Alternatifim Cafe

Hangi muhafazakârlaşma?

Discussion started on Köşe Yazıları

Birbiri ardına gelen konserler, festivaller, sergiler, açılan eğlence yerleri, restoranlar ve bunlara gösterilen ilgi başka bir şey mi söylüyor?..



Uzun zamandır süren bir tartışma bu; Türkiye’nin giderek muhafazakârlaştığı endişesi… Bununla ilgili pek çok argüman üretiliyor, pek çok örnek veriliyor.

Ancak gözden kaçan bir gerçek var ki, bize farklı bir şey söylüyor.

Özellikle İstanbul’da son dönemde iyice artan kültür sanat faaliyetlerine, eğlence ortamına, konserlere, festivallere bir bakın.

HER GÜN FESTİVAL
Avrupa’nın herhangi bir şehrinde günde bir konsere o şehrin sakinleri duacı olurken İstanbul’da müzikseverler o gün hangi konsere gideceğine şaşırıyor. Üstelik bu konserler her tür müziği içinde barındırıyor. İşte son örnek, İnönü Stadı’nda, Sonisphere Müzik Festivali kapsamında sahneye çıkan Metallica’yı 50 bin kişi dinledi. Ondan bir hafta önce bu kez Grup Yorum aynı statta sahne almış ve yine 50 bin kişiye müzik ziyafeti çekmişti.

İKSV’nin düzenlediği film, müzik, tiyatro, caz festivalleri son hız sürüyor. Tangodan operaya, baleye başka organizasyonları da hesaba katarsanız kent neredeyse hiçbir gün festivalsiz kalmıyor.

PICASSO’DAN BOTERO’YA
Plastik sanatlarda da durum farksız. Picasso sergisi bitiyor, Dali sergisi açılıyor; Münch sergisi bitiyor, Botero sergisi başlıyor.

Dünyanın ünlü restoran zincirleri kente geliyor; sokaklar sayıları giderek artan kafelerin müşterilerini ağırladığı birer fikir alışverişi meydanına dönüşüyor.

Özetle İstanbul, giderek daha önemli bir kültür sanat merkezine dönüşüyor.

Tabii bu yoğunlukta, İstanbul’un 2010 Kültür Başkenti olmasının da payı büyük.

ÖYLEYSE…
Peki bütün bunlar muhafazakârlaşma savına karşı bir argüman oluşturabilir mi? Kentin kültür sanat ortamının nabzını tutan isimlere bu soruyu sorduk.

İşte HABERTURK.COM’a verdikleri cevaplar…

 

BEDİA CEYLAN GÜZELCE (HABERTURK TV kültür sanat editörü)
“Son 50 yılın yatırımlarının ürününü topluyoruz”

Kültürel etkinlikler bir şehrin yaşam biçimi haline gelmemişse, o şehre yapılmış makyajdan ibarettir. Muhafazakâr olsun olmasın herkes, ilgili birimlere “güzel” görünmek için makyaj yapar. Ne konser ya da sergi sayısının artması, ne de yapılan işlerin çaplarının derinleşip genişlemesi Türkiye’nin konjonktürel durumuyla ilişkilendirebileceğimiz bir başarı değil, sadece prestij icin bile olsa yıllardır bu işlere yatırım yapan, emek verenlerin ve büyük organizasyonları düzenleyenlerin, ne kadar ulaşılmaz olursa olsun hayranı oldukları gruplara bir şekilde ulaşan, albümlerini satın alan dinleyenlerin eseridir. Bundan 15 yıl önce Michael Jackson geldiği için Madonna da İstanbul’a gelir, Madonna geldiği için Rihanna da gelir, Rihanna geldiği ve rahat ettirildiği için Lady Gaga ya da başkaları da gelir. İyi restoranlar da aynı şekilde. Bir de kariyerlerinin doruğunda Amerika ve Avrupa seyircisini doyurup, Eric Clapton gibi, Jean-Michelle Jarre gibi kariyerlerinin nispeten daha durgun dönemindeki sanatçıların artık onlara aç izleyicileri seçmesi de gayet doğaldır. En son Metallica konserine baktığınızda, grup Paris konserinden koşa koşa İstanbul’a gelmedi. Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti gibi dinleyici profili bizimkine daha yakın ülkeleri içeren bir turne kapsamında geldi. Farklı illerde birçok festival, etkinlik düzenlenmesi umut verici ama bu doğal bir sürecin sonucu. Son elli yılda yapılan maddi manevi yatırımların ürününü topluyoruz şimdi.

