Alternatifim Cafe

-A-

Discussion started on Medeniyetler Tarihi

Avarlar

İkinci Türk İmparatorluğu'nu kuran kavim (lll.-IX.yy.).

Hun İmparatorluğu'ndan sonra Orta Asya'da, Avar İmparatorluğu kuruldu (M.S. III. yy.). Kore Yarımadası'na kadar yayılan bu devlet önce Çinlilere yenildi (458), sonra Göktürkler tarafından yıkıldı (522).

Bu yenilgiden sonra, Avarların büyük bir bölümü batıya göç etti. Bir süre Volga dolaylarında ve Güney Rusya'da yaşadıktan sonra, Macaristan merkez olmak üzere Tuna yöresine yerleştiler ve yine büyük bir imparatorluk kurdular. 573-882 yılları arasında toprak anlaşmazlığı yüzünden Bizans ile birkaç kere savaştılar, bu savaşların çoğu yenilgiyle sonuçlandı. Böylece Avarlar zayıf düştüler, sonunda Şarlman (Büyük Kari) Avar İmparatorluğu'nu ortadan kaldırdı, Avar kavmi İslavlara karışarak eridi.

Avarlar da birçok Türk kavmi gibi göçebe bir kavimdi. Devlet çeşitli kabilelerden oluşan bir federasyon biçimindeydi. Bir asker ve savaş düzeni içinde yaşayan Avar Devleti'nin başında bir kağan bulunurdu. Genellikle atlı olan Avarların başlıca silâhı ok ve yaydı, ama kılıç da kullanırlardı. Avarların bir kısmı zamanla göçebelikten çıkıp yerleşik hayata girmiştir. Bunlardan bir kısmı ticarette başarı göstermiştir. Macaristan'da kazılan on beş bin kadar Avar mezarında, Avarların yaşayışı ile ilgili pek çok eser bulunmuştur.

AVAR KAVALI

Macaristan'da Janoshida (Szolnik ili) bölgesinde 1933 yılında yapılan bir kazıda, bir erkek iskeletinin el kemikleri arasında bulunan bu çifte borulu kavalın ses delikleri 2+5 şeklindedir. Benzerlerine Kafkasya. Volga ve Türkistan dolaylarında bugün de rastlanır.


20. Yüzyıl Tarihi
Atatürk'ün Gizemi
Dinler Tarihi
Efes (Ephesos)
Frigya Uygarlığı
Genel
İlginç olaylar
İlginç Yaşam Öyküleri
Medeniyetler Tarihi
Osmanlı Tarihi
Suikastler Tarihi
Tarihe Geçen Kadınlar
Tarihi Eserler
Tarihi Gizemler
Tarihteki İlginç Olaylar
Türkiye Tarihi
Ülkeler Tarihi
İletişim
Anasayfa
#1 - Ocak 14 2007, 18:38:07
« Son Düzenleme: Temmuz 01 2008, 16:20:23 Gönderen: ρiяαηα »
Ya Sev Ya Terket
          

Ne  MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! 

teşekkürler bilgiler için ...
#2 - Ocak 14 2007, 18:44:18
...SENİN MARKA OLDUĞUN YERDE FİYATLARI BEN BASARIM...

_BoDdAh_

AYRICA; ilk kez istanbul'u kuşatanlardır. Ruslara devlet kurmasını öğrettiler avrupada egemenliklerini koruyamadılar Hıristiyanlaşıp Müslümanlıklarını kaybedip Slavlaştılar...
#3 - Ocak 14 2007, 18:57:26

Aztekler

Bugünkü orta Meksika bölgesinde 14. ve 16. yüzyıllar arasında yaşamış bir Orta Amerika halkıdır. Zengin bir mitoloji ve kültürel mirasa sahip Azteklerin başkenti, günümüzde Ciudad de Mexico'nun bulunduğu Texcoco Gölü'nün ortasında yeralan Tenochtitlan kentiydi. Çok büyük bir uygarlık kurmuşlardı. Hernan Cortes'in Meksika'yı fethi sırasında yapılan ve Tenochtitlan kuşatması olarak bilinen savaş sonucunda Aztekler yenilmiş ve güçlerini kaybetmişlerdir. Ayrıca dünyanın en büyük piramidi Meksika'da Cholula de Rivadabia'da bulunur. Azteklere ait piramit 182.107 metrekare alan üzerine kurulmuştur ve yüksekliği 54 metredir.


