Barok Dönem/1
1580-1600 yılları arasında bir yerlerde başladığı sanılan Barok Çağ’ın, Johann Sebastian Bach'ın ölümüyle de (1750) bittiği tahmin edilmektedir. Bazı müzik tarihçilerine göre üçe (Genç, Orta, Olgun Barok), bazılarına göre ikiye (Erken, Olgun Barok), bazılarına göreyse bire (Barok Çağ) ayrılan çağın isim babası Fransız felsefeci Noel-Antonio Pluche'dir. Hikayeyse şöyledir; Pluche iki ünlü kemancıyı dinlerken birinin stili için "Denizin üstünde kolayca ulaşabileceği bir sürü pırlanta varken, bu salak neden denizin dibindeki eğri incileri (barokları) arıyor" eleştirisi yapar. Barok, "biçimsiz inci" (barocco) anlamına gelir ve İspanyolca'dan Fransızca'ya Pluche'nin bu eleştiriyi yapmasıyla geçer. İşin asıl ilginci, 18. Yüzyıl sanatçılarının 1600-1750 arasında yapılan her türlü yapıtı, fazla karmaşık, süslü, zevksiz ve abartılı olarak kötülemek amacıyla "Barok" demeyi tercih etmişler, kendi çağlarında (Klasik dönem) yapılan sanatla karşılaştırmak için "biçimsiz inci" yakıştırmasını yapıştırmışlardır. Oysa bir çok armoni kuralını barok dönemden ve dönemin ustalarından öğrenmişler, o dönemi de kopyalamadan edememişlerdir. Şimdi biraz Barok müziğinin yapısına bakalım. Bu dönemde müzik "kontrast"lar üzerine kurulmuştur. Kontrasta meraklı Barok çağ müzisyenleri ayarlarla oynaşıp dururken konçerto geleneğine ilk adımı atmış olurlar. Ayrı tınılardaki çalgılar karşıtlık oluşturur ve birbirleriyle savaşırlar. Bu iki ozanın atışması gibi bir şeydir. Barok dönem müzisyenleri duygu ve düşüncelerini, gizemi, arzuyu, tutkuyu anlatmak için karşıtlıktan (kontrast deyip durduğum şey bu) faydalanırlar. Bu ifade şekli "kontrpuan tekniği"ne geçişi sağlar.
Müziksel ifadeyi güçlendirmek için kullanılan ses düzeyinin alçalıp yükselmesi Barok dönemde keşfedilen ve gelişen işaretlerle başlar. Ortaçağ ve Rönesans'ta ses şiddeti, sabah annenizin sizi uyandırmak için gelip aynı seviyede ve aralıklarda isminizi söylemesi kadar sinir bozucudur. Oysa Barok dönemde bu ifade gelişir. Tabii annelerin sabah sabah arya söylemesi daha ürkünç olabilir. Neyse "piyano" ve "forte" terimleri bu dönemde türer. Piyano düşük sesi, forte ise gürlüğü ifade eder.
Barok dönemin en göze çarpan müzikal yapısı, temel bir bas ses üzerine kurulan süslü bir tiz sesin sade bir armonik yapıyla birleştirilmesi olarak tanımlanır. Ancak armoniyi zenginleştirmek amacıyla Olgun Barok bestecileri bu yapıdan zamanla uzaklaşırlar. Sürekli bas tekniği de denilen bu yapı Klasik döneme kadar sürer ve melodik bir çizgi izleyen armonik yapının zenginleşmesinde büyük rol oynar. Bilmem anlatabildim mi? Aslında şöyle özetlemekte fayda var; bas ses üzerine sade armonik yapıdan oluşan Barok dönem müzikal yapısının temeli "Kontrpuan" tekniğine dayalıdır. Cümle içinde geçen "sade" lafı sizi yanıltmasın. Kontrpuan, günümüzde de müzik okullarında öğretilmekte ve öğrencileri Matrix'i üstüste iki defa izlemiş kadar kasan, karmaşık ve sert kurallı bir tekniktir. Ömrüm elverirse bu tekniği -anladığım kadarıyla- "Barok Dönem/2" kısmında size anlatmaya çalışacağım.
