Alternatifim Cafe

Röportajlar

Discussion started on Galatasaray

Bu topice her alandan sporcularımızla yapılmış röportajları koyacağız

Uyarı: Yorum yok sadece röportajlar..
#1 - Temmuz 27 2008, 01:04:13
« Son Düzenleme: Ocak 28 2009, 21:00:37 Gönderen: B StyLeé »

Keskin Nişancı!

Esra Şencebe


Bu sezon FIBA Eurocup 3.’sü olan, Türkiye Bayanlar Basketbol Ligi’nde de uzun bir aradan sonra final oynayan Galatasaray Bayan Basketbol Takımı’nın yıldızlarından biri Esra Şencebe... Gurur duyduğumuz takımımızda, olağanüstü üçlükleriyle basketbolseverleri kendine hayran bırakan Şencebe, soluk soluğa geçen bir sezonu ve özel yaşamını dergimize anlattı.

 

(Röportaj: Memetcan DEMİRAY | Galatasaray Dergisi, Haziran-Temmuz 2008, Sayı: 68)

Herkesin çok merak ettiği konuyla başlayalım. Nedir bu üçlüklerin sırrı?

Alışkanlık herhalde. Çünkü basketbol bir alışkanlık oyunu. Ne kadar çok tekrar ederseniz o kadar yararını görüyorsunuz. O tekniği oturtup çalıştıktan sonra arkası geliyor.

Doğal yeteneğin payı yok mu?
Kuvvet de gerekiyor. Kuvvetten sonra teknik ve alışkanlık geliyor bence. O alışkanlık oturduktan sonra rakip, mesafe, çember tanımıyorsunuz.

Evet, kritik anlarda da gözünü kırpmadan atıyorsun!
Tabii kazanma hırsı, her şeyden önce geliyor. Maçın kritik anlarında atıp oyunu çevirebilmek çok güzel bence. Ama atarken düşünmüyorsunuz bunu. Çünkü kendinize inanarak atıyorsunuz.

Maçlarını seyreder misin TV’den?
Evet seyrediyorum.

Fenerbahçe TV’dekiler bile hayran kaldı sana normal sezon maçında... Neler oldu o gün?
Maçı tekrar tekrar izlediğimde, çok atış kaçırdığım bir periyot olmuş. Arkasından kritik yerlerde sokmuşum. Aklımdan hiç, bunu da atamayacağım diye geçmedi. Zaten antrenörümüz Cem Akdağ’ın söylemiş olduğu çok önemli bir şey vardı. Beni yanına çağırdı ve “En kritik topu sen atacaksın ve sokacaksın” dedi. Bu da tabii kendime olan inancımı bir kez daha yerine getirdi. Ve daha sonra atmaya başladım.

Kaç yaşında başladın basketbola?
13 yaşında. Eskişehir’deyken, anne ve babama spora başlamak istediğimi, yazları boş geçirmek istemediği söyledim. Orada basketbol takımı olduğunu bilmiyorduk. Voleybola gönderdiler beni. Açıkçası sıkıldım. Bekliyorsun, top gelirse vuruyorsun falan... Basketbol daha hızlı oynanıyor. Tercihimi o yönde kullandım. Sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi takımına girdim. Daha sonra Galatasaray altyapısına transfer oldum.

Ailenle mi yaşıyorsun?
Hayır, ailem İzmir’de yaşıyor şimdi. 10 küsur senedir ayrı yaşıyorum.

Sokakta hiç basketbol oynadın mı? Nasıl tepkiler aldın erkeklerden?
İlk zamanlar antrenmandan gelince sokağa basketbol oynamaya çıkardım. Erkekler de tek başına bir kız görünce garipsiyorlardı. Sonra bir yeteneğim olduğunu gördüler. Daha sonra kendi aralarına almaya başladılar. 5’e 5’lere, 3’e 3’lere aldılar. Bunların da yararını gördüm.

Kızlarda A Takım’ların, erkeklerde Yıldız Takım’lara denk olduğu söylenir. Buna katılır mısın?
Aslında evet. Bayan ve erkeğin kuvveti çok farklı. İnanılmaz farklar var. Hazırlık maçı yapmak istediğimiz zaman, eskiden Küçük Takım’larla oynanırdı. Ama şu anda Yıldız Takım’larla oynayabiliyoruz. Onların sıçramaları, fizikleriyle ancak baş edebiliyoruz.

Bazen Galatasaray Cafe Crown’ın maçları sıkıştığında Esra çıksa da bir üçlük atsa diyoruz ama!
Çok bomboş kalırsam atabilirim! Ama onun dışında hiç gözüktüğü gibi değil. Erkek basketbolu çok daha sert ve erkekler çok fazla yer kaplıyor. Bayanlar hem fiziksel hem de kuvvet olarak o kadar dolduramıyor sahayı. Mesela kendi adamım bana 1 metre mesafedeyken çok rahat şut atabilirken, erkeklerde 10 metreden blok yiyebilirim!

Daha önce de Galatasaray’da oynadın. O günden bugüne ne farklar var?
O zaman çok genç bir takımımız vardı. Antrenörümüz Ekrem Memnun’la iyi bir başarı yakaladığımıza inanıyorum. Çünkü son bir aya kadar yabancısız mücadele ettik ve ligi altıncı bitirdik. Şu anda herhangi bir takımın yabancısız olması düşünülemez bile. Çünkü kesin küme düşer. Bugünkü Galatasaray’da fark çok fazla. Profesyonel, tecrübeli ve çok iyi oyunculara sahibiz. Şampiyonluk için bir takım kuruldu. O yüzden buradaki herkes, şampiyon takımın bir oyuncusu.

Kontratın ne kadardı?
1 sene...

Basketbolda neden hep kısa vadeli anlaşmalar yapılıyor?
2-3 senelik kontratlar tabii ki daha iyi olabilir. Ama bazen oyuncu açısından dezavantaj da olabiliyor. Çünkü çok iyi bir sezon geçirince, daha iyi bir sözleşme imzalıyorsunuz. Tabii tam tersi kötü bir sezon geçirince, kulübünüz de ona göre bir sözleşme sunuyor. Yani kulüpler de bir açıdan böyle olmasını tercih ediyor.

Bu durumda geleceğiniz hep belirsiz. Peki bir kızın tek başına Anadolu’ya transfer olup orada yalnız yaşaması nasıl?
Geçen sene Kayseri TED Koleji’nde oynadım. Tabii ilk önce İstanbul’dan daha farklı geliyor. Ama oraya giderken hedefler farklı. Çok iyi bir sezon geçirmek için, bunun bilinciyle gittim. Tamamen basketbola kanalize olup sabah akşam çalıştım. Açıkçası yararını da çok gördüm. Zorlukları var, sıkıldığınız zamanlar oluyor. Alışveriş ve yemek için çok az yer var. İstanbul dışındaki herhangi bir il, sosyal açıdan zayıf. Bunu bilerek gittim ama sıkıldığım zaman da kendimi çalışma yönünde motive ettim.

Bir de Fenerbahçe tecrüben oldu. Fenerbahçeli misin bu arada?
Değilim (Gülüyor). Fenerbahçe’de oynarken 2 lig şampiyonluğu yaşadım, 1 Türkiye Kupası, 2 de Cumhurbaşkanlığı Kupası kazandım. Güzel şeyler bunlar.

Bu sene ligde üç büyüklerle Anadolu takımları arasında daha bir uçurum vardı. Kalite ve çekişme açısından ne dersin buna?
Bu sene biraz daha öyleydi. Çünkü bayan basketbolunda en önemli faktör, yabancı oyuncular. Dört yabancı alabiliyorsan, iyi bir takım haline gelebiliyorsun. Üç – dört Türk’le orta sıralara oynayabiliyorsun. Ama şampiyonluk istiyorsan, hem Türk hem yabancı kadron çok iyi olmak zorunda.

Galatasaray bu sezon sakatlıklar yüzünden dar bir rotasyona mahkumdu. Aslında bu sayede çok süre almış oldunuz.
Çok süre almak tabii bir oyuncu için avantaj. Yaptığın hataları telafi etme zamanın oluyor. Bir üçlük kaçırınca yeni bir fırsat gelebiliyor. Ama dediğim gibi, şampiyonluk adayıysanız geniş bir kadroya sahip olmak zorundasınız.

Aynı zamanda çok yoruldunuz değil mi?
Yorgunluk oluyor tabii. Ama iyi bir beslenme ve dinlenmeyle hemen atlatabiliyorsunuz. Bir de Avrupa kupası oynadık! Hızlı da oynayan bir takımız. Herkes en iyi şekilde bakıyordu kendine.

Tüm bu zorluklara rağmen Fenerbahçe’yle lig boyunca başa baş oynadık. Ama bir türlü kazanamadık. Neden sezon içinde şansımız tutmadı?
Ben orada oynarken hep şunu düşünürdük: Bir şekilde kaybetmiyoruz. Hakikaten de öyle oluyordu. Onların da o rahatlıkla maça çıktığını düşünüyorum. Kırılma noktalarında böylece biraz daha öne geçiyorlardı. Cappie Pondexter faktörü de var. WNBA’in en değerli oyuncusu seçildi. Onun varlığı, takım arkadaşlarını çok rahatlatıyor açıkçası.

Cappie’yi bağımsız değişken kabul ettiğimizde, bu derbilerin sonucunu guard’ların tayin ettiğine katılır mısın?
Şöyle diyebiliriz. Pondexter sahada olduğu zaman ona ister istemez ikili – üçlü sıkıştırmalar oluyor. Böylece diğer oyuncular çok rahatlıyor. Daha iyi pozisyon bulabiliyorlar. Açıkçası o pozisyonları da iyi değerlendirdiler.

Işıl Alben ve Vickie Johnson desek sana...
Işıl çok iyi bir oyuncu. Yetenekli ve genç de... Onun enerjisi, hareketliliği takımı çok rahatlatıyor. Vickie de aynı şekilde, tecrübesi ve yaşıyla çok şey katıyor. Aslında bu yönden çok zıt insanlar. Ama ikisinin de takıma katkıları çok büyüktü.

Özellikle Işıl’la sahada hep yan yanaydınız. Dışarıda aranız nasıl? Kafaca da anlaşır mısınız?
İyi. Bu sene takım içinde zaten arkadaşlık olarak çok güzel bir ortam yakalandı. O yüzden de çok mutluyduk.

Forma numaran neden 55?
Aslında normalde hep 5 giyerdim. Bu sene bir değişiklik yapayım dedim. İki 5’i yan yana getirdim bir hazırlık maçında. Sonra Vickie Johnson 5’i giyiyordu. Öyle de kaldı.

Esra diyince insanlar üç şey söylüyor: İyi üçlük atar, top çalar, çok güzeldir! Buna ne dersin?
Aslında güzellik göreceli bir kavram. Kimine göre öyle olabilir. Ben her zaman bir bayanın bakımlı olması gerektiğini düşünüyorum.

