Goth Metal (Gothic Metal de denir) doom metal, heavy metal ve orjinal gothic tarzının arasındaki geçiş gibidir. 1990’ların sonunda Avrupa ve A.B.D. topraklarında ortaya çıkan bu tarzı aslında kategorize etmek çok zordur. Bazı dinleyiciler ve müzisyenler, metalin konsepti hakkında çok katıdırlar; onlar için belli bir tür ve o türlerin alt kolları vardır. Fakat bazı dinleyiciler ve müzisyenler de böyle ayrımlara sonuna kadar karşı çıkarlar. Metal ezgileri barındırmayan türlerden etkilenip, onları metal ile harmanlayan bir türdür gothic metal. Aslında Gothic metal; Celtic Frost, bir kaç yıl sonra Paradise Lost ve Theatre of Tragedy gibi, bayan vokal, melodik klavye ve ağır doom riffleri kullanan gruplardan evrimleşmiştir. Type O Negative, My Dying Bride ve Anathema gibi gruplar da temel olarak insanı ürperten klavye ezgileri ve ağır hüzünlü havasıyla dikkat çeker. Bayan vokalleri ve death metal gırtlağıyla metal tarihinin ilk gothic şarkısı olarak Paradise Lost’un “Gothic” albümündeki aynı isimli "Gothic" gösterilir. Albüm, The Gathering gibi gruplara hatta Paradise Lost’un kendisine bile ilham kaynağı olmuştur. Theatre of Tragedy, Tristania ve Sins of Thy Beloved gibi Norveçli gruplar, zaten müziğin var olan karanlık ve iç acıtan havasına eşsiz vokaller ekleyerek goth metali bambaşka boyutlara taşıdılar. Ortaçağa ait klasik öğelerin de - Gregorian İlahi koroları, kilise orgları, yan flütler, viyolonlar ve operatik bayan vokaller- eklenmesiyle doom metal riffleriyle bezenmiş olan müzik, kendi sağlam yapısının üzerine bir kat daha çıkarak büyüleyici bir tarza dönüştü. “İskandinav Goth Metal” olarak bilinen tarz sık sık black metale kaymasıyla birkaç tür dinleyicilerinin dikkatini çekti. 1990’ların sonlarına doğru gelirken ortaya daha yumuşak bir goth metal tarzı çıktı. Bu tarzı benimseyen gruplar da temel olarak kendilerine bayan vokali belirlediler ama doom metal öğelerinden ve erkek death vokallerden uzak durdular. The Gathering, Within Temptation, Lacuna Coil ve Lacrimosa gibi gruplar bu tanıma uyan soft gothic gruplarıdır. Bu gruplardan bazıları aynı zamanda müziğe elektronik sesler veya klasik rock müziğini ekleyerek daha geniş kitlelere yayılma amacı güttüler. Genel olarak Gothic metal’in sözleri de belirli konular üzerine sabitlenmişti; din ve Tanrı, cennet-cehennem, romantizm, korku, depresyon, matem, boşluk ve ölüm. Dünyayı baz alacak olursak, Gothic Metal genel olarak Kuzey Avrupa’da özellikle de Norveç’te metal türleri arasınada en yaygın olanıdır.
HEAVY METALL:
Agresif yapısı, akıcı ritmleri, yüksek frekanslı gitarları, bambaşka vokalleri ve karanlık temalı yapısıyla rock müziğinin bir formu olarak karşımıza çıktı Heavy Metal. Aslında biraz daha derin bakacak olursak heavy metal; blues rock ve pop müziğin evrim geçirip değişmesiyle ortaya çıktı. 1967 ve 1974’teki ilk dalgalanma tamamen pop ve blues ürünüydü...1991 senesinden sonra Heavy MetaL hard rock türlerine ve grunge’a dönüşmeye başladı...