Ünlü uxmal piramidi


Uxmal piramidinden detay


Aztek İmparatorluğu  


12 milyonluk bir nüfustan oluşan çok büyük ve zengin bir imparatorluk olan Aztekler gelişmiş tarım yöntemlerine, kendilerine ait bir dine, takvime, alfabeye sahiplerdi. Aztekleri keşfedenler İspanyollar oldu. Hernan Cortes ve onun özel ordusu Aztek başkenti olan Tenochtitlan´a giderken Popocateptel volkanik dağının yanından geçtiler ve ilk kez bir volkan görmüş oldular. Adamları ve Cortes başkente ulaştıklarında Aztek imparatoru Montezuma onları karşılamak için bekliyordu. Aztek imparatoru göz kamaştırıcı elbiseler giymişti. O, Cortes ve adamlarının başkente girmesine izin verdi. Cortes´in sadece 600 askeri vardı ve Aztek imparatoru onları kolayca yok ettirebilirdi. Ancak Aztek takvimine göre bu yıl çok özel bir yıldı.İnançlarına göre bu yılda Quetzalcoatl adlı bir tanrı Aztekleri yok edecekti. Bu tanrının efsanedeki tarifleri Cortes´e çok benziyordu. Bu yüzden Aztek imparatoru, Cortes'in tanrı olduğuna karar verdi. Cortes başkentte bir kaç gün geçirdikten sonra güvende olmadığını sezdi.Hayatta kalmalarını sağlayan tek şeyin imparatorun varlığı olduğunu fark etti. Bu nedenle Aztekleri denetim altına alabilmek için imparatoru tutsak almaya karar verdiler. Cortes birkaç ay daha şehirde kaldıktan sonra ayrıldı. O gittikten sonra başka İspanyollar Aztek'e saldırdılar. Cortes yeni ordusuyla geri geldiğinde Cuitlahuac imparator olmuştu. Ancak bunu bilmeyen Cortes Aztekleri kontrol altına almak için Montezuma'yı tutsak aldı ve halkı etkilemek için onu kraliyet sarayının çatısına çıkardı. Ancak halk onlara taş atarak tepkisini gösterdi. Atılan taşlardan biri Montezuma'nın ölümüne neden oldu. 1521'de Aztekler teslim olana kadar 4 ay savaş yapıldı.

[ b]Tenochtitlan Şehri

Aztek İmparatorluğu'nun başkenti olan şehir 1300 yıllarında Texcoco Gölü'nün üzerindeki bir dizi adaya Aztek tanrılarından biri olan Huitzilopochtli'nin tapınağı etrafına kuruldu. Şehirde binalar Coatepantli adında 2,5-3 metre yüksekliğindeki duvarlarla çevriliydi. Binalara girişi sağlayan 4 kapı bulunuyordu.Şehrin ortasında Büyük Tapınak vardı. Bu tapınak içinde iki tane tapınak bulunduruyordu. Bunlardan biri savaş tanrısı Huitzilopochtli'ye diğeri de yağmur tanrısı Tlaloc'a aitti. Başkent 1500'lere gelindiğinde 300.000 kişilik nüfusa sahip oldu.

Din

Aztek mitolojisi veya Aztek dini, Meksika/Aztek uygarlığı tarafından Meksika Vadisi’nde 14. ve 16. yüzyıllar arasında geliştirilmiş bir dini inanç, mitoloji ve geleneksel bütündür. Politeistik yapıya sahip bu inanış, gerek kendisinden eski gerekse kendisiyle eş zamanlı olarak aynı coğrafi bölgede ortaya çıkmış inançlar, mitler, kültürel ve kozmik imgelerden yoğun oranda etkilenmiştir. Ayrıca Aztek dini çok önemli ve sıkı bir mistik karaktere sahiptir ve liturjik açından çok gelişmiştir. Seremoniler ve ritüeller büyük bir titizlikle, belirli takvimleri çok sıkı bir şekilde takip ederek gerçekleştirilir ve dinî olduğu kadar siyasî ve toplumsal açıdan da önem arz ederdi. Ayrıca uzun yıllar boyunca kurgu eserlerinde yer almış antik ritüellerde insan kurban edilmesi anlayışı da Aztek inancında yer etmiş, ritüellerde gerçekten insan kurban edilmiştir.[/b]

Tarih ve yaratılış  

Paylaştıkları ortak dil sebebiyle Aztek kültürü genellikle Nahua olarak bilinen kültürel kompleks ile gruplandırılmıştır. Efsaneye göre, Texcoco Gölü civarındaki Anahuac vadisine, daha sonra Aztekleri oluşturacak olan çeşitli gruplar, kuzeyden gelmişlerdir. Vadinin yeri ve gölün mesafesi belirli olsa da, Azteklerin kökenine dair kesin pek bir şey bilinmemektedir

 

Huitzilopochtli betimlemesi.