Hayranlarından sana ulaşmaya çalışanlar oluyor mu?
Geliyorlar evet. Tanışmak isteyenler, maçlardan sonra fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor.

Ben kız basketbolunu Sue Bird sayesinde sevdim mesela! Böyle olumlu bir etkiden de söz edebilir miyiz?
Tabii ki olabilir. Galatasaray’a, basketbola, ben ya da Işıl ya da Vickie olabilir, seyirci çektiğimize inanıyorum. Ayrıca erkek basketbolu için de aynı şey düşünülebilir. Herkesin kendi özel seyirci kitlesi oluşuyor zamanla. Medya da bayan basketboluna ne kadar daha yer verirse, o kadar daha iyi olacağını düşünüyorum.

Yine de salonda bir seyirci sıkıntısı yaşadık bu sezon...
Avrupa kupası maçlarında iyi bir seyirci vardı. Başarı kazandıkça seyirci çekmeye başlıyorsunuz, özellikle bayan basketbolunda bu böyle. Avrupa’da maç kazandıkça seyirci gelmeye başladı. Ne zaman tur atladık, salon dolmaya başladı. Gelecek sezonlarda da bu takıma güvensinler.

Bu sezon pek dinlenemedin ama boş zamanlarda ne yapıyorsun?
En çok yapmaktan hoşlandığım şey alışveriş (Gülüyor). Sinemaya gitmeyi çok severim. Aksiyon tarzı filmleri tercih ederim. Anadolu yakasını severim ama uzak olduğu için pek geçemiyorum. Alışveriş merkezlerindeki sinemaları genellikle tercih ediyorum.

Yemek yapar mısın?
Bu sene pek yapamadım açıkçası. Zaten basketboldan geriye çok az bir enerjim kalıyor. Kendimi de daha fazla yormak istemedim. Çünkü yemek yapmak emek istiyor. Ben onu gösteremeyeceğimi anladığım zaman dışarıda yine sağlıklı bir şeyler yemeye çalışıyorum.

Evet onu soracaktım. Bu kadar spor yaptığınız halde sizin de her kız gibi rejim
takıntınız var mı?

Tabii oluyor. Çok fazla abur cubur yememeye çalışıyoruz. Çünkü sonuçta kendi adıma konuşayım, ister istemez bayanız ve kilo alma potansiyeline sahibiz. Sporcu olmama rağmen çok abur cubur yersem kilo alabilirim. Bunun bilinciyle yaşıyorum. Tabii ki maç performansımı da etkileyeceği için sağlıklı beslenmeye çalışıyorum.

Tatil planların ne?
Her şeyden önce İzmir’e, ailemi ziyarete giderim. Akrabalarım Muğla’da, onları ziyaret etmeyi düşünüyorum. Planlar biraz da burun ameliyatıma göre şekillenecek. Kendime zaman ayırmak istiyorum. Denizi çok severim. Aslında Amerika’ya gitmeyi çok istiyorum ama henüz belli değil.

Bir ara burnundan sakatlandın ve buna rağmen maskeyle oynadın. Kadro geniş olsa, dinlenmeyi tercih etmez miydin?
Yine oynardım. Çünkü bu benim mesleğim ve çok severek yapıyorum. Doktorla da konuştuk. Çünkü burnum kırıldığı zaman bana söylenen, ameliyat olabileceğimdi. Ben de ihtimalleri en ince detayına kadar öğrendim. Sezon sonuna kadar erteleyebildik ameliyatı. Doktorla tekrar görüşeceğim, sezon bittiğinde olabilirim. Burnumda eskiden de kalan bir kırık varmış. Üstüne bu sakatlık geldiği için, nefes almamda problem yaşanır diye ameliyat olmamı istiyorlar. Ama tabii biraz korkuyorum (Gülüyor).

FIBA Eurocup yarı finalinde bizi eleyen Beretta Famila şampiyon oldu. Üstelik ilk maçı biz kazanmıştık. Neydi rövanşta kötü giden?
Famila iyi bir takımdı gerçekten. Finali de farklı kazandılar. Yenebildiğimiz bir takımdı ama size (ebat) olarak çok büyükler. Uzun rotasyonları ve motivasyonları çok iyiydi rövanşta. Orada da kazanabileceğimizi düşünüyordum ama olmadı. Maçın başından itibaren çok iyi oynadılar, bir türlü toparlanıp yetişemedik.


Esra’nın ‘FAVORİ’leri
Müzik: Ajda Pekkan ve Barış Manço’nun eski şarkıları, Sezen Aksu, ayrıca Teoman ve Şebnem Ferah.
Film: Cindrella Man / Milyon Dolarlık Bebek (“*** filmleri olması tesadüf değil” diyor ve filmlerdeki mücadeleci karakterlerden çok etkilendi??ini söylüyor!)
Aktör / Aktris: Brad Pitt, Keanu Reeves / Scarlett Johansson
Parfüm: Miss Dior Cherie
Yemek: Hünkarbeğendi
Otomobil: Mercedes C200 Kompressor (Kendisi Volkswagen Polo kullanıyor) 
Kitap: Felsefe ve parapsikoloji üzerine okumayı seviyor.

Esra Şencebe
Doğum Tarihi: 21.12.1981
Mevki: Şutör Guard
Boyu: 1.70

Lig ortalaması: 28 maç – 27 dakika – 11.3 sayı - % 40 üç sayı – 2.5 ribaund – 2 asist – 1.5 top çalma – 2 top kaybı

Avrupa ortalaması: 13 maç – 22 dakika – 7.4 sayı - % 37 üç sayı – 2.2 ribaund – 1.2 asist – 0.8 top çalma – 1 top kaybı

#2 - Temmuz 27 2008, 01:12:24

Savunma Bakanı

ERDEM TÜRETKEN


Anadolu Üniversitesi altyapısında başladığı basketbol yaşantısını uzun seneler ikinci ligde sürdürdü. Ve sonunda, ikinci ligin yıldızı olmak yerine birinci ligin savaşçısı olmayı seçti. Erdem Türetken, “Ya geldiğim yere dönecektim, ya da enginlere sığmayıp taşacaktım” diyor. Galatasaray Cafe Crown sahadayken ortada boş bir top varsa, biliyoruz ki o topa atlayacak birisi her zaman var. İsrail’in savunma bakanı varsa, bizim de Erdem Türetken'imiz var…

(Röportaj: Tarık ÜNLÜTÜRK | Galatasaray Dergisi, Haziran-Temmuz 2008, Sayı: 68)

 

Basketbola nasıl başladın?
Benim doğum yerim Merzifon. 1.5 yaşında Bandırma’ya taşınmışız. Bandırma’da 10 sene geçirdim. Bandırma’dan Eskişehir’e... Hep ana jet üslerinin olduğu yerlerde yaşadık. Havacıydı babam. Annem de tarih öğretmeni. Babam o dönem Eskişehir’de görev yapıyordu. O yüzden Anadolu Üniversitesi altyapısında basketbola başladım. 12 yaşımda anneme söyledim. Annem de tarih öğretmeni ve Anadolu Üniversitesi’nin altyapısı ile ilgilenen antrenörlerle bir diyaloğu olmuş, denk geldi açıkçası. Beni antrenmana çağırdılar. Böylece Anadolu Üniversitesi’nin altyapısında basketbola başladım. Yıldız ve genç takımlarda Anadolu Üniversitesi formasını giydim. Ondan sonra Anadolu Üniversitesi’nde Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu bölümünde yüksek öğrenimime devam ettim. Marmara Koleji’nden teklif geldi. Teklifi kabul edip, okula ara verdim. Daha sonra üniversiteyi bitirdim. O dönem Marmara Koleji üçüncü ligdeydi. O takımı alıp ikinci lige çıkardık. Hayatımın dört senesi böyle geçti. Takımı ikinci lige çıkardıktan sonra üst düzey oyuncu olduğumu düşünüyordum. İkinci ligde de çok iyi bir kadro kurduk ama birinci lige çıkmadık, ucundan döndük.

Çoğu basketbolcu oynadığı pozisyonda başlamaz basketbola, sende de geçerli oldu mu bu kural?
Ben de basketbola guard olarak başladım. Top getiriyordum. Ondan sonra ikinci ligde yıllarca 4 numara olarak oynadım ve çok iyi oynuyordum. Darüşşafaka’da 3 numara oynamaya başladım. Beni 3 numarada oynamaya inandıran da, Ahmet Çakı ve Halil Üner’dir. “Birinci ligde, 4 numara olarak kadroya giremezsin, iş yapamazsın” dediler bana, ben de 3 numaraya adapte oldum. 3 numara oynarken hücum zor değil. Önemli olan karşıdaki forveti savunabilmek. Bunu yapabilmek için de çok çalıştığıma inanıyorum. Ayak çabukluğu ve sahayı okuyabilmek olsun bu gibi problemleri aştım. Özellikle bunları Darüşşafaka’da aştığımı düşünüyorum. 3  numara oynamak keyifli ama antrenörün tasarrufunda, eşleşme bozmada kullanabileceği bir şey. Savunma anlamında büyük bir avantaj. Çünkü birçok takım bir anda 4 kısaya dönebiliyor.

İkinci ligde oyuncuyken, basketbola yine profesyonelce bakar mıydın?
Benim oynadığım dönemdeki, ikinci lig takımları, şu an birinci  ligde 13’üncü ve altındaki sıralarda yer alan takımları yenecek düzeydeydi. Çok iyi bir ligdi. Şu anda ise çok kolay maçlar oluyor. Bizim zamanımızda maçlar çok sert geçerdi. Gerçekten seviyesi ve kalitesi çok yüksekti. Bana da çok yararı olmuştur, orada sertliği ve nasıl oynamam gerektiğini öğrendim. Birinci ligde kenarda oturmak istemeyen oyuncular ikinci ligde forma giyerlerdi.

Yine de birinci lige transfer olmak senin için çok önemli bir karar olmalı…
Bana Darüşşafaka üç senelik anlaşma teklif etti. Bir sezon önce sezon Darüşşafaka ligi üçüncü sırada bitirmiş, Türkiye Kupası’nda da final oynamıştı. Darüşşafaka’nın iyi zamanlarıydı. Birçok kişi bana, “Birinci ligde sıradan bir oyuncu olabilirsin, ikinci ligde ise bir yıldız olarak kalabilirsin. Bu çok önemli bir tercih” dedi. Ben de “boğulacaksam, büyük denizde boğulayım” dedim ve Darüşşafaka ile anlaştım. İkinci ligdeki antrenörlerimden Murat Saati’nin bana çok emeği vardır.  “Birinci ligden teklif var, ne yapmalıyım” diye ona sordum. O da bana “olmazsa, ikinci ligde her zaman oynarsın” dedi. Ben de Darüşşafaka ile anlaştım. Halil Abi antrenördü, beni hiç korkmadan, takıma koydu. Hatta birinci ligde ilk oynadığım maç da Galatasaray’a karşıdır. O sezon az oynadım. Darüşşafaka’da, Leonid Yaylo ve Ufuk Sarıca gibi oyuncuların zamanı… Ben çok oynamadım, zaten çok oynamak gibi bir beklentim de yoktu. İkinci ve üçüncü sezonumda çok daha iyi oynadım. 10-12 sayı ortalamalarını yakaladım. Ahmet Çakı antrenördü ve kendisinin benim üzerimde emeği çok fazladır. Bana çok güveniyordu. Ben de bana güvenildiğinde çok daha iyi oynarım.

