Alternatifim Cafe

Türk Halkı Mıyız?

Discussion started on Asya Türk Tarihi

TÜRK HALKI DEĞİL TÜRK MİLLETİYİZ

Uzmanlar, yeryüzünde insanların 500.000 yıldan, belki daha eskiden beri var olduğunu söylüyor. Fakat insanların tarih sahnesine girmesi dört beş bin yıllık bir meseledir.

İnsanlık durmaksızın ilerleyerek bugünkü durumuna gelmiş, tarih öncesindeki ırkların türlü nisbetlerde birbiriyle karışmasından bugünkü ırklar doğmuş, ırklar da yine türlü sebeplerle parçalanarak günümüzün milletlerini meydana getirmişlerdir.

Bu söylediğim insanlık tarihinin ana çizgisidir.

İnsan zekâsının gelişmesi ölçüsünde de madde ve manâdaki her kavram için kelimeler bulunmuş, zamanla kelimelerden başka kelimeler türemiş, bazı kelimeler anlamını değiştirmiş, bazıları unutulmuş veya bırakılmış, yerine yenileri alınmış veya bulunmuştur.

İnsan olgunlaşmasının toplum hayatındaki son durağı "millet" ve "devlet"tir. "Millet" bağımsız yurdu olan teşkilatlı bir topluluktur. Asırların fikir akımı olan milliyetçilik bu kelimelerden çıkar.

Son zamanlarda solculardan başlayarak yavaş yavaş herkese, hattâ resmî şahsiyetlere de yayılan bir tabirle millet yerine halk kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.

Komünistler milleti kabul etmedikleri için ve bu kelimeden ürkmeleri dolayısı ile daima "halk" kelimesini kullanırlar. Aşırı sosyalistlerde de aynı eğilim vardır. Fakat bu iki kelime aynı anlamda değildir. Şemseddin Sami "halk" kelimesini " Kaamus-i Türki" adlı mühim eserinde "insanlar", cem'iyyet-i beşeriyye, umum, cemaat, güruh, "kalabalık" diye açıklar. Bugünün edebî dilinde ise bu kelime "milletin bir parçası" yahut "aşağı tabakası" anlamında kullanılır. "İstanbul Halkı" veya "Orta Anadolu Halkı" dediğimiz zaman İstanbul veya Orta Anadolu'da doğan yahut oralarda yaşayan insanlar anlaşılacağı gibi "halktan yetişme"tabirleri de aynı mânâdadır. Halk=millet demek olsaydı "halktan yetişme", halk tabakası sözlerine lüzum kalmazdır. Herkes zaten milletten yetişme olduğu için bu türlü sözler lüzumsuz olurdu. Bundan başka "halk" yalnız o an için mevcut olan topluluktur. "Millet" ise üç zamanda da vardır ve "millet" bir " var olma şuurunun" da ifadesidir.

Kanunların ruhunda da bu iki kelimenin ayrılığı şiddetle göze çarpar. Kanun koyucusu millete hakareti ceza tehdidi altına almıştır. Halk için böyle bir tutum yoktur.

Türkiye'deki insanlar "Türkiye halkı" olarak anıldığı zaman yalnız çalışıp kazanan, şuraya buraya giden, oturan ve eğlenen bir yığın akla gelir.

Aynı insanlar "Türk milleti" olarak ele alınınca geçmiş yüzyıllardan kopup gelen, zafer ve kültür yaratıcısı olan, gelecek için ülküsü bulunan, bunun için savaşa varıncaya kadar her fedakârlığı göze alan güçlü bir topluluk söz konusudur.

Komünistler milletlere "yığın" diyemedikleri için halk diyorlar. Onlar için insanlar hammadde yığınından başka bir şey değildir. İran'daki komünist partisinin adı olan "Tûde", Farsça'da "yığın" demektir. Bizdeki komünistler de bir zamanlar "Yığın" adında bir dergi çıkarmışlardı.

Komünist Çin'de yüz milyonlarca insanın Mao'nun sözlerini gece gündüz ezberlemeye zorlanması milletleri yığın, hatta sürü gibi görmenin bir şeklidir.

Çünkü halk şuursuzdur. Baştaki zorbalar neyi telkin ederse onu körü körüne yapar. Böylece iktisadî bir takım başarılar sağlanır; yollar yapılır; kanallar açılır; ağaçlar dikilir, ırmakların yatağı derinleştirilir ve bunları yaparken halk sürüsünden milyonlarca insanın ölmesine ehemmiyet verilmez.

Millet ise şuurludur. Neyi, ne için yaptığını bilir. Halk, arkasında makineli tüfekler işlediği için savaşta ileri yürür. Millet bir görev yaptığına inanarak ateşe atılır. Yaratılıştan cesur olmasa bile sırf haysiyet ve utanç duyguları yüzünden ölüme doğru gitmekten çekinmez.

Resmî bildirilerde sık sık görülen "halklarımız arasındaki geleneksel dostluk" gibi tabirleri Türk dış işleri bakanları kaldırmalı, bunun yerine "milletlerimiz" kelimesini koymalıdır. Milletin bir pasaport meselesi olmadığı iyice kafalara sokulmalıdır.

Türk milleti nedir, kimler Türk'tür diye sorulacak.

Türk milleti, Türk kökünden gelenlerle Türk kökünden gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerden meydana gelen topluluktur.

Türkler, Polonya Türkleri gibi tektük istinaslarla evlerinde Türkçe konuşan, anadili Türkçe olan insanlardır.

Şuuraltında veya duygularının gizli yönünde başka biri ırkın şuur ve özleyişini taşımayan kimselerdir.

Türkçülere yedi, hatta yirmi kuşak ilerisine kadar soy kütüğü arayan kimseler diye iftira ediliyor. Tatbik kaabiliyeti ve araştırma imkânı olmayan bu safsatalar ancak moskofçuların ve başka düşmanların uydurmasından ibarettir. Her zaman verdiğimiz örnekleri yine tekrarlayalım: En büyük Türkler' den biri olan Yıldırım Bayazıd'ın anası Türk değildir. Hangi Türkçü onu Türklük kadrosundan çıkarmıştır veya çıkarabilir? İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif' in babası Arnavut, ülküsü de Türkçülüğe aykırı olan ümmetçilik olduğu halde hangi Türkçü Mehmed Akif için Türk değildir demiştir?