Bizimki gibi kültür kodu “gerginlik” üzerine kurulu ülkelerde toplumsal refah yükseldikçe insanlar bu tur meseleler için vakit bulur. Ancak Türkiye refah düzeyi yükseliyor gibi görünse de muhafazakârlaşıyor. Ses yasağı ya da metro seferlerindeki değişiklikle bunun bir ilgisi yok. Kendini bir yanındakinden ayrı gören kesimler kendi kuvözünde büyümeye, büyütülmeye devam ediyor. Yenikapı Mevlevihanesi’ndeki Mevlevi ayinine gidenler birbirine yakın ses tınılarına sahip olsa da Müzik Festivali’ne gitmiyor. Aldım verdim ben seni yendim oyunu oynanıyor ama sonunda kimse kimsenin ayağına basmıyor. İlkokul çağındaki çocuklar beş şair, beş besteci, beş ressam adı sayamadığı sürece, kültürel etkinler bizim makyajımız olacak, yaşam biçimimiz değil. Kaldı ki bu konser, festival ve sergilerin tamamı İstanbul'da yapılıyor. İstanbul, eskiden belki biraz öyleydi ama artık kesinlikle Türkiye’nin geri kalanını yansıtmıyor.

 

MEHMET TEZ (Milliyet gazetesi müzik yazarı)
“Muhafazakârlaşsak daha farklı olurdu herhalde…”


Son 10 yıldır gazlanan “şeriat geliyor” endişesini hiç paylaşmadım. Bence olan biten muhafazakârlığın görünür ve rahat ifade edilebilir bir şey haline gelmesi. Ama bununla birlikte başka unsurlar da ifade ediliyor. Tek taraflı değil yani. Son dönem olan da bu. Yani insanlar kamplaşmış, bölünmüş gibi görünse de aslında kendilerini daha fazla ifade edebiliyorlar. Anadolu’yu ve dinamiklerini bilmem. Ama bugün İstanbul Türkiye’nin pek çok niteliğini taşıyan bir metropol olarak aslında durumu anlatıyor. Burada her türlü etkinlik, konser sergi, toplantı yapılıyor artık. Devrimciler de, metalciler de, muhafazakâr milli görüşçüler de stat doldurabiliyor. Bunu gördük. Ayrıca kültür sanat hayatında ciddi bir yükseliş ve çeşitlilik var. Her hafta sonu Peyote, Dogzstar gibi kitle ve sayı olarak marjinal mekânlardan Kuruçeşme Arena’daki konserlere, açıkhava festivallerine hareket devam ediyor. Volkan Konak da dolduruyor, Yorum da, Metallica da, Rihanna da... Yazlık yerler zaten ayrı bir başlık. Buna kimin itirazı olabilir ki?
Caz festivali, tiyatro festivali, klasik müzik festivali, bienal, film festivalleri, halk konserleri ve tabii son dönemde büyük sergiler de ayrıca canlılık kattı. Topluca muhafazakârlaşan bir ülke daha farklı olur diye düşünüyorum. En azından kültür sanat camiasında durum öyle görünmüyor. Farklı alanlarda olan biteni bilemem.

 
MEHMET GÜLERYÜZ (Ressam)
“Muhafazakârlık her zaman olumsuz değildir zaten”


Muhafazakârlıkla ilgili iki farklı durum mevcut. Bir tanesi Türkiye’nin 20 yıllık politik hayatının, sanat hayatına etkisiyle ilgili. Bu döneme baktığımız zaman muhafazakâr politikaların, günümüzdeyse iktidar partisinin politikalarının muhafazakâr bir yöne gitmesi dikkat çekebilir, fakat bu durum iktidarın tabanından gelen taleplerle ilişkilidir. İktidarın, kendisini oraya taşıyan tabanın isteklerini yerine getirmesi kadar normal bir durum olamaz şüphesiz. İkinci meseleyse şu; muhafazakârlık her zaman olumsuz bir durum değildir. Sanattaki muhafazakârlık özellikle, politik anlamından çok daha farklı bir anlam ifade edebilir. Örneğin resim alanında olduğu gibi, bir stoklama, haddinin üzerinde değerler biçme, spekülasyonlarla gündemi meşgul etme ortamı oluşmuşsa, bir talan ortamı, bir vurkaç ortamı söz konusuysa, bu ortamda kendi sanatsal değerlerinizi korumaya çalışmak da bir muhafazakârlıktır. Böyle bir durumdayken muhafazakâr davranmak birçok kişi için bir seçim olabilir.

