların en ağır şeklinde kalp, artık hiç kasılma göstermez, adeta son derece zayıf olarak titrer. İşte bu en kötü durumda şok uygulaması süratle yapılmazsa hasta kaybedilir. Bugün karıncıklardan kaynaklanan çarpıntıların tedavisinde bazı ilaçlar kullanıldığı gibi bazı hastalara ölümcül çarpıntı sırasında devreye girip şoklama yapabilen küçük cihazlar yerleştirilebilmektedir. ICD olarak bilinen bu cihazlar hayat kurtarıcıdır."

AA
#174 - Mart 30 2009, 13:13:16
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Demir eksikliği ve 'kansızlık'

Demir metabolik işlevlerimiz için önemli fonksiyonlara sahip bir mineraldir. Bu elementin yetersizliğine bağlı olarak kansızlık görülür

 TAYLAN KÜMELİ / bir kibrit kutusu lezzet


Metabolizmanın canlılığı için gerekli olan vitamin ve mineraller içinde en önemlilerinden biri demirdir.
Sağlıklı, yetişkin bir bireyin vücudunda ortalama 35 gram kadar bulunan demirin en önemli görevi kanda oksijenin taşınmasına yardım etmesidir. Ayrıca bağışıklık sistemi ve bilişsel performans için de gerekli bir elementtir.
Bireyin bir günde kaybettiği demir ortalama 0.9 mg olarak hesaplanmıştır. Normal bir beslenme programındaki demirin % 10'unun emildiği düşünülecek olursa günlük alınması gereken demir miktarı 9 mg kadar olmalıdır. Bu gereksinimin karşılanamadığı ve vücutta yeteri kadar demir kalmadığı zaman "demir yetersizliği anemisi" adını verdiğimiz bir durum gözlenir.
Ayrıca kansızlık diye tabir edilen durum görülmektedir. Anemi durumunda baş dönmesi, yorgunluk, iştahsızlık, sindirim sisteminde bozukluklar, kısa nefes alıp verme gibi belirtiler görülmektedir.
Kansızlık, çocuklarda büyümeyi olumsuz etkilemekte, zihinsel yetenekleri zayıflatmakta ve enfeksiyonlara karşı direnci azaltmaktadır.

Pika tehlikesi
Pika en az 1 ay süreyle yenilebilir olmayan maddeleri sürekli yeme eğilimi içinde olma hali olarak tanımlanabilir. Pikada çocuk; çivi, bozuk para gibi maddeleri yemeye çalışır. Pika görülen çocuklar ile ilgili olarak demir eksikliği anemisinden de şüphelenilmesi yerinde olacaktır.

Kırmızı et
Kırmızı et yüksek oranda protein içeren, aynı zamanda da yapısındaki vücut tarafından emilebilme özelliği yüksek olan demir sayesinde bizi kansızlığa karşı koruyan önemli bir besindir. Kırmızı etin içerdiği proteinler önemli bir enerji kaynağı olmalarının yanı sıra vücutta önemli görevlerde rol alırlar. Doku yapımı, doku onarımı ve büyüme ve gelişme açısından da en temel yapı taşlarıdır. Kırmızı et içerdiği demir sayesinde vücudu kansızlığa karşı korur.
Fakat bu etkisini daha da artırabilmek amacıyla C vitamini açısından zengin besinlerle tüketilmesi önemlidir.
Pişirirken özellikle yağda kızartmak yerine fırın, ızgara veya haşlama tarzında tüketilirse daha faydalı olacaktır.

Demir eksikliği anemisinden korunabilmek için:
Demirin iyi kaynağı olan besinler (karaciğer, kırmızı et, balık vb.) tüketilmelidir. Demirin emilimini arttırmak amacıyla, özellikle yemeklerle birlikte domates, mandalina, maydanoz, kivi, portakal türünden bir C vitamini kaynağı tüketmek gerekir. Çünkü C vitamini demir emilimini arttırmaktadır
#175 - Mart 30 2009, 13:13:40
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!


Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.