Mesele Yıldırım Bayazıd veya Mehmed Akif kadar Türk olabilmektedir. Bir millette millî ruh yükseklerde olduğu zaman onların arasına karışan yabancıların hiçbir tesiri olmaz. Millî ruh, herhangi bir yabancılığı eritir. Fakat millî ruh arıklayınca, yabancılara karşı hayranlık başlayınca her şey allak-bullak olur. Milliyet inkâr edilir. İnsanlıkla hiçbir ilgisi olmayan çıkarcılar insaniyetçi kesiliverir. Her türlü konfor ve rahat içinde yaşayan milyoner çocukları, bu konfor ve rahatın zerresini bile feda edemeyecek oldukları halde komünist olur. Komünizm uygulanırsa ne o yiyeceği, ne o evi, rahatı, parayı, arabayı bulamayacağını, işçi haline geleceğini düşünemeyecek kadar ahmaklaşır.

Millet olmanın sonuçlarından biri de başka milletlere göre bir çok özellikleri olmak, onlardan ayrılmak, onlara benzememek, bazen onların zıddı olmaktır. Bu benzemeyiş ve ayrılış maddî ve manevî yönlerdedir. Milletlerin ses tonundan konuşma şekline, sevdiği ve sevmediği şeylere, davranışlarına kadar bir çok şeyi birbirinden ayrıdır. Sevinç ve şaşkınlığın ifadesi bile her millette başka başkadır. Sözün kısası milletler birbirine benzemez. Birinin ak dediğine öteki kara der.

Milletler binlerce yılın geliştirip şekillendirdiği sosyal varlıklardır. Bunları ortadan kaldırarak insanları kardeş yapmak, birleştirmek, tek devlet haline getirmek, devletleri kaldırıp insanları devletsiz bir birlik yapmak Hasan-i Sabbâh müritlerine yakışır rüyalardır. Tabiatta bir yandan birleşme bir yandan bölünme olduğu gibi, sosyal hayatın kanunlarında da, hem birleşme, hem parçalanma aynen mevcuttur. İnsanlık tarihine kısa bir göz atış bu birleşme ve ayrılmaların düzinelerle örneğini verir.

Şimdi, insanlığın son merhalesi olan şuurlu, inançlı ve istekli "millet" dururken onu kaldırıp yerine şuursuz, her kalıba girmeye elverişli, ham madde halindeki "halk" ı koymakta ne mânâ var?

Bu sözlerimize karşı hemen Atatürk kalkanıyla karşımıza dikileceklerini, öyle ise "Atatürk kurduğu partiye ne diye Halk Partisi dedi ? " diye soracaklarını biliyoruz.

Atatürk, Halk Partisi'ni kurarken komünistlerin sinsi maksatları henüz anlaşılmamıştı. Milletleri ortadan kaldırmak için halk kelimesini kullanacakları bilinmiyordu. Atatürk "halk" demekle edebî dildeki mânâyı kasdetmiş, milletin geri kalmış tabakalarını düşünmüştü. Partisiyle bunları kalkındırmayı amaç edinmişti.

Sözün kısası: Biz çobandan bilgine kadar Türk milletiyiz. Türk milleti siyasi sınırlarla ölçüştürülmesine imkân olmayan, Adalar Denizi'nden ve Tuna' dan Altaylar' ın ötesine kadar uzanan geniş dünyada yaşayan yaratıcı millettir. Bu köklü millet, bir takım maskaraların tabirleri ve taktikleriyle dillerinin zorla değiştirilmesiyle ve bozulmasıyla, yurtlarından sürgün edilmekle bölünmez, yok olmaz.

Sürülseler de, dilleri bozulup değiştirilse de günün birinde yeni bir Bozkurt doğup Türk ellerini kurt başlı sancak altında birleştirir, değişen lehçeleri tek bir edebî Türkçe haline sokar, Türk'ten boşaltılan Türk ülkelerini Türklerle doldurur. Yoksun budunu bay kılar, azlık milleti çokluk eder, geri kalmışı en ileri ve en üstün seviyeye ulaştırarak tarihin önüne geçilmez zaruretini gerçekleştirir.
#1 - Kasım 23 2006, 09:40:40
« Son Düzenleme: Aralık 08 2006, 23:01:46 Gönderen: _TrAiToR_ »

contramal_us

tabii ki TÜRK MİLLETİYİZ. DÜNYADA Kİ EN BÜYÜK MİLLET TÜRK MİLLETİDİR.COK GÜZEL BİR KONUYA DEGİN MİŞSİN. BUNLARI KÜÇÜK RKADAŞLARIN OKUMASI DAHA İYİ OLUR CÜNKİ AMERİKAN EMPERYALİZMİ İLE BÜYÜYORLAR TÜRKLÜK NEDİR TÜRK OLMANIN GETİRDİĞİ SORUMLULUKLAR HİÇ BİR ŞEYDEN HABERLERİ YOK.KACTANESİ ERKENEKONDAN CIKIŞI BİLİYOR KAC TANESİ DEDE  DEDE KORKUDU KÜRŞADI VE SAYAMADIGIM ONLARCA TÜRK LİDERİNİ BİLİYOR.


BU KONUYU PAYLAŞIMA SUNDUGUN İÇİN COK TEŞEKKÜR EDERİM... :okey
#2 - Kasım 23 2006, 09:59:41

ergenekondan çıkışın önemini anlatır mısın bende bilimiyorumda bilmemek değil öğrenmemek ayıp  ;)
#3 - Kasım 23 2006, 10:13:27
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

Ergenekon destanı, Göktürkler'in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.

Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.

Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: "Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur"

Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar" deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.

O çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz Oguz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: "Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım." Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.

Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.

Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler.

Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.

Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.

Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: "Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir." Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.

Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar.

Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türklerin bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.

Ergenekon'dan çıktıklarında Türklerin kaganı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına girdi.

Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk devletini dört bir yana egemen



arkadaşım dogru söylüyorsun bilmemek degil ögrenmemek ayıp ama ögrenmek için caba göstermessen bu hepsinden daha ayıp olur bana anlat diyecegine araşitırsan daha iyi olur
#4 - Kasım 23 2006, 10:30:09

bak daha basiti varmış   :D hemen yazdın teşekkürler ama  bunu bilmenin gençliğimiz için faydasını da söylermisin şimdi
#5 - Kasım 23 2006, 10:35:28
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

önemi:geçmişini bilmiyorsan sende potansiyel bir orhan pamuksun.geçmişini bilmeyen gelecegine yön veremez onun için oku bilmedigin şeyleri sor ögren

BİLMEN GEREKEN ŞU: ERGENEKONDAN CIKAN ATALARIMIZ BU GÜN BU TOPRAKLARDA RAHAT BİR ŞEKİLDE YAŞAMAMIZI SAGLAMIŞTIR.SEN MİSYONER MİSİN?


