okumakta olduğun ziyan kitabından altını çizdiğim bazı yerler.
Kar seviyesi! Önce ayaklar gömülür, sonra bilekler görünmez olur. Dizler, bacaklar, ahırlar. Kar, diri diri gömer. Önce yumruğunla savaşırsın. Karı geldiği yere göndermek için yumruğuna doldurur, havaya fırlatırsın. Sonra kürek. Yirmi askere bir kürek. Kırk kola bir adet! Belki bir de çekiçten bozma bir kazma. Küreklersin! Kazmalarsın! Kar yağar! Gömene kadar. Yağmur yağar, boğana kadar. Rüzgar eser, ayaklarını yerden kesip savurana kadar. Dinlesen dünyayı, duyacaksın: insanoğlu insan, *** git buradan! Ama inat edersin. Yaşayacaksın. Yer çekimi var. Gidecek bir yer yok. Mars çok uzak! İnsanın dünya üzerindeki yaşamı bir rodeo! Hortumlar, çığlar, seller, depremler. Elinde kürek, savaşırsın. Burası benim evim, diye bağırırsın. ***! Burası bir ev değil! Burası hiçbir şey değil! Dünya, insanın kabuğu değil. Burası bizim yuvamız değil. Biz, yer çekimiyle dünyaya zincirlenmişiz. Kim bilir nereden kovulduk? Cennetten mi? Hiç sanmıyorum! Hem de hiç!
-
Beyazdan nefret ederiz. Dünyanın en açık rengi, kasvettir bizim için. Çünkü yağan, kar değil, havanın kendisidir. Bu yağmanın altında soğuktan dilimiz dişimize yapışır. Yer çekiminden nefret ederiz. Kar tek verimli tohumdur. Nereye düşse orada bembeyaz ağaçlar biter. Arada eti sıyrılmış balık gibi duran siyah kılçıklı ağaçlar da vardır. Ama onlar da öyle çirkindir ki baktığımız yerden boğazımıza batarlar. Beyaz kasvet! Her yanımız kardır. Beyazdan öylesine nefret ederiz ki bir bardak sıcak süte bile dokunmaktan korkarız. Biz havadan ve durumundan da nefret ederiz. Çünkü hayatlarımız onlara bağlıdır. Havaya asılı kuklalar olarak ısınmak için iplerimizi yakarız.
ı
Aklım bir bataklıktı. Her şeyi içine çekiyordu. Ne zaman geri bırakacağıysa belirsizdi. Kalemi saplayıp, kağıttan akacak kanın sıcaklığıyla ısınmayı umuyordum. Kafamı dilimleyip, her bir bilimi kızartmak istiyordum.
Yoksulluk, asker. Bağırır. Çarpar ve devirir. Çığlık atar, küfreder. Ama yoksulluk kördür. Bindiği atı yemeye mecbur eden adamı tanımaz. Yoksulluk, düşmeden yürüyebilmesi için zenginliğin altına serilmiş kırmızı halıdır.