Galatasaray’dan önce, Beşiktaş’ta da oynamışlığın var ama orada sadece bir sezon kaldın…
Özellikle son iki seneki performansımın ardından birçok takımdan transfer teklifleri aldım. Menajerim Ömer Kart’la konuştuk. Beşiktaş da final oynamıştı ve çok iyi bir kadro oluşturuyordu. Ve Beşiktaş’ta karar kıldık. Benim için doğru bir seçim olduğunu düşünmüştük. Hatta bana Ömer Abi’nin şöyle bir cümlesi vardı: “Erdem, ya enginlere sığmayacak taşacaksın ya da çok kötü biz sezon geçireceksin. Bunun arası olmaz.” O sezon benim için sezon iyi başlamıştı. Universide’da forma giymiştim. Kendimi çok iyi hissediyordum. Müthiş bir üç sezon geçirmiştim. İyi de bir transfer yapmıştım. Her şey yolunda derken… Bazı olaylar oldu, üstüne de omzumdan bir sakatlık geçirdim. Sezon benim için pek verimli geçmedi. Ondan sonra kendimi bulmam gerekiyordu. Darüşşafaka’nın başında Altar Tunçkol vardı. Benim de bana güvenen bir antrenöre ihtiyacım vardı... Tekrar Darüşşafaka’ya döndüm. Geçtiğimiz sezon da benim için çok iyi geçti.

Galatasaray Cafe Crown’a transferin nasıl gerçekleşti?
Ben Galatasaray Cafe Crown’da oynamak istiyordum. Burada iyi bir oluşum olduğunu da geçen sene gözlemlemiştim. Camia takımında oynamanın her zaman ayrı bir güzelliği vardır. Bana başka ciddi tekliflerde vardı. Galatasaray’da gündemdeydi. Ama biraz zor oldu. Murat Abi de ince eleyip sık dokuyan bir coach. Bir kişiye sorarak oyuncu almıyor. Mutlaka alacağı oyuncunun maçlarını seyrediyor. Aklında birçok nokta var, onları değerlendiriyor. Benim bildiğim ve dışardan gözlemlediğim bu. Ve Galatasaray’a transferim gerçekleşti. Hüseyin Beşok ve Cüneyt Erden gibi isimleri de duyduktan sonra her şeyin çok güzel olacağına inandım. Sizden çok daha tecrübeli ve doğru insanlarla beraber, doğru bir oluşum içinde yer alıyorsunuz. Ayrıca şampiyonluk parolası ile yola çıkıyorsunuz…

Sezon başında Türkiye Kupası’nda birkaç hazır oyuncudan biriydin…
Takım çok erken toplanamadı. Türkiye Kupası’nda daha tam bir takım değildik. Ben bu sezon başında Galatasaray’da çok iyi yerlere gelmeyi kafa olarak hazırlamıştım. Ben çabukluk ve ağırlık antrenmanlarına çok erken başladım. Ama ne kadar hazır olsam, kişisel olarak iyi bir performans sergilesem de, takım olarak yeni olmamız, yabancıların aramıza yeni katılması iyi bir sonuç almamızı engelledi.

Hidayet Türkoğlu NBA’de, bunun dışında tam anlamıyla 3 numara pozisyonunda oynayan Alper Yılmaz, Haluk Yıldırım ve sen varsın Türkiye’de. Bu pozisyonun oyuncuları genelde yaptıkları savunma ile anılıyorlar. İsrail’in meşhur 3 numarası vardı: Nadav Henedfeld. Kendisine ‘savunma bakanı’ denilirdi. Sizler galiba takımlarınızın savunma bakanlarısınız…
Nadav Henefeld’i ben de çok beğenirdim. Evet öyle bir benzetme doğru olabilir.
Bizim takımımızda Hüseyin Beşok ve Cüneyt Erden gibi oyuncular var. Onlar takımın liderleri de bir anlamda. Ben Hüseyin ve Cüneyt’e diyorum ki, siz basketbolunuzu oynayın. Ben skoreri tutarım, ribaundu alırım. Topa atlanması gerekiyorsa, o topa ben atlarım. Ben bu sene Galatasaray’a faydalı olacaksam, bu anlamda olacağım. Zaten ben hiçbir zaman attığım skorla gündeme gelen bir oyuncu olmadım. Savunma yapmayı isterseniz yapabilirseniz. Bunları soruyorum. İşin emek kısmını ben yaparım diyorum.

Galatasaray Cafe Crown, beklentilerini karşıladı mı?
Türkiye Kupası maçlarından sonra gün geçtikçe her şey daha iyi oldu. Beraber oynadıkça kazanmayı sevdik. Sahada mücadele etmemizin farkına vardık ve mücadele ettik. Amerikalılar da bizim için çok büyük kazanç. Çünkü onlar çok karakterli oyuncular. Sahaya çıkıp her zaman takım için ellerinden geleni yapıyorlar. İlk yarıda büyük maçların hepsini kazandık. Ve ilk yarıyı lider bitirdik. İlk yarı anlamıyla beklentilerimi müthiş karşıladı. Huzurlu, keyifli ve başarılı bir sezon geçirdim. İkinci yarı itibari ile bir düşüş yaşadım. Bunun benden kaynaklanmadığını düşünüyorum. Takım da ilk yarıdaki performansını sergileyemedi.

Playoff’lar yaklaşıyor, belki de son yılların en zorlu ve en zevkli playoff maçları bizleri bekliyor. Sence şansımız nedir?
Playoff’da saha avantajını kaybetmiş durumdayız. İlk beş takım şampiyonluk için aday. Fakat hiçbirisinin öne çıktığını düşünmüyorum. Biz ikinci yarı çok maç kaybetmiş olabiliriz. Şimdi önümüzde bir playoff var. Orada tüm kartlar açık. Playoff’a nereden girdiğimiz de pek bir önem taşımıyor. Ben o dönemde hazır olacağımızı düşünüyorum. Hüseyin iyileşti. Kendi basketbolumuzu oynarsak, diğer dört takım için çok zor bir playoff yaratacağımızı düşünüyorum. Uyumlu bir takımız. Stafla, takım içersinde çok iyi bir uyum var. Bunun yanında kendi aramızda konuştuğumuz şeyler var. Bu konuştuklarımız bizi çok olumlu etkiliyor. Ve bunlar takım için de kalıyor. Bu takım olmak denmek. Bizi bunu başardık. Umuyorum ki playoff’larda biz doğru basketbolu oynayacağız. Ama şöyle de enteresan bir durum var bizim takımda. Karşı takım favori ise biz çok daha iyi basketbol oynuyoruz.

Bu tespiti takım olarak aranızda konuştunuz mu?
Evet, aramızda da konuştuk. Amerikalı oyuncularla da konuştuk. Motivasyonumuz da farklı oluyor. Karakterli oyunculardan oluşan bir takımız. Bize karşı bir kıyaslama getirildiği zaman bu bize artı motivasyon oluyor. Bizi favori görmeyenlere bir cevap vermek istiyoruz. Ve sahada elimizden gelenin fazlasını ortaya koyuyoruz. Biz kendimize bakalım. Biz kendi aramızda konuşurken en başta gelen konu bu. Bizim yapabileceklerimiz… Basketbol oynamaya karar verip, kenetlendiğimiz zaman herkesi yenebiliriz. Karşı takımın antrenörü; bunlar Galatasaray, her şeyi yapabiliyorlar demeli ve diyorlar. Bu korku var ve bizim bu korkuyu da kullanmamamız lazım. Ben görev verildikçe şampiyonluk yolunda savaşmaya hazırım. Buradayım ve hazırım; sadece basketbol adına doğru şeyler yapmak için hazırım.

ULEB Kupası’ndaki Beşiktaş maçı buna çok iyi bir örnek galiba…
Beşiktaş kötü bir takım mı, hayır asla değil. Çok iyi coach’ları var. Ama sonuçta biz de Galatasaray’dık. Bu ligin ilk yarıdaki lideriydik. İkinci yarı kötü sonuçlar almış olabiliriz. Ama bu ULEB Kupası’nda olayı çok abarttılar. Maçtan önce her şey bitmiş gibi gösterdiler. 

Playoff’lardan sonrası… Gelecek planların nelerdir?
Şu anda kafamda sadece playoff’lar var. Playoff’ların dışında gelecek sezon ne olur ne biter, daha kafam da net bir şey yok. Çünkü bu sezon yorucuydu. Haftada iki maçla geçti. Galatasaray benim için ilk seçenektir. İnşallah da bu böyle olur. Çünkü gerçekten basketbol oynayabildiğim, kendimi iyi hissettiğim, huzurlu olduğum bir kulüp.

Özel hayata gelirsek, bir günün nasıl geçer?
Antrenman ve kampla geçiyor. Sahada değilsem, evde olmayı seviyorum. Ben her zaman evdeki huzuruma önem verdim. Stresli bir iş yapıyoruz. Maçlara kafa olarak hazırlanmak da yoruyor. Evde oturup DVD izliyorum. Özellikle benim karakterimi yansıtan filmleri izlerim. Savaşın ve mücadelenin olduğu filmler. Benim hayatımın filmi Gladyatör. Gelmiş geçmiş en iyi film benim için. Tekrar tekrar izlerim, 10 kere seyretmişimdir. Bunların dışında basketbol maçı denk gelirse izlerim. Yazları balık tutmaya giderim, ayrıca dalgıçlık da yaparım. Yazın bu ikisini eksik etmem hayatımdan.  Biraz da internet. 17 yaşımdan beri ailemden ayrıyım. O yüzden evde yemek yaparım. Bu da benim için bir hobi gibidir.

Ailende basketbola bir ilgi var mı, evde maç izlenir miydi?
Basketbol maçları izlenirdi evde. Babam da annem de basketbol maçlarını izlerler. Maçtan önce ve sonra onlarla konuşurum. Eleştiriler gelir mutlaka. “Niye kötü oynuyorsun, beslenmene mi dikkat etmiyorsun” diye sorarlar. İyi oynadığım zaman da tebrik ederdeler mutlaka.

