Alternatifim Cafe

Peter İlyiç CAYKOVSKİ (P.I.Tschaikowsky)

Discussion started on Yabancı Sanatçılar -Gruplar

Peter İlyiç Çaykovski, Rusça: Пётр Ильич Чайкoвский (Piyotr İlyiç Çaykovskiy), (7 Mayıs1840, Votkinsk - 6 Kasım 1893, St. Petersburg) Romantik dönem Rus klasik müzik bestecisi.

7 Mayıs 1840’da Ural dağlarında bir maden kenti olan Votkinsk’te doğdu. Babası maden ocaklarında müfettiş idi. İyi bir öğrenim gördü ve özel müzik dersleri aldı. Ailesi Petersburg’a yerleşince bu kentte hukuk öğrenimine başladı ve 19 yaşında eğitimini tamamlayarak devlet memuru oldu. 21 yaşında iken annesinin ölümü üzerine yeniden besteci olma arzusu duydu ve işinden ayrılarak, sonradan Petersburg Konservatuvarı’na dönüşecek yeni bir müzik okuluna kaydoldu. 1865 yılında mezun oldu ve Moskova Konservatuvarı’nda müzik öğretmenliğine başladı. Bu kurumda çalıştığı 11 yıl boyunca birçok büyük eser yaratan Çaykovski, ilk defa Alınyazısı adlı senfonik şiirde kendi bestecilik üslubunu ortaya koydu: Tutku ve özlem dolu, küçük şarkıları yeğleyen bir üslup.

Eşcinsel eğiliminin dedikodulara yol açmasını önlemek için 1877’de konservatuvardan bir öğrencisi ile evlenen Çaykovski’nin bu evliliği çok başarısız olmuş ve intihar girişiminde bulunmasına yol açmıştı. Dokuz hafta sonra eşini ve Moskova’yı terk eden ancak boşanamayan besteci 1878’de varlıklı bir müziksever olan Nadezhda von Meck ile tanıştı. 11 çocuklu bu genç kadın Çaykovski'yi maddi olarak destekledi ancak ilişkileri sadece mektuplaşma yoluyla sürdü, von Meck'in isteğiyle birbirlerinin yüzünü görmediler. Aldığı maddi destek sayesinde Çaykovski öğretmenlikten ayrılıp kendisini bestelerine verdi. 1878 - 1885 yıllarını Avrupa-Rusya arasında gidip gelerek geçiren besteci, gittiği ülkelerde orkestralar yönetti. 1891’de ise ABD'ye giderek kendi eserlerinden oluşan dinletiler gerçekleştirdi.

Çaykovski, 1875’de ilk kez seslendirilen 1. Piyano Konçertosu ve 1876’da sehnelenen Kuğu Gölü Balesi ile büyük başarı kazanmıştı; en başarılı operası olan Yevgeni Onegin’i 1879’da tamamladı; 1880'de 1812 Yılı Uvertürünü yazdı; 1881’de ilk kez seslendirilen Keman Konçertosu zamanla keman dağarcığının en gözde eserlerinden birisi oldu; 5. Senfoni 1888’deki ilk seslendirilişinden itibaren büyük başarı kazandı; 1889’da Uyuyan Güzel balesi sahnelendi; 1890’da yazdığı Maça Kızı, o yıl Çarlık Operaevi’nde sahnelendi. Sanatının doruğuna çıktığı sırada Nadezhda von Meck onu parasal olarak desteklemeyi ve mektuplaşmayı kesti. Ancak Çaykovski beste çalışmalarını sürdürdü ve 1892’de Rusya’da bir turne gezisine çıktı. Moskova yakınlarında bir ev alarak burada Patetik Sonat’ı besteledi, Fındıkkıran Balesi’ni yazmaya başladı. 1893’te kolera salgını sırasında kaynatılmamış bir bardak su içmesi sonucu yatağa düşerek (bir başka iddiaya göre ise bir soylunun yeğeni ile olan ilişkisinden ötürü zehirlenerek veya kendisini öldürmek için arsenik içerek) Petersburg’da öldü.

Çaykovski, sekiz senfoni, on bir opera, üç bale, üçü piyano, biri keman olmak üzere dört konçerto, üç yaylı dördül, en ünlüsü Andante Cantabile (1. yaylı dördülün ağır bölümü) olan çeşitli oda müziği eserleri bestelemiştir.

