Alternatifim Cafe

Bejan Matur

Discussion started on Yazarlar

Kürt asıllı Türk şair, yazar.

14 Eylül 1968 tarihinde Maraş'ın Pazarcık ilçesi Maksutuşağı Köyü'nde doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini Gaziantep'te tamamladı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
İlk kitabı Rüzgâr Dolu Konaklar ile 1997 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü ve Orhan Murat Arıburnu Şiir Ödülünü kazandı. Şiirleri Adam Sanat, Defter, Ekin Belleten ve Yazıt dergilerinde yayımlandı. Şiirlerinden yapılmış bir seçki 2004 yılında "The Temple of a Patient God" adıyla İngiltere'de Arc yayınevi tarafından, Almanca-Fransızca diğer bir seçki ise Winddurchwehte Herrenhauser adıyla 2006'da Lüksemburg'ta PHI yayınevi tarafından yayımlandı.
Hâlen, Zaman Gazetesi'nde dil, Alevilik, Kürt Sorunu gibi çeşitli konular üzerine yorum yazıları yazmaktadır. 2008 yılında kurulan Diyarbakır Kültür Sanat Vakfı'nın kurucu başkanıdır.

Şiir kitapları

Rüzgâr Dolu Konaklar (1996)
Tanrı Görmesin Harflerimi(1999)
Ayın Büyüttüğü Oğullar (2002)
Onun Çölünde (2002)
İbrahim'in Beni Terketmesi (2008)
#1 - Nisan 01 2010, 18:36:36


    Allah'ın Çocukluğu

İnsanın dönüp döneceği yerdir
Çocukluğu.
Sabah ezanı
Bu yüzden
Müslümanlara
Allahın selamını öğretir.
Allahın çocukluğu
Gündoğumunda
Ölüleri anmakla başlar.
Ve anne ölür
Ezanda ölür anne
Selamı üzerine olan her çocuk
Allahı düşünür.

Dili vardır taşların.
Sabahları en çok
Islak bir huzurla
Yatarken onlar
İçleri ıslanmış kadınlar
Pörsümüş yorgun erkekler
Kutsanmak umuduyla
Kıvrılır uyurlar.

Hepsi laf bunların.
Bana kalsa
Ağır bir abdest kokusu
İnce belli sürahiler
Kadınların nemli apışaraları kokan
Pazen donları.
Burada
Sözolmamış sesin kederiyle
Başlar gün.
Ve denir ki;
Kaderinizi sevin
Sevin kaderinizi
Ve hayat için
Tatlı bir tesadüf deyin.

Ağır bir abdest kokusu
İnce belli sürahiler
Kadınların apışarası nemli pazen donları
Ve mantarlı ayakları erkeklerin.
Şadırvanda alaca su:
Damlar
Damlar.
Ellerin beyazlığındadır ölüm
Gövdenin kıvrımında.
Benim erkeğimi isterken titreyen
İçimin suyunda

Ben unuttum her şeyi.
Geldiğim yeri
Annemi, babamı,
Mezarlığa gitmeyi.
Orada yapayalnız kaldı meşe
Ölülerin arasında ölümü en iyi anlatan meşe.

Bir ağaç nerede duruyorsa
Benziyor oraya.
Meşe mesela
Akdeniz’de taşların arasında
Farklı mı taşlardan?
Selvi, ölülerin karanlık bir ah’la
Durdukları son anın ipidir.
Salkım söğüt, yaslı söğüt
Suya kaptırmış içini, kırılgan.
Benzer her şey baktığına.

*

Ben anneme benzerim
Babama da tabii.
Ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de.
Aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu
Hata ediyoruz.
Dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denızleri yapan.
Dağları yapan bir öfkeydi
Böyle söylüyor ilk kitaplar.
Her dilin kendinden önce,
Çok önce bir hayatı var.
Ve onu sadece
Bu kitaplar konuşuyor.
Susarak bakıyoruz biz
Hatırlamayarak.
Şairler bir *** anlamıyorlar aslında
Dünyanın çocuk kalmış bir acısı var
Ve bu ezanda çıkıyor ortaya.
Allahın selamı ölülerin üzerine oluyor
Aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan
Dönmeyi öğreniyor
Yerden kurtularak
Durmadan dönerek
Çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle
Kurur toprak

*

Nehir dediğin çölde kaybolur.
Toprağını gizler nehir dediğin.
Hiçliği tarif eden hiçliği anlar.
Yokluğa bürünmek o ilk anda.
Bir nehir tanıyorum
Kayboluyor
Bir çölün şehvetli karnında.
Bir ayan olma hali belki,
Ona en yakın göl
Kayıklarını tutarak içinde,
Balçığını yutuyor.
Ama biliyor ki,
Bir göl yutunca suyunu
Ortada kalır
Bir göl yutunca balıklarını
Kararır.
Tüm göllerini göremeden yeryüzünün
Öleceğiz.
Ne acı.