İlk Örnekler Ve Etkileri
İngiliz grupları arasında hayli popüler olan ve bir çoğuna ilham kaynağı haline gelen Amerikan Blues müziği, Rolling Stones ve The Yardbirds gibi rock grupları tarafından temposu artırılmış, akustik yerine elektro gitar kullanılmış halleriyle tekrardan derleniyordu..(Bu etkilenme sadece blues’dan değildi tabi, rock ’n' roll’un da -özellikle Elvis Presley-etkisi büyük oldu) Blues müziğin bu şekilde güçlenmesi entelektüel ve sanatsal çevreler arasında merak uyandırdı.. Müzisyenler, tecrübelerini, düşüncelerini, hislerini insanlara amfilerle güçlendirilmiş bu gitarlarla daha yüksek, daha şiddetli aktarma yolunu seçtiler. Bateristler tarzlarını, elektro gitarların yüksekliğine ulaşabilmek için blues-rock tarzının basit ve tek düze davulundan, daha güçlü, daha şiddetli, daha kompleks bir hale getirirken, amfilere güvenen vokalistler ise tekniklerini değiştirerek hatta geliştirerek, daha şekilli, yer yer daha dramatik bir hale büründüler.. Amfilerin sayısız avantajları ve yeni kayıt teknolojilerinin gelişmesiyle, heavy metal gücünü iyice hissettirmeye başladı. Genel kanı olarak heavy metal Led Zeppelin ve Black Sabbath ile , 1960’larda İngiltere’nin Birmingham bölgesinde, geleneksel blues standartlarının dışında hatta ötesinde bir müzikle ortaya çıktı. Her iki grupta, blues-rock’ta kullanılan gitarın sesini yükselten ve Amerikan müziği ile Avrupalı beyaz rockerlar arasında köprü kuran Jimi Hendrix gibi isimlerin de olduğu Amerikan "psychedelic rock" müzisyenlerine büyük ilham kaynağı oldu. Bazı gruplar ise başka türlü etkilendiler bu gruplardan. Mesela Vanilla Fudge psychedelic pop tınılarını, heavy metal’in ortaya çıkmasında büyük katkıları olan İngiliz, The Who ve The Kinks gibi biraz daha aşağı çekti. Öteki anahtar grup ise, heavy metalde üç kişilik grupların mevcudiyet örneği olan Cream’di.Bazıları için ise The Beatles, kullandığı distortion ve yoğun aranjmanlarıyla metalin ortaya çıkmasında katkısı bulunan anahtar gruplardandı. Belki de ilk heavy metal şarkısı olarak The Kinks’in 1965 yılında yaptığı “You Really Got Me” yi gösterebiliriz. Fakat metal otoriteleri bu konuda bir anlaşmaya varabilmiş değiller. Bazıları Blue Cheers’ın 1968lerin sonuna doğru yaptığı “Summertime Blues” derlemesini ilk heavy-metal şarkısı olarak gösterirken, bir grup Beatles’ın “Helter Skelter”ini bir grup da The Jeff Beck Group’un “Truth” albümünü, bir kısım da Led Zeppelin’in “Led Zeppelin” albümünü ilk metal şarkıları olarak göstermekte-ki Led Zeppelin’in çıkışıyla bütün dünya heavy metalin doğuşunu kabul etmekte... Heavy Metalin Kökleri... Heavy Metal teriminin nereden çıktığı tam olarak bilinmemekte. Bir inanca göre bu terim, William S. Burroughs’ın 1962’de yazdığı “The Soft Machine” adlı romanın karakteri “Uranüslü Willy, the Heavy Metal Kid”den ortaya çıktı. 1964’te yazdığı ikinci roman Nova Express’te ise yarattığı heavy metal temasını geliştirerek uyuşturucu bağımlılarına bir metafor haline getirdi. Romanların anlattığı diğer konu ise gittikçe mekanikleşen dünya ve programlanmış hayatları sonucu makineleşen insandı... “Hastalıkları, uyuşturucuları ve parazit hayatları - Uranüsün Heavy Metal İnsanlarının dört bir yanı buharlaşmış mavi banknotların yarattığı sis ile kaplıdır- ve metal müzikleriyle Minraud’un böcek insanları” Burroughs, William S. (1964) Nova Express. New York: Grove Yayınları. Sayfa, 112.. Blue Öyster Cult’un prodüktörü, menajeri ve şarkı sözü yazarı olan Sandy Pearlman, 1970’te “heavy metal” terimini rock müziğinin içine sokan ilk kişi olarak tarihe geçti... 