#1 - Aralık 26 2006, 21:46:22
Enjoy the silence.

Yeni!

#2 - Aralık 28 2006, 20:08:36
« Son Düzenleme: Aralık 19 2009, 18:10:04 Gönderen: crazy »

BİR AŞK ÖYKÜSÜ “EUGENIY ONEGIN OPERASI”

Tchaikovsky’nin 1877 yılında bestelediği “Eugeniy Onegin Operası” çok sevildi. Birçok Avrupa ülkesinde sahneye koyuldu.

Şehir yaşamından sıkılıp bir taşra kentine gezmeye gelen, asil, gururlu Onegin ile duygulu, güzel Tatyana’nın aşkı böyle başladı.

Ancak ben merkezci yapısıyla Onegin, arada bir düelloya çağrılıp arkadaşını öldürmek zorunda kalınca kaçmaktan başka ne yapabilirdi ki?

 Onegin’in Tatyana’yı reddi:

Ben mutluluk için doğmadığımı anlıyorum.

Bu guygu artık bana yabancı.

Bunu giderme çabaların boşuna.

Artık seni sevdiğimi söyleyemem.

Belki bunları okurken ağlayacaksın,

Ancak bu göz yaşlarının kalbime dokunmayacağını bil.

Şunu düşün: Seninle benim nasıl bir geleceğimiz olabilir ki?

 Yıllar geçmiş ikisinin yaşamında pek çok şey değişmiştir. Örneğin artık eski, insanlara tepeden bakan, değişiklik peşinde koşan Onegin değildir. Düelloda arkadaşını öldürmesi olayından sonra sürekli herşeyden kaçış içindedir. Zamanla kafasında tek şey netleşir. O da kendisine olan perişan aşkıyla başbaşa bırakıp reddettiği Tatyana’dır. Yıllar sonra Prens Gremin’in verdiği partide, Prensle evlenmiş olan Tatyana ile karşılaşır. Onun, eskiden aramadığı, eksikliğini duymadığı sevgisine şimdi muhtaç olduğunu anlar. Ne var ki yıllar sonra koşullar değişmiş, Tatyana kendisine gerçekçi bir yaşam kurmuştur. Reddetme sırası Tatayana’dadır artık.

 Tatyana’nın Onegin’i reddi:

Onegin, o eski günlerde ben daha genç güzeldim.

Ve seni seviyordum. Ne oldu? Senin kalbinde ne buldum?

Cevabın ne oldu? Yalnızca duygusuzluk, kalabalık.

Bu doğru değil mi?

Basit bir taşra kızını sevmek ha!

Bu senin için hiç ilginç birşey değildi.

Ve şimdi, Tanrım.

Senin soğuk ifadeni ve bana attığın nutku hatırlarken, kanım çekiliyor.

O kötü geçen günlerden seni sorumlu tutmuyorum.

Geçen gün bana gösterdiğin asilce davranışla, beni onurlandırdın kalpten teşekkürler.

Mutluluk belki şimdi çok mümkün ve çok yakınımızda.

Ne yazık ki artık çok geç.

Çünkü benim kaderim belirlenmiş.

Yaşam biçimim kararlaştırılmış.

Sen de öyle yapmalısın.

Yaşam biçimini belirlemelisin.

 Bu sözler ünlü Rus şairi Puşkin’in kaleminden Tatyana için dökülmüştü. Aynı zamanda Tchaikovsky’nin duygulu öğrencisinin büyük aşkının etkisinde kalmasına ve onunla evlenmesine de yol açtı...
#3 - Ocak 28 2009, 04:37:57

Hüznü Gözlerinden Kolayca Okunan Besteci

Bestecinin Moskova Konservatuvarı’ndan öğrencisi olan Antonina İvanovana Milyukova, yakışıklı hocasına deli gibi âşık olmuştu ve yazdığı özlem dolu mektuplarda kendisiyle evlenmek istediğini, aksi halde canına kıyacağını ileri sürüyordu.


Son derece kibardı, aşırı duygusaldı, çok yakışıklıydı. Güzel ve etkileyici konuşurdu. Kendisini tanıyan bayanların hemen hepsi ona hayrandı. Kısaca gıpta edilecek bir erkekti. Ama tüm bunlara karşın o mutlu değildi. Ruhunu tutsak eden hüzün, gözlerinden kolayca okunurdu. Bu gizemli havası, onu kadınların gözünde bir kat daha değerli kılıyordu. Sonuçta, yaşamına zamanlı ya da zamansız giren kadınlar nedeniyle bazen mutlu ama çoğu zaman mutsuz dönemler yaşadı.