Taraftar önünde oynamak nasıl bir duygu?
Sahada her şeyi yapabilecek gibi hissediyorsunuz onlar varken. Her ne kadar maça hazır olsanız da, taraftarları görmek, motivasyonu arttırıyor. Galatasaray’da oynamak keyifli. Oynadığımız basketboldan, camiadan, taraftarın bakışından çok keyif aldım. Kötü oynadığımız maçta, kaybettiğimizde bize destek verdiler. Bizi soyunma odasından çağırdılar. Ellerini uzatıyorlar, size dokunmak istiyorlar. Galatasaray taraftarı büyük ve vefalı bir taraftar. Basketblou bilen bir taraftar. O taraftarla oynamak çok önemli.

Kime karşı oynamak zordur…
“Granger, Domercant ve Ayuso… Bu üç oyuncunun savunmasında zorlanmıştım. Bana tutacağım oyuncun şu özellikleri var denildiğinde, ben kimlerle oynadığımı hatırlıyorum! İşte o zaman, o oyuncu bana önemsiz geliyor. Rakibinden korkmuşsan zaten kaybedersin. Granger’in sakatlanmadan önceki dönemi ve Ayuso’nun Beşiktaş’ta oynadığı dönemlerde onlara karşı oynamak zordu. Ayuso tam benim match-up’ım değil ama bu oyuncuların karşısında bir şey yapamadığım anlar oldu.” 

4
“Marmara Koleji’ne transfer olduğumda en genç oyunculardan bir tanesiydim. Bütün numaralar alınmıştı. 4 numara kalmıştı. Ben de 4’ü aldım. O günden beri 4 numarayı giyiyorum.”


#3 - Temmuz 27 2008, 10:03:23


O Toplantı!


ÜMİT KARAN


“Ligin devre arasında Adnan Polat ve Haldun Üstünel’le bir toplantı yaptım. O toplantı benim için motivasyon anlamında çok önemliydi. Takımın bana ihtiyacı olduğunu söylediler. Ben de takımda kalmak istediğimi, ayrılmayı düşünmediğimi söyledim. Devre arası gelen teklifler doğrultusunda bu konuşma yapıldı zaten.Siz benden böyle bir görev bekliyorsanız, ben bu göreve hazırım. Bu takımı sırtlamak istiyorum. Bu takımı şampiyonluğa götürmek istiyorum dedim. Yöneticilerimiz de benden bunu beklediklerini ve arkamda olduklarını söylediler. Bana olan güvenleri ve motivasyonları sayesinde iyi performans gösterdim”

(Röportaj: Bülent Timurlenk | Galatasaray Dergisi, Mayıs 2008, Sayı: 67)

Sezon Başı

Feldkamp, bana göre o gün yanlış bir karar aldı. Evet, bir teklif vardı ama bana sorulmadı zaten, sen ne düşünüyorsun diye. Beni tanıyanlar bilirler. O yüzden benim bir sıkıntım olmadı. Hiçbir zaman da hesap vermek zorunda hissetmedim çünkü benim bu kulübü ne kadar sevdiğimi herkes bilir. Antrenmana çıktım. Bunu bana soyunma odasında sorması gerekiyordu. Orada bana göre yanlış davrandı. Sahada bir gösteri yapmak doğru değil. Bu gösteriyi bir tek bana yapmadı. Birçok futbolcuya yaptı bu sezon. Bence o konuda biraz hatalıydı.

Feldkamp giderken
Gitmesini hiç beklemiyorduk. Bize bir açıklama yaptı ama kendi takdiridir. Net bir şey demedi. Teşekkür etti herkese. Futbol bu, yarın bir gün ben giderim, başkası gider. Aslolan Galatasaray’dır. Yapacak bir şey yok. Kendi kararını verdiyse bizim müdahale şansımız olamaz ki! Zamanlama ne kadar doğru, onu tartışabiliriz. Ama genel bakışta, gidişini tartışamayız. Zamanlamayı çok doğru bulmuyorum açıkçası. Ben sekiz senedir Galatasaray’da top oynuyorum. Galatasaray’ın içini, dışını bilen bir adamım. Dışarıdaki insanlar da, medya da Galatasaray’da sistemin nasıl çalıştığını biliyorlar. Feldkamp’ı futbolcular gönderdi gibi bir şey söz konusu olabilir mi? Öyle olsa daha önce birçok hoca gönderilirdi bu kulüpten! Bu haberler ve yorumlar sadece bizim huzurumuzu kaçırmak amaçlıydı ama başarılı olamadılar.

Kaptan Ümit Karan
Biz her zaman takım kaptanları olarak takım arkadaşlarımızla konuşuyoruz, bu yüzden de özel bir toplantı yapmaya ihtiyaç duymadık. Kalli hocamız gittikten sonra da bir konuşma oldu. Konuşmanın da özeti: “Hepimiz profesyonel futbolcularız. Burada ekmek parası kazanıyoruz. Yarın bir gün biz gönderiliriz, antrenör gider. Futbolun doğasıdır. İlk kez bir hoca istifa etmiyor ki.” Ben geçmişe bakıp bir teknik direktörü eleştirmem. Futboldan anlayan bir hocamızdı, ömrünü futbola vermişti. Mutlaka kusurları da iyi yönleri de vardı her teknik adam gibi...

Farklı bir Ümit Karan
Bu sezon geçmiş sezonlara nazaran gol bölgesinden biraz daha uzak kalıyorum ama takımın buna ihtiyacı olduğunu hissederek bunu yapıyorum zaten. Topu kanatlara taşımak, orta sahaya destek olmak gibi bir ihtiyaç var. Günümüz futbolunda statik duran forvete yer yok. Durup bekleyip oynanmıyor artık futbol. Çağa uyum sağladım diyeyim. Daha eforlu oynuyorum. Tabii son dakikalarda yorulduğum zamanlar daha çok oluyor. Daha çabuk yoruluyorum ama oyun şekli olarak hoşuma gidiyor. Çok koşmanın ayrıca son vuruşlarımı etkilediğini düşünmüyorum.

Çok koşan Ümit Karan
Gençlerbirliği maçını çok zor şartlar altında oynadık. Orada çok efor sarf ettim. Ondan sonra Trabzon maçında ilk 45 dakika sarf ettiğim eforu hiçbir maçta sarf etmedim. Doğal olarak ikinci yarı da düşüşe geçtim. Gençlerbirliği maçı hakikaten zordu ve üstelik 90. dakikaya kadar kazanmak için zorladık maçı.

Bu sezon attığı goller...
Daha çok olabilirdi bence. İstatistiklere öyle bakmamak lazım. Ben kaç pozisyona girdim? Konya maçında bir pozisyon mesela. 10 pozisyona girer de kaçırırsan o başka. Öyle bir imkanımız yok. O kadar sık pozisyona giren bir takım değiliz. Baskılı oynuyoruz ve yakaladığımızı atmak zorundayız.

Devre arasız lig ve fikstür
Biliyorsunuz, bizde geçmiş sezonlarda olduğu gibi bir ay süren devre arası İngiltere, İtalya’da da yok. Hakikaten çok da gerekli mi diye bana sorarsanız, çok da gerek yok. Burada önemli olan, mümkün olduğu kadar Ağustos ayında lige geç başlamak. Ağustos ayında 35 derece sıcakta futbol oynamak pek mantıklı olmasa gerek. Meteoroloji tahminleri artık çok gelişti. Kar yağacaksa bir bölgeye bunu bir hafta önceden bildiriyorlar. Federasyonun da bu bilgileri gözönüne alıp ona göre program yapması, gerektiği zaman da ligi ertelemesi ya da bir hafta kaydırması gerekir. Biz Konya’da bunun zorluğunu yaşadık ve beton gibi zeminde Uğur kardeşimiz sakatlandı.

Euro 2008
Ben sadece sahada formamı terletip iyi performans vermeyi hedefliyorum her maçta. Takdiri her zaman teknik adamlara bırakmak lazım. Milli takıma başarılar diliyorum. İnşallah çok iyi bir sonuç elde ederler. Çünkü burada ülkeyi temsil etmek çok önemli bir görev. Tabii futbolcu olarak herkes orada olmak, oynamak ister. Ama kadro maalesef kısıtlı.

Baba olmak...
Geleceğe bakışım değiştirdi. Çok daha sorumlu olmayı gerektirdi. Eskiden daha rahat para harcayabiliyordum. Bekarken gününe göre yaşayabilen, gerekirse harcamalara çok da dikkat etmeyen, nasılsa yine kazanırız diyen bir oyuncuydum. Şimdi geleceği düşünüp yatırım yapıyorum. Ben olmazsam çocuğumun geleceği aydınlık olsun düşüncesi içindeyim. Ailemin geleceği ön planda. Sonuçta bir erkek her zaman ayaklarının üstünde durabilir. Herhangi bir işte çalışıp karnını doyurur ama günü kurtarır. Ancak bir aile babası olduğunda bu sorumluluk gelecek kaygısını ve sorumluluğunu yükler bir erkeğin üzerine.

Ümit ve Ümit Can
Benim için hayatımda en değerli şey oğlum. Çocuk olduktan sonra kendi hayatımı değil onun geleceği düşünüyorum O benim bütün negatif enerjini alabilecek güçte. Eve gidip onu gördüğümde bütün yorgunluğum gidiyor. Kamplar ve deplasmanlar yüzünden evden uzak kaldığımız geceler oluyor. İnsanın aklı, nerede olursa olsun evinde kalıyor . Eşin ve çocuğun evde. Bu ne demek? Her zaman tedirginlik. Evden telefon geldiği zaman akşamları, her zaman bir korkuyla, tedirginlikle açıyorsun. Doğduğu zaman altını çok değiştiriyordum. Eşime çok destek oldum ilk aylarda. Şimdi ben dokunmuyorum! Zaten bakıcısı da var. Dolayısıyla daha rahat. Ama üstüme kaka yaptığı günü hatırlıyorum. Evde çok fazla televizyon izlemem. Evdeyken bütün ilgim tamamen eşime ve çocuğuma. Zaten evladımın uyku saati belli. Düzenli bir uyku saati olduğu için, ben 18.00’de eve geldiğim zaman, 20.00’ye kadar oynuyoruz. Zaten saat 21.00’de uyuyor.

Cassio Lincoln
Çok yetenekli ve kariyerli bir futbolcu. Bizim futbolumuz Almanya’dakinden farklı. Uyum sıkıntısı çekmiş olabilir ama sonuçta ilk senesi. Bir senede bir yabancının kendini ispatlaması o kadar kolay bir şey değil. Bir de beklentiler belki çok yüksek kondu. Bizdeki baskı Avrupa futbolunda olmadığından yabancı oyuncu üzerinde stres yaratıyor. Lincoln takımla çok çabuk kaynaştı, takım içi iletişimde hiçbir zaman sıkıntı yaşamadı. Ama belki içinde bir duygusallığı vardır. Bilemediğimiz, görmediğimiz. Belki Beşiktaş maçında yaşadığı olay onu çok etkilemiştir. Biz de bilmiyoruz ki. İyi futbolcu olduğunun altını bir kez daha çizeyim ve önümüzdeki sezonlarda Galatasaray’a çok fayda getireceğine de eminim.