*

Gündoğumuyla gelen huzura da
Günbatımının sancısına da
Yabancısın.
De ki;
Sabahın efendisi sen değilsin
Kimse değil.
Yol gidenin
Gün dönenindir
Şiir hayatın
Ve görenin.

Allahın selamı
Müslümanların ülkesinde
Ölülerin üzerine olsun diyerek
Kanatır günü.
İnsanın çocukluğu annenin ölümüyle başlar
Bitmez çocukluğu annesi ölenin.

De ki;
Sabahın efendisi sen değilsin
Kimse değil.
Kanamış bir solukla bakmaktan
Yoruldum.
Kimsesi yok kimsenin
#2 - Nisan 01 2010, 18:37:28

An ve Masal

Güneşin ve suyun tadıyla
Uçunca bulutların tarlasına
Orada gece yok
Gece olmuyor uzaklarda

Boynumda gümüş bir kafes
Sadakatsiz bir cariye gibi
Uzanıp kıvrıldım ayın ortasına
O bir dede
Ben bir tanrıça
Günlerce uçtuk alacakaranlıkta

Boynum ince
Kalbim boş
Sürdüm yüzümü ağaçlara
Rüzgara sürdüm gözlerimi acıyla
Geçtiğim yollar
Ve uçtuğum
O gecesiz gökyüzü
Bulutların tarlasında oturan
Tanrı kadar yorgun
Fısıldadılar:
#3 - Nisan 01 2010, 18:38:12

Ayak İzleri

Bir kuyuya eğildiğinde
Yüzünü görecek su yoksa
Çekil
Öldürse de su seni
Görerek öldürür
Susuz kuyudan kork

Kuru düşünme cehennemi
Nemlidir
Ve ayak izleri vardır
Önceden
Gidecek olan herkesin
#4 - Nisan 01 2010, 18:38:56

Aynı Topraklarda

Güneş solumda ve dikenlerin yolunu aydınlatıyor.
Çocukluğumla aramda ölüm var.
Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim.
Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime,
Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar.
Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin.
Ve yanımda soyunmuş derisiyle bir yılanın, çok istese
Lapis olacak mavi bir taşın rehavetiyle bakınıyorum.
Neresi yurdum?
Güneş belki de.
O hep duran. Çocukluğumu tanıyan eski dostum kaplumbağa.
Mezarları hatırlatarak, küçük bir kızın yanağından öper ve
Hoşça kal der. Dön annene.
Git ve unut yaradılışı.
Güneşe bakarak kanını akıtmış arkadaşını
Ve yılanların hikayelerini unutmalısın.
Gözaltlarına yerleşen çizgiler
Çocukluğa dönüyorsa,
Aynı topraklarda,
Gelinciklere bakınca,
Aşk başlar.
#5 - Nisan 01 2010, 18:39:18

Dünyada Olmak Acıdır. Öğrendim.

Yeryüzündeki tüm kızıl taşlara
Tanrının kanı sürülmüştür.
Bu yüzden kızıl taşlar
Çocukluğumuzu öğretir.
Tanrı, biz çocukken,
Yanımızda dolaşır.
Küpemize dokunur
Ve kolyemize.
Pabuçlarımıza ve kurdelamızın
Kızçocuk olmak kıvrımına girer
Saklanır.

Kızıl bir elbise ve yatak almalıylım,
Kızıl bir yüzük,
Ve lamba.
O zaman olmalı ki,
Annenin zamanı başlar ve tükenir.

Beklemeyi bilen kan,
Taş olmayı da bilir.
Dünyada olmak acıdır. Öğrendim.