1868 yılında Petersburg’a gezici bir opera grubu gelmişti. Grubun Belçikalı sopranosu Desiree Artot’dan aşırı ilgi gören bestecimiz, bu güzel bayanla evlenmeye karar verdi. Hatta bu kararını babasına bir mektupla bildirdi. O sırada bestelediği “Romans”ı da sevgilisine armağan etti. Fakat Artot, bir süre sonra İspanyol bariton Padilla ile evlendi. Besteci bu evliliği doğal karşıladı ve kısa zamanda unuttu... Ancak ikinci kez yaşadığı gönül macerasını pek kolay atlatamadı:

1877 yılı Ocak ayıydı. Bestecinin Moskova Konservatuvarı’ndan öğrencisi olan Antonina İvanovana Milyukova, yakışıklı hocasına deli gibi âşık olmuştu ve yazdığı özlem dolu mektuplarda kendisiyle evlenmek istediğini, aksi halde canına kıyacağını ileri sürüyordu. Ünlü besteci o sıralarda “Eugene Onegin” operasını yazıyordu. Çok yorgun ve sinirliydi. Konusunu büyük Rus edebiyatçısı Puşkin’in bir öyküsünden alan bu yapıtta, büyük aşk ve hüsranla perişan olan bir genç kızın, Tatyana’nın başından geçenler anlatılıyordu. Erkek karakter Eugene Onegin, kendisini deli gibi seven kızın aşkını soğuk bir biçimde reddederek onu aşağılar ve üzülmesine neden olur.  Antonina İvanovana’yı Tatyana’nın yerine koyan besteci, “Onegin gibi davranmak çok acımasız olur” diye düşünüyordu.

 

Cinsel yönden kadınlara değil erkeklere ilgi gösteren eğilimini, bu yönden kendisine benzeyen kardeşi Modest’e yazdığı mektuplarda açıkça dile getiren besteci, bir taraftan rahatsız edici dedikodulara yol açan bu sapkınlığı örtbas etmek, öteki taraftan da ailenin baskı derecesine varan isteğini yerine getirmek istiyordu. Yapı olarak çok duygusal olduğu için, kendisiyle evlenmediği takdirde canına kıyacağını söyleyen genç kıza biraz da acıdığından Antonina Milyukova ile 18 Temmuz 1877’de evlendi. Ama sonuç tam bir felaket oldu. Üç hafta süren balayından Moskova’ya döndüklerinde evlilikleri bitmişti.

Ünlü besteci, bozulan sinirlerini yatıştırmak üzere tek başına Kamenka’ya gitti. Yaz tatilini orada geçiren sanatçı, toparlanmış olarak Moskova’ya döndü. Antonina’nın birçok barışma önerisine yine duygusallığı nedeniyle karşı koyamayan besteci bir kez daha biraraya gelmeyi kabul etti. Eylül ayında birleştiler ama yürütemediler. Çevrenin baskıları, durmak bilmeyen dedikodular, yürümeyen evlilik, duygusal yaratılışta olan sanatçıyı delirme noktasına getirdi ve 6 Ekim 1877 günü Moskova Irmağı kenarında dolaşırken, buz gibi soğuk suya atlayarak intihar etti. Çevreden yetişenler onu baygın bir biçimde sudan çıkarıp evine getirdiler.

İntihar girişimi başarısız olmuştu ama zatürree olup öleceğini düşünüyordu. Ancak basit bir soğuk algınlığıyla onu da atlattı. Sağlık durumu düzelmişti ama sinirleri çok yıpranmıştı.

Bir bayanın neden olduğu    bu fırtınalı ve üzüntülü günlerini atlatmasına ve tekrar müziğe dört elle sarılmasına, yine bir bayanın, Nadezdha Fillaretovna von Meck’in yazdığı hayranlık do-    lu, umut verici mektupları yardımcı oldu. Varlıklı bir demir-  yolu mühendisinin 45 yaşında ve 11 çocuklu dul eşi olan von Meck, hem parasal hem ruhsal yönden sıkıntıda olduğunu duyduğu besteciye daha rahat bir   ortamda yapıtlar verebilmesini sağlamak amacıyla, tüm giderlerini üstlendi ve ona yılda 6.000 Ruble ödenek bağladı. Ancak von Meck’in bir koşulu vardı: Mektuplaşmak dışında birbirleriyle görüşmeyeceklerdi.