Barış Özbek ve Serkan Çalık
İlk sene için başarılılar. Sonuçta Almanya’dan üçüncü ligden geldiler buraya. Beklentimin çok üzerinde top oynadılar. Mutlaka onların da düşüşü, yükselişi olacak. Çok doğal karşılıyorum.

Servet Çetin
Servet özellikle bu sezon çok iyi bir grafik çizdi. Çok iyi bir çıkış yaptı. Hakikaten takımı sırtlayan oyuncu haline geldi. Tebrik ediyorum onu.

Gelecek
Galatasaray’la iki sene mukavelem var. Sonrasına bakacağız. Zaman zaman hala teklif geliyor Avrupa’dan. Ama artık burada oturmuş bir yaşam tarzım var. Bir çocuğum var. Bunları nasıl bir teklif gelirse değiştirirsin, onu düşünmek lazım tabii ki. İnşallah futbolu Galatasaray’da bırakırım. Bir de ikinci yarı iyi oyunumu etkileyen bir faktör daha var.

Devre arasındaki toplantı
Ligin devre arasında Adnan Polat ve Haldun Üstünel’le bir toplantı yaptım. O toplantı benim için motivasyon anlamında çok önemli bir toplantıydı. Biliyorsunuz, Kalli ilk yarının sonlarında beni hiç oynatmıyordu. Takımın bana ihtiyacı olduğunu söylediler. Ben de takımda kalmak istediğimi, ayrılmayı düşünmediğimi söyledim. Devre arası gelen teklifler doğrultusunda bu konuşma yapıldı zaten. Siz benden böyle bir görev bekliyorsanız, ben bu göreve hazırım. Bu takımı sırtlamak istiyorum. Bu takımı şampiyonluğa götürmek istiyorum dedim. Yöneticilerimiz de benden bunu beklediklerini ve arkamda olduklarını söylediler. Bana olan güvenleri ve motivasyonları sayesinde iyi performans gösterdim. Onlara buradan teşekkür etmek istiyorum. Teşekkür etmem gereken bir kişi daha var da Cevat (Güler) Hocam. O beni ikinci yarıya iyi hazırladı. Takımdan ayrı da çalıştım, bana özel idmanlar hazırladı. Sahada verdiğim savaşın mimarlarındadır Cevat Hoca...

#4 - Temmuz 31 2008, 11:52:31


Karşılıklı Saygıyla Kalıcı Başarılara

Bir Michael Skibbe Portresi

Alman disiplini, hem genç-hem teknik direktör olmak, medya, Almanya mı zor yoksa Türkiye mi, bir idol: Ottmar Hitzfeld, hayranlık: Lionel Messi, artık Galatasaray ve daha fazlası ve karşınızda Michael Sikibbe… 

Yağmur yağıyordu. Sanki hiç durmayacakmış gibi yağıyordu. Bu sene Almanya kampı böyle mi geçecekti? Kafilede hava durumundan şikâyetçi olanların sayısı az değildi. Uzaklarda artık tütmeyen fabrika bacaları, güneş parıldamayınca daha da hüzünlü bir hava yaratıyordu. Galatasaray’ın yeni teknik direktörü Michael Skibbe, bölge insanının deyimiyle “Ruhr Potası”nı (Ruhrpott) gerçekten çok iyi biliyor. Kapatılan maden ocaklarını, ekonominin tümüyle yok olan birçok sektörünü, bunların akabinde yaşanan ağır işsizliği ve bütün bölgenin kapsamlı yeni arayışlar içine girmesini… Michael Skibbe, öz be öz Gelsenkirchenli, babası yıllarca maden ocaklarında ter dökmüş. Her ne kadar artık boş zamanında golf oynamayı sevse de, kökenini unutmaksızın elde edilecek her başarın temelinde emek ve alın terinin yattığını vurguluyor Skibbe. Zaten daha çok genç yaşlarda hayat kendisine bunu öğretmiş.
O dönemin Ruhr Potası’nda her futbol sevdalısının rüyalarını Borussia Dortmund, Schalke 04, VFL Bochum, Rot-Weiß Essen veya Wattenscheid 09 gibi takımlar süslerdi. Ancak Michael Skibbe rüyaların çocuğu değildi. Çalışıp çabalar, şansını zorlar ve Wattenscheid 09 alt takımlarından (ki Altıntop ikizleri ve Yıldıray Baştürk de burada top koşturmuşlardır) Schalke 04’te profesyonel kadroya kadar yükselir. Mahalle maçlarında hayranlıkla andıkları, geçemediği oyuncu olmayan, çalımın üstadı Stan Libuda’nın takımında oynuyordur artık. Ancak Michael Skibbe Bundesliga’da sadece 14 maça çıkar ve daha 22 yaşında ağır sakatlanıp “futbol malulü” olarak o çok sevdiği mavi-beyaz formasını duvara asmak zorunda kalır. Uli Hoeness, Willi Lemke gibi menajerlik mesleğinin Bundesliga’da profesyonel bir mertebeye yükselten Rudi Assauer, daha önce Wattenscheid’ten transfer ettiği Skibbe’yi antrenörlüğe yönlendirir ve kendisine Schalke 04’te genç takımlar koordinatörlüğünü önerir. “Bugün baktığımızda bu jest futbol dünyasında kalmam adına büyük bir şanstı” diyor Skibbe. Henüz 43 yaşında olmasına rağmen, çok deneyimli bir hoca sayılır, tam 21 yıldır bu işin içinde. Geniş kitlelerce tanınması, daha 33 yaşındayken, Bundesliga’nın en genç teknik direktörü olarak 1993’te Borussia Dortmund’un başına geçtiğinde gerçekleşmişti. Futbol kamuoyunu ve o baskının ne anlama geldiğini o zamandan beri çok iyi biliyor.

Medya ile ilişkiler
Michael Skibbe, Temmuz 2000’de Alman milli takımında antrenörlük lisansı olmayan Rudi Völler’in yanında görev alır. Dört yıl sonra, Portekiz’deki başarısız sonuçlanan Avrupa Kupası’nın ardından bu ikili istifa eder. Ama Alman Futbol Federasyonu Skibbe’yi kapı dışarı etmez ve gençlik koordinatörlüğüne getirir. Genç futbolculara şans vermesi, onları takıma entegre etme azmi kendi kariyeri ile ilgili olsa gerek. Genç oyuncuları kazanma yeteneğini en son Leverkusen’de kanıtlamıştı.

Profesyonel futbolun ölçü birimi kazanmak olduğunu ve Galatasaray’da kendisinin başarılı olmaktan başka bir şansı olmadığını ona hatırlatmanın anlamı yok. Ama Bayer Leverkusen gibi, büyük bir taraftar kitlesi ve kapsamlı bir tarihe sahip olmayan bir holding takımından, İstanbul’a ve Galatasaray’a gelmek elbette koskoca bir adımdı. Fakat, Türkiye spor medyasıyla bu gerçekten mütevazı, sempatik ve “içi neyse dışı da o” izlenimi bırakan futbol adamı nasıl başa çıkacaktı? Skibbe: “Türkiye’de medya tüm toplum gibi futbol çılgını. Almanya’yla karşılaştırdığımızda bulvar ve spor basını Türkiye’de daha çok. Tiraj peşinde oldukları için de, sansasyonel haberlere ihtiyaçları var. Dolayısıyla, gerçek dışı, abartılı haberler, Almanya’da da olduğundan daha fazla. Fakat bu tür gazetecilikten fazla da ürkmemek lazım. Medya mensuplarıyla iyi bir ilişki yürütmek zorundayız.”

Türkiye’deki yabancı teknik direktörlerin, en fazla gazete başlıklarını çevirtip okuyabildikleri için aslında avantajlı olduklarını söylüyor Skibbe. Çıkan “haberlere” değil, işlerine yoğunlaşıyorlar. Bunu daha çok bir espri olarak ifade ediyor. Olayın ciddi boyutu ise farklı: Kendisi ileride Türkçe öğrenmek istiyor. Bunun sembolik anlamı yüksek olduğunu düşündüğü için de, daha ilk günlerde en azından “Nasılsınız?”, “Teşekkür ederim” gibi cümleleri kullanmaya başlamış. Böylece bir engeli aşmaya başlamış olsa bile, karşılaşacağı başka zorlukları tasavvur edebiliyor.

Önce Adnan Sezgin’le, sonra diğer yöneticilerle ve başkan Adnan Polat’la, olağanüstü iyi bir ortamda gerçekleşen görüşmelerin ardından varılan anlaşmayı ajanslar geçtiğinde, Skibbe’nin cep telefonu bolca çalar. Türkiye’yi iyi tanımayanlar temkinli tepkiler sergilemişler. “Uzak bir yere gidiyorsun, ne yapıyorsun?” demişler. Arayanlar arasındaki çoğunluk ise kendisini tebrik etmiş. Özellikle eskiden top koşturduğu, Türk kökenli futbolcu arkadaşları ve çalıştırdığı gençler çok heyecanlanmışlar, kendisinin bu görevi üstlendiğinden dolayı gurur duyduklarını dile getirmişler. Bir gün küreselleşen futbol ve göçmenlik arasındaki ilişkiler araştırılırsa, bu tür tepkilerin anlamı üzerinde de düşünülmesinden doğrusu yarar var.