1960’ların sonuna doğru Led Zeppelin, Black Sabbath, The Move gibi grupları çıkaran Birmingham endüstrinin kalbi halindeydi ve bazıları “heavy metal” teriminin buradan çıktığını iddia ediyordu...The Move da, biyografilerinde bu iddiayı destekliyordu. Bir başka iddia da -ki muhtemel- bu terimin 1967 yılında Jimi Hendrix’in yaptığı müziği tanımlamak amacıyla “gökten düşen heavy metal gibi” sözüyle ortaya çıktığıdır. İddialar bitiyor mu? Hayır! Başka bir iddia ise bu sözün Steppenwolf’un 1968’de çıkardığı “Born to be wild” şarkısında geçen “heavy metal thunder” cümlesinde geçtiğidir: "I like smoke and lightning Heavy metal thunder Racin' with the wind And the feelin' that I'm under" Heavy kelimesi (ciddi ve derin anlamında kullanılmakta) daha önce Iron Butterfly’ın 1968’de çıkardığı "Heavy" adlı ilk albümü ile hippi ve şehir argosuna girdi.. Gerçek şu ki daha sonra Led Zeppelin’in heavy metal ismiyle bütünleşmesi sonucu, terim şu an kullanılan anlamını kazandı.. Kökeni yüzünden ilk başta sadece belli bir kesimin kabullendiği heavy metal terimi daha sonra hayranları tarafından da kabul gördü. Deep Purple gibi kökeni progresif rock olan gruplar ise kendilerini daha sert ve daha iyi ifade edeceklerine inandıkları heavy metal havuzunun içine attılar... 1970’lerin heavy metal tarihi, müzik tarihçileri tarafından sık sık görüşülüp tartışılmıştır. Bazıları, hair metalin pop kitlesini kendisine çektiği 1980’lerde büyük başarı yakalayan Blue Öyster Cult gibi grupları örnek gösterip bu döneme “maddi çıkar” devri dese de çoğu tarihçi bu grupları önemsemeyip Eddie Van Halen ve Randy Rhoads gibi klasikler üzerine yoğunlaşır. 70 sonlarının genç kuşağa hitap eden (ve en büyük örneği Sex Pistols olan) punk rock’ı da kimileri için çok önemlidir. 1980’lerde Iron Maiden ve Judas Priest gibi İngiliz gruplarla beraber doğan Yeni Dalga İngiliz Heavy Metal’i de(N.W.O.B.H.M) heavy metal tarihi için çok parlak bir dönemdir. Aynı senelerde heavy metal, hardcore, punk, ve alternative rock’ı da etkilemiş, ortaya death metal gibi yeni alt türler çıkmaya başlamıştır.. Jimi Hendrix’in önceki senelerde öncülüğünü yaptığı gitar ustalığı bayrağını 70 sonlarında Eddie Van Halen aldı. Van Halen’ın 1978 yılında çıkardığı solo albüm “Eruption” çoğu tarihçi tarafından bir dönem noktası olarak nitelendirildi. Ritchie Blackmore (Deep Purple), (Ozzy Osbourne ile birlikte) Randy Rhoads ve Yngwie Malmsteen ise gitara daha da yoğunlaştı, bölece klasik gitarlar da artık heavy metal konserlerinde kullanılmaya başlandı. Heavy metalde yaşanan bu patlamayı sonradan Ronnie James Dio, Judas Priest ve (belki de “saf” heavy metal yapan son grup olan) Iron Maiden sürdürdü. Özellikle Iron Maiden’dan sonra metal, saldırganlığın limitini aştı ve müzikal anlamda çok büyük sıçrama yaptı. Metal müzik Avrupa ve Amerika’da farklı kulvarlarda ilerliyordu. Iron Maiden ve çağdaşları Avrupa metalini ilerletirken Amerika’da, özellikle Los Angeles’ta Mötley Crüe ile başlayan bir hair metal furyası vardı. 80’ler boyunca hair metal Amerika’yı ve pek çok ülkeyi etkisi altına aldı. Def Leppard, Ratt, Poison ve Guns n'Roses gibi devler de buna yardım etti. Hair metalin yaptığı müzik belirli bir görüşü savunsa da bu tür çoğu zaman doğal ve akışında ilerleyen has bir metal türü olarak görülmedi. 