İstanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır.
Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. Parası olmayanların kaderleri
değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. Hele
öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma
direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.
Öğlen ezanı okunuyordu.Nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar,
ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya
çalışıyorlardı. Artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir
fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. Muavin bagaj kapaklarını
kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan
uzatıp bağırdı.
"22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. Tam o sırada bir ambulans
yanaştı yan perona. Ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam
indi.Muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "Bagaj var mı?" muavin. Adam
"yok, ama cenazem var" dedi. Muavin yıkıldı. Çünkü ağzına kadar dolubagajı
indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. Peron zili çalıyor ama Artvin
otobüsü hala bagajlarını topluyordu. Tabut orta kısma sürüldü, ambulans
sessizce ayrıldı yan perondan. Yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle
izliyordu olan biteni. Terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti
içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. Müsade isteyip yerine oturdu.
Yanındaki yolcu merakını kustu hemen," Allah rahmet eylesin, yakının
mıydı?"
Adam düşündü uzun uzun, "Mehdi" benim neyim oluyor diye. İçini çekip, "
Kardeşim di" dedi. Otobüs köprü üzerinden geçiyordu. Adam içinden, "
Mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. Uzun yol başlıyordu. Adam
kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı. Sürekli
içleniyor, vah vah çekiyordu.
" Kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. Adam,
"Tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı"
"Yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı
yolcu. "Kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam.
"Ya nasıl" dedi yolcu..
Uzun bir sohbet başlıyordu, Otobüs İstanbul sınırlarından çıkarken.
Mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. Alt
koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. Orada kavga çıkınca
bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters
olduğundan kimse yüzüne bakmadı Mehdi'nin. En dipte benim ranzanın sağ
altına yatırdılar onu.. Birkaç ay kimseyle konuşmadı. Yemek yaptı,
topladı, çay dağıttı. Havalandırmada yalnız dolaşırdı. Koğuş
eğitimlerimize katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.
Anladım ki fraksiyoncu filan değil. Bir harita metod defterine
gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. Her koğuş baskınında
Jandarma o defteri bulur yırtardı. Bizim zulayı bilmediğinden her
seferinde yeni defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam
ederdi. Bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini
bizim zulaya attım. Jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca Mehdi
hayretler içinde kaldı. Ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü
deftere neler yapıştırdığını. Herhalde karı kız
resimleridir, hela için malzeme yapıyorudur diye düşünüyordum. Öyle ya
Jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. Işıklar sönünce zuladan
çıkardım defteri. Gözlerime inanamamıştım. Koğuşta kimsenin okumayıp bir
kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe
sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış,
içlerinden ne kadar Beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere
yapıştırılmıştı. Resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı,
kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş buruşukluktaydı. Ama
herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti.
İlginç gelmişti bana Mehdi. Bir sabah yoklamasında yanında durdum.
Pantolunuma soktuğum defteri arkadan sıkıştırdım eline. Şaşırdı. Çocuk
gibi sevindi. Teşekkür etmek istedi, konuşmadım onunla. Ajan damgası
yiyebilirdim koğuşta. Havalandırmada yolumu kesti.
"Sağol" dedi. Sigara tuttum ona. Çömeldik.
"Kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim.
"Vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi Mehdi.
"Peki anlat o zaman" dedim.
"Kimseye demek yok ama, söz mü" dedi. "Söz" dedim.
Eylül 80 yılıydı. Malum stad bir tane. Ülke bir savaş yaşıyor ama bizim
derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. Akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz
kapalının kapısında. Kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde
yarım somun ekmek. Baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz
Maçka tarafına, Dolmabahçeye, spor sergiye. Ben gece üç gibi Maçkadayım.
Motorcular geliyordu aşağıdan. Son seferinde karşıdan grup indirmiş,
nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. Bıçkın delikanlıyız o zamanlar,
semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. Bir o sokağa dalıyorum, bir
bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. Allah dedim,
çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. On kişiydiler, dayak yerim ama hiç
olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi
kaçamaya başladılar, bende arkalarından. Meğer benim hemen arkamda Polis
varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından
koşuyor. Girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben
hala bana teslim oldular diye havalardayım, Polis arkadan ışık tutunca
uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye
bağırıyor, ben kala kaldım. İçimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.
Çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis
minibüsünde Gayrettepeye vardık. Nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık.
Çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm
kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala.
Nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara
tuttu arkamdan biri. Uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. Durumu
anlattım güldü bana. Rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı
nasılsa koyacaz size dedi. Ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum
kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu.
Apar topar çıkardılar dışarı. Tehditler savurdu bana. Hadi lan ikile,
kodumun hırsızı dedim arkasından. Sabah dokuz gibi sorguya aldılar
teker,teker. Sıra bana geldi. Klasik sorgu odası işte. İçim rahat, ifadeyi
verip gideceğim maça. Aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya,
oturdu karşımda. Burnu tamponlu, sargı içinde. Noldu lan yetmedi dedim.
Koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. Sivilmiş meğer, nezaretten
laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.
Diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun
davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. Maç gitti, ama
asıl giden benim hayatımdı. Asker ertesi gün darbe yaptı. Memurun raporuna
göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. Darbenin ilk günlerinde kurulan
mahkemelere çıkartıldım.
Konuşturmadılar bile. Sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. Her koğuş
derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. Bende kimseyle
konuşmamaya başladım. Dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar
uğraşıyormış ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış,
yırtamaz demişler. Bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu
gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç
kaybetse Beşiktaş abuk subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası
jandarma dayağı, bıktım, ağzımda diş kalmadı.
Otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. Yolcuya kalsa
hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. İkide bir vah,
vah diyor, yorum yapmak istiyordu. Adam aşağı indi, bir sigara yaktı. Hava
soğumaya başlamıştı. Bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. Ölüler üşümezdi oysa.
Çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. Ananons
yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. Meraklı kulaklar dikildi, VCD'de
oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu. Adam devam etti.
Mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. Ben. Okumamıştı, ama hayat onu
yetiştirmişti. Bize katıl dedim ona. Anlamam o işlerden, sevmem o işleri
dedi. Olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış
bizimle dedim. Koğuş sorumlumuza durumu anlattım. Ajan olabilir dedi. Ben
kefil oldum Mehdi'ye. Oturdu o akşam bizimle. Kısmetsiz Mehdi'nin ilk
geceside şanssız başlamıştı aramızda. Okuma yapılacaktı. Zuladan kitaplar
çıktı. Herkes harıl harıl okumaya başladı. Yan gözle Mehdi'yi
seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita
metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. Ama onu
bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma
yapılacaktı geceyarısı.
Okuma bitti. Bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara yanıt
veriyordu. Sıra Mehdi'ye geldi. Ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve
Mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri
düşünüyordum. Koğuş sorumlusu sordu " Mehdi, teoride yenilmek kişi
benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . Ben yer yarılsada içine girsem diye
düşünürken Mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı
tıkadım.
" Bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak
çok fırsat bırakır. İnsanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur.
Benlik, bencillikten türemiştir. Teori diye tanımlanan hareket, insanın
bencilliğini beslemezse kaybolur gider. İşte insanoğlu harekete saygını
yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada
bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. Teoride yenik düşmek, eğer
teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. Ben sevdalarıma hiç
yenilmedim"
Sessizlik oldu. Kulaklarımı diktim sessizliğe. Felsefenin temel ilkeleri,
bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. Işıklar söndü, herkes o gece
öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. Birkaç gece geçti. Koğuş
sorumlusu Mehdi'yi istedi yanına. Ajan olup olmadığını dışarıdan
sorgulamıştı. Hiçbir kayıt yoktu. Direk sorgu yapacaktı. Havalandırma
sırasında ben, Mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı Mehdi.
"Peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka
bağlayıp nasıl sonladın Mehdi " dedi koğuş sorumlusu.
"Siz hiç Beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi Mehdi ve devam etti.
" Yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik
veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. Hayatı eğrisiyle
doğrusuyla yaşadık dibine kadar. Ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği
doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi
olduk. Bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. Şimdi siz
başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil
kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. Peki
kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar
biliyorsunuz. Veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor"
diye konuştu Mehdi.
Ben yanılmıştım. Üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim
çıkmıştı dergilerde ama Mehdi'nin Beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir
yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana
göstermişti. İleriki günlerde Mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile
Beşiktaşlılığı anlattı. O zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük
burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, Beşiktaşlılık
felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. Şimdi
anlayabiliyorduk Mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan,
seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde Beşiktaş bu
kadar sevebilmesini. Çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı
yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. Kararı çıkan kendi memleketine
yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu.
Mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar
hale gelmişti. Çok idam vardı ve Mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu.
Bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan Beşiktaş şampiyonluğa
koşuyordu.
Akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken Mehdi bir an önce spor
haberlerinin gelmesini bekliyordu.. Yaza doğru karar çıktı, devlet
düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti
Mehdi'nin. Hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici
sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. Bu tam bir yıkımdı. Mehdi'yi
sakinleştirmek için yanına gittim. Zaten sakindi ama hüzünlüydü.
"Şimdi olacak şey mi bu müebbet. Yani ben bir daha hiç Beşiktaş maçı
seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi Mehdi ve devam etti.
"Birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. O benim sevdiğimin farkımda bile
değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." Mehdi sevdiği
kızı uzun uzun anlattı bana.. Yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü
anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. Beynimde zehirli bir
düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. Söyleyemedim
ama bende aşık olmuştum o kıza, Mehdi'nin kızına.
Karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. Artık buralarda
kalmasının anlamı yoktu. Nakil istedi. Hemde kimselerin tahmin edemediği
bir yere, Eskişehir'e. Ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. Ama
Beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. İdare seve seve kabul
etti, bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti.