Defans ve hücum
Eğer kontrollü, defans ağırlıklı ve sonuca dayalı futbol “düzyazı” ise, hücumu ve golü düşünen futbol “şiir”dir. Kimleri makale meraklısıdır, ama biliyoruz ki, yine de sevgilisine şiir gönderir. Skibbe’nin çalıştırdığı takımlar, geçmişte daha çok ofansif futbolla, oyunu domine etme istekleriyle dikkat çekmişlerdi. Bunu Galatasaray camiası geçen sezon UEFA kupasından hatırlıyordur. Her ne kadar devamlı pres uygulayan, topu erken kapıp seri paslaşmalarla hemen karşı takımın kalesini zorlayan bir oyun anlayışı oturtmak istese de Michael Skippe, iyi takımların aynı zamanda düzyazıya da hakim olmak zorunda olduklarını savunuyor: “Taktiksel değişkenlik özellikle uluslararası karşılaşmalarda belirleyicidir. Bu maçlarda oyunu aktif şekillendirmeniz, aynı zamanda da defans organizasyonunu en yüksek düzeyde tutmanız gerekiyor.” Sarı-kırmızılıların yeni teknik sorumlusu, böyle düşünüyor.
Galatasaray’ın bu yılki transferlerinin uluslararası maç ve turnuva deneyimi olduğuna dikkat eden Michael Skibbe, yeni kadrosuyla bu alanda başarılı olacaklarına inanıyor. Kewell ve Meira transferlerini “Avrupa’da tekrar ses getirmek” kararlılığı çerçevesinde yorumlamakta yarar var. Malum, transfer dönemi olduğu için bu konuyu biraz daha açmak istiyoruz. Madem Türkiye medyası her yaz ve devre arası büyük takımlar adına 50 ile 100 “transfer bombası” patlatıyor, biz de Michael Hoca ile “flaş transfer” konuşalım diyoruz. Diyelim ki, bütçemiz sınırsız ve transferin gerçekleşmesi için hiçbir handikap yok. Şu güzel kadroda kimi görmek isterdi Sayın Skibbe? Neredeyse sorumuz bitmeden cevap hazır: Lionel Messi. Bu dünya yıldızının çalım yeteneklerine (“En az iki kişi rahatlıkla geçiyor”), olağanüstünü hızına (“Top onda olduğunda bile, onu kovalayan oyunculardan daha süratli”) ve bütün bu bireysel yeteneklere rağmen bir takım oyuncusu olmasına (“Ne göz var”), Skibbe çoktan beridir hayran. Sahi ne de güzel olurdu... Daha bu rüyanın tadını çıkarmadan Alman futbol adamı “Ama benim takımımda bunları yapan, çok kaliteli oyuncularım da var” diyor. Hani “arkadaşlar yanlış anlamasın” der gibi...

Kalıcı bir başarı
Hedef, başarıyı kalıcı kılmak. Bu yolda önemli prensipleri var hocanın: Dürüstlük, içtenlik ve centilmenlik çerçevesinde ilişkiler. Bir de üstünde özellikle durduğu iki ilke var: Saygı ve sorumluluk. İyi hoş da, biz Alman hocaların alınlarında hep “disiplin” okumuyor muyduk? Alman takımlarına karşı oynanan maçlarda canlı yanında en çok duyduğumuz kelime bu değil miydi? Futbol uzmanları “Alman disiplinini” hep övmüyorlar mıydı? Skibbe: “Tabii ki takım oyunlarının temelini disiplin oluşturur. Ancak bugün disiplin emir ve itaat anlamına gelmez. Daha çok saygıyla ilintilidir. Antrenörlerle oyuncular arasında, takım içinde ve rakip takımlara karşı ilk etapta bir saygı olması gerekiyor. Bunun Türk futbolunda özellikle var olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize, 18 yaşındaki Murat, kendinden iki yaş büyüğüne ‘Aydın abi’ diye hitap ediyor.” Aynı saygıyı futbolumuzda rakipler birbirlerine gerçekten gösteriyor mu? Seyirci takım ilişkilerini bu açıdan gözden geçirdiğimizde acaba aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Takımların ve medya mensupların arasındaki ilişkileri nasıl tanımlayabiliriz? Bunları Skibbe’yle sezon sonu konuştuğumuzda ilginç saptamalar ortaya çıkabilir, ama şimdilik bir köşede dursun.
Günümüz futbolunda disiplinin bir başka boyutu daha var Skibbe’ye göre. O da “sorumluluk alma cesareti”. Galatasaray’ın yeni hocası, fubolcularından da bunu bekliyor. Onun için afedilmesi gereken hatalar, sorumluluk alıp yapılan hatalardır. Kaleci sorumluluk üstlenip çıktığı topu alamadıysa, benzeri bir pozisyonda ondan yine topa çıkmasını ister. Futbol oynadığı yıllarda tanıştığı, dönemin Almanya Başbakanı Helmut Schmidt’i ve milli takım antrenörü olduğu yıllarda iyi bir diyalog yakaladığı başbakan Gerhard Schröder’i etkileyici kişilikler olarak tanımlaması biraz da bu sorumluluk felsefesiyle bağlantılı olsa gerektir.

Ottmar Hitzfeld
En çok etkilendiği meslektaşı ise Ottmar Hitzfeld. İsviçreli teknik direktör Borrussia Dortmund’tun başındayken Skibbe genç takımlardan sorumludur. Skibbe çalıştırdığı PAF takımından mesela İbrahim Tanko ve 1997 şampiyonlar ligi finalinde maça 71. dakikada giren, 10 saniye sonra da galibiyet golünü atan Lars Ricken’i kazandırır. Tıpkı Hitzfeld gibi, disiplin ve özgürlük arasındaki ölçüyü yakalamak, oyuncularıyla hem yakınlık kurmak hem de araya bir mesafe koymak, karşılıklı saygı sağlamak ve bir güven ortamı yaratmak istiyor Michael Skibbe. “Oyuncular bana her zaman güvenebilirler. Ama kararları benim verdiğimi kabullenmek zorundalar.” Takıma ve kadroya giremeyen oyuncular bunun ne anlama geldigini düşünebiliyorlardır. Ama kararlar adil ve makul olduğu sürece sorunlar yaşanacağını düşünmüyor hoca.

Takımı yönetme sorumluğu teknik kadronun önemli görevlerinden biridir. “Ama geldiğimden birkaç hafta sonra, Galatasaray’da Ümit Karan ve Hasan Saş gibi deneyimli oyuncuların bu konuda önemli sorumluluklar aldığını memnuniyetle gördüm” diyor Skibbe. Özellikle genç oyuncuların kariyerlerinde adım atmalarında bu önemli bir rol oynayabilir.
Zaten deneyimli, başarılar elde etmiş oyuncular ile gelecek vaat edenler arasında bir “sinerji” yaratmak, Skibbe’nin öncelikli hedeflerinden biri. Galatasaray’daki görevi, onun için, Leverkusen’dekinin bir biçimde devamı. Bayer’de başladığında Voronin, Juan, Berbatov ve Nowotny gibi kilit oyuncular kadrodan ayrılmışlardı. Genç oyuncuları kazanarak, aynı seviyede futbol oynayan ve başarıyı yakalayan bir takım kurulması gerekiyordu. Aynı şekilde bugün Galatasaray’da şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi’nde başarı elde etmek söz konusu. Bu, Skibbe için ekstra bir motivasyon olsa gerek, çünkü bunlar, sonuçta, kendi kariyerini de süsleyecek. Skibbe’nin buna bütün samimiyetiyle inanması, kadronun kalitesiyle yakından bağlantılı. Türkiye’de şampiyonluklar yaşamış, Avrupa kupalarında çeşitli başarılara imza atmış ve son Avrupa Şampiyonası’nda vitrine çıkmış oyunculara sahip artık Skibbe.

Gençler çok önemli!
Bir de umut vaad eden gençler var Florya’da. Daha önce birçok genç takımların başında olan Skibbe Galatasaray’da karşılaştığı potansiyelden bir hayli etkilenmiş. “Kadro içinde olağanüstü kaliteli genç oyuncular var. Aralarında oyun içinde sorumluklar alabilen, oyun akışını yönlendirebilen arkadaşlar var. Ve ayrıca bunların Galatasaray’a bu denli bağlı olmaları ve bu yaşta kendilerini kulübün menfaatleriyle özdeşleştirmeleri fevkalade bir durum.”
Tek tek oyuncular hakkında konuşmak istemese de, kendisini zorluyoruz. Bizi kırmıyor. Önce PAF’tan Duisburg kampına katılan gençlerden başlıyor. Bu kadar kısa bir zaman ardından onlar hakkında detayla bilgi verebilmesi şaşırtıcı. Mesela Murat’ın defans anlayışını, hazırlık maçlarında kendi mevkiinde gösterdiği başarıyı ve Erhan Şentürk’ün yeteneklerinden bahsediyor.

GENÇ OYUNCULAR
Sadece gençler hakkındaki düşünceleri ayrı bir yazı konusu aslında. Profesyonel kadroya daha önce yükselen Mehmet Güven’in önemli bir yetenek olduğunu, İstanbul Büyük Belediyespor’dan geri dönen, geçen sezon gibi sakatlıklar yaşamazsa, özellikle Aydın Yılmaz’dan umutlu. Mehmet ve Aydın’ın bu sezon büyük çıkış yapabileceklerini savunuyor Michael Skibbe.

İyi, güzel de, Kewell ve Meira gibi kaliteli transferler gençlerin kadroya girmesini zorlaştırmayacak mı? Bayern Münih’te teknik direktörlük yaptığı yıllarda Bundesliga’da rotasyon sistemini tüm eleştirilere rağmen oturturan Hitzfeld gibi, Skibbe de bu yolu mu seçecek? Hem gençleri, hem de yeni oyuncuları takıma monte etmenin görece rahat olacağını savunuyor kendisi. Çünkü Galatasaray kadrosundaki “harikulade takım ruhunun”, bunun için gerekli temeli sağladığından emin. Tabii ki yenileri kazanmak tesadüfe bırakılmıyor. Nitekim ufak ayrıntılar da bunu belgeliyor. Harry Kewell’in kamptaki oda arkadaşının genç bir oyuncu olmasına dikkat ediyor teknik kadro. Medyanın takım içinde gruplaşmaların olduğu yolundaki haberlerini dile getirdiğimizde, Skibbe’deki şaşkınlığını sezebiliyoruz. Takım sporları içinde gruplaşmanın son derece normal olduğunu ve Galatasaray’da bir büyük grubun bulunduğunu belirtiyor ve ekliyor “Ama bu grup, takımın kendisidir.”

Daha ilk antrenmanlardan sonra, oyuncular, Skibbe’nin idman yöntemlerinden ve yarattığı ortamdan son derece mutlu olduklarını dile getirmişlerdi. Uzun süre böyle açıklamalar yapılmamıştı.

Boş zamanlarında yemeğe çıkmayı, Dan Brown türünden yazarları okumayı ve casus filmleri izlemeyi seven Michael Skibbe’nin, İstanbul gibi bir dünya metropolünde artık çalışması ve Florya’da son derece profesyonel koşullarla karşılaşması, onun çevresine böyle memnuniyet saçmasında son derece önemli faktörler.

Peki, her şey bu kadar iyi olmasına rağmen, Almanya ile karşılaştırdığımızda, İstanbul’da öncelikle neyin eksikliğini hissedecek? Yanıtı çok hoş: “Antrenmanlar için yağmurlu havayı özleyeceğim doğrusu.”
#5 - Eylül 06 2008, 15:34:34

"Ona şevkatle yaklaşmak lazım. 3 gün izin istedi, 4 verdim. Söz verdiği gün ise İstanbul´a döndü ve gerçek bir futbol yıldızını bütün Türkiye gördü..."
Önünüzde iki yol var ve birine sapmak zorundasın. Sağa dönersen Lig Şampiyonluğu, sola dönersen UEFA Şampiyonluğu. Sağa mı dönersin, sola mı, yoksa direkt patikadan mı devam edersin!
Kulübümün menfaatleri açısından Süper Lig Şampiyonluğu önemli. Çünkü takım direkt Şampiyonlar Ligi’ne katılacak ve yaklaşık 15 milyon EURO gelir kasanıza girecek. Kişisel kariyerim açısından elbette sola dönerim! Bakın Galatasaray’ın müzesine; 17 lig kupası var, ama 1 tane UEFA Kupası.