Barok dönemin müziğe kazandırdığı başka bir olguysa, durgu (müzik adamları ve kadınları buna "kadans" der) ve ritim öğelerindeki gelişmedir. Yani Barok döneme kadar olan müzikal yapıda eserin başka bir bölüme geçeceğini veya bittiğini belirten bir olgu yoktur. Bir senfoni orkestrasını dinlerken eser bitti diye alkışlayıp, diğer dinleyiciler tarafından "öküz" yerine konmak, Barok bestecilerinin gururuna dokunmuş olsa gerek ki, bunun üzerinde uzun süre durmuşlardır. İşte bu çalışmalar, kadans yapısına oturtulup, eserin belli bir armonik yapı izledikten sonra kapanış cümlesinin güçlü bir bitiş etkisi vermesi sağlanmıştır. Bu konu ve kontrpuan tekniği tamamen başka bir cildin konusudur.
Kontrastlar üzerine kurulan Barok müzikte ritmik yapıda da büyük gelişmeler olur. Rönesans'tan Barok müziğe sıçrayan metine bağlı müzikal anlatım, konuşma dilindeki vurguların abartılmasına neden olur. Barok dönemde doğan Opera ve kantatlar günümüzde de aynı kurala bağlı kalınarak abartılı bir dilde seslendirilirler. Bir çoğumuzun operanın ikinci perdesinde salonu terk etme sebebi budur. Bu, bir spikerin söylediği şarkıyı yarım saat boyunca dinleyebilmek gibidir. Sabır işi yani.
Barok dönemle beraber çalgı müziği büyük ilerleme gösterir. Yalnız çalgılar için bestelenen yapıtlar çoğalır. Ses müziği ve çalgı müziğinin birleştirilmesi de Barok dönemde filizlenir. Eşlik görevi gören Sürekli bas çalgıları ve insan sesi birleşir. Kontrast oluşturmak amacıyla eşlik çalgıları tek düze hareket ederken, vokal hareketli ve süslü davranır. Tabii ki çalgıcılar uyurken, vokalist dans etmez. Müzikal olarak böyle olur yani
Barok Dönem /2
Müzikal yapıdan bahsetmiştik geçen bölümde. Şimdi biraz ayrıntıya girelim. Şu Kontrpuan denen şeyi anlatalım, gerisi kolay. “noktaya karşı nokta”. Belki yanlış yazmışlardır diye düşünmedim değil. Müzikal anlamı “notaya karşı nota” demek çünkü. Neyse fazla bir “k”nin lafını etmeye değmez canım. Melodiye karşı melodi anlamına gelir bu. Şöyle bir şey düşünün, bir melodi var ve aynı anda çalan başka bir melodi daha var ama kurallı ve armonik bir şey.
Kontrpuan armoninin zıddıdır. Yani dikine bir çizgi yerine yatay çizgiyi tercih eden bir tekniktir. Ancak notaları karşılıklı uzaklıkları açısından değerlendirdiğinden aralık kavramı üzerinde titizlikle durur ve armoniden de çok kopuk değildir.
Ta 1600’lü yıllarda temeli atılan bu teknik 20. Yüzyıla kadar canlılığını ilk günkü gibi korumuş hatta komposizyon alıştırmaları için ve 12 ton sistemine temel oluşturmuştur.