90’lara gelindiğinde ise punk rock’dan etkilenmiş bir alternatif rock müziği ortaya çıktı: grunge. Özellikle Seattle dünyaya pek çok grunge grup kazandırdı. Nirvana, Pearl Jam ve Soundgarden grunge müziğin en büyük isimleri oldu. Klasik rock parçalarının coverları da çoğu metal grubunun repertuarında yer edindi. Örnek vermek gerekirse heavy metal öncesinin efsanesi The Beatles grubunun “Helter Skelter” şarkısı. Dönem gereği metal ruhunu verebilen ama müziğini veremeyen bu şarkının Mötley Crüe versiyonu bu coverlar içinde en önemli ve en faydalılarından biri olmuştur. Hatırlanması gereken bir diğer nokta da “heavy metalin, Afrika-Amerika’dan gelen ve siyahların elinde olan blues-rock’ın tam zıttı yani "beyaz olduğu” yanılgısıdır. Bu yanılgının oluşmasının sebebi dinleyici kitlesinin ve metal müzisyenlerinin çoğunun beyaz olmasıdır. Ama unutmamak gerekir ki bu iddiayı kıran gruplar da metal tarihi içinde var olmuştur. Hem müzisyenleri hem de dinleyicileri karma olan bu gruplardan Thin Lizzy’s Phil Lynnott ve Living Colour sadece ikisidir.. Heavy Metalde Enstrümantal Metal müzikte kullanılan enstrümanlar genelde şu şekildedir: bir bateri, bir bas gitar, bir ritim gitar, bir lead (lider, öncü) gitar, bir vokal ve bazen bir klavye. Tüm bunların içinde heavy metalde en önemlisi tabiki gitardır. Gitarların amplifikasyonu ve elektronik geçişler sesi kalınlaştırmak için kullanılır. Heavy metal vokalistlerinin de çeşitli üslupları ve tarzları vardır. Boğazı yormayan temiz vokallerden, hırıltılı çıkan derin vokallere, çığlığı andıran yüksek ve tiz tonlardan böğürtülü brutal vokale.. Örneğin black ve death metal bozuk ve gırtlaktan gelen bir vokale eğilimlidir. Hatta bazen vokalistin ne söylediğini anlamak bile güç olabilir. Çoğu zaman vokal o kadar ham ve işlenmemiş durur ki (Cannibal Corpse gibi) tekrar etmesi ya da eşlik etmesi çok güç olabilir. Ama tüm bunların aksine gayet anlaşılır ve düz vokaller de seçilebilir. Karmaşık sololar ve riffler heavy metal için çok önemli öğelerdir. Heavy metalde gitarın ve baterinin bir standardı varmış gibi gözükse de müzik her zaman sınırsızdır ve her şeye açıktır. Finlandiyalı Apocalyptica buna güzel bir örnektir. Adeta kendi heavy metal türlerini yaratan grup kategorize edilmesi zor bir şekilde metalin karanlık tarafını müziğiyle işler. Kendi stillerini yaratmak için soundlarına bozuk ritimlerden koro vokallere kadar pek çok alkışı hakeden orijinal öğeler katmışlardır. The Who ile birlikte ilk dönem heavy metal örneklerinden olan Amerikalı grup Grand Funk Railroad, sahne şovlarında ses seviyesine önem veren belki de ilk gruplardandır. Sesin derecesi, heavy metalde neredeyse müzik kalitesi kadar çok önemli bir faktördür. Heavy metali sırf yüksek sesi yüzünden dinleyip tatmin olan kitlenin sayısı azımsanmayacak kadar az olmamıştır. Özellikle Motörhead ve Manowar “yüksek ses” bakımından heavy metalde önemli gruplardır. Hele hele Manowar, tarihi boyunca hep “en yükses sese sahip grup” olarak övünmüş, hatta bu konuda rekorlar dahi denemiş ve kırmıştır. (1984 yılında yaptıkları şarkı “All Men Play On Ten” bunu anlatır.) Heavy Metalin Teması Bir sanat türü olarak Heavy Metal, müzikten çok daha fazlasıdır; dinlenebilir olması kadar görseldir de. Albüm kapakları ve sahne şovları müziğin kendisi kadar önemlidir. Bu yüzden Heavy Metal tarihi boyunca çoğu sanatçı işbirliği içine girmiş, dinleyicilere geniş bir perspektif sunmuştur. Bu bakımdan Heavy Metal, tek bir metodla icra edilen