CEM ÖZER DENEN SÖZDE BİR SANATCI VAR İNŞALLAH BU KŞİYİ BİLİRSİN BU ŞAHIS DEDİ Kİ: FATİH İSTANBULU FETH ETTİ DE NE OLDU. KENDİSİDE İSTANBULDA YAŞIYOR VE İSTANBULDAN PARA KAZANIYOR SEN ARTIK NE ANLARSAN ANLA


EY TÜRK ÜSTE MAVİ GÖK CÖKMEDİKCE ALTTA YAGIZ YER DELİNMEDİKCE SENİN İLİNİ VE TÖRENİ KİM BOZABİLİR

TİTRE VE KENDİNE DÖN.....!!!!
#6 - Kasım 23 2006, 10:58:55

contramal_us

anlayan birisine cevap.anlayana sivrisinek saz anlamayna davul zurna az.......



Bize Turkuvaz salonlarında hocalarına kasidekâr nutuklar söyleyen genç lazım değildir. Köye inen, fışkı ve toprak kokularına alışkın nasırlı köylü eli sıkacak, onu bıkmadan dinliyecek genç lazımdır.

Bize yalnız dansetmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lâzımdır.

Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.
#7 - Kasım 23 2006, 11:15:15

ALLAH ALLAH titre ve kendine dön .....  cem özer ve orha npamuk demişsin de onlar bence bilerek yapıyolar yani geçmişi bilseler de ( belki biliyolar ) istediklerini söylüyolar gerçekleri deil....... ve en önemlisi bize bi gençlik sağlam sadece ve sadece imanlı olsun yeter
#8 - Kasım 23 2006, 11:32:11
« Son Düzenleme: Nisan 03 2007, 13:50:32 Gönderen: komiksey »
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

SADECE VE SADECE İMANLI OLMAK YETMİYOR.ÖZÜNÜ GECMİŞİNİ ÖRF VE ADETLERİNİ İYİ BİLMESİ GEREKİR İSLMİYETTEN ÖNCE Kİ TÜRKLERDE GÖKTANRI İNANCI VARDI BU İNANC İSLAMİYETE COK BENZİYORDU.

BANA ÖYLE GELİYOR Kİ SENİN SORULARININ ALTINDA BİR ART NİYET VAR AMACIN NE?


PEYGAMBER EFENDİMİZ(a.s) BİR SEFERİNDE :^^TÜRKLER SİZE DOKUNMADIKCA SİZ ONLARA DOKUNMAYINIZ^^ DEMİŞTİR


YİNE FATİH SULTAN MEHMET VE ASKERLERİ PEYGAMBER EFENDİMİZ(a.s) TARAFINDAN MÜJTELENMİŞTİR

TÜRK MİLLETİ ASİLDİR BEYDİR
BEYLERİN AGASI OLAMAZ

TÜRK MİLLETİ ALLAHIN YER YÜZÜNDE Kİ KIRBACIDIR
BİR GÜN GELECEK O KIRBAC ZALİME İNECEK
#9 - Kasım 23 2006, 11:41:12

ayıpsın art niyet falan yok  efendi efendi tartışıyoruz ama siz birden cephe aldınız yok misyonermisin falan.....  bence imanlı insan vatanınıda sever milletini de sever zaten hep demiyormuyuz kurtuluş savaşını atalarımızın imanı sayesinde kazandık diye....  herkesin kendi düşüncesi ne saygılıyız  :okey
#10 - Kasım 23 2006, 11:59:05
Savrulurken raconun kırmızı pelerini o zarif öfkeye,
Zaman ki sana hasta oldu, incelikli haytasın,
Nüksederken raksını,mahallenin maşallahı, eyvallahı,
Güzellik be oğlum
Şimdilik, ölümüne kadar hayattasın.

güzel kardeşim tartışta cephe falan aldıgım aldıgım yok sana karşı acayip acayip sorular soruyon hiçmi tarih okumadın sen biraz olsun bilgin olmalı bu konularda

TANRI TÜRKÜ KORUSUN VE YÜCELTSİN...

sana karşı herhangi bir art niyetim yok
#11 - Kasım 23 2006, 12:50:08

contramal_us

 Ey saçları "alagarson" kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topla diye.
Bir sorsana o topallık nerden hediye ?

Sen Şişli'de dansederken her gece, gündüz
Biz ötede ne ovalar, çaylar, ne dümdüz
Yaylaları geçtik, karlı dağları aştık;
Siz salonda dansederken bizler savaştık.

Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Olan işler dimağını azıcık yorsun!
Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;

Biliyorum baldırını o kadar nazla
Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla
Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden...
Biliyorum: Çünkü bugün şu dünyada ben

Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz, topal...
Sen sağlamsın senin hakkın dünyadan zevk al:
Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz
Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!

Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,
Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!
Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün
Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.

Sen o sıcak odalarda cilveli, mahmur
Dolaşırken... Biz de tipi, fırtına, yağmur,
Kar altında kanlar döktük, canlar yıprattık;
Aç yaşadık, susuz kaldık, taşlarda yattık

Sen açılmış bir bahardın, biz kara kıştık;
Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık...
Gülme bana bakıp pek arsız arsız
Sen ey dışı güzel, fakat içi çamur kız!

Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;
Bugün hesap göreceğiz artık seninle:
Ben cephede geberirken, geride vatan
Aşkı ile bin belalı işe can atan

Anam, babam, karım, kızım eziliyorken
Dağlar kadar yük altında... Gel, cevap ver, sen
Bana anlat, anlat bana, siz ne yaptınız?
Köpek gibi oynaştınız, fuhşa taptınız!

Anavatan boğulurken kıpkız??l kanda
Yalnız gönül verdiniz siz zevke, cazbanda...
Ey nankör kız, ey fahişe unutma şunu:
Sizin için harbederken yedim kurşunu.

Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.

Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki... Şehit canımız

Güya sizin mezenizdi! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız,kudurdunuz arsız,edepsiz!...
Gerçi salonlarda "yıldız" dı senin adın,
Hakkikatte fahişesin ey alçak kadın!

Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu:
Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.
Omuzunda neden seni fuzuli çeksin?
Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!..


