Alternatifim Cafe

Jiyan

Discussion started on Sizden Gelenler

Jiyan

son yolcu gitti, son yağmur yağdı
sustu son şarkı
bu ne ilk ne de son gece…
soğuk sarılar içindeyim, boyun eğiyorum
gidişin hangi tufanın gelişiydi
boynumda muska gibi gezdirdiğim kasırgam
kim var benden başka böyle bekleyen
kimler senin kadrine kapanıktır benim kadar

jiyan
umuda buladığım
hangi gülün bülbülüsün
sevdayı yükledin yorgun kanatlarına
söyle jiyan söyle,  göç etme zamanı gelmedi mi

hangi dağı aşsam hangi dala tutunsam
hasretin göğsüme değen taşkınlığında ateş yanarcasına
eriyip giden bu zavallı bedenim, bir avuç küldür jiyan

alışamadım yokluğuna ölüme alıştığım kadar
gitme, bırakma ellerimi demiştim
gittin jiyan

gittin gideli düşmelerdeyim
sesinde gizlediğin neydi jiyan,  bedenimi parçalara bölen
sırrın neydi jiyan acıyı dillendiren

hecelerim yorgun, haykırıyorum sensizliğe
bir yanım düşer gibi toprağa
jiyanım sıcaklığım
jiyanım uysallığım
yokluğunda yok olmuşluğum
bin bir koku, bin bir renk, sokaklarımda izlerine kavuştuğum

zaman eğiliyor yalnızlığa, düşün jiyan
tükenerek yenilmeyi düşün
söyleyecek söz bulamıyor insan

uzayan yolları dinamitliyorum,  sana erişilmezliği
bağırıyorum sevdamın görkeminde
gök yanıt vermiyor, yer yanıt vermiyor
boşluklardayım
sabaha düşman gecelerde buluyorum seni
çiseliyorsun benliğime ılık ılık
gün doğuyor,  yankılana yankılana gidiyorsun
çekiliyor yüreğimin kanı jiyan

kerpiç duvarlım, yıkık damlım, kapılarda meltemim
saçları buğday başaklım
odam soğuk, yatağım yorgun, inliyor pencerem
nereye baksam sen, neye dokunsam sen
ah bir bilsen jiyanım bilsen
kuşlar deli deli uçuyor yörüngesiz

gel kıralım feleğin çemberini
gel bozalım ayrılığın hesabını
gel jiyanım gel,  adınla gel toprağıma
korkma kim kendi dağında düşebilir
elini ver
yanan parmakların ucunda kim üşüyebilir

kurumuş dudaklarımda türkülerin en içlisi
uzadıkça acının boyu düşlerimde,  gökler düşüyor üstüme
çöl fırtınaları üstüme üstüme
ateş topuyla geliyor düş avcıları
ıssız zamanlarda yitip sana koşuyorum
yıldızlarım sönüyor
sönüyor jiyan ve kimse görmüyor

kesiliyor elim ayağım, siliniyor yüzüm
hayallerine sığındığım,  ateş bedenli tılsımım
nice şehirler yıkıldı bir gecede
sana hangisinden sesleneyim

son şarkı kim içindi
çanlar kime
kimin bu nihayet,  sessiz - kimsesiz
bu ceset, bu cinayet
kimin jiyan
kimin


  Müsade Özdemir
#1 - Nisan 21 2009, 21:53:20
« Son Düzenleme: Nisan 21 2009, 21:54:07 Gönderen: Müsadenizle »
Müsade Özdemir



  hangi şekle koysan hayatı
  sıcak günlerin ölgün tortusu
  kuruyunca çiçekler otlar
  çekilince sular
  kim avutabilir deniz kuşlarını

  kartallar uçuyor yeşili bitmeyen ormanlarda
  ey kuytulara sığınan
  dondur kederli siluetini
  şifalar arama vurgun yemiş kalbine
  dağların toprağı tuttuğu gibi, adını ağzında tutuyor ölüm

  serzenişler binlerce
  yüreğin o hızlı atışının durduğu yerde
  yutkunup yutkunup durma
  saklama yaşlarını göz kapaklarında
  ne suçluluğun, ne de sindirimindir
  yoksunluk
  yoksunluk bir ömür boyu
  ölümden daha sağır
  daha dilsiz

  damarlarında öfkeyle balçık
  bir karmaşadır hayat
  durma
  yitikler ülkesine uçarcasına gir
  yağarcasına
  binlerce yanlışın sesini haykır
  indiği gibi yağmurun yeryüzüne
  kendini vedalara bağışla
  koy bir nokta daha

  ve ağla
  ağla utanma
  bir yaylım ateşi gibi
  yumrukların sonradan gelişmeyecek ya
  kır bütün aynaları
  al yanına yalnızlığını
  varsın mübarek kalsın
  yaşamak
  yaşamak, avuçlarında cam kırığı

