NOKTASIZ
Bugün ellerim bir hayli suskun... Yazarken bile yazamıyorum sanırım ve/veya sanki. İçim ağrıyor, evet evet işte bu! Bu sözü/cümleciği çok kullanıyorum son zamanlarda. İç nasıl ağrır? Nasıl acır? Nasıl yanar? Bu soruların cevabını biliyorum ne yazık ki! Hem de hiç düşünmeden buldum yanıtları; şıksız, kalemsiz, silgisiz, beyin fırtınası yapmadan, hızlıca, düşünmeden, elimi başıma koymadan, of'lamadan, puf'lamadan, direkt...
...
Acelelere acelem yokken çıkıverdi, gelişiverdi, oluverdi ve bir çırpıda bitiverdi.. Hissettim, yandım, söndüm, virgüllerimi büyüttüm, çoğalttım... Noktalarım küskün bana, üç noktalarımla ise aram pek iyi, noktalı virgüllerim yanına eklenecek her bir cümlecik için yerine geçmeye hazır, ünlemim dolaylı, kinayeli cümlelerle pek bi haşır neşir, soru işaretlerim kendi kendine yaratıyor soru(n)ları hatta haber bile vermiyorlar cümlelerimin sonunda yer almak için... Cümlelerim düşmüş kapkara bi sayfanın tam ortasına. Sağını-solunu, yönünü-yorasını bilemeden savruluveriyor oradan oraya! Silgim kayıp; nereye gitti, nereleri temizlerken beni kirletiyor? İki parmağımın arasında onlarca, yüzlerce sayfaları temizlerken bir anda nereye kaçıverdi? İsyanı neye idi? Beni, sayfalarımı silip kirlenip, yorulmaktan mı sıkıldı? Yoksa benim klişe dertlerimden sıkılıp yeni sayfalara mı merak saldı acaba? Ama ben o olmadan da soruyorum sorularımı, silinmeyeceğini bile bile çiziyorum sayfalarıma...
Korkusuz değilim ama umursamazım biraz daha... Gidişlerim artıyor evet, fakat; gidişlerimin asıl karşılığı terkedişlerin en asili, en başı dik olanı. Lûgatımdan kalkıyor artık; boyun eğişler, ırmaklarca gözyaşları, yersiz üşümeler ve hayallerden bozma mutluluklar... Gerçeklerimi arıyorum, ses yok duyamıyorum ve biliyorum yeni doğan bir bebek gibi ben O'nu en baştan büyütüyorum...
Burcu OĞUZ