Alternatifim Cafe

Stuttgart’ta Atatürk konuşması

Discussion started on Köşe Yazıları

İki gün önce Stuttgart’ta Atatürk konulu bir tartışmaya katıldım.

 

Önemli bir Osmanlı ve Türkiye tarihçisi olan Profesör Klaus Kreiser’le birlikte, onun Almanya’da yankılar uyandıran ‘Atatürk’ kitabı üzerinde konuştuk. Kalabalık bir dinleyici topluluğu önünde gerçekleşen konuşmayı Stuttgarter Zeitung gazetesi yazarlarından Sybille Thelen yönetti.

 

Kresier’in kitabının Türkçe’si İletişim Yayınları’ndan çıkmış. Yayınevi kitabı şöyle tanıtıyor:

 

“Hamasi övgücülükten de, muhalif anlatıların keskinliğinden de uzak bir biyografi elinizdeki. Büyük hükümler vermekten ziyade alçak sesle ve sakin konuşan, zamana ve insana dürüst bir ilgiyle bakan, nükteli, ferah bir anlatı. Yazarın deyişiyle asıl amacı, Mustafa Kemal’i tarihsel bağlamı içinde anlatmaktır. Klaus Kreiser, Atatürk’ün yaşam çizgisini ‘önceleri asker ve kendisini ulusal iradenin cisimleşmiş hali olarak gören bir siyaset adamıÖ Daha sonraları ise dini ve dili, hukuku ve tarih anlayışını, kılık kıyafeti ve müziği derinden değiştirmek isteyen bir kültür devrimcisi...’ olarak ele alıyor.’’

Profesör Kreiser konuşmasında genellikle bu çerçeve üzerinde durdu ve Atatürk’e objektif bir yaklaşım sergiledi.

 

***Ben ise tarihe bakışımda temel olarak Gadamer’in hermenötik disiplinini benimsediğimi, yani olayları bugün şekillenmiş tasavvurumuza gore değil, kaynağa giderek, o döneme göre anlamak istediğimi belirterek, dış basında birçok dile getirdiğim tezlerimi savundum.

 

Sözlerime Mustafa Kemal Atatürk’le, Kemalizm’i birbirinden ayırmak gerektiğini söyleyerek başladım. 72 milyon insanın kendine göre bir Atatürk tarifi olduğunu ama onun ölmeden önce ‘Ben size hiçbir dogma, hiçbir değişmez kural bırakmıyorum’ diyerek çağın gelişen bilimine ve koşullarına göre davranılması gerektiğini öğütlediğinin altını çizdim.

‘Benim manevi mirasım, akıl ve bilimdir’ demesine rağmen bazı çevrelerin onu nasıl donmuş bir heykele dönüştürmek istediğini vurguladım.

 

Atatürk’le Kemalizm’i ayırarak Almanların kafasındaki resmi biraz berraklaştırmak istedim. Hatta Türkiye’de Kemalizm değil Kemalizmler olduğunu belirttim.

 

Çünkü Atatürk, Profesör Kreiser’in de kabul ettiği gibi 1933-34’ten sonra siyasette eski konumuna sahip değildi. Yine çok etkili bir karizmatik liderdi ama gerek sağlık nedenleri, gerekse özel koşulları nedeniyle daha çok köşke kapanmıştı. (Bu konuda Çankaya kayıtlarına bakanlar onun en erken öğleden sonra 15.30’da kalkmış olduğunu görürler.)

O yıllardan sonra CHP hükümetleri ve Türk basını yükselmekte olan Alman Nazizmi etkileri altına girmişti.

O tarihlerden bugüne kadar birçok kişi, grup, parti ve özellikle darbeler döneminde ordu kendine özgü bir ‘Kemalizm’ anlayışıyla ortaya çıktı.

1960, 71, 80 ve 28 Şubat’ın maskesi Kemalizm’di. Bunun her zaman, bir kişiye karşı yapılacak büyük bir haksızlık olduğunu düşündüm.

 

Teğmenliğinden itibaren askerin siyasete karışmasının hem siyasete hem de orduya zarar vereceğini iddia etmiş, bu yüzden İttihat Terakki’den dışlanmış, üzerine tetikçiler gönderilmiş ve ömrü boyunca bu görüşü muhafaza etmiş olan Mustafa Kemal’i, ölümünden yıllarca sonra darbelere, işkencelere, faili meçhul cinayetlere maske yapmak kabul edilemezdi.

 

Profesör Kreiser özel sohbetimizde Recep Peker’in Mussolini’ye özenmiş olduğunu belirtiyordu.

Ertesi gün Alman basını konuşmalarımızı özetlerken Profesör Kreiser’in görüşlerinin yanında benim toplantıda söylediğim bir cümleyi de alıntılıyordu: “Mustafa Kemal’i Avrupa’nın son romantik lideri olarak, bir roman kahramanı gibi algılıyor ve yansıtıyorum.”

 

Almanya’da yıllardır bu konu görüşülürken ortaya çıkan gerçek, bu toplantı sonunda da açık seçik anlaşıldı.

Herkes Atatürk’ün, dönemindeki diktatörlerden çok farklı, hatta Erich Auerbach’ın mektuplarında belirttiği gibi ‘zeki, nüktedan ve esprili bir lider’ olduğunu belirtiyor ama iş Kemalizm’e gelince akan sular duruyor.

Her önemli güç kaynağı gibi, Atatürk de ölümünden sonra çeşitli biçimlerde siyasal olarak kullanıldı ve çeşitli Kemalizm’ler türedi.

 

En az yirmi yıldır yazdığım gibi bu, büyük bir haksızlık.

 

***

Ne yazık ki köşemiz toplantının tamamını aktarmama yetmiyor. Ancak birkaç satırbaşı verebiliyorum.

Yoksa Rumeli-Anadolu kültür farkı, Türkçülüğün ortaya çıkışı, 1878 Türk-Rus Savaşı sonunda aydınlarda başgösteren buhran ve Mustafa Kemal’in 250 yıllık Batılılaşma çabamız içindeki yerine değindiğim konuşmamı size tam olarak aktarmak isterdim.


Z.Livaneli
#1 - Ocak 16 2011, 16:31:27
Gölgeye çarpan kan gibiyim

Aynaya diyorum bu yalan mı

Kendime diyorum: "Uyan artık"!

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.