 Müsade Özdemir
#2 - Nisan 21 2009, 21:56:59
Müsade Özdemir

  ardıç gözlerinin kuytularında
  sarhoşluğa soyunduğum günler
  hançerlenirdi gökyüzü
  ve bütün yağmurlar bende yağardı
  ıslanırdım
  toprak ıslanırdı
  tomurcuklar açardı

  dudakların var ya dudakların
  onlardı

  bir yudum
  bir yudum daha
  nehirler doğardı…

  ruhum sarhoş
  ben sarhoş
  ne zaman ayılmak istesem
  yağmur yağardı
  ...

Müsade Özdemir
#3 - Nisan 21 2009, 21:59:42
« Son Düzenleme: Nisan 21 2009, 22:00:45 Gönderen: Müsadenizle »
Müsade Özdemir

ÜSTÜN İNSAN

çalışıp didindi
..........ruhunu maddeye teslim etti
çalışıp didindi
..............madde ruhuna ihanet etti

diyerek dile getirdiğimiz ne çok yaşanmışlıklar vardır etrafımızda, bu insanların kazandıklarının yanında kaybettiklerinin muhasebesini yapmak bile faciayla sonuçlanır, sevgisiz, duygusuz ve de yakınsız yaşayıp maneviyatı çürüten, ruhunu maddeye teslim eden o kadar çok tanıdık yüzler var ki… Acı sonuçları gözler önünde...
biran önce kesesini doldurup bedavadan yaşamak, insanoğlunun en belirgin özelliklerinden biridir, avcılık ve yağmacılık içgüdülerini yenemeyen ve esiri olan nice insanlar da yok değil çevremizde, kah öfke kustuğumuz kah görmemezlikten geldiğimiz. Bu tip insanlara ne sözler, ne yumruklar, ne de silleler kar etmez

kişisel menfaatlerini göz önünde bulundurmadan, toplum için, insanlık için ülkesi için çalışan, ya da…çalışarak, yaşamdan tat alma gücünü kazanan kaç insan vardır acaba...
düşünüyorum da, topluma huzur ve güven veren, çevresine sıkı sıkı sarılmış bağların önemini benimseyen insanların çokça olduğu bir ülkede yaşamanın rahatlığını ve tarifsiz güzelliğini…
bütün hayallerim suya düşüyor, gözümde ülkemin kısır kalabalığı çoğalıyor
taş döşemeli, dik ve köhne sokaklarda, yük taşıyıcılarının iç acıtan homurtulu gürültüleri umutsuzluk garında
solgun camlarda belli belirsiz eğik başlar, yediğini sindirecek kadar uyuyanlar

ah benim şu daldırma düşüncem
işte o anda... bey’le hanım sözcükleri, riyakârlığın desteklenişini anımsatıyor bana
şişen avurtlarında her nefes bir dev, belleklerinde küçücük yüzleri boşaltarak kelebeklerin kanatlarına
iri cüsseleriyle, büyüdükçe yükseklerden bakanlar, kendi-kendilerine, kendilerine giden yollarda, atlılar dörtnala, artlarında bıraktığı tozlarla, atlarının sırtında, kahkahalarla, belki bir kadın yüzü, belki bir kese yastık altında
kısa günün uzun karı, o bildik şeyler, çayırlara, altın ökçeleriyle atlılar dört nala, büyüsüyle kösnül arzularının

denklemleri doğan günün ağzında, ağırlığına-hafifliğine yemiş’in
bel veren orta direk, hem dost, hem düşman
pay çoğaltan zamanın yarınlarından, us’unda dolaşan tilkilerin gürültüsüyle gülümseyerek, yumuşatan avını
uyanık elleriyle, gözleriyle erinç içinde, yıldız kemiren penceresinde
hanım olmak, ünlü olmak,mekanının kraliçesi olmak, devran döndürüp ün salmak dünyaya, anıt olmak, bulvar olmak, sahibi olmak adaların, ormanların, insanların kraliçesi olmak, baskıyla, zorbayla, oyunla üstün insan