diğer tüm sanat biçimlerinden bile ayrılabilir. Çünkü resim görsel olarak, semfoni işitsel olarak icra edilirken bir Heavy Metal grubunun “imaj”ı ve “ortak tema”sı albüm kapağından sahne tasarımına, şarkı sözünün tonundan müziğin sesine kadar pek çok öğeyi birleştirir. Rock tarihçileri Batı pop müziğinin, Heavy Metal’i gerçekten uzaklaşan, fantastik lirikler yazma konusunda etkilediğini düşünür. Afrika-Amerika Blues müziği ise Heavy Metal’e kaybetme, depresyon, yalnızlık gibi saf gerçekliği katmıştır. Eğer Heavy Metal, işitsel / tematik öğelerini blues müziğinden almışsa, görsel özelliklerini de pop müzikten almıştır. Karanlık, şeytan, güç ve kıyamet temaları, hayatın problemlerinin gerçekliğini dile getiren fantastik dil özellikleridir. Bunların yanında, 1960’ların hippi kültüründen gelen “barış ve sevgi”nin reaksiyonu olarak Heavy Metal bir karşı-kültür olarak gelişmiş, karanlığın yerine ışık, pop müziğin mutlu sonu yerine de saf gerçeklik gelmiştir. Dinleyiciler her ne kadar Heavy Metal’in mesajının karanlık olmadığını iddia etse de eleştirmenler gerçekliğin negatif yönlerini yücelttiği için Heavy Metal’i suçlamıştır. Heavy Metal’in temaları 50, 60 ve 70’erin neşeli pop kültüründen daha ağır ve ciddidir; savaşa, nükleer yıkıma, çevresel sorunlara, siyasi ve dini propagandaya odaklıdır. Black Sabbath’ın “War Pigs”inin ve Ozzy Osbourne’ün “Killer of Giants”ının dönemin sorunlarının tartışılmasında büyük katkıları olmuştur. Gerçeğin yorumlanması Heavy Metal’de bazen çok basit olabilir; çünkü onun fantastik ve şiirsel dili karanlıkla aydınlığı, umutla düş kırıklığını, iyiyle kötüyü, grinin gölgesinde hiç kalmadan ayırabilir. Bazıları Heavy Metal’le a??k şarkılarını ayrı yerlere koysa da çoğu “hair metal” şarkısı aşk konusuna odaklıdır. Biraz açmak gerekirse; 80’lerin hair metal’i, 70’lerin parlak rock hareketinin son dönemi, bitiş devridir. İkisinin arasındaki (makyaj ve sıradışı kostümler gibi) görsel benzerlikler bu tartışmayı daha da zora sokar. Rock, şiirsel olarak cinsel belirsizlik, özgür ifade ve bireyselliğe dayanırken hair metal, kesin ve emin bir şekilde daha maço ve heteroseksüeldi. Tabi diğer bir fark ta hair metal’in siyasi ve toplumsal sorunlara da diyecek bir lafı olmasıydı. Sonuç olarak, “saf” Heavy Metal kendisini pop kültürün asla merkezine değil, kıyısına köşesine koymuştur. Bu konumun yer yer merkeze doğru kayması ise sadece sanatçılık şerefini ve mesaj verme fırsatını bir kenara atıp ticari yaklaşımlarda bulunmakla olabilir.
SPEED METAL:
Speed metal, soğuk savaşın ilk günlerinde, heavy metalin anti-sosyal ve anarşist hardcore punk ile yakınlaşması sonucu ortaya çıktı. Gruplar genel olarak 1970’erin progresif stilinden etkilenerek, ani çıkışlarla bezenmiş, patlamaya hazır hardcore müziğini değiştirip metali; hızlı fakat kontrol edilebilir, daha çok teknik kullanımını gerektiren bir müzik haline getirdiler. Şarkılar genel olarak savaş, kirlilik, nükleer silahlar ve egemenlikler üzerine kuruluydu. Bu müzik oldukça kompleks ve yaratıcılık gerektiren bir hal alırken, kabaca rock tabanlı müziği temel alarak arkasından gelen death metal, thrash ve grindcore’a da öncü oldu.. Speed metal, genel olarak thrash metalle karıştırılan fakat daha melodik ve daha az punk öğeler içeren bir heavy metal uzantısıdır.. Türün öncü grubu olarak Judas Priest gösterilir.. 1990’da çıkardıkları “Painkiller” albümü, kısa-süratli riffleri, uzun gitar soloları ve düelloları ve tabi ki Rob Halford’un inanılmaz vokali ile speed metalin ne olduğunu anlatabilecek en iyi örnektir. Speed metal, insanların aklında ‘heavy metalin hızlısı işte’ şeklinde yer etmiştir ki bu büyük bir genellemedir.. Sonuç olarak diğer gruplar da bu akım içerisinde kendilerine yer aramaya başlamışlardır. Motörhead bu akıma kendini vermiş ve tarzını speed metal olarak belirlemiştir hatta black metal efsanelerinden Venom bile bazen bu tarzdan etkilenmiştir.. Thrash metal de, hızlı bir tür olduğu göz önünde bulundurularak speed metalin alt türü gibi tanımlamalara maruz kalmıştır. Thrash, death, power, speed vb. tür isimleri aslında yeni sayılır. 1980’lerde bu terimler iç içe geçmeye başlamıştır. Venom (black speed metal) kendilerini ‘power metal’ olarak lanse etmişlerdir (bu olayın Bon Jovi kişisinin heavy metal yaptığını söylemesi ve piyasadan olumlu tepki almasıyla gerçekleştiği söylenir) ve Metallica (thrash) aynı terimi kendi kartları üzerinde bile kullanmıştır. Motörhead ise speed metalden fazlasını yapmaktadır..Speed metali, heavy metal, punk ve rock’n roll öğeleri kullanarak icra etmektedir.. Tarihteki ilk speed metal şarkısı, 1970’de Black Sabbath “Paranoid”ine, Deep Purple’nin “Speed King”ine karşın yine Deep Purple’nin 1972 de çıkardığı “Highway Star”ı olarak kabul edilir. Her ne kadar “Highway Star” , metal camiasına speed olarak tanıtılsa da şarkı, gitar ve klavye soloları, riffleri ile 70’lerin progresif rock’ından hatta klasik müzikten bile esinlenildiği belli oluyordu... Daha sonra, Helloween’in “Walls of Jericho” (1985), Motörhead’in live albümü “No Sleep 'til Hammersmith”(1981), Judas Priest’in live albümü “Priest in the East”(1979) gibi speed-metal performansları en sonunda ilk thrash metal kaydı olan “Tyrant”ı doğurdu.. Speed metal günümüzde hala varlığını sürdürebilen türlerden olsa bile artık yeterli yaratıcılığı barındırmamakta.. “Painkiller” ın 1990’da ortaya koyduğu standarta erişebilen hatta yaklaşabilen grup henüz ortaya çıkmadı. Alman "Gamma Ray" ile "Primal Fear" son dönemde türün en önemli grupları konumundalar.. Tabi Judas Priest ve Motörhead enselerinde dolaşırken ne kadar iyi olabilirler? belirsiz...
TRASH METAL:
Hardcore ve metal, birbirine zıt giderken yepyeni bir tür, punk’ın şarkı söyleme stili ve müzikal özelliğiyle, metal rifflerinin ve kültürünün birleşimiyle ortaya çıktı. Genellikle bir dakikanın altında süren muhalif şarkılar dinleyiciyi riff’lerle sersemletiyordu...Vokaller neredeyse tellal ya da çığırtkanlar gibi yüksek sesli ve şiddetli bağırıyordu. Müzik genelde düşük kalitede olsa da, hızlı ve aniden durulup coşan gitar tekniği alışılmışın oldukça dışındaydı. Tüm bunların yanında açılan bu yeni bulvar sayesinde artık siyaset de ebedi olarak metale girmiş bulunuyordu. Bu yeni türün adı thrash metaldi... Thrash metalin kökeni 1970’lerin sonuna ve 1980’lerin başına, bazı metal gruplarının, hardcore punk’ın aşırı hızını, klasik metal melodilerine eklemesine dayanır. İki grupsa bu yeni formu belirginleştirme şerefine nail olmuştur: Venom ve tabiki Motörhead.. Tüm bunların ötesinde, thrash metal kategorize etmesi güç bir şey de kanıtlamıştı. Bazı metal fanları ve müziyenleri, oluşan bu yeni türü değişmez sabit bir konsepte oturtmaya çalışsalar da diğerleri bu kısıtlamaya karşı çıkıp böyle bir sınıflandırmayı gereksiz buldular. Çünkü iki farklı metal türü arasında geçişler olması genel bir durumdu. Hatta metal olmayan türlerin bile