Kızıl karanlık
Mavi karanlık
Ve başlangıç
Bir anlamı olmalı ki bunların,
Bırakmaz bizi annemiz ve tanrımız.
#6 - Nisan 01 2010, 18:39:44


Kadınlar

Mavi dövmeleri
Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle
Durup ateşe bakıyorlar.
Rüzgâr estiğinde hepsi ürperiyor
Göğüsleri değiyor toprağa

Ellerinde yanan odunlar taşıyan kadınlar
Siyah kazanların pası çökmüş yaşlılığıyla
Dolaşıp duruyorlar.
Ateşin öfkesi kabardığında
Sesler artıyor.
Orada ateş hiç bitmiyor
Söndürmek bir belâ

Göğüsleri pörsüyen kadınlar
Ellerinin korkunç inceliğiyle
Tutacakları odunların sertliğini düşünmekte
Ve susmaktalar.
Sustuklarında yaşları farkedilmiyor
Toprak kokuyor bağırdıklarında

Nereye yaslanacaklarını unuttuklarından
Gözlerini toprağa bırakıyorlar
Çünkü bulutlar gökte kalıcı değil
En içten
Toprağa veriyorlar kendilerini
Ve kokuyorlar arasıra
#7 - Nisan 01 2010, 18:40:11

Keşişler Geçti Ölümden

Yüzüm eskiydi
Zaman sonrasız, unutkan

Yatağım öyle derin
Onca batık hüznü taşıyan

Keşişler geçti ölümden
Kan ve tufan

Ses ve susuş
Yankı ve buz
Karaya bağlayan
Batmak için kara göründü
Kıyıya sağır dalga durmaz
#8 - Nisan 01 2010, 18:40:43

Kör Bir Maraş Bıçağı

Kör bir Maraş bıçağının üzerinde
Bir Urartu sikkesinin taşıdığı motiflerle
Şu yazılıydı:
‘İçimizdeki ve üstümüzdeki anlatılamaz olana’

I

Bir şey değişmedi.
Anlaşılacak bir şey yok.
Sadece bedenimi kesen suyun
Uzaklığına bırakabilirim kendimi.
Anlamak için gitmeyi
Giderken ölmeyi.

Bir şey değişmedi.

II

Güneşin erittiği şarkı söylendi burada
Ölümün tükettiği şarkı.
Dağlara yürümekle anladığım dikenlerin dili
Söyledi bana
Gitmeliyim
Gitmiş tüm kavimler gibi.

Dinledim şarkısını dikenlerin
Acıtmak için yaratıldıklarını bilmiyorlar.
Bıraktıkları gölge kadar olduğunu hayatın,
Küçük sıradan.
Taşlarla konuşuyorlar
Gece ay ışığıyla.
Böceklerle dostluğu onların
Toprağın katı yatağıyla

Öldüm ben
Varlığın uykusunda uyuyarak
Ve bakındım
Her yer kurak
Her yer kurak

III

Uyansın buradan bir acıyla, bir gece yarısı
Sürülen kavim.
Kuyulardan
Asma dallarından
Ve utancı örten varlığından incirin
Kim daha eskiydi?
Kim dünyada olmanın bir gölgeyle
Bir olduğunu bilir?
Toprağın üzerinde ve altında yeni olmayana
Diyen gümüş sikke kaç bin yıllık?
Zaman hızla geçiyor sanıyordum.
Yalan.
Geçmiyor
Birikiyor acısı kavimlerin
Tarih bırakmıyor zamanı kuyusundan.

Kör bir Maraş bıçağını taşlara sürtüyorlar
Kan için.
Sulara karışacak
Ve unutulacak kan için.


IV

Biriktirdiği doğrudur suyun hayatı
Büyüttüğü.
Ama burada,
Bu derin vadide kıvrılarak kaybolan nehir
Götürüyor ruhunu kavimlerin.
Götürüp ölümlerini denizlerin diplerinde saklıyor.
Ölümlerini onların, balıklara söyletiyor
Şakayıkların titrekliğine katıyor düşlerini
Mercanların sabrına.

Kör bir Maraş bıçağını biliyorlar bir taşla
Kan için.
Sulara karışacak ve unutulacak
Kan için.


V

Gece oldu
Yolu bitmemiş kavmin ürpertisi
Sardı beni.
Gitmeliyim.

Kesilmeden önce bir kurban
Konuşur
Vardır söyleyeceği.
Ben duydum.
Eğildim ve bir kuyuda gördüm göğü
Dünyaya göz olmuş kuyunun nemi
Söyledi bana;

İçindeki ve üstündeki anlatılamaz olan
Aynıdır aslında
Aynılığındandır ki
Avutmaz.
#9 - Nisan 01 2010, 20:22:20

Kuzeyde Zaman

Bak burada tanrı iyi.
Bu kasaba,
Dünya burada başlıyormuş
Gibi duruyor.
Deniz kal diyor sadece
Kal ki ömrün,
Gelip geçen yolculara
Bakmakla geçsin.