kırbacın havadadır, el üstündesin zıpkınını vur çek, en büyüktür balık
üstün insan, ince eleyip sık dokuyan ve doyumsuzluk sıkıntılarına sıkça kapılan insan
sen yürü durma yürü, soğuk yüzünü, soğuk parmaklarını koy sofranın üzerine, ye meydan senindir
sınırsız uzamın tadını çıkarırcasına, tükür dilediğin gibi, vardır şakşakçılar tükürüğün güzel sayarlar

kim alıkoyabilir alaycılığında, etrafındaki kukumav kuşlarına
küçücük kafesinde ıslık çalıp ötene ve demir hücresinde sırtını bükene
evrene kapalı duran alnında, yumrukları saklayana, bak alaylı alaylı, kim alıkoyabilir seni
körpe yeşillik içinde, güneşten sedef sedef olmuş çimenlikler ve üzerinde variyetin miskli kokusu, güzelliğin büyüsüyle büyüyen ve raks eden su ışığı vurur yüzüne
her susadığında ağzını kaynağa dayayan, o kaynaktan kana kana tadan, üstün insan, kralı olan mekanının
tükürür dilediği gibi, nihayetinde tükürüğü güzel sayılan
her zaman vardır şakşakçıları, taraçalardan alkış tutan...

kendi ülkesinde, ülkesine uzak yaşayan ve daha niceleri yokluk uykusuna dalan
suskunluk her şeyin uzaklaşması olur, düşsüz bir ömrün uzun yokuşu gibi
solgun yüzünün altında bir deri bir kemik kalmış düşkün insan
ve garip görünüşü karşısında afallayıp kalan, kılı kıpırdamayan, üstün insan
o umarsızlığı, ruhunu maneviyattan ayıran ve duygusuz kılan
aralarında fersah fersah mesafe, renkleri birbirine uymayan, aralarında çok bildik bir mesafe
zenginle kötülük, iyilikle fukaralık, yan yana
yan yana maskaralık
sık dokuyan seyrek dokuyan, çizmeyle çarık yan yana

her bakışı, budakçının ağaca bıçak vuruşu gibi
bencilliği kuşku götürmeyen, üstünlüğüne üstünlük ekleyen, dilediği gibi ahkam kesen, zedeleyen insanlığın gururunu...
haksızlıkla bayağılıkla yoğrulan dünyada, kollarını açan, şölenlere koşan, yemekler yiyip alçakla yanak tokuşturan, değişmeyen düzende zayıfa karşı güçlüyü savunan, sözde insan

ah benim şu daldırma düşüncem, sonsuzluk hiçlikle dolu, hiçlerle dolu şu koca evren
ölen yoksulları kim hatırlar, kim kurtarmaya çalışır bataklığa saplanan yavru kuşu...
gamı, tasası, açlığı, gözlerinde asılı depremlerini sokak çocuğunun
acımanın olanca şiddetiyle, kim…
hangi el
hangi yüz
hangi…

Müsade Özdemir
#4 - Nisan 21 2009, 22:02:10
Müsade Özdemir

Bambu'nun Bambul'ları

  kumlar, çakıllar
  ve bataklıkta hummalı koşuşturmalar
  nal sesleri yükseliyor sert zeminlerde
  kollar çıplak, pazular şişkin
  kapıda çoban köpekleri
  kaba kuvvetin pişkin yüzleri

  maskeli baloda dans
  verevine takılı gaydalı
  gözleri yılız yıldız Fransız çalgıcı
  masalarda zikzak çizdiren
  loşlukla sarhoş spot lambaları
  bir ressam paletini dövüyor
  ay yok ki
  kapkara yüzleri

  salınıyor bambunun gevşek yaprakları
  dökülüyor merdivenlere kat kat
  kimi yarasa, kimi baykuş, kimi akbaba
  kollar bellerde pervaz
  eğrelti otları
  yolunca yordamınca
  uygarlık sarhoşları
  kadehleri bir doldurup-bir boşaltıyor
  gebere otları

  adımlarla gönül büyülüyor
  kasım kasım külhanbeyi
  kolunda ak yasemen demeti
  seviyor-sevmiyorlarda sarı papatyalar
  dolanıyor
  elbiseler allı pullu dantelli
  hevesler saman alevi
  ar damarı boşalıyor uygarlık kadehine

  sabır tüketen-çile üreten kayıtsızlık
  dışarıda karanlık
  cadde boş, sönmüş korna sesleri
  madenciler hayat yoğuruyor kuyularda
  dönüş yolunda fabrika işçileri
  dizleri titrek, sırtları terli
  yarı uykulu gece bekçileri
  birileri ve daha niceleri
  boğulmuş müzik sesleri inliyor kulaklarda
  umutsuz
  uzaklaşıyor onur emekçileri
  uykusuz gözlerde birileri
  umutsuz biriler
  ve daha niceleri