Kökenlerine dair farklı kaynaklar ve düşünceler mevcuttur. Efsaneye göre Meksika/Aztek halkının ataları kuzeyde Aztlán olarak anılan bir yerden gelmiş, yedi nahuatlacalardan sonuncusu güneye doğru yolculuğu yapmış ve “Azteka” ismini almıştır. Diğer kaynaklar halkın kökenini Chicomostoc’a (“yedi mağranın yeri”) veya Tamonachan’a (tüm uygarlıkların efsanevi kökeni, çıkış yeri) dayandırırlar.

Meksika/Azteklerin tanrıları Huitzilopochtli tarafından yönlendirildiği söylenirdi. Göldeki bir adaya vardıklarına bir meyve dolu bir nopak kaktüsüne konmuş bir kartal görürler. Bu görüntü onlara tam o noktada yeni evlerini kurmalarını öğütleyen bir kehaneti tamamlamaktaydı. Böylece Aztekler Tenochtitlan şehrini bu mevkiye kurmuş, bugünkü Mexico City’nin merkezinde bulunan, harika bir suni ada inşa etmiştirler.

Efsaneye göre, Meksikalılar Texcoco civarındaki Anahuac vadisine vardıklarında, diğer tüm halkların en az uygar olanı olarak görülmekteydiler; fakat Meksika/Aztek halkı öğrenmeyi tercih etti ve diğer halklardan, özellikle de antik Toltec’ten (ki Toltec uygarlığını bir parça daha eski bir uygarlık olan Teotihuacan ile karıştırmaktaydılar), alabildikleri kadar bilgi, gelenek ve kültürel öğe aldılar. Azteklere göre Toltec halkı tüm kültürün yaratıcısı olan halktı; “Toltecayotl” kültür sözcüğüyle eş anlamlıydı.

Aztekler birkaç farklı geleneği benimsedikleri ve kendi daha eski gelenekleriyle birleştirdikleri için, birkaç tane yaratılış efsanesine sahiptiler. Bunlardan bir tanesi bugünkü dünyadan önce yaşanmış ve hepsi felaketle sonlanmış dört çağ olduğunu belirtir. Buna göre bugün yaşadığımız çağ, Nahui-Ollin, beşinci çağ veya beşinci yaratılış yıkımdan güneşe dönüşmüş olan bir tanrının kurbanı ile kurtulmuştur. Bu efsane (mit) antik Teotihuacan şehri ile ilgilidir ki şehir Aztekler oraya vardığında zaten terk edilmiş ve yıkılmıştı. Bir başka mit dünyayı, Ometeotl’un çocukları ikiz tanrılar Tezcatlipoca ve Quetzalcoatl’ın yarattığını tarif eder. Tezcatlipoca dünyayı yaratırken ayağını kaybetmiştir ve bu sebeple bu tanrıların tüm betimlemelerinde o bir ayağı eksik ve kemiği ortaya çıkmış bir biçimde betimlenmiştir. Quetzalcoatl’a “Beyaz Tezcatlipoca” da denir.

Yaratılış ve evren modeli Aztek panteonu için büyük bir önem taşır; tanrıların (veya ilahi varlıkların) diziliği bu evren modeline göredir. Panteondaki bu ilahi varlıklar 13 kattan oluşan gök kubbede ve 9 kattan oluşan yer altı dünyasında (ahiret alemi) farklı yerlerde ortaya çıkar.

Panteon 

Aztek mitolojisi, gerek arkeolojik bulgular gerekse yazılı belgelere göre, çok kalabalık bir panteona sahipti. Varlığın fark edilebilir her yüzünün ayrı bir kutsiyeti ve doğal olarak kutsal varlığı mevcuttu. Her ne kadar İspanyollar Azteklerin “teotl” olarak andıkları bu güç veya varlıkları sıklıkla “tanrı”, “aziz” veya “cin” diye çevirmiş olsa da bu tip tanımlamalar pek doğru değildir zira Aztek mitolojisinde bu terminolojinin vurguladığı çeşitli hiyerarşik veya teolojik anlamların karşılığı yoktu. “Teotl” kutsal bir güçtü ve doğa olaylarında ve formlarında örneğin bir bitki veya yağmurda ortaya çıkabileceği gibi, -çoğunlukla mistik- belirli yerlerde (yani mekânlarda) ve diğer birçok mitolojide olduğu gibi fark yaratmış bireylerde de ortaya çıkabiliyordu. Bununla birlikte Aztek mitolojisinde de temeli yaratılış efsanesine dayanan daha temel bir ‘tanrılar’ dizisine rastlamak mümkündür denilebilir. İnanılan evren modeliyle sıkı sıkıya ilişkili olan bu dizilimde, kavramların farklı yönlerini temsil eden tanrılar evrenin de farklı noktalarında bulunur.