Kontrpuan verilen bir ses (ya da melodi çizgisi) üzerine birden sekize kadar ayrı bir ses (yada melodi çizgisi) yazılmasıyla oluşur. Temelde beş biçimi vardır :
1. Notaya karşı nota (“bire karşı bir” de denir),
2. Bire karşı iki,
3. Bire karşı dört,
4. Bire karşı senkop,
5. Süslemeli,
Bire karşı bir’den başlayalım. Hoca bir melodi çizgisi verip, buna “bire karşı bir yapın” deyip, çay içmeye kantine indiğinde yapacağınız şey kalemin silgisini yiyerek hocanın gelmesini beklemek olmasın. Yapamazsanız sınıfa çay ısmarlarsınız çünkü. Aslında işiniz çok kolay. Verilen notaların üstüne yazacağınız notalar belli aralıklar içinde olmak zorunda. Bu aralıklar: üçlü, beşli, altılı ve sekizlidir. Yalnız bu aralıklarla yazdığınız notaları üst üste üç defadan fazla getirmeyin, üst üste (yani peş peşe) aynı notayı yazmayın, çok büyük atlamalar yapmayın mümkün olduğunca yanaşık sesler yazın (do ve re gibi), verilen notaların ters yönünde notalar yazın (notalar aşağıya doğru iniyorsa siz yukarıya doğru çıkan notalar yazacaksınız gibi), aynı notayla veya sekizli aralıkla başlayın ve aynı notayla veya sekizli aralıkla bitirin, başlangıç ve bitiş dışında mecbur kalmadıkça sekizli ya da aynı ses kullanmayın, kurallara uyun uymayanları uyarın, Bach’ı sevin, sevmeyenleri sevmeyin. İşte hepsi bu, hadi kolay gelsin hehe!. Size bir örnek yapalım: Sol majör gibi görünen ve fa anahtarında verilen (onları kırmızıya boyadım) melodi çizgisine kontrpuanlama nasıl yapılmış (onları da maviye boyadım) görelim. Notalar aşağıdan (fa anahtarından) yukarıya doğru (sol anahtarına) okunur.
İlk ölçü sol’e karşı sol, yani sekizli aralık. İnanmazsanız sayın birader: 1. sol, 2. la, 3. si, 4.do, 5.re, 6.mi, 7.fa, 8.sol. İkinci ölçü la’ya karşı fa, altılı aralık. Sayalım mı gene, yoksa bana güveniyor musunuz? Sonra do’ya karşı mi, üçlü aralık. (Bu arada ters hareketi fark ettiniz mi?) Dördüncü ölçü si’ye karşı sol, altılı. Beşte la’ya karşı la sekizli. Burada bir istisna var sekizli aralığı kullandık. Ama burası parçanın ortası olduğundan duruş etkisi vermek için yaptık. Bunda bir sakınca yok. Devam edelim; Sol’e karşı si, üçlü (oktavdan da olabiliyor), mi’ye karşı do altılı, fa’ya karşı re altılı. Bakın şimdi bir altılı aralık daha kullanamayacağız, çünkü üst üste iki defa altılı yaptık. Aa! zaten parçada bitmiş, oh be! Sol’e karşı sol koyarız olur biter. Ne kolay değil mi? Bu arada ceza olarak sınıfa çay ısmarlamaktan kurtulduk.
Diğer biçimleri (bire karşı iki ve dört gibi) anlatırım ama bir daha bu köşeyi okumazsınız herhalde. Birazda geçen bölümde bahsi geçen “Piyano” mevzuuna girelim.
Barok dönemin en gözde çalgıları klavsen ve harpsikort’tu. Bunlar seslerin hafif veya kuvvetli çıkmasına olanak sağlamayan bir düzeneğe sahiptiler. Oysa (geçen bölümde de bahsettiğimiz gibi) barok dönemde gelişen, müzikal anlatımı güçlendiren müzik sembolleri ve o dönemde ihtiyaç duyulan hafif ve kuvvetli çalımlar önemli bir unsur halini almıştı.
Floransalı Bartolomeo Cristofori 1711 yılında “piano e forte” (hem hafif, hem kuvvetli çalınabilir) adlı yeni bir müzik aletini piyasaya sundu. Bu konuyla ilgili iki rivayet daha vardır. Bunlardan biri piyanoyu aslen kendinin icat ettiğini söyleyen Fransız Marius, diğeri Schroter adındaki Alman müzisyendir. Ancak ikisi de isimden kaybetmiş, ortak bir overlok dükkanı açıp dönemin en gözde kazaklarını dokumuşlardır J
Almanya’da Silbermann adında biri 1726’da Cristofori’nin mekanizmasını kullanarak iki piyano yapar ve test için dönemin ünlü besteci ve yorumcusu J.S.Bach’a gösterir. Bach, “Bu ne! tiz sesler felaket çıkıyor, üstelik tuşlara basmak için body yapmam gerek. Hem de bu yaşta!” der. Moralini bozmayan Silbermann çalışmalarını sürdürür ve Bach’tan koca bir aferin alır.