#12 - Kasım 23 2006, 13:03:14

kardeş şiir çok güzel.hayatı laylay lom yaşayan veya öyle gören insanlar okusunda belki birşeyler kapar azdan az çoktan çok

bu yüce millet daha nice
 topal asker ler çıkaracaktır
taksimde beyoglunda içki şişelerine gömülen kişilere inat
çok teşekürler

BAYRAKLARI BAYRAK YAPAN ÜSTÜNDEKİ KANDIR

TOPRAK
EGER UGRUNDA ÖLEN VARSA VATANDIR
#13 - Kasım 23 2006, 15:37:13

contramal_us


Anayurt

Türklerin anayurdu Orta Asyanın batı bölümleridir. Tiyaşan yahut Tanrı dağları denilen sıradağ Türkeli'nin belkemiğidir. Türkistan'a hayat veren büyük ırkların çoğu buradan çıkar. Bugün Moğolistan dediğimiz yer de eskiden Türk ülkesiydi. Türkelinin batı sınırı Edil ırmağıdır. Bu ülkenin iklimi umumiyetle sert olup büyük bozkırlarla doludur. Geniş mesafeler arasında az insanlar otururdu. Bu iklim ve yayla – bozkır hayatı Türkleri az konuşkan, ciddi, sert, kuvvetli ve cesur yapmıştır. Türklerin tarihini öğrenirken anayurtta oturan Türklerle anayurt dışına çıkan kalabalık yabancılarla karışan ve yabancılar üzerinde hakim ve azınlık halinde kalan Türklerin tarihini ayırmak lazımdır. Biz, tabii ana yurtta kalan Türklerden bahsedeceğiz. Anayurt Türklerinin tarihi aralıksız bir tarih silsilesidir. Anayurt dışı Türklerinin tarihi ise kesik parçalardır.


Türk Irkı

Türk ırkı tarihten önceki zamanlarda teşekkül ettiği için onu meydana getiren unsurları iyice bilmiyoruz. Yalnız bu ırk esas itibarile brakisefaldir. Bir kısmı sarışın – açık renk gözlü, bir kısmı da kara saçlı – koyu renk gözlü olmakla beraber yüzün biçimi bakımında birbirine çok benzerler. Elmacık kemikleri biraz çekiktir. Türk ırkı uzun veya orta boylu insanlardan mürekkeptir. Dilleri göz önünde bulundurulmak şartıyla Moğullar ve Monçularla akrabadırlar. Hatta Macar-Fin-Estonlardan mürekkep olan “Ural” veya Fin-Oğur” zümresi ile de akrabalıkları muhtemeldir. Bu takdirde Türklerin mensup bulunduğu “Altay” veya “Turan” zümresi ile Ural zümresinin yakınlığı şöyle bir şema ile gösterebiliriz.

“Turan” adını altı millete birden vererek “Ural – Altay” yerine “Turan” kelimesini kullananlar da vardır.


Sakalar

Tarihte bilinen en eski Türkler Sakalardır. Bunların varlığı millâttan önceki yedinci asırdan başlar. Hiç şüphesiz bunlardan daha önce de Türkler, yani Türklerin ataları olan boylar vardı. Fakat onlar hakkındaki bilgimiz pek eksiktir ve tarihi sayılamaz. Sakalar orta Tiyanşanda yaşıyorlardı. Bunların daha batısında, yani Aral Gölü ve Hazar Denizi arasında da Sakaların büyük bir kolu sayılan Mesagetler bulunuyordu. Sakalar, İranlılarla durmaksızın çarpışmışlardır. Bunarın bir kahramanı mitâttan önce 624’te İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür. İran padişahı Kirus milâttan önce 545-539 yıllarında Sakalarla çarpışarak Batı Türkistanın cenup bölümlerini zapetti. Sırderyaya kadar ilerledi. Fakat Masagetlerin kadın hükümdarı “Tamiris” yahut “Demurus”la yaptığı savaşta yenilip öldü.

Milâttan önce 330-327 arasında Makedonyalı İskender kumandasındaki Yunanlılar batı Türkistana cenuptan saldırdılar. Ozaman Türkistanın nüfusu pek azdı. Bununla beraber İskender pek sert bir müdafaa karşısında kaldığından birçok şehirlerin ahalisini kılıçtan geçirdi. İskenderin bu kıyıcılığı karşısında Türkistan halkının çoğu doğuya, Çin sınırlarına doğru kaçıştılar.


Kunlar

Bu kaçışanlar Çinin şimalinde yerleşerek ve daha önceleri de orada bulunanlarla karışarak birkaç beylik kurdular. Bu beğliklerden Kunlar ötekilerini ortadan kaldırarak bütün Türk ırkını bir bayrak altında birleştirdiler. Hakimiyetleri Koradan Edile kadar uzanıyordu. Bunların tarihinde mühim rol oynıyan ve edebiyata da geçen bir ünlü hükümdar vardır ki adı “Mete” veya “Motun”dur. Onun babası Tuman Yabgu milâttan önce 220’denberi Kunların yabgusu yani hükümdarı idi. Mete velihat idi. Fakat Tumanın başka bir karısı kendi oğlunu veliaht yapmak için bir pilân kurdu: Tumanı kandırarak Mete’yi cenup komşuları Yüeçi Türklerine rehin göndertti. O zamanın hukukunca rehin barış için bir teminattı. Barışı bozanın rehini öldürülürdü. Üvey anası Mete’yi gönderttikten sonra Tumanı yine kandırarak Yüeçilere savaş açtırttı. Tabii Yüeçiler de öldürmek için Mete’yi aradılar. Mete Yüeçilerin atlarına binerek kendi yurduna kaçabildi. Buna sevinen babası Mete’ye 10.000 çadır halkı tımar verdi. Fakat babasına ve üvey anasına karşı korkunç bir kin besleyen Mete onlardan öç almaktan başka bir şey düşünmüyordu. 10.000 çadır halkından 10.000 asker seçerek bunları görülmemiş bir disiplinle yetiştirmeğe koyuldu. Verdiği buyruklara baş eğmiyenin cezası ölümdü. Askerlerine en değerli malları olan atlarına ok atmalarını emrettiği zaman bir takımı bunu yapamadılar. Bunlar acımaksızın öldürüldü. En son pek zalimane bir emir daha aldılar. Mete sevgilisini nişangâh yapıp ok attı ve askerlerine de karılarına ok atmalarını emretti. Dehşet içinde kalıp buyruğa baş eğmiyenler idam olundu. İşte Mete bu kadar sadık ve disiplinli bir ordu ile babasının üzerine yürüyerek onu mahvetti. Üvey anası ve üvey kardeşini, onların taraftarlarını da mahvederek yabgu oldu. (m.ö 209)

Türk tarihinin harikulâde bir şahsiyeti olan Mete dahili bir savaş sonunda tahta çıktığı zaman doğu komşuları olan Tung-hular (bugünkü Mançurya’da oturuyorlardı) bundan istifade etmek istediler. Mete’ye elçi göndererek günde 500 kilometre koşan bir atını istediler. Kurultayın vermek istememesine rağmen Mete atını verdi. Tung-hular bu sefer Mete’nin karısını istediler. Savaşa bahane arıyorlardı. Kurultay bu hareketi pek vicdansızca görerek reddetmek istedi. Mete şahsi sevgisinin milletini korkunç düşmanlarla savaşa sürükliyecek kadar fazla olmadığını söyliyerek reddetti. Karısını gönderdi. Tung-hular yeniden elçi göndererek iki devlet arasındaki çorak bir toprak parçasını istediler. Burası Kunlarındı. Fakat çorak olduğu için oradan askerlerini çekmişlerdi. Kurultay bu değersiz toprağı vermekte mahzur görmedi. Fakat Mete at ve karısını kendi şahsına ait olduğu için verdiğini, toprağın ise kimsenin malı olmayıp devletin temeli olduğunu söyledi. Vermek fikrinde olan beğleri idam ettirdi. Ani bir baskınla Tung-hular üzerine yürüyerek onları mahvetti. Bütün ülkelerini ele geçirdi. Bunlardan sonra Çin’i yenip vergiye bağladı. Edile kadar yürüyerek oralardaki bütün Türk beğliklerini birleştirdi. Sonra devletinde teşkilat yaptı. Devleti iki büyük parçaya ayırarak herbirine bir beğlerbeği koydu. Herbirini de tekrar 12 bölüme ayırdı. Bu suretle devlet 24 parçaya ayrılmış oluyordu. Her parçanın başında bir tümenbaşı bulunuyordu. Ordu 10, 100, 1000 kişilik kıt’alardan mürekkepti. Bunların başında onbaşı, yüzbaşı ve binbaşılar vardı. Mete bugünkü Türk ordusuna kadar devam eden bir askeri teşkilat yapmıştı. Mete Türk milletini yaratan insandır. Savaşta enerji, dahilde disiplin, milli bir itaat ruhu ve devletçilik gibi vasıflar Türk milletine Mete’den kalan yadigârlardır.

Kun devleti Mete’den sonra miladi 216’ya kadar devam etti. Demek ki ömrü 436 yıldır. Bütün bu müddet zarfında hayatları Çin’le mücadele ile geçmiştir. Fakat edebiyat tarihini alâkadar eden bir ciheti olmadığı için bunu zikretmiyoruz.


Siyenpiler

Orta Asya hakimiyeti Kunlardan Siyenpilere geçti. Bunların hakimiyeti 216-394 arasında sürmüş, ömürleri Çin ile çarpışarak geçmiştir. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri olmadığı için tarihlerini söylemiyoruz.


Aparlar

394 tarihinde hakimiyet Aparlara geçti. Bunların meşhur hükümdarı Tolun, Orta Asya’nın Mete’den sonra ikinci büyük ıslahatçısıdır. O zamana kadar Orta Asya hükümdarlarının lâkabı olan yabguyu küçük görerek kağan unvanını aldı. Bundan sonra yabgu ikinci derecede bir unvan oldu. Bunlar da Koradan Avrupaya kadar olan sahaya hakimdiler. Avrupalılar bunlara Avar derler. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri yoktur.


Gök Türkler

Edebiyat tarihi bakımından gayet mühim olan Gök Türkler ilk önceleri Apar kağanlarına tâbiydiler. Altayda demircilikle uğraşarak kağanlarına silah yapıyorlardı. Apar Kağanı, kendisine karşı yapılan bir isyanı bastırmasını, Gök Türklerin reisi olan Bumun’a emretti. Bumun isyanı muvaffakiyetle bastırdı ve mükafat olarak Apar Kağanının kızını istedi. Kağanın, bu teklifi hakaretle reddetmesi üzerine silaha sarılan Bumun savaşta Aparları yendi. Kağan intihar etti. Bu suretle 552 tarihinde Gök Türk hanedanlığı başladı. Bumun Kağan “İl Kağan” lâkabını aldı. Memleketin batı tarafının idaresini kardeşi İstemi Kağana verdi. Bu suretle tarihte ilk defa Türk adı çıkmış oldu. Gök Türk kelimesindeki gök yani mavi kelimesi devletin büyüklüğünü göstermek için kullanılmıştır. Renk isimleri Türklerde büyüklük,çokluk, şöhret göstermek için kullanılır. (kara cahil, kara keder, ak soy, kızıl cehennem gibi...)

Gök Türk devleti eski Türk devletlerinden daha iyi teşkilatlı idi. Memleket esas itibarıyla doğu ve batı diye ayrılmıştı. İkisinde de bir kağan bulunuyor, fakat bu kağanlardan bazan doğudaki batıdakine, bazan da batıdaki doğudakine tâbi bulunuyordu. Hatta bazan devlette dört kağanın birden bulunduğu olurdu. Fakat biri büyük kağan sayılır, diğerleri üzerinde hâkimiyet hakkı olurdu. Doğu ve batı diye ikiye ayrılan devletin herbirinde kağandan sonra en büyük rütbe olmak üzere yabgu ve şadlar bulunur, bunlar memleketin büyük birer bölümünü idare ederlerdi. Kağanın hükümdar olmıyan çocukları tigin lâkabını taşırdı. Yabgu ve şadlar çok defa tiginlerden tayin olunurdu. Devletin yüksek rütbeli memurlarına tarkan, buyruk, şadapıt denir, bütün tarkanlar, buyruklar, şadapıtlar ve boy reisleri beg unvanını taşırdı. Unvanlar çok defa irsi idi. Teşkilat tamamı ile askeri idi. Kağan ölünce yerine oğlu yahut kardeşi veya amcası geçerdi.

Gök Türklerin diğer büyük bir ehemmiyeti de bunların kendileri hakkında ilk defa eser bırakmış olmalıdır. Gök Türklerden önceki devirde atalarımız kendileri hakkında hiçbir yazı ve vesika bırakmadıkları için onlar hakkındaki malûmatı medeni komşularından alıyoruz. Bumun Kağandan sonra kağan olan İstemi Kağan zamanında devlet garbi Roma ve İran imparatorlukları ile siyasi ve iktisadi münasebetlere girdi. Fakat onların sözlerini tutmaması yüzünden her ikisiyle de harbolunarak topraklar alındı. 610 tarihine kadar azçok birliğini muhafaza ederek yaşayan Gök Türk devleti bu tarihte doğu ve batı kağanlarının birbirini tanımaması yüzünden ikiye ayrıldı. Bundan istifade eden Çinliler 630 tarihinde Doğu Gök Türklerini yenerek doğu hükümdarı Kara Kağanı birkaç yüz bin Türk’le beraber esir edip Çin’e götürdüler ve çinlileştirmek için Çin’in ötesine berisine dağıttılar. 659’da da batı kağanlığını yıktılar.

Esarette bulunan Gök Türkler birkaç defa isyan ettiler. Bilhassa 639’da Kür Şad’ın 40 kişi ile Çin payitahtında yaptığı ve Çin imparatorunu tevkif ederek ve Gök Türk prenslerinden birini Türkistan’a götürerek Türk kağanlığını diriltmek maksadını güttüğü ihtilal pek şanlı oldu. Fakat bastırıldı. Nihayet 681’de İlteriş Kutluk Kağan’nın 17 kişi ile dapa çıkarak yaptığı ihtilal muvaffak oldu. Etraftan koşuşanlarla 70’e, biraz sonra 700’e çıkan ihtilâlciler istiklallerini elde etmeye muvaffak oldular. Böylelikle Gök Türk devleti dirildi.

İlteriş Kutluk Kağan 681-693 yılları arasında kağanlık etmiştir. Kendisinin akılda eşi, şerefte yoldaşı olan “Bilge Tonyukuk” ilk dağa çıkıştan beri yanında bulunuyordu. Ve devletin hem baş kumandanı, hem de baş veziri idi. Bu iki gayretli adam isyan etmiş olan Dokuz Oğuzları, Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay ve Tatabıları yenip itaata aldılar. Çinlileri yendiler. Gök Türkleri zengin ettiler. Bu devrede Gök Türklerin sayısı pek azdı.

Kutluk Kağan öldüğü zaman oğulları sekiz ve yedi yaşında idiler. Onun için yerine kardeşi Kapağan Kağan geçti. (693-716) Bilge Tonyukuk yine devletin baş veziri idi. Kapağan Kağan zamanında da birçok seferler yapıldı. Batı Türkleri de itaata alındı. Çinliler yenildi. Fakat Kapağan Kağan ihtiyarlığında bazı yolsuzluklar yaptığından kendisine karşı isyanlar oldu ve bir suikasta kurban gitti.

Oğlu Bögü Kağan yerine geçtiyse de Kutluk Kağan'ın oğulları Megren ve Kül Tigin bunu tanımadılar. İsyan edip Bögüyü öldürdüler. Kutluk Kağanın büyük oğlu Megren, “Bilge Kağan” unvanıyla tahta geçti. 720’de Çinliler Gök Türkleri ortadan kaldırmak için 300,000 kişilik bir ordu ile savaş açtılar. Dokuz Oğuz, Kırgız, Basmıl, Kıtay gibi tâbi boyları da isyana kışkırttılar. Fakat Gök Türkler bu müşterek hareketi karşılayıp Çinlileri bozguna uğrattılar. Çin, hediye adı altında ipek kumaş vergisi vermeye mecbur kaldı. Biraz sonra Bilge Tonyukuk öldü. (aşağı yukarı 720 yıllarında)

Türk birliği için yıpranırcasına çalışan kahraman Kül Tigin 731’de Dokuz Oğuzlarla yapılan bir harpta karargahı korumak için öldü. Bilge Kağan da 734’te vezirlerinden biri tarafından zehirlenerek öldü. Bu üç mühim şahsiyetin ölümünden sonra Gök Türk devleti yavaş yavaş alçalmaya yüz tuttu. 742’de Dokuz Oğuz, Karluk ve Basmıllar birleşerek devlete karşı isyan ettiler. 745’te Gök Türk hanedanlığını yıkarak yerine Dokuz Oğuzlar hakim oldular.


Dokuz Oğuz – On Uygurlar

“Dokuz Oğuz” dokuz boy demektir. Ok kelimesi boy manasına gelirdi. Sonunda “z” ile yapılan çoğullar bugün de vardır; ikiz, üçüz gibi… Eski Türklerde siyasi zümrelerin adları ekseriya o birliği teşkil eden boyların sayısını da gösterirdi. Dokuz Oğuz, On Uygur, Sekiz Oğuz, Üç Kurıkan, Otuz Tatar gibi. Dokuz Oğuzlarda On Uygurlar da sekizinci asırda Moğulistanın şimalinde yaşıyorlar ve birlikte hareket ediyorlardı. Gök Türklerin kitabelerinde bunlara Dokuz Oğuz ve bazen yalnızca Oğuz denildiği halde, Moyunçur Kağan kitabesinde Dokuz Oğuz – On Uygur denilmektedir. 840 tan sonra ise Dokuz Oğuz adı büsbütün kaybolarak yalnız Uygur adı kalmaktadır.

Bunların ikinci kağanları olan Moyunçur Kağan (746-759) en ünlüleri olup fütuhatı ile meşhurdur. Kendi adına Orhun yazısı ile bir abide diktirmiştir. Kendisinden sonra tahta geçen oğlu Bögü Kağan, yahut resmi unvanı ile “Alp Külüg Bilge Kağan” (759-780) ise 763 tarihinde manihaizmi devlet dini olarak kabul etmekle ün salmış bir kağandır. Moyunçur Kağan zamanında Dokuz Oğuz – Uygurların çoğu manihaist olduğu halde kağan şamanî idi. Bu devletin dayandığı unsur olan Dokuz Oğuz – On Uygurlar arasında e medeni olanları Uygurlardır. Uygurların bir kısmı, bugün Şarkî Türkistan dediğimiz ülkede, sekizinci asırdan birkaç asır önce medenî hayata geçmişlerdi.

Bunların hakimiyeti 840 yılına kadar büyük imparatorluk halinde devam ettikten sonra sarsıldı. 840’taki büyük kıtlık ülkede isyanlar doğurdu. Şimalde yaşıyan Kırgızların isyanı pek yaman oldu. Bunlar Dokuz Oğuz – On Uygurları tamamı ile yendiler. Bu kırgın birkaç yıl sürdü. Uygurlar ikiye ayrılarak cenuba doğru göçtüler. Cenubî şarkiye göçedenler açlıkla, cenuptan Çinlilerin, şimalden Kırgızların saldırması ile mahvoldular. Cenubî garbiye kaçanlar ise zaten kendilerine tabi olan Şarkî Türkistan ülkesine gelerek evvelce burada olan şehirlere yerleştiler. Kendilerine de yeni şehirler yaptılar. Bu şehirler kale ile korunan müstahkem şehirlerdi. Merkezleri Kocu şehri idi ki bugün Kara Hoca adını taşır. Beş Balık, Can Balık, Yeni Balık, Sülmi gibi şehirleri de Uygurlar yaptılar. (Balık eski Türkçede şehir demektir.) bu bölgeye yerleştikten sonra artık Dokuz Oğuz adı silinip yalnız Uygur adı kaldı.

Devlet böylece küçüldükten sonra Uygurlar kahramanlıklarını muhafaza etmekle beraber çok medeni bir hayat yaşamaya başladılar. Aralarında budizm, manihaizm ve biraz da nasturîlik dinleri yayılmıştı. Bu dinlerin birbirleriyle mücadelesi barış içinde oluyor, her din kendisini propaganda ile ileri sürmek istediğinden dini eserler de meydana geliyordu.