Aztek inanışında tanrılar insanlar tarafından gözle görülemezdi. Bununla birlikte Aztekler rüyalarında ve kehanetlerde tanrıları görebilirdi. Bunun dışında teixiptla olarak adlandırılan ve tanrıları temsilen kutlamalarda veya ritüellerde ortaya çıkan, tanrıları taklit eden, tanrıların içlerinde vücut bulduğu şeyler vardı – bunlar da Azteklerin tanrıları ‘görmesini’ sağlıyordu. Teixiptla, tanrıya veya olaya göre değişebilir, bir insan veya şekil verilmiş tahta veya taş oymalarda olabilirdi. Aztekler tanrılarını yoğun biçimde betimlemiştirler. Betimlemeler antromorfiktir; bir hayvan veya bir nesnenin formunu aldığında - örneğin kutsal köpek Xolotl veya bıçak tanrı Itztli - dahi tanrının çeşitli insani özellikleri bulunur, kollar, bacaklar veya yüz gibi.

Azteklerin baş tanrısı ve inandıkları en yüce tanrı Ometeotl idi. Her şeye kadir, her yerde var olan, evrenin yaratıcısı bu tanrı her şeyin ilk sebebiydi. Kendinde hem eril hem de dişil özellikler barındırmaktaydı ki onun bu tarafları birçok küçük tanrıyla birleşmiştir. Eril yön ateş ve güneş ile ilişkiliyken dişil yön bereket ve arz ile ilişkiliydi. Diğer birçok mitolojide de görülen, doğrudan eylemsiz fakat varlık açısından yüce baş tanrı kavramı, Aztek mitolojisindeki Ometeotl’da da kısmen görülebilir. Örneğin evrenin yaratılışının büyük kısmını çocukları gerçekleştirmiştir. Ometeotl Aztek panteonunda, cennetin 13. ve en yüksek katında yer alırdı. Ayrıca onun bu makamı bebeklerin ruhlarının dünyaya doğmak için indikleri yerdi..



Aztek kalıntılarından: Xiuhtecuhtli maskesi

Aztek panteonundaki bir sonraki önemli tanrı olarak Tezcatlipoca zikredilebilir zira Azteklere göre ana yaratıcı güçtür. Baş büyücü olarak kabul edilen Tezcatlipoca birçok tanrıyla birlikte tanımlanmıştır; örneğin takvim ve bıçak tanrı Itztli ile.

Aztek panteonundaki bir diğer yaratıcı tanrı da antik ateş tanrısı ola Xiuhtecuhtli’dir. Xiuhtecuhtli Yeni Ateş seremonisindeki yaratıcı ve yeniden doğan tanrıdır ki bu ona, gerek dinî gerek toplumsal açıdan önem katar. Her 52 yılda bir, takvimin son buluşuyla yapılan bu seremonide bir esirin kalbi kurban edilir ve esirin göğsüne yakılan ateşle Xiuhtecuhtli tekrar doğardı.



Tlaloc

Başka bir önemli tanrı ise, Aztek panteonunun antik tanrılarından olan, bereket vurgusunu da kavramsal olarak içeren yağmur tanrısı Tlaloc’dur. Aztek uygarlığında tarımın çok önemli olması sebebiyle, Tlaloc toprağa bereket getiren tanrı olarak çok önemliydi. Nitekim Tlaloc’un türbesi (kutsal saklama yeri, shrine) Templo Mayor’da Huitzilopochtli’ninkiyle birlikte bulunurdu. Diğer Aztek tanrılarında olduğu gibi Tlaloc da başka tanrılarla yakından ilişkilidir; bunlar rüzgâr tanrı Ehécatl, su tanrıçası Chalchiuhtlicue’dur. Ehécatl, tanrı Quetzalcoatl’ın suretlerindendir.