 

Bayan von Meck, duygusal ve kırılgan yapıdaki bestecinin tüm üzüntülerini, sevinçlerini, sıkıntılarını, coşkularını, en gizli duygularını, en ince ayrıntısına dek açıklayabileceği gerçek bir dostu olmuştu. Mektuplarıyla besteciye moral veriyor, onu çalışmaya zorluyordu. “İyileşeceksin” diyordu “Seni kurtaracak tek şey müziktir. Tekrar eskisi gibi beste çalışmalarına başlarsan dertlerini unutabilirsin. Böylece müzik sana herşeyi unutturacak ve yaşantını dolduracaktır.”

Onüç yıl süreyle birbirlerine pek çok mektup yazan sanatçı ve koruyucusu, aynı kentte oldukları süre içinde bile mektuplaşmayı sürdürdüler. Bu onüç yılda birbirlerine bin yüz tane mektup yazdıkları sonradan ortaya çıktı. Konserlerde, dinletilerde karşılaşsalar bile birbirlerinden uzak durdular, konuşup görüşmediler. Von Meck’in sahibi olduğu yazlık ve kışlık tüm malikanelerden bestecimiz de yararlanıyordu ama bir kez bile birlikte kalmadılar. Bir keresinde Floransa’da aynı tarihlerde aynı otelde kaldılar ama yine birbirlerini görmemeye özen gösterdiler.

Son yıllarda bayan von Meck, kendi koyduğu kuralları çiğneyerek birkaç kez yüzyüze gelme isteğini bildirdi ama besteci bunu kabul etmedi. Bunlardan birinde, Bayan von Meck’in büyük kızı Milocha, annesinin devamlı övdüğü sanatçı amcasını görmeyi çok istedi. Von Meck de bir mektup yazarak kızının hatırını kırmamasını rica etti. Besteci önce bu daveti kabul etti ama son anda fikrini değiştirdi ve küçük Milocha’dan özür dileyerek sevgili koruyucusunun evine gitmedi.

 

 

Kuğunun narin yapısıyla genç kızın saflığı arasında

bağlantı kuran bir yapıt bestelemeyi istedim ve

duyumsadıklarımı notalara dökünce ortaya, güzellik-çirkinlik,

iyilik-kötülük, aşk-kıskançlık temalarını bir Alman halk

masalıyla bütünleştiren ‘Kuğu Gölü Balesi’ çıktı.”

 

Duygusal ve Hayalperest Bir Sanatçı: Pyotr Ilyich Tchaikovsky
 

ünlü besteci Pyotr Ilyich Tchaikovsky, 7 Mayıs 1840’da Rusya’da Ural Dağları’nın eteklerindeki Votkinsk kentinde doğdu. Maden mühendisi olan babası İlya Petrovich, Ural Dağları’ndaki maden ocaklarında müfettiş olarak görev yapıyordu. Annesi Aleksandra Andreevna d’Assier, Fransız asıllı olup İlya Petrovich’in ikinci eşiydi. 1836 yılında evlenen ve bu evlilikten beş çocukları olan Tchaikovsky Ailesi’nin ikinci çocuğuydu Pyotr... Soylu Rus ailelerinin yaşam koşulları gereği küçük Pyotr mürebbiyelerden özel dersler alarak büyüdü. Henüz dört yaşındayken ağabeyi Nicholas ile birlikte evlerinde görevli Fransız mürebbiye Fanny Durbach’dan dersler almaya başladı. Sonraki yıl, yani beş yaşında Maria Markovna Palchikova’dan piyano dersleri alıyor, aynı zamanda Fransızca, Almanca ve İtalyanca da öğreniyordu. Sekiz yaşına geldiğinde coşku dolu şiirler yazıyor ve bunları besteleyerek şarkı biçiminde söylüyordu.

İlya Petrovich’in işi gereği aile 1848 yılında Petersburg’a yerleşti. Burada, iyi bir bürokrat olarak yetişmesi için hukuk okuluna gönderildi.

Sessiz, sakin, nazik, duygusal, romantik, hayalperest, içe dönük bir çocuktu. Tutku derecesinde bağlı olduğu sevgili annesi koleraya yakalanıp 13 Haziran 1854’de ölünce, Pyotr için bunalımlı günler başladı. Melankoli giderek kişiliğinin bir parçası oldu. Bu zor günlerinin tek sığınağı mü***. Ne kadar sıkıntılı olursa olsun ünlü koro şefi Lomakin’in solfej derslerini aksatmıyor, beste çalışmaları yapıyordu. Bu arada, karakteriyle taban tabana zıt olan, aşırı disiplinli hukuk okulunu 1859 yılında bitirme başarısını gösteren Pyotr, Adalet Bakanlığı’nda birinci dereceden katip olarak çalışmaya başladı.

Devlet dairesindeki görevine gönülsüz de olsa devam ediyordu ama aklı  fikri müzikteydi. Kendisi için işkence olan bu göreve ancak dört yıl dayanabildi ve 1863 yılında görevinden istifa ederek, yeni kurulan Petersburg Konservatuvarı’na öğrenci olarak girdi. Artık tüm zamanını müziğe ayırabilecekti.

Müzik konusunda çok eksiği olduğunu gördü. Tanrı’nın ona armağan ettiği yeteneği sayesinde

yaptığı bestelerde kullandığı akorların bilimsel temellere dayanması gerektiğini öğrendi. Bu eksiklerini kısa zamanda tamamlamalıydı. Zaremba’dan armoni ve müzik bilimi, Anton Rubinstein’dan bestecilik, Ciardi’den flüt dersleri aldı.

 

1865 yılında konservatuvar bitirme ödevi olarak hazırlayıp sunduğu, Schiller’in “Sevince Övgü” adlı şiiri üzerine bestelediği kantat ile gümüş madalya kazandı. Konservatuvarı bitirince, Anton Rubinstein’ın desteğiyle, Nikolai Rubinstein’ın yönetimindeki Moskova Konservatuvarı’na öğretmen olarak atandı ve bu görevi 11 yıl sürdürdü.

Tchaikovsky, 1871 yılı yazında Kamenka’ya akrabalarını ve özellikle, çok sevdiği yeğenlerini ziyarete gitti. Ancak çocuklar, yaramazlık yapmaktan amcalarıyla görüşmeye zaman ayıramıyorlardı. Onları bir arada tutmak ve eğlenceli zaman geçirtebilmek için bir çare aradı ve kısa bir bale müziği yazdı. Evdeki herkese ayrı ayrı roller dağıttı. Bu küçük temsilin adını  da “Kuğu Gölü” koydu. Oyun, aileye ve yakın çevredekilere birkaç kez oynandı ve çok beğenildi.

Besteci, 1875 yılında bir bale bestelemek için avans alınca, “Kuğu Gölü Balesi”ni tekrar ele aldı ve sonuçta, büyük yapıt ortaya çıktı. Yapıtına neden “Kuğu Gölü” adını verdiğini besteci anılarında şöyle açıklıyor:

“Bunalımlı günlerimde yalnız kalmak ve dinlenmek için gittiğim   malikanelerden birinin görkemli bahçesinde küçük şirin bir göl vardı. Gölde kuğular, iri nilüfer yapraklarının arasında süzülerek yüzerlerdi. Sabahları gölün kıyısına gelir, kuğuların sudaki zarif hareketlerini bıkmadan usanmadan izlerdim. Kuğunun narin yapısıyla genç kızın saflığı arasında bağlantı kuran bir yapıt bestelemeyi istedim ve duyumsadıklarımı notalara dökünce ortaya, güzellik-çirkinlik, iyilik-kötülük, aşk-kıskançlık temalarını bir Alman halk masalıyla bütünleştiren ‘Kuğu Gölü Balesi’ çıktı. Bir büyücü tarafından kuğuya dönüştürülen ve eski durumuna dönebilmesi için bir prensin kendine âşık olması gereken Odette’in öyküsü...”

Bir yandan konservatuvardaki öğretmenlik görevini sürdürürken öteki yandan da beste çalışmaları yapıyordu. 1875 yılında “Birinci Piyano Konçertosu”nu tamamladı. Bu yapıtını hocası Nikolai Rubinstein’e armağan etmeye karar vermişti. Bir kez de onun dinlemesini istiyordu. Koridorda karşılaştığı Rubinstein’ı hemen bir sınıfa soktu ve notalarını çıkarıp çalmaya başladı. Sonrasını kendi kaleminden okuyalım:

 

“Birinci bölümü çaldım. Bitirdiğimde bir değerlendirme yok... Rubinstein, yıldırım çarpmış gibi hiç kımıldamadan öylece oturdu. Şaşırmıştım. Yine de konçertoyu sonuna dek çaldım. Bir sessizlik daha... Piyanonun başından kalkarken ‘Evet?’ diye sordum. Ancak o zaman Rubinstein konuşmaya başladı. Konçertom çalınamayacak bir şeymiş. Kopuk kopuk parçaların düzeltilmesine de olanak yokmuş. Şurasında burasında da aşırmalar varmış. Bilemedin iki sayfası alıkonmaya değermiş; gerisini çöpe atmak ya da yeniden bestelemek gerekirmiş...”

 

Tchaikovsky bir şey söylemeden sınıftan çıktı ve başka bir boş sınıfa girdi. Amacı biraz sinirlerini yatıştırmaktı. Biraz sonra Rubinstein içeri girerek, “Biraz düşündüm de” dedi. “Konçertonu sana söylediğim biçimde gözden geçirirsen konserimde çalarım.” Zaten sinirleri gerilmiş olan Tchaikovsky, gözlerinden ateşler saçarak “Ölürüm de bunu yapmam!” diye bağırdı. “Yapıtımı, tek bir notasına dokunmadan olduğu gibi yayımlayacağım.” Ve de öyle yaptı, Rubinstein’ın “çalınamayacak denli kötü” bulduğu yapıtını hiçbir düzeltme yapmaya gerek görmeden yayımladı. Orkestra şefi Hans Bülow yapıtı çok beğendi.  Konçerto ilk kez 25 Ekim 1875’te Boston’da Hans Bülow tarafından seslendirildi ve çok beğenildi. O denli beğenildi ki, kısa bir süre sonra Nikolai Rubinstein de bu yapıtı konser programına aldı.

Tchaikovsky’nin ülke dışı ilişkileri giderek gelişiyordu. 1876 yılında Bayreuth Festivali’ne katıldığında, herkesin her dakika müzik düşüneceğini sanırken, daha çok patatesli biftek ve dolmalar konusunda tartıştıklarını, festivalin en popüler kişisi olan Wagner’in yapıtlarına bile ikinci planda ilgi gösterdiklerini şaşkınlıkla izledi. Kişisel düş kırıklıklarına karşın bu festival Tchaikovsky’nin modern kalıpları tanımasını ve kullanmasını, Batı’daki gelişmeleri izlemesini sağlaması yönünden çok yararlı oldu.

Festival sırasında tanıştığı Liszt ile aralarında sıcak bir bağ oluştu. Çünkü ikisi de duygusal motiflerden hoşlanıyorlardı ve kişilikleri de birbirine benziyordu. Wagner ile görüşme isteğini ünlü besteciye iletti ama kabul edilmedi.

1877 yılında yaptığı başarısız evlilik ve sonrasındaki intihar girişiminden sonra, Bayan von Meck’in parasal desteğini alan besteci, doktorların da önerisiyle, bozulan sinirlerini düzeltmek ve beste çalışmalarını kadığı yerden sürdürmek üzere ekim ayında İsviçre’de Cenevre gölü kıyısındaki Clarens’e gitti. Burada kaldığı süre içinde bitirdiği “4. Senfoni”sini, koruyucusu von Meck’e armağan etti.

Clarens’den sonra Floransa ve Roma’ya giden besteci 1878 yılı ortalarında Rusya’ya döndü. Artık parasal kaygılarla çalışmasına  gerek kalmadığından 1878 yılı Eylül ayında Moskova Konservatuvarı’ndaki görevinden istifa etti ve kendini tümüyle beste çalışmalarına verdi.

 

Tchaikovsky 40 yaşına geldiğinde, ünü her tarafa yayılmış, güzel yapıtlar oluşturmuş ve bunların getirdiği gelirle varlıklı ve neşeli bir döneme girmişti. Çok geziyordu; çünkü değişik yerlerde, değişik atmosferlerde ilham perisinin daha cömert olduğunu düşünüyordu. Gerçekten de bu dönemde birbirinden güzel yapıtlar besteledi.

Bundan sonra Tchaikovsky’nin yaşamında bunalımlı bir dönem başladı. Yaratıcılık yönünden de bir suskunluk dönemi geçiren sanatçı 1888 yılında, “Piyano İçin Üçlü” yapıtını, o yıl kaybettiği hocası Nikolai Rubinstein’a ithaf ederek beste çalışmalarına geri döndü.

 

Yeniden yurt içi ve yurt dışı gezilere çıktı. Leipzig, Hamburg ve Berlin ve Paris’te konserler yönetti. Brahms, Grieg, Dvorak ile tanıştı. Mart ayında Londra’ya geçti ve orada da konserler yönetti. 1889 Mart’ında tekrar Avrupa turnesine çıktı.

1890 yılında bir süre Floransa’ya yerleşen Tchaikovsky, önemli sahne yapıtlarından biri olan “Maça Kızı” operasını besteledi.

Meslek yönünden çok başarılı olmasına karşın, erkek yeğeniyle olan eşcinsel ilişkisi nedeniyle çevrede ona karşı bir tepki başlamıştı. Bu fırtınalı dönemde Tchaikovsky Amerika’dan bir davet aldı. Tam zamanında gelen bu öneri, onu bir süre bu karışık ortamdan uzaklaştıracaktı. Ama 13 yıllık koruyucusu ve dostu Bayan von Meck’den aldığı bir mektup besteci için yıkım oldu. Von Meck, artık kendisine mektup yazmamasını, çünkü kendisiyle daha fazla ilgilenemeyeceğini, para yardımını da keseceğini bildiriyordu. Tchaikovsky hemen yazdığı mektupta von Meck’in bu davranışının nedenini sordu ama yanıt alamadı.

Bestecinin Amerika turnesi çok başarılı oldu. İlk konser 5 Mayıs 1891’de New York’da Carnegie Hall’ün açılışı nedeniyle düzenlendi. Bunu aynı kentte üç konser daha izledi. Sonra Baltimore ve Philadelphia’da da birer konser yönetti ünlü besteci. Gerek orkestrayı yönetişi gerekse yapıtlarının güzelliği nedeniyle her gittiği yerde coşkuyla karşılandı ve müzikseverlerin gönlünü fethetti. Ama ünlü bestecinin bu mutluluğu, von Meck’in ölüm haberiyle uzun sürmedi. Sevgili koruyucusunu kaybetmek onu çok üzdü ve turneyi daha fazla uzatmadan Rusya’ya döndü.

Ülkesine döndüğünde ortalık biraz yatışmış, dedikodular sona ermişti. Yine beste çalışmalarına hız verdi ve son senfonisi olan “Patetik Senfoni”yi besteledi. Bu yapıtının, o güne değin bestelediklerinin en iyisi olduğunu söylüyor ve senfoninin yoğun mistik havasına uygun bir ad arıyordu. Yapıtın adının ne olacağı konusundaki karasızlığını, kardeşi Modest’in yardımıyla çözdü. Modest, “Patetik Senfoni” (Acıklı Senfoni) adını önerdi. Bu, bestecinin çok hoşuna gitti ve yapıt bu adla ünlendi.

Tchaikovsky, büyük yapıtı, son gözağrısı “6. Senfoni”nin, öteki adıyla “Patetik Senfoni” nin seslendirilmesini yönetmek üzere Petersburg’a gitti. Yapıt, 28 Ekim 1893’te seslendirildi. O sırada kentte kolera salgını vardı. Tchaikovsky’de de kolera belirtileri başladı ve dört gün sonra, 6 Kasım 1893’de büyük besteci yaşama veda etti. Petersburg’da toprağa verildi.

 

Ancak, bir Sovyet müzikoloğu ve Tchaikovsky araştırmacısı olan Alexandra Orlova ise ünlü bestecinin zehir içerek intihar ettiğini ileri sürmüştür.

Onu ölüme götüren neden- ler ne olursa olsun, ünlü bestecinin müzik dünyasındaki başarısı yadsınamaz.

#4 - Şubat 06 2009, 17:18:19

Şu resimlerde ilk baştaki Mozart :Ç
#5 - Mart 16 2009, 16:57:46
Eskiden buralar hep hayat, yaşamdı.

Zeitgeist


  resmide benden olsun bari :sizo

 

Mozartla Çaykovski'yi ayırt edemeyen zekayı alkışlıyorum. :Ç
#6 - Ekim 27 2009, 00:16:30

Üye:

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.