Alternatifim Cafe

Nazım Hikmet

Discussion started on Yazarlar

KARIMA MEKTUP

                                                                   33 - 11 - 11
                                                                       Bursa 
                                                                     Hapisane

Bir tanem!
Son mektubunda :
"Başım sızlıyor
               yüreğim sersem!"
                                   diyorsun.
"Seni asarlarsa
               seni kaybedersem;"
                                   diyorsun;
                                         "yaşıyamam!"
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
                      yirminci asırlılarda
                                        ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
                      razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
                 kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
                                            geçirecekse eğer
                                                 ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
                                    boşuna bakacaklar
                                                        Nâzıma!

Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
                                 toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
                        istendiğini idamımın,
daha dâva ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
                                 kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
            bana fanile bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
                        bir mahpusun karısı.
#1 - Haziran 02 2006, 09:26:30
« Son Düzenleme: Ekim 24 2006, 19:02:24 Gönderen: dArK »
İmzanız Kural Dışı

dark

Nazım Hikmet'in Hayatı ve Sanatı

Nazım Hikmet Ran (1902-1963)

Selanik'de doğmuştur (1902). İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamış, orta öğrenimi ise, daha 12 yaşında iken yazdığı "Bir Bahriyelinin Ağzından" adlı bir şiirini dinleyip çok beğenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın öğüdü üzerine geçtiği Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yapmıştır (1918). Nazım Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp olmuş (1919), sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır (1920).

Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul'un işgaline çok üzülen Nâzım Hikmet Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiş, Bolu Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle ilgilenen şair, bir süre sonra Batum'dan Moskova'ya gitmiş ve Doğu Üniversitesi'nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötürü hakkında "gıyaben" mahkumiyet kararı verildiğine öğrenince yeniden Rusya'ya geçmiş, af çıkması üzerine Türkiye'ye dönmüş ve bir süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).

Nâzım Hikmet daha sonra İstanbul'a yerleşmiş, çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Bir ara yine tutuklanmış, Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile özgürlüğüne kavuşmuştur. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).

Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış, cezası Türk Ceza Kanunu'nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca 28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için aydınlar tarafından açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular yasal yollara başvurmuş, bu arada Nâzım Hikmet'de hapishanede açlık grevine başlamıştır. Sonunda Nâzım Hikmet'in geri kalan cezası affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra özgürlüğüne kavuşmuştur.

Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan şair için bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nâzım Hikmet çok zor durumda kalmıştır. Öldürülmekten korkan şair, kendisine hayran olan Refik Erduran (sonranın ünlü oyun yazarı ve gazetecisi)'ın önerisini kabul etmiş, onun yardımıyla bir motorla Karadeniz'de seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den ayrılmıştır.

Nâzım Hikmet, Moskova'da ölmüştür. (3 Haziran 1963).

YAZIN YAŞAMI

Nâzım Hikmet, hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci, Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmıştır (1920). Daha sonra Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde yazan Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın yapamamıştır. Ancak, 1940'lı yıllarda, Yeni Edebiyat, Ses, Gün, Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da
imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Destanı Yön dergisi yayınlayarak (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden okurlara ulaştırmış, şairin yapıtına konan çemberi kırmıştır.

YAPITLARI

ŞİİR:
835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1 (1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt), Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat), Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi), Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt).

OYUN:
Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan Adam (1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965), Sabahat (1966), Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu (1985).

ROMAN:
Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966).

YAZILAR:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).

MEKTUPLAR:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970), Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz. Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar (1988).

MASAL:
La Fontaine'den Masallar (1949-Ahmet Oğuz Saruhan adıyla), Sevdalı Bulut (1967).

Eserlerinden Örnekler

SANATI

Şiire çok küçükken başlayan Nâzım Hikmet, ilk şiirini 3 Temmuz 1913 tarihinde, henüz 11 yaşında iken yazmıştır: "Feryâd-ı Vatan". Bu şiir, Balkan Savaşı yengisini ve düşmanın Çatalca'ya kadar ilerlemesini konu edinen bir şiirdir. Nâzım Hikmet'in 1913-1920 yılları arasında yazdığı şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve "melankolik hava" taşıdıklarını yazmaktadır.

Şairin ilk gençlik şiirlerinden bazılarını Bahriye Mektebi'nde öğretmeni olan ve annesi Celile Hanım'a yakınlık duyan Yahya Kemal'in düzelttiğini Vâ-Nû belirtmektedir. Şairin yayımlanan ilk şiiri 3 Teşrinievvel 1918 tarihli Yeni Mecmua'da Mehmet Nâzım imzasıyla çıkan "Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?"dır. Bu şiir, aynı ad ve imza ile sonradan Ümid dergisinde de yayımlanmıştır. Yahya Kemal tarafından düzeltilen bu şiir şöyledir: "Bir inilti duydum serviliklerde/Dedim ki: Burada da ağlayan var mı?/Yoksa tek başına bu kuytu yerde/Eski bir sevgiyi anan rüzgâr mı?"/ "Hayat inerken siyah örtüler/Umardım ki artık ölenler güler/Yoksa hayatında sevmiş ölüler/Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı?"

Bir nokta belirtilmelidir: Nâzım Hikmet'in ilk şiirlerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesinden, uğradığı savaş yenilgilerinden kaynaklandığı açık olan ulusal duygular da önemli yer tutmaktadır. "Kırk Haramilerin Esiri" ile "Yaralı Hayalet" bunların en güçlü örnekleridir. Teşrinievvel 1336 (1920) tarihli Yedinci Kitap'ta yayımlanan "Yaralı Hayalet" şu dizelerle başlamaktadır: "Bir gece bir odada dört arkadaş toplandık/bir uzak rüya olan geçmiş günleri andık/Gözlerimiz yaşlıydı, gönüllerimiz mahzun/Hepimiz memleketten konuştuk uzun uzun". Daha aşağıda şu iki dize gelmektedir: "Çaldı, tanburasından tarihin sesi geldi/Dağlara yaslanarak sanki Zeybek yükseldi".

Yurt sevgisinin, tarihsel geçmişe bağlılığın yanısıra bu şiirlerde şairin ustalaşmaya başladığı, vezni kullanmada zorlanmadığı ve daha arı bir Türkçe'ye yöneldiği de görülmektedir.

YENİ BİR ŞİİRE DOĞRU

Nâzım Hikmet, Anadolu'ya geçtikten, bir yandan savaşın bir yandan da halkın sorunlarıyla, o güne kadar yeterince farkına varamadığı gerçeklerle karşılaştıktan sonra, hece ve aruz vezni ile yetinemeyeceğini, yeni bir şiire, başka bir şiire gitmesi gerektiğini anlamıştır: "Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. İşe kafiyeden başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta denedim."

Nâzım Hikmet, Rusya'da yeni bir dünya görüşü edinmiş, olaylara, insan ilişkilerine bakışı kökten değişmiştir. Şair artık, marksizme bağlanmış, diyalektik ve tarihsel materyalizmi benimsemiştir. Ancak, henüz eski kalıplardan da tümüyle kurtulabilmiş değildir. Örneğin, 1922 yılında Yeni Hayat dergisinde yayımlanan "Kitâb- Mukkades" adlı şiiri, dinleri eleştirmekte, bu yanıyla da içerik dönüşümünü sezdirmektedir. Bu şiirde hece vezninin aşılmasına yönelik bir çaba da görülmektedir. Nâzım Hikmet şiiri 7 ve 14 heceli dizelerle yazdığını söylemektedir: "Yaldızlı meşin kabı/Parçalanmış kitabı/Ay altında dün gece/Deli bir derviş gibi/mumu sönmüş, rahlesi yere devrilmiş gibi/Okudum
saatlerce."

MAYAKOVSKİ'NİN ŞİİRİYLE TANIŞMA

Yeni bir şiir kurmayı isteyen Nâzım Hikmet, Batum'da bir gazetede Mayakovski'nin bir şiirini görmüş ve Rusça bilmediği için içeriğini anlayamadığı bu şiirin biçimine çarpılmıştır. İlk serbest nazımla yazılmış şiiri olan "Açların Gözbebekleri"nin öyküsünü şöyle anlatmaktadır. Nâzım Hikmet: "Batum'dan Moskova'ya gelişte açlık mıntıkasından geçtik. Gördüklerim üzerimde çok tesir etti. Fakat böyle bir açlığın dahi inkılâbı yıkamayacağını haykırmak istedim. Moskova'da hece vezniyle ve bu veznin çeşitli hece kombinezonlarıyla açlığa dair bir şiir yazmak istedim, olmadı. O zaman Batum'daki şiirin şekli geldi gözümün önüne. Bunun çok iyi tanıdığım Fransız serbest vezni olamayacağına kanaat getirdim, bunun yepyeni bir şey olduğuna ve şairin böyle dalgalar halinde düşündüğüne hükmettim ve 'Açların Gözbebekleri'ni yazdım". Bu şiir değişik hurufat kullanımı, kırılmış mısra düzeni ile çok farklı bir şiirdir.

Nâzım Hikmet'in doğrudan doğruya Mayakovski'nin şiirini taklit ettiği yolundaki görüşler ortaya atılmışsa da bunların ciddiyeti tartışmalıdır. Gerçi, bizzat Nâzım Hikmet Mayakovski'nin şiirini gördüğünü bildirmektedir ama bu sadece görmek'ten ibarettir o yıllarda. Şunları söylemektedir: "Başlangıçta hiçbir şey anlamıyordum ondan, çünkü Rusçam kötüydü. Şimdi de tümüyle anladığımı söyleyemem. Fakat basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum. Mayakovski'nin şiiriyle benimki arasında ortak yanlar: İlkin, şiir ve düzyazı; ikincisi, çeşitli türler (lirik, yergisel vb) arasındaki kopukluğun aşılması; üçüncüsü şiire siyasal dilin sokulmasıdır. Bununla birlikte, farklı biçimler kullanıyoruz onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat onun gibi yazmıyorum ben".

Kemal Tahir'e gönderdiği bir mektubunda ise daha da ilginç şeyler yazmaktadır: "Mayakovski'nin 940 senesinde neşredilen ve bir tek ciltte toplanan şiirleri elime geçti. Okuyorum. Sana bir itirafta bulunayım, aramızda kalsın, Mayakovski ile yeni tanışıyorum. Yani kendi ağzından dinlediğim bir iki şiiri müstesna, matbu şiirlerini ilk defa okuyorum. Sanat meseleleri hakkındaki görüşleri ise, seni maalesef temin ederim ki ilk defa manzurum oluyor. Fakat, aynı şartların aynı düşünceleri yaratması kaidesi kaba hattında burada da tahakkuk etti. Mayakovski ile aynı işi yapmışız. Tabii o bir çok hususlarda bu işi benden iyi yapmış, fakat tevazua lüzum yok, bazı hususlarda da, yani işin ben daha iyisini yapmışım. Bu böyle".

ÜÇ TELLİ SAZ'DAN ORKESTRAYA

Nâzım Hikmet, Rusya'dan Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı ilk kitabı 835 Satır'la (1929) gerçekten de modernist bir şiir kurduğunu kanıtlar. Bu kitaptaki şiirlerde Rus fütüristlerinin, konsrüktivistlerinin etkileri bulunduğu açıktır. "San'at Telakkisi" şiirinde bu etki hemen görülmektedir: "benim/şiirime ilham veren perimin/omuzlarında açılan kanat/asma köpürlerimin/demir putrellerindendir" /-"Dinlenir/dinlenmez değil/bülbülün güle feryatları/Fakat asıl/benim anladığım dil/Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan/Bethoven'in sonatları"/-"Ben değişmem/en halusüddem/arap atına/saatte 110 kilometrelik sür'atini/demir raylarda koşan/demir beygirimin".

Teknoloji ve hız hayranlığı, duyarlığın dışlanması, kentin karmaşasının ve kalabalığın övülmesi gibi fütürist sanatın temel özellikleri "Orkestra" şiirinde de savunulmaktadır: "Bana bak/Hey!/Avanak/Üç telinde üç sıska bülbül öten/Üç telli saz/Dağlarla dalgalarla kütleleri/ileri/atlamaz"/-"Üç telli saz/yatağını değiştirmek isteyen/nehirlerden/köylerden, şehirlerden/aldığı hızla/milyonlarla ağzı/bir
tek/ağızla/güldüremez/Ağlatamaz"/-"Hey!/Hey!/Dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla dalga gibi/dağ-lar-la/başladı orkestram!/Hey!/Hey!/Ağır sesli çekiçler/sağır/örslerin kulağına/Hay-kır-dı/Sabanlar güleşiyor tarlalarla/tarlalarla/Coştu çalgıcı başı/esiyor orkestram/dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi/ dağ-lar-la".

Makine, daha kuşatıcı bir sözcükle söylersem teknoloji hayranlığı "Makinalaşmak" şiirinde belirtilmektedir: "trrrrrum/trrrrrrum/trrrrrum!/trak tiki tak!/Makinalaşmak/istiyorum"/-"Mutlak buna bir çare bulacağım/ve ben ancak bahtiyar olacağım/karnıma bir türbin oturtup/kuyruğuma çift uskuru taktığım gün".

Nâzım Hikmet'in bu dönem şiirlerinin biçimsel özellikleri birkaç alt başlık altında toplanabilir:

1- Görsel Özellikler: Nâzım geleneksel dize yapısını kökünden yıkmıştır. Şiirler basamaklandırılmış bir düzen gösterirler. Sözcükler ortalarından kesilmekte, kimi zaman tek heceye indirgenmektedir.

Şair, şiirlerin kimi bölümlerini büyük harf yazmakta, değişik hurufat ve punto kullanmaktadır. Bu yüzden sayfa düzeni kendi başına bir yapı olarak belirlemektedir. Sözcükler, harfler, satırlarla neredeyse bağımsız bir varlık kazanmıştır sayfa. Şiirin anlamından çok görüşü/biçimi öne çıkarılmaktadır.

Ancak bir nokta özellikle vurgulanmalıdır: Nâzım Hikmet görsel öğeleri, salt oyun olsun diye kullanmamaktadır. Şiirin kurgusu her zaman öze göre ayarlanmıştır: Çünkü Nâzım'ın yazın anlayışı en yalın ifadesini "öz biçimi belirler" ilkesinde bulmaktadır. Bu yüzden örneğin "Makinalaşmak" şiirinin biçimi de seçilen sözcükler de hep içeriğe göre seçilmişlerdir. Trrrum, trak, tiki tak sözcükleri mekanik sesi yakalamaya yöneliktir. Aynı yöntemleri belli ölçüde kullanmış olan Ercümend Behzad'la arasındaki en büyük fark bu noktada gözlenebilir. Çünkü Ercümend Behzad, biçim/içerik birlikteliğini yeterince sağlayamadığından şiiri ya içerik ya da biçim düzeyinde açık düşer hep. Ayrıca daha sonra değineceğim gibi, Nâzım Hikmet şiirine bir doğrultu vermeyi başarır, oysa Ercümend Behzad'ın şiirinin
bir doğrultusu yoktur. Şair deneyinin sonunda hiçbir şey bulmaz; herşey hep Gizil güç halindedir o şiirde.