  Müsade Özdemir


#5 - Nisan 21 2009, 22:10:51
Müsade Özdemir

Seni Yaşamak Var ya Dostum

  seni yaşamak
  yalnızlığı çarmığa gererek…
  yanılsamalardan arınmaktır
  çıkarak bir savaşın cehenneminden
  dağıtmaktır ölüm korkusunu çocuk gözlerimde
  en uzununda, en derininde
  saymak yeniden yaşamayı
  yelken açtıkça gönlünün engininde

  akmak sana bile bile
  ana kucağı kadar sıcak nefesinin ikliminde
  dört mevsimi yaşamak

  sayısız fidanın filizlenmesi gibi
  çoğalması yaprakların
  gürleşmesi yeşilin

  seni yaşamak
  yarınlara umut dokuyan zamanda
  uzak bahçelerde
  fesleğen kokusunda huzuru yakalamak

  karamsarlığı dağıtmak ruhun saydamlığında
  susmak yeniden, yeniden konuşmak
  sıra dışı sevgilerin
  söylenmemiş sözlerde
  gizlerine göz olmaktır

  şükredebilmek güne
  dolarak evrene
  dokunarak maviliklere
  minnetini mutlu günlerin
  tanrıya duyurmaktır

  seni yaşamak dostum
  güneşin tene düşmesidir ağır ağır
  erimesidir buzullaşmışlığın

  sahipsiz nehirler gibi, denizlere akarak
  çoğalmak zamanın döngüsünde
  toprağa nem salarak
  görmek solmaya yüz tutmuş gülü
  öldürmek ölümü

  seni yaşamak
  ve yaşatmak dostum
  o türküyle

 ‘‘gün gördüm, günler gördüm
  seni gördüm, şad oldum’’


  Müsade Özdemir

 

#6 - Nisan 21 2009, 22:11:46
Müsade Özdemir

  Topraklar Seni Çeker

  sen, yakın kentlerin unutulmuş köylerinde
  her yanını deve dikenleri saran
  çakıl taşları topuğuna batan yollarda yürüdün
  duvarları kerpiç, odası kireç badanalı evlerde
  çatlaklarından su çekerdi yüreğin
  bundandır bedenin bir yarısı toprak kokar

  o kuş uçmaz kervan geçmez dağların arasında
  karlar tipi yaptığında kırık pencerenden görürdün
  tezekler saman alevi gibi yanıp sönerken sac sobanda
  sen sert döşeklerde basma yorganlar örtünürdün
  uykusuzluğuna sebep, sırtının nasırıydı
  derin rüyalar görürdün belki
  başını acıtan yastığının hasırıydı

  sen hiç küçük yaşamaktan şikayet etmedin
  büyük konuşmadın da
  nedensiz yok karşılığı dedin

  etrafında başı boş zamanlar dolaştığında
  uzaklarda bütün hayatlar varmış hiç bilmezdin
  eski haberler okurdun sararmış gazetelerden
  resimler görürdün yüzleri boyalı abiye kıyafetli
  hayatları şaşaalıymış imrenmezdin
  sen küçük umutlarla kendini kandırırdın
  düşündüğünde kendini
  kendinden arınırdın

  küçük mutluluklardı aradığın
  hayal kırıklığına uğrasan da, acısını kendinden çıkarırdın
  ellerinle yüreğini parçaladığın zamanlar
  umutsuzluğun o uzun geriliminde
  anlardın hayata ne kadar uzakta olduğunu
  kaçışın yoktu, etrafında mevsimsiz hüzünler
  bu yüzdendir, günün de yoktu takvimlerden
  saatlerden
  sen kendini düşürmüştün kendinden

  yarınsız yıllara
  güneşi olmayan sabahlara benzerdin
  ışıkları sönmüş kapıları kapanmış o istasyonlarda
  sen hep dönüşsüz yolcular beklerdin
  ellerin üşüyüp dizlerin titrerken
  usta yüzücüler gibi vurgunlar yerdin

  ömrünün o yalan yarısıydı diğer yarısını arayan
  geleni olmayan unutulan bir yerlerde
  bir çocuktun özlemlerini bastıran
  sen yenik düşmezdin de
  ölümün oldu sana el uzatan

Müsade Özdemir


 
#7 - Nisan 21 2009, 22:12:47
Müsade Özdemir

  Zaman Gitme Zamanı...!

  sen nesin ki böylesine kutsal
  nasıl yakalanabilirsin mutluluk
  nerdesin
  yaralanınca yürekler
  acıyınca eller

  çok oldu üstümüzü saralı
  yüksek tepelerden
  kan rengi gölgeler

  sahi...!
  sen neden zamansız gittin

  duyuramadık yüreğimizdeki yangını
  her gece yalnızlık uğrak yerimizdi
  yandık söndük,
  bir daha,
  bir daha
  adımların kulaçladığı küllerimizdi

  ne çok sırlarımız vardı yuttuk
  bir mağrur suskunluğun kıyısına
  yağınca sapsarı yağmurlar
  mil çekti gözlerine sevdalar
  karıştık gökyüzünün uğultusuna
  vuslatı unuttuk

  huzurdu aradığımız
  bir kuşluk vakti med-cezirlerde
  hasreti nasır tuttu yüreklerimizin
  ellerimizde zincir
  ayaklarımızda pranga daldık uykuya
  ömrün yaralı yatağında, gidiyoruz işte

  nedensiz hayatımızın yok karşılığı
  ne kaldı ki alacak, kapanınca kapılar
  orada bir yalnızlığın
  bir de sessizliğin çanları çalacak

  zaman mutluluğun ötelerinde
  sahte düşlerde
  sahte gülüşlerde
  zaman gitme...
  zaman kahretme zamanıdır
  umutlarda döndü mühürlü kapılardan
  bizden bir söz kaldı geriye
  elveda

Müsade Özdemir
#8 - Nisan 21 2009, 22:13:31
Müsade Özdemir


Bulvarlaşmış Mideler

kime yazıyorsun ki şikâyet dilekçeni
uzun ihanetlerden söz edene mi?
gözü görmez hiçbir zaman
gel zaman
git zaman
ırmaksan göle
gölsen çöle dönersin

kuruyan dilde yok imgeli bir söz
göz içinde göz
içe dönük
üstüne çöreklenmiş dağdır
tam da şimdi çözülecek dersen sırlar
sırt verdiğin sıvası dökülmüş duvarlardır

ne kadar dokunmak istesen o kadar uzaklaşır
çocuk
sana efendilik yaraşır

bunlar tanıdık bildik
bu şikayet burada bitsin
bırak bulvarlaşmış mideleri
gidenler gitsin

umarsızlığın derinliğini gösteren bir çığlıktır sesin
sen neredesin, kimdesin
kime ne
kolundur boynunu besleyen
köprü altlarıdır gözlerini sürmeleyen
gel biz yazalım
uzun uzun asfaltlara döşenen acıları
anlatalım soğuğu, açlığı
hep yokuştur, gittikçe takılan, takıldıkça yıkılan
biraz da sokakların soğuk yüzünü katalım

aş bir yanda, düş bir yanda, iyi ve kötüyü anlatalım
karıştırmayalım ateşle külü
sapkının karıştırdığı gibi sapla samanı
tuzu nemliyi, gözü gamlıyı karıştırmayalım

tetik adımlarla korkuyu ve utancı aşıp geçenler
zorlu yeller bilemez
bilemez yetimliğin kalabalığını
gecenin yırtıp geçen çığlığını bilemez

kararan ufkun ağzında her gün bir yıldız kaydığında
yıkılan merhametin çıplaklığını
değil samanın kağıdına
sokaklara
gel biz dilekçemizi koparılan çiçeklerin anısına yazalım

bilgece susmayalım
düşünce üstüne bıçak, et tırnaktan ayrılacak
yine kar yağacak, yine tipi olacak bir yerlerde
incecik kollar, küçücük eller
yine donacak
unutunca, unutulunca sokaklar
umut: yine askıda kalacak

el ayak çekildiğinde denizlerin kuruyan kumsalında
yanıp sönen, sönüp yanan deniz fenerlerini
yüreği körpelerini
soğuk bedende, soluk gülüşleri yazalım
yazalım toprak altında kemikleri sızlayan anneleri
sessiz iniltileri yazalım
bilgece susmayalım
yazalım