*

Kuzeyde,
Dünyanın başladığı yer gibi
Duran kasabada,
Işığı gömmek için zaman
Kalbi yormak için ten olacaksa,
Buna inanan insan
Yollar yapar.
Buna inanan bir kadınla adam
Elbet çıkar.
Ve giderler
Ayın hilal haliyle
Kadına göründüğü dağlardan.
Kadın ölmüş bir şairden söz eder
‘dil karmaşık olan hayatı düzenler’ diyen
ve öldürülmüş olan bir şairden.

Anlamıyorum der sonra
Yol yoldur
Topraksa toprak
İnsanın ruhu gözlerinden konuşur
Ve bazan da ağzından.

*

Yol biter
Dünya başlayınca
Kasabaya hayatı öğreten dalga
Emdiği kayalığı iterek:
İşte bak diyordu
Ağlıyorum batırdığım bu kayanın başında.
Bak işte,
Bu köpükler benim boş laflarımdır
Büyülendim taşın sabrından.

Göğsüne siyah ağaçlar iliştirmiş bu tepe
Bir korsan kalesidir
Ses çıkmaz tarihten
Ağzını bir kapatsa.

*

Kaşları çatılmıştı kadının
Kekeme ağızlı seyrelmiş orman
Homurdanarak:
Sanıyor musun ki bu deniz
Vaktiyle
Bir dağı almasa içine
Bu toklukta
Böyle...
Neyse

*

İşte geldin
Ve gördün
Işık bir cevap değildir
Devam et der sadece
Devam et.

*

Sen ki aşkını
Karanlık bir odada
Uykuya dalmadan fısıldadın
Rahmetin yine de topraktan olur

*

Biri dese ki
Ruhtan öncedir ışık
Ve kusura yakın
İnan.

Hayat ne kadar karmaşıksa
İyilik o kadar yalın
#10 - Nisan 01 2010, 20:23:08

Onun Çölünde

Onun çölüne gittim.
Konuğum,
Duvardaki kan pıhtısında.
Onun bulduğu damar beni çağırdı.
Ve ruhum eski bir kanla yıkandı.

Onun çölüne düştüm, oturdum cadırında.
Eski bir kavmin buluşması ve töreni.
Bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya
Dedi ki bana “ ölümsün sen “
Mutlak
Mutlak olan.

Onun çölünde gece kımıldar.
Yılan ve akrep karanlığıyla.
Hayat bir zehre gizlenir
Çoğalır sabırla.


O bıraktı beni.
Çöldeki kızıl sularda
Balıklara bakacak
Nefesimi tutarak
Uyuyacağım.


Onun çölünde her gece
Fısıldadım kumlara.
Sordum nasıl yaptıklarını çölü,
Boğmadan koyun koyuna.


Onun çölünde ölüyüm ben.
Gelin ve kaldırın beni.
Gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki.


Bir sesle uyandıracak beni
Kahra kan olan bir aldanışla yakaracak


Tanrıya söylendim.
Nasıl da zalim gövdede varlığı onun.
Güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve
Hep yaslı kalacak gözün ışığıyla bakar;
Her yüz bir işarettir tanrıdan.
Bunu yaşlı bir adam söylediginde
Gözleri yoktu.
Annem öyle inanmış olmalı ki ona,
Yüzümü kederli çizdi.
Ve uzayıp tanrıya
“işte” dedi
“ benim annem yeniden doğdu
annem varlığıma döndü”


Gece paslı bir kafesle durdu önümde
Dua için zaman istedim tanrıdan.
Onun varlığına adanacak hiçlik
Düş için,
O büyüde kalbime saplanan acıyla
Bağırdım;
Başka adamlar, başka dillerde dua etsinler. Bizim için.
Ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için
Kutsasınlar.

Ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgarda
Gövdem yitirdi yerini.
Ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık.
Ağır bir istekle.
Kızıl kan pıhtısı. Tül sabah. Ört üstümü.
Koyu gücünü yüzünün nasıl cizdiyse tanrı
Ve ne gizlediyse kıvrımına gülüsünün.
Gördüm ben.

Tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim.
Yok bir gece bu.
Sabah uyanacak aşkı konuşacağız.
Ne çok sürdü diyecek bana.
Ne uzun sürdü hayat.

O uzun günün sabahında
Sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının.
Bir tül işleniyormuş gibi aralarında
Kavuştular usulca.

Uyu ağır uykunu
Taşların altında ve su isteğinle kal.
Geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı.
Sürecek olan dilsizlik.
Rüzger tırmalıyor kapını
Aşk uzakta.

Ne tuhaf inanmaman.
Sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin
Bir acıdan artan masumiyet olduguna şaşırdın.
Gideceğini söyledin
İnanmadım sana.
Oysa ben daha doğmadan biliyordum.
Acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu.
Saf ve çocukça bir düşün yatağında.

Kan ve sussusla dinlenen ten kabullenir.
Beyaz tül yatağında başucuma
Camdan bir göz bırakıp gittin.

Ona fısıldanan sözlerin
Aşk olan varlığı
O gidince karardı.
Yüzeyinde göğün
Beyaz ve kıpırtısızım.

Acıdan bir okla çıktım
Bekleyiş yatağından.
İçimde siyah bir taş.
Atları gördüm.
Kapı önlerinde oturan insanı, sözü.
Çok yaşanmış bir çığlıkla hayat.

Bir sırrın bana verilmediği yerden
Sordum ona
Bana ne söyleyeceksin?
Çölün söylemediği ne?

Ruhumu oarada tutan ağırlıkla
Geceye ilendi tenim.
Ve çağırmadı çölü varlığım
Ondan sonra.

Aynaya dönüyorum
Değişmiş gözlerim.
Çölde kumlara bakan kadın
Kedere bakan
Artık benim.

Gördüm çizgilerini avuçlarının
Çöl her şeyi söyledi bana.

Anladım nerede bitti aşk
Kan pıhtılı odanda uyanan gövdem
Neden sığmadı varlığa.

Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum.
Gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin
Yakaran çizgisine.
Çölden aldığını çöle ver
Hayattan aldığını hayata.
Artık beklemiyorum
Kal orada.
Geride, tepelerin art arda dizilmekle
Var ettikleri dünya bir hiçlik ahti gibi.
Bir hiç ve gölge.
Gece ay
Gece tül ve yokluk.
Yok gece.

Çölden aldığını çöle ver
Hayattan aldığını hayata.
#11 - Nisan 01 2010, 20:24:11


Rüzgarı Acıtan Doğu

Geldim
Suskun ve kederli
Bıraktım kendimi toprağına
Kalbim bekle diyordu
Bir tapınak bu geç olmadan
Ama geciktim
Gölgesi kalmış duvarların
Kendileri gitmiş uzaklara

Doğu diyorum bazan
Rüzgarı acıtan doğu
Yeter mi anlamama
Avunmak için
Dörtlükler ve haritalar
Topladım çantama
Taşlar biriktirdim
Saçlarımı uzattım kahırla

Senden konuşan
O tuhaf kalabalığın ortasında
Baktım dağ göllerinin derin uykusuna
Görünen tüm yollara baktım
Gücüm yok
Acıyan yaralarını sormaya

Orada
Tanrının biliniyor kuşlar
Kadınlar tanrının biliyor kuşları
Ve soruyorlar ona
Tanrım ne yaptık sana
Kuşlarının kanatlarını m?? kırdık
Ne yaptık sana

Tanrı sessiz
Annem kadar sessiz
Bakarak
Neden bekliyorsunuz burada
Diyordu kalanlara

Ah sevgili ten
Neden bekliyorsun burada
Alıp kokunu git
Git
O acı rüzgarın ardından
 
#12 - Nisan 01 2010, 20:26:03

Tören Giyisileri

Cürümüş donuk kalbinde bu toprakların
Gözleri gördüm.
Herkes sesiyle vardı
Ve duruşuyla gövdesinin.
Bir insanı en iyi sevişirken tanırız.
Kalbimizi birlikte çürütürken.
Ağırlaşan gövdemiz
Gece uyandırır.
Mezar gibidir avlulu evler.
Çocukluk bir uykudur. Uzun sürer.
Ve dokunmak için bir arzu
Bir arzu sürükler bizi ölüme.
Ben kendimi sınadım her gövdede
Ben kendimi bıraktım her şehirde
İçime aldım göğünü ülkelerin
Ve boşluğunu görünce kalbimin
Gitmeli dedim.