2- Sessel Özellikler: Nâzım Hikmet'in 1929-1932 dönemi şiirleri, kendisinin de vurguladığı üzere, büyük ölçüde sözcüğün gerçek anlamında orkestrasyona dayanan ürünlerdir. Dizelerin uzunluğu/kısalığı, sözcüklerin kırılma biçimleri, kafiyelerin seçimi, yinelemeler aruz ve hece ölçülerinin kullanımı tümüyle çok sesli bir müzik parçasının melodik yapısını yansıtmaktadır. "Salkım söğüt" şiiri şu dizelerle başlamaktadır: "Akıyordu su/gösterip aynasında söğüt ağaçların/Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını/Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere/koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere/Birden/bire kuş gibi/vurulmuş gibi/kanadından/yaralı bir atlı yuvarlandı atından". Düşen atlı ile uzaklaşıp giden atlılar arasındaki karşıtlığı vurgulamak için Nâzım Hikmet, bu kez şöyle bir yapı kurmaktadır: "Nal sesleri sönüyor perde perde/atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde"/-"Atlılar atlılar kızıl atlılar/atları rüzgâr kanatlılar/Atları rüzgâr kanat/Atları rüzgâr/Atları/At..."/-"Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat". Ölümü somutlayan "at" sözcüğü ile ardından gelen dize, hem sessel hem içeriksel açıdan tam birlik kurmaktadır bu bölümde.

Ayrıca hemen anımsatılmalıdır ki, Nâzım Hikmet'te görsel öğelerle sessel öğeler Hep bir arada, bütünü, yapıyı belirginleştirmek amacıyla kullanılmakta, aralarında denge kurulmaktadır. "Bahri Hazer" şiirini ele alalım: Burada, batmak üzere olan bir kayık ve dalgalarla savaşan kayıkçı betimlenmektedir. Bu şiir, ayrıca Nâzım Hikmet'in, Memleketimden İnsan Manzaraları adlı başyapıtında da kullandığı sinematografik yöntemin yetkin bir ilk örneğini de oluşturmaktadır. Üstelik sesli sinemanın. Çünkü burada görüntü sesle tam bir bütünlük göstermektedir. Nâzım Hikmet'in serbest nazmı ve görsel ve sessel etkileri ve olanakları açısından götürdüğü yerle Ercümend Behzad'ın
götürdüğü yer arasındaki uzaklık, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde görülmektedir. Bu konuda Ercümend Behzad'ın iddiaları ne olursa olsun.

3- Karışık Teknikler: Nâzım Hikmet'ten bir alıntı: "Şiir, roman hikâye vesaire gibi edebiyat şubelerini
yekdiğerinden, nisbî olarak ayıran şey, şekliden ziyade muhteva, hava, derinlik, mikyas farkı, velhasıl/fikir ve his sahasında gördükleri iştir.(...) Şehrin şiiri olan yeni şiirin terkibi ve tekniği daha mürekkep olmuştur". Aynı içeriği, olayı şiirin de romanın da ele alabileceğini belirten ve şiirin kuruluşunun daha karmaşık duruma geldiğini belirten Nâzım Hikmet, kendi şiirinin yapısı konusunda da şunları söylemektedir: "Hem melodi hem armoni. Hem kafiye hem kafiyesizlik, hem 'mısraı berceste' hem 'kül'. Hem solo keman hem orkestra. Yani bütün mürekkepliği ve hareketi ile, mazisi, hali ve istikbali ile realiteyi ve o realite içindeki faal insanı 'iç' ve 'dış' aleminde aksettirmesi lâzım gelen şiire uygun dinamik şekil ve ölçüler".

Görüldüğü gibi gerçekliği geçmiş, şimdi ve gelecek boyutunda vermeyi öngören Nâzım Hikmet, daha ilk yapıtlarından itibaren karışık tekniklerden yararlanmıştır: Yani şiir ve düzyazıdan, oyun ve senaryo biçiminden, roman kurgusundan. Örneğin Jokond ile Si-Ya-U'da şair, "Paris Telsizinin Haberleri", "Muharririn Not Defterinden", Jokond'un Not Defterinden gibi bölüm başlıkları kullanmış, Benerci Kendini Niçin Öldürdü'de karşılıklı konuşmalara, düzyazı bölümlerine yer vermiştir.

Bunlar, o tarihe kadar Türk şiirinde ne görülmüş ne düşünülmüş uygulamalardır. Ahmet Haşim, şöyle demektedir 835 Satır dolayısıyla: "Şair, müheykel bir şekil halinde semanın maviliğine karşı durmuş, cidden tuhaf, fakat âhengi cidden emsalsiz bir garip âletin tellerini söyletiyor. Nâzım Hikmet Bey tarzını kendisi icad etmedi, bu biçimde şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet bey bu tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş büyük bir yeni şairimizdir". Yakup Kadri ise şunları yazmaktadır: "835 Satır, Türk şiirindeki, hattâ Türk dilindeki inkılâbın ilk satırıdır. Nâzım Hikmet tâ Aşık Paşa'dan beri alıştığımız bütün nazım kaidelerin, vezin sistemlerini altüst ederek ve Türk kamusunun hudutlarını kırıp geçerek yeleleri dimdik olmuş şahlanan bir (Demir Beygir) üstünde sıcak ve acaip naralar atarak koşuyor. O, yalnız Türk şiirinde yeni bir çığır açmış bir edebiyat inkılâpçısı değil, hiç görmeye alışmadığımız bir şair tipidir".

Mayakovski ve Klebnikov gibi Rus fütüristlerinin, "şiiri; 1-metafizik soyutlamalardan kurtararak çağdaş hayatın sınai ve politik gerçeklerini dile getirecek hale sokmak, 2-genel olarak 'güzel' diye kabul edilmiş köhne çağrışımları, imajları, duyguları, düşünceleri ve biçimleri terketmek, 3-kabuk bağlamış çağrışımlardan sıyrılmış yepyeni bir dil yaratmak" gibi üç ana amacı olduğunu belirten Selâhattin Hilâv, şunları yazmaktadır: "Nâzım Hikmet, çıkış noktası bakımından, yirminci yüzyılın öncü sanat ve şiir akımları içinde dolaylı olarak yer almaktadır. Sınırsız bir zenginlik taşıyan eserinde, yüzyılımızın öncü şiir anlayışlarının belli bir yöne açılmış ve aşılmış halde kaynaştığı görülür".

Anıt - Yapıt: Memleketimden İnsan Manzaraları

Nâzım Hikmet'in beş cilt halinde yayımlanan bu yapıtı, şiirinin doruğunu oluşturmaktadır. Eski sekter tutumundan kopmakta olan Nâzım, bu yapıtta Şeyh Bedreddin'in yayımlanmasından sonra kendisiyle yapılan bir konuşmada açıkladığı hedefleri hemen hemen gerçekleştirmiştir denebilir: "Ben şiirde realiteyi bütün mürekkebliği, mazi, hal ve istikbal unsurları ile ve hareket halinde veren bir realizme ulaşmak istiyorum. Bir çok yazılarımın realizmi tek taraflıdır. Bundan dolayı da çok defa fazla haykıran bir 'propaganda' edası taşıyorlar. Cihanı görüş, anlayış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışını sanattaki tezahürü bakımından telakkilerim bir hayli değil".

Türkiye'nin belli bir tarih dönemindeki insansal/ toplumsal görünümü ile bu özgül coğrafyayı da sarmalayan uluslar arası oluşumu ilişkilendirerek vermeyi amaçlayan Nâzım, Manzaralar'ı haklı olarak "kitap bir şiir kitabı değil" diye sunmakta ve "ben artık şiir yazmayacağım" diyerek, bulduğu yeni yolun kendisini ne kadar etkilediğini göstermektedir. Daha önceki çalışmalarında, Jokond, Benerci, Taranta Babu ve Bedreddin'de gözlenen "şiir/nesir ikiliğini" aştığını söyleyen Nâzım, kitabın şiir, düzyazı, tiyatro ve senaryo öğelerinin "bu çok zıtlı unsurların vahdeti olduğunu" belirtmektedir.

O yıllarda, Aragon'un Paris Köylüsü gibi gerçeküstücü yazın içinde gerçekten bir devrim yapmış sayılan kitabının düşümsel, kurgusal, anlatısal sınırlarını bile aşan bu çokbiçimli, çok amaçlı ve çok anlamlı yapıtıyla ilgili ön tasarısını şöyle açıklamaktadır Nâzım Hikmet: "1) İstiyorum ki okuyucu 12.000 mısraı bitirdikten sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun, 2) İstiyorum ki bu insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuyla muayyen bir devirdeki, muhtelif sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye'nin muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu anlatsın, 3) İstiyorum ki ikinci planda, Türkiye cemiyetini çevreleyen dünya durum muayyen bir devrede- anlaşılsın, 4) İstiyorum ki -nereden gelip, nerede olduğunu, nereye gidildiği? Sualine, Sahamın içinde azamî imkanlarla cevap verilsin"

Böylesine bir tasarının şiir aracılığıyla ya da salt şiirsel söylem düzeyinde gerçekleştirilemeyeceği bellidir. Ama bu tasarının, çokbiçimli bir teknik kullanması halinde bile şematizm tehlikesiyle karşı karşıya kalabileceğini de belirten Nâzım Hikmet, bu kuşatıcı plân çerçevesinde, öngördüğü gibi 300'e yakın birincil ve ikincil düzeyde kişiyi, "bazıları sona kadar" olmak üzere "perdeye çıkarmayı" öngörmüştür.
#2 - Haziran 02 2006, 13:08:07

dark

 Nazım Hikmet'in Eserleri

Nâzım Hikmet'in ilk şiir kitabı Bakû'de yayımlanmıştır :
Güneşi İçenlerin Türküsü (1928)
(Bu kitaptaki şiirler daha sonra Türkiye'de basılan kitaplarında şairin yasaları
gözeterek yaptığı bir iki değişiklikle yer aldı.)

Türkiye'de 1929-1938 arası yayımlanan şiir kitapları :
835 Satır (1929)
Jokond ile Sİ-YA-U (1929)
Varan 3 (1930)
1+1=1 (1930)
Sesini Kaybeden şehir (1931)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Portreler (1935)
Taranta-Babu'ya Mektuplar (1935)
Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı (1936)

Oyunları :
Kafatası (1932)
Bir Ölü Evi (1932)
Unutulan Adam (1935)

Çeşitli :
Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl, Millî Gurur (1936)
İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla fıkralar, 1936)
Alman Faşizmi ve Irkçılığı (inceleme, 1936)
Sovyet Demokrasisi (inceleme, 1936)

1949'da, Nâzım Hikmet cezaevindeyken, Ahmet Halit Kitabevi, Ahmet Oğuz
Saruhan takma adıyla La Fontaine'den Masallar'ı yayımladı.
Bu çeviri yapıt dışında, tam 29 yıl Nâzım Hikmet'in kitapları Türkiye'de basılmadı.

Ölümünden iki yıl sonra, 1965'te, "Yön" dergisinin Kurtuluş Savaşı Destanı'nı
yayımlaması gözü pek bir davranış olarak değerlendirildi.
Arkasından, başta İzlem ile Dost Yayınevleri olmak üzere, ilerici yayınevleri, önce şairin sağlığında Türkiye'de basılmış kitaplarını, sonra dış ülkelerde Türkçe olarak yayımlanmış kitaplarını yayımlamaya başladılar. Bu yayınlar sürekli olarak kovuşturmalara uğradı. Bazıları toplatıldı, davalar açıldı.

Piraye ile Nâzım Hikmet'in üvey kardeşi Metin Yasavul'un sahibi oldukları, Memet Fuat'ın yönetimindeki De Yayınevi ise, şairin Bursa Cezaevi'ndeyken basıma hazırlayıp Piraye'ye bırakmış olduğu kitapların yayımına başladı. Bunlar içerde dışarda daha önce basılmamış kitaplardı. şair ölmeden önce yaptığı konuşmalarda bu kitaplardan bazılarının
kaybolmuş olduğunu söylemişti.

De Yayınevi'nde birinci basımı yapılan kitaplar :
Saat 21-22 şiirleri (1965)
Dört Hapisaneden (1966)
Rubailer (1966)
Ferhad ile şirin (1965)
Sabahat (1965)
Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)

Bütün bu kitapları basıma Memet Fuat hazırlamıştı. Saat 21-22 şiirleri ile Dört
Hapisaneden için iki kez mahkemeye verildiyse de sonuçta beraat etti.
Ferhad ile Şirin'in daha önce dışarda yapılmış olan, yarıdan sonrası kaybolduğu
için yeniden yazılmış bir basımı vardı. De Yayınevi'nin bastığı şairin Bursa Cezaevi'nde yazdığı asıl metindi.
Bulgaristan'da yayımlanan Memleketimden İnsan Manzaraları ise De Yayınevi
basımının tekrarıydı.

Bilgi Yayınevi, 1968'de, Cevdet Kudret'in basıma hazırladığı Kuvâyi Milliye'yi
yayımladı. Bu Nâzım Hikmet'in cezaevinden çıktıktan sonra İnkılap Kitabevi için hazırladığı Kurtuluş Savaşı Destanı'nın yeni bir düzenlemesiydi. şair gerçi bu destanı Memleketimden İnsan Manzaraları'nın içine yerleştirmişti, oradan çıkarılıp ayrı olarak yayımlanmasını istemiyordu. Ama cezaevinden çıktıktan sonra gerçek bir özgürlük ortamında olmadığını gördü. Kimse onun yapıtlarını yayımlamayı göze alamıyordu. İnkılap Yayınevi'nin yaptığı öneriyi çok parasız kaldığı bir dönemde kabul ederek Kuvâyi Milliye'yi düzenledi. Ama İnkılap Yayınevi parasını peşin ödediği bu kitabı bile yayımlamaktan çekindi, on yedi yıl
sonra, Cevdet Kudret aracılığıyla Bilgi Yayınevi'ne devretti.

Gene 1968'de Bilgi Yayınevi Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar'ı; De
Yayınevi Cezaevi'nden Memet Fuat'a Mektuplar'ı yayımladılar. İki yıl sonra da Cem Yayınevi Bursa Cezaevi'nden Vâ-Nû'lara Mektuplar'ı yayımladı.  1975'te De Yayınları arasında Memet Fuat'ın Nâzım ile Piraye'si çıktı. Bu kitap
Nâzım Hikmet'in Piraye'ye yazdığı mektuplardan bölümler seçerek şairin yaşamıyla şiirleri arasındaki iç içeliği gösteren duyarlı bir çalışmaydı. Mektupların tümü değildi, ama öyle sanıldı.
(Yirmi üç yıl sonra, 1998'de, Adam Yayınevi Piraye'ye Mektuplar adıyla Nâzım
Hikmet'in cezaevi yılları boyunca Piraye'ye yazdığı mektupların tümünü iki cilt olarak yayımladı.)

1975-1980 arasında Cem Yayınevi Nâzım Hikmet'in Tüm Eserleri dizisini yayımladı.Şerif Hulusi ile birlikte notlar yazarak başladıkları 9 kitaplık bu diziyi, çalışma arkadaşının ölümü üzerine Asım Bezirci yalnız tamamladı.