Müsade Özdemir


#9 - Nisan 21 2009, 22:14:25
Müsade Özdemir

Öl Benimle İsmihan

  gönüllere vururdu gülümsemeler
  biz çocuklara ad takarken güzeldik
  kimi Can'dı, kimi Canan'dı
  birde gül yüzlü İsmihan vardı ki
  tüm kainat ona hayrandı

  o anları düşündüm son güne kadar
  ah İsmihan, nerede o eski dostlar, nerede dostluklar
  seni böyle yarım ağızla düşmanların da sorar
  etrafın sahte yüzlerle dolu, sığınma İsmihan
  sığınma, seni bu haller yorar

  gözlerine akşam çökünce şahittir kirpiklerin
  güneşin hep sabahı beklediği gibi , çizilir sınırlar
  hangi yola gitsen, hangi yöne dönsen ateşten duvar
  sığın çiğli şafaklara, sığın İsmihan
  saçların rüzgar gülü olsa ne yazar

  sen uykularda, sen suskularda uçan melek
  ölümü hiçleyerek alıştın hasretlere
  hüznün hazinelerine sarılarak, kaldın çapraz acıların ateşinde

  ağla, utanma kendini ele vermekten
  yazılmış alnına bir kere
  keder yeliyle savrulan son yaprak sendin, düştün
  o ağaç, seni yeniden iliştirebilecek mi dalına
  ağla İsmihan ağla, tükenen umutlardan pay kalır mı yarına

  düşün İsmihan, gülün sürgününe düşen bülbülü düşün
  kim kimden daha güçlü,
  kim kimden daha büyük, düşün İsmihan
  o ıssız derelerde usul usul akıp giden kimsesiz suyu
  düşün, bir gün bulabilecek mi diye okyanusunu

  biz, birbirimizi severken, biz, çocuklara ad takarken güzeldik
  çoğalttık kederleri kendimizde, çocukları ölümlere gönderdik
  ah İsmihan, kapandı oyunun son perdesi
  sen artık dolduramazsın senin yerini
  dağların çöktü, okyanusların kurudu
  sustu içindeki fırtınalar
  şimdi son akşam

  içime kurduğum sunaktan
  canımdan can koparan İsmihan
  ölümsüz yaram
  severse tükenircesine mi sevmeli insan
  öyleyse öl benimle
  öl benimle İsmihan

  Müsade Özdemir


#10 - Nisan 21 2009, 22:15:10
Müsade Özdemir

Nefsin Şah Damarı

  arsızıyla hırsızıyla ünlenmiş metropollerin
  şarapla yıkanmış şehvetlerinde aylakları
  gizli mekanlarda yaşları büyütülen
  gözlerin boyandığı, namusların sınandığı
  cahil çaylakları...
  kimi geri dönemeyen, kimi kimvurduya giden
  evlatlar varmış, ayakları kapanlara takılı
  anneler varmış dokunsan ağlamaklı

  beni oralarda aramayın
  gözlerim tanımadığınız bir çocuğun gözlerinde
  hiç ağlamadım, olmadık şeyler için
  ayakkabı eskitmedim gereksiz arayışlarla
  lüks rafları es geçtim, markayı hiç bilmem
  köşe başlarında, yalınkatlı tezgahlarda
  büyük değerler çoğalttım
  acemi oyunlar oynayan
  etiketsiz oyuncaklardadır bakışlarım

  düşlerimde tekrarlayıp durduğum
  ömür desenli, yerli kıyafetlerle, onuruma zam yapıyorum
  çoğaldıkça, çoğalıyor annem
  küçücük yüreğime bir dünya alıyorum

  hiç caka satmadım sokaklarda,  sabır sınadım
  insafla doldum, lükse gebe kalmadım
  yasak meyveler düşürmeden toprağın rahmine
  yetinmeler yazdım her dirhemine
  fidanlarım var, onurla besliyorum

  sağ yanım sabret diyor, sol yanım merhamet
  tepeden tırnağa bir direniş benimkisi
  olan bitene...
  ne kadar konuşsam, yine de kalır anlatamadıklarım
  bunlar işte bunlar, ellerim, gözlerim
  doğruluktan olma, sevgiden doğmayım
  umuttan çitler örüyorum bahçelerime
  aykırı duvarları yıkmalardayım

  genç ömrü aştım, gün gördükçe saflaştım
  arta kalanı da koynumda gizliyorum
  gözlerim iri, yüzüm bir avuç
  emridir, kir değmemiş ellerimin
  nefsin şah damarını kesiyorum
  beni eksiklerde aramayın
  çoğalmalardan geliyorum



  Müsade Özdemir


#11 - Nisan 21 2009, 22:16:09
Müsade Özdemir

tebrik ederim
müsade/nizle...
#12 - Mayıs 22 2009, 14:21:01
her insan bir sevgilidir...

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.