Uygur devleti 940 yıllarında Karahanlılar devleti kuruluncaya, yahut bir ihtimale göre zaten batı Gök Türklerin en güçlü boyu olan Türgişlerin devamı olmak üzere mevcut olan Karahanlı devleti genişlemeğe başlayıncaya kadar devam etti. Bu tarihten sonra ise Karahanlıların batıdan yaptıkları sıkıştırma ile küçülüp daha sonra doğuya çekilen Uygurlar on dördüncü asra kadar küçük bir beğlik halinde devam ettiler. Sonra Çingiz Han imparatorluğu içinde siyasi varlıkları sona erdi. Bunların artıkları olan Sarı Uygurlarela, Kara Uygurlar bugün hala yaşıyorlar. Kara Uygurlar şimdi moğullaşmış olup moğulca konuşurlar. Sarı Uygurlar Türklüklerini ve eski adetlerini saklıyorlar. Kendilerine “Sarı Yoğur” diyorlar. Budisttirler.


Din

Sakalar zamanında Türklerin nasıl bir dine bağlandıklarını bilmiyoruz. Fakat bu, hiç şüphesiz bir tabiat dini idi. Yani gök, yer, ateş vesaire gibi tabiat kuvvetlerinden birine veya birkaçına tapıyorlardı. Kunların dini hakkında ise pek az da olsa bilgimiz vardır. Bu bilgiye göre Kunlar yılda bir defa gök ve yer Tanrılarına ve atalarının ruhuna kurban keserlerdi. Demek ki Türk dini o zaman iki tanrılı bir dindi. Gökte ve yerde iki tanrı tanıyan bu din Gök Türkler çağına kadar gelmişti. Gök Türklerde fazla olarak “yer sub” (yer su) da Tanrı olarak tanımaktadır. Fakat Gök Türklerde “Tengi” yani sema bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir Tanrı değil, bir Türk tanrısıdır. Yine Gök Türklerde “Umay” adında bir kadın Tanrı tanılıyordu ki bu da iyilik ve acıma Tanrısı idi. İşte Türklerin bu milli dinine Şamanizm diyoruz.

Dokuz Oğuz – Uygurlar zamanında ise millet yavaş yavaş şamanizmi bırakıp manihaizme girmeğe başladı. Daha sonra, 840’tan sonra ise Budizm ve hırıstiyanlığın bir mezhebiî olan nasturîlik de Uygurlar arasında yayıldı.

Budizm Hindistanda “Buda”nın kurduğu bir dindir. Buda, milattan önce 477’de ölmüştü. Budanın dinine göre bu dünyada duyduğumuz sevinç, keder gibi şeyler bizim duygularımızın ve düşüncelerimizin yanılmasından doğan kuruntulardır. Bu dünyada her şey gelip geçicidir. İstikrar yoktur. Fakat buna mukabil bir de edebi alem vardır ki ona Nirvanna derler. Orada edebi bir değişmezlik vardır. Nirvanna alemi bütün mahlukların nereden gelip nereye gittiğini bilen, “benlik”lerden ibarettir. Bu benlikler insanlara hulul ederler. İnsan irade ile nefsini terbiye eder, ergin ve olgun bir insan olursa o benlik onu öldükten sonra Nirvannaya ulaştırır. Aksi takdirde bu benlik yüz binlerce yıl içinde daha birçok insan veya hayvanlara hulul ederek ıztırap içinde yuvarlanıp gidecektir. Budanın dininde bizim anladığımız manada bir Tanrı yoktur. Buda dünyanın başlangıcı ve sonu hakkında da bir şey söylemiyor. Buda yalnız iradeyi kuvvetlendirecek talimat vermiştir. Buda dinine göre aşk ile nefret, şefkat ile zulüm aynı derecede kötü şeylerdir. Doğru ve mutedil olmak, kendini yüksek görememek, lüzumsuz yere söz söylememek budizmin esaslarındandır. Budizmde ibadet de yoktur. İhtimal ki bu sadeliği Türkler arasında yayılmasına sebep olmuştur.

Manihaizm ise Babilli Mani (214-277) tarafından ortaya konmuştur. Mazdeizm yani Zerdüşt dini ile hırıstiyanlığın karışmasından doğmuş bir dindir. Hırıstiyanlığın tesirinde kalmış olmasına rağmen iki Tanrılı bir dindir. Asıl Tanrı iyiliği ve ışığı temsil eder. Bunun yanında 12 tane yardımcı Tanrı vardır ki, aşk, iman, doğruluk, zeka, bilgi, anlayış, sır saklama gibi faziletleri temsil ederler. Fenalık tarafının Tanrısı da “Hümâme” dir. Kadındır. Bunun yanında da 12 tane yardımcı Tanrı vardır.

Manihaizme göre hayvan eti yemek, şarap içmek haramdır. İyilikle kötülük daimi bir savaş halindedir. Fakat günün birinde iyilik tarafı galip gelecek, o gün kıyamat kopacaktır. Ruhlar edebi olduğu için kıyamatte fenalar Cehennemde ceza göreceklerdir. Mani şair ve ressam olduğu için dinini yaymakta bu iki şeyden istifade etmiştir.


Devlet

Türklerde devlet pek eskidenberi teşekkül etmişti. Sakalar çağında Türklerin devlet kurduğunu bilmiyorsak da Kunların başlangıcından beri Türklerde devlet vardı. Türk devletleri aristokratik idiler. Devlet reisi devleti mutlak olarak idare eder, yanında beğlerden mürekkep kurultay bulunurdu. Devlet reisine Kunlar ve Siyenpiler devrinde “Yabgu” derlerdi. Aparlar, Gök Türkler, Dokuz Oğuz –Uygurlar devrinde “Kağan” denilmeğe başlandı. “Hakan” ve “Han” kelimeleri “kağan”ın sonradan aldığı şekillerdir. Devlet reisine kağan denilmeğe başlayınca yabguluk ikinci derecede bir rütbe ve unvan oldu. Devlet reisi öldüğü zaman yerine oğlu, kardeşi, yahut amcası geçerdi. Kimin geçeceğini ekseriyetle kurultay seçer, bazen de prenslerden birisi kendi gücü ile hükümdarlığı alırdı. Kunlar ve Gök Türkler devrinde devlet çok büyük olduğundan doğuda ve batıda olmak üzere iki bölüme ayrılmıştı. Bu ayrılık bazen kökleşir, iki düşman devlet olurdu. Gök Türklerin bazı çağlarında doğudakilerle batıdakiler düşman olarak çarpışmışlardır. Bununla beraber çok defa biri ötekini metbu tanırdı.

