Alternatifim Cafe

Hipokrates

Discussion started on Bilim Adamları



Hipokrates, M.Ö. 460 yıllar dolaylarında Kos’ta doğmuş ve Asklepiades’in  soyundan gelmesi nedeniyle, tıpla ilgili ilk bilgileri babasından almıştır. O da diğer birçok yunan bilgini gibi çok gezmiştir. Hipokrates, “ Bir insanın beden ve ruh yapısının bilmek istersek, öncelikle doğayı bilmemiz gerekir.”   demiştir. Aristoteles de Politica’sında bir doktor olarak Hipokrates’in büyüklüğünden söz etmiştir.

         Hipokrates’in anatomiye ilişkin bilgileri oldukça ilkeldi; döneminin diğer doktorları gibi, kemikleri hakkında oldukça geniş bir bilgiye sahip olmasına karşın, iç organları fazla tanımıyordu. Damarlara, sinirlere ve adalelere ilişkin bilgileri yüzeyseldi. Yunan düşünürleri ve hekimleri, bu boşluğu kapatmak ve insan bedenini anlaşılır kılmak için fizyolojik kuramlar üretmişlerdi ve bunlar genellikle, yüzyıllar önce gelişmiş olan dört sıvı kuramına dayanmaktaydı. Yapılan gözlemler, insan bedeninin kan, balgam, sarı safra ve kara safra gibi bir takım sıvılar içerdiğini ve hastalık sırasında bu sıvıların görünür duruma geldiğini gösteriyordu; örneğin üşütmeden kaynaklanan hastalık sırasında burundan bir sıvı akıyordu. Pythagorascu Alkmeon, hastalığı, bedendeki dengenin  bozulması olarak değerlendiriyordu ve sözünün etmiş olduğu dengesizlik sıvılardaki dengesizlikti. Empedokles’in dört öğe kuramına bağlı olarak geliştirilen dört sıvı kuramı, beraberinde dört nitelik ( kuru, yaş, soğuk ve sıcak) kuramını da getirdi ve böylece yavaş yavaş cansız yapılarla birlikte çanlı yapılarda niteliklerin bireşimi ve kaynaşımı olara görülmeye başlandı..

       Hipokrates’in yapıtları arasında en ünlü olanı Kutsal Hastalık adını taşı; kutsal hastalık olarak nitelendirilen dengesizlik durumu, sara veya epilepsiden başka bir şey değildi. Hipokrates’e göre, bu hastalık beyinden kaynaklanır ve beyinden gelen balgamın kandaki havayı durdurması sonucunda oluşur. Açıklama doğru değil; ama bilimsel denebilecek bir kurama dayandırıldın için değerlidir.

      Yunanlılar, belirli bir hastalığı teşhiste genel patolojiden yararlanma yoluna gidiyorlardı. Bir doktor olara en önemli şey, hastalığın gelişimini ve öldürücü olup olmadığını söylemekti. Hastalar rahiplere de danışıyorlar ve genellikle yaşayıp yaşamayacaklarını ve ne kadar sürede iyileşeceklerini soruyorlardı. Hastalıkların kritik günleri saptanmıştı. Doktorlar bu kritik günlerer yaklaşıldığında, hastanın direncini arttırmaya çalışırlardı.

      Tedavide, ilk önce bedendeki dengenin bozulmuş olduğunu gösteren belirtilere bakılırdı. Ateş en temel belirtilerden biriydi. Ateşi ölçmek için özel bir araç yoktu; ancak deriyi, dili, gözü, terlemeyi ve üreyi kontrol ediyorlar ve bunlar arasındaki farklılıktan yararlanarak hastalığı teşhis etmeye çalışıyorlardı.

      Nabza bakmayı düşünmemişlerdi. Oysa Mısırlı hekimler nabzın işlevini biliyorlardı. Hipoktartes’in Corpus’unun bir yerinde nabızdan söz edilir ve “ Damarların atışı ve solunum ve yaşa bağlı olara düzenli ve düzensiz oluşlar, sağlık ve hastalık işaretidir.” denir. Ve ayrıca ele alınan hastalıklar sıtmalar, zatülcenp, zatüriye ve verem ateşleridir.

     Ateşli hastalıklarla ilgili hipokrates şunları söyler: “ Bazı ateşler süreklidir; bazılar gündüz yükselir, gece düşer ve bazıları ise gündüz düşer, gece yükselir. Akut hastalıklarda ateş çok şiddetli ve öldürücüdür. Gece ateşleri uzun sürer; ancak öldürücü değildir. Gündüz olanlar da uzun sürer ve vereme eğilimi ortaya çıkarır.”

     Tedavide, müshil, kusturucu, tenkiye, kan alma, bedeni boşaltmak için perhiz, friksiyon, masaj, banyo, şarap, bal ve su karışımı, bal ve sirke karışımı, arpa suyu, yulaf lapası uygulamaları yapılır. Hipokrates’in en önemli ilkesi, doğanını iyileştirici gücünden yararlanmaktır. Hasta bedensel ve ruhsal olarak sükunet halinde bulunduğunda, doğanın iyi edici gücü dengenin hızla kazanılmasını sağlayabilir. Hekimin görevi doğaya yardımcı olmaktır. Az ilaç ve iyi bir gıda rejimi, sağlığın garantisidir. Hareketsiz kişiler için en uygun alıştırma, uzun uzun yürümektir.

     Hipokrates, doğanını iyileştirici etkisinden söz ederken, bunun fiziksel olduğu kadar ruhsal olduğunu da kabul ediyordu. Yalnızca bedenin rahatlaması yeterli değildi; ruhunda sakinleştirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle hasta neşelendirilmeli ve iyileşeceği konusunda ümitlendirilmeliydi. Ona göre, hekimin hastasına çok yumuşak bir biçimde yaklaşması gerekir. Geç bir dönemde yazılmış olmakla birlikte Hipokrates şöyle der:

“ Hastanıza karşı katı olmamanızı ve ayrıca onun durumunun dikkate almanızı öneririm. Önceki kazançlarını ve içinde bulunduğu tatminkar durumu düşünerek, bazen karşılıksız hizmet götür. Parasal sıkıntı içinde bulunan bir kişiye hizmet verme fırsatı çıkmışsa, bu gibilere her türlü yardımı yap. İnsan sevgisinin bulunduğu yerde sanat aşkı da bulunur. Durumlarının öldürücü olduğunun bilincinde olan bazı hastalar, yalnızca hekimlerinin iyi tutumlarından dolayı iyileşmişlerdir. Hastayı iyileştirmek ve şifa bulmuş olanın kendisini iyi hissetmesini sağlamak için gözetim altında bulundurmak isabetlidir. Ayrıca bir hekimin neyin uygun olduğunu belirleyebilmesi için kendisine de dikkat etmesi gerekir.”

   Hipokrates, psikolojik tedavi ile de ilgilenmiştir e esasen asklepionlardaki tedavi yöntemlerini benimseyen bir hekim için bu çok doğaldır. Din adamlarından, olağanüstü vakaların hikayelerinin dinlemiş olmalıdır. Bu yöntemin yararına inanmıştır. Ona göre, ruh ve beden çok sıkı bir ilişki içindedir; bir hekim bunlardan birini göz ardı ederek diğerini iyileştiremez. Biri çok kötü iken, diğerinin ili olması düşünülemez.
#1 - Aralık 07 2009, 18:01:39

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.