1980'de Kemal Sülker Yazko Yayınları'nda Nâzım Hikmet'in Bilinmeyen İki şiir
Defteri'ni yayımladı.

1988-1990 arasında Adam Yayınevi Nâzım Hikmet'in bütün yapıtlarını 28 kitaplık bir dizide topladı. Dizinin editörlüğünü Memet Fuat, araştırmacılığını Asım Bezirci yaptılar.
Bugün satışta bulunan bu dizideki kitapların dökümü şöyledir :
Şiir :
1. 835 Satır (835 Satır; Jokond ile Sİ-YA-U; Varan 3; 1+1=1; Sesini Kaybeden
şehir)
2. Benerci Kendini Niçin Öldürdü (Benerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen
Telgraf; Portreler; Taranta-Babu'ya Mektuplar; Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin
Destanı; şeyh Bedreddin Destanı'na Zeyl)
3. Kuvâyi Milliye (Kuvayi Milliye; Saat 21-22 şiirleri; Dört Hapisaneden;
Rubailer)
4. Yatar Bursa Kalesinde
5. Memleketimden İnsan Manzaraları
6. Yeni şiirler
7. Son şiirleri
8. İlk şiirler
9. La Fontaine'den Masallar
(Sekizinci kitap Nâzım Hikmet'in çocukluk şiirleriyle hece şiirlerini içeriyor. şair bunların büyük bir bölümünün toplu şiirleri arasına alınmasını herhalde istemezdi.
Dokuzuncu kitap takma adla yayımlanan La Fontaine çevirileridir.)

Oyun :
10. Kafatası (Ocak Başında; Kafatası; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir
Rüyadır)
11. Ferhad ile şirin (Yolcu; Ferhad ile şirin; Sabahat; Enayi)
12. Yusuf ile Menofis (Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca; Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?)
13. Demokles'in Kılıcı (İstasyon; İnek; Demokles'in Kılıcı; Tartüf - 59)
14. Kadınların İsyanı (Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye
Rağmen)  (On ikinci kitapta yer alan Evler Yıkılınca Nâzım Hikmet'in kaybolduğunu söylediği oyunlarından biridir. Piraye'nin sakladığı yapıtlar arasında şairin el yazısıyla temize çekilmiş olarak bulunmuş, ilk olarak bu dizide yayımlanmıştır.)

Roman, Öykü, Masal :
15. Kan Konuşmaz
16. Yeşil Elmalar
17. Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim
18. Hikâyeler
19. Çeviri Hikâyeler
20. Masallar
(Nâzım Hikmet yalnızca Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim adlı romanıyla Sevdalı
Bulut adlı masallar kitabını kendi adıyla yayımlamıştı. Ötekiler para kazanmak için acele yazılıp gazetelerde takma adlarla yayımlanmış ürünlerdir.)

Yazılar :
21. Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil
22. Yazılar (1924-1934)
23. Yazılar (1935)
24. Yazılar (1936)
25. Yazılar (1937-1962)
26. Konuşmalar
(Nâzım Hikmet'in bu kitaplarda yer alan yazılarının büyük çoğunluğu çeşitli takma adlarla gazetelere yazdığı köşe yazılarıdır.)

Mektuplar :
27. Nâzım ile Piraye
28. Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar
(1998'de Adam Yayınevi'nin Piraye'ye Mektuplar adıyla iki cilt olarak yayımladığı yapıt da bu bölüme eklenmelidir.) Ayrıca gene Adam Yayınları arasında Memet Fuat'ın hazırladığı Nâzım Hikmet'in Seçme Şiirler kitabı da yer almaktadır.

#3 - Haziran 02 2006, 13:11:44

dark

Nazım Hikmet'in Şiirleri

1-AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR

2-ASYA-AFRİKA YAZARLARINA

3-BAHRİ HAZER

4-BAYRAMOĞLU

5-BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK İSTERİM

6-BENERCİ KENDİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ?

7-BENİM OĞLAN FOTOĞRAFLARDA BÜYÜYOR

8-BERKLEY

9-BEŞ SATIRLA

10-BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ

11-BİR ACAYİP DUYGU

12-BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

13-BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI

14-BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ

15-BİR HAZİN HÜRRİYET

16-BİR KIZ VARDI JAPONYADA

17-BİR KÜVET HİKÂYESİ

18-BU VATANA NASIL KIYDILAR

19-BULUT MU OLSAM

20-BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN

21-BÜYÜK İNSANLIK

22-ÇANKIRI HAPİSANESİNDEN MEKTUPLAR

23-ÇARLIK RUSYASININ ÖLÜMÜ

24-CEVAP NUMARA DÖRT

25-CEVİZ AĞACI

26-ÇINARI YIKMAK İÇİN BALTAYI KÖKÜNE VURURLAR

27-ÇOCUKLAR ÖLEBİLİR YARIN

28-ÇOCUKLARIMIZA NASİHAT

29-DAVET

30-DOĞUM

31-DON KİŞOT

32-DÖRTLÜK

33-DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

34-DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

35-FAKİR BİR ŞİMAL KİLİSESİNDE ŞEYTAN İLE RAHİBİN MACERASI

36-GAZETE FOTOĞRAFLARI ÜSTÜNE

37-GECE GELEN TELGRAF

38-GELMİŞ DÜNYANIN DÖRT BİR UCUNDAN

39-GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER

40-GİDEN

41-GİDERAYAK

42-GÖMLEK, PANTOLON, KASKET VE FÖTRE DAİR

43-GÖVDEMDEKİ KURT

44-GÖZLERİN

45-GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ

46-GÜNEŞİN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ

47-GÜZ

48-HABER

49-HASRET

50-HASRET

51-HERKES GİBİ

52-HİÇBİR AĞAÇ BÖYLE HARİKULADE BİR YEMİŞ VERMEMİŞTİR

53-HİCİV VADİSİNDE BİR TECRÜBEİ KALEMİYE

54-HOŞ GELDİN

55-HÜRRİYET KAVGASI

56-İSİMSİZ ŞİİRLER

57-İSTANBUL'DA, TEVKİFHANE AVLUSUNDA

58-İYİMSER ADAM

59-İYİMSERLİK

60-JAPON BALIKÇISI

61-KADINLARIMIZIN YÜZLERİ

62-KALBİM

63-KANTER İÇİNDE

64-KARIMA MEKTUP

65-KARLI KAYIN ORMANINDA

66-KEMAL TAHİR'E MEKTUP

67-KEREM GİBİ

68-KIRKINCI YILIMIZ

69-KIŞLIK SARAY

70-KIYAMET SURELERİ

71-KIZ ÇOCUĞU

72-KORE'DE ÖLEN BİR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ (DİYET)

73-KUVÂYİ MİLLİYE

74-LODOS

75-MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ

76-MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI'NDAN

77-MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI İKİNCİ BÖLÜM

78-MERHABA ÇOCUKLAR

79-MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK

80-MUKADDES KARIN

81-MÜNEVVER'İN DOĞUM GÜNÜ

82-NERDEN GELİP NEREYE GİDİYORUZ?

83-NEYİ BİLDİRİR SAYILAR

84-NİKBİNLİK

85-NİYAZALANT SÖMÜRGESİ

86-O VE AKSAKALLILAR

87-ONUN DOĞUŞU VE DEMİRHANE BACASI

88-ORADA TANIDIKLARIM

89-ORADA TANIDIKLARIM II

90-ORKESTRA

91-OTOBİYOGRAFİ

92-ÖLÇÜ

93-ÖLÜME DAİR

94-PİRAYE İÇİN YAZILMIŞ : SAAT 21-22 ŞİİRLERİ

95-PORTATİF KARYOLA

96-POSTACI

97-RADYOAKTİVİTELİ YAĞMURLAR ÜSTÜNE

98-RUBAİLER

99-SALKIMSÖĞÜT

100-SAMAN SARISI

101-STRONSİUM 90

102-ŞAİR

103-ŞARKILARIMIZ

104-ŞEHİTLER

105-SEN

106-SES

107-SESLER GELİYOR

108-SİMAVNE KADISI OĞLU ŞEYH BEDRETTİN DESTANI

109-SİLÂHSIZ İNSANLAR

110-21-1-924

111-TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ

112-TARANTA - BABU'YA MEKTUPLAR

113-TEFTİŞ

114-TRAFİK MEMURLARI

115-TÜRK KÖYLÜSÜ

116-TÜRKİYE İŞÇİ SINIFINA SELÂM

117-ÜÇ SELVİ

118-VASİYET

119-VATAN HAİNİ

120-VEDA

121-YALNAYAK

122-YAPIYLA YAPICILAR

123-YAŞAMAYA DAİR

124-YATAR BURSA KALESİNDE

125-YİNE İYİMSERLİK ÜSTÜNE

126-YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR

127-YİNE ÖLÜME DAİR

128-YİNE YAĞMUR ÜSTÜNE

129-YİRMİNCİ ASRA DAİR

130-YOLCULUK

131-YÜRÜMEK

132-ZAFERE DAİR

#4 - Haziran 02 2006, 13:14:23

dark

Nazım Hikmet'in Şiir Üstüne Düşünceleri

Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acısıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde
halkının nabzı atmalıdır... Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak
zorundadır. Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman
gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır. (Babayef, Nâzım Hikmet, ss. 140-141)
*
Yeni şair, şiir lisanı, vezin lisanı, konuşma lisanı diye ayrı ayrı lisanlar tanımıyor... O,
bir tek lisanla yazıyor : Uydurma, sahte, sun'i olmayan; canlı, geniş, renkli, derin ve sade
lisanla. Bu lisanın içinde, hayatın bütün unsurları vardır. Şair, şiir yazarken başka şahsiyet,
konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu
vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! (Babayef,
Nâzım Hikmet, s. 141)
*
Şairin dünyası, en az, bir romancının dünyası kadar büyük olmalı. Bak, bugün bizim
şiir piyasasında çok istidatlı delikanlılar var, fakat ekserisinin dünyası daracık, soluğu yok,
tıknefes. Ve bu dar dünyalı oluşlarını, tıknefesliklerini örtbas için, sözde kendi iç âlemlerine
kulak verdikleri iddiasındalar. Halbuki bir metodoloji bakımından ayrılsa bile, gerçekte iç
âlem dış âlem diye bir şey yoktur, şairin iç âlemi gerçekte dış âlemin bir inikâsından
[yansımasından] başka bir şey değildir, bundan dolayı da dış dünyası dar olanın, iç
dünyası da daracık olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, s.70)

*
Sanatkâr, ressam, şair, romancı, mimar, aktör vesaire, her şeyden önce insandır.
İnsan her şeyden önce mücerret bir varlık değil, konkre [somut] bir varlıktır. Yani her insan
muayyen, belirli, belli bir tarih devrinde, belli bir sosyetede [toplumda], belli bir sınıfın
insanı olarak vardır. Yoksa umumiyetle, mücerret [soyut] olarak insan denilen bir şey, bir
anlam mevcut değildir. Birçok mektubumda bu meselenin üzerinde durdum sanıyorum,
fakat bunu çok iyi anlamanı isterim. şimdi, bundan dolayı, sanatkâr da konkre bir insandır.
Muayyen bir fizyolojisi, belli bir maddi fizyolojik, biyolojik yapısı vardır. Bu yapı belli bir
tarih devrinde, belli bir sosyetenin içinde yaşar, o belli sosyetede çeşitli sınıflar ve
tabakalar vardır. Sanatkâr insan bütün bu şartlar içinde eserini verir. Onun üzerinde
doğumundan başlayarak bütün bu sayıp döktüğüm şartlar tesirini gösterir. Ve maddi-şahsi
yapısı konkre muhitinden aldığı intibaları, bulunduğu tarih devrine, bağlı olduğu sosyeteye
ve sınıfa göre aksettirir. Fakat bu aksettirme işi, bu muhteva esas olmakla beraber,
kullandığı aletin, boyanın, kelimenin, notanın filan teknik imkânlarıyla da sınırlanmıştır. Bu
suretle muhteva [içerik] ile şekil [biçim] arasında muhteva esas olmak üzere karşılıklı bir
tesir vardır. (...) Şairle çevresi arasındaki münasebet pasif bir münasebet değildir. Yani şair
sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun
değişmesinde derece derece amil de olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 61-62)

*
Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda
raslanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici
sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış,
hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir
yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını
bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur.
(Babayef, Nâzım Hikmet, s. 140)

*
Evvela, bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli : şekilden öze, muhtevaya
değil; muhtevadan, özden şekle. İlkönce muhteva [içerik], sonra şekil [biçim]. Şeklin nasıl
olacağını tayin edecek muhtevadır. Tabii bu metodoloji bakımından böyledir, yoksa şekille
muhteva bir birliktir. Lakin bu birlikte, karşılıklı tesirleri olmakla beraber eninde sonunda
tayin edici unsur muhtevadır. (...) Kafiye ve vezin mutlak olarak kullanılmamalı diye bir
kaide, her mutlak kaide, her mücerret iddia gibi insanı yobazlığa, softalığa götürür. Tıpkı
bunun gibi, konuşma dilinin ahengini mutlak, mücerret [soyut] bir esas olarak kabul etmek
de bir yobazlıktır; kafiyeyi, vezni mutlak surette, mücerret bir görüşle inkâr ve umumiyetle
konuşma dili ahengi diye bir şey kabul etmek ve bundan başka ahenk ihtimallerini red ve
inkâr yenilik değil, kafiyeyi, vezni mutlak olarak kabul ve başka türlü ahengi kabul
etmeyenlerinki gibi geriliktir. (...) Öyle muhtevalar vardır ki, onlarda kafiye istemez,
konuşma dili - bazen şehirlinin, bazen köylünün, bazen münevverin, bazen işçinin, bazen
külhanbeyinin, bazen ev kadınının vs. konuşma dili - ahengi ve imkânları yeter ve en
uygun olanıdır. Lakin bazı muhtevalar vardır ki, kafiye ister - kafiye de çeşit çeşit olabilir,
kafiye imkânları da hudutsuzdur - ve bazı muhtevalar vardır ki, konuşma dili yetmez, daha
geniş, daha mücerret, belki bundan dolayı daha renksiz bir dil ister. Hasılı bu getirdiğim
misalleri istediğin kadar çoğaltabilirsin. Yalnız, bir şey yapma, dogmatizme saplanma,
gençlikte dogmatizme, değişmeyen, ebedi hakikatlere saplanmak ve bunları kabul etmek
ileri bir işmiş gibi gelir insana. Bak ben, yıllardır, hiç kafiyesi olmayan şiirler yazdım,
konuşma dillerinin çeşidiyle şiirler yazdım, içinde bol resim olan, yahut hiç resim olmayan
şiirler yazdım, kitap diliyle şiirler yazdım, çeşitli kafiye telakkileriyle yazdım, hasılı,
muhtevama, o şiirdeki, o muayyen, müşahhas yazıdaki muhtevaya uygun şekli bulmaya
çalıştım. Yanlış bir iş yaptığıma da kani değilim. şiirimizin genel olarak - bazen çok güzel
şeylere de rastlanıyor - bugünkü sefaleti şairlerimizin bir dönüm noktasında iki çeşit,
birbirine zıt iki yobazlığa, yani hareketsizliğe, yani ölülüğe saplanmış olmaları, şekil
meselesini, kendilerinin kabul ettiği bir tek şekli esas olarak almalarıdır. (Memet Fuat'a
Mektuplar, ss. 52-53)