Devlet ademi merkeziyetle idare olunurdu. Yani Türk birliğine dahil olan muhtelif boylar kendi reisleri tarafından idare olunurdu. Bazı boylara, hükümdar kendi ailesinden prensleri reis olarak seçerdi. Umumiyetle bu boyları merkeze bağlıyan şey muayyen zamanda vergi vermek, savaşta asker göndermekten ibaretti. Başka bütün işlerinde serbesttiler. Hatta devleti teşkil eden boyların bazen birbiriyle çarpışması bile devlet fikrine aykırı değildi. Kunlardan itibaren Türk hükümdarlarının komşu ülkelere, bilhassa Çin’e muntazaman elçi gönderdikleri tarihçe malûmdur. Gök Türkler devrinde İranlılar ve Bizanslılar ile de siyasi münasebetler olmuştur.


Aile

Türk ailesi Kunlar devrinden beri babanın hakimiyeti altında ana ve çocuklardan mürekkep bir ailedir. Araplarda, İranlılarda, Yunanlılarda, Romalılarda olduğu gibi kadın aşağı veya esir sayılmazdı. Kadın muhteremdi. Kapalı değildi. Fakat bilhassa yukarı tabaka ahalinde birden fazla kadın almak adeti ve hakkı vardı. Evlenmelerde iki tarafında birbiriyle denk seviyede olması şarttı. Ağabeyleri ölenler yengeleriyle evlenirlerdi. Bu bilhassa hükümdarlar arasında böyle idi. Bu adet Anadoluda bugün bile vardır. Evlenme çağına gelen çocuk evlenince baba ocağından ayrılıp başka bir aile kurardı. Türklerde aile bu kadar eski ve muntazam olmakla beraber devlet fikri aile fikrinden üstündü.


Yaşayış, Ahlak ve Adetler

Türklerin büyük kalabalığı göçebe idi. Hayvanların eti, sürü ve derisiyle geçindikleri için otlaklar ararlar, öteye beriye göçerlerdi. Bununla beraber Kunlarda ve Gök Türklerde herkesin bir toprağı olurdu. Orayı ekerlerdi. Demek ki bunların göçebeliği herhangi bir şekilde olmayıp muntazam kaidelere tâbi, muntazam zamanlarda yapılan ve muntazam yerler arasında olan göçebeliktir. Türklerin küçük bir bölümü ise şehirlerde otururlardı. Moğulistan ve bilhassa Maveraünnehirde şehirleri daha çoktur. Herhalde İskenderin istilasından sonra Türklerde şehircilik hayatı daha fazla ileri gitmiştir. Dokuz Oğuzların 840 felaketinden sonra ise Türk milleti artık şehirli haline gelmiştir.
Umumiyetle Türkler yüksek ahlak sahibi insanlardı. Kunların düşmanları olan Çinliler Kunlarda verilmiş bir sözün tutulmamasına imkan olmadığını kaydediyorlar. Hırsızlık eden on mislini verirdi. Evli bir kadına sataşmanın, savaştan kaçmanın, büyük hırsızlık yapmanın cezası ölümdü. Kunlar devrinde bir mahkum hakkında en çok on günde karar verilirdi.

Asker millet oldukları için çocuklar milletin menfaatlerine uygun olarak yetiştirildi. Kunlarda çocuklar küçükken koyunlara binerek biniciliği öğrenmeğe başlarlar, pek usta biniciler olurlardı. Eli silah tutan herkes askerdi. Savaşta ölmek şeref, evde ölmek ayıptı… Kişi çadırda doğar, çayırda ölürdü.
Türklerde erkeklerin de saçları uzun olurdu. Galiba Sakalar devrinden beri Türkler uzun saçlı bir millet olarak tanınmıştı. Kısrak sütünden yapılmış olan kımız milli içkileri idi. Pek besleyici bir içki idi.
Gök Türkler zamanında Türklerde balbal dikmek adeti vardı. Bir kahramanın, bilhassa kağanların mezarına hayatta iken öldürdüğü veya yendiği en ünlü düşmanının heykeli dikilirdi. Bu heykele balbal derlerdi.
#14 - Kasım 25 2006, 20:13:53

Her millet kendi tarihini bilmeli.Bunun önemini tartışmamıza hiç ama hiç gerek yok.Zaten bunu idrak edemeyen birisine anlatsanızda anlamaz.Atatürk'ün de tarihin önemini vurgulayan bir çok sözü vardır biraz araştırıp bir yerden başlamalarını tavsiye ediyorum ben çünkü tarihini bilmeyen kişiler asla dünyada ve ülkesinde söz sahibi olamazlar kendilerini belli edemezler çoğunluğa uyup kişiliklerini kaybetmek onlar için kaçınılmazdır asla kendi fikirlerini kendi politik düşüncelerini oluşturamazlar oluştursalar bile buna kendileri değil  çevresinde onları yem olarak gören kişiler karar vermiştir...
#15 - Kasım 25 2006, 20:24:46

SEVGİLİ KARDEŞİM KONUYA GÖSTERDİGİNİZ İLGİDEN DOLAYI SİZLERE TEŞEKKÜR EDERİM
#16 - Kasım 25 2006, 20:30:15

Faşist, bilim dışı sözcük kalabalığından başka bir şey değil bunlar.
#17 - Ekim 11 2010, 12:19:56

İnsan olmak yetmez mi ki ?
#18 - Mart 05 2011, 02:16:15

Pek göstermesek bile; galiba öyleyiz.
#19 - Mart 05 2011, 14:00:50
Life is you do not laugh, you rose to it!
You daddy don't get you and I come to you in any darkness
Soon you're laughing, soon you're laughing my way
You always are in your darkness there are not I will be darkness
Soon you're laughing, soon you're laughing your way

derjavin

Böyle bir millete kudsiyetlik izafet ettiği için Allah Gönktengi'den razı olsun.
#20 - Mart 23 2011, 16:10:01

cCc tabiki öyleyiz cCc
#21 - Mart 23 2011, 17:58:28
Gidişim biraz suskun ama ''Dönüşüm'' böcek olucak.

Gregor Samsa

derjavin

delitürk değil, asiltürk olmalıydı nick seçimi.
#22 - Ağustos 17 2011, 00:09:29

İnanılmaz mantık hataları var mesajlarında karşiim. En basitinden; İstanbul'un fethi filan demişsin; ama doğrusu Constantinopolis'in işgali olacak. Hepsini ben öğretmeyeyim, lütfen.
#23 - Ağustos 17 2011, 04:11:36

en doğrusu konstantinoupoli olacak bence. ama ben bunu telaffuz edemediğim için istanbul'da yaşıyorum diyorum, maalesef sen de öyle diyeceksin.
#24 - Ağustos 17 2011, 04:35:04

Ben söyleyebiliyorum onu, sana da öğreteceğim.  :))
#25 - Ağustos 17 2011, 04:38:06

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.