Çürümüş tören giysileri içinde
Askıda salınan kökler.
Biz denize düşürsek de ateşi
O hep yanar.
Issızlık bahşeder karanlığa. Yanar.
Tarih bir yanılgı olabilir diyor şair
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Çok sonra
Bu toprakların kalbi kadar
Çürümüş bir sonrada
İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı.
Ve düzeltmek için varım
Ama geciktim.

Ölü kızıl suyun dalgası
Gece yürünen yol
Ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü
Salınan beyaz kefenler
Tören giysileri.
Ve bir koşu için gerekli tek şey
Atın yelesidir.
AsIolan,
Şimdi ve burada
Çürüyüp kaldık.

Tanrı görmesin harflerimi
İnsan bir hata diyor durmadan
Ve hatasını düzeltmek için
Acı veriyor
Sadece acı.
#13 - Nisan 01 2010, 20:26:27

Yaşlıkız Tanrıça

Belki bu yüzden
Ayın sevgili tanrıçası Sin
Mabedini unuttu
Bu anlamsız boşlukta

Bu yüzden belki
Bin yıl uyudu insan
Ve uyandı sonunda.
Anladı
Bir uyku olduğunu varlığın
Ve cevapsız
O günden sonra.

*

Biliyorum orada
O ürkütücü başlangıçta
Bir şey bekliyor canlılar
Bir tufan olacak
Her şey toplanacak başlangıca

Oysa kapandı kapı
Âhı kaldı kalanların.
Üzerinde su gibi aziz yazan
Uğursuz beyaz taşlar
Bağlandı ölüme ve yalnızlığa

*

Yılın ilk gecesinde yaşlıkız
Annesiyle çıkıp
Yıldızların altında
Ellerini açtığında,
Yalvardığında aya ve yıldızlara
Tanrıça duymuştu onu
Fısıldamıştı Kays’la
Aşk kalbi korkuyla doldurur
Sırrı yok eder
Dokunur yalnızlığa

*

Bilmiyor tanrıça
Bu geçen zaman boyunca
Yaşlıkız inandı
Yüzünü sürdüğü taşlara.
Mağaralara inandı çok.
İnandı orada kaynayan suyun
İnsanı hayata bağlayacağına

Kapıları olsa da şehrin
Nefes olamıyor ona.

*

O gece uyumadı yaşlıkız
Aynada beyaz bir kadın
Bulmak umuduyla
Koştu sulara

Belki bir el
Aşka uzanan
Deliliğe
Gül kokusuna

*

Her şey
Her şey unutkan.
Şu savrulan
Küçük yaprak bile
Çıksa girdiği kuyudan
Başka bir şey olacak.
Ama olmuyor.
Sonsuzluk korkusuyla
Toplaşan görüntüler
Şehri kuruyorlar.
Mezarları oluyor şehrin.
Çocuk mezarlarında fulyalar açıyor
Yaşlılarınkinde zakkumlar

*

Her şey kendinin âhı
Toprak
Taş
Duvar.
Toprağı ve taşı
Göğe taşıyan duvar
Biliyor
Kulelere cevabı yok göğün,
Sonsuzluk ay gibi
Esirgiyor kendini dünyadan.

*

Yaşlıkızın da bildiği bir şey var
Çıkıp
Önünde bağıracağı bir duvar bulabilir.
Adı gibi mezar olan ne varsa
Sığınabilir onlara.
Başını vurabilir
O uğursuz beyaz taşlara

*

Vadedilmiş
Ve uzak her şey için
Bir çizgi oluyor ağzı
Göğsü doluyor
Sesini yitirmiş göğün
Uğultusuyla

*

Yaşlıkız dolaşıyor avluda
Avluda sadece
Gözler var.
İstiyor ki,
Aşkı ölümde aradığını
Anlayan biri varsa
Baksın ona.
Ama bakmıyor kimse.
Bakmıyor
Kalp yorulup
Boşalırken
Mermer
Suskun
Avlunun ortasına.
#14 - Nisan 01 2010, 20:26:59

Bejan'ın gazetedeki yazılarını severim. Denk gelmeye çalışmam ama denk geldikçe de ihmal etmem. Şiirleri uzun geldi okuyamadım ben iyidir ama bence. -_-
#15 - Nisan 02 2010, 20:38:09
Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyânız kim
Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-ı hamiyetten
 

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.