Aztek mitolojisinde ana tanrıçalar ve bereket tanrıçaları da bulunmaktaydı. Panteondaki en güçlü tanrıçalar teteoinnan olarak anılan ana tanrıçalardı. Cinsel güçler ve tutkularla ilgili Tlazolteotl ile aşk ve cinsel arzunun tanrıçası Xochiquetzal bunlardandır. Bunların dışında önemli bereket tanrıçalarından bazıları; Xilonen, Centeotle ve Mayahuel’dir.


Seremoni



İnsan kurban edilişini gösteren bir betimleme,Mendoza Kodeks'inden.

Aztek mitolojisi seremonileri açısından çok çarpıcıdır. Seremoniler çok sıkı bir göksel takvim baz alınarak yapılırdı ve dinî olduğu kadar sosyal öneme sahipti. Tüm seremoniler iki ritüel takvime göre yapılırdı; tonalpohualli (365 günlük takvim) ve 260 günlük bir başka takvim. Yörelere göre çeşitlilik gösteren seremoniler genelde üç devreye sahipti: hazırlık, kurban ve tanrıların beslenmesi. Hazırlık günlerinde oruç, çeşitli saflaştırma uygulamaları, şarkılar ve benzeri diğer kültürlerde de görülen dinî ve kutlamaya dayalı uygulamalar yer alırdı. Hazırlık devresini kurban devresi takip ederdi. Bu devrede kurban edilen insanlar genellikle ya esir ya kölelerdi. Seremoniden seremoniye kurban etme şekli değişiklik gösterebilirdi, nitekim Aztek seremonilerinde yakma, baş kesme gibi farklı kurban etme şekillerine rastlanır. Genellikle kurbanın kalbi çıkarılır ve tanrılara, beslenmeleri için, sunulurdu. Aztek inancında önemli bir yere sahip olan bu insan kurban etme imgesi, gerek edebi gerekse görsel kurgu eserlerinde fazlasıyla kullanılmıştır.

Aztek mitolojisi çok sıkı ve gelişmiş bir kozmogoniye dayanmaktaydı, evrenin dengesini korumaları gerekiyordu. İnsan kurban edilmesi sık sık evrenin dengesini korumak adına, Güneş’i veya bir başka tanrıyı yenilemek veya güçlendirmek amacıyla yapılırdı. İnsan kurban edilmesi Aztek mitolojisinde seremonilerde yer almasının yanı sıra efsanelerin ve genel inancından da önemli bir noktasını oluşturmaktaydı. Beşinci çağın yaratılmasında, Güneş’i desteklemek için büyük sayılarda insan kurban edilmesinin yanı sıra, tanrılar da kendilerini kurban etmişlerdi. Bu tip efsanevi temellerle insan kurban edilmesi, zaman zaman büyük sayılarda, devam etmiştir


Aztek Alfabesi 

Aztek alfabesi resimlerden oluşuyordu. Farklı resimler farklı cisimleri temsil ediyordu


Aztek takvimi
#4 - Mayıs 09 2007, 19:00:50
« Son Düzenleme: Temmuz 01 2008, 16:14:03 Gönderen: ρiяαηα »
Suskun bir tutkuyum ben.
Evde ocaksızım, savaşta kılıçsız.
Ve de hastayım kendi gücümden.

Çok güzel ve bilgilendirici bir çalışma olmuş. Teşekkür ederim Canancım :)
Aztekler de, İnkalar ve Mayalar gibi en önemli Latin Amerika yerli halklarındandır.
Konkistadorlar onların da icabına bakmıştır.
#5 - Mayıs 09 2007, 19:13:22

Abbasiler

Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Ebul Abbas’ın kurduğu halife hanedanı (750-1258).

Emeviler halifeliği, Hz. Muhammed'in amcaoğlu ve damadı, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almışlar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karşı kanlı bir siyaset gütmüşlerdi. Bu yüzden Emevilere karşı düşmanlık artmış, özellikle Hicaz, Irak ve İran'da büyük hoşnutsuzluklar baş göstermişti. Abbasoğulları bu düşmanlıktan yararlanarak, halifeliğin peygamber ailesinden en lâyık olana geri verilmesi gerektiği yolunda propagandaya giriştiler.

Emevilerin, özellikle çoğunluğu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladıkları vergi soygunculuğu ve Arap olmayanları aşağı görme siyaseti bu propagandayı daha da güçlendirdi. Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk, Emevilere karşı ilk ayaklanmayı başlattı. Önceden Türklerin Müslüman olanları ile olmayanlarını barıştırmış ve bunları İranlı Şiilerle birleştirerek güçlü bir birlik hazırlamış olan Ebu Müslim, Arap ordularını yenerek Emevi saltanatına son verdi.

Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifeliğe getirildi (750). İlk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acımadan yok ettiği için kendisine kan dökücü anlamına gelen el-Seffah adı verildi.

BERMEKOĞULLARI

Abbasiler ilk dokuz halife zamanında (özellikle Harun Reşit [786809] ve Memun [813833]) bütün İslâm dünyasını kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular. Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadılar.

Türkler ve İranlılar tarafından iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim işlerinde Türklerden ve İranlılardan yararlandılar. Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, özellikle Toharistanlı Bermekoğullarınca düzenlendi. Bağdat bu dönemde kuruldu ve başkent oldu (762); kısa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kışlalarla donatıldı.

Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenliği zayıfladı, İslâm İmparatorluğu'nda bağımsız hükümetlerin sayısı çoğaldı (Samanoğulları, Karahanlılar, Büveyhoğulları, Fatımiler v.d.). Kuruluştan 150 yıl sonra, Bağdat'ın egemenliği sadece Irak ve İran bölgelerinde geçerliydi. Zamanla Abbasi halifelerinin yalnız manevi değeri kaldı. Büveyhoğulları 945'te Bağdat'ı ele geçirdiler, siyasi çıkarlarını düşünerek, Abbasi hanedanını yıkmadılar, ama onların elinde halife unvanından başka bir yetki de bırakmadılar.

1055'te Selçuklular, Bağdat'ı ele geçirerek Büveyhoğulları Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hoş tuttular. Moğol istilâsı ile Abbasi hanedanı kesin olarak son buldu. Hulâgu, Bağdat'ı alarak son Abbasi halifesi Mustasım'ı öldürdü (1258). Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasoğullarından biri, Mısır'da Memlûklere sığınarak orada halife oldu.

Abbasiler döneminde İslam’ın Arap ve İran kesimi büyük ölçüde birliğe kavuştu. Halifelik Arap özelliğini kaybederek, Sasani Krallığı'nın kurumlarını, saray geleneklerini ve uygarlık zenginliğini edindi.




Samarra'da (Irak) Cafer El-Mütevekkil Camii'nin kalıntıları. Irak Abbasileri sanatının belirgin örneklerinden olan bu cami,

«ziggurat» (çok katlı kule) biçimi tuğla minaresiyle ünlüdür.




Abbasiler döneminde İslam İmparatorluğu.

ABBASİ SANATI

Abbasiler dönemi İslâm İmparatorluğu’nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bağımsız bir sanat merkezi durumundadır. Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, müzik, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme gösterdi. Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça’ya çevrildi. IX. yüzyılda halifelerin oturmuş olduğu Samarra'da bulunan kalıntılar, Abbasi sanatının başlıca özelliklerini yansıtan belgelerdir.





Kayrevan Camii (Tunus) kubbeleriyle dikkati çeker. Mimber ve mihrabın yarım kubbesi oymatik ağacındandır; mermer levhalar kakma çinilerle bezenmiştir. Temeli 670 yılında atılan cami, XI. yy.a kadar birçok kere onarılmıştır.
#6 - Temmuz 01 2008, 15:52:16
« Son Düzenleme: Temmuz 01 2008, 16:15:59 Gönderen: ρiяαηα »
 Aşktan yana kapıyorum kalbimi ,
Sevmek bana göre değil!
Kalbimi kilitliyorum sandığıma , mantığıma merhaba.. :artis
Elif'im :bite

Altınordu Devleti

Cengiz Han'ın torunu Batu Han (Cuci'nin oğlu) batıya yaptığı seferlerde üst üste parlak zaferler kazanmış, imparatorluğun sınırlarını Karpatlar'a kadar genişletmişti (1241). İmparatorluğun batısında, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Denizi, Aral Gölü, Urallar ve Kuzey Rusya arasında kalan ve Altınordu adı verilen bu yerleri, Büyük Han'a bağlı olmakla birlikte Batu Han bağımsız bir şekilde yönetiyordu.

1255'te Batu Han ölünce yerine kardeşi Berke Han geçti. Berke'nin zamanında devlet daha bağımsız oldu. İslâmlığı kabul eden Berke Han, gene bir Cengiz kolu olan İlhanlı hakanı Abaka Han ile savaşırken öldü (1266). Berke'den sonra gelen hanlar İslâm olmadılar, ama İslâmlık Altınordu ülkesinde gene de hayli yayıldı. Ancak Özberk Han'ın (1312-1342) İslâm olmasından sonra bu din bütün Altınordu'ya yayıldı.

Ünlü gezgin İbni Battuta'ın anlattığına göre, Özberk Han zamanında devlet merkezi Saray (bugünkü Volgograd yakınındaydı) yüz bin nüfuslu bir kültür ve sanayi merkeziydi. Altınordu Hanlığı Rus tarihini ve devlet örgütlenmesini oldukça etkilemiş. İslâmlığın Türkler arasında yaygınlaşmasını kolaylaştırarak Türk-Rus karışmasını önlemiştir.


#7 - Temmuz 01 2008, 16:18:10
 Aşktan yana kapıyorum kalbimi ,
Sevmek bana göre değil!
Kalbimi kilitliyorum sandığıma , mantığıma merhaba.. :artis
Elif'im :bite

Aydınoğulları

XIV. yy.da Aydın ve İzmir yöresinde egemenlik kuran beylik. Germiyanoğullarından Aydınoğlu Mehmet Bey tarafından Menderes yöresinde kuruldu (1330). Oğlu Umur Bey zamanında beylik en canlı dönemini yaşadı. Yunanistan, Mora ve Ege adalarına seferler yapıldı, ganimetler elde edildi. Fakat papa tarafından gönderilen Haçlı ordusunun İzmir'i alması (1344) ve Umur Beyin öldürülmesiyle gerileme dönemi başladı. Kardeşi Ayasuluk emîri Hızır Bey Haçlılarla anlaşmak zorunda kaldı, 1390'da da beylik tamamen Osmanlı egemenliğine girdi.
#8 - Temmuz 01 2008, 16:23:34
 Aşktan yana kapıyorum kalbimi ,
Sevmek bana göre değil!
Kalbimi kilitliyorum sandığıma , mantığıma merhaba.. :artis
Elif'im :bite

Abazalar

Kafkas Dağları'nın kuzeyinde, Abhazistan dolaylarında yaşayan bir kavimdir. Abhazlar da denir. Bu kavmi eski Yunanlılar "Abaskiler", Ortaçağ Bizans tarihçileri ise "Abasgiler adıyla anardı.

Abazalar, 17. yüzyıldan itibaren anayurtlarında Kafkas Dağları'nın kuzeyine doğru göç etmeye başlamışlardır. Ruslar 1810 yılında Abhazya'yı, 1830'da da Kuzey Kafkasya'da Abazaların bulunduğu bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine yarım milyona yakın Abaza Türkiye'ye sığındı. Abazalar, kültür bakımından Çerkezlerin etkisi altında kalmışlardır. Abhazca adı verilen dili konuşurlar.
#9 - Temmuz 01 2008, 16:24:34
 Aşktan yana kapıyorum kalbimi ,
Sevmek bana göre değil!
Kalbimi kilitliyorum sandığıma , mantığıma merhaba.. :artis
Elif'im :bite

Artuklular

Kültür ve sanatıyla iz bırakmış uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyliği'dir. Oğuzların Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sırasında büyük hizmetler görmüştü. Fakat, Tutuş'la Süleymanşah'ın arasındaki savaşta Tutuş'tan yana olarak savaşı ona kazandırmış ve Süleymanşah'ın intiharına sebep olmuştu.

Tutuş, Artuk Bey'in yardımına karşılık olarak onu Kudüs valisi yapmıştı. Ölüm yılı olan 1091'e kadar bu görevde kaldı. Artuk Bey ölünce Kudüs Fatımi'lerin eline geçti. Fakat Artuk Bey'in oğulları Sökmen ve İl-Gazi, Selçuklu hükümdarı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular. Artuk Bey'in oğulları tarafından kurulan bu beylikler üç kol halinde gelişti. 1. Hısn Keyfa ve Amid, 2. Mardin ve Meyyafarıkin, 3. Harput'da Üç kol halinde hüküm sürmüş bir Türkmen sülalesidir.

Artuk Bey önce Sultan Alp Arslan'ın hizmetinde bulunmuş ve Malazgirt savaşına da iştirak etmişti 1071 Anadolu'nun Türklere açılmasında rol oynayan emirler arasında Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Melikşah tarafından kendisine ikta edilen Huvan'a çekildi. Ahsa ve Bahreyn Karmatilerini itaat altına almak görevini başarıyla sonuçlandırdı.

Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Melikşah'a küskünlüğü, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'un hizmetine girmesine yol açtı. Tutuş da ona Kudüs ve havalisinin valisi yaptı (1085-6). Artuk Bey 1091 yılında bu şehirde öldü. Ancak oğulları Sökmen ve İlgazi Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emiru'l-cüyuş Efdal kumandasındaki bir Fatımi ordusu kırk günlük bir kuşatmadan sonra şehri aldı (1098).

Mu'in ed-Din Sökmen, Ceziret-i İbn Ömer sahibi Çökürmüş tarafından kuşatılan Musul hakim Musa'nın yardımına koştu ve bu hizmetine karşılık 10.000 dinar ve Hısn Keyfa kalesini aldı. Böylece Sökmen, Artukluların "Hısn Keyfa ve Sökmeniyye" denilen ilk şubesini kurmuş oldu (1102).

Eyyubi hükümdarı Melik Kamil önce Amid'i sonra da Hısn Keyfa'yı zabt ederek Artukluların Hısn Keyfa kolunu ortadan kaldırmıştı (1231-2). Necmeddin İlgazi Nisan 1105'de Bağdad şahneliğinden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu şehre hakim olmuş ve burada Artukluların "Mardin veya İlgaziyye" denilen şubesini kurmuştur (1108).

İlgazi yavaş yavaş bu bölgedeki Selçuklu topraklarına hakim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hakimi Togan Arslan'ın bulunduğu 20.000 kişilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savaşında Antakya persi Roger'in kumandası altındaki Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karşı kazanılan takip etti.

Selçuklu sultanı Mahmud ise İlgazi'ye Meyyafarıkin şehrini ikta etmişti (1121). Daha sonra Mardin Artukluları bazan Eyyubilere bazan da Tükriye Selçuklularına tabi olarak varlığını sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Moğolların hakimiyetini kabul ederek barış yaptı. O bu sayede hanedanın devamını sağladığı gibi Mardin şehrini de bir felaketten kurtarmıştı. Bu kolun son hükümdarı Melik el-Salih Mardin'i müdüfaa edemeyeceğini anlayınca bu şehri Karakoyunluların reisi Kara Yusuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.

Artukluların üçüncü kolu 1185 yılında Harput ve havalisinde kurulmuşsa da fazla uzun ömürlü olmamıştı.Sultan I. Ala ed-Din Keykubad 1234 yılında Harput'u zabtederek, Artukluların bu koluna son vermişti.Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten milli teşkilat ve ananelerini muhafaza etmişlerdi.

Alp, İnanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanları kullanmakla da bu ananelerini koruduklarını göstermişlerdir. Artuklular devlet anlayışında eski Türk hukukuna göre devletin hanedanın ortak malı olduğu görüşün de uyguladılar. İlgazi ve Belek gibi kudretli şahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyasi birliğini sağlayabilmiş, aksi takdirde ayrı beylikler halinde hükün sürmüşlerdir.

Artuklu hükümdarları gerek Müslüman ve gerekse hristiyan halka adaletle hizmet etmişler, idareleri altındaki ülkelerde düzen ve emniyeti sağlamışlardı. Ayrıca ticari ve iktisadi hayatın gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldular. Bu maksatla bazı şehirlerdeki ticari vergileri kaldırmışlardır. Bu iktisadi gelişme mimari eserlerden de anlaşılmaktadır.

Artuklular, bir kısmı bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimari eserler sözgelişi; külliyeler, camiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askeri yapılar yapmışlardır. Onların devrinde mimaride görülen gelişme sebiyle bugün güneydoğu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara bağlanmak istenmektedir.

Artuklu ülkesindeki Meyyafarıkin, Amid ve Mardin gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarını himaye etmişler, bunun neticesinde de onlar adına bazı eserler yazılmıştır.
#10 - Temmuz 01 2008, 16:26:18
 Aşktan yana kapıyorum kalbimi ,
Sevmek bana göre değil!
Kalbimi kilitliyorum sandığıma , mantığıma merhaba.. :artis
Elif'im :bite

paylaşım için saol.2 tanesini bilmiyordum iyi oldu
#11 - Temmuz 02 2008, 22:02:10
Yağma yağmur sağanak bu sağanak için yok sığınak.

Bilgiler için teşekkürler .
Bazılarını bilmiyordum bende öğrenmek güzel şey .
:)
#12 - Temmuz 02 2008, 22:05:04
Açları Beslediğim Zaman Bize ``Kahraman``  Diyorlar,
Bu İnsanların Neden Aç Olduklarını Sorduğumuz Zaman  ``KOMÜNİST``

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.