*

Artık şiirlerimi tiyatro sahnesinden işçilere yüksek sesle okumam imkânı yoktu. (...)
Bu durum şiirimin hem muhtevasına, hem de şekline tesir etti. "Kerem" gibi bazı şiirlerde,
hele hicviyelerde kesin kafiye ve sürprizli hayal imkânlarını kullanmakla beraber, ana
hattında, şiirlerimde lirik eleman, bundan sevda elemanını anlamıyorum, gitgide
kuvvetlendi, kafiyeler yumuşadı, dil şairin bir kişiyle, yahut birkaç kişiyle konuşması oldu.
(...)
Beynelmilel olaylar şiirimde önemli bir yer tutmakta devam ediyordu. Bunları, o
günkü memleket şartlarında, bir çeşit dumanla örtmek zorundaydım, ancak böylelikle
bunları bastırabilirdim. (...)
Bu bir sıra poemin sonuncusu Bedreddin Destanı'dır. Burada şekil bakımından,
halk vezni unsurları, Divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer
taraftan bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil
imkãnlarının bir muhasebesiydi. (...)
Bu kitaptan sonra, şekil meseleleri, hele hapse girdikten sonra, kafamda bir kat daha
berraklaştı sanıyorum. Evvela, hiçbir şekil imkânını, tarzını inkâr etmiyorum. (...) şekli
öylesine öze uydurmak istiyorum ki, şekil, özü bir kat daha belirtsin, ama kendisi, yani şekil
belli olmasın. Güzel bir kadın bacağını bir kat daha güzelleştiren, fakat kendisi belli olmayan
ince bir çorap gibi. Bu bugün tercih ettiğim şekildir, ama elbette ki, yarın rengârenk şekilleri
de tercih edebilirim. (...)
Sanat bahsinde sekterlik [yobazlık] en büyük düşmanımızdır. Sekterlik nihilistliğin
[yadsımacılık] bir çeşididir. Sekter, bir şeyden, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün
görüşleri inkâr eder. Hele şekil meselesinde sekterliğin kötülükleri sayılamayacak kadar
çoktur. Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de, kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler
kadar dar kafalıdır. şiir öyle de yazılır, böyle de. Edebiyat dili, hele şiir dili hayallerle,
teşbihlerle falanla ortaya çıkar, ancak böyle bir dil şiir dilidir demek ne kadar yanlışsa,
tersini kabul etmek de o kadar yanlıştır. Gençliğimde, ben de az sekter değildim. Klasik halk
vezinleri ve kafiyeleriyle şiir yazdıktan sonra, şekilde yenilikler aramaya başladım, kendime
göre bir çeşit serbest vezinle yazmaya başladım. Bunun temelinde yine de halk şiirinin
ölçüleri, hatta bazen aruz vardı, kafiye ve dil bahsinde de öyle, ama şiirin yalnız böyle
yazılacağını, bunun biricik şiir şekli olduğunu iddiaya kalkıştım. Uzun zaman sevda şiiri
yazmadım. Hatta şiirlerimde "yürek" kelimesini kullanmadım, yürek şuurun değil, duygunun
sembolüdür diye. Zaman oldu en renkli, en ahenkli şekillerin peşinde koştum. Halka
söylemek istediklerimi bu şekillerle söylersem daha hoşa gider, daha kolay dinlenir, daha
dokunaklı olur diye düşündüm. Zaman oldu, büsbütün tersine, en sade, en göze görünmez
şekillerle halka türkümü dinletmek istedim. Bence öylesi de lazım, böylesi de, daha nice
nicesi de. Sanatkâr, halka türküsünü dinletmek için en uygun şekilleri durup dinlenmeden,
ömrünün sonuna kadar aramak zorundadır. Bazen bu araştırmalar aylarca süren bir baş
ağrısından, sinir bozukluğundan başka sonuç vermez. Olsun. (...)
Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum,
kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz
de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılaptan da, hayattan da, ölümden de,
sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum, insana has olan
her şey şiirime de has olsun istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende, yahut bizde, bütün
duyguların ifadesini bulabilsin. 1 Mayıs Bayramı'na dair şiir okumak istediği zaman da bizi
okusun, karşılıksız sevdasına dair şiir okumak istediği vakit de bizim kitaplarımızı arasın.
(Babayef, "Nâzım Hikmet Kendi şiirini Anlatıyor", Konuşmalar, ss. 180-186)

#5 - Haziran 02 2006, 13:15:00


GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE NAZIM HİKMET RAN


20. YÜZYILIN EN ÇOK KONUŞULAN ADAMI

Nâzım Hikmet, 20.Yüzyıl'ın en çok konuşulan kimliklerinden biri oldu. İdeolojisi, şiiri, yaşam serüveni, aşkları, özlemleriyle dilimizden düşmedi. Yalnızca Türkiye'de değil, dünya edebiyat çevrelerinin de ilgi odağı oldu NÂzım.İşte onun için söylenenlerden bir derleme:



NURULLAH ATAÇ
"Bir manzume, bilhassa bir bestedir; manası, yani güfte, o besteyi bulmamıza yardım eden vasıtadan başka bir şey değildir. Nâzım Hikmet'in şiirini o manada 'okumak' ise, itiraf edelim ki pek kolay değildir. Şeyh Bedrettin Destanı'nı okuyun, bestesini keşfe çalışın. Bulursanız emeğinize acımazsınız; çünkü bulacağınız ahenk gerçekten asil bir ahenktir."

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
"Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun / Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün / Şiirin gökyüzü gibi herkesin / Sen Kızılırmak'casına bizimsin / En büyük demircisi dilimizin / Canımız ciğerimizsin"

ATTİLA İLHAN
"Gördün sessizce buluştuğunu Nâzım'la nedim'in / lacivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin / birinin elinde vâ ridat'ı simavnalı Bedreddin'in / birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı."

AZİZ NESİN
"Ne yazık, Türkiye'de ulusallığı aşıp evrenselleşmiş değerlerimizin sayısı çok azdır. Lütfen sayar mısınız? Nedenleri ne olursa olsun, büyük Yunus bile dünyada yeterince tanınmış bir şairimiz değildir... Her yerde söylediğim şu;' Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türkiye denilince şu üç adı bilirler: Nasreddin Hoca, Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet..."

LOIS ARAGON
"Hayır, yazamam, şimdi olmazirica ederim. Bırakın benim için bütünüyle ölsün, yoksa, daha önce, altmış yaşındaki bu delikanlı, bu sarışın boğa, ne hapisanenin, ne hastalığın, ne yaşın etkileyebildiği bu insan içimde terütaze yaşadıkça hiçbir şey yazamam. Şimdi olmaz. Daha sonra. Söz veriyorum size, yazacağım, hatta bu dergide, daha başka bir konu üzerine: Ölümünden değil, yaşamından söz edeceğim."

PABLO NERUDA
"Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır / senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya. / Nasıl dövüşülür, senden örnek almaksızın, / senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? / Teşekkürler,böyle olduğun için! / Teşekkürler o ateş için / Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca."


JEAN-PAUL SARTRE
"Vefalı dost,y iğit militani insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbirşeyi görmezden gelmek istemiyorum. Biliyordu ki, insan yapılacak birşeydir ve hiçbir yerde yapılmamıştır. Gerekli olan, durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratmıştır: Sözün kısası, Pascal'ın Hristiyan için dediği ve bugün militan için , Nâzım Hikmet dolayısıyla aydın militan için, denilebileceği gibi, 'asla uyumamak' gerekliydi. O asla uyumadı. Harikulade olan şudur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu.

Hürriyet,16 Ocak 2001

CHP'li vekilden Nazım Hikmet'e vefa
CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce, ''Eğer bugün siyasetçiysem, burada konuşuyorsam; bunda Nazım Hikmet'in payı büyüktür'' dedi.



Başkanvekili Ali Dinçer başkanlığında toplanan TBMM Genel
Kurulunda, 3 milletvekili gündemdışı söz aldı.

CHP'li İnce, Nazım Hikmet 'in 43. ölüm yıldönümü nedeniyle yaptığı
gündemdışı konuşmada, Necip Fazıl Kısakürek 'i de 25 Mayıstaki ölüm
yıldönümü nedeniyle andı. İnce, her iki şairin de zindandan,
yakınlarına mektuplar yazdığını ifade etti.

Nazım Hikmet hakkında konuşmanın zor olduğunu belirten İnce,
''Eğer bugün siyasetçiysem, burada konuşuyorsam; bunda Nazım Hikmet'in payı büyüktür'' diye konuştu.

Muharrem İnce, Nazım Hikmet'in, ''bu ülkenin insanlarının okur
yazar olmasını ve ülkenin pazarlanmamasını'' istediğini kaydederek,
''Onun yolunda yürümesem de hak bildiği şeyleri kabul ediyorum'' dedi.
İnce, Nazım Hikmet'in savunmaya ihtiyacı olmadığını, onun
eserlerinin bu ülkeyi yeterince savunduğunu söyledi.
''Onun vatandaşlıktan atılması ve vatan haini ilan edilmesi beni
ilgilendirmiyor'' diyen İnce, Nazım Hikmet'in, şiirleriyle halkla ülke
arasında bağ kurduğunu kaydetti.

-''NAZIM HİKMET'TEN NEDEN KORKULUYOR?''-

CHP'li İnce, ''Neden Nazım Hikmet düşmanlığı yapılıyor ve ondan
korkuluyor? Çünkü onun yazdıkları, eserleri, karşı bir iddianame
gibidir ve o iddianameler ona saldıranların suçlarını içerir. Bir de
nevrotik takıntılardan ötürü düşmanlık vardır ona karşı...'' diye
konuştu.

30 Mayıs 2006
#7 - Haziran 02 2006, 13:47:33
İmzanız Kural Dışı

Vatan Haini / Nazım Hikmet
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
           hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
                            ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

MEMLEKETİMİ SEVİYORUM

Memleketimi seviyorum :
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim :
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendinden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim.
Memleketim ne kadar geniş :
dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
                                                   utanıyorum.

Memleketim :
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak
       söğüt
              ve kırmızı toprak.

Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven
                                                               alabalık
              ve onun yarım kiloluğu
                          pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla
                                           Bolu'nun Abant gölünde yüzer.

Memleketim :
Ankara ovasında keçiler :
kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un.
Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması,
zeytin
        incir
             kavun
ve renk renk
                 salkım salkım üzümler
ve sonra karasaban
ve sonra kara sığır
ve sonra : ileri, güzel, iyi
                             her şeyi
            hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
                                yarı aç, yarı tok
                                                 yarı esir...

 

TÜRK KÖYLÜSÜ

Topraktan öğrenip
                  kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
                  Bayburtlu Zihni gibi gülendir.
Ferhad'dır
             Kerem'dir
                         ve Keloğlan'dır.
Yol görünür onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu.
Çarşambayı sel alır,
bir yâr sever
                el alır,
kanadı kırılır
                çöllerde kalır,
ölmeden mezara koyarlar onu.
O, "Yunusu biçâredir
     baştan ayağa yâredir",
ağu içer su yerine.
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip
                           "- Gayrık yeter!.."
                                             demesinler.
Bunu bir dediler mi,
"İsrâfil surunu urur,
         mahlukat yerinden durur",
toprağın nabzı başlar
                       onun nabızlarında atmağa.
Ne kendi nefsini korur,
                       ne düşmanı kayırır,
"Dağları yırtıp ayırır,
kayaları kesip yol eyler âbıhayat akıtmağa..."

                                                            (Kuvâyi Milliye'den)
 
#8 - Haziran 02 2006, 13:50:26
« Son Düzenleme: Haziran 02 2006, 14:00:07 Gönderen: ChAtLaK_GiRL »
İmzanız Kural Dışı

NÂZIM'IN RESSAMLIĞI


Nâzım resim yapmaya annesine özenerek başlamış olmalı.

Celile Hanımın ressamlığı varlıklı bir kadının oyalanmak için seçtiği bir hobi değil, bir tutkuydu. Ressam olmak için evini barkını dağıtıp Paris'e gittiği söylenirdi.

Kadıköy'de oturduğumuz yıllarda, Nâzım, annem, ben, arada bir ona giderdik. Odaları yaptığı tablolarla doluydu. Evi tam anlamıyla bir ressamın eviydi. Resimden başka bir şey düşünmediği açıktı. 

Yalnız yaşıyordu, ama her zaman çok süslüydü. Güzelliğe vurgun bir insan olarak anılırdı.

Yüzünü aşırı boyadığı için Nâzım kızar, söylenir,

"Şimdi hepsini silmezsen, çıkıp gidiyorum," diye kapıya yönelirdi.

Celile Hanım boyalarını silmeye yanımızdan ayrılınca, annem, "Nâzım, niye böyle yapıyorsun, o bir ressam, yüzünü de bir tablo gibi boyuyor, niye anlamıyorsun!" diye fısıldardı.

Ben de merakla bakınırdım iş nereye varacak diye...

Nâzım'ın resim yaptığını ilk Mithat Paşa köşkünde
oturduğumuz yıllarda görmüştüm. Ama bunlar yağlıboya ya da pastel resimler değildi. Karakalemle mi, ya da yumuşak bir kurşunkalemle mi, bilmiyorum, evdeki herkesin yandan kafalarını çizmişti.


Hani eğlence yerlerinde ressamlar vardır, belli bir para karşılığı resminizi çiziverirler, onlar gibi...

O gün salondaki şöminenin önüne Adnan Ağabeyin çizim tahtasını yerleştirerek kendine bir yer yapmış, biz de sırayla gidip karşısına oturmuştuk. Bayağı da benzetiyordu.

Vedat Başar, her zaman olduğu gibi işin gırgırındaydı.

"Nâzım, sen aç kalmazsın," diye takılıyor, bir panayırda tezgâh açsa günde kaç para kazanacağını hesaplıyordu.

O çizimlerin yok olup gittiğini sanıyordum.

Yıllar sonra bir gün Maslak'ta Adam Yayınları'nda otururken, Rasih Nuri İleri'nin üst katımızda, AnaBritannica'da çalışan oğlu Suphi Nuri İleri elinde onlardan ikisiyle geldi :

"Bunları babam bir sahafta bulup almış, size göstermek istedim..."

Vedat Başar ile Leman Teyzemin resimleriydi.

Çok şaşırmıştım... Nasıl olmuş da bir sahafın eline geçmişlerdi?

Vedat Başar, Fahamet Teyzemin, Fifi'nin kocası. Leman Teyze ise Fifi'nin çok sevdiği bir arkadaşı, ona da "teyze" derdim. Kadıköy'deki apartmandayken bizimle otururdu, Mithat Paşa köşküne de sık sık gelip gece yatısına kalırdı.

Öteki resimler kim bilir nerede, kimlerdeydi? Nenem, Fifi, annem, Selma Teyzem, Adnan Ağabey, ben, evde kim varsa, hepimiz sırayla oturmuştuk Nâzım'ın karşısına.


O günün dışında Nâzım'ı resim yaparken gördüğümü anımsamıyorum.

Bir de işte kitap okurken kurşunkalemle kapaklara, kapak içlerine, kenar boşluklara çizimler yapardı. Genellikle gemi, yelkenli, çiçek, el, göz çizimleri, korkunç suratlar...

Resim yapmaya düşkünlüğü İstanbul Tevkifhanesi'nde başlayıp çankırı Cezaevi'nde tam anlamıyla patlak verdi.

Yağlıboya, guvaş, pastel, karakalem...

Cezaevinin içinden görünümler, mahkûmların, Piraye'nin, kendisinin portreleri...

Sonra Bursa Cezaevi'nde de arada bir yoğunlaşarak sürdü.

Sanırım bu onun için dinlendirici, oyalayıcı bir uğraştı.

"Bugünlerde kendimi bütünüyle resme verdim," deyip başka her şeyi bıraktığı olurdu.

Balaban'ın yeteneğini sezip gereçlerini ona armağan ettikten sonra resim yapmadığı söylenir, ama açlık grevi sırasında üsküdar Paşakapısı Cezaevi'nde kendisini görmeye gittiğim bir gün, bana akrabası olan Mehmet Ali Aybar'ı tanımaktan duyduğu mutluluğu aktarmış,

"Birlikte resim yapıyoruz, o benden daha iyi ressam," demişti.

Cezaevinden çıktıktan sonra, Türkiye'de ya da Sovyetler Birliği'nde resim yapıp yapmadığını bilmiyorum.


 

 Avlunun işliklere doğru görünümü. Bu işliklerde marangoz, aynacı, kalaycı, terzi, boncuk işlemeci gibi değişik uğraşlardan ustalar çalışırlardı.


Çankırı Cezaevi avlusunun işliklerden kapıya doğru görünümü. Nâzım’ın ünlü kedili fotoğrafı bu kapının önünde çekilmiştir. Biz görüşmeci gittiğimizde, sağda, adamın olduğu yerde oturup konuşurduk


Kalaycı Dükkânı, Çankırı, 1940, Kâğıt üzerine pastel, 35 x 25 cm


Bursa, 1941, Tuval üzerine yağlıboya, 28 x 25 cm


Sıra bekleyen hastalar, Bursa, Tuval üzerine yağlıboya, 46 x 25 cm

Nazım'ın resimlerinde toplumsal bir bildiri yoktu
Yalnızca, Bursa Cezaevi'nde yaptığı iki resimde bunu
denemiş, doktor kapısında sıra bekleyen hastalar ile savaşa
giden askerleri renkleri ile etkili kılmaya çalışmıştır.


Savaşa giden askerler, Bursa, Tuval üzerine yağlıboya,46 x 25 cm
#9 - Haziran 02 2006, 14:11:27
İmzanız Kural Dışı

KIZÇOCUĞU

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

DÜNYAYI VERELİM ÇOCUKLARA

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

                                                         21 Mayıs 962, Moskova

KEREM GİBİ

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
     bağır
          bağır
                bağırıyorum.
Koşun
      kurşun
            erit-
               -meğe
                      çağırıyorum...

O diyor ki bana :
- Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                   Kerem
                                      gibi
                                         yana
                                              yana...
"Deeeert
         çok,
            hemdert
                   yok"
Yürek-
       -lerin
kulak-
       -ları
           sağır...
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona :
- Kül olayım
             Kerem
                 gibi
                    yana
                         yana.
Ben yanmasam
              sen yanmasan
                       biz yanmasak,
                       nasıl
                           çıkar
                                karan-
                                       -lıklar
                                          aydın-
                                               -lığa...

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
      bağır
           bağır
                 bağırıyorum.
Koşun
      kurşun
            erit-
               -meğe
                        çağırıyorum.....

KADINIM BREST'E KADAR

Kadınım Brest'e kadar benimle geldi,
indi tirenden peronda kaldı,
ufaldı, ufaldı, ufaldı,
uçsuz bucaksız mavilikte buğday tanesi oldu,
sonra raylardan başka şey göremedim.

Sonra, Leh toprağından seslendi karşılık veremedim.
"Nerdesin gülüm, nerdesin?" diye soramadım,
"Yanıma gel!" dedi, yanına varamadım,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren,
boğuluyordum kederden.

Sonra, kumlu toprakta kar parçaları çürüyordu,
sonra, birden anladım ki, kadınım beni görüyordu,
"Beni unuttun mu, beni unuttun mu?" diye soruyordu,
baharsa çamurlu çıplak ayaklarıyla gökyüzünde yürüyordu.

Sonra, yıldızlar inip kondu telgıraf tellerine,
karanlıksa yağmur gibi çarpıyordu tirene,
kadınım telgıraf direklerinin altında duruyordu,
koynumdaymış gibi de yüreği küt küt vuruyordu,
direkler gelip geçiyordu o kımıldanmıyordu yerinden,
hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren
boğuluyordum kederden.

Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum.
- ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum -
ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek
sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum
ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum
ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum.

                                                                Mart 1960, Akdeniz

#10 - Haziran 02 2006, 14:25:17
İmzanız Kural Dışı

KORE'DE ÖLEN BİR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ
DİYET

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
   iki hayın,
          ve zeytini yağlı iki gözünüzle
                  bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
                          ve topraklarına çiftliklerinizin
                                     ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız,
iki tombul,
   iki ak,
        vıcık vıcık terli iki elinizle
             okşarsınız pomadlı saçlarınızı,
                     dövizlerinizi,
                           ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız
       iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
               halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
                    Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
               vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
            çığlığımı duymamanız için
                      kaçırdı bacaklarınız sizi arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
         kopuk ellerim,
                    kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.


                      (25 Haziran 1959)




MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
              bahçesinde ebruliii
                      hanımeli
                                    açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
                     hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                       çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
                      hanımeli
                              açan evin.

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
           yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
          bahçesinde ebruliiii
                  hanımeli
                      açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
                             hanımeli
                                       açan ev...






NİKBİNLİK

Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
                   göre-
                       -ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere
                          süre-     
                              -ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
                           son vitesi,
adedi devir.
          Motorun sesi.
Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir
                                   ne harikuladedir
             160 kilometre giderken öpüşmesi...


Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
               yalnız cumaları
                          yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
                    ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
      Cevap:
           açılır kara kaplı kitap:
                                             zindan...
Kayış kapar kolumuzu
                            kırılan kemik
                                               kan.
Hani şimdi bizim soframıza
                                 haftada bir et gelir
Ve
çocuklarımız işten eve
                          sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz...

İnanın :
   güzel günler göreceğiz çocuklar
   güneşli günler
                         göre-
                             -ceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
                                        ışıklı maviliklere
                           süre-
                                 -ceğiz.





Bursa Cezaevi'nde Nâzım Hikmet, daha yazar olarak ünlenmemiş Orhan Kemal ile görüşmecisi İsmail Hakkı Balamir'in arasında




Annesi Celile Hanım tarafından yapılan tablosu




Nâzım Hikmet Bursa Cezaevi'nde



Nâzım Hikmet Moskova'da




Doğu Almanya gezisinde Berlin'de karşılanırken


Nâzım'ın Mezarı


bu değere önem vermeliyiz devamı gelecek...



#11 - Haziran 02 2006, 17:03:19

 :agla çok güzel biliyordum bu ülkenin gençlerinin değerlere sahip çıkcağını ozzy ve samet  :))  :cicek :cicek
#12 - Haziran 02 2006, 17:20:01
İmzanız Kural Dışı

NÂZIM’IN KİTAP OKUYUŞU

    Nâzım her kitabı baştan sona okumazdı. Önce kitapla bir tanışma dönemi geçirirdi adeta. Karıştırır, orasından burasından okur, beğenmezse bir yana bırakırdı.

     Annem onun eline aldığı kitabın başından, sonundan, ortasından birer bölümünü okuduğunu, beğenirse baştan başladığını söylerdi. “Sonunu bildiği kitabı nasıl okur insan!” diye de şaşardı.

     Ama Nâzım öyle okuyordu. Kitabı beğendi mi sanki daha önce orasını burasını karıştırmamış gibi baştan sona okuyordu. Hoşuna giden yerleri anneme de okurdu. Beğenmekte uyuşamazlarsa biraz çekişirlerdi. Düşüncenin ağır bastığı konularda annem Nâzım’a pek karşı çıkmaz, bir öğretmene öğrencisinin davrandığı gibi davranırdı, ama beğeniye, özellikle de duygulara yönelik konularda, tartışmalar hep annemin duyarlığına, sezgisine övgülerle son bulurdu.

     Nâzım,

     “Canım karıcığım, bir şiiri, bir romanı hiç kimse senin gibi anlayıp değerlendiremez,” diye onu göklere çıkarırdı.

     Bu işi benim pek aklım almazdı. Karısına yağcılık ediyor gibi gelirdi. Örnekse okudukları bir romanı annemin Nâzım’dan daha iyi değerlendirebileceğine inanamazdım.

     Gene de içime bir kuşku düşerdi. Çünkü bir gün bir yerde söylenip geçilen bir söz değildi bu. Hep yinelenirdi.

     Şiir, öykü yazmaya başladığımda, yazdığım her şeyi  mutlaka anneme göstermem için bana da bayağı baskı yapmıştı.

     Nâzım annemin okuduğu kitaplarla ilgili mektuplarından esinlenerek şiirler de yazardı. Örnekse “Don Kişot” şiiri öyledir.

     Nâzım kitap okurken eli hiç durmazdı. Kitapların kapaklarına, kapak içlerine, boş sayfalara, kurşunkalemle çizimler yapardı. Bu herhalde bir tür düşünme yoluydu. Bana öyle gelirdi. Dalardı o çizimleri yaparken.


 
#13 - Haziran 02 2006, 17:29:14
İmzanız Kural Dışı

cezaebru

çok saolun emeğinize sağlık  :cicek :cicek :cicek
#14 - Haziran 02 2006, 17:30:49

Arkadaşlar çalışmalarınızı gönülden tebrik ediyorum keşke herkes sizin gibi olsa. değerlere önem verse ama bu yok denecek kadar az.. Tekrra tebrik ediyorum..
#15 - Haziran 03 2006, 03:23:39

çok saolun emeğinize sağlık  :cicek :cicek :cicek

Arkadaşlar çalışmalarınızı gönülden tebrik ediyorum keşke herkes sizin gibi olsa. değerlere önem verse ama bu yok denecek kadar az.. Tekrra tebrik ediyorum..

Çok tşk sizin de ilginize sağlık.Bu arada bugün 3 Haziran 2006 Nazım Hikmet Ran'ın 43. ölüm yıldönümü Saygıyla anıyor vatan haini olmadığının ve biz gençlerin O ve onun gibi şair ve yazaların yolunda ilerliyeceğimizi belirtmek istiyorum çünkü O ülkesini milletini seven biriyidi hep insanlık adına eserler yapmıştı anlamayıp vatan haini denildi fakat yine de yılmadı!Rahat uyu Nazım Hikmet rahat uyu  :cicek
#16 - Haziran 03 2006, 17:00:26
« Son Düzenleme: Haziran 03 2006, 17:01:13 Gönderen: ChAtLaK_GiRL »
İmzanız Kural Dışı

Harika bir insandı ... Her şeyiyle ..
#17 - Haziran 13 2006, 13:45:57
>>ATATÜRK BİRLİĞİ>>

<<TIKLA<<

ooooo nazım hikmet sevilmez mi yaaaa?

bu adamı ben çok severim....
#18 - Temmuz 10 2006, 19:53:57

erkek kadına dedı kı
seni sewıyorum ama nasıl
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,çıldırasıya..
erkek kadına dedı kı
seni sewıyorum ama nasıl
kilometrelerce derin
kılometrelerce dümdüz
yüzde yüz yüzde bin beş yüz
yüzde hudutsuz kere yüz..
kadın erkeğe dedı kı
baktım,dudağımla,yüreğimle,kafamla
sewerek,korkarak,eğilerek
dudağına yüreğine kafana..
şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi
sen öğrettın bana..
ve artık biliyorum
toprağın
yüzü güneşlı bır ana gıbı en son,en guzel çocugunu emzırdıgını..
fakat neyleyim
saçlarım dolanmiş
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kabil deil...
sen yürümelisin,yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak..
sen yürümelisin beni bırakarak...
kadın sustu
sarıldılar
bir kitap düştü yere
kapandı bir pencere
AYRILDILAR..
                              BÜYÜK USTA NAZIM HİKMET RAN 
                                                -aşığınım ustam-
#19 - Temmuz 28 2006, 20:40:39

Nazım Hikmet'i, şiirlerini ve düşüncelerini severim.. çok etkilendiğim şiirleri vardır mesela Kız Çocuğu, Karlı Kayın Ormanı, Yaşamak gibi... (şiirlerin isimlerini yanlış hatırlıyor olabilirim ama..)
#20 - Ağustos 07 2006, 22:21:21
imza kural dışı





YİRMİNCİ ASRA DAİR

- Uyumak şimdi,
  uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim...

- Hayır,
   kendi asrım beni korkutmuyor
   ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
   asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
    büyük
     ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum,
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
  bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...

- Yüz yıl sonra, sevgilim...

- Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem)
senin gözlerin gibi, Hatçem,
                          güneşli olacaktır.
                                                             12. 11. 1941
#21 - Ağustos 09 2006, 21:32:41

Beni bütünde aramayın artık ...
Satırların sözcüklerin arasına sakladım kendimi ...
Kimse bulamasın, daha fazla silemesin diye çabalarım ...

Buket''im :bite

YAŞAMAYA DAİR

1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
                           bir sincap gibi meselâ,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
                           yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
                     beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
                                       insanlar için ölebileceksin,
                     hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
                     hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
                     hem de en güzel, en gerçek şeyin
                                            yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                               yaşamak, yani ağır bastığından.

                                                             1947

YAŞAMAYA DAİR

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
                   bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
                                       en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
                                    diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
                            yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla
                                       yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerde olursak olalım
             hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

                                                             1948

YAŞAMAYA DAİR

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
                        hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
                        yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hattâ bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
                            zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
                            "Yaşadım" diyebilmen için...

                                                            Şubat 1948
#22 - Ağustos 09 2006, 21:33:40

Beni bütünde aramayın artık ...
Satırların sözcüklerin arasına sakladım kendimi ...
Kimse bulamasın, daha fazla silemesin diye çabalarım ...

Buket''im :bite

tuhaf ya...Nazım Hikmet'e duyuLan saygı bu kadarLa sınırLı :alala sitede şu an 10926 üye var ve sadece bir kaç kişi Nazım Hikmet'e bu kadar çok tuhaf :yanlis
#23 - Ağustos 09 2006, 21:36:35

Beni bütünde aramayın artık ...
Satırların sözcüklerin arasına sakladım kendimi ...
Kimse bulamasın, daha fazla silemesin diye çabalarım ...

Buket''im :bite

Ms.ExtacY

Çok büyük bir adam..




Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...

Muhteşem bi adam..Komünizmin en güzel örneği ya..
#24 - Ağustos 14 2006, 11:01:50

Ms.ExtacY

VASİYET

Yoldaşlar nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
         ırgat Osman yatsın yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
           çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
                    daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşularıma gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...   


BU VATANA NASIL KIYDILAR?

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğin yediniz,
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler,
götürüp kâfire: "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vuruluş,
vatan çırıl çıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Gün gelir çark düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Şu son şiiri e-mail le başbaknımıza yollamıştım..Tabi onun okudupunu hiç sanmıyorum ama olsn..İçimde kalmadı..
#25 - Ağustos 14 2006, 11:05:49

aY_meLek

ÇANKIRI HAPİSANESİNDEN MEKTUPLAR

Saat dört
yoksun
Saat beş
        yok
Altı, yedi,
ertesi gün, daha ertesi
        ve belki
                kim bilir...
Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban dizlerinde...
Kelleci Memedi hatırlıyor musun?
Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
bacakları kısa
ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.
"hanım abla" derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
                tepemizde,
                yukarda,
                        güneşe yakın,
                        bir konserve kutusunun içinde...
Bir cumartesi gününü,
hapisane çeşmesiyle ıslanan
bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
aklında mı:
"Beypazarı meskenimiz,ilimiz,
kim bilir nerede kalır ölümüz....?"
O kadar resmini yaptım senin
bana birini bırakmadın.
Bende yalnız bir fotoğrafın var:
        bir başka bahçede
                çok rahat
                        çok bahtiyar
yem verip tavuklara gülüyorsun.
Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
fakat pek ala gülebildik
ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haber aldık
en güzel hürriyete dair,
nasıl dinledik ayak seslerini
yaklaşan müjdelerin,
ne güzel şeyler konuştuk
hapisane bahçesinde...



DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
                              bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                              bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
                              bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
                              bu hasret bizim...



HASRET

Yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
                  bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
                      yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
                  koşuyorum ardından.




Nazım Hikmet'in en sevdiğim şiirleri burdaymış zaten.. ben de bunları eklemek istedim.. emeğinize, ellerinize sağlık :cicek


#26 - Ağustos 15 2006, 19:54:55

emeği geçen herkese teşşekür ediyorum...................................
#27 - Ağustos 24 2006, 16:57:23
A&A         Seni ÇOK seviyorum!!!!   



                    asenaa....

ne güzel konu hazırlamışsınız arkadaşlar tebrik ediyorum :))

ekleyecek bir şeyler düşündüm ama bulamadım en sevdiğim şiirlerini eklemişssiniz zaten hayatı, kitabı nasıl okuduğunu bile

çok teşekkür ediyorum :))
#28 - Ekim 27 2006, 21:41:46

bu da benim taptığım eserlerinden biri :))





BASİT YAŞAMAK

 

Basit yaşayacaksın.

 

Mesela susayınca su içecek kadar basit.

Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

 

Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;

tek bir düğme, tek bir cümle gibi;

sevince lafı dolandırmadan söylediğin

“seni seviyorum” gibi.

 

Basit bir öpücük yetecek sana;

basit sıcak bir öpücük

ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.

O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,

o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

 

Kabak çekirdeği verecek sana

rakamların veremediği mutluluğu.

 

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak

en değerli kağıdın;

hep yanında taşıdığın,

atmaya kıyamadığın.

 

İki harekette giyiniverecek,

iki harekette soyunuvereceksin.

Kısacık olacak uyanman

ve yola çıkman arasında geçen süre;

kısacık olacak

sıcacık kollara dolanman

ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

 

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;

bakışların bile anlatabilecek kendini.

 

Beklentilerin de basit olacak.

Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.

Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;

ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana

en ucuz aşk romanını.

 

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.

Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

 

Bir kaşarlı tost olacak aradığın

nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;

parmakların olacak en kıymetli çatalın.

Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.

İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

 

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana

kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir

“fa diyez”in mutluluğunu.

 

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.

Temizlik kokacak en pahalı parfümün

 

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde

ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.

Tek dereden su getirmen yetecek,

bir “istemiyorum” diyebilmeye.

 

Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.

 

Saatin, sadece saati gösterecek;

Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.

Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

 

Basit yaşayacaksın, basit.

Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

 

basit...

#29 - Ekim 27 2006, 21:51:20

KARAYILAN

Karayılan" olmazdan önce
                umurunda değildi Karayılan'ın
                kıyamete dek düşmana verseler Antep'i.
Çünkü onu düşünmeye alıştırmadılar.
Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi bir gül fidanıydı onun,
gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzükoyun
             ak bir taşın ardından
                         kara bir yılan
                                    çıkardı kafasını.
Derisi ışıl ışıl,
           gözleri ateşten al,
                           dili çataldı.
Birden bir kurşun gelip
                   kafasını aldı.
Hayvan devrildi kaldı.

Karayılan
       Karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
           ömrünün ilk düşüncesini :
     "İbret al, deli gönlüm,
      demir sandıkta saklansan bulur seni,
      ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm."

  şiirin tamamı deil, ama en sewdiğim kısmı bursaı, çok uzun bi şiir aslında... :)
 bi de bu şiir war, bu da çok güsel bence.. we de anlamlı.. :)


VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
 
 bu şiiri her okuyuşumda tüylerim diken diken oluyo gerçekten.. :))
   
 
#30 - Ekim 28 2006, 21:16:57
Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum,
Kerbela çölünde Hüseyin.
Zindanlarda Cem Sultan,
Sehpalarda Pir Sultan.
Ve Madımak'ta otuzyedi can...





YİRMİNCİ ASRA DAİR

- Uyumak şimdi,
  uyanmak yüzyıl sonra, sevgilim...

- Hayır,
   kendi asrım beni korkutmuyor
   ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
   asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
    büyük
     ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum,
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
  bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...

- Yüz yıl sonra, sevgilim...

- Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem)
senin gözlerin gibi, Hatçem,
                          güneşli olacaktır.
                                                             12. 11. 1941


en sevdiğim şiirlerindne bitanesidir
kendisinden dinleyince daha bi sevmiştim.......
tskler arkadasım yeniden okuma fırsatı verdiğin için...

bir kaç tane şiirinide sizlerle paylaşmak isterim....

BENİM OĞLAN FOTOĞRAFLARDA BÜYÜYOR

İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.

Ayrılık dayanılır gibi değil mi?
Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?
Elâleme haset mi ediyoruz?
Elâlemin babası İstanbulda hapiste,
elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
yol ortasında
güpegündüz.
Bense burda rüzgâr gibi
bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasın yavrum,
ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oğlu katil olmasın,
elâlemin babası ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
orda onlar aldı göze ipi.

İnsanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanın dört köşesinden
dur deyin,
cellât geçirmesin ipi


Ceviz Ağacı

Basım kopuk kopuk bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, ser ham ser ham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kivil kivil.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
koparıver, gözlerinin, gülüm, yasini sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir. şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Nazım Hikmet



AŞK MÖNÜSÜ (32743 Hit)

Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
sen ülkemin yaz geceleri gibisin
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
beni unutma
ah! saklı gülüm
sen hem zor hem güzelsin
şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen memleketim kadar güzelsin
ve güzel kal



BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR
#31 - Kasım 17 2006, 13:06:15

O MAVİ GÖZLÜ BİR DEVDİ (15353 Hit)

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..

NAZIM HİKMET
BİR ACAYİP DUYGU
«Mürdüm eriği
çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra —
Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...
Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
Dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte ..........»
.......... yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.


emeği geçen herkese teşekkür ederim
ellerinize sağlık arkadaslar.....
#32 - Kasım 17 2006, 13:22:53


Ne yazıkki gerçekten vatan hainleri elini kolunu salayarak bu vatanda varlığını sürdürürken bu insanın varlığı nedense bazı insanlara çok gelmiştir.


En sevidm şiirlerinden birini koyuyorum
BEN SENDEN ÖNCE

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,
        beni yaktırırsın,
        odanda ocağın
        üstüne korsun
                içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
        şeffaf,
                beyaz camdan olsun
                        ki içinde beni görebilesin
Fedakârlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
        senin yanında kalabilmek için.
        Ve toz oluyorum
        yaşıyorum yanında senin.
        Sonra, sende ölünce
        kavanozuma gelirsin.
        Ve orada beraber yaşarız
        külümün içinde külün
        ta ki bir savruk gelin
        yahut vefasız bir torun
        bizi ordan atana kadar...
        Ama
        biz
        o zamana kadar
        o kadar karışacağız ki birbirimize,
        atıldığımız çöplükte bile
        zerrelerimiz
        yan yana düşecek.
        Toprağa beraber dalacağız.
        Ve bir gün yabani bir çiçek
        bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
        sapında muhakkak iki çiçek açacak :
        biri
                sen
        biri de
                ben.
Ben
daha olumlu düşünüyorum
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
                ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
        bizim cenaze şeklini.
        Ben ölünceye kadar da
        Bu düzelir herhalde.
        Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
        İçimden bir şey :
        belki diyor.
#33 - Kasım 27 2006, 13:50:25

hadi arkadaşlar ustanın şiirleriyle dolduralım
#34 - Şubat 03 2007, 22:54:20
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
düşmüş dalgalara.
Işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
Bu türkü
diyor ki,
«Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.»
Bu türkü
diyor ki,
«Çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin.»
Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..»
Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar
rüzgâr
ve su...»

Başüstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..
#35 - Şubat 03 2007, 22:57:08

süpersin  Pesim1sTLee !!!!
:):)
#36 - Şubat 03 2007, 23:01:04
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

tR!gonometR!k

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor.
#37 - Şubat 06 2007, 16:48:41

_BoDdAh_





HOŞGELDİN KADINIM

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

#38 - Şubat 06 2007, 17:04:03
« Son Düzenleme: Nisan 21 2007, 09:54:43 Gönderen: ..boddαh.. »

tR!gonometR!k

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
...



#39 - Şubat 06 2007, 17:12:08

HÜRRİYET KAVGASI

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.

                Beyazıt'ta şehit düşen
                silkinip kalktı kabrinden,
                ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
                yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.

                                                                            (1962)
#40 - Şubat 06 2007, 18:38:59
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

ASYA-AFRİKA YAZARLARINA

Kardeşlerim
bakmayın sarı saçlı olduğuma
ben Asyalıyım
bakmayın mavi gözlü olduğuma
ben Afrikalıyım
ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
                                     sizin ordakiler gibi tıpkı
benim orda arslanın ağzındadır ekmek
                    ejderler yatar başında çeşmelerin
                    ve ölünür benim orda ellisine basılmadan
                                    sizin ordaki gibi tıpkı
bakmayın sarı saçlı olduğuma
ben Asyalıyım
bakmayın mavi gözlü olduğuma
ben Afrikalıyım
okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin
şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek
şiirler bayraklaşabilir benim orda
                             sizin ordaki gibi
kardeşlerim
sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
                                            toprağı sürebilmeli
pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
                                            dizlerine kadar
bütün soruları sorabilmeli
bütün ışıkları derebilmeli
yol başlarında durabilmeli
                  kilometre taşları gibi şiirlerimiz
yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
cengelde tamtamlara vurabilmeli
ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli
                                      büyük hürriyete şiirlerimiz


                            (22 Ocak 1962, Moskova)
#41 - Şubat 06 2007, 18:39:23
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

BAHRİ HAZER

Ufuklardan ufuklara
ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,
konuşup coşuyordu!
Kim demiş "çört vazmi!"
                            Hazer ölü bir göle benzer!
Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur Hazer!
Hazerde dost gezer, e.....y!..
                            düşman gezer!

Dalga bir dağdır
                 kayık bir geyik!
Dalga bir kuyu
                 kayık bir kova!
Çıkıyor kayık
             iniyor kayık,
devrilen
        bir atın
              sırtından inip,
şahlanan
         bir ata
              biniyor kayık!

Ve Türkmen kayıkçı
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
Başında kocaman kara bir papak;
bu papak değil:
tüylü bir koyunu karnından yarıp
                                          geçirmiş başına!
Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!

Çıkıyor kayık
              iniyor kayık

Ve kayıkçı
"Türkmenistanlı bir Buda heykeli" gibi
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
fakat, sanma ki Hazerin karşısında elpençe divan durmuş!
O da bir Buda heykelinin
taştan sükûnu gibi kendinden emin
dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.

Bakmıyor
           kayığa
                sarılan
                       sulara!
Bakmıyor
           çatlayıp
                   yarılan
                         sulara!

Çıkıyor kayık
               iniyor kayık,
devrilen
        bir atın
              sırtından inip
şahlanan
         bir ata
              biniyor kayık!

- Yaman esiyor be karayel yaman!
  Sakın özünü Hazerin hilesinden aman!
  Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!
           
- Aldırma anam ne çıkar?
  Ne çıkar
           kudurtsun
                       karayel
                               suları,
Hazerde doğanın
                      Hazerdir mezarı!

Çıkıyor kayık
              iniyor kayık
çıkıyor ka...
            iniyor ka...
Çık...
     in...
        çık...

     
                                     (1928)
#42 - Şubat 06 2007, 18:40:32
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

--------------------------------------------------------------------------------

BAYRAMOĞLU

Mahpusanedeyim.
Mahpusanede kalbimin
kanayan çıplak ayakları
        ne zaman çok uzun bulsa yolunu,
        hatırlarım bilmem neden
        Azeri yoldaşım Bayram Oğlunu:
Baki.
        Gece saat iki
                        sularında ..
Karaşehrin kara damlarında yatanlar
görüyor kanlı renklerin nescini uykularında ..
Yıldızların altında kara neft burguları
hışırdıyor servilikler gibi derinden
                        yüreğinden.
Bakıyor uykulu sarı gözler
kara topraktaki yağlı neft birikintilerinden.
        Gök kara,
                yıldızlar sarı.
                Tek katlı,
                düz damlı dört köşe tas dükkanların
                                kapalı kara kapıları.
Karaşehrin kara damlarında yatanlar
görüyor kanlı renklerin nescini uykularında.
Baki.
        Gece saat iki
                        sularında
Taşlarda yuvarlanan
        nal ve tekerlek sesleri.
                Seslerde seslenen sesler ..
                İşte bir fayton geçiyor
                                        geçmede
                                                        geçti:
        son evlerin yakınından
                        uzağından
                                ırağından..
Kara bir lanettir ki bu,
kopmuş geliyor gecenin dudağından...
Bu faytonun fenerinde dehşeti var:
        hançerle oyulmuş
                kor
                        ve derin
                                gözlerin..
        Taşlarda yuvarlanan
                nal ve tekerlek sesleri
                Gittikçe uzaklaşan,
                        gittikçe alçalan sesler...
Ortada demiryolu,
        sağ yanda Karaşehir;
        solda fabrikaların
                duvarları yükselir.
Karşıdan fayton gelir.
        içinde Bayram Oğlu.
        Bağlanmış kolu
        Bayram Oğlunun..
        Karşıdan fayton gelir
        içinde
                Bayram Oğlu.
Jandarma sağı,
                Jandarma solu
                        Bayram Oğlunun...
Kolunu bağlamışlar
        kanadı kırık değil ..
        Gözünde toplanan
        hıçkırık değil...
        Gözleri ışık dolu
                Bayram Oğlunun.
Karşıdan fayton gelir,
        içinde
                Bayram Oğlu.
Ölümdür yolu
        Bayram Oğlunun
                Bayram
                Oğlunun..."

KALBİMİ BUNALTAN BU DÖRT DUVAR MI?
ÖLÜMDEN ÖTEYE KÖY VAR MI???

                                                     (1927)

--------------------------------------------------------------------------------
#43 - Şubat 06 2007, 18:41:06
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

--------------------------------------------------------------------------------

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
              bahçesinde ebruliii
                      hanımeli
                                    açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev,
Ve elleri öyle büyük işler için
                     hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
                       çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
                      hanımeli
                              açan evin.

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
           yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
          bahçesinde ebruliiii
                  hanımeli
                      açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliii
                             hanımeli
                                       açan ev...

--------------------------------------------------------------------------------
#44 - Şubat 06 2007, 18:41:34
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

SALKIMSÖĞÜT
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu sularda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin bittiği yere!
Birden
bire kuş gibi
                    vurulmuş gibi
                                    kanadından
Yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
    uzaklaşan atların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
               Ne yazık ki ona
dört nala giden atların köpüklü boynuna bir daha yatamayacak,
 beyaz orduların ardında kılıç oynatamayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
Atlılar kayboluyor güneşin batığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr.
Atları...
At...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
                   renkler silindi
Siyah örtüler indi
                 mavi gözlerine
sarktı salkımsöğütler
                             sarı saçlarının
                                               üzerine!
Ağlama salkımsöğüt
                            ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
                                          el bağlama!
                                                ağlama!
#45 - Şubat 06 2007, 18:42:05
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

ŞEHİTLER

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
              mezardan çıkmanın vaktidir!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
              Sakarya'da, İnönü'nde, Afyon'dakiler
              Dumlupınar'dakiler de elbet
              ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu  köklerimizsiniz
              yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
              siz toprak altında derin uykudayken
                        düşmanı çağırdılar,
                                    satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
              kalkıp uyandırın bizi!
                              Uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,
              mezardan çıkmanın vaktidir.
               
#46 - Şubat 06 2007, 18:42:32
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında
               (((( 7 satırrr))))
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında

çook önemli bi insan hayatı boyunca yeterlii  ilgyi görememişş ve memleket acızsını en derinden hisseden kişii

piposunu yanından hiç ayırmazmışş çünkü ona türkiyeden gelen tek şey piposuymuşş ve herşeyinden vazgeçse de ondan vazgeçemezmiiş

can dündarın nazım hakkında bir kitabı var orda birçokşeyi anlatıyo

aziz nesinin yazdığı bir kitap olan "türkiyenin şarkısı nazım"da karısı vera ve dostlarının da nazım hakkında sölediklerini barındırıyor.
#47 - Şubat 09 2007, 18:08:30
[img]http://www.mediabistro.com/agencyspy/original/gossip_girl.JPG[img/]

nazım hikmet..hep benlik bi söz dediğim nazım hikmetten çıkmıştır...uzaktakileri sevmiştir hep...mavi gözlü dev...offf.offf
#48 - Nisan 21 2007, 02:43:25
İLK İSTEĞİN NEDİR SORUSU ÇOK ÇOK KOLAYDIR SON İSTEĞİN NEDİR SORUSUNDAN...ÇÜNKÜ BU SORUYU KİMSE KİMSEYE SORAMADI KORKUSUNDAN...Ö. ASAF

_BoDdAh_

Diyet

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsiniz,
iki kurnaz,
iki hayin,
ve zeytini yagli iki gözünüzle
bakarsiniz kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarina çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle oksarsiniz,
iki tombul,
iki ak,
vicik vicik terli iki elinizle
oksarsiniz pomadali saçlarinizi,
dövizlerinizi,
ve memelerini metreslerinizin.
iki bacaginizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacaginiz tasir genis kalçalarinizi,
iki bacaginizla çikarsiniz huzuruna Eisenhower'in,
ve bütün kayginiz
iki bacaginizin arkadan birlestigi yeri
halkin tekmesinden korumaktir.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarimin ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayi,
Kore'de harcadiniz, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vicik vicik terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz söyle bir bakti arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çigligimi duymamaniz için
kaçirdi sizi bacaklariniz arabaniza bindirip.
Ama ben pesinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hizli gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarimla pesinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacaga bacak,
diyetimi istiyorum,
alacagim da.

25 Haziran 1959
Kore'de ölen bir yedek subayin söyledikleri



Davet

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kisrak basi gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, disler kenetli
ayaklar çiplak
Ve ipek bir haliya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansin el kapilari bir daha açilmasin
yok edin insanin insana kullugunu
Bu davet bizim!
Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardesçesine
Bu hasret bizim!



Seviyorum Seni

Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan birşeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi.
#49 - Nisan 21 2007, 09:58:42

*__M-@-s-s-@-c-r-e__*

Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler

Dünyadan memleketinden insandan
          umudun kesik değil diye
          ipe çekilmeyip de
          atılırsan içeriye
          yatarsan on yıl on beş yıl
          daha da yatacağından başka
sallansaydım ipin ucunda
              bir bayrak gibi keşke
                               demeyeceksin
yaşamakta ayak direyeceksin.

Belki bahtiyarlık değildir artık
boynunun borcudur fakat
                          düşmana inat
                          bir gün fazla yaşamak.

İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin
                    kuyunun dibindeki taş gibi
fakat öbür tarafın
              öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına
              sen ürpermelisin içerde
              dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.

İçerde mektup beklemek
yanık türküler söylemek bir de
bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
            tatlıdır ama tehlikelidir.

Tıraştan tıraşa yüzüne bak
unut yaşını
koru kendini bitten
             bir de bahar akşamlarından.

Bir de ekmeği
           son lokmasına dek yemeyi
bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.

Bir de kim bilir
sevdiğin kadın seni sevmez olur
ufak iş deme
yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
                               içerdeki adama.

İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena
dağları deryaları düşünmek iyi
durup dinlenmeden okumayı yazmayı
bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
bir de ayna dökmeyi.

Yani içerde on yıl on beş yıl
                       daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil
                  geçirilir
                  kararmasın yeter ki
                  sol memenin altındaki cevahir.

                                                            [Mayıs 1949]

#50 - Nisan 21 2007, 15:00:24

...guilty...

Sana geldim Nazım Usta...!

Seni bize getirmiyorlar ya; ben sana, şehrine geldim.

Şehrine... ölmeden birkaç ay önce "19 yaşım, 60 yaşım/öğretmenim yoldaşım" dediğin Rus başkentine...

Fikriyatının anavatanına... hasretinin son durağına...

Koca bir "devrim müzesi" gibiydi Moskova... geniş caddelerinde gezdim. Gördüm, panolarda "Orak-çekiç"lerin, "hamburger-kola"ya dönüştüğünü... Lenin'in, enternasyonalin hepten gözden düştüğünü...

Güldüm.

Sonra, Novodeviçye mezarlığında, kar beyazı bir polen yağmuru altında memleket toprağı serptim toprağına... Eskişehir'den geldi, hasretini çektiğin çınar...

Malum; "en iyisi ağaçlar/ağaçlar anılardan çok yaşar"...

 

* * *

 

Eski yoldaşların gözyaşı döktü başucunda...

Vera Tulyakova; o uğruna buralara "geldiğin, kaldığın, güldüğün, öldüğün kadın", saman sarısı saçları ve mavi kirpikleriyle en ön sıradaydı.

Şair dostun Valeri Tokarev "Koşun, kurşun eritmeye çağırıyorum" diye gürledi yorgun Slav aksanıyla...

Raisa Simonova'yı hatırlıyor musun? 9 aylık hamileydi sen öldüğünde... Son karşılaşmamızda "Güzel bir kızın olsun, adını 'Anna' koy" demiştin. Öldüğün hafta doğurdu Raisa... Anna şimdi Londra'da... 37 yaşında...

Demek 37 yıl olmuş sen öleli... hayat, şiirini kaybedeli...

Yakamda bir karanfil, boğazımda koca bir düğümle halamı aradım mezarının başından... "12 yaşımda korka korka eve getirdiğin Seçmeler kitabından, gizlice kulağıma şiirlerini fısıldadığın adam..." dedim... "o adamın şiirlerini haykırarak okuyoruz şu an..."

O şiirler ki, bana memleketi sevdirmişti, bir de adil bir dünya hasretini...

Kim bilir kaç kavgada silah diye kuşanmıştım onları... kaç sevdaya çiçek yapıp dolamıştım.

"19 yaşım, 40 yaşım/öğretmenim yoldaşım"...

 

* * *

 

"Kim bilir neler olacak 30 yıl sonra" diyordun 957'de...

Ne çok şey oldu gerçekten de...

Akıl almaz bir süratle değişiyor dünya...

Memlekete gelince...

Gezemiyorsa da henüz "elini kolunu sallayarak hürriyet", "30-40 dilde basılan yazıların" artık ülkende, Türkçe'nde de serbest...

Artık bir yılan başı gibi koparmıyorlar "Nazım" diyenin kafasını...

Ama beteri oldu; dün sana "hain" diyenler kullanmaya başladı adını...

Türkeş, "Bu memleket bizim" diyerek açtı paslı kilidi...

Demirel, "Yaşamak" dedi, "...bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine/ bu hasret bizim..."

Kutan, "Bir gün daha yaklaştık menzile..." diye selamladı seni...

Her nasılsa, "Nazımperver" kesildi, vatanın en muhafazakar siyasileri...

Ve nihayet... devlet elçisiyle, bakanlık temsilcisiyle katıldı bu yılki anma törenine...

Dahası... o "kapitalistler" var ya, şiirinde "milletten korkuyorlar" dediğin... Onlar getirdi bizi buraya... Her daim "Komünistler"e adres gösterilen Moskova'ya...

Abidin'e söyle, baksın bu fotoğrafa ve oradan yapsın "çok şükür, bugünü de gördüm, ölsem gam yemem gayrı"nın resmini...

 

* * *

 

Görünen o ki usta... 2002 yılında... Nazım asrında yani... 100 yaşında bitecek hasretin...

Bunlar... bu, sağlığında hayatı sana zindan edip, ardından şiirinin rantını yiyenler, sonunda "seve seve" verecekler vatandaşlığını...

Muhtemelen memlekette bir köy mezarlığına gömecekler seni...

Tepende ulu bir çınar, avluda güneş, semada beyaz güvercinler olacak... Belki bando değil ama, rengarenk çocuklar gelecek yanına...

"Şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecen, bu kez güneşli doğacak."

Senin olamadı, ama belki bizim "en güzel günlerimiz, henüz yaşamadıklarımız" olacak.
 
                                                                                                                                                             Can DÜNDAR


#51 - Haziran 05 2007, 09:16:20

C_R_A_Z_Y

  yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. 1947
#52 - Haziran 05 2007, 10:00:24

_hUh rAsTası_

OTOBİYOGRAFİ
 
 

1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim

kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
                                               ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
                                               ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
                                                            verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
                                            sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
              ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
            çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
            camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
            ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
            Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
                                           insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
                             başımdan neler geçer daha
                                                                kim bilir.
 
 
 

                                                                11 Eylül 1961 / Doğu Berlin

#53 - Haziran 12 2007, 14:38:28

geçen yıl dönümünde nazımı anma gecesi düzenlendi ve emniyet genel müd. izinvermemesi üzerine salt aşk şiirleri anıldı bu olayı buradan da protesto etmek istedim.
#54 - Haziran 24 2007, 20:21:41

_hUh rAsTası_

geçen yıl dönümünde nazımı anma gecesi düzenlendi ve emniyet genel müd. izinvermemesi üzerine salt aşk şiirleri anıldı bu olayı buradan da protesto etmek istedim.

Hadise gerçekten beni de çok üzmüştü ..

Konur'da toplandığımız vakit yolundaydı herşey ..

Daha sonra olanlar ise ülkeme özgüydü .. :öff






HÜRRİYET KAVGASI

Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,
dalga dalga aydınlık oldular,
yürüdüler karanlığın üstüne.
Meydanları zaptettiler yine.

                Beyazıt'ta şehit düşen
                silkinip kalktı kabrinden,
                ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
                yıktı Şahmeran'ın mağarasını.

Daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar.
Dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır.
Safları sıklaştırın çocuklar,
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır.


(1962)
#55 - Temmuz 01 2007, 14:34:50

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...

Nazım Hikmet



gece gündüz bunu okumak... insana farklı şeyler katıyor.
#56 - Temmuz 01 2007, 19:18:22

gercekten super bırı..
#57 - Temmuz 01 2007, 19:21:19
HoLi iSTanBuL'un ŞaHı
                                                                            AklıM KendiNé méZaR KazaBiLeceğiN KadaR DeriNn ..   

Ben, bir insan,
ben, Türk şairi komünist Nâzım Hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret ben...
#58 - Temmuz 01 2007, 19:24:24

yazmak ve üretmek için yaratılmış en çok sevdiğim şairdir.süpeerr insan.
#59 - Aralık 09 2007, 22:55:33
İmzanız kural dışı.

depresif

Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüregim
Uy anam anam,
Haziranda ölmek zor

Çalışmışım onbeş saat
Tükenmişim onbeş saat

Yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım

Anama sövmüş patron
Sıkmışım dişlerimi
Islıkla söylemişim umutlarımı

Sıcak bir ev özlemişim
Sıcak bir yemek
Sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
Çıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sarı sarı yapraklarla dallarda
İnsan iskeletleri

Gece leylak ve tomurcuk kokuyor
Uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce 
Demek ki on yıl sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki manda gözü
Demek ki sile bezi
Bir de memedin yüzü
Bir de saman sarısı
Bir de özlem kırmızısı

Demek ki göçtü usta
Kaldı yürek sızısı

Yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
3 Haziran 63'ü

3 Haziran 63'ü
Bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Okşar yanan alnını
Nazım Ustanın
Bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Yatıyor oralarda
Bir eski gömütlükte
Yatıyor usta

Gece leylak ve tomurcuk kokuyor

Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir kuş ötüyor.

Haziranda ölmek zor....

3 Haziran 63'ü
Bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
Bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
Okşar yanan alnını
Nazım Ustanın ..


Büyük insan Nazım Usta..  Nur içinde yatıyordur..  :)
#60 - Aralık 14 2007, 16:14:10

kesinlikle en güzel şiirleri yatar bursa kalesinde adlı kitapta
bu arada ben ne zaman edebiyatta şiir projesi verseler nazımdan başkasını yapamam
#61 - Ocak 19 2008, 01:22:43
[img]http://www.mediabistro.com/agencyspy/original/gossip_girl.JPG[img/]

"Yoruldun ağırlığımı taşımaktan
ellerimden yoruldun
gözlerimden, gölgemden
sözlerim yangınlardı
kuyulardı sözlerim
bir gün gelecek, ansızın gelecek bir gün
ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan ayak izlerimin
ve hepsinden dayanılmazı
bu ağırlık olacak..."