Kültürel anlamda ne iktidar politikalarının ne tabanın isteklerinin sanat yaşamını tümden bir muhafazakârlaşmaya (politik anlamda) götürebileceğini düşünüyorum. Türkiye’de artık bu çok mümkün değil. Türkiye’de şu anda “oldukça” özgür bir ortam mevcut ve bu ortam karşı tepkilere de son derece açık. Tek bir mutlak gücün tüm bir sanat, kültür ortamını etkilemesi, ne iktidar, ne de ekonomik iktidara sahip kimseler açısından çok mümkün, gerçekçi görünen bir durum. Yine de sanatla ilgili bu gibi tartışmaların ekonomik meselelerden çıktığına inanıyorum. Örneğin bir film yapacağınız zaman o filmin ekonomisini de iyi tasarlamanız gerekiyor. Filmi tasarlarken eğer bir şeylere muhtaç kalırsanız, Türkiye’de olduğu gibi devlet desteğine muhtaç kalırsanız, o sizinle ilgili bir problemdir esasen.

 

MEHMET ÇAĞÇAĞ (Karikatürist)
“Muhafazakârlar kültürün daha çok tüketim tarafında varlar”


Muhafazakârların sanatsal üretimle ilgili olarak kermes düzenlemek veya geleneksel sanatlarla ilgili organizasyonlar yapmaktan öteye gidebildiğini söylemek zor. Şimdiye dek muhafazakâr bir sanatçının yaptığı çok sansasyonel, aykırı bir resim, sinema film ya da müzik eseri görmedik. Sanatın tanıtımı gereği zaten muhafazakârlık üretime engel. Sanat bir karşı duruşla, varoluşla yıkıp yerine farklı bir gerçekliği oturtmakla ilerleyen bir mesele. Muhafazakârlıksa adı üstünde muhafaza etmekten geliyor. Haliyle devrime, değişime yönelik bir tavrı olmadığından sanatsal üretime de çok açık değil. Bu nedenle evet, Metallica konserinde de Grup Yorum konserinde de muhafazakâr insanlara rastlamak çok normal, onlar da kent kültürünün bir nevi dayattığı şeyleri uygulamak, satın almak durumundalar, ancak bunu sadece tüketici, katılımcı olarak yapabiliyorlar.

Mesela Le-Man içinde çok farklı dinamikleri barındıran bir dergi. Örneğin Gönül Adamı diye bir karakter vardı ve o karakter geleneksel değerleri önemseyen bir karakterdi. Ben, 28 Şubat sürecinin yaşandığı, insanların türban takan kişilere olumsuz yaklaştığı bir dönemde Beyoğlu’nda türbanlı kızların takıldığı ilk mekân olarak Le-Man’ı bilirim örneğin. Orada sigara içip, alkolsüz de olsa bir şeyler içip sohbet edebiliyorlardı. Çünkü ortak paydaları olduğunu düşünüyorlardı. Orada başı açık insanlarla da diyalog kurabildiler, başı açık olan kız da diğeriyle iletişim kurabildi. Böyle bir birleştiriciliği oldu. Birbirlerinin öcü olmadığını gördüler. Ancak tekrar ediyorum, sadece katılımcı olarak muhafazakârlar sanat ve kültür dünyasında yer alıyorlar. Ayrıca elitlerin elinde olan bu mekânları yine kentin dayattığı şartlar nedeniyle de ziyaret ediyor olabilirler... Zaten taşralı muhafazakârla şehirli muhafazakâr da farklı. Burada muhafazakârların dolaştığı bir sergiyi Anadolu’da açamayabilirsiniz. Tepki alabilirsiniz ama şehirli muhafazakârlar daha farklı tepki gösteriyor.
#1 - Temmuz 02 2010, 23:11:03
Bat dünya bat.
Kör ol da, piyango bileti sat.

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.