Kadıköy’deki finale hak kazanırsanız, ezeli rakibinizin stadında Avrupa finali oynayan ve yüzde 50 ihtimalle kupayı kaldıran ilk ve tek Galatasaray Teknik Direktörü olabilirsiniz.
Bu gerçekleşirse sürprizlerim olabilir. Mesela, Souness’dan o efsane bayrağı isteyebilirim! Hatta o bayrağı stadın tam ortasına dikebilirim. Ancak şundan da eminim; eğer Kadıköy’de şampiyon olursak, Başkan Adnan Polat, Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin benden önce orta sahaya varabilir!

Galatasaray’da bulunduğunuz süre içinde canınızı en çok yakan olay neydi?
Hiç şüphesiz yardımcılarım Ümit Davala ve Edwin Boekamp’ın gönderildiği o an... Ümit Davala ile hâlâ konuşuyoruz gerçi, çünkü o benim sevdiğim bir dostum.

Neredeyse tümü millilerden oluşan bir takımınız var. Sizi kim durdurabilir?
Emin olun abartmıyorum; Galatasaray gününde olsun, sahaya ideal kadrosuyla çıksın, Avrupa’da bile yenemeyeceği bir takım yok. Takımımla gurur duyuyorum...

İkinci yarı başlıyor. Sivasspor ile üst üste 3 maç oynayacaksınız. Bu arada UEFA ve lig de sürecek. Trafik hayli yoğun. Önlem aldınız mı?Fikstürü kim yaptı, anlamak zor. UEFA’da devam ediyoruz diye söylemiyorum. Çünkü burada Fenerbahçe, Beşiktaş veya Trabzonspor da olabilirdi. Düşünün; kışın ortasındayız, Türkiye’nin en güzide kulüplerinden biri Sivas’a gidiyor. Hadi gitti diyelim, peki bu kupa maçları ne oluyor? Üstelik 2 tane de çok önemli Avrupa maçına çıkacağız. Açık söylüyorum; Bu fikstürü yapanlar bunları hesaba katmamış. Kupa maçları Nisan-Mayıs’ta oynanamaz mı?

Avrupa’daki tek Türk takımısınız ve yakında Bordeaux maçları var. Rakibinizi analiz ettiniz mi? Taraftara zafer sözü
verebilir misiniz?
Biz, pozitif ve açık futbol oynayan rakipler karşısında zorlanmıyoruz. Yani Bordeaux bizim için iyi rakip. Daha önce böyle takımlar karşısında ne yapabileceğimizi gösterdik. Berlin ve Benfica açık oynadı, dağıldı. Bu nedenle Bordeaux karşısında başarılı olacağımızı düşünüyorum. Tek bir tehlike var.
O da Gourcuff. İnanılmaz bir golcü. Dikkatli olmalıyız. Bir tur sonra ise Hamburg değil de NEC Nijmegen çıkarsa karşımıza şahane olur.



Galatasaray tıkır tıkır futbol oynuyor, ama o yerden yere vuruluyor. Yapılan eleştirilerin dozu ağır, gösterilen saygının ölçüsü hafif... Peki ya ne yer ne içer bu adam! Hatta bu nasıl bir Alman! Fener restorana götürdük yardımcısı Burak Dilmen ile birlikte, sorduk yanıtladı, sormadık yine yanıtladı! Peki o geceden bize ne kaldı? Bir elimizde Michael Skibbe gerçekleri... Diğer elimizde ‘teknik’ olmasa da ‘ADAM’lık konusunda gerçek bir liderle tanışmış olmanın verdiği haz... Paylaşalım o halde, huzurlarınızda Michael Skibbe...

Lincoln’e ne yaptınız!
Devre arasına uzun bir süre vardı. Lincoln geldi ve ‘Arkadaşlarım iki günlük izinde bile Avrupa’ya gidip dostlarıyla görüşüyor. Ancak benim yakınlarım Brezilya’da ve bu şansım yok. Devre arasında 3 gün ekstra izin istiyorum’ dedi. Ona şu yanıtı verdim; ‘Belki ben burada olmam, ama sana bir gün ekstra izin de benden. Lütfen 5. gün burada ol...’ ‘Hocam, senin burada olman için elimden geleni yapacağım’ diyerek gitti, döndü. Sonrasını Türkiye gördü.

Artık gülüyor, çalışıyor ve büyülüyor. Sizinle birlikte yaşandı bu süreç...
Evet, Lincoln ile aramız iyi. Bunun nedenini kimse bilmiyor. Anlatayım. Dede, Lincoln’ün kardeşi gibi. Onun Dortmund’a gelmesini ben sağladım. Ben, Dede’nin kariyerine katkı yaptığım için, Lincoln ile ilişkimiz süper gelişti. Ona şevkatle yaklaşmak lazım. Çoğu zaman yönetimden çekiniyor, kendisini anlamayacaklarını düşünüyor. Ama onunla konuşursan, iyi niyetli bir insan olduğunun farkına varıyorsun.

Lincoln, Arda, Kewell, Baros... Hepsinin birarada oynaması takım savunması için problem değil mi? Mesela Steaua, Kharkiv maçlarının kaybedilmesinde, bu bir etken miydi?
Hayır... Beni Galatasaray’a getirmek istemelerinin tek bir nedeni vardı. Buraya gelmemde başrolü oynayan Adnan Sezgin’dir. Ona teşekkür ederim. Bana, ‘Bu takım zaten savaşıyor ve kazanıyor. Ama biraz da estetik, hücum ve aksiyon katmalıyız’ dedi. Benden iyi futbol istediler, ben de iyi futbol oynatıyorum.

Avrupa’da işler yolunda!
Evet, UEFA Kupası’ndaki maçlarımız hepimiz için büyük sükse oluyor. Vitrine çıkıyoruz. Avrupa’daki meslektaşlarım; özellikle Hertha ve Benfica maçlarında bütün kulüpler tarafından gözlendiğimizi söylediler. Futbolcularıma talip olan yöneticiler işte bu maçları izlemişler. Benim geleceğim için de iyi bir referanstı, çünkü iki maçta da futbolun gerektirdiği herşeyi yaptık; harikaydık.

Her teknik adam, geldiği takımdan transfer ister. Siz yapmadınız, neden?
Eski takımınızdan bir futbolcu aldığınızda, onu oynatmak zorunda kalabilirsiniz. Yani o oyuncu, sizin üzerinizde adeta bir ipotek haline gelebilir. Hatta kariyerinizde sıkıntı yaşatabilir.

Kiessling’i düşünmez miydiniz mesela...
Kiessling süper futbolcu, ama bonservisi 15 milyon Euro... O halde kalsın! Süper bir takım yaratmak istiyorsanız, süper bütçeniz olmalı. Süper isimler almak istiyorsunuz ve elinizde sadece kağıt mendil var! Olur mu sizce.

Ligde Bursa, Eskişehir ve Fenerbahçe’ye yenildiniz. Neleri eksik yaptınız?
İki maçta hakemler büyük hata yaptı. Eskişehir’de yediğimiz gol, açık bir ofsayttı. Göremediler. Ama onlar da insan. Fenerbahçe maçında ise hakem çift vuruş olduğunu sahadaki hiç bir oyuncuma açıkça gösteremedi. Uyarmalıydı. Elini havaya kaldırdığında görüntüden çıkmıştı, kimse onu görmedi. Lincoln’ün golü geçerli olsa, o maçı kaybetmezdik.

Taraftarlarla aranız nasıl?
Bursaspor’a mağlup olmuştuk. Ertesi gün yürüyüş yapıyordum. Arkamdan bir el dokundu ve ‘Hocam takma kafanı. Her takım yenilebilir. Biz size güveniyoruz, rahat olun’ dedi. Çok duygulandım.

Türkiye’nin en pozitif takımı, neden bazı maçları boş tribünlere oynuyor?
Mesela Malatyaspor maçı... Sadece 5 bin kişi vardı. Bu Galatasaray gibi büyük bir camia için utanç verici. Yetkililer şunu yapamaz mı; gidin okullara, biletleri 1 liradan verin. O çocuklar gelsin; Arda’yı, Kewell’ı, Baros’u izlesin. Kötü mü olur?

O maça nasıl hazırlamıştınız takımı?
Biz her maç için hazırlık yaparız. Malatyaspor maçında 36 numaralı rakip futbolcunun (zannedersem boyu da 1.96’ydı) duran toplarda gelip bize gol atabileceğini biliyorduk. Rakibi izlemiştik ve bunu futbolcularımıza iletmiştik.

Bu sezon penaltılarda bazı anlaşmazlıklar yaşandığını gördük. Neden?
Penaltı kazandık, topun başına Ümit Karan geçti. ‘Hayır’ dedim, Baros’un atmasına istedim. Skor 4-1, 3-0 olsa sorun değil, Ümit de atabilirdi. Ancak skor tehlikeliyse, bu konudaki tercihi ben yaparım. Çünkü o penaltı gol olmazsa ve puan kaybetsek bütün eleştiriler beni bulacaktı. Herkes ‘6 ay gol atmayan adama nasıl penaltı attırdın’ diyecekti. Eleştiler bana gelecekse, kararları da ben vermeliyim.

Devre arasında kimleri göndermek istediniz?
Ferdi’yle görüştüm ve bu oyuncular içinde kendisine çok şans veremeyeceğimi söyledim. ‘Ben oynasam da oynamasam da burada mutluyum. Çünkü bir şeyler öğreniyorum ve sizinle kariyerime katkı yaptığımı düşünüyorum. Bu nedenle burada kalmak istiyorum. Ben uzun yıllar Rize’de kaldım, ama hiç gelişemedim, sadece koştum’ dedi. Oynatamadığınız bir futbolcu bile böyle düşünüyorsa, o takımda işler gerçekten yolunda demektir.

Hakan Şükür kalsa tercihleriniz nasıl olurdu?
Hakan Şükür kalsaydı da çok şey değişmezdi. Çünkü benim bu konudaki düşüncem çok net:?Milan varsa Milan oynar... Şu an onu kimse kesemez.

Skibbe için kariyerindeki zirve nedir?
Ben o zirveyi 2002’de kaçırdım. Finalde Brezilya bizi (Almanya) mağlup etti ve Dünya Kupası Şampiyonu olamadık.