İlk piyanolar harpsikort ve klavsenden bozma olduğundan kuyrukludur ve maliyeti yüksektir. Ünlü bir org yapımcısı olan Frederici dört köşe piyanoyu icat eder. Alman klavikord yapımcısı Zumpe adındaki eleman kafayı çalıştırıp dört köşe piyanodan çok sayıda üreterek İngiltere’de satar.
Barok dönemde icat edilmesine karşın dönemin bestecileri piyano için eser yazmazlar. Klavsene göre cılız bir sese ve sert tuşeye sahip piyanoya eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir. 1773’de daha on sekizindeyken piyano için üç sonat yazmış, çalgıyı popüler hale getirmiştir. Yani anlayacağınız Bach gibi ünlü Barok dönem bestecilerinin günümüzde piyanoda çalınan eserleri aslında piyano için yazılmamıştır. Dolayısıyla “piyano” ve “forte” gibi nüanslar ve “staccato” gibi çalım tekniklerinin hiç biri eserlerin aslında yoktur veya çok azdır. Bunların tamamı sonradan yorumcular tarafından eklenmiştir. Bach yaşasaydı bu işe ne derdi bilmem.
Bach Bach deyip duruyorum ya, işte Bach’ı ve barok dönem bestecilerini diğer bölüme saklayalım.
Barok Dönem /3
Evet! İşte geldik Barok dönemin sonuna. Ne yapacaktık burada? Barok dönemin süpermenlerine bakacaktık. Hemen konuya geçelim, çok şey anlatacağım şimdi size. Sıkı durun:
Claudio Monteverdi
"Orfeo" adında bir opera vardır, pek meşhur. İşte bu kişi, Barok dönemin 1600'lü yıllarında yaşamış ve Opera geleneğinin gelişimde öncülük etmiş olan Claudio Monteverdi'dir (1567-1643). Araştırıken dikkatimi çeken bir şey oldu. Bu Barok dönem müzisyenleri çağın gözde bir çok çalgısını çalabiliyor ve çok iyi şarkı söylüyorlar. Günümüzde Multienstürmantalist pek yokken (Mike Oldfield gibi) Barok dönemde nasıl oluyor da oluyor kafam basmıyor. Monteverdi'de 16 yaşında org ve viyol'u konuşturan biri. Asıl ünü böyle başlıyor. Aynı zamanda madrigallerde şarkı söyleyip ününe ün katıyor. Sonraları Orfeo, Arianna, Odysseus'un Dönüşü, Tancredi ile Clorinda'nın Savaşı gibi ünlü operaları yazıyor. Bu eleman tüm eserlerini vokal müzik için veriyor ve yapıtları yeni bir madrigal (din dışı iki yada üç sesli vokal kompozisyonlar) stili oluşmasına sebep oluyor.
