Alternatifim Cafe

MİLLİYETÇİLİĞİN TÜRKİYE TABLOSU

Discussion started on Milliyetçilik

_Asİ_

19. yüzyılda ortaya çıkan Türk milliyetçiliği akımı, Osmanlı Devletinin parçalanmasına yol açmamış, tam tersine zaten parçalanmakta olan bu devletin içindeki Türk unsurlarının tümüyle imparatorluk enkazının altında kalarak yok olmalarını önlemiştir. Çünkü, söz konusu dönemde Osmanlı Devletinde, Türklerden başka her grup milliyetçilik davası güdüyor ve bunun karşılığında ülkenin asli unsuru olan Türkler aleyhine sürekli büyüyen haklar elde ediyorlardı. Bu fiili durum, milli kimliğin güçlendirilmesi ve hatırlanması adımlarına paralel olarak, milliyetçi düşünceye hamaset boyutunu aştırmış ve ekonomik milliyetçiliği gündeme taşımıştır.

Ekonomi, milliyetçi pratiğin en önemli unsurudur. Ekonomik olarak güçlenemeyen bir toplumda milliyetçilik duygularının uzun süre diri kalabilmesi ve pozitif yönde güdüleyici bir etkiye sahip olması mümkün değildir.

Milliyetçiliğin hamaset boyutu, ekonomik ve sosyal kalkınmanın gerçekleştirilmesinde ihtiyaç duyulan motivasyon için gereklidir. Ancak, milliyetçiliğe asıl rengini veren, ideal olanla mümkün olanı rasyonel bir zeminde buluşturabilme özelliğidir.

Türk milliyetçiliği pratiğinin önceliği Türkiye’dir. Türkiye güçlü olmadığı, Anadolu coğrafyasındaki insanlar her bakımdan ileri bir düzeye ulaşamadığı taktirde, Türk milliyetçiliği söyleminin diğer coğrafya ve toplumları kapsayan geniş hinterlandı bir anlam ifade etmemektedir.

Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu milli, laik, demokratik, hukuk devleti niteliği, çağımızdaki mümkün milliyetçilik anlayışının da temelidir.

Milliyetçilik, özü itibariyle devletle bütünleşmiş bir toplumu öngörürken, ülkemizde milliyetçi hassasiyeti gelişmiş toplum kesimlerinin, aslında devlete en mesafeli grupları oluşturdukları görülmektedir. Devlet-millet kaynaşmasının sağlanamaması, Türkiye’nin ve ülkemizdeki milliyetçilik pratiğinin en önemli sorunudur.

Milliyetçiliği çağdaş değerlerden ve dünyadaki gelişmelerden tecrit eden yaklaşımlar, ülkenin dünyaya kapanması sonucunu doğurmaktadır. Oysa, milliyetçiliğin tabiatında varolan emperyal vizyon, dünyaya kapanmayı değil, dünyayı olabildiğince kucaklamayı gerektirir.

Çağımızda milliyetçilik, devletle değil sivil toplumla bütünleşmiş bir çehreye bürünmüştür. Sivil toplumun güçlenmesi, bir bakıma milliyetçiliğin de güçlenmesidir. Devletin konumunun yeniden tanımlanarak daha kısıtlı bir yapıya kavuşturulması, milliyetçiliğe darbe vurmak değil, milliyetçiliğin hareket alanını genişletmektir.

Demokrasi, 20. yüzyılda yaşanan iki büyük savaş sonrası bocalama dönemine giren milliyetçiliğe yeni bir dinamizm ve içerik kazandırmıştır. 20. yüzyılda yaşanan tecrübeler, demokratik bir çerçeveye sahip olmayan bir milliyetçiliğin en büyük zararı kendi toplumuna verdiğini göstermektedir.

Türkiye’nin, dolayısıyla Türk milliyetçiliği hinterlandının ilk kuşağında yer alan coğrafya kesiti, yani Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu, dünyanın en stratejik ve en sorunlu bölgelerini oluşturmaktadır. Böyle bir bölgede milliyetçi bir vizyona sahip olmadan, sadece somut çıkarlar üzerine kurulu objektif siyaset gütmek ve diplomasi tesis etmek mümkün değildir.

Erol Güngör: “Müzeler güzeldir, ama hayatın dışında şeylerdir” demektedir. Milliyetçiliği, tarihi aynen korumak olarak şeklinde algılamak, bu olguyu yaşanan hayatın dışına atmaktır. Bu tür bir milliyetçilik de günün problemlerine ve toplumun değişken hedef ve taleplerine hitap etmekten uzak kalacaktır.

Halbuki milliyetçilik dinamik bir kavramdır. Milliyetçiliğe dinamizm katan da “değişimci” boyutudur. Değişimin ve gelişmenin dışında kalan, bu hedeflerini unutan bir milliyetçilik anlayışı, statik ve saldırgan yönünü varlığının yegane kaynağı olarak görür ki, dünya tarihinde yaşanan acı tecrübeleri doğuran da bu anlayış ve yaklaşımdır.