metal müziğe etkisi oluyordu.. Bazıları 1981 senesini thrash metal için dönüm noktası olarak görse de çoğu insan için hikaye çok daha eskiye dayanıyordu. Black Sabbath’ın “Symptom of the Universe”inde (1975) muhtemelen ilk thrash riff’i bulunuyordu. Hatta “Into the Void” ve “Children of the Grave”den (ikisi de 1971) bile bahsetmek mümkündü. Speed metalin öncü grubu Judas Priest’in 1978 yılındaki “Stained Class” çalışmasında da thrash metal izleri vardı. Grubun bateristi Les Blink’in tempolu ritminin aykırı bir gitar sounduyla birleştiği Tyrant’ın canlı versiyonu da stüdyo kaydına göre thrash metale hayli yakındı. Motörhead’in Overkill’i (1979) New York’lu bir gruba isim olmuştu ve o grup 1981’de ilk thrash metal şarkısı olarak görülen eseri yapmıştı: “Unleash the Beast Within”. Çok geçmeden San Francisco’lu Leather Charm grubu da “Hit the Lights”ı hazırladı. Ama grup dağıldığı için bu şarkı yapılmadı. Grubun bestecisinin bir sonraki grubu Metallica’ydı, böylece Metallica bu şarkıyı hayata geçirdi. Metal Church grubuysa 1980 ve 81’de Metallica’nın ve Overkill’in ilk zamanlarında yaptığı müziğe benzeyen bir iki çalışmayı çoktan kaydetmişti.. İlk thrash demosuysa, yine Metal Church grubunun Red Skies (1981) demosu olabilir. Thrash, speed ve power metali birleştiren bu enstrümantal demo, grubun Ekim 1982’de çıkardığı yeni demosu Four Hymns”in gölgesinde kaldı, unutuldu gitti. Yani Metal Church kronolojik olarak ilk thrash demo çıkaran grup oldu. Metallica ise ikinci geldi. (Nisan 1982’de “Power Metal”, Temmuz 1982’de “No Life ‘til Leather” demoları) Bir kaç ay sonraysa (Kasım 1982) Avrupa’lı Artillery grubu bir demo doldurdu. “We are the Dead” isimli bu demo daha çok Black Sabbath’ın müziğine odaklıydı. Metallica kadar hızlı olmasa da riff’ler birbirine çok yakındı ve demo sonuç olarak bir thrash demosuydu. Thrash metal, Overkill’in ikinci demoları “Feel the Fire”ı çıkarması ve Slayer’ın (“Chemical Warfare” şarkısını içeren) “Haunting the Chapel” EP’siyle 1984’de hız almaya başladı. Bu çalışmalar thrash metal türüne daha karanlık ve baskın bir ses özelliği kazandırdı. Bir sene sonra Artillery’nin “We are the Death“ albümü de türün hızlanmasına katkıda bulundu. Dave Mustaine’in Megadeth’ini de unutmamak gerek: Megadeth, Judas Priest’in speed metaliyle, thrash riff’lerini birleştiren müziğiyle (özellikle “Rust in Peace”-1990 ile) çorbadaki tuz miktarında önemli bir paya sahip oldu. 1986 yılı tür için gayet verimli bir yıl oldu. Dark Angel’ın “Darkness Descends” albümü gelmiş geçmiş en sağlam ve hızlı thrash albümlerden biri olarak görüldü. “Reign in Blood” (Slayer) bir klasik olarak kabul edildi. Alman grubu Kreator, “Pleasure to Kill” ile türe yeni standartlar getirdiği gibi death metal üzerinde de hayli etkili oldu. Megadeth hayli teknik bir albüm olan “Peace Sells”i çıkardı. Metallica’nın “Master of Puppets” albümü ise thrash müziği çok daha ilerilere taşıdı, türün adeta sınırlarını aştı. 80’lerin sonuna yaklaşılırken thrash metal son sürat hızına devam ediyordu. Bu senelerde tür pek çok alt dala ayrılmaya başladı, Death ve Possessed gibi pek çok grubu da etkiledi. Possessed ilk death metal gruplarındandı ve thrash metalden etkilenip belki de ilk death-thrash klasiği “Seven Churches” albümünü çıkardı. Bazı gruplar da Megadeth’in ilk dönemlerinde yaptığı gibi speed ve thrash metali birleştirdi. Helstar, Heathen ve Testament gibi gruplar da parlayan gitarlarıyla tanındı.