Lully Jean-Baptiste
Sene 1652 ve zamanın Fransa kralı XIV. Louis (bakmayın XIV. Louis olmasına, kralın yaşı daha ondört!) keman dersi almak isteyince, Jean-Baptiste Lully olaya atlar. Tabi ki tek amacı Fransız operasının gelişmesi için uygun yerde bulunmaktır. Zira 1672'de Fransız operasını ele geçirir. Eserleri arasında en ünlüsü, İstanbul'da kalan bir Fransız büyükelçisinin anılarından esinlenerek yapılmış, Türkçe veya Türkçemsi sözcükler içeren bir komedi olan 'Kibarlık Budalası' isimli baledir. Bu türü (komedi-bale veya Trajedi-lirik) tüm eserlerine yansıtan Lully'nin ölümü gerçek bir trajedi-lirik' tir. Şimdi buna inanmayacaksınız ama gerçek valla; O dönemde orkestra şefleri değnek değil, notalardan oluşan karton rulolar kullanır, orkestrasını bu ruloyu yere vurarak yönetirler. Bizimki eserini büyük keyifle yönetirken, hava olsun diye tüm notalarından oluşan kallavi ruloyu yere vuracağım diye tut sen ayağına geçir. Haydiii! Ayak şişmesin mi, davul gibi olmasın mı? Olsun. Olmuş da zaten. Ama o devirde kangren mangren bilen mi var? J
Henry Purcell
Şimdiki adamımız oldukça ilginç biri. Henry Purcell İngilizlerin gurur kaynağı bir besteci. Neden diyeceksiniz. Demeseniz de olur ben söyleyeceğim: Adam ölmüş ve arkasından 200 yıl kadar besteci yetişmemiş İngiltere'de. Babası kraliyet bandosuna verip "eti sizin kemiği benim" diyene kadar evde ıslık çalan Purcell, yirmi yıl içinde ihtiras yapıp Kilise müziklerinden motetlere, taç giyme törenlerinden çalgı topluluklarına, oda müziklerinden duş alma mırıltılarına kadar her tür için eser vermiştir. Purcell'in tiyatro ve müziği birleştiren başarılı bir tekniği ve koca bir burnu vardır. Ama bununla yaşamaya alışmış, The Indian Queen, Dido ve Aeneas gibi operalar, Anthemler gibi dinsel koro müzikleri bestelemeyi de ihmal etmemiştir. Azim işte, burun murun dinlemiyor. J
Jean Philippe Rameau
Jean Philippe Rameau Fransa'da 18. Yüzyılda acayip acayip müzik kuramları üretip, ciddi sıkı eserler veren biri. Kafasına göre takılıp gezgin müzisyenlik yapmış, gittiği kasabalarda orgculuk yapıp geçinmiş ancak bir süre sonra sıkılıp, Le Riche de la Poupliniere denen bir zenginin himayesine girmiştir. Rameau manyağı sadece müzisyenlik yapmamış, zamanın sıkı felsefecileri olan D'Alembert ve Rousseau ile ölümüne müziksel kavgalar vermiştir. Rameau, 'Traite de l'harmonie' (Armoni Kitabı) isimli eserini vermiş, ödemesi alıcıdan olmak üzere felsefecilere üçer nüsha postalamıştır. Yukarıda bahsettiğim Lully isimli bestecinin yolundan giden bestecinin, Zarif Hindistan adında komedi balesi ve Platee isimli lirik komedisi pek meşhurdur. Ayrıca bestecinin üç kitap tutan klavsen parçaları vardır.
Georg Philipp Telemann
İşte şu "okullu" "alaylı" kavramını lugatımıza sokan adam bu. Müziği kendi kendine öğrenen Telemann Almanya'nın en büyük bestecisi olarak tanınır. Eserlerinin sayısını kendisi bile bilemezmiş. Yine bir rivayete göre, biriyle konuşurken karaladığı kağıda bakanlar sekiz bölümlü bir motet bestelenmiş olduğunu söylerler. Çok gezmiş, çok görmüş-geçirmiştir. Bach'la da kanka olan Telemann'ın en ünlü eseri Sofra Müziği olarak bilinen ziyafet müzikleridir. Rakam olarak elime geçen bilgiler Telemann'ın 40 opera ve 600 kadar orkestra süiti yazdığıdır.
Domenico Scarlatti
İspanya'yı Al Di Meola'dan önce keşfeden bu adam, daha çok bu yöreye has bir üslupta eserler vermiştir. Üşenmeden sıkılmadan, her biri en az üç dakika süren beşyüzelli adet klavsen sonatı bestelemiş, günümüz müzik okullarında ki eşlikleme derslerinde öğretilen ve örneklenen büyük bir üne kavuşmuştur.