Türk Futbolu hakkındaki gözlemleriniz neler?
Hızlı bir kıpırdanma var. İyi futbol oynayan takım sayısı her geçen gün artıyor. Şu an 3 büyük-4 büyük deniyor, ama zamanla bu durum değişecek. Bakın Sivas’a: Çok dirençli bir takım. Kayserispor’un mükemmel bir defans anlayışı var. Onları alt etmek zor. Gaziantepspor ise en tehlikeli olanı. İyi bir gününde Antep, Tabata gibi yıldızıyla rakip için kâbus olabilir.

Galatasaray’ı bir kenara bırakırsanız, Türkiye’deki en iyi oyuncu kim?
Trabzonsporlu Selçuk İnan... Müthiş bir futbolcu, ama bundan çok daha iyi olabilir. Holosko’yu da inanılmaz beğeniyorum. Genç, ayaklarına hakim, süratli ve savaşçı. Geleceği çok parlak.

Türkiye’de teknik adamlık kolay mı!
Buraya gelmeden önce, Türkiye’de kimler görev yapmış diye ufak bir araştırma yaptım. Gözlerime inanamadım. Hiddink, Beenhakker, Parreira, Löw, Lazaroni, Del Bosque, Tigana, Toshack... Hepsi dünyaca ünlü hocalar, ama gelip 1 yıl dolmadan dönmüşler. Daha fazla kalmış olsalar, Türk Futbolu’na daha büyük katkı kapmış olurlardı. Aslında bunu irdelemek lazım.

Türk futbolculara bakışınız...
Daha eğitimli olmaları herkesin yararına. Bence genç yaştan itibaren yabancı dil eğitimi almalılar. Çünkü futbolcular kariyerlerini Avrupa’da devam ettirmek isteyince önlerine en büyük engel olarak lisan çıkıyor. Bu yüzden eğitim şart.

Son sözleriniz...
Özel hayatıma saygı duyulmasını  istiyorum. Bazı haberler beni üzüyor. Aslında benim için önemli değil, fakat 16 ve 18 yaşında iki kızım var ve onlar için ileride  sıkıntı yaratabilir.

Galatasaray’da kalırım ama...
“Sözleşmem 1+1. Yani bir yıllık opsiyonum var. Ancak benim seneye de burada kalmam için 3 faktör gerekli. Birincisi, Galatasaray takımının performansı, kalitesi, geleceği. Aynı ekiple devam edersek, yıldızlarımızı kaybetmezsek bu olumlu bir gelişme olur. İkincisi, yönetimin bana ve takıma olan tavrı, güveni. Onlar bizden memnun ise, birlikte yola devam etmek istiyorlarsa, bu imza atmamda önemli bir etken olacaktır. Sonuncusu ise benim kararım. Çünkü şu an ben de teklifler alıyorum. Beni de isteyenler var. Ancak kararı, yani son kararı ben vereceğim.”


Michael Skibbe
#6 - Ocak 24 2009, 15:44:58
Bu içindeki; olmayan beyninin değil aşk'sızlıktan guruldayan midenin sesi.
Sana hayvan dediğimde hayvanlar alınmıyor da sendeki bu tavır neyin nesi ?!




Zan G.Saray için neler dedi?
Galatasaray’ın yeni transferi Gökhan Zan sözleşme imzalamasının ardından GS TV’ye özel açıklamalarda bulundu. Gökhan transfer sürecinden Rijkaard’a kadar birçok konuda görüşlerini dile getirdi

Gökhan hayırlı olsun; transferinle ilgili duygularını öğrenebilir miyiz ?

Tabii ki sevinçliyiz, mutluyuz. Bugünün büyük bir anlamı var. Galatasaray camiasında ve burada bulunmaktan son derece gururluyum. Sayın başkanımız Adnan Polat’a, Sayın Haldun Üstünel’e, Sayın Adnan Sezgin’e kısaca emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ediyorum. Bu 10 günlük süreç içerisinde gerçekten bana karşı büyük bir fedakarlık gösterip, duygularını bana karşı çok güzel hissettirdiler ve o sıcaklığı Sayın Başkanımızdan, Sayın Haldun Üstünel’den, Sayın Adnan Sezgin’den çok fazla hissedince Galatasaray’ı tercih ettim. Avrupa’dan da birçok teklif olmasına rağmen Galatasaray camiasının bana karşı bütün kapılarını sonuna kadar açıp, sonuna kadar destek vereceklerini, başarılarında benim de katkıda bulunmak istedikleri için buradayım. Ayrıca Galatasaray’da şampiyonluklar yaşayıp, Avrupa’da tekrar takım arkadaşlarımızla beraber Galatasaray’ın adını altın harflerle tekrar yazdırmak istiyoruz.

Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bildiğiniz gibi ben Beşiktaş camiasına beş sene ve bir sene de kiralık olmak üzere altı yılımı verdim. Tabii ki Beşiktaş camiasından Galatasaray gibi büyük bir camiaya gelmenin mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum. Tabii ki geçmişimde Beşiktaş formasıyla çok güzel anılarım oldu. Beşiktaş Başkanı Sayın Yıldırım Demirören’e, yönetim kuruluna, çalıştığım hocalara, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Güzel anılarım oldu. Şampiyonluklar yaşadım, güzel günler geçirdim. Tabii ki ben de profesyonel bir futbolcuyum. Galatasaray camiasının Beşiktaş’tan beni daha fazla istemesi ve daha fazla bana kucak açması beni onurlandırdı. Galatasaray’ın bu yaklaşımına karşılık ben de olumlu bir adım attım. Bundan sonra formamın hakkını Galatasaray camiası ve taraftarı için alın terimi ve emeğimi sonuna kadar vereceğim. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Burada başarılı olacağıma inanıyorum.

Galatasaray ile ilgili hedeflerin neler?

Öncelikle Galatasaray’da büyük bir camianın olduğunun farkındayım, sorumluluklarımın farkındayım. Sadece profesyonel futbolcu olarak saha içerisinde değil, saha dışında da Galatasaray’ı en iyi şekilde temsil edeceğimi düşünüyorum. Galatasaray camiasına ve taraftarına layık olacağıma herkesin emin olmasını istiyorum. Tabii ki hedeflerim Galatasaray’da şampiyonluğu tekrar elde etmek. Ama en güzel duygu da heralde UEFA Kupası’nı kaldırabilmek, bunun mutluluğunu yaşamak. Arkadaşlarımla bu başarıyı yakalayacağımıza inanıyorum. Beşiktaş’ta benim opsiyonum vardı fakat Beşiktaş bu opsiyonumu kullanmadı. Ben de kendilerinden bir süre haber bekledim. Sonuçta haftaya bir kamp dönemi başlıyordu ve benim durumum belli değildi.

Benimle, Galatasaray’ın ilgilendiği duyuluncaya kadar Beşiktaş hiç görüşmedi. Beşiktaş, Galatasaray’ın ilgilendiğini duyduktan sonra benimle görüştü. Artık herşey geride kaldı. Geride kalan herşey çok güzeldi. Bundan sonra ileriye bakmak lazım. İleride de yaşayacaklarımız var. Güzel günler bizi bekliyor. Beşiktaş camiasına çok teşekkür ediyorum. Beni kabullenen ve bağrına basan Galatasaray camiasına çok teşekkür ediyorum. Bundan sonra bütün tecrübem, profesyonelliğim ve mücadelem Galatasaray forması için olacak. İnşallah hem Galatasaray için, hem benim için hayırlı olur.

Beşiktaş’ta oynarken Galatasaray’a karşı çekindiğin bir futbolcu var mıydı?

Galatasaray gerçekten çok kaliteli oyunculardan kurulu bir ekip. Bunu hem Türkiye hem de Avrupa’daki spor kamuoyu biliyor. Galatasaray’da bireysel olarak oynayan veya oynamayan bütün arkadaşlarımızın üst düzey oyuncular olduğunu herkes biliyor. Onun için tabii ki Beşiktaş formasıyla Galatasaray’a karşı oynamak büyük bir heyecan ve zorluk veriyordu. Bundan sonra o zorlukları yaşatan arkadaşlarımla beraber oynamak tabii ki son derece keyifli ve onur verici. Dediğim gibi bütün oyuncular kaliteli ve birbirinden önemli oyuncular. İnşallah bütün bir yıl boyunca takım arkadaşlarımla beraber hem Avrupa’yı hem Türkiye’yi titreteceğiz!

Galatasaray taraftarı da tabii ki seni bağrına basacaktır. Sarı-kırmızılı taraftarlara neler söylemek istersin?

Tabii ki şimdi büyük bir camiadan gelip başka bir büyük camiaya gelmek belki kolay değil. Çünkü  bir sürü spekülasyonlara yol açabilir. Ama ben bu  tür spekülasyonlara yer açmak istemiyorum. Bildiğiniz gibi Türkiye içinde de bu tür transferler gerçekleşiyor. Örneğin Fenerbahçe’den Mert Nobre, Rüştü, Mustafa Doğan Beşiktaş’a gimişti. Beşiktaş’tan Tümer Metin Fenerbahçe’ye gitti. Tabii ki bunlar çok normal ve profesyonelliğin gereği şeyler. Biz işimizi yapmaya çalışıyoruz. Avrupa’da böyle şeyler belki de hiç konuşulmuyor ama Türkiye’de hep konuşuluyor. Dediğim gibi artık geriye bakmamak lazım.

Bundan sonra herşey Galatasaray için. Bu arada Beşiktaş taraftarına sonsuz teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Bana verdikleri o sevgi ve şevkatten dolayı sonsuz teşekkürerimi sunuyorum. Bundan sonra Galatasaray camiası ve taraftarı için kalbim atacak. Bunlar profesyonelliğin gerektirdiği durumlar. Coşkulu Galatasaray taraftarı ve takım arkadaşlarım ile birlikte Galatasaray’ı başarıdan başarıya taşımak istiyoruz.

Galatasaray’da kaç numaralı formayı giyeceksin?

5 numaralı formayı giyeceğim. Çünkü 5 numaralı formayı devamlı giydiğim, sevdiğim için ve şu anda boşta da olduğu için layıkıyla giymek istiyorum.

Son olarak; Frank Rijkaard hem senin hem de Galatasaray’ın yeni teknik direktörü. Daha önce takip edebiliyor muydun Frank Rijkaard’ı? Heyecanlı mısın böyle bir teknik direktörle çalışacağın için?

Tabii ki heyecan verici, gurur verici, onu verici bir şey bu. Çünkü Rijkaard’ın bildiğiniz gibi Barcelona’da olsun, Avrupa’da olsun ismi olan bir kişi. Hem futbolcu kimliği ile hem kişiliği ile hem de teknik direktörlüğü ile en üst düzeyde ve devamı önde olan bir teknik adam. Kendisiyle ve futbolcu arkadaşlarımla beraber başarılara koşacağız. Bu kapasite ve bu kalite Galatasaray takımında var. İnşallah benim de mücadelemle arkadaşlarıma, camiama ve taraftarıma layık olmak istiyorum.
#7 - Haziran 23 2009, 18:31:07

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.