...

"Ne ben sezarım,
ne de sen brütüssün...
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
artık seninle biz,
düşman bile değiliz..."
#62 - Mart 11 2008, 01:09:08
Viking's

Mandalina Kabuğu

En sevdiğim şiirlerindendir Sen
Bir kısmını yazmışlar.


Ne kadar
beraber geçmis günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kaniyla götürecegim
ebediyete
ben o günleri..
Sana gelince, sen o günleri -
kendi ogluyla yatan,
kizlarinin körpe etini satan
bir ana gibi satiyorsun!.
Satiyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sicak bir dösek
ve üç yüz papellik rahat
için..

#63 - Mart 18 2008, 09:30:07

Punk- O -Rama

" Karım benim dilleri baldan tatlı arım benim "

Kızıl bacısına(Piraye) ne güzel şeyler yazmış.Bu ne içtenliktir ( : Gıpta edilesi bir aşk filvaki ..Üstad rahat uyusun Moskova'da..
#64 - Nisan 09 2008, 23:19:53

"Özlem Adami" desem yeridir herhalde.. Nitekim yillarca hem vatan, hem es, hem evlat özlemi cekmistir..

Sonunda bir sekilde hepsine kavusmustur, ama tadini cikaramamistir.. Esi ve oglunu aski icin terketmistir, vatanina ise ancak mezarina atilan toprak ile kavusabilmistir.

Yazar kisiligine yorum yapmak gereksiz ...


Nazim Hikmet'in kaleminden cikan son siir elbette Vera 'sinaydi:

"Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana

Geldim
Kaldim
Güldüm
Öldüm"


Sonu söyle olan
"Sende ben imkansizligi seviyorum
Fakat asla umutsuzlugu degil. "

"Yine Sana Dair" isimli siiri en harikalarindan gercekten ...
#65 - Nisan 10 2008, 00:01:16
« Son Düzenleme: Nisan 10 2008, 00:04:09 Gönderen: Yildiz »
Alıntı yapılan: Wiiliam Shakespeare
love all
trust a few
do wrong to none

Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!


Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!



Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
NAZIM HİKMET
-Nazım Hikmet'in en sevdiğim şiiri-
#66 - Nisan 10 2008, 12:25:13
İmza kural dışı.


Tahir olmak ayıp değil zühre olmakta
hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil
bütün iş tahirle zühra olabilmekte
yani yürekte.

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir seromu
ölmek ayıp olurmu?

Tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp deği

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın seni sevmesi şartmı?
yani tahiri zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
tahir ne kaybederdiki tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil..
#67 - Nisan 13 2008, 03:21:39

barbie9138

Trabzondan bir motor açılıyor
Sa-hil-de-ka-la-ba-lık!
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva Kemal'in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamlarının donuna
Uluyorlar

Hav... hav... hak... tü


Satırlarıyla Atamıza hakaret eden şair(!)

Ayrıca edebi yönden pek bir değer taşımamaktadır bende. Taşımamasının sebebi siyasi düşüncesi değildir. Kalemi güzel olsa sevebilirdim.
Siyasi tercihinden dolayı belli bir kesim tarafından pek bir şişirilmiştir ayrıca.
Nazım Hikmet  BORJENSKİ sadece aşk şiirleri yazsaydı pek değer ifade etmezdi bence.
#68 - Temmuz 25 2008, 18:44:28
« Son Düzenleme: Temmuz 27 2008, 23:00:54 Gönderen: Cin-derella »

çok güzel teşekkürlerr
#69 - Temmuz 25 2008, 18:51:49
lan yüzüme bakma malca konuşmuyorum arapça

Punk- O -Rama

Komik.Kendisi Atatürk'e şu şiiri yazmıştır,güzeldir,okunasıdır.

"Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : Üç, dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı."
#70 - Temmuz 28 2008, 22:09:08

barbie9138

Nazım' ın KAFATASI, BİR ÖLÜ EVİ ve UNUTULAN ADAM isimli oldukça basit piyesleri Şehir Tiyatrosu' nun (Darulbedayi) sahnesinde aylarca oynanmış Nazım' a hem para hem şöhret temin etmişti. Üstelik Nazım' ın şöhreti Atatürk' e kadar ulaşmıştı.

Atatürk de, Nazım adına yapılan bu geniş reklam ve propagandaya pek itimat etmediği için:

- "Şunun bir şiirini kendi ağzından plağa alın getirin bakayım" demiş. Nazım' ın "Hazer" ve "Salkımsöğüt" şiirleri kendi diliyle plağa alınarak Atatürk' e dinletilmiş, Atatürk bunları dinledikten sonra aynen:

-" Bu şiirlerde Türk Milleti'nin hayatına kasteden bir bomba var" demişti.
#71 - Temmuz 29 2008, 19:07:26

Benim bile daha iyi yazacağım sârihtir, sâhihtir. Edebî yanı bu kadar mı eksik ve basit olur bir insanın dediğim yazar ve şair-imiş.
Hayır yani o kadar berbat bir kalemi vardır ki, nasıl şair olmuş dedirtir. Aşk şiirleri desen hiç bir anlam barındırmıyor, derinlik yok.
Siyasi düşüncelerinden dolayı değil bu söylediklerim aman yanlış anlamayın, sizi aptal yerine de koymuyorum, yo hayır. Sadece kalemini sevmiyorum. Kaç milyon hayranına karşın ben bu adamı sevmiyorsam -pardon yazılarını beğenmiyorsam vardır bir bildiğim. Ha bu arada, rubai kısmına hiç girmiyorum Ömer hayyam özentisidir bu konuda. Ama misal şimdi gidip Nazım aşığı olan Pablo Neruda'ya da övgüler yağdıracağım, böylesine de çelişik bir insanım.

"Öptü beni : «— bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.
«bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.
«ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi..."

-demiş bir rubaîsinde, tek bir kelimesi bile bir his uyandırmadı bende. Nâzım, keşke yazmasaydın.

"Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya icre olup
deryayi bilmeyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim"

demiş burada da, ağzınla kuş tutsan yaranamazsın bana Nâzım.

Budabirnot: İroniden anlamayan nesle âşina değildik öyle değil mi? Değildik vesselâm.
#72 - Temmuz 29 2008, 19:48:36
« Son Düzenleme: Temmuz 30 2008, 14:49:03 Gönderen: Elf »
Viking's

Punk- O -Rama

Alıntı
Nazım Hikmet sanıyorum ki bu şiiri "Mustafa Suphi"nin öldürülmesi üzerine yazmış olmalı.

Mustafa Suphi "Türkiye Komünist Partisi"nin merkez komitesi başkanıdır.
Anadolu'daki Komünist hareketin önderi olarak görülmüştür Rusya tarafından.
Bu yüzden Anadolu'ya gönderilmesi kararı alınır ve bir tekne ile Anadolu'ya açılır.
Ancak o gelmeden önce haberi gelmiştir.
Kars ve Erzurum'u geçemeden gerisin geriye dönmek için Trabzon'a geçmişler ve Kayıkçılar Kahyası Yahya'nın adamları tarafından öldürülürler.
Bu işi Mustafa Kemal'in mi yaptırdığı pek bir giz içermektedir sanıyorum.
Ancak Nazım Hikmet öyle ki Mustafa Kemal'in yaptırdığından emin olmuş olmalı...

Eminim ki bu şiir, bu olay için yazılmış olmalı.
Çünkü ibareler birebir oturuyor...

Bu olayda "Topal Osman" olayı gibi bir çok soru işaretleri içermektedir.

Kahvrengilediğim kısımın açılımı şöyle olmalı sanıyorum, eğer bir tahlil yapılacaksa;

Kahya Yahya, Adamlarının arkasına gizlenmiş
Kumandan, Yahya'nın arkasına...
Kemal, Kumandanın ardına geçmiş,
Burjuva'da Kemal'in ardına...

Yani
Burjuva, Kemal'i
Kemal, Kumandanı
Kumandan, Yahya'yı
Yahya'da adamlarını kullanarak eylem gerçekleştirilmiş
Ve olay bu silsile ile bir giz haline getirilmiştir...

Alıntıdada belirtildiği gibi Burjuva , Kemal'dir aslı.Buna binaen Burjuva olarak gösterilen kişi Mustafa Kemal değildir.  :haydut

Öptüm gözlerinizden.  :urfa

idit : Bu plak olayının gerçekliliği nedir?Şehir efsanesinden ibaret olduğunu sanıyorum.Hiçbir kaynağı olmadan yazılan birşeydir.
Ben Nazım,Atatürk hayranıdır demiyorum,lakin yazılan iftiralarada yanıt vermedende geçmemek elzem.  :artis
#73 - Temmuz 29 2008, 21:20:52
« Son Düzenleme: Temmuz 29 2008, 21:24:35 Gönderen: Gebere Jackson »

Bir Fotoğrafa

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...
#74 - Ekim 23 2008, 01:01:26

Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...
(...)
Kitap okurum
İçinde sen varsın
Şarkı dinlerim
İçinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım,
Karşımda sen
(...)
En güzel deniz,
Henüz gidilmemiş olandır
En güzel çocuk
Henüz büyümedi
En güzel günlerimiz
Henüz yaşamadıklarımız
Ve sana söylemek istediğim
En güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür
O şimdi ne yapıyor?
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Evde mi, sokakta mı?
Çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir mi, hey gülüm
Beyaz kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi
O şimdi ne yapıyor
Şu anda şimdi, şimdi, şimdi
Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okşuyor
(...)
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzeredir
Her kara günümde onu bana
Tıpış tıpış getiren sevgili
Canımın içi ayaklar
Ve ne düşünüyor, beni mi?
Yoksa ne bileyim
Fasulyenin neden
Bir türlü pişmediğini mi?
Yahut insanların çoğunun neden böyle
Bedbaht olduğunu mu?
O şimdi ne düşünüyor
Şu anda şimdi, şimdi
(...)
Saat dört yoksun
Saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...


Nazım Hikmet
#75 - Ekim 28 2008, 23:04:29

Yaşamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.


2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orada ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki de yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki, hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız,
insanları, hayvanları kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yıldız zerresi yani,
yani, bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

En Başa Dön

--------------------------------------------------------------------------------

Yürümek

yürümek;
yürümeyenleri
arkasında boş sokaklar
gibi bırakarak,
havaları boydan boya
yarıp ikiye
karanlığın gözüne
bakarak
yürümek ..

yürümek;
dost omuzbaşlarını
omuzlarının yanında
duyup,
kelleni orta yere
yüreğini yumruklarının
içine koyup
yürümek |..

yürümek;
yolunda pusuya
yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek |..

yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek ...

Nazım HİKMET
#76 - Ocak 12 2009, 01:10:55

En sevdiğim yazardır. Onun yeri başkadır bende. Eserleri sonsuza kadar yaşayacak.
#77 - Ocak 30 2009, 13:12:06
Yaşamak sansürler eşliğinde, çok sahte.

tekrardan vatandaşlığa alınan yazaRımz..
biR fotoğrafa adLı şiiRini çok seveRim..
#78 - Ocak 30 2009, 13:21:05

modern zamanlarda ask dipdudududududu

O şimdi ne yapıyor
şu anda, şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
– hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!.. –

O şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?

Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
– her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!.. –
Ve ne düşünüyor
beni mi?
Yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...


Nazım Hikmet Ran
#79 - Nisan 09 2009, 22:14:17

Zeitgeist

Hakkında yazılan, atıp tutulan birçok safsataya rağmen, yeri başka olan insan.
#80 - Nisan 09 2009, 23:07:48

Dönem Ödevim Var .. Nazım Hikmetin 10 şiirinde Toplumsal Gerçekçilik - .-
#81 - Nisan 09 2009, 23:31:05

İçin Rahat Olsun

Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan "Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?" diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.
Sen, "Ama senin için şunu yaptım" derken o, "şunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın.Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. "Peki o ne yaptı" deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.
Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. "Acılara tutunarak" yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki.... Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası....
Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil , güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...
#82 - Haziran 27 2009, 20:56:00

Şiirlerine ölünesi insan. Heleki bu:

HERKES GİBİ

Gönlümle baş başa düşündüm demin;
Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karışıp sevda yeminim,
Bir anda unuttum seni, eminim
Kalbimde kalbine yok bile kinim
Bence artık sen de herkes gibisin.
 
BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN
 
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
#83 - Haziran 27 2009, 21:05:28
Destiny is for losers.
It's just a stupid excuse to wait for things to happen instead of making them happen.
-B.

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar: ana,
onlar: kadın
ve yoldaş olan...
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...


Nazım Hikmet
#84 - Temmuz 29 2009, 13:35:49

Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin.

Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
Fakat asla ümitsizliği değil...
#85 - Ağustos 08 2009, 14:09:55

Zeitgeist

Maria maria, artizliğe lüzum yok maria.
#86 - Ağustos 08 2009, 21:15:25

Sebastian Bach'ın Do Majör Konçertosu

Güz sabahı üzüm bağında
Sıra sıra büklüm büklüm
Kütüklerin tekrarı.
Kütüklerde salkımların,
Salkımlarda tanelerin,
Tanelerde aydınlığın.

Geceleyin çok büyük çok beyaz evde,
Herbirinde ayrı ışık,
Pencerelerin tekrarı.

Yağan bütün yağmurların tekrarı
Toprağa, ağaca, denize,
Elime, yüzüme, gözüme
Ve camda ezilen damlalar.

Günlerimin tekrarı
Birbirine benzeyen,
Benzemeyen günlerimin.

Örülen örgüdeki tekrar,
#87 - Eylül 22 2009, 19:37:49

“Bugün Pazar” şiiri 1938’de Ankara Merkez Komutanlığı
Cezaevi’nde yazılmış.



Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
                          bu kadar mavi
                           bu kadar geniş olduğuna şaşarak
                                       kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...


#88 - Ekim 05 2009, 17:13:54
« Son Düzenleme: Ekim 05 2009, 17:14:52 Gönderen: _Dionysos_ »
Terkederken Yanına Al Kara Kaplı Defterini
Akıtırsın Kaleminden Son Sözünü,İki Yüzünü..*

Şiirlerinde götürür derinlere.
Fakat gel gelelim birşey etkilemez , Davet şiirinin son kıtası kadar.

"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ,
Ve bi orman gibi kardeşçesine .
Bu hasret bizim ! "
#89 - Şubat 28 2010, 20:16:05
robotları döven kadının dramı.

Anlayamadılar   
     
Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda...
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! ..
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
ANLAYAMADILAR...
#90 - Şubat 27 2011, 08:31:21

Canan Tan da çok büyk hayranıdır. Bu yüzden okuduğum iki kitabında da (Piraye, Yüreğim Seni Çok Sevdi) Nazım Hikmet'in şiirlerine yer vermiştir.
#91 - Mayıs 29 2011, 14:39:47
ஜ Buyum ben, sadece bu.
                                    ĢĬŻξM

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.