Antonio Vivaldi
Bu ismi pek çoğunuz duymuştur şimdi. Ayrıntılara girelim hadi; Barok dönemin konçerto geleneğine sıkı temeller atmak için beşyüzü aşan eser vermiştir. Vivaldi ile ilgili garip bir veri var elimde, çok sağlıksız bir çocuk olduğundan ergenlik döneminde papaz olmasına karar verilmiş. Hatta lakabı bile var; "kızıl saçlı papaz". Vivaldi'nin eserlerindeki çocuksu hava pek çok eserini 13-18 yaş arası çocuklar için yazmasından kaynaklanır. Babası operaevleri yönetiminde olduğundan sıkı bir torpille operaya atılan Vivaldi, hem beste hem de yönetmenlik yaparak ihya olur. Yirmialtı yılda kırkbeş opera besteleyip ülke dışında da tanınan biri olur. Bunca şan şöhret ölümüyle birlikte unutulur gider. Çok kibirli, ukala, geçimsiz bir tip olan Vivaldi öldükten sonra, müziği Bach'ın tekrar keşfine dek, yani yüz yıl kadar unutulur. En meşhur eseri 'Dört mevsim' dir.
Johann Sebasian Bach
Barok dönem denince ilk akla gelen isimlerin başını Bach çeker. Bach'ın hayatı tam bir kaos. Tek tek anlatıp canınızı ve kendimi sıkmayım şimdi. Bach için özel bir araştırma yapmadan kulağımda kalan bilgileri rasgele ve sırasız size aktarmam daha keyifli olacak kanısındayım.
Onbiri erkek dokuzu kız olmak üzere yirmi tane çocuk yapmış. Ancak sadece dokuzu ileri yaşlara ulaşabilmişler ve beş oğlu da kendisi kadar ünlü besteciler olmuşlar. İki evlilik yapmış. Biri zamanında kilise orgculuğu yaparken, kilisede gizlice ders verdiği Maria Barbara, diğeri ise Maria'nın ölümünden uzun süre sonra ona nota yazımında yardımcı olan ve çocuklarına bakan Anna Magdelena'dır.
Kompozisyon kurallarını eski ustaların eserlerini (özellikle Vivaldi) kopya ederek öğrenen Bach, çocuk yaştaki mükemmel soprano sesiyle geçimini korolardan sağlarken, ergenleşince değişen sesi yüzünden korodan ayrılmış ama hemen keman çalmaya başlayarak olayı kotarmıştır. Müzikal gelişimde kilise müzisyenliğinin büyük payı vardır. Özellikle org için yazılmış eserlere bu dönemde ilgi duyup, eski ustaların yaylı çalgılar için yazılmış eserlerin klavsen ve orga uyarlayarak kendini geliştirir.
Aklımda kalan ilginç bir anısı da; Prusya kralı büyük Friedrich'in sarayında çalışan oğlunu ziyarete giden Bach, yeni "Piyano-forte" leri de denemek amacındadır. Kralla birlikte saraydaki piyanoları denerken, aynı zamanda amatör bir besteci olan Friedrich piyanoda bir tema çalarak; "hadi bakalım, pek meşhur bir bestecisin madem, bu tema için altı sesli bir füg yazda görelim Bach efendi" der. Bach "Bunu ben yazmadım ki paşam. Şimdi nasıl füg yapayım. Ama bana biraz vakit verin bakalım belki bir şeyler çıkarırım" cevabını verir. Ziyaret sonrası eve dönüp hırs yapınca, kralın teması için; biri üç sesli, biri altı sesli iki Füg, on tane Canon, bir de bunların yanına promosyon olarak Flüt, Keman ve Klavsen için Üçlü Sonat besteleyip krala gönderir. Bu olay müzik tarihine "Müzikal Sunu" olarak geçer.
Tüm eserleri günümüze kadar gelen bir zeka ürünüdür. Bir kısım medya.. yok yanlış oldu; bir kısım dinleyici Bach'ın eserlerini çok matematik ve duygusuz bulsa da, eserlerdeki beyin faktörü, aynı anda duyulan bir çok ezgi, tersten çalındığında bile anlamlı ve güzel olan bir melodik yapıyla hayranlık uyandıran büyük bir bestecidir.
Eserleri günümüzde hala örnek teşkil eden müthiş bir yapıya sahiptir. Size tavsiyem sitemde bulunan herhangi bir Bach midi'sini dinleyin, sonra bir midi işleme programında eseri ters çevirip dinleyin. Birde normal halini dinleyin. Hayran kalacağınıza adım gibi eminim…