Milliyetçilik, değişime açık ve değişime hevesli bir ideolojiyi ifade ettiği için, değişimin yol açacağı derin sosyal sarsıntıyı zararsız şekilde atlatabilmenin de teminatıdır. Bu nedenle Türk tarihindeki büyük değişim, atılım ve yapılanma dönemlerindeki hakim ideoloji, milliyetçi düşüncedir.

Milliyetçilik, Türkiye’yi dünyanın en ileri ülkeleri, Türk milletini de dünyanın en müreffehleri toplumları seviyesine çıkarma gayretidir; bu gayret yönündeki her türlü destek ve katkıdır.

Milliyetçilik, milletin iradesini en üstün güç kabul etmek ve yegane dayanak olarak görmektir. Bu yönüyle milliyetçi düşünce, özünde demokratik öğeleri barındıran ve demokratik yönelişlere en büyük katkıyı sağlayan bir çizginin de ifadesidir.

Milliyetçilik, bu ülkenin ve insanlarının aleyhine olabilecek her türlü hadiseye karşı ortak bir şuurla karşı koymak, lehine olabilecek her şeye destek vermektir.

Milliyetçilik, bireysel çıkarlarla ülke yararlarının aynı potada buluşturulmasıdır.

Milliyetçilik, ülke ve toplum olarak kaybettiğimiz değerlerin arkasından duyduğumuz müşterek üzüntü; kazançlarımızla yaşadığımız ortak sevinçtir.

Milliyetçilik, sporcularımızın uluslararası başarıları karşısında milletçe duyduğumuz ortak kıvançtır.

Milliyetçilik, ülkenin ve milletin potansiyelini maksimum düzeyde kullanmaktır.

Milliyetçilik, milleti var eden ve bekasının yegane teminatı olan sihirli formül değildir; milliyetçilik, milletin varlığından ve yönelimlerinden türeyen, dolayısıyla bu yönelimlere bağlı olarak değişebilen bir şuurdur.

Milliyetçiliğin katı ideolojik yorumu, toplumun değişimi gerçeğiyle, sonuçta da bizatihi toplumun kendisiyle çelişecek bir paradoksa yol açacaktır. “Millet için, millete rağmen” anlayışı, bu paradoksun ürünüdür.

Milliyetçilik, sadece dış düşman, dış tehdit, dış tehlike gibi ritüeller üzerine kurulduğu zaman, patalojik bir kabustan ibaret kalmaktadır. Oysa milliyetçiliğin, “ben”le “biz” arasında kurduğu güven, huzur ve ümit verici köprü ile pozitif ortak değerleri ifade eden, üstelik negatif yüklemelere göre çok daha faydalı boyutu da vardır. Milliyetçiliğin sahip çıkılması ve güçlendirilmesi gereken boyutu budur.

Tarih boyunca milliyetçilik, muhafazakarlık, demokrasi ve laiklik gibi kavramlara yüklenen anlamlar dönemden döneme farklılıklar gösterdiği gibi, bunlar, aynı dönemde bile, üzerinde uzlaşılan ve bir tek anlam yüklenen kavramlar olmamıştır.

Düşünce adamlarının ve ideologların kavramlara farklı anlamlar yüklemesi ve bu konuları tartışma zeminine taşıması normaldir. Bir siyasi partinin bu noktadaki tavrı, konunun bütün marjinal boyutlarıyla tartışılması ya da konulara, marjinal söyleme uygun düşecek şekilde anlamlar yüklemek değil; daha genel ve üst bir anlamlar yüklemek olmalıdır.. Özellikle kitle partilerinin konuya bakış açısı bu hassasiyete, çağdaş yoruma, gerçeklere ve uygulanabilir bir bakış açısına dayalı olmalıdır.

Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan başta olmak üzere bütün milliyetçi düşünürler, Türk milliyetçiliğinin önündeki en önemli meseleyi, ülkede yüzyıllardır sürüp giden aydın-halk zıtlaşmasının giderilmesi ve hepsini kapsayan bir milli kültür, bir milli şuur oluşturulması olarak görmüşler, ayrıca bu bütünleşmenin ekonomik boyutunu araştırmışlardır 
#1 - Temmuz 18 2007, 11:00:51

evanescence_bep

Türk Milliyetçiliği Osmanlı zamanından beri mevz-u bahismiş demek ki ...

Aslında bunlar resmi olarak başlayış olmalı...

Göktürkler vb.. Türk devletlerinin zamanından beri aslında böyle bir duygu vardı ancak tanımı yapılmamıştı diye düşünüyorum...
#2 - Temmuz 18 2007, 11:05:29

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.