Giderken sanki mahpusluğa değil, İstanbuldan Es-es deplasmanına giden
çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
Otobüs geceyarısı Samsun otogarına girdi. Uykudan ağırlaşmış gözlerde bir
hüzün vardı. Bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.
Yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve
şoförlerin masasındaydı artık. Biran önce otobüse dönüp Mehdi'yi dinlemek
istiyorlardı.Oysa Mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine
cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
"Sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.Adam kaldığı yerden
devam etti.
Bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. Üçer beşer yıl yatıp
çıkacaktık. Bu sevince birde Beşiktaş'ın Eskişehiri 3-0 hükmen yenip
şampiyon oluşu da eklenince, o gece hem Mehdi'yi anmak, hemde
şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. Bir hafta sonra bende
ayrıldım oradan.Bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. Ama
Eskişehir' den inanılmaz haberler geliyordu. Kıyım vardı, çok zor haber
alabiliyorduk.
Mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa
merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler
gönderiyordu bana. Ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık,
karalanmış ve silinmiş şekilde. Silinmeyen yerlerinde o kızdan
bahsediyordu yine.Küçük bir isyan var diye duyduk Eskişehir'de. İçim
içimden gitti Mehdi dedim. Birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere,
heber gelmedi sonraları. Ben tahliye oldum. Mehdi'yi aramaya koyuldum ama
nafile. Eskişehirdeki isyanı o başlatmış. O yüzden gittiği yeri
söylemiyorlardı.
Avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. Çaresiz
İstanbul'a döndüm. İçim içimi yiyordu. Mehdi'yi bulamıyordum.
Arkadaşlarını buldum, Beşiktaş'ta. Onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile.
Birden karşıma o çıktı. O kız. Mehdi'nin sevdiği kız, Mehdi'yi sordu.
Büyülenmiştim. Konuşamadım bir süre. Bir muhallebicide oturduk, uzun uzun
anlattım ona olup bitenleri. Ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça.
Sık görüşmeye başladık, bir süre sonra Mehdi'den çok birbirimiz hakkında
konuşmaya başlamıştık.
Adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu
bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. Otobüs
Karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı Vakfıkebire
ulaşmışlardı.Adam devam etti, "Onunla evlendim. Beşiktaş'ta ev tuttuk.
Mehdi'den haber yoktu. İşsizdim. Zor geçiniyorduk. Özal zamanına çabuk
uymuştu koğuş arkadaşlarım. Reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular,
hepsi yolunu buldu. Mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. Hani o benlik
bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. Nerede kalmıştı o yüce teoriler. Hepsini
bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. Çocuğumuz da oldu bu sıkışıklıkta,
adını koymakta tereddüt etmedik.
" Mehdi"
Onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. Tribün tayfası olmuştum, bir iş
buldum sonraları.Kalem katipliği gibi birşey belediyede. Yıllar geçti,
Mehdi'den haber yoktu. Kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. Ama
ben görmedim. İzini sürmeyi bıraktım.Yıllar geçti aradan. Bu sene bir
maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında
görür gibi oldum sanki . Saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum,
yetişemedim. O muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. Tekrar aklıma düştü
Mehdi.
Araştırmaya koyuldum ve buldum onu. Dosyasını çabuk çabuk okudum.
Mardinde, Antepte, Bingölde yatmış. Hastalanmış. Yaralanmış. Önceden suç
işlediği maddeler Avrupa Birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla
suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada Rahşan Hanım affından salıverilmiş.
Demek doğruymuş, oymuş. Sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım.
Bulamadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Uyku çökmüştü otobüse.. Artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
Ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu Artvin. Adam yorgunluktan
kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
Geçen hafta iki polis geldi evime. Polis gelince bir korku aldı beni ,
mahpusluktan kalma alışkanlıkla. Bir kağıt tutuşturdular elime. İstinye
Devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. Ne için diye sordum, tesbit
dediler. Ceketimi aldım çıktık. Hastanenin bodrum katına indirdiler beni.
Morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu
morg bekçisi beni. Çarşafı kaldırdı, yatan Mehdi'ydi. Öylesine yaşlanmış,
saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
"Başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak,
kardeşinizmiş, Allah sabırlar versin"
Morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. Yıllardır aradığım adam
karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . Evrakları hazırladılar, işlemleri
yaptırdım. Ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. Doğum yeri
gözüme çarptı Mehdi'nin. Artvin. Ertesi gün onu Artvin'e götürüp gömmeye
karar verdim.
"Peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin İstanbul'da"dedi muavin.
"Yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya
girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
Artvin otogarına girdi otobüs.. Omuzlar üzerine alındı Mehdi. Yukarı
mahallede bir camiye götürdüler. Otobüs yolcuları cemaat olmuştu. İmam
sordu, "Nasıl bilirdiniz?" Hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.
Yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla
Mehdi. Ama aşkı hiç ölmedi. İstanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir
örümcek ağıdır. Ağlarına yalnız bahtsızlar takılır.. Parası olmayanların
